Nasıl bir savaşçı olduğumu, bu on beş yıllık işkence sisteminde herkese gösterdim. Savaşçılığımı; en olmaz, imkânsız denilen yerde bile nasıl savaştığımı, nasıl mücadele ettiğimi herkes görmüş oldu. Herkes, benim burada artık bir şey yapamayacağıma, biteceğime inandı. Bizim dışımızdakileri bırakalım, içimizdeki birçok kişi bile böyle düşünmekte ve buna inanmaktaydı. Diğer Kürt isyanlarının başına ne gelmişse, yakalanmamla birlikte, aynısının olacağına inandılar. Bunun gerçekleşmesini beklediler. Türk sömürgeci, soykırımcı faşist devleti de bunu yapabileceğine, bunun olabileceğine inandı. Benim gerçekliğimde de yaşanacak olanın; yine aynısı olduğunu göstermeye, kabul ettirmeye çalışmaktaydı. Uluslararası komplonun başlangıç tarihi olarak, 15 Şubat’ın seçilmiş olması ve benim idam tarihimin 29 Haziran olarak belirlenmiş olması ile Şêx Said isyanına gönderme yapmış oluyorlardı. Şêx Said ve 1925 direnişinin başına ne getirilmişse, şimdi benim ve Özgürlük Hareketi gerçekliğinde yaşananın, aynısı olacağını göstermeye çalışıyorlardı. Yani, benim uluslararası komplo sonucunda Türk devletine teslim edilmemle, her şeyin bitmiş olduğunu; Kürtlere, Kürt Özgürlük Hareketi’ne kabul ettirmek, bu temelde inançsızlık, umutsuzluk geliştirerek, her şeyin bitmiş olduğunun kabul edilmesini sağlamak istediler.
Benim gerçekliğim ise bambaşka idi. Bunu anlayabilmeleri mümkün değildi. Nitekim benim gerçekliğimi, nasıl bir insan olduğumu anlayamamış olduklarından, benim buraya getirilmemden sonra neler yaptıkları, nelere yol açtıkları bilinmektedir. Bu ihanetçi tasfiyecilerin, bu kadar çok ve büyük bir pervasızlık içerisine girmeleri; benim artık bir şey yapamayacağımı, artık bittiğimi düşünerek, buna inanarak hareket etmelerindendir. Fakat ben, herhangi bir Kürt Önderi değildim. Benim Önderlik gerçeğim, Önderlik hakikatim bambaşkaydı. Bu on beş yıllık esaret koşullarında, bu gerçeklik de kanıtlanmış oldu. Bu işkence sisteminde, bu Gladyo merkezinde, bir şey yapılamaz denilen yerde ve koşullarda, on beş yıllık Kürdistan Özgürlük Hareketi ve mücadelesinin nasıl olduğunu herkes görmektedir. Burada nasıl yaşadığımı, nasıl savaştığımı doğru, derinlikli, yetkin anlayamayanın Hareketimizin, halkımızın bugün gelmiş olduğu durumu da anlayabilmesi mümkün değildir. Ben yaşıyorum ve savaşıyorum. Bunun nasıl gelişmelere, sonuçlara yol açtığı ortadadır.
Benim durumumla ilgili devlet, kendi içerisinde çok yoğun tartışma yürüttü. “Ne yapmalıyız, devletimiz için nasıl yaparsak daha doğrusunu yapmış olacağız?” Bunun kararının verilmesi, onlar açısından çok zordu. Benim idam edilmem mi yoksa edilmemem mi, onlar için yararlı olacaktı? En son bilinen, kamuoyuna yansıyan, 1999’un sonunda 2000 Ocak’ında, devletin dört temel istihbarat kurumunun; MİT, Emniyet, Genelkurmay ve Jandarma istihbaratlarının, uzun süreli bir toplantısı gerçekleşmişti. O toplantıda, “İdam etmeyelim, kullanalım” diyorlar. MİT’in düşüncesi ve kararıdır. İdam etmeyelim, sonuna dek kullanalım, Kurdistan özgürlük mücadelesini, bunun sonucunda tasfiye edelim, Kürtleri soykırıma uğratalım. Ondan sonra da benim kullanılmam ve benim üzerimden amaçladıklarını, hedeflediklerini gerçekleştirmek, başarmak istemiyle sonuna dek hareket etmeye başladılar.
Kürt sorununun demokratik, siyasal çözümünü ve barışı gerçekleştirme! Asla, biraz bile olsa, bu temelde bir düşünceleri olmadı. Benim, sanki bunun farkında olmadığımı sanmaktalar. Ben her şeyin, çok iyi bilincindeyim. Ben de devleti, beni kullanamayacaklarını göstermek ve gerçek anlamda barışçıl, demokratik çözüme çekmek için her şeyi yaptım. Benimle burada, devlet heyetinin gerçekleştirdiği toplantılardaki değerlendirmelerim, rahatlıkla elli bin sayfa vardır. Bu kadar değerlendirmeler gerçekleştirmişim. Bunun için kendimi, her açıdan oldukça zorladım. Devletin herhangi bir kaygısı, korkusu olmasın diye demokratik çözüm çıtamızı, en alt seviyeye kadar getirdim. Amacımız, devleti gerçekten demokratik çözüme ikna ederek, bu temel doğrultuda adımlar attırmaktır. Benim kullanılmam, mümkün değildir. Tam tersine beni kullanmakta ısrar eden, kendisi kullanılır.
Kendimi mekân-zaman diyalektiği bağlamında büyük anlamsal güce kavuşturdum
İmralı’da nasıl bir yaşam sürdürmekteyim? Bu adada bir kişilik zindanda, bir hücrede ve dışarısıyla hiçbir ilişki imkanı olmadan nasıl yaşamaktayım? Bunların düşünülmesi, merak edilmesi anlaşılır bir durum olmaktadır. Benim buradaki yaşamım, doğalında normal bir yaşam değildir. Fakat ben burada nasıl on altı yıldır yaşamaktayım? Bunu nasıl yapabildim, nasıl başardım, anlam gücümü nasıl koruyabildim? Kendimi mekân-zaman diyalektiği bağlamında, nasıl bu nitelikte büyük anlamsal güce kavuşturdum? Ben bir kişi değilim. Dolayısıyla, benim burada yapacağım her şey, doğalında Hareketimizin, halkımızın ne olacağını da belirleyecek bir durumdur. Böyle olduğundan, ben burada istediğim gibi istediğim biçimde hareket edememekteyim. Her insanın yaşayabileceği normal yaşam koşullarının, imkanlarının, ortamının sağlanmasını isteyemem, bekleyemem. Beni buraya getiren güçler ve burada bu nitelikte bir sistem kurarak, beni bu tarzda tutanların amaçları, hedefleri vardır. Bunun ne anlama geldiğini bilmekteyim. Buraya adım attığım andan, günden itibaren buradaki durumu, ne yapmak istediklerini anladım. Bunu anladığımdan, ben de buna göre düşünerek duruşumu ve yaşamımı geliştirdim. Burada, bırakalım bu kadar yıl anlam gücünü koruyarak yaşamayı, çok kısa bir süre, birkaç ay içinde bile anlam gücünü koruyarak yaşamak, başlı başına çok büyük bir sorundur.
Burada yaşayabilmek için her anı, her günü büyük bir mücadeleyle, savaşla geçirmek gerekiyor. Ben burada, bir anlığına bile olsa biraz rahat yaşayayım, bunun için şu, bu koşulum düzeltilsin, bu yaklaşıma girmiş olsaydım, o zaman kendimle başlatarak varlık ve özgürlük savaşını, halk ve hareket olarak her şeyi, bunun sonucunda bitirmiş olurdum. Ne yapılmak istendiğini anladığımdan, ben de bunu boşa çıkartmak için hareket ettim. Kendi kendime, “beni nasıl bir duruma düşürmek istiyorsunuz ama ben sizin istediğiniz duruma asla düşmeyeceğim, sizden kendimle ilgili hiçbir talepte bulunmayacağım, ne yaparsanız yapın, en dayanılmaz koşullarınıza karşı irade direncini, iradi yaşam gücünü göstererek, en amansız koşullarınıza, dayatmalarınıza karşı iradi duruş içerisinde olacağım. Bir an bile olsa, bir zayıflık göstermeyeceğim, bir zafiyet içerisine düşmeyeceğim. Ben de yapmak istediğinize, bu temelde karşılık vererek, her anımı, her günümü buna göre yaşayacağım. Benim de size cevabım, böylesine bir nitelikte ve kararlılıkta olacaktır.” dedim. Bu, herhangi bir kişi olarak kendini yaşatma değildir, çünkü ben bir kişi değilim. Benim gerçekliğimde bir halk, bir hareket ifadeye gelmektedir. Kendimi yaşattım derken, halkımızı ve Hareketimizi yaşattım. Varlık ve özgürlük savaşını, özgürlük mücadelesi temelinde koruyarak sürdürmelerini sağladım.
Ben; en olmaz, hiçbir şey yapılamaz denilen yerde ve koşullarda varlık ve özgürlük savaşını sürdürüyorum, siyaset yapıyorum. Ben burada çarmıhtayım derken, bunu öylesine güzel bir cümle kurmak, sadece bir söz olsun diye belirtmiyorum. Buradaki gerçekliği, hakikati ifade ediyorum. İmralı, soykırım sistemidir. Benim burada ölümüm, Kürtlerin ölümüdür. Benim burada yaşamım, Kürtlerin yaşamıdır. Ben burada ölmem, öldürülürüm. İmralı’da doğal, normal bir ölüm olmaz. İmralı’da öldürülme olur. Buradaki gerçekliğin bilincine vararak, bu hakikate göre hareket etmek gerekmektedir. Dolayısıyla benim ölümümle, yaşamımla Kürtlerin ölümünün, yaşamının böylesine bir diyalektiği vardır. Böyle olmasını istemezdim. Ama varlık ve özgürlük savaşımımız, tarihsel-toplumsal gerçeklik, böylesine bir gerçeklik ve durum ortaya çıkarmıştır. İmralı gerçekliğinin bilincinde olunarak, bu hakikate göre İmralı soykırım sistemini anlamalılar. Varlık ve özgürlük savaşını, buna göre yürütmeliler.
Benim burada öldürülmemin, önce koşullarını sağlamaları gerekmektedir. Benim burada öldürülmem için, kendileri açısından en doğru karar olarak; önce Kürt Hareketi’nin, Kürt özgürlük mücadelesinin gücünün zayıflatılması, tasfiye edilmesi gerekmektedir. Kürt Özgürlük Hareketi ve Kürt halkı güçlü olduğu sürece, beni burada imha etmeyi göze alamazlar. Böylesine bir durumda, sonuçlarını kaldıramazlar. Kürt Özgürlük Hareketi’nin ve mücadelesinin güçlü olduğu bir durumda ve koşulda, bunu yapmaları çok zordur. Burada bulunan Özel Harp Dairesi’nin elemanları, öfkeli bir şekilde bana açık açık söylediler. “Önce dışarıda Özgürlük Hareketi’ni ve mücadeleyi bitirelim, sonra da sıra sana gelecek, sana döneceğiz.” Bunu söylerken, çok öfkeli bir biçimde belirtmişlerdi.
Benim buradaki durumumu, gerçek anlamda Kandil bir türlü anlayamıyor, kavrayamıyor. Arkadaşlar; benim burada, nasıl bir konumda olduğumu doğru bilince çıkartarak, buna göre nasıl bir tutum, tavır alacaklarını bilemiyorlar. Ben, gerçekten İmralı’da nasıl tutuluyorum? Benim buradaki hakikatim nedir, nasıldır? Bunu çözemiyorlar. Ben; sanki burada özgürüm, tümden gerçek irademi ortaya koyabiliyormuşum gibi anlamakta, böyle yaklaşmaktadırlar. Benim zindanda olduğumu unutmuş gibiler. Zindanda olan bir insana; devlet, kendisine karşı daha etkili bir şekilde mücadele etmesine zemin, imkân ve fırsat verir mi? Bunun olması mümkün mü? Bunun olacağını düşünmek, sanmak yanlıştır. Sadece yanlış da değil, aynı zamanda çok da tehlikelidir. Ben, burada rehine olarak tutulmaktayım! Benim, İmralı gerçekliğim rehineliktir! Mutlak rehine konumundayım! Rehine olmanın, mutlak rehine olarak tutulmanın ne anlama geldiğini anlamadan, kavramadan, burada benim nasıl hareket ettiğimi, neden bu tarzda politika yaptığımı anlamak, mümkün olmayacaktır. Ben burada, adeta Sırat Köprüsü’nde siyaset yapıyorum. Sırat Köprüsü’nde siyaset yapmanın, ne anlama geldiğini, arkadaşlar gerçekten anlıyorlar mı? Bu durumdaki insanın, siyaset yapma yaklaşımını, siyaset yapma tarzını, bu bağlamda doğru, derinlikli, yetkin anlamak, kavramak ve bu bilinçle hareket etmek gerekmektedir.
Kürtlüğe, Kurdistan’a ait ne varsa mutlak anlamda ne olursa olsun yok etmek, ortadan kaldırmak isteyen bir devlet, bir düşman hakikati vardır. Öylesine bir düşmanlık anlayışıyla da hareket etmektedir ki, bu düşmanlıkla da izah edilemeyecek bir durumdur. Sınırsız bir düşmanlıktır. Düşmanlık ötesi bir durum vardır. Böylesine bir gerçeklikle karşı karşıya bulunmaktayız. Öylesine bir durumdur ki, Kürtlüğün yokluğu üzerinden, Türklüğü var etmek istiyor. Bu düzeyde, dehşet ötesi bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Sanki Kürtlük yok edilmeden, Türklük var edilemeyecekmiş gibi bir durumla, bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Türklüğün yaşanması için, ne olursa olsun Kürtlüğün yok edilmesi gerekiyor. Kendileri, adeta böylesine bir diyalektik oluşturmuşlar. Bilinen anlamda, anlayışta bir düşmanlıkla, bu durum izah edilebilir mi? Soykırımcı sömürgeci devlet, yüz yıldır bu anlayışla, bu amaçla, mutlak anlamda sonuç alabilmek için tüm varlığını, gücünü ortaya koyarak, bunu gerçekleştirmeye, başarmaya çalışmaktadır. Önderlik gerçekliğimiz ve Özgürlük Hareketi gerçeğimiz, böylesine bir devlet zihniyeti ve onun uygulamalarına karşı ortaya çıkmıştır.
AKP’nin, iktidara getirilmesinden günümüze dek, tasfiye konseptleri hazırlayarak, yürütmektedirler. Özel savaş konsepti, özel savaş taktiği, özel savaş siyaseti, özel savaş oyunları, özel savaş süreci, özel savaş operasyonu yürütmektedirler. Bugüne dek; Kürt sorununu demokratik, siyasal, barışçıl çözümünü geliştirmek istiyoruz adı altında yapılan, yapılmakta olan her şey, Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmek ve bunun sonucunda da Kürtleri soykırıma uğratma temelindedir. Böylesine bir durum ve gerçeklik vardır. Bu özel savaş hükümeti ve faşist soykırımcı şefine verilen görev; Kurdistan Özgürlük Hareketi’ni tasfiye ederek, Kürtleri soykırıma uğratmaktır. Bunu siyaseten mi, askeri olarak mı, siyasi-askeri yöntemleri iç içe kullanarak mı, hangi tarz ve yöntemlerle yapabiliyorsa, onu yaparak sonuç almaktır. Esas olan, sonuç alınmasıdır. Bunu siyaseten mi yoksa askeri olarak mı yapar, ikisini birlikte iç içe kullanarak mı yapar, bu sorun değildir. Amaçlanan, tasfiye ve soykırım olmaktadır. Benim, İmralı’da ellerinde bulunuyor olmamı da kendileri açısından çok büyük, tarihi bir imkan ve fırsat olarak görerek, beni de istedikleri gibi kullanarak, amaçlarına ulaşacaklarını hesapladılar.
AKP zihniyeti; soykırımcı, faşist bir zihniyettir
AKP, Kurdistan Özgürlük Hareketi ve Türkiye demokrasi güçlerinin, kırk yıldır yürütmüş olduğu özgürlük ve demokrasi mücadelesinin sonuçları üzerine oturdu. Bu da yetmiyormuş gibi esas olarak, Kurdistan Özgürlük Hareketi’nin kırk yıllık savaşımının, mücadelesinin sonucunda, faşist oligarşik diktatörlüğü yenilgiye uğratmasının, ortaya çıkardığı sonuçlarının üzerine oturdu. Böylesine bir durum gerçekleşmiş oldu.
Bu partinin, hükümetin ve şefinin, son on yıllık zaman içerisinde, ne olduğu netleşmiştir. Fakat bu gerçekliğe rağmen, Kurdistan Özgürlük Hareketi, bu faşist soykırımcı rejime, hükümete, partiye karşı, gerçek anlamda siyasi, askeri bir savaş ve mücadeleyi geliştirerek yenilgiye uğratamıyor. Bunu yapabilmenin zemini, koşulları, imkanları, fırsatları vardır. Bunların, nasıl ortaya çıkmakta olduklarını görmekteyiz. AKP’yi bitirmenin koşulları, ortamı vardır. Ama AKP’ye karşı, gerçek anlamda politika yapılamıyor, mücadele geliştirilemiyor. Halbuki, AKP hükümetine karşı, etkili ve sonuç alıcı bir düzeyde politika geliştirmenin koşulları vardır. Eğer ben, zindanda olmasaydım, dışarıda olsaydım, AKP’yi altı ayda bitirirdim. Bunun ne anlama geldiğini arkadaşların, buna göre anlaması, kavraması ve bunun bilinciyle hareket etmesi gerekiyor. Neden, ‘eğer dışarıda olsaydım altı ayda AKP’yi bitirirdim’ dediğimi, arkadaşların anlaması gerekiyor. Hem benim buradaki gerçekliğimi, hakikatimi bunun için çok doğru anlayarak, bilince çıkartmalılar; hem de siyasi, askeri mücadeleyi bu gerçekliğin temel esası doğrultusunda, sonuç alıcı düzeyde, geliştirerek başarmalılar.
Kürt sorunu; barışçıl, demokratik, siyasal yöntemlerle çözülmezse, 21. yüzyıl Kürt-Türk savaşı temelinde yaşanacaktır. Bu karakterdeki bir savaşın, korkunç sonuçları olacaktır. Bu da iki halk açısından, onarılmaz bir durum ortaya çıkaracaktır. Eğer 21.yüzyıl böylesine bir Kürt-Türk savaşı gelişirse, bu durumda Türkiye parçalanır. Türkiye diye bir şey kalmaz.
Büyük bir savaşın içerisindeyiz. Bu savaşın durdurulması, demokratik çözümün gelişmesi, barışın sağlanması öyle kolay değildir. Barış nasıl olacak? Kürtlerin varlığı ve özgürlüğü nasıl kabul edilecek? Kürtlerin ulusal, toplumsal varlıkları, özgürlükleri nasıl güvenceye alınacak? Öz savunmaları nasıl olacak? Devlet, iki halk temelinde nasıl yapılanacak? Barışın gerçekleşmesinin nasıl, hangi koşullarda olabileceğini doğru, derinlikli, yetkin anlamak ve kavramak gerekmektedir. Yoksa; öyle “çatışma dursun, savaş bitsin!” sadece bununla barış gerçekleşmez. Neden silahlı mücadele başladı? Bu mücadele, bu savaş kırk yıldır neden sürmektedir? Dağa neden çıkıldı?
Özel savaş şefi Tayyip Erdoğan ve faşist soykırımcı hükümeti ile partisi, Türkiye’de mutlak kurumsal faşist diktatörlük kurmak, Ortadoğu’da ise faşist bir hegemonya geliştirmek istemekteler. Türkiye’de mutlak kurumsal faşist diktatörlük kurmalarının, Ortadoğu’da ise faşist hegemonyalarını geliştirmelerinin önündeki tek ve en temel engel olarak, Önderlik ve Özgürlük Hareketi gerçeği vardır. Kendisi açısından bu kadar başarılı bir durum ortaya çıkarmıştır. AKP geliştirmiş olduğu özel psikolojik savaşla, Türkiye’de bugüne dek, gerçek anlamda özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürüten tüm güçleri tasfiye etmiştir. Türkiye’de herhangi bir güç, AKP’ye karşı durarak direnebilir mi, mücadele edebilir mi? Önderlik ve Kurdistan Özgürlük Hareketi’nin de tasfiye edilmesi durumunda, her şeyi kendi istedikleri gibi inşa edeceklerdir.
Kurdistan Özgürlük Hareketi’nin; Kurdistan’da, Türkiye’de ve Ortadoğu’da soykırımcı, faşist AKP ve şefine karşı direniş içerisinde olması demek, aynı zamanda insanlık adına da direniş, mücadele ve savaş içinde olması demektir. AKP’nin nasıl bir zihniyetinin, anlayışının olduğunu bilmekteyiz. Soykırım zihniyetli bir karakteri vardır. Soykırımcı faşist bir zihniyetin Kurdistan, Türkiye ve Ortadoğu’ya hâkim olmasının, bunun insanlık için nelere, nasıl gelişmelere, ne tür sonuçlara yol açacağının anlaşılması, bilinmesi gerekmektedir. AKP zihniyeti; soykırımcı, faşist bir zihniyettir, faşist bir anlayıştır. Mevcut koşullardan faydalanarak, bu düzeyde halklara ve insanlığa karşı saldırılar gerçekleştiren bir güç, eğer tümden mutlak anlamda hâkim olursa, o zaman neler yapacağını şimdiden öngörmek, anlamak gerekiyor. Dolayısıyla Kurdistan Özgürlük Hareketi’nin ve özgürlük mücadelesinin, neden halklar ve insanlık adına savaştığını belirttiğimi, bunun için hakikaten; çok doğru, derinlikli, yetkin anlamak, kavramak gerekmektedir.
AKP, cumhuriyet tarihinin, en korkunç özel savaş partisi ve hükümeti olmaktadır. AKP; iktidara getirildiği 2002’den günümüze dek, Önderlik ve Özgürlük Hareketi’ni siyasi ve askeri yöntemlerle, imha ve tasfiye edebilmek için, yapmadığı hiçbir şey bırakmadı. Fakat buna rağmen, Önderlik ve Özgürlük Hareketi’nin tasfiye olmaması, tam tersine varlık ve özgürlük savaşımını geliştirerek, büyüterek sürdürme gerçeği var. Böyle olunca, AKP özel savaş hükümeti, özgürlük ve demokrasi güçlerinin tümünü etkisizleştirerek amacına, hedeflerine ulaşmada büyük aşama sağlamış olsa da; nihai amacını, hedefini gerçekleştirebilmesi ve buna ulaşabilmesi için, Önderlik ve Özgürlük Hareketi’nin mutlaka, bir biçimde tasfiyesini başarması gerekmektedir. Eğer bunu yapamazsa, gerçekleştiremezse, bu durumda Türkiye’de, Kurdistan’da, Ortadoğu’da yapmak istediklerine, amaçladıklarına, hedeflediklerine ulaşamaz, gerçekleştiremez. Dolayısıyla ne olursa olsun, Önderlik ve Özgürlük Hareketi’nin tasfiyesini gerçekleştirmeyi başarmak istemektedir.
Bu kadar çok, bu kadar yoğun siyasi-askeri hamleler yapmalarına rağmen, şu ana dek bunu başaramadılar. Eğer bunu bundan sonrası için de başaramazlarsa, ülkede ve bölgede mutlak faşist diktatörlüğü ve faşist hegemonyalarını gerçekleştiremeyecekler. Bunu yapamayacakları gibi Türkiye’deki iktidarını da koruması, sürdürmesi mümkün olmayacak. Çünkü varlık ve özgürlük savaşımımız olmazsa, bu durumda amaçlarını gerçekleştirmek için önlerinde, başka hiçbir engel kalmayacaktır. Ülkede ve bölgede mutlak faşist diktatörlük ve faşist hegemonyalarını kurmuş olacaklardır. İktidarlarını güvenceye alarak, uzun sürede iktidarda kalmanın koşullarına, imkanlarına bununla kavuşmuş olacaklardır. Tayyip Erdoğan, ikinci Atatürk, hatta ondan daha büyük bir kişilik olarak, Türk tarihine ve Türk devlet tarihine geçmiş olacaktır. Böylece yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Tayyip Erdoğan, yeni kurucu partisi de AKP olacaktır. Böylece, 21. yüzyılı kendileri açısından kazanmış olacaklar.
Kürtleri soykırımı uğratmanın büyük felaketi devam ediyor
Ortadoğu’da, Kurdistan’da, Türkiye’de ve dünyada nasıl bir siyasi, askeri sürecin ve durumun yaşanmakta olduğunu hep beraber görmekteyiz. Kurdistan Özgürlük Devrimi’nin gerçekleşme imkanlarını, fırsatını mevcut durumda ve koşullarda ortaya çıkarmıştır. 21. yüzyılda, dünya siyasal sisteminin, hangi dinamikler üzerinden ve nasıl şekilleneceğinin, büyük savaşı ve mücadelesi yaşanmaktadır. Kürtler; yüz yıldır içerisine alınmış oldukları soykırım kıskacından kurtularak, varlık ve özgürlük savaşımını kazanmanın, tarihsel koşullarını, imkanlarını, fırsatlarını yakalamış durumdadırlar. Bunun, Kurdistan Özgürlük Hareketi ve Kürt halkı için ne anlama geldiği çok açıktır.
Benim gerçekliğimi, hakikatimi Türk devleti, hakikaten anlamalıdır. Bunu anlamamak, anlamamakta ısrar etmek, Türk devleti için büyük felakete yol açacaktır. Ben bu tarihsel uyarımı, açıktan yapayım. Bundan sonrasında gelişecek her şeyin sorumlusu, Türk devletinin kendisi olacaktır. Bu temelde devleti ve hükümeti; benim gerçekliğimi, hakikatimi ciddiyetle anlamaya ve bu ciddiyet doğrultusunda hareket etmeye davet ediyorum. Eğer bunu yapmazlarsa, bundan böyle gelişecek büyük felaketin sorumlusu, ben olmam. Ben, tarihsel-toplumsal sorumluluk temelinde uyarımı yapıyorum. Bunu, dikkate alıp almamak, kendilerinin bileceği bir şeydir. Herkesin bunu, böyle bilmesi ve anlaması gerekiyor.
İmralı sistemine, paradigmal temelde bakılmalıdır. Eski paradigmanın hegemonik güçleri, yeni paradigmanın alternatif duruma gelmesinin önünü almak, tasfiye olmasını sağlamak istemektedirler. İmralı’daki durumun, iki paradigma savaşımının odağı olduğunu; çok doğru, derinlikli, yetkince bilince çıkartarak anlamak, kavramak gerekmektedir.
Benim, uluslararası komployu sonuçsuz bırakarak, boşa çıkartabilmemin tek seçeneği, yeni bir alternatif ortaya koyabilmeme bağlıydı. Beş bin yılı aşan eski paradigmaya, alternatif bir paradigma oluşturmam gerekiyordu. Bunu yapabildiğim, başarabildiğim oranda, komployu yenilgiye uğratmam mümkün olacaktı. Eski paradigmanın sisteminin içinde kalarak, sistemin egemen güçlerini yenilgiye uğratmanın koşulları, imkânı yoktu. Bu nedenle; beş bin yılı aşan hiyerarşik, sınıflı, devletçi uygarlık sisteminin dışına çıkmak gerekiyordu. Bu da alternatif yeni bir paradigmanın oluşturulmasını gerektiriyordu. Komplocu güçler; iktidarcı, devletçi, sınıflı uygarlıklarını korumak, güvenceye almak isterken, tam tersi bir duruma zemin hazırladılar. Sınıflı, devletçi uygarlıklarının aşılmasının yolunu açarak, bunu hızlandırdılar. Benim burada “Üçüncü Doğuşu” gerçekleştirmem; bu komplonun ortaya çıkardığı, yarattığı bir sonuç oldu.
Yeni paradigmanın kökü, Hareketimizin gelişme sürecindeki düşüncesinde vardır. Benim, burada yeni paradigmayı nasıl bir anlayışla geliştirdiğimi doğru, derinlikli, yetkin analiz ederek, bilince çıkartmak gerekmektedir. Ben; düşüncede derinleşerek, niteliksel dönüşümü gerçekleştiriyorum. “Kurdistan Devrimi’nin Yolu” adlı ilk manifestomuzdaki düşünceleri geliştirerek, derinleştiriyorum. Yeni paradigmanın kökü, İmralı’dan önceki düşüncelerimde vardır. Geçmiş düşüncelerim bu anlamda incelenirse, bu görülecektir ve anlaşılacaktır. Kurdistan Devrimi’nin Yolu’nu; zaman içerisinde geliştirerek, derinleştirerek, en sonunda düşüncelerimin zirvesi olan, son manifestomuz “Soykırım Kıskacında Kürtler”, yani “Kurdistan Devrim Manifestosu” kitabıyla, bugünkü düzeye getirdim. Yani İmralı düşüncelerimin kökü, özünde birinci manifestomuzda var. Elli yıla yaklaşan düşünsel arayışlarımın, yoğunlaşmalarımın, derinleşmemin zirvesi; son 5. Kitap olan Kurdistan Devrim Manifestosu olmaktadır. Yeni paradigma; bu temelde oluşturularak, alternatif hakikat oldu.
Şimdi de liberal ideolojik hegemonya gücüyle, yeni paradigmanın alternatif Demokratik Modernite sistemini yaşamsallaştırmamızı, kapitalist moderniteye alternatif Demokratik Modernite’nin gelişmesini, bununla engellemek istemektedir. Demokratik Modernite güçlerinin esas belirleyici güçleri, onların yeni paradigması olmaktadır. Kapitalist modernist sistem güçleri, bunu çok iyi bildiklerinden dolayı, liberal ideolojik hegemonya güçleriyle, yeni paradigmayı çizgisinden saptırmak istemektedirler. Yeni paradigma ve yeni paradigma perspektifiyle alternatif sistemi, yani Demokratik Modernite sistemini geliştirmek isteyen Kurdistan Özgürlük Hareketi’ni, onun kadro-militanlarını ve çalışanlarını; ideolojik, örgütsel, kişilik olarak kendi liberal ideolojik hegemonyalarının etkisine almak istemektedirler. Bunu yaparak, Demokratik Modernite’nin kadro ve militanları olmaktan düşürmek ve Demokratik Modernite sistemini geliştirmesinin, başarmasının önüne geçmek istemekte, bunu hedeflemekteler. Bunu yaparak; yeni paradigmayla, alternatif Demokratik Modernite sisteminin mücadelesini, savaşımını boşa çıkartarak, liberal ideolojik hegemonyanın aşılmasının önünü almış olacaklar.
Liberal ideolojik hegemonya gücünün bilincinde olunmalıdır. Kendisini etkili kılmak için, çok büyük maddi gücü bulunmaktadır. Bu maddi gücünü çok boyutlu, sonuç alıcı düzeyde nasıl kullandığı ve bu konuda nasıl başarılı olduğu bilinmektedir. Liberal ideolojik hegemonyanın hem bu gerçekliği hem de maddi gücü birlikte düşünüldüğünde, ortaya çıkaracağı sonuçların bilincinde olunarak hareket edilmelidir. Bu durumun, Kurdistan Özgürlük Hareketi saflarında, kadro-militanlarında liberal ideolojik hegemonyanın, nasıl kadro-militan anlayışlarına, duruşlarına, pratiklerine yansıdığını, etkilediğini buradan baktığımda bile rahatlıkla anlayabiliyorum. Kurdistan Özgürlük Hareketi saflarında, kadro-militanlarında, nasıl bu kadar liberalizm anlayışı gelişebiliyor? Liberal ideolojik hegemonyaya karşı; bu kadar teorik, ideolojik, felsefik, düşünsel, politik, örgütsel, pratik savaşım içerisinde olan bir Önderlik gerçeği, Önderlik çizgisi var.
Bu aslında Kürt Özgürlük Hareketi’nin nasıl bir gerçekliğinin olduğunu, nasıl liberalleşmeyi yaşamakta olduğunu göstermektedir. Ateşkes oldu diye; siyasi, askeri mücadelenin, savaşın bittiği anlamına gelmemektedir. Sadece bir süreliğine birbirini öldürmenin durması dışında, her şey yapılmaktadır. Hatta ateşkese rağmen Türk ordusunun, fırsatını bulduğu anda gerilla güçlerini nasıl imha ettiğini bilmekteyiz.
Kürtler, kendilerini henüz soykırım kıskacından kurtarabilmiş değiller
Soykırımcı, sömürgeci Türk devletinin, nasıl bir karakteri olduğunu, kendisini inşa ederek nasıl bir sisteme kavuşturduğunu, varlığını nasıl sürdürdüğünü hakikaten çok doğru anlamak, kavramak gerekiyor. Bu devlet, kendisini nasıl var etti? Bu varlığını nasıl sürdürmektedir? Bunun tarihsel, toplumsal bilinciyle her koşul altında hareket etmek gerekiyor. Bu devletin temel stratejisi, Kürt düşmanlığıdır ve bu temel doğrultuda varlığını sürdürmektedir. Bu devlet, yüz yıla yakındır Kürtleri soykırıma uğratmak için yapmadığı hiçbir şey bırakmadı.
Önderlik gerçekliğimizin, Özgürlük Hareketi gerçekliğimizin ortaya çıkıp, varlık ve özgürlük savaşını gerçekleştirmesi sayesinde, Kürtlerin içerisine alındığı bu soykırım kıskacının nihai sonuç almasının önüne geçmiş oldu. Fakat, bu soykırım savaşı devam etmektedir. Bu savaşın sonucunun, ne olacağı daha belirsizdir. Kürtlerin, soykırıma uğratılmasının büyük felaketi hala sürmektedir. Kürtler, kendilerini henüz soykırım kıskacından kurtarabilmiş değiller. Kırk yıldır sürdürdükleri varlık ve özgürlük savaşında halk olarak, ülke olarak varlıklarını henüz güvenceye alabilmiş değiller. Dolayısıyla bu soykırım savaşının sonucunda Kürtler; soykırımcı devleti yenilgiye uğratarak varlıklarını, özgürlüklerini kabul ettirebilecekler mi? Bu konuda kesin bir şey söylemek, mümkün değildir.
Önderlik çizgisine inanan, bunun için mücadele eden, savaşan kadro-militanlarda nasıl bu düzeyde liberal anlayış, yaklaşım, duruş ve kişilik özellikleri gelişmektedir? Bu nasıl olmaktadır? Benim liberal ideolojiden, onun kişilik özelliklerinden, yaşam tarzından nasıl nefret ettiğimin bilinmesi gerekmektedir. Benim liberal ideolojiye, onun kapitalist modernitesine karşı, nasıl bir savaşım içerisinde olduğum ortadadır, bilinmektedir. Böyle bir Önderlik gerçekliği varken, nasıl arkadaşlarımızda liberal ideolojinin böylesine etkisi gelişmektedir? Bu olacak şey midir? Önderlik dediğiniz insan; kapitalist, modernist sisteme, onun liberal ideolojik hegemonyasına karşı amansız bir savaşım yürüttüğünden dolayı kapitalist, modernist sistemin hegemonik güçleri tarafından, büyük bir komployla kapitalist modernist sistemin esiri olarak, esaret altına alınarak İmralı’ya getirildi. Kapitalist, modernist sistemin hegemonik güçlerinin geliştirdiği İmralı sistemine alınarak, tasfiye edilmek istenmektedir. Bu güçler tarafından İmralı sisteminde tutularak; yeni paradigmanın, Demokratik Modernite sisteminin geliştiricisi olmaktan dolayı cezalandırılıyorum. Bu nedenle liberal ideolojik hegemonyanın etkisine girmek, Kurdistan Özgürlük Hareketi saflarında liberal anlayışın, duruşun kadro-militanlarda gelişmesi, kabul edilemez. Bunun mutlaka aşılması gerekmektedir. Önderliğin yeni paradigmasına inanan, Demokratik Modernite sisteminin kadrosu-militanı olmak isteyen, kendisini Önderliğin yeni paradigması doğrultusunda, kadro-militan durumuna getirmelidir. Önderlik dediğiniz gerçeklik, hakikat; doğru, derinlikli, yetkince anlamlandırılmalıdır.
Kapitalist, modernist sisteme ve onun liberal yaşam anlayışı ve yaşam tarzına karşı, alternatifin oluşturulması gerekiyor. Bu da ancak, kendi sistemimizi geliştirmek ve inşa etmekle olacaktır. Demokratik modernite sistemini, Demokratik komünal yaşam anlayışını, yaşam tarzını geliştirmek gerekiyor. Esas olarak bunun yapılması, başarılması gerekiyor. Halkın, toplumun, insanların sistemin dışına çıkarılması, sistemin etkilerine karşı korunabilmeleri için, Demokratik Modernite sisteminin geliştirilmesi gerekiyor. Bu olmadan, sistem ve liberal yaşam anlayışı ve tarzından korunmak, dışına çıkmak mümkün olmayacaktır. Sistem içerisinde kalındıkça, alternatif sistem ortaya çıkarılmadıkça, liberal yaşam anlayışından, tarzından arınmak, mümkün olmayacaktır. Bunun anlaşılması gerekiyor.
Demokratik Modernite sisteminin güçleri, kapitalist modernite sistemine karşı mücadele ederken, savaşırken aynı zamanda, bununla birlikte, kendi Demokratik Modernite sistemlerinin inşasını da birlikte yürütmeliler. Sisteme karşı mücadele ve savaş, alternatif sistemin inşasıyla birlikte yürütülmeli, geliştirilmelidir. Bu temelde, geliştirilen mücadelenin hem daha başarılı yürütülmesi hem de sonuç alması sağlayacaktır. Devrimci savaş ve devrimin İnşası, iç içe birlikte gerçekleştirildiğinde, başarılı olacaktır ve zaferi getirecektir. Alternatif sistem yaşamsallaştırıldıkça, kapitalist modernist sistemin yarattığı etkilerin önüne geçilmesi, daha sonuç alıcı hale gelir. Bu nedenle sisteme alternatif olacak olan kendi sistemimizin, demokratik komünal sistemin inşasının geliştirilmesi gerekiyor. Kürt Özgürlük Hareketi içerisinde bile, sistemin liberal yaşam anlayışından, yaşam tarzından bahsediyorsak, bunun temeline inmek gerekiyor. Buna karşı alternatif sistemin inşasının gerçekleşmesi, başarılması sağlanmalıdır. Bunun dışında, başka da bir seçenek yoktur. Buna göre Kürt Özgürlük Hareketi, kendi Demokratik Modernite sistemini, demokratik komünal yaşamını, inşa etmeyi başarmalıdır.
Önderlik dedikleri insanın nasıl düşündüğünü, nasıl yeni bir paradigma geliştirdiğini, mücadelenin, savaşın, toplumsal inşanın, toplumsal sistemin nasıl geliştirilmesini istediğini; gerçek anlamda doğru, derinlikli, yetkin anlayacak, kavrayacak duruma gelerek uygulayacak yaratıcılığı, yeteneği, sonuç alıcılığı geliştiremiyorlar. Önderliğin yeni paradigması bilinmeden, anlaşılmadan, kavranmadan nasıl uygulanmaya geçirilecek? Önderlik çizgisini uygulama oranınız ve düzeyiniz; Önderliği anlama, kavrama düzeyiniz olmaktadır. Önderlik çizgisindeki kadroluğunuzun, militanlığınızın ölçütü, uygulamadaki düzeyiyle gerçekliğini açığa vurmakta, kadro-militan hakikatinizin ne olduğu, bununla netliğe kavuşmaktadır. Kadro-militanlığınızın kriteri, Önderlik çizgisini uyguladığınız kadardır. Önderlik çizgisinin uygulanma başarısı oranda, Önderliği anlama durumunda olduğunuzu bileceksiniz.
Sorun çok bilmemek değildir bilmeye göre yaşamaktır
Demokratik modernite birimlerinin yeniden inşa çalışmalarında entelektüel ve bilimsel katkı şarttır. Bu şartın piyasadaki entelektüel sermaye ile karşılanamayacağı açıktır. Yeni akademi kaynaklı kadro ve bilim ancak bu ihtiyacı karşılayabilir. Entelektüel görev kapsamında yapmaya çalıştığım bu kısa değerlendirme ve çözüm ilkeleri şüphesiz öneri niteliğinde olup tartışmayı gerektirir. Kriz koşulları ancak yeni entelektüel ve bilimsel çıkışlarla olumlu yönde aşılabilir. Eski kalıpları, kurumları, bilimleri taklit etmekle veya eklektik kılmakla bir yere varılamayacağı yaşanan sayısız devrimci deneyimden ders olarak öğrenilebilir.
Demokratik Modernite’nin köklü bir aydınlanma devrimiyle iç içe kendini inşa etmesi, geçmişten öğrenilmesi gereken derslerin başında gelir. Bununla birlikte hemen vurgulamalıyım ki, geçmiş şimdidir. Toplumsal doğanın asli varoluş biçimi olan ahlaki ve politik toplumun tüm geçmişinden fazla söz etmesek de son beş bin yıllık sermaye birikim ve iktidar tekellerince kaybettirilen değerlerini yeniden kazanmak için devrimsel nitelikte entelektüel ve bilim üretimi en çok ihtiyaç duyulan desteği oluşturacaktır. Olmazsa olmaz kabilinden bu ihtiyaç için entelektüel görevlerimiz üzerinde yoğunlaşma, çözümleme ve çözme çabalarımız her zamankinden daha fazla hayati önem taşır. İlkel topluma ‘ilkel’ demekten kurtulmadıkça, sosyal bilimin bütün tespitleri yanlış üzerine bina edilmekten kurtulamaz. Kök hücre benzetmesine yine başvurmalıyız. Tüm çeşitlilik kazanan hücrelere göre ana hücre ilkel olabilir. Ama bu ilkellik, gerilik, aşınması gereken anlamda bir ilkellik olmayıp, ilke, esas anlamında bir ilkelliktir. Komünal toplum değerlerine bu yönlü bakmadıkça, diğer tüm kurumlarının analizi köksüz, kendi başına ciddi anlam yoksunluğu içinde değerlendirilecektir.
Toplumsal mücadelede tutarlı olmak istiyorsak, öncelikle toplumun var olma tarzına saygılı olmalı ve gerçekçi bakmalıyız. En radikal çağdaş toplumcuların sadece çözümlemelerinde değil pratiklerinde de komünallikten kaçış var. Kendisi özel, düşüncesi komünal demek bir aldatmacadır. Bu, kapitalist sistemin toplumu ahlaktan yoksun bırakmasının bir sonucudur. Toplumun komünal özü daha da iğreti, geriliğe özgü bir nitelik gibi yansıtılıyordu. Bireycilik ne kadar öne çıkarsa, toplumsal değerlere hakim olursa o denli önemli, onurlu sayılır oldu. Sosyal bilimciler rahiplere göre çok olumsuzdurlar derken, çok önemli bir husustan bahsediyoruz. Toplumun önde gelen şuurlusu olarak rahip, düşünüp inandığı gibi toplumla toplum için yaşar. Bilgisinin doğruluğu temel kıstas değildir. Toplumun komünalliğine bağlılığı esas kıstastır. ‘Sosyal bilimci’ ise, bilgisinin doğruluğu ne olursa olsun, toplumsal komünalliği esas almaz. Bir teknik eleman gibi yaklaşır. Felaket de böyle başlar. Genelde tüm bilimciler, özelde sosyal bilimciler toplum komünalliğinin kutsallığını tanıyıp ölümüne bağlı kalmadıkça, haklı olarak ‘büyük ahlaksızlar sınıfı’ olarak adlandırılmaktan kurtulamayacaklardır. Toplum komünalliğine bağlı olunsaydı ne savaş ve iktidar ne de sömürü ve istismar yaşanan boyutlara gelirdi. Atom bombasını hangi toplumsallıkla izah edebiliriz?
Ortadoğu’daki iktidar yapılanmaları da dünyanın diğer alanlarından önemli farklılıklar gösterir. Savaş ve iktidar olguları da zihniyet örgülerinden az karmaşıklık göstermez. Bölgenin en eski kurumlarından olmalarına rağmen, savaş ve iktidarla toplumsal ve ekonomik yaşam arasında müthiş bir kopukluk, paradoks yerleşmiştir. Karşılıklı ilişkiler en incesinden en kabasına kadar her demagojiye ve baskıya açıktır. Rasyonalite en az anlam bulan kardır. Sosyoloji de “sosyal bilim de” çözümlenmiş olmaktan uzak bir olgu olarak, iktidar ve savaş dinsel, etnik, ekonomik, sınıfsal, siyasal bağlamları içinde adeta sırlanmış gibidir. En soyut tanrısal bir kavramdan en kaba bir cop darbesine indirgenmiş haliyle iktidar ve savaş çözümlemesi doğru yapılmadan, Ortadoğu’nun gerçekçi bir görünümünü elde etmek zordur. Sosyal yapı kurumları ve özellikle aile olgusu en az iktidar kadar karmaşıklık taşır. Ortadoğu erkeği ve kadını özgün bir çözümlenmeyi gerektirecek bir karmaşıklık taşır. Siyasal, ideolojik ve ahlaki gerçeklik en katı ve karanlık yanlarıyla erkek ve kadında yansıtılır. Aile sosyal bir kurum olmanın ötesinde anlamı olan, adeta toplumların ‘kara deliği’ gibidir. Kadını mercek altına aldığımızda, belki de tüm insanlık dramını okumak mümkün olabilecektir. Açık ki, Batı uygarlık çözümleme kalıplarıyla Ortadoğu incelemeleri önemli teorik ve pratik yanlışlıklar içermektedir. Var olan güncel kaos biraz da bu yaklaşımların bir ürünüdür.
Kurumsal çözümlerden önce kavramsal çözümleri yeterince aydınlatmak önemlidir. Eğer toplumların tarihlerinde ve güncelliklerinde adeta birlikte yatıp kalktıkları kavramları doğru tanımlayamazsak, yapılacak varsayımların aydınlatıcı değeri hayli düşük olacaktır. Örneğin bir ‘Allah’ kavramının sosyal bilim analizi yapılmadan hangi tarihsel dönemi ve toplumu tanımlayabiliriz? Avrupalılar ortaçağ feodalizminden çıkarken, zihniyet düzeyinde en çok teolojiyi, (theodice) boşuna tartışmamışlardır. Theoyu, yani Allah’ı o denli tartışmışlardır ki, bundan bilim ve felsefenin ipuçlarını da yakalayabilmişlerdir. Theoya inanış, kutsallık da yoğun yaşanmıştır. Haklı olarak madem bu kadar inanıyor ve kutsuyoruz, o halde anlamını da bilmek en doğru yaklaşımdır diyebilmişlerdir. Dogmatizmi sarsabilecek düşünceyi tartışma ve yenilikler getirme cesaretini göstermişlerdir. Ortaçağdan çıkışta düşünsel tartışmanın temelinde teoloji vardır. Ortada bilim ve felsefe adına var olan düşünceler de teolojiyle sıkıca bağlantılıdır. Önemli olan, bu tartışmadan rasyonel felsefe ve bilim için gerekli bazı sonuçları çıkarmış olmalarıdır. İslam teologları ise tartışmadan sonuç çıkarma yerine, dogmayı kutsallaştırarak düşünceyi dondurmuşlardır. Bugün bile bu yönlü bir tartışmaya cesaret edilememektedir. Daha doğrusu bu yetenek gösterilememektedir.
Kördüğüm olmuş toplum kurumlarını aşmak ve yeniden yapılandırmak için zihniyet devrimi şarttır. Zihniyet devrimi sadece Batı düşüncesini özümsemek ve aktarmak değildir. Bu alanda bile sınırlı gelişmeler eklektik nitelikte olduğundan, yama olmaktan öteye rol oynamamaktadır. Batılı düşüncenin ezberi yaratıcı kılamaz; verimsiz kılacağı gibi, olası düşünce devrimlerini de engeller. Ortada ezberci çok aydın olduğu halde, gerçek bir sosyal bilimci yoktur. Ortalıkta çağdaş mollalık diyebileceğimiz üniversite softalığından geçilememektedir. Klasik çağ sofistlerinin bile çok gerisinde bir sofizm geçerliliği vardır. Batı’nın ideolojik malzemeleri daha da kötü aktarılmıştır. İster milliyetçilik, ister liberalizm ve sosyalizm olsun, çağdaş ideolojik formlar Ortadoğu aydın zihniyetinde gerici bir rol oynamaktan öteye gidememişlerdir.
Sorun çok bilmek değildir; bilmeye göre yaşamaktır. Bilmeyi tüm boyutlarıyla “bilim, felsefe, sanat” bütünsellik içinde toplumun zihniyet hali olarak sürdürmek, toplumsal varoluşun özüdür. Çağımızın yıktığı gerçeklik budur. Bilim bu nedenle muazzam yıkıcıdır. Örneğin nükleer yıkıcılık bir gerçeğin sembolik ifadesidir. İnsanın kendisine karşı atom bombasını gerçekleştirmek yamyamlıktan daha az vahşi eylem değildir. Bu parçalanmayı önlemek ve bütünselliği sağlamakla görevli olması gereken sosyal bilimin kendisi de daha da parçalanarak tehlikenin asıl kaynağı haline geliyor.
Devrimcilerin rolü nerede kaldı denilirse, her şeyden önce çizmeye çalıştığımız bu sosyal bilim gerçeklerine ulaşmayı bilmeleri gerekir. Sosyal bilimsiz devrimcilik veya toplumsal dönüşümcülük bazen farkına varmaksızın cinayet ve hıyanetlere karışabilir. Bunu önlemenin yegâne yolu, sosyal bilimimizi iktidar bilme güçlerinin elinden kurtarıp yeniden yapılandırmaktır; kendi sosyal bilim okullarımızı ve akademilerimizi kurmaktır. Politikamızın arkasına sosyal bilime dayalı zihniyetimizi esas kılmaktır. Belki de hepsinden en önemlisi, toplumsal ahlakı egemen kılmaktır. Ahlaki politikada doğrusu çizilen yolda sonuna kadar yürüme sabır, inanç ve iddiasıdır. Dönmemek, ihanet etmemek, bunlar için bahane bulmamaktır. Ahlak, bilimle yoğrulmuş zihniyet dünyamızla anı anına uyumlu olabilmektir. Bilinçle sürekli yaşamaktır. O halde bilim, politiklik ve ahlak el ele verdiğinde, genelde insanlığın ve özelinde onun ayrılmaz parçası olan bölgesel halklarımızın hizmetinde başarılamayacak, üstesinden gelinemeyecek bir toplumsal davamızın olmadığını göreceğiz.
Parti tanımımızın içeriğine yön veren temel bakış açısı olarak teorimize vereceğimiz ad da bu bağlamda olmak kaydıyla yine eskiden olduğu gibi ‘bilimsel sosyalizm’ olabilir. Veya sosyal bilimin en kapsamlı genellemesi olarak felsefe, toplumun özgürlük bilinci olarak ahlak ve dönüştürme iradesi demek olan politika üçlüsünün ortak ifadesi olarak ‘demokratik sosyalizm’ de denilebilir. Mühim olan ad değil içerik tanımlamasıdır. Parti teorisiz olamaz, zihniyetsiz beden düşünülemeyeceği gibi teorisiz parti düşünülemez. Teori bilimsel gelişmenin en üst genellemesini kapsamak kadar, ahlakı ve toplumu dönüştürme iradesi olarak politikayı bir sanat olarak kavramayı içermek durumundadır. Partinin zihniyeti sosyal bilimi, ahlakı ve politikayı birlikte sürekli kullanarak toplumsal dönüşümü kendi kendine yürüyen bir olgu haline getirinceye kadar, kapitalist sistem altında yaşadıkça gereklidir.
Özgürleşmemiş, açıklığa kavuşmamış ilişkiler her zaman köleliği yaşatır
Benim tüm mücadelem; gerçek anlamda, doğru temelde özgür kadını, özgür erkeği, özgür yaşamı ve bununla da hakiki sevgiyi, birbirini sevmeyi ortaya çıkarma ve bunu başarmadır. Eğer bunu yapmak, başarmak istiyorsak o zaman Önderlik gerçeği olarak neden böylesine bir ideolojik, felsefik anlayışla hareket ettiğimi, parti içerisinde bu kadar çok yoğun, sert ideolojik, örgütsel savaşımı, mücadeleyi verdiğimi gerçek anlamda bilince çıkartmak gerekmektedir. Eğer gerçek sevgiyi, gerçek aşkı bulmak, yaşamak istiyorsak; gerçek sevginin özgür aşkın ortaya çıkarılmasının başarılmasının savaşımını, mücadelesini zafer temelinde yürütmemiz, başarmamız gerekmektedir.
Çok önemli süreçlerden geçiyoruz. Savaş devam ediyor, savaşta henüz yenilmediğimiz gibi, tam başarıyı da yakalamış değiliz. En eskiniz ben olmakla, bu kadar yılını vermiş olmakla birlikte, nasıl ki aynı heyecanla, büyük duyarlılık ve sorumlulukla işlerin üstesinden gelmeye çalışıyorsam, sizler de sorumlu olarak görevlerin üstesinden aynı tutumla gelmeye çalışmalısınız. Benim kat ettiğim bu teorik, ideolojik yetkinliğe iki yoldan eşlik edilebilir: Ya güvene dayalı, samimi ve alçakgönüllüce katılım ya da teorik öze ve ideolojik yetkinliğe yüksek bilinç çabasıyla bilerek katılım. PKK’de büyük değer ifade eden başta Haki Karer, Kemal Pir, Mazlum Doğan, Hayri Durmuş, Mahsum Korkmaz olmak üzere, binlerce yoldaş bu iki tarzın dengeli uyumu ile katılım göstermişlerdir. Bu özlü katılım onları sonuna dek en kahramansı tavrın sahibi yapmıştır. Buna karşılık ne içten samimi, mütevazıca katılım, ne de yeterince yüksek teorik ve ideolojik çabalar temelinde katılım gösteremeyenler hep tökezlemiş; bazen ahbap çavuş grubu, bazen tasfiyeci gruplar ve çete eğilimleri biçiminde savrulmalar göstermiştir. Temel zihniyet gücümü kavramayan, buna saygı duymayan, mütevazice ve yüksek performansta teorik katılım gösteremeyenlerle ortak zihniyette buluşmamız zordur. Burada katılım sağlanması gereken, yüksek zihniyet sahipliğidir. Yoksa geri zihniyete prim vermek sapmaya yol açar.
Önemle vurguluyoruz ki, gerçekleşmiş kadın militanlığı, en gelişkin devrim değeridir, silahıdır, örgüt gücüdür. Bu konuda ne kadar mesafe alırsanız devrime o kadar hizmet etmiş olursunuz. Kadınlığını özgürleştirmeyen, köle kadın özellikleriyle saflarımızda bulunan, en büyük kötülüğü kendisine ve partiye yapıyor demektir. Saflarımızda, biçimde devrimci, özde köle olanları açığa çıkartmalısınız ve barındırmamalısınız. Gerçek devrimci ölçülerini temsil etmeyen bir kişi aramızda yaşam hakkı bulmamalıdır. Kadınlığını, onurunu, özgürleşme temelinde yakalayamayan her zaman sahtekardır ve devrime zarar verir.
Yine erkek yaklaşımlarına da kendi özgürlük ölçülerinizi, eşitliğinizi, hatta moral, güzellik anlayışımızı göz önüne getirmeden asla boyun eğmemeli ve dayatılanlara karşı sonuna kadar ilkeli davranabilmelisiniz. Bu konudaki savaşımın boş sözlerden ibaret olmadığını, pratik militanlık düzeyinizde günlük yaşamda kanıtlayabilmelisiniz. Kadının özgür kişiliğinin nasıl etkileyici, dönüştürücü olduğunu adım başı gösterebilmelisiniz. Her erkek özgür kadından çok şey öğrenmek zorunda olduğunu hissetmelidir. Bu gücü mutlaka göstermelisiniz. Günlük yaşamda ahbap-çavuş ilişkilerinden uzak durmalısınız.
Önderlik gerçeğinde bir yaşam planı nasıl gerçekleştiriliyorsa, her militanın da bir özgür yaşam planı sürekli gelişim halinde olmalıdır. Plansız bir gününüz bile olmamalıdır. Kaba anlamda savaş planından bahsetmiyoruz, bütün parti için plandan bahsediyoruz; ruhsal, moral, günlük yaşam planlarından bahsediyoruz. Yaşam sorunu, her bakımdan kabul edilir bir cevabı kişiliğinizde bulmalıdır. Dıştan etkilenme, dayatmalar karşısında değil, kendi iradenizin, ruhunuzun istediği yaşamı ısrarla savunabilmelisiniz. Yaşama saygıyı en güçlü bir biçimde ifade etmeyi bilmelisiniz. Sanıldığından daha fazla ilkeli yaşayabilen bir kadın değerlidir. Duygularına esir düşen, ahbap-çavuşça, yönü fazla belli olmayan ilişkilerden kendini alıkoymayan, ruhunu terbiye etmeyen, kendini kolay ele veren kadın düşmeye mahkumdur. Kolay seven, kolay sevgi bekleyen kadın da sıradanlaşmaya, alçalmaya mahkumdur.
Gerçek bir özgürlük savaşımının gerekli olduğuna, zor da olsa inanmak kadar gereğini günlük olarak yaşamalısınız. Kadının saflardaki varlığının değerli, kutsal olduğunu, hiç de ağırlık teşkil etmediğini güç verdiğini; tüm davranışlarınızda ciddiyetle göstermelisiniz. Egemen anlayışın, toplumda olduğu kadar saflarda da kadını değersiz görme anlayışını, devrimci pratiğinizle yıkmalısınız. Ne kadar gerekli olduğunuzu kanıtlayabilmelisiniz. Burada önemli olan bilinçli yaklaşımın ısrarla sürdürülmesidir. Kadının düşünsel, ruhsal, fiziksel gelişimine gösterdiğimiz çabalar giderek anlam bulduğu gibi bu çabaların asıl bundan sonra kendini somut bir örgütlenmeye; kadın gücüne dönüştüreceğini vurgulamalıyız. Sadece başlangıç için iyi bir aşama sağlanmıştır. Yürüme ve başarma her zamankinden daha fazla imkan dahiline girmiştir. Eğer mutluluk aranacaksa, o da bu özgürleşme imkanının elde edilmesidir. Buna oldukça inanıyoruz ve yüksek değer biçiyoruz.
Özgürleşen kadın ortamında her zaman güçlü olduğumuzu gördük. Bunun yanında özgürleşmemiş, oldukça eski yaşamın bunaltıcı kişilikleriyle karşılaştığımızda da kendimizi sıkıntılı bulduk. Halen tüm hassasiyetimizle, yaşayabileceğimiz özgür kadın ortamını geliştirmeye çalışıyoruz. Bunun çok önemli, yaşamın en temel bir koşulu olduğuna kesin inanıyoruz. Çok özelleşmiş kadın ilişkisi, erkek ilişkisi yerine; cinsin genel kurtuluşunu, cinslerin özgürleşmiş genel ilişkilerini geliştirmekle doğruyu yaptığımız açıktır. Bu konuda zorlanma da olsa, parti içinde özellikle örgütsel tutumların gelişmiş olması ve ne kadar engel varsa, halen bir türlü kabul etmek istemiyorlarsa da bunun aslında, en rahatlatıcı bir neden olduğunu görebilmelisiniz.
Özgürleşmemiş, açıklığa kavuşmamış ilişkiler, her zaman köleliği, eski toplumu yaşatır. Önderlik gerçeğimizde bu anlamda yürütülen savaş, yüzlerce kadın şehidini ortaya çıkararak binlerce kişilik kadın ordulaşmasına yol açarak en geri Kürt insanından, kadınından, serihildanlar yaratarak kendini dikkat çekici bir biçimde ortaya koymuştur. Bunun çok değerli bir gelişme olduğunu dost da düşman da görmüştür. Eksikliklerimiz olabilir ama, mühim olan binlerce kadın militanın ve savaşçısının ortaya çıkmış bulunmasıdır. İstediğimiz gibi yaşamayabiliriz, fakat umutlu olmanın bu kadar geliştiği bir aşamada, bireysel sıkıntıların da aşılacağı açıktır. Genel kurtuluş umudu geliştikçe, bireysel problemlerin de daha anlamlı aşılacağı kesindir.
Özgür yaşam planını geliştirmek kolay değildir. İraden kadar olursun. Azmin belirleyicidir. İstemlerin ne kadar güçlüyse, bu süreklilik o kadar olur. Basite takılmazsan, bireyselliğe takılmazsan, o kadar sürekliliği kazanırsın. Sorunların karmaşıklığına ne kadar göğüs gerersen, yine o kadar bıkmadan, usanmadan çaba gösterirsen, sürekli bir sevgi savaşçısı olursun.
Kadınlar özgürleşmek için kadın kurtuluş ideolojisinde derinleşmeliler, ideolojik güç olarak var olabilmeliler. Erkeklere karşı alacakları çok yol var, erkeğe fazla güvenmemeli. Kadın kendi bağımsızlığını koruyacak. Kadının özgürlüğünden korkmamak gerekir. Ben kadınlara çok görkemli yoldaşlık yaptım, kadınla çok güçlü bir arkadaşlığım var. Sevginin işçisi olarak tanımlıyorum kendimi. Sizler için yaşıyorum. Sizlerin özlemleri yaşam gerekçemdir, sizinleyim. Asla ucuza, değersize ve acılara anlam vermeyen ilişkilere girmeyin. Tüm ilişkileriniz acılardan süzülmüş, büyük ve anlamlı sevgi değeri olmalıdır. Dogmatik olmayın ama asla ilkesiz de olmayın.
Ben bir kadın özgürlük savaşçısıyım, bu konuda çok radikalim. Kadın özgürleşmesini Ortadoğu’da zekâ, savunma, güzellik temelinde baharla birlikte bir güneş gibi yaratacaklarına inanıyorum. Bir gün mutlaka gerici ve zorba erkeği hizaya getirecek güçlü kadına ulaşacağınıza dair duyduğum inançla, sürecin ruhuna uygun mücadelenizi yükseltmenizi diliyorum. Bu minval üzere tüm alanlardaki ve anlardaki siz yoldaşları, dostları bilgece, güzelce ve aşkla selamlıyor, kucaklıyor ve başarı diliyor, zamanınızın yıl ve yıllarını kutluyorum. Yeni dönem, umarım sizlerle buluşma onurunu da bahşedecektir.
PKK’de herkes eğitime hem öğretmen hem de öğrenci olarak katılıyor
Partimizin yükselmeyi ve gelişmeyi mümkün kılan, bunun her bakımdan yolunu açan, imkanını ve hazırlığını veren, oldukça donatan yaklaşımı biliniyor. Yine geliştirilen dersler, Parti’nin örgütlenme ve gelişim savaşımını çok çok aşan, bizi yeni toplumun kuruluşuna ve hem de devrimci temelde kuruluşuna götürecek bütün bilgiler ve yöntemleri ihtiva etmektedir. Yeni toplumun kuruluşunda gereken bilgilenme ve bunun devrimci değişikliğe uğratılmasında kullanma yöntemleri, teknikleri oldukça kapsamlı verilmeye çalışılıyor. İşte bu anlamda en üst düzeyde bir eğitim olayı biçiminde karşımıza çıkmaktadır. Şüphesiz böylesine bir eğitimin esas rolü oynayabilmesi için, sizlerin oldukça birikime sahip olmanızı gerekli kılmaktadır. Yeni bir kuruluşta ve aynı zamanda zafere gitmesi gereken bir devrim süreci içinde bulunuyorsunuz.
Kadromuzun şahsında yeni toplumun tipini biçimlendirmekle mükellef olduğumuz açıktır. Gelecek toplumu şahsında temsil eden militanların yaratılmasından ibaret bir konumda olduğumuz, eğitimimizin temel amacının kadroda bu gelişmeyi sağlamlaştırmak olduğunu bir an bile göz ardı edilmemelidir. Sürekli buna ulaşmakla mükellefsiniz. Yeni toplumun kuruluşunu kendinde temsil etmek demek mevcut tüm bilgileri almak kadar özümsemek, ondan daha da ötesi mücadeleye taşırmaktır. Dikkat edelim, içeriğinin özümsenmesini ve mücadeleye taşırılmasını sağladığınızda, bu anlamda geleceğin toplumunu önemli oranda şahsınızda temsil etmiş olacaksınız. Kendi konumumuza bu temelde yeniden bakalım; acaba gelişme bu düzeye ulaşmış mıdır? Gelecek toplumun her düzeyde size nüfuz etmesi sağlanmış mıdır? Bu çok önemli bir şarttır ve kadro olmanın, önder olmanın temel şartıdır. Mademki yeni bir toplumun kuruluşunda, hem de hayatınızı ortaya koyarak elde silahlı bir düzeyde savaşımı esas alan bir niyetle yola çıkmışsınız, iyi ve güzel bir niyetle ortaya çıkmışsınız; o halde, bunun kuru bir niyetten ibaret kalmaması için, bu çerçevede bir yaklaşım cesaretini, fedakârlığını, yoğun çabasını göstereceksiniz.
Geriye özgürlük tutumunda birleşmek kalıyor. Bu bizde Parti yoldaşlığıdır. Bu bağlar hepinize sonsuz büyüme imkânı vermektedir. Sağlam bir ahlaki konuma ulaşmaktan tutalım çağımızın en güçlü yorumuna ulaşıncaya kadar sizi silahlandırmaktır. Daha dün, kendiniz üzerinde bile bir söz hakkınız olmadığı bir konumda, sizi kendine getirip halkımızın çok üstün bir otorite gücü haline getirebilmektedir. Daha dün nefes alamaz, bir sözcük konuşamaz seviyedeki tipten, gürül gürül akan bir çağlayan gibi kendini konuşturabilmektir. Bütün bu konumlara ulaşmak eldedir ve en tercih edilmesi gerekenlerdir. Bu anlamda sizi güçlendirecek olanı, halkımızın önderi kılacak olanı tercih etmek; sadece en iyi, en doğru, en güzeli tercih etmek değil, aynı zamanda emir olanı, hiçbir gerekçeyle kaçınmamamız gerekeni yapmaktır. Partimizin doğrultusu, emredici konumu bu düzeydedir.
Unutmayalım ki yarın her düzeyde, toplumumuzun en özgür toplumlardan birisi haline gelmesi sağlanacaktır. Bunu sağlayacak olanlar, kuracağımız okullarda yetişecek yeni nesiller olacaktır. Burada bunun temeli atılıyor. Burada temelleri sağlam atarsak, yarının sistemi ve o sistem içinde ortaya çıkan özgür, demokrat, sosyalist insan ortaya çıkacaktır. Çünkü burada demokrasiyle çelişen, sosyalizmle çelişen bir yaklaşım içindeyse, yarının çarpık gelişmesinde suç sahibi olacaktır. Kimler bugünü tam doğru bir çözümlenişe götürmüşse, gelecek nesillerin sağlam gelişmesinde katkı sahibi olmuş sayılacaktır. Hiç kimse PKK ile oynayamayacağı gibi PKK’nin başarısı da engellenemez. Ama yok bu kadar hasta davranış, bu kadar kafa karışıklığı, bu kadar birbirlerini boşa çıkartmanın olduğu yerde de bırak zafer sağlamayı, orda ancak en zavallıca düşmüşlerin, hastaların idare edildiği bir durum ortaya çıkar. Çok radikal bir terbiye kararına varmalısınız. Düşünce ve davranış sisteminizi kesin yine çok radikal bir şekil vermeyi başlangıçtan itibaren kabul etmelisiniz. Ondan sonra öğrenmek için yardım istemelisiniz. Bu iş böyle geçecek. Hiç kimse bunu başka türlü götüremeyecek. Dediğim gibi yasaları var. Biz geliştirdik onları. Okuyacaksınız, özümseyeceksiniz. Gerekirse 7 yaşındaki bir çocuk gibi kendinizi yeniden yeniden büyütme yoluna koyduracaksınız. Bu temelde gelenlere hoş geldin derken gidenlere de güle güle ve her yerde her zaman bu çerçevede başarılı olun. Öyle yaşayın, öyle savaşın ve sonuna kadar başarı sizin olsun.
Yaşamaya ve başarmaya ihtiyacınız var. Bunun sırrını size veriyoruz, bunun derslerini öğretiyoruz. Savaş örgütü olmakta ısrarlıyız. Her ne kadar iyi savaşamadıysanız da savaşmamız gerektiğine dair azminizi koruyabilir ve daha da bileyebilirsiniz. Önemli bir savaşı kişilik boyutunda ve gerekirse topyekün bir halk savaşına taşırmadıkça, bunu göze almadıkça kurtuluşun mümkün olmadığını bilmeliyiz. Bu kişiliğiniz sonuna kadar savaşa açık olsun. Günübirlik savaşçılık değil, ömür boyu savaşçılık, büyük bir ihtirasla, büyük bir kinle ve durdurulamayacak bir iradeyle kendinizi etkili kılmalısınız. Başka tür kişilikle savaş verilemez. Bunu öğretiyoruz. Okulumuza güveniyoruz. Ve savaşçı olacak, ucuz yaşamayacağız, biz bütün bu halkı savaştıracağız.
Halkımız eğitilmeden savaştırılamaz
Eğitim ve eğitilme sorununu tartışıyoruz. Görüyorsunuz yönetimi tartışmamız, eğitilmeyi ve eğitmeyi tartışmaktır. Sık sık değiştirmemiz, hepimizin öğretmen olma ihtimalinden ileri geliyor. Hepimizin ille de öğretmenlik yapmamız, ama aynı zamanda öğrenci olmamızın da gerektiğini ortaya koyuyoruz. Bunlar genel ilkelerdir, faaliyetimizin özü kendimizi daha gelişkin, yaratıcı eğitim ve yönetim ortamına kavuşturmaktır. Eğitimde hem eğitme hem de eğitilme durumu söz konusudur. Birbirinize çok şey verip alıyorsunuz. PKK’deki okul sistemi bir tarafa, öğretmenler bir tarafa, öğrenciler tarzındaki bir biçimle gelişmiyor. Belirli tecrübeler olmakla birlikte, herkes eğitime hem öğretmen hem de öğrenci olarak katılıyor.
Elime “bir fırsat geçse, insanlarla uğraşsam, onları eğitsem, dava için seferber etsem” diye düşünmek herkesin arzusu olabilmelidir. Marks’ın bir sözü vardır; “dünyanın en yüce işi insanlarla uğraşmaktır” der. Hiçbir çalışma insanlarla uğraşmak kadar değerli değildir. Hele bu bir de devrimci eğitimse, bundan daha büyük başka bir çalışmadan bahsedilemez. Onun için herkesin kendini böyle bir çalışmaya vermesi önemli ve biz bu konuda elimizdeki şansları ikinci plana atamayız.
PKK’de yakalanan eğitim şansı sizin için bir ilaçtır. Bütünüyle yaşadığınız hastalıkları giderebilirsiniz. Ustaların sözleri vardır: “Devrimciler zamanında kendilerini eğitebilmeli” derler. Yarını, öbür günü kaybederseniz kendinizi zamanında eğitmediğinizdendir. Bununla yalnız kendinize mi zarar vereceksiniz? Hayır! Ayaklanmaya girişecek halkımızın çok kanlı bir biçimde tasfiye edilmesinde, kendini eğitmeyen “devrimcilik” sorumlu olacaktır. Dolayısıyla hiç olmazsa bundan sonrasına sağlam bir eğitimle karşılamak için, mevcut olanakları en iyi biçimde kullanmanız gerekiyor. Biz eğitimle gelişen bir hareketiz. İdeolojik eğitimin bizde daha grup aşamasında nasıl geliştiğini göz önüne getirin! Yıllarca kafalarımızı kitaplara gömdük. Ulusal sorun gerçeğini nasıl ortaya çıkardık? Bugün bunu dünyaya bile kabul ettiriyoruz. Başlangıçtaki cılız grup çabalarımızı göz önüne getirin! Çok azımızın bu konudaki yoğun ideolojik eğitimi bazı gelişmelere yol açtı.
Bizim için eğitim hayati bir sorundur. Eylemin, örgütlenmenin hızlandırılması ve sınıf dışı etkilerin sınırlandırılması temelde başaracağımız devrimci eğitimle mümkündür. Ve pratik savaşım içinde bu eğitime şiddetle ihtiyaç vardır. Hem ihtiyaç var hem de zorunludur. Bir de uzun süreli eğitimsizliği göz önüne getirirsek, en küçük fırsatları bile bütünüyle eğitime vermemizi bilmek büyük önem taşıyor. Bu sadece devrimci militan faaliyetler için değil, yaygın halk yığınları için de gereklidir. Halkımız eğitilmeden savaştırılamaz. Onun günlük çıkarlarını göz önüne getiren yaratıcı bir eğitim sistemi verilmeden bu halkı savaştıramazsınız. Onun için milyonların eğitimini de göz önüne getiren bir eğitim politikamız olmalıdır. Eylemlerimiz kendiliğinden eğitiyor ama, bu yetmez! Onun anlamını özel eğitim faaliyetleriyle birleştirmek gerekir.
Devam edecek…