Sal: 40 / Hejmar: 470 / Sibat 2021
Kürt soykırımının adı İmralı Sistemidir ve bu sistem özgürlük hamlesiyle parçalanacaktırÎlon 2020
Dilzar Dîlok İmralı Sistemi Önderlik direnişi karşısında başaramadı. Önderlik direnişi, TC’yi değişime zorladı, yüzyılın başında değişmek ya da değişemediği yerden kırılmak zorunda bıraktı. Bu durum TC’yi bir yüzyıl kararıyla karşı karşıya bıraktı. Ya değişecek ve yeni bir stratejiyle Demokratik Ulus çizgisinde yaşamı seçecek ve tüm halklara karşı yüzyılın özeleştirisini verecekti. Ya da tüm bu gelişim dinamiklerini bekasına bir saldırı olarak tanımlayıp PKK’yi tasfiye, Kürt halkını soykırım politikalarını eskisinden daha şiddetli sürdürerek varlığını mevcut haliyle korumaya çalışacaktı. Bu hayatta kalmanın büyük şiddet içermesi onu varlık yokluk sorunuyla karşı karşıya getirecek ve varlığı sağlamaya çalışırken yokluğunun adımlarını atacaktı. TC ikinci yolu seçti. AKP-MHP faşizmi bu sürecin adını “Çöktürme Planı” koydu. “Çöktürme Planı” denen, Kürt soykırım politikasının derinleştirilerek yenilenmesi ve uygulamaya konulmasını kapsıyordu. PKK’nin çıkış yaptığı ve tüm Kürdistan’a öncülük ettiği Amed’de, PKK’nin halklaştığı Botan’da ve tüm Bakurê Kurdistan’da halka vahşi saldırılar yapılacak, on binlerce insan öldürülecek, yüzbinlerce insan yerinden edilecek, şehirlere sürülecek, uyanmış ve özgürleşen Kürtlük katledilip mezara konulacak, Bakur’da soykırım tamamlandıktan sonra tüm Kürdistan parçalarına saldırı yapılacak ve tüm Kürt kazanımları yok edilecekti. Kürtlere karşı her türlü insani yol ve yöntem soykırıma hizmet edecek şekilde kullanıldı Rojava Devrimi’ne, özelde de Kobanê’ye sahip çıkmanın büyük direnişini sergileyen halka büyük saldırarak halk sindirilmek istendi. Yine Rojava Devrimi somutunda Kürtlerin kazanımlarından duyulan öfkeyi faşist TC, Bakur’da büyük baskılarla ezmeye çalıştı. Büyük bir halk iradesi ortaya çıkmıştı ve artık halkın özgür yaşam iradesi kabına sığmıyordu. Bunun karşısındaki saldırı planı büyüktü ve vahşet düzeyinde kimi uygulamaları da getirdi. Bakur halkı bu saldırı karşısında büyük bir direniş gösterdi. Halk öncüleri, “Bizimle gurur duyun, diz çökmeyeceğiz” dediler. Bu söz ve tutum, Bakur’un tamamının sözü ve eylemi oldu. Halk, ölümü ve yıkımı göze aldı ancak köyünü-evini bırakıp gitmedi. Yıkılıp yerle bir edilen şehirlerden çıkmak zorunda kalanlar başka şehirlere gitmediler, köylerine gittiler. Kürdistan Kürtsüzleştirilip, Kürtler Türkiye’ye sürülemedi. Evleri yıkılan Kürtler Türkiye’ye gitmediği gibi daha da Kürdistanileşti, Kürdistan dağlarına, tepelerine, toprağına tutundular. Sonrasında çoğu gelip taş üstüne taş koyarak evini yeniden inşa etmenin ısrarını düşmanın yüzüne vurdu. Halk şehitlerin büyük acısını yüreğine bastı. Rojava Devrimi’nin kazanımlarını korumanın bedelini verdiğine inandı, Önder Apo paradigmasını savunmanın bedelini verdiğine inandı ve onuruna sahip çıktı. “Çöktürme Planı,” PKK’nin tasfiye edilmesi temelinde hazırlanan, ‘Çözüm’ adı konulan sürecin Türk ve Kürt kamuoyu algısında kırılmasına odaklanan, bu kırmayla birlikte daha şiddetli bir soykırım dönemini başlatan plandır. TC’nin, “Çöktürme” kapsamındaki saldırıları Bakur özyönetim süreci sonrasında da devam etti. Soykırım, asimilasyon, özel savaş yöntemleri tüm vahşetiyle sürdü. Zaten gerilla sahalarına yönelik yoğun hava saldırılarıyla bu saldırının startı verilmişti ve partiye darbe vurmak için hem dünya güçleri hem de bölgesel güçler de kullanıldı. Büyük komutanlarımızı, öncülerimizi bu dönemdeki direnişte şehit verdik. Tüm bunlara rağmen her şehidi yeni bir hamlenin, intikam sözünün ve eyleminin gerekçesi haline getiren gerilla, büyük hazırlık yaparak düşmana darbe üstüne darbe vurmanın taktik zenginliğini yaratmayı esas aldı. Kürtlere karşı her türlü insani yol ve yöntem soykırıma hizmet edecek şekilde kullanıldı. Kürtler bu durum karşısında bir direniş içinde oldu. 2018 yılında başlayan “Tecridê Bişkîne, Faşizmê Hilweşîne, Kurdistanê Azad Bike!” Hamlesiyle yeniden doğruldu. Eylem ve etkinlikler düzenledi. Avrupa ve Kürdistan’ın birçok yerinde başta da cezaevleri olmak üzere büyük bir açlık grevi başladı. Daha sonra ise ölüm orucu ile devam eden direniş sürecine kadınlar, gençler, siyasetçiler, toplumun birçok kesimi katılarak, direnişe öncülük yaptı. Özellikle cezaevinde direnişte olan yoldaşlarımızın annelerinin yaptığı eylem, direnişin başarıya ulaşmasında temel etken oldu. Analarımızın, kadınların öncülüğünde gelişen direniş, Önder Apo ile görüşme olana kadar da büyük bir kararlılık ile sürdü. Bu anlamıyla “Çöktürme Planı”nın başarısız olduğunu bir kez daha düşmana gösterdi. PKK’nin dünya insanlığında yeni bir algı yaratması, Türk soykırım sisteminde büyük reflekslere yol açtı. Artık PKK-terör-sınırlar-çakıltaşı gibi kavramlarla saldırılar yaparak Kürt soykırımını gerçekleştiremeyeceğinin farkındaydı. Bundan dolayı da çözüm süreci adı altında gelişen süreci çeşitli gerekçelerle bertaraf edip, vahşice saldırı hazırlıkları yaptı. Cizîr, Sûr, Şirnex, Nisêbîn gibi direniş merkezlerinde insanı dehşete düşüren saldırılar ve katliamlarla süreç içerisinde yaratmak istedikleri toplumsal kırılmayı tasarlayarak ve planlayarak gerçekleştirdi. Bu dönem Türkiye kamuoyu, aydın ve demokrat çevre de çözüm beklentisine girmişti. Türkiye kamuoyunda çözüm beklenirken, büyük vahşet uygulanmasını mantığa bürümek gerekiyordu. Ne yazık ki Türkiye kamuoyunda çok fazla mantıksal gerekçe aramaya ihtiyaç duyulmuyordu. Zira yüzyıldır faşizmle yönetilen bir ülkenin insanları, faşizmin söyleyeceği dönemsel yalanlara da inanmaktan başka çaresi olmadığı yönünde bir akliyete sahipti. Bununla birlikte Türkiye kamuoyunu Kürt soykırımının haklılığına inandırmak zor olmadığı kadar bunun üzerinden Türkiye toplumunu daha fazla sömürecek, ezecek, baskılayacak bir sistem geliştirilmeliydi. AKP-MHP faşizminin Türkiye toplumuna yaptığı en büyük kötülük, Kürt soykırımını kabul ettirme temelinde, Türklüğün varlığını Kürt soykırımına bağlayarak Türkiye toplumunun beyinsel ölümüne, “Çöktürme Planı”yla birlikte bünyesel ölümü de eklemiş olmasıydı. Kürtlere kaybettirmek için Türklere de kaybettiriliyor, Türkiye toplumu giderek iradesizleştiriliyor, iktidara bağımlı hale getiriliyor, AKP’nin her türlü insanlık dışı politikasını kanıksar hale getiriliyordu. Bu dönem aynı zamanda AKP’nin çıkışı ve halktan büyük destek aldığı tüm zamanların boşa çıkarılması dönemiydi. Çünkü AKP’nin destek alması, Kürt sorunu konusundaki söylemleriyle mümkün olmuştu. AKP, Kürt soykırımını yapma adına halk üzerinde elde ettiği tüm etkinliğinden, iktidarından vazgeçerek bir sömürgeci-soykırımcı iktidar kurdu. Başka türlü Kürt soykırımını gerçekleştiremezdi. Kürtler üzerinde “Çöktürme Planı” uygulamanın AKP’ye faturası büyük olacaktı. Kuzey-Doğu Suriye Özerk Yönetimi kapitalist moderniteye alternatif bir toplumsal yönetimdir Çözüm süreci adı altında yürütülen tasfiye süreci sonrası Kürt toplumuna yönelik saldırılar fazlasıyla artmış ve Kürt halkında büyük yaralar açılmıştı. Bu dönem PKK açısından da bir tarihsel dönüm noktası sayılabilir. PKK 40 yıllık mücadelesi boyunca büyük imtihanlardan geçmiş, büyük acılar karşısında direnişi süreklileştirmenin adımlarını atabilmiş bir halk hareketi, bir öncü mücadele hareketiydi. 2015-2016 yılı da bu anlamda çözüm beklentisine girmiş ancak katliam yaşamış bir halkın yaralarını sarabilmek kadar bu halkın, kendini yaratan halk tanımına uygun olarak büyük kırılma yaşamasını önleyerek yeniden ayağa kalkışını sağlamak gerekiyordu. Özellikle 2018 hamlesi, PKK’nin mücadele iddiasını, toplumsallığını, halklaşma düzeyini de ortaya koyan bir dönem oldu. Aynı şekilde PKK bu dönemi tüm dünyaya Önder Apo paradigmasını anlatma, tanıtma ve evrenselleşme dönemi olarak değerlendirdi. Rojavayê Kurdistan’da Önder Apo paradigmasını kendisine esas alan halk, özerk bir sistem yaratarak dünyada devletçi sistemler dışında bir sistem olabileceğini ispatladı. Bunu Rojavayê Kurdistan’dan tüm Kuzey-Doğu Suriye’ye yayarak Kürt halkının, Arap halkıyla tarihi büyük birliğinin temellerini oluşturacak ilk ve büyük adımlar attı. Devletlerin halklarda yarattığı güvensizliğin aksine Arap halkı özerk sisteme güvendi, sistem inşasına katıldı, kendini içinde hissetti, devlet karşısında bu sistemi inşa etmenin kendi varlığının garantisi olduğunu gördü. Toplum hafızasında devletin temelleri bir kez daha sarsıldı. Suriye Baas rejimi kadar tüm devletçi egemenlik sistemlerinde yarattığı tahribat, halkların özgürlük ideolojisi lehine tamir edildi ve dönem büyük gelişmelere tanıklık etti. Bütün eksikliklerine, yarımlıklarına rağmen bu durumun yarattığı sinerji baştan başa Ortadoğu’da büyük gelişmelerin kapısını araladı. Bugün tüm Arapların Kürt halkının varlığına karşı geliştirdikleri pozitif tutum, Türkiye devletinin faşist ve yayılmacı uygulamalarına karşı alınan tavır ve Ortadoğu Demokratik Halklar Birliği yönündeki gelişmelerin tamamı, Rojavayê Kurdistan ve Kuzey-Doğu Suriye’de ortaya çıkan özerk sistemin yarattığı inanç ve sinerjiden kaynaklanmaktadır. Kendisi küçük olsa da büyük bir güçtür ki, tüm Ortadoğu halkları sırtını dayayabilmektedir. Bu durum şüphesiz TC’de büyük öfke yarattı. Çünkü; halkların kardeşliğinin olduğu yerde TC’nin yokluğundan söz edilebilir. Çünkü TC, Anadolu ve Mezopotamya halklarının varlığının reddi üzerinden inşa edilen faşist bir yapılanmadır. Bundan dolayı da TC’nin Rojava’ya olan tepkisi, nefreti köklüdür, düşünseldir, ideolojiktir. Yani Rojava’da ortaya çıkan pratiğe karşıdır, ne olursa olsun yıkılmasını istemektedir ve bu konuda hiçbir insani ölçü tanımamaktadır. Sadece bu da değil, aynı zamanda Rojava’da gerçekleşen sistemin, düşünce yapısının her türlü yansımasına da karşıdır. Bundan dolayı Kürtlük adına, kardeşlik adına, birlik adına, demokrasi adına ne gelişiyorsa, orada kendi yokluğunu görmekte ve karşı çıkmaktadır. Kuşkusuz Rojava’daki Özerk Yönetime salt TC devleti karşı değildir. Bölgedeki hegemonik güçlerin, egemenlikçi yapıların, Kuzey-Doğu Suriye’nin Özerk Yönetimi’nin statü kazanması ve uluslararası meşruluğunun oluşması için adım atmamaları, atılan adımları engellemeleri de bilinen durumlardır. Çünkü Özerk Yönetim, ideolojik olarak en başta hegemon güçlere karşıdır. DAİŞ karşıtı mücadelede kimi destek durumları olsa da ABD ve Rusya’nın Efrîn, Serêkanî, Girê Spî işgallerine göz yummaları, engel olmamaları hatta bunları Özerk Yönetim üzerinde baskı kurma temelinde onaylamaları bunun ispatıdır. Kuzey-Doğu Suriye Özerk Yönetimi kapitalist moderniteye alternatif bir yaşam, toplum, yönetim sistemidir. Bugün belli eksiklikleri, yarımlıkları ya da lokal yöntem hataları olabilir ama bu durum özerk yönetim sisteminin kapitalist sisteme alternatif olmasını engellemez. Kapitalizmin insan karşıtı, insan düşmanı, toplum düşmanı uygulamaları karşısında insanlık fedakârlık yaparak kendi onuruna sahip çıkacağı sistemler inşa etme kararlılığını gösterecektir. Kendi hatalarını görerek dersler çıkarmasını da bilecektir. Bunu Kuzey-Doğu Suriye’deki Arap halklarının tutumundan görmekteyiz. Suriye yönetiminin geliştirdiği ajanlaştırma, aşiretler içinde Özerk Yönetime karşıtlık geliştirme, yine TC’nin geliştirdiği ajanlaştırma ve toplum içinde karışıklık yaratma olayları kamuoyu nezdinde açıklığa kavuştu. Tüm bu saldırıların da sonuç almaması, bölge toplumlarının geleneğine sahip çıkmak kadar geleneğin zincirlerinden kurtulma kararlılığı olduğunu da gösteriyor. Artık halklar, geleneği bir pranga gibi ayağında sürüklemek istemiyor. Geleneği, bugünü güçlendiren, zenginleştiren, anlamlandıran bir miras, güç olarak ele alıyor ve geleneğin toplumun zafiyeti olarak kullanılmasına izin vermiyor. Şüphesiz bunun sağlanması, Önder Apo paradigması sayesinde olmuştur. Önder Apo paradigması temelinde kendini eğiten başta Kürtler olmak üzere tüm Suriye halklarının, bu paradigmanın toplum tanımı temelinde kendini inşa etmesi, ortaya çıkan sorunlara çözüm getirmek kadar karşılaşılacak saldırıları da bertaraf etmenin yol ve yöntemlerini sunmaktadır. Bu durumun ortaya güçlü toplum olarak yansıdığı açıktır ve bu yansımayı tüm Ortadoğu görmektedir. Bu güçlü toplum tanımının öncelikle anlamda, zihniyette güçlü olma anlamı taşıdığı bellidir. Ve Ortadoğu ülkeleri de bu güçlü durumu örnek almakta, TC karşısında daha cesaretli adımlar atabilmektedir. TC’nin yaratmaya çalıştığı İhvan kuşağı böylelikle Arap birliği ve Kürt-Arap birliği kalkanına çarpmaktadır. Giderek daha da belirginleşecek olan bu durum Libya, Mısır, BAE tutumlarında net bir şekilde ortaya çıkmıştır. AKP-MHP’nin çokça güvendiği, AA’nın, CNN’in naklen yayın yaptığı Idlib’te Türk bayraklarının yakılması da bu durumun Türkiye’nin tahmininin ötesinde yankıları olacağını göstermektedir. Önderlik paradigmasının Kuzey-Doğu Suriye’deki uygulamasının ve DAİŞ karşıtı mücadelenin tüm dünyayı etkilediği bilinmektedir. Tüm dünyadan devrimci sosyalist ve demokrat insanların gelip katıldığı, emek verdiği, kan döktüğü, ter döktüğü Rojava Devrimi, tüm dünyadan insanların gelip öğrendiği ve öğrendiği kadar bildiklerini kattığı bir özgür yaşam alanı olmaya başladı. Bu durum yeni bir enternasyonal tanımını ortaya çıkardı. İmralı Sistemi, dünya hegemonyasının Kürtler şahsında dünya demokratik insanlığına verdiği cezadır Ortaya çıkan enternasyonal tanım çok önemli bir devrimsel eşiktir ve Önder Apo’nun yarattığı bir tanımdır. Şüphesiz ortaya çıkan, Önder Apo’nun öngördüğünden henüz uzaktır, ancak o yola girildiği kesindir. Kuşkusuz tüm bunları yaratan Önder Apo’nun yarım asırlık mücadelesi ve İmralı’daki 21 yıllık direnişidir. İmralı Sistemi ilk oluşturulduğunda Önder Apo, “Milyonlarca insanı buraya nasıl sığdırabilirsiniz?” demişti. Faşist Türk devleti bunda ısrar ederek İmralı Sistemini inşa etti. Önderliğin büyük tarihsel sorumlulukla yaklaşım geliştirmesi neticesinde büyük katliamların, halklar boğazlaşmasının önü alındı. Bizler de Önderlik gerçeğini anlama, pratikleştirme ve sonuçlarını değerlendirerek özeleştiri sürecinden geçirip yeniden başarılı pratiğe yönelmekle görevli öncü kadrolar olarak, yetersiz yoldaşlığımızın özeleştirisini Önderliğe veriyoruz. Ancak bütününde şunu farkettik, hissettik: Nerde olursak olalım, nasıl yaşıyorsak yaşayalım, Önder Apo’nun fiziksel özgürlüğü sağlanmadan hiçbirimiz özgür olamayacağız. Tecrit, hepimiz üzerindeki soykırımın bir hücreye uyarlanmış halidir. Soykırım sistemi, Kürtçe şarkı dinlediği için bir Kürt gencine uyguladığı linci o hücrede Önder Apo’ya uygulamaya çalışmaktadır. Bir gence, çocuğa, kadına uyguladığı işkenceyi, inkarı, vahşeti Önder Apo’ya uygulamaya çalışmaktadır. Önder Apo’nun tüm toplumu, insanlığı, tarihi hisseden, bilen, anlayan ve o anlamla kendini var eden bir gerçeklik olduğunu düşman bilmektedir. Bundan dolayı da tecrit hepimize uygulanıyor, herkes tecrit altındadır, faşist baskı altındadır derken bu bilinçle söylemekteyiz. Yoksa düz bir özdeşleştirme yapıyor değiliz. Şunu da belirtmek mümkün ki; Önder Apo, bizim yaşadığımız acıları bizden daha derin hissetmekte ve bilmektedir. Bu, ezilen toplumların, özgürlükten ve kendisi olmaktan uzaklaştırılan toplum bireylerinin acı karşısında duyarlılıklarını yitirmiş olmasından kaynaklanmaktadır. İmralı Sistemine karşı mücadele etmek, başta Kürtler açısından, aynı şekilde tüm Ortadoğu insanları açısından onuruyla var olmak için ilk şartlardan biridir. İmralı direnişi karşısında TC faşizmi kendini yenilmez göstermek istemektedir. TC sistemi yenilmez değildir, ayrıca İmralı Sistemi salt TC’nin yarattığı bir sistem de değildir. İmralı Sistemi uluslararası kapitalist hegemonyanın yarattığı bir sistemdir. Bunu görmezsek ve buna karşı mücadele etme gücünü kendimizde, toplumumuzda yaratamazsak mücadele etsek de başarıya ulaşmamız zordur. İmralı Sistemi, dünya hegemonyasının Kürtler şahsında dünya demokratik insanlığına verdiği bir cezadır. Bu cezayı kabul etmiyoruz. Dünya insanlığı bu cezayı kabul etmiyor, hak etmiyor, hiçbir şekilde Önder Apo şahsında Kürtlerin ve tüm dünya insanlığının cezalandırılmasını kabul etmiyoruz. Bu cezalandırma biçimine doğru anlam vermek ilk görevdir. Doğru anlam verildikten sonra karşısında mücadele etmenin de yol ve yöntemleri yaratılabilir. Önder Apo özgür bir insandır. Özgür iradesiyle yarattığı Demokratik Uygarlık Manifestosu, tüm dünyayı etkilemeye, anlama ve özgürlüğe yöneltmeye devam ediyor. İnsanlar kendilerini geliştiriyorlar, bir düzeye getiriyorlar ki bu özgür anlamı hissedebilsinler. Yani Önder Apo’nun yakaladığı ve bize anlattığı anlam kolay erişilemeyen, sıradan olmayan yüce bir anlamdır. Bu anlamı bilmek, yeterince fark edebilmek ve anlayabilmek önemli bir görevdir. Görev olması, anlayabildiğimiz oranda dünya insanlığı içindeki yerimizi anlayabilmemizi ve anlamlı yaşayabilmemizi sağladığından dolayıdır. Önder Apo’nun özgür iradeli bir insan olarak tüm dünya insanlığına özgürlük örneği olması kadar, fiziksel olarak içinde bulunduğu durumun tezatlığı da görev olarak bizlerin sorgulaması gereken bir gerçektir. Önder Apo paradigmasının bize verdiği güçle kendimizi yaratmak, toplumsallığı yaratmak, özgür insanı örgütlü, bilinçli insan olarak yaratmak ve bu örgütlülüğün eylemini en başarılı bir şekilde sergilemek görev olarak karşımızdadır. Bu görev nedir? Bu görev, faşizmi yıkmaktır, soykırımı aşmaktır. Kendi özerk kurumlaşmasını inşa edebilmektir. Özsavunmasını yapabilmektir. Çocuklarını düşman insafına bırakmamaktır. Aylar boyunca genç kızların cesetlerini aramak zorunda kalmamaktır. Anaları, yıllar boyunca çocuklarının kemiklerini araması işkencesinden kurtarmaktır. Ülkenin insanının ve toprağının üzerinden düşmanın, soykırımcının, tecavüzcünün, askerin, hırsızın, talancının gölgesini kaldırmaktır. Bu, en başta da Önderliğinin fiziksel özgürlüğünü sağlamaktır. Tecridi kırmaktır. Özgür Önderlikle Özgür Kürdistan statüsünü tüm dünya insanlığına kabul ettirmektir. Hamleyle, Kürtlerin dünya insanlığı içinde yer almasının koşulları yaratılacaktır Bugün bu durum, başta Kürtler ve Ortadoğu halkları olmak üzere tüm dünya insanlığının temel insanlık görevi haline gelmiştir. Bu görev Kürdistan’da ve dünyada farklı eylem ve etkinliklerle daha fazla dillendirilir olmuştur. Böyle bir dönemde, dönemin koşullarını ve gerekliliklerini değerlendiren örgüt yönetimimiz bir hamle başlattığını duyurdu. Hamlenin bir yanı, tüm Kürtler ve dünya insanlığı olarak yapılan etkinlik ve eylemlerin böyle bir hamleyle güçlendirilip büyütülmesi, daha organizeli ve bütünlüklü olması ihtiyacını ortaya koymaktaydı. Bir yanı da, artık Önder Apo’nun fiziksel özgürlüğünü sağlama zamanının geldiği, bunun ötesinde bir seçeneğe kimsenin tahammülü kalmadığı gerçeğinin ortaya konmasıdır. Bu anlamda, başlatılan hamle hem bir ihtiyaç hem bir sonuç olmaktadır. Hamle, “Tecride, Faşizme, İşgale Son; Özgürlüğü Sağlama Zamanı” sloganıyla başlatılmıştır. Bu kampanyanın Kürdistan’ın her yerinde daha özgün sloganlarla geliştirileceği de kesindir. Hamle sloganı üzerinde biraz düşünmek zaten hamlenin hangi ihtiyaçtan doğduğunu ortaya koymaktadır. Tecrit vardır, faşizm vardır, işgal vardır. Sınır edebiyatından, çakıl taşından artık söz etmeyen TC’nin faşist yönetimi resmi devlet sınırlarının ötesine geçerek her yönden savaşı geliştirerek kendini krizlerle var etmeye çalışmaktadır. Savaş-kriz-çatışma olmadan varlığını sürdürmesi zorlaşmıştır. Bu tarzda varlığını sürdürme de bir kesimin tüm halkı sömürerek, onları da Kürt soykırımına razı ederek, jeopolitik konumunu da kullanarak tüm bölge ülkelerine saldırmak, işgal etmek, toprak koparmak ve fiili durum yaratarak yayılmacı politikalarını uygulamak temelinde hareket etmektedir. Hamlenin salt eylemlerle sınırlı olmayacağı kesindir. Bu hamle başlangıcından itibaren Kürtlerin dünya insanlığı içinde yer almasının en olağan koşullarını yaratmaya odaklanıyor. Zaten Kürtler, PKK’nin kuruluşundan bu yana eylem ve etkinlik içindedir, büyük kazanımlar elde etmiştir. Bu kazanımları günlük faşizmin saldırılarıyla kıyaslamamak gerekir. Şüphesiz faşizmi her düzeyde aşmak ve ezmek gerekir. Ancak gelişen kimi vahşet olaylarına bakarak da faşizmi gözümüzde büyütmemek gerekir. Faşizm yaptığı barbarlık kadar küçülmektedir. Bugün Kürtlere yönelik gelişen linç, işkence, baskı ve uygulamalar TC’nin güçsüzlüğünün ve çaresizliğinin göstergesidir. Bunu bilmek ve buna göre hareket etmek gerekir. TC’nin yapmaya çalıştığı, bu tarz vahşet olaylarıyla Kürtlerin akli muvazenesini kaybetmesini sağlamaktır. Yani Kürtlerin sağlıklı düşünmesini engellemek için kendince deşhete düşürerecek yöntemler geliştirmektedir. Bu tarz durumlar karşısında durmak, itiraz etmek, mücadele etmek, hesap sormak, intikam almak şarttır. Bundan öte bu olaylara bakarak faşizmi gözümüzde büyütmemek, ürkmemek ve karşısında geri adım atmamak gerekir. En temel yapılacak şey, intikam eylemleri yaparak faşizme haddini bildirmektir. Ve bununla birlikte de esas olan hamlenin bütününe yoğunlaşarak düşman nedir, düşman nasıl oluşmuştur, varlık nedir, varlık nasıl oluşabilir, nasıl özgür yaşanır, özgür yaşamak için ne yapmak gerekir konularında düşünmek ve fikir oluşturmak gerekir. Hamlenin eylem boyutu çok önemlidir. HPG-YJA STAR gerillaları zaten bu hamleye aylardır öncülük yapıyor ve yapmaya devam edeceklerini de açıkladılar. Düşmana büyük darbeler vuruyor, tekniğini boşa çıkarıyor, anlamsız-işlevsiz kılıyor ve özgür insanı inşa eylemini gerçekleştiriyor. Bunun sonbaharla birlikte daha da artacağı ve faşist Türk ordusunu Zap operasyonundan daha kötü bir duruma düşüreceği kesindir. Başûr halkı aile hegemonyası ve Kürtlük maskesinde yürütülen soygunculuktan rahatsızdır Başûrê Kurdistan sahası da önemli bir mücadele sahası olmuştur ve hamleyle de bu mücadeleyi zirveleştirmek olanak dahiline girmiştir. Başûr’da hükümetin dillendirmeye dahi korktuğu işgal vardır. Partimizin yürüttüğü mücadelenin yarattığı duruma bakarak artık Başûr hükümetinin işgali dillendirmekten korktuğu değil, işgali teşvik ettiği belirtilebilir. İşgal vardır, Kürt kazanımları tümden baskı altındadır, Türk soykırımcı yayılmacı tarzı Başûr’daki kazanımları tehdit ettiği gibi gözünü Hewlêr’e dikmiştir. Türkmen cephesinin geliştirdiği söylemler, ‘Erbil’in kadim Türk şehri olduğu’ hikayelerinin uydurulması da TC’nin Hewlêr’e göz diktiğini, ancak bir tek PKK’den çekindiğini göstermektedir. Başûr’da soykırımcı rejimin işgaline kapı aralayan, işbirlikçiliği, ihaneti giderek artıran ve soykırım rejimine kötü bir ortak olan hükümet vardır. Hükümet dense de bu uygulamaların KDP eksenli yapıldığı bilinmektedir. Zira Başûrê Kurdistan’da aile-aşiret hegemonyası vardır ve Barzani ailesinin KDP’yi de bu ihanete sürüklemek kadar soykırıma ortak ettiği görülmektedir. Başûr halkı bu iktidardan, yolsuzluklardan, aile hegemonyasından, bu saltanattan, bu Kürtlük maskesinde yürütülen soygunculuktan çok rahatsızdır. Başûr’da bu konuda büyük bir bilinç düzeyi vardır ancak bunu eyleme geçirme, öncülük noktasında da yetersizlik vardır. Özünde devrimin objektif koşulları vardır. Çünkü; halkta büyük bir serhildan potansiyeli vardır. Tutuklamalar, baskılar, katletmeler, tecavüzler, tecavüzcülerin korunması, sistem karşıtı en küçük demokratik söylemin dahi tutuklamayla, kaybettirmeyle sonuçlanması olayları halkta büyük bir tepki birikmesine yol açmıştır. KDP’de aynı AKP rejimi gibi batmaktan kurtulmak için çırpındıkça daha geriye gitmekte, daha da vahşileşmekte, çirkinleşmektedir. KDP’nin artık tarihe sırtını dayayıp Kürtlük üzerinden kullanacağı bir argümanı kalmamıştır. O kadar çok halka kötülük yapılmıştır ki, halk artık eskilerini unutmuştur, onların yerini bu vahşet saldırıları almış, halkın hafızasını doldurmuştur. Yapılacak tek şey işgale son verecek bir eylem ve etkinlik geliştirmek, KDP’nin işgale kapı aralayan tarzını teşhir etmek kadar KDP çizgisinin Kürdistan’da özgür Kürtlük karşıtı duruşunu teşhir etmektir. KDP kendini partiler üstü bir konuma getirmeye çalışmaktadır. Oysa KDP de bir parti olmasına rağmen kendini Kürdistan’ın sahibi gibi görmekte, böyle davranmaktadır. Yine KDP, yürüttüğü özgürlük karşıtı duruşuyla tüm Kürdistan için bir tehdit konumundadır. Bunu tüm halka anlatabilmek kadar tüm Kürt partileri, siyasi kurum ve kuruluşlarla ortak eylemler geliştirmek gerekir. Zaten KDP’nin Kerkûk’te yaptığı referandumun sonuçları bilinmektedir. Asıl referandumun KDP üzerine yapılması gerekir. Ki, KDP Kürtler tarafından kabul edilmemektedir. Rojava’da güçlü inşa, özsavunma, kendine yeterlilik, işgal karşısında mücadele önceliklidir Rojavayê Kurdistan’da, “İşgale Son, Devrimi Savunma Zamanı” sloganı altında tüm eylem ve etkinlikler yürütülecektir. Şüphesiz Rojava’da da güçlü, görkemli yürüyüşler oluyor-olacaktır. Ancak salt yürüyüşlerin yeterli olmayacağı kesindir. Rojava’da güçlü inşa, güçlü özsavunma, kendine yeterlilik, işgal karşısında mücadele, saldırılar karşısında hazırlıklı olma konularında çalışmalar olmalıdır. Rojava’da Baas rejiminin yarattığı Araplaştırma politikalarının büyük etkisi vardır. Kürtler kendisi olarak varlığını sağlama konusunda, özgür düşünme, öz varlığı inşa etme konusunda belli bir asimilasyona uğramış, kendisi olmaktan uzaklaştırılmıştır. Bu durum, bugün devrim koşullarında kimi eksiklikler ve çarpıklıklar olarak yansımaktadır. Bugün Baas rejimi Kuzey-Doğu Suriye alanlarında fiziki olarak etkili değildir ancak yıllarca süren etkinliğin bıraktığı kültürel izler vardır ve bunlardan kurtulmak, halkımız içinde güçlü kültürel bir zemin yaratmak, toplumsal bağları oluşturup güçlendirmek gerekir. Örneğin; birçok şehrimiz işgal edilmiş, birçok yerde çeteler ve Türk ordusu vahşet uyguluyor, hala her an saldırı olasılığı var, asayiş, HPC, YPG-YPJ örgütlenmesi geliştiriliyor ancak bir yandan da kimi kesimler hiç savaş uğramamış bir yerde yaşıyormuşçasına hayatını sürdürüyor ekranlara böyle bir biçim yansıtılıyor. Şüphesiz Devrimci Halk Savaşı’nın esas alındığı, Devrimci Halk Savaşı’nın yürütüldüğü bir yerde sorunlar da yaşanacaktır. Ancak sistemin temsilcilerinin, topluma örnek olacak kurum-kuruluş ve şahsiyetlerin bu konuda özenli-dikkatli olması, gerektiği gibi olmaya çalışması önemlidir. Rojava Devrim sahasıdır, devrim olmuştur, her gün iç devrimler olmaktadır, her günü bir devrim olarak da değerlendirmek, sorunları küçümsememek, aynı şekilde gözünde de büyütmemek gerekir. Toplum güçlendikçe işgale karşı direnci artar, işgal ortadan kalkar ve özgürlük sağlanır. Örneğin Halep’te eylemler yapılıyor, halk yürüyüşler gerçekleştiriyor, kadınlar öncülük yapıyor, Kürtçe, Arapça ve Türkçe konuşarak istemlerini dillendiriyorlar. Bu tarz eylemlerin ifadelerin her birinin tüm Ortadoğu için etkisi büyüktür ve daha da büyütmek gerekir. Bu anlamda Rojava’da yapılacak çalışmalar Rojava için olduğu kadar tüm Ortadoğu için önemlidir. Yine tüm Kürdistan ve Ortadoğu’da, yurtdışı sahalarında Kürtler ve Kürtlerin dostları meydanlarda yürüyüşler, mitingler düzenliyor, taleplerini ve tepkilerini dillendiriyorlar. Bunun ötesinde de Önder Apo’nun düşüncelerini daha fazla anlatmak, daha çok kişiye anlatmak, başka dillerden anlatmak, bu düşünceleri somutlaştırmak, tüm dünya insanlığı için yeni yaratıcı fikirler geliştirmek gerekir. Yine bu hamleyle Dünya Demokratik Konfederalizmi’ni tartışmaya açmak gerekir. Bu kadar ayrıştırılan, karşıtlaştırılan bir dünya insanlığının ortak demokratik değerler etrafında toplanmasını sağlamak gerekir. Hamlenin bir boyutu da dünya insanlığını Önder Apo paradigmasıyla buluşturmaktır. Hamle kapsamında Kürdistan’a statü konusu gündemleşmelidir Avrupa sahası hamlenin yükseltilmesinde çok önemli bir alandır. Başta Kürtler olmak üzere tüm toplumlar ve farklı kesimlerin bu hamleye katılımını sağlamak gerekir. Demokratik eylemler her şekilde geliştirilmelidir. Ancak Avrupa açısından en önemli çalışma sanatsal, kültürel, felsefik, akademik, tarihsel çalışmaları da kapsayan diplomatik çalışmaların yürütülmesidir. Diplomatik çalışmalar Avrupa açısından çok önemlidir. Avrupa ülkelerinin ve toplumlarının Önder Apo paradigmasını tanıması, bilmesi kadar bu paradigma temelinde girişim başlatmasını sağlamak gerekir. Yine kapsamlı büyük etkinlikler kadar sayı olarak çok ama lokal etkinliklerle Türk faşizmi teşhir edilmeli, Türk faşizminin DAİŞ’den farkı olmadığı tüm dünyaya anlatılmalıdır. Bugün Avrupa DAİŞ’i tanıyor ve vahşi görüyor. Ancak DAİŞ’i yaratanın ondan daha vahşi olan Türk soykırım sistemi olduğunu anlatmak gerekir. Bu anlamda Türk soykırım sistemini daha fazla anlatmak gerekir. Örneğin; Türk faşizminin Kürt halkına, gerillalarına, kadınlara, çocuklara yaptıkları resimlerle anlatılmalı, sergiler oluşturulmalı. Yine bunlar dosyalanarak tüm partilere, parlamentolara, yerel meclislere, akademisyenlere gönderilmelidir. Cizîr ve Nisêbîn’de yapılan katliamlar, insan ve doğa katliamları anlatılmalıdır. Heskîf (Hasankeyf), Cûdî Dağı, nesli tükenen hayvanlara yapılanlar, insanların neslini tüketme saldırıları gündem yapılmalıdır. Katledilen her bir insan ve her bir hak için Türkiye dava edilmelidir. Örneğin; AİHM diye bir kurum var, Türkiye’de iç hukuk yolları tükenince insanlar buraya başvurabiliyor. Yine Avrupa’da hamle kapsamında Kürdistan’a statü konusu gündemleşmelidir. 21. yüzyılda adı inkar edilen, statüsü olmayan bir halk olmaktan dolayı bunca vahşetin uygulandığı sürekli işlenmelidir. Tüm eylem, etkinlik ve düşünsel-akademik faaliyetler “Önder Apo’ya Özgürlük, Kürdistan’a Statü” sloganı çatısında geliştirilmelidir. Bu temelde Türkiye cumhuriyetinin faşist uygulamaları teşhir edilmeli, Avrupa ülkeleri de TC’ye yaptırım uygulama konusunda zorlanmalıdır. Kadın kendini korumak için öncelikle kendisine ait, Xwebûn olmalıdır Bakurê Kurdistan’da tüm baskılara, işkence sistemine rağmen direniş sürüyor. Kadınlar direniyor, hiçbir baskıyı kabul etmiyor. Kürtlerin yaşadıkları, en çok da kadınların yaşadıklarına benziyor. Kadınların öncülüğü bu anlamda daha da önem kazanıyor. Bakurê Kurdistan ve Türkiyeli kadın örgütleri “Em Xwe Diparêzin” kampanyasını ilan ettiler. Dönemi, dönemin gerekliliğini, kadınların durumunu çok kısa ve özlü değerlendiren bu slogan etrafında kadınların geliştirdikleri etkinlikler çok önemlidir. Slogan, kadının karşı karşıya olduğu saldırıları ortaya koyması anlamında çok isabetlidir. Kadın saldırı altındadır ve kendini koruyabilmelidir. İçeriği çok güçlü ve derin, ideolojiktir. Kadını ancak kendisi koruyabilir. Kadın kendini korumak için ne yapmalıdır? Öncelikle kendisi olmalıdır. Kendisine ait olmalıdır, Xwebûn olmalıdır. Kendini koruyabilecek bilinç düzeyine ulaşmalıdır. Kadının ulaşacağı bilinç düzeyi, kendisi olan kadının sadece kendisi olmakla sınırlı olamayacağı, tüm toplumu kucaklayarak yaratmak ve korumakla yükümlü olduğunu görmesini getirecektir. Kadın olmanın büyük anlamı, tüm toplum olmaktır. Bu sorumluluk bilincinin ortaya çıkmasını bilmek kadar bilmeye denk anlam yaratmakla da gerçekleşecektir. Yine bununla birlikte erkek egemenlikli sistemin her an ve her boyutuyla kadına karşı saldırı halinde olduğunu bilerek mücadele yürütmek gerekir. Bu da kadının kendini her türlü savunmasını yapabilir hale gelmesi demektir. Bu anlamıyla kız çocuklarının hem saldırılar konusunda uyarılması, eğitilmesi hem de kendini nasıl koruyacağı, fiziksel olarak nasıl kendini savunacağı konusunda eğitilmesi gerekir. Aileler, kız çocuklarını bu konuda eğitmelidir. Hiçbir ana-baba kadındır-kızdır diye narinlik adına zayıf-güçsüz çocuk yetiştirmemelidir. Kampanya kapsamında soykırımcı sistemin kız çocuklarını hedefleyen saldırılarına karşı konulmalı, toplum bilinçlendirilmelidir. Bu anlamda AKP-MHP’nin yoğunca kullandığı eğitim kurumları, aşk adı altında geliştirilen tecavüzler, okuma-dikiş-nakış-meslek kazandırma kursları, din kurumları sürekli sorgulanmalı, normalleştirilmemeli, ortaya çıkan olaylar gündemleştirilmeli ve bu tür oluşumlar boşa çıkarılmalıdır. Bu tür girişimlerin özellikle Kürdistan’da soykırım amaçlı olduğu, ailelerin çocuklarını bu tarz devlet destekli girişimlere teslim etmemesi gerektiği konuları gündemleşmelidir. Bu anlamda ebeveynlere büyük görevler düşmektedir. Öncelikle ebeveynlerle kız çocukları arasında nasıl bir ilişki olmalı konusunda da toplumsal kriterler olmalı, çocuklar eğitilmeli, ebeveynler eğitilmelidir. Yine kadınlar için Önder Apo’nun özgürlüğü için eylem-etkinlik yapmak önemli bir görevdir. Çünkü kadın özgürlüğü ve bilincinin yaratılması Önder Apo sayesinde olmuştur ve Bakurê Kurdistan’daki kadınlar, kadın örgütleri de bunu sıkça dillendirmektedir. Bundan dolayı da Önder Apo için yapılacak eylem ve etkinlikler kadınların kampanyasını büyütecek ve zafere yakınlaştıracaktır. Toplamda kadın olmak, özgür olmak, irade olmak, kendini korumak konularında yapılacak çalışmalar ‘Em Xwe Diparezin’ kampanyasının çok özlü ifade ettiği tüm eylemleri büyüterek özgürlüğü sağlamaya yönelik adım atılmasını sağlayacaktır. Gerillanın, kadınların, gençlerin ve birleşik devrimci-demokrat güçlerin öncülük ettiği “Tecride, Faşizme, İşgale Son; Özgürlüğü Sağlama Zamanı” Hamlemiz çok kapsamlı ve çok boyutlu bir özgürlük hamlesidir. Kürt soykırımına son vermek kadar Önder Apo’nun paradigmasını tüm Kürdistan’a, Ortadoğu’ya ve dünya demokratik insanlığına kazandıracak olan bir insanlık hamlesidir. Partimizin hamlesel düzeyde yürüttüğü mücadelesini zirveleştirmek gücü, iddiası ve kararlılığını ortaya koyduğu kadar sahiplenen ve katılan herkes şahsında özgürlüğün kazanacağını da ortaya koymaktadır. Herkes nerde olursa olsun, hangi çalışmada, konumda, hangi meslek grubunda, hangi yaşam koşulunda olursa olsun mutlaka düşmana darbe vurma anlamında yapacağı bir şey vardır. Tüm eylem grupları eylemlerini hamle ruhuyla yaparak arttırmalı ve her eylemi faşizmi yıkma ve tüm şehitlerin intikamını alma ruhuyla yapmalıdır. Bu hamle İmralı Sistemini yıkma, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlama, Önder Apo paradigmasıyla yaşama imkanını ve şansını tüm insanlığa sunma temelinde tarihsel bir fırsat, görev ve sorumluluktur. Bu anlamıyla bu görevin başarıyla tamamlanacağı ve zaferi getireceğine inancımız tamdır. | ||
© 2021 Serxwebûn |