Umudun, direnişin, yeniden başlamanın, ölüme karşı yaşamın, canlanmanın, soğuğa karşı sıcağın, griye karşı rengarenk bir dünyanın kendini hissettirdiği yeni bir Mart ayına daha girdik. Özgürlük mücadelemizde ve Kurdistan’ın varlık savaşında bahara girmeyi, baharlaşmayı, çiçeğe durmayı, sevginin olmazsa olmazı kılan, güzellik ölçüsünü böyle bir toplumsallaşmayla geliştiren, bunun için bir ülkeyi baştan başa yeniden yaratan Önder Apo’ya özlemlerimizi belirtiyoruz. Dehak’ın modern temsilciliğini yapan karanlık güçlerin bir soykırım kalesi olarak inşa ettikleri İmralı kayalıklarında, tarihte eşine rastlanmayan bir direniş çizgisi geliştiren Önder Apo, ‘ilk ezilen cins, ulus ve sınıf olarak kadınların, tüm emekçilerin, ezilenlerin, hak ve hakikat mücadelesi yürütenlerin, iyiliğe, aydınlığa, birlikte özgürce yaşama inanan tüm insanların mücadele merkezinde yer alıyor. Özgürlük sistemimizin güneşi olarak enerjisini veriyor, aydınlatıyor, yaşam kaynağı oluyor. Bunun için 2024 yılının özgürlük ve demokrasi mücadelesine, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen Küresel Özgürlük Hamlesi’nin ikinci aşamasını geliştirerek girdik. Mart ayı bu hamlenin açığa çıkaracağı gelişmelere sahne olacak, yer gök Önder Apo’nun özgürlüğünü isteyen milyonların büyük kararlılık ile geliştireceği özgürlük hamlesi ile dolacak. Kürt kadınlarının 8 Mart’ta ortaya koyduğu kararlılık ile birlikte 21 Mart Newroz’u özgür Kürt uluslaşmasının yeni bir miladına dönüştürülecek. Bu mücadelede Önder Apo’ya yoldaş olma kararlılığı ile yürüyen ve komploya karşı özeleştiriyi fedai düzeyde pratikleşerek veren şehitlerimizi minnetle anarak bu ay içerisinde gerçekleşen katliamlar, HBDH’nin kuruluşu ve birleşik mücadelemizin, özgürlük ve varlık stratejisi içerisindeki yerine ilişkin değerlendirmemizi sunmak istiyoruz.
Üzerinde yaşadığımız coğrafyanın en eski tarih de denilen sürece ait olduğunu biliyoruz. Yer kürenin yaşı ortak olsa da toplumsal tarihin başlangıcına şahitlik eden bir mekândan bahsediyoruz. Mezepotamya ve Anadolu, insanlık tarihi açısından, insanlaşma açısından en eski tarihe sahip olma özelliğine sahip. Eğer güncele ve yakın tarihte gerçekleşen olaylara anlam vereceksek bu gerçekliği hiç unutmayacağız. Kaynağı belli olmayan ve hatta bir kader gibi yaşandığı düşünülen toplumsal olayların böyle bir tarihsel toplum gerçekliğinden kaynaklandığını, bilimsel düşünce yöntemimizin baş köşesi yapacak ve yorumlama sanatı ile hakikat avcılığımızı sürdüreceğiz. Halklara, ezilen insanlığa iktidar ve devlet güçleri tarafından zor ve yalanla benimsetilen hikayeleri, söylem ve hakikat kurgularını kendi dünya görüşümüz, tarihe bakış açımız, dahası tarihsel gelişmede kendimize esas aldığımız birim ve dayanaklar üzerinden yeniden çözümleyerek özgürlük alanımızı genişleteceğiz.
Toplumlar nerede ne zaman dirense iktidar onu etkisizleştirmek ister
Yazının girişinde de dikkat çekmeye çalıştığım gibi Mart ayı süre olarak baharın başlangıcına tekabül ettiği için toplumlar tarihinde önemli yer edinmiştir. Coğrafyanın insan ve toplum yaşamı üzerinde etkisinin günümüzdekinden fazla olduğu, insanlığın şafak vaktinde yeniden diriliş ile özdeşleşmesi, bunun için ana kadın kültür yapıları tarafından kutsanması bu zamanın, toplumsallaşmaya, çoğalmaya, üretime, beslenmeye olan katkısı ile gelişmiştir. Daha sonra Demirci Kawa efsanesi ile zalimin zulmüne karşı direnişle özdeşleşen Newroz bayramının böyle bir geçmişinin olduğunu, jineoloji araştırmaları ortaya koymaktadır. Yüksek bir ihtimalle Newroz, yeni gün, yeniden hayata gelme, dirilme olarak yaşam-ölüm ikileminde bir anlamlandırmaya kavuşmuş daha eski bir bereket bayramı oluyor. Halkların hafızasında böyle bir özgürlük ve var oluş günü olarak yer etmesi, dün olduğu gibi bugün de nemrutlar düzenine başkaldırı gününe dönüşmesini rahatlıkla sağlamış görünüyor. Kısacası Mart ayının toplumsallaşmada oynadığı rolü görmek gerekir. Bunu anlayamaz ve hissedemezsek yakın tarihe sığmış olan bunca katliamcı saldırıyı da doğru anlayamaz, yorumlayamaz ve nedenlerini çözemeyiz. Muhtemelen her kara kışı arkasında bırakan ilk klan ve kabileler, sonrasında aşiret yapıları baharın gelişini kutsal gördüler, bir araya gelerek kutlamalar yaptılar, zorluklara karşı birlikte direndiler ve bağlandılar. İlk hiyerarşinin kadın ve gençler üzerinde geliştirilerek, erkek egemenliğinin iktidar ve devlet formu ile tarih sahnesine çıktığı zamanlarda da yine baharı beklediler ve bir araya gelerek direnişlerini örgütlediler. Buna karşı günümüze gelene kadar direnişleri, halkların özgürlük mücadelelerini hep görünmez kılma faaliyeti yürüten iktidar ve devlet güçleri, bu anlamlı zaman aralığını katliamlarla doldurmak istediler. İktidarcılığın insanlıktan düşüren, yabancılaştıran hastalıklı hali, toplumlar nerede ve ne zaman direndiyse onu hep etkisizleştirmek ister. Bize yeni bir dünyanın kapılarını aralayan, iktidar ve devlete dahası erkek egemenliğine olan mahkumiyetimize son veren Önder Apo’nun, savunmalarda ifade ettiği gibi iktidar güçleri bir suçlunun ruh halini hiç terk etmediler. Başta kadınlar olmak üzere halklar, toplumsal gruplar türlü yalanlarla kandırılıp zorla terbiye edilirken iktidar güçleri aslında gerçeklerinin ne olduğunu hep bildiler. Tecavüzcü gasp düzenlerini sürdürmek için insanlığın öz tarihini koyu bir inkarcılıkla ortadan kaldırmak öncelikli çalışmalarından oldu. Bileceğiz ki, tam da bu nedenle uygarlığı tersinden okuyacağız, devletçi sistemin dediklerine değil demediklerine bakacağız. Bunun için Mart ayını katliamların değil direnişin, var oluşun, anlamın, toplumsallaşmanın zamanı olarak göreceğiz.
Kürtler varlık ve özgürlük savaşını dünya sistemine karşı yürüttü
Kapitalist modernite zamanına kadar halkların, erkek egemenliğine dayanan iktidar ve devletçi güçlerle mücadelelerinin hep belirli bir dengede seyrettiğini, yürütülen tüm saldırılara rağmen halkların toplumsal yaşamı ve değerler sisteminin baskın bir gerçeklik olarak kendini koruduğunu biliyoruz. Geniş coğrafyalar üzerinde egemenlik kuran imparatorlukların etkinlikleri vergi toplama ve savaş zamanında askerliğe çağrı yapma ile sınırlıydı. Bu dengenin iktidar ve devlet güçleri yani bir avuç tekel karşısında değiştiği sistem kapitalist sistem oluyor. Bu nedenle bilinebildiği kadarıyla, insanlık tarihinin tamamından daha fazla katliam ve soykırım kapitalist modernite döneminde yaşanmış bulunuyor. Modernlik cilasının altında hiçbir ortaçağ ‘efendi’sinin yapamadığı katliamları, soykırımları, küresel ölçekte dünya savaşlarını yürütmüş bir gerçeklikten bahsediyoruz. Soykırım ve katliam kurbanlarını anar ve anılarına özgür bir yaşamı kurma kararlılığı ile yaklaşırken bu toplumsal trajedilere kaynaklık edenlerden hesap sormak gereklidir. Yanılmamalıyız, kendimizi kandırmamalıyız. Kısacası başta Halepçe katliamıyla kimyasal gazlarlar boğulan binlerce Kürt insanının acısına ancak tarihsel hafızamızı güçlü tutarak ve tetikçiler kadar buna sebebiyet veren sistemi yıkarak yanıt olabiliriz. Kapitalist modernitenin kölece yaşamı özgürlük gibi sunan sahtelikleri katliam, sömürü ve soykırımlarla ortaya çıkmıştı. İnsanlığın buna tepkisi ise devrimler çağı da diyebileceğimiz 19. yüzyılın sosyal hareketleri olmuştu. İşçi sınıfı hareketleri, köylü hareketleri ve yine ulusal kurtuluş hareketleri hep bu gerçekliğe yanıt arayışı kapsamında anlam kazanmıştı. Halepçe katliamı başta olmak üzere son yüzyıl içerisinde Kürt toplumuna ve onun devrimci hareketlerine karşı geliştirilen katliam ve saldırılar ancak Kürt halkının özgürlük ve varlık mücadelesi sonuca ulaşınca yeni amaçlar kazanabilir. Halepçe katliamı, Qamışlo katliamı, Gazi katliamı ve tüm bu saldırılara karşı mücadele yürüten devrimcileri hedefleyen 12 Mart darbesi başta olmak üzere Beyazıt ve Kızıldere katliamları tarihsel derslerle doludur ve kurtuluş kodlarını kendi bünyesinde taşıyan günler oluyor. Halepçe katliamında kimyasal gazlarla katledilen savunmasız binlerce Kürt insanının yaşadıklarının diyeti Saddam’ın idamı olamaz. Bu katliamı gerçekleştirme zihniyeti ve cesaretini sunan kapitalist sistemin asıl sahipleri, Saddam’ı idam ederek Kürt halkının özgürlük ve demokrasi iradesini kendisine bağlamak istemiştir. Kürt halkı bu katliamdan sonra hiçbir yerde eskisi gibi yaşayamadı, yaşayamazdı. Sözde tüm canlıların, hatta bir böceğin bile yaşam hakkını tartışan bu kırım sistemi söz konusu Kürt halkı olunca Kürt halkını yok hükmünde saymıştır. Kürt halkı bu gerçeklikle, normal bir insan gibi yaşayamazdı. Bunun için varlık ve özgürlük savaşını sadece bölge ulus devletlerine karşı değil dünya sistemine karşı yürüttü. Mücadele ettiği ve özgürlük savaşını yürüttüğü her an bilincini hep en yüksek düzeylere taşırdı. Doğru ve güzel yaşamasının tek ölçüsü özgürlüğüdür, ki bunun için katliamın asıl ve tek sorumlusu olan ulus devletçilikle hesaplaşmak, onu aşmak ve kendini alternatif haline getirmekle gerçekleştirebileceğinin farkına varmıştır. ’88 yılından beri Başûrê Kürdistan’da Halepçe katliamının üzerinde kendisini yaşatan başta Türk soykırımcı devleti olmak üzere bölge ulus devletleriyle pazarlık yapanların böyle bir gayesinin olmadığı biliniyor. Böyle olmasaydı günümüzde Kürt halkının varlık ve özgürlük savaşını yürüten gerillaya karşı kimyasal silah kullanımına ortak olurlar mıydı? Ne acıdır ki Başûrê Kürdistan’da, Kürt halkının gözünün içine baka baka bu halkın evlatları kimyasal ve taktik nükleer silahlarla katledilirken, işbirlikçi ve soykırımcıya bağlananlar, biraz daha maddi kazanç elde etmek ve iktidarlarını korumak için Kürt halkının acılarından süzülmüş özgürlük ideallerine saldırıyorlar. Katliamlar, kimyasal silahlar, Enfal gibi sürgünlerle sınanan Başûr halkının zamanı geldiğinde bu işbirlikçi hain kesimi bünyesinden söküp atacağı tartışmasızdır. Bunu şimdi yapamıyorsa taşları bağlayıp köpekleri salan bir sistemin ağır saldırısı altında olmasından kaynaklanıyor.
Konumuz Mart ayında gerçekleşen katliamların sebeplerini tartışmak ve açığa çıkardığı sonuçları değerlendirmek değildir. Bu acı, karanlık, kötü günlerden çıkaracağımız sonuç Kürt halkının fırsatını bulduğunda, bunun koşullarını yarattığında mutlaka kendi öz toplumsal sistemini yaratacağı gerçekliğidir. Bundan hiç kimse şüphe duymamalıdır. Tarihin şafak vaktinde, tüm insanlığa yetecek bir ana kadın kültürünü yaratan halkımız, hayvansı yaşamın belirsizliğine, türünün geleceğini garantileyecek demokratik komünal yaşam sistemini kurarak cevap vermişti. PKK mücadelesi ile kendi hakikatini bu kadar aydınlatan bir halk, bu kadar bilinç, irade, mücadele deneyimi ile özgür kadın öncülüğünde bir kez daha demokratik modernite devrimlerinin ayak seslerini yaratmıştır.
HBDH Türkiye’nin toplumsal dokusuna uygun bir devrim hareketidir
Bu gerçekler ışığında Halkların Birleşik Devrim Hareketi’ni daha doğru ve anlamına göre tanımlayabiliriz. Halkları Birleşik Devrim Hareketi bu coğrafyanın sosyolojisine, toplumsal dokusuna ve tarihsel gelişmelerine bağlı olarak oluşturulan bir devrim hareketidir. Yüz yıldır sistematik olarak katledilen bir halk gerçekliğimiz var ve bu katliamlar soykırım kapsamındadır. Dünya efendilerinin iktidarlarını sürdürmeleri ve bölge temsilciliklerini kendilerine bağlamak için yarattıkları Kürt sorunu denilen olgu bir soykırım sorunudur ve zamana yayılmış bir biçimde Kürt varlığı, kimliği tehdit edilmektedir. Özgürlüğü yani kollektif haklarından ise söz edilmiyor. Tüm bu işkence, zulüm, savaş ve kan Kürt halkı kendi özgürlüğünü tartışmasın diye tüm şiddetiyle yürütülüyor. Sadece Kürt halkı üzerinde değil Kürtler gerekçe gösterilerek başta Türk halkı olmak üzere bölge halkları üzerinde de acımasız, sınırsız bir terör uygulanıyor. Türkiye halklarının çoğu kimliğini yitirerek kara-yeşil bir faşizm içerisinde eritiliyor. Kürt halkının varlık ve özgürlük sorunu, Türkiye toplumunun sosyolojik olarak kimliğini yitirdiği bir krize dönüşüyor. Türkü Türk kılan kültürel özellikler muğlaklaşıyor. Dikkat edilirse kullanılan dil her geçen gün Türkçe olmaktan çıkarak garip bir şey haline dönüşüyor. Saf Türkçeyi savunmuyoruz. Bir ırkın özelliklerinden bahsetmiyoruz. Bahsedilen başta Kürtler olmak üzere bölgede yaşayan halkları inkar etmek için içine girilen saçmalıklardır. Ne yazık ki zihniyet araçları üzerinde kurulan hegemonya ile hiç var olmamış, yaşanmış, tarihsel gerçeklikten kopuk kuşaklar yetiştiriliyor. Özetlersek HBDH, Anadolu ve Mezepotamya coğrafyasının, bu toprakları yurt haline dönüştüren, Kürt, Ermeni, Türk, Kafkas halkları başta olmak üzere bölge halklarının tarihsel geçmişine, gerçeklerine bağlılık temelinde gelişiyor. Anadolu için dile gelen, bilinen ifadelerin başında ‘mozaik’ olma özelliği gelirdi. Şimdi hakim kılınmak istenen tek renklilik, tekçilik, faşist Türkçülük olarak dile gelse de, bu topraklarda yeniden canlanmayı bekleyen kadim bir kültürün varolduğu inkar edilemez bir gerçekliktir. Önder Apo tüm yaşamı boyunca buna inandı. 1995 yılından sonra ise Kürtlerin ve Türkiye halklarının onurlu, adil birlikteliğini, cumhuriyetin demokratikleşmesini savunan bir paradigmaya evirdi. Demokratik Ekolojik Kadın Özgürlükçü Toplum Paradigması incelendiğinde halkların birlikte yaşamı için teorik-paradigma sistematiğinin geliştirildiği görülecektir. Demokratik uluslaşma, devletçi, tekçi, soykırımcı ulus devletlerine karşı halkların demokratik konfederalizm temelinde örgütlenerek iradeli bir şekilde bir arada yaşamaları öngörüldü.
HBDH, demokratik uluslaşmanın stratejik ittifak çekirdeği oluyor
PKK açısından HBDH içinde yer almak devrimci demokratik gelişme anlamına gelen demokratik ulusun inşası için olmazsa olmaz bir tutum olmaktadır. Türkiye’nin tek ve gerçek demokrasi gücü olan Türkiye sol geleneği ile bir araya gelinmiş olması Türkiye ve Kurdistan halklarının stratejik ittifakının hayata geçmesidir. Hiçbir ilişki, bu devrimci ilişki ve ittifak kadar değerli değildir. Bunun için zaman zaman ortaya çıkan yüzeysel yaklaşımlardan mutlaka uzak durmak gerekir. Kısmen yüzeysellik kısmen de özel savaş propagandalarının altında kalma nedeni ile HBDH’ye gereken önemi vermeme, uzak durma yaşanabiliyor. Buna mutlaka son vermek gerekir. Bu konuda bir yöntem önerebilirim. Tüm partililer kadar sempatizan ve yurtseverlerimizin de bu yöntemi rahatlıkla uygulayabileceğine inanıyorum. Ne zaman ki her hangi bir konuda kafamız karışırsa, her hangi bir çalışmada gelişme yaratılamıyorsa dönüp Önder Apo’ya bakmak, ilgili konuda ne dediğini öğrenmek, o çalışmalar için neler yaptığını incelemek ve bunu neden yaptığını anlamaya çalışmak bizi doğruya götürecektir. Konumuz Türkiye sol, sosyalist güçleriyle ilişki ve ittifak, birlikte mücadele etmek olduğu için bu konuda Önderliğimizin soruna nasıl yaklaştığını iyi anlayalım. Biz bir Önderlik hareketiyiz. Parti olarak her şeyimizi Önder Apo’ya göre ayarlamakla yükümlüyüz. Başka hiçbir güç bize yön veremez, biçim veremez, ölçü veremez. Biz Önder Apo’nun yoldaşları ve onun halkıyız. Özgür Kürtlük Önder Apo’nun belirlediği ölçülerde gelişme gösteren Kürtlüktür ve bu Kürtlüğün ölçülerini öncelikle kendi kişiliğinde en yetkin şekilde geliştirmiş bir Önderliğimiz vardır. Eğer bu konuda her hangi bir tereddütümüz yoksa Önder Apo’nun demokratik ulus projesini mutlaka inşa edeceğiz, pratikleştireceğiz. İşte HBDH bu uluslaşmanın stratejik ittifak çekirdeği oluyor. Daha açık belirtirsek Türkiye soluyla, sosyalistiyle birlikte mücadele edemeyenler Türkiye halkıyla nasıl bir arada yaşayabilir? Bunun için HBDH’ye mutlaka doğru yaklaşmayı, geliştirmeyi bilmeliyiz.
HBDH’nin 8. yılına girerken belirteceğimiz ikinci husus yine tarihsel gerçekleri hatırlatma temelinde olabilir. HBDH kendisini Türkiye solunun en görkemli dönemi olan ’68’ler Türkiye’sine dayandırıyor. Aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk çeyreğinin açığa çıkardığı inkarcılığa, sömürgeciliğe, tekelciliğe karşı bir öfke patlamasını içeriyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin anti demokratik, anti toplumcu, emek ve halk düşmanı, cinsiyetçi ve ataerkil karakterine karşı sosyalist yaşamı bir alternatif olarak sunuyordu. Önder Apo’nun da yaşamına yön veren bu dönem PKK’nin oluşumunda belirleyici rol oynamıştı. Türkiye sosyalist gençlik hareketinin Önderleri koyu bir inkarcılık altında olan Kürt gerçekliğinin hakikati konusunda ulaştıkları düzey PKK ’nin çıkış noktasını oluşturacaktı. Önder Apo bu devrimci önderlerle zihniyet ve duygusal olarak da güçlü bağlar oluşturmuştu. Bunların örgütsel bir ilişkiye dönüşememesi ise Mahir Çayan ve arkadaşlarının yine bir Mart günü katledilmeleri, Deniz, Yusuf ve Hüseyinlerin idam sehpalarında katledilmeleri ile akamete uğramasından dolayıdır. Bu devrimci önderlerin katledilmesinden sonra ardıllarında yaşanan dağınıklık birlikte yürümeyi zorlaştırmaktaydı. O dönem 12 Mart askeri darbesiyle kesilen bağlar, 45 yıl sonra bir başka 12 Mart’ta kuruluşunu ilan eden HBDH ile sağlanmış oldu. Nasıl ki Kürt Türksüz, Türk Kürtsüz olmaz diyorsak; Türkiye devriminin yolunun Kurdistan devriminden geçtiği, Kurdistan’da demokratik uluslaşmanın Türkiye devrimini de ufkuna alan bir mücadele anlayışıyla gelişeceği üzerinde ortaklaşılmıştır ve bu temel bir ilkedir. Bu diyalektik halkların iradelerini birbirine mahkûm etme değil birlikte kazanmanın yolunu göstermektedir. Kürt kimliğini, özgürlüğünü ve demokratik sistemini Türk modernleşmesinde gören sosyal şovenizmin Kemalist yaklaşımlarına ve yine ilkel milliyetçiliğin hep soykırıma davetiye çıkaran dar ulusalcı yaklaşımlarına karşı demokratik ulus paradigması Türkiye devriminin yolunu da açmaktadır.
Elbette HBDH, açılımında da vurgulandığı gibi birleşik bir devrim hareketidir. Yani farklı örgütsel yapıların bir araya gelerek oluşturduğu ama bir güç birliğinden daha fazlası olan bir yapıdır. 8. yılına giren bu birlikte mücadele tüm bileşenlerine şimdiden çok şey öğretmiş, kazandırmıştır. Her şeyden önce HBDH bir mücadele birliği olduğu için hep mücadele konularıyla gündeme gelmiş, özel savaşın saldırılarından etkilenmemiş, dar parti ve örgüt çıkarlarına mahkum olmadan halkların siyasetini belirleyecek kararlı bir duruş içerisinde olmuştur. Bunun sonucu olarak ortak bir eylem çizgisi, birimleşmeler ve eylem pratikleri ortaya çıkmıştır. Bir çok çevre oldukça tahrik edici bir biçimde HBDH’nin kuruluş amaçlarına göre performans sergilemediğini belirterek önemsizleştirme faaliyetlerini bilinçli ya da bilinçsiz olarak sürdürüyorlar. Elbette bu tür çalışmaların, birlik denemelerinin temel amacı, hedeflenen siyasi programı kısa sürede ve etkili bir şekilde hayata geçirmektir. Bu anlamda HBDH amaçladığına ulaşamamıştır. Fakat Türkiye gibi NATO destekli bir ülkede devrim yapmanın da sanıldığından daha fazla emek, sabır, birlik, örgüt ve pratik gerektirdiğini de kavramak gerekir. Olası bir Türkiye-Kurdistan demokratik ulus devriminin etkisinin her hangi bir ülkede gerçekleşecek olan devrimci çıkışlardan daha güçlü olacağını biliyoruz. Bu nedenle kuruluşundan günümüze kadar önce açık şimdi örtülü darbe ve komplo rejimiyle yönetilen bir ülke gerçekliğine sahip olduğumuzu asla unutmadan çalışma yürütmek gerekmektedir. Önemli olan HBDH çalışmasının etkisini arttıracak tutum ve söylem içinde olmak, bunun pratiğine yönelecek milis örgütlenmelerine gitmektir. Diğeri halk, kadın ve sınıf düşmanlarının ağzı ile konuşmak olur ki bunun halklarımıza, ezilenlere hiçbir yararının olmayacağını çok iyi bilmeliyiz.
HBDH çalışmalarındaki her arkadaşın özü kavraması ve sorumluluğunu yerine getirmesi gerekir
Halkların Birleşik Devrim Hareketi, savaşın en yoğun olduğu, bölge gericiliğinin, başta DAİŞ olmak üzere halklara vahşi saldırılar yürüttüğü bir dönemde kuruldu ve askeri-eylem yönünü politik duruşunun özü olarak tanımladı. O günden bugüne geçen zamanda, savaşın içerisinde daha fazla güçlenen bir gelişme çizgisi izledi. Örneğin eylemleri bazen azaldı bazen çoğaldı, bazen yaygın oldu, bazen belli bölgelerde yoğunlaştı ama hiç durmadı. Önemli olanın süreklilik olduğu aşikardır. Yoksa tek atımlık barut olmak halkların mücadele tarihinde hiçbir değişim yaratamaz. Buna karşın, örgütsel ve eylemsel süreklilik hep umut kaynağı olmuş, karşıtlarını panikletmiştir. Hele ezilenlerin direnme biçimi olan gerillacılığın her türü açısından bu daha fazla geçerlidir. HBDH milislerinin şehirlerde gerçekleştirdikleri de şehir gerillacılığının bir türü olmaktadır. Halka zarar vermeden, sömürücü kesimlere, tekellere, işgalciye, soykırım yürüten güçlere şehirlerde vuruş gücü kazanmak, düşmanı sürekli yıpratmak büyük önem taşımaktadır. Bu konularda kimi eksikliklerin sergilendiği görülebilmektedir. Hem şehirlerde yıpratma eylemlerine girilmeyecek, hem de oldukça zor koşullarda gerçekleşen HBDH milis eylemlerini topluma anlatmada bu kadar isteksiz olunacak! Bu bir paradokstur. Açıkçası bu oldukça yanlış bir tutum olmaktadır. Bunun için 8. yılına girerken tüm yoldaşları HBDH çalışmalarının önemini kavramaya çağırıyoruz. Bu çalışmalarla ilgilenen arkadaşlar ortak komutanlık çatısı altında birlikte çalışıyor ve gerekli mücadele örgütlenmelerini, taktik ve yöntemlerini geliştirmek için emek sarf ediyorlar. Bununla birlikte HBDH çalışmalarını geliştirmek için her arkadaşın üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi, özünü kavraması ve buna göre yaklaşım geliştirmesi gerektiğini belirtebiliriz.
Bu coğrafyada geliştirilen katliamlara doğru yanıt vermek, Halepçe, Qamoşlo, Gazi katliamlarının yaralarını sarmak ve büyük devrimcilerin anılarına sahip çıkmak ancak Birleşik Devrim Hareketimizi büyütmekle mümkündür. Zalim Dehaklara karşı çıkıldığında takvimler Med zamanını gösteriyordu. Medler devlet değillerdi. Kendileri gibi devletleşmemiş ama örgütlü yaşayan halklarla ittifak kurarak Asur zulmüne son vermişlerdi. Dehak, binlerce yıl hükmünü sürmüş zalim Nemrut düzeninin temsilcisiydi yalnızca. Şimdi de karşımızda böyle bir Dehak sistemi var ve biz onu ancak bu coğrafyanın direniş geleneğine bağlı kalarak yıkabiliriz. Birleşerek! Şeyh Bedrettin de öyle yapmıştı, Babek de… Karmati hareketi ve zulme başkaldıran diğer tüm komünal hareketler de öyle direndiler. Şimdi bu demokratik komünal hareketleri güncelleme zamanı diyor, herkesi HBDH saflarında mücadele etmeye çağırıyoruz.
Bu temelde başta Sinan Dersim, Atakan Mahir ve Delal Amed arkadaşlar olmak üzere PKK’nin seçkin kadrolarının geliştirmek için büyük emek harcadıkları, halkların birliğine olan inanç ve istemle oldukça zor koşullarda geliştirmeyi esas aldıkları HBDH pratiğini geliştirelim.