Sal: 39 / Hejmar: 469 / Çile 2021
Devrimler en yakıcı söz ve en yakıcı eylemdirTîrmeh 2020
Rêber Apo’nun 3 Mart 1992 tarihli çözümlemesidir Tarihi 1992 hamle yılını bu devremizle güçlendirmeye, büyük başlangıcı gerçekleştirmeye yöneldiğimiz bugünlerde, bu eğitim devresini sonuçlandırırken, şüphesiz görevler her zamankinden daha fazla net, kesin ve ona ulaşmanın yol-yöntemi kadar olanakları da bu denli ve denebilir ki ilk defa bu görevleri gerçekleştirecek imkanlar dahilindedir, zenginliktedir. Sıkça vurgulanır; yıllar ne kadar sağlam bir başlangıç temelinde karşılanırsa sonucu da o kadar güçlü kazanımlı olur diye. Hemen söylenebilir ki, bu yıl hiçbir yılla karşılaştırılmayacak kadar her yönüyle güçlü karşılandı. Bizim halkımız adeta daha şimdiden tam bir kurtuluş ruhu, iradesi içinde çok köklü bir devrimden umut edilen neyse onu umut ediyor. Sonuna kadar özgürlükten yana atılması gereken adımı atmaya hazırlanıyor. Bunun heyecanıyla dolu, gerektiği kadar fedakârlık yapmaya, sonuna kadar cesur olmaya kararlı gözüküyor. Buradaki hazırlıklarımız ilk defa nicelik ve nitelikçe en güçlü bir gerçekleştirmeyi sağlıyor. Büyük bir devrim için ne gerekiyorsa, düşüncede, bunun bilinç yoğunlaşmasında olduğu kadar, irade keskinliği de bir halk savaşına, büyük bir halk devrimine önderlik etmenin sorumluluk duygusu kadar, çizgi gereklerine geniş bir devrim için her türlü olanaklarla donanarak oldukça kararlı bir yürüyüşe hazır görünüyor. Halkımız ve Partimiz açısından gerçek kendini ısrarlı bir biçimde böyle belirlerken, uluslararası devrim ve karşı-devrim çekişmesinde de üzerimize düşen rol; bu yılı daha net ve onurluca bir yere oturmamız gerektiğini ortaya koyuyor. Bugünler, bu süreç uluslararası devrimin önemi açısından da gerekli olduğu bir girişimimizin kanıtı oluyor. Bölgemizin uluslararası alandaki sıcak konumu, emperyalizmin yeni düzenine en az girilecek, buna en az aldanacak, buna en kapsamlı bir devrimci gelişmeyle karşılık verecek halklar manzumesinde ısrar ederken, bu halklar içinde Kürdistan halkı devrimin en katıksız, sonuna kadar bağımsızlık ve özgürlük için kendini onurlu bir role de daha şimdiden yükümlü hissediyor. Kürdistan'da her şeyin en iyisi, en doğrusu, en güzeli devrimle başlayacak, devrimle sürecek, devrimle sonuçlanacaktır Tarihte toplumların en ilkel gelişme basamaklarından tutalım günümüzdeki gelişme aşamalarına kadar yer yer büyük sıçramalar halinde yol aldıklarını görürüz. Biz bu sıçramalara devrim diyoruz. Özellikle de geriliğe mahkum edilmiş, yaşamın kendisi için en dayanılmaz kılınmış halkların böyle devrimsel sıçramalardan başka bir ilerleme etkeni kalmamışsa, çoğunlukla bu halkların büyük devrimlerin mayalandığı, devrimlerle kendini çok güçlü kıldıkları ve hatta insanlığa en çok iz bırakanların da böyle halklar olduğu göz önündedir. Halkların, toplumların devrim çıkışlarında gerçekleştiği biliniyor. Biz baştan beri kendi devrimimizin de bu nitelikte bir devrim olacağına inandık. Tek kişinin kendine inanmak istemediği, bırakalım dost umduklarını, kendisinin bile varlığına değer biçmediği, çok karanlık ve sisli ortamda bile biz onun da aydınlanmasına büyük değer biçtik ve bundan sonra da böyle ele almak gerekiyor. Böyle düşünen, böyle yola çıkanların da başlangıçtaki sayı, yük nedir? sorusunu kendine mesele yapmaksızın esas doğru olması gerekeni, yaşama doğru karşılığın ne olması gerektiği tespitine bağlı olmayı bilenlerin, kendilerini saptırmazlarsa, doğrultularına amansız bağlı kalırlarsa her gün artan çabalarla bu doğrultuda yol alırlarsa -ki, sayı ne olursa olsun, başlangıçtaki destekleri de ne kadar az olursa olsun- gelişmelerin onlar tarafından belirleneceği ortadadır. Bugün geldiğimiz noktada bütün önemli soylu yürüyüşlerin gerçekleşmesi gibi, bizim için de çok kısa bir sürede gerçekleşenin bir yürüyüş olduğu da ortaya çıkmıştır. Gerçekçi yanı kadar, irade yanı, ruhu, coşkusu da böyle olabilir. Devrim içinde yer alanların dürüst olduğu kadar, söz gücüyle, eylem gücüyle, cesaret, duyarlılık, fedakârlık yanlarıyla güçlü olmaya doğru gitmeyi bilen kişiliklerin de boy verdiği olaylardır. En acılı söz, en güçlü eylem, en yiğit nefes, soluk alma, en iyi yaşam tarzı hep böyle olaylarda filizlenir. Yaşadığımız toplumsal gerçeklik göz önüne getirildiğinde görülecek ki yaşamın her yönüyle karartıldığı, normal düzen sınırları dahilinde tek bir onurluca sözün söylenemediği bir ortamda yaşamaktayız. Kürdistan'da her şeyin en iyisi, en doğrusu, en güzeli devrimle başlayacak, devrimle sürecek, devrimle sonuçlanacaktır. Bu bizde ispatlanmıştır. Biraz daha onurunu kazanmaya doğru yüz tutmuş bir yürüyüşün oldukça hız kazanmış bir atılımına doğru yönelirken, neyi amaçlayan, amaca nasıl yürüyen kişilikte olduğumuza bakmalıyız. Bize düşen görev; çok köklü olan tarih bilincinden, olay-olgu, ilişki özelliklerinden bihaber olmayı aşmak, net tanımlara ulaşmak ve böylelikle kusursuz, ikirciksiz, aydınlanma kadar iradenin eylemine de tümüyle devrim lehine vurma şansı kazandıracak tarzda olması, yürüyüşün, savaşın, onun ordulaşmasının böyle olmasına hiçbir engel tanımaksınız olası sorunlara en yerinde cevabı vererek gerçekleştirmeyi bilmektir. Bin defa yenilmiş, bin defa kirlenmiş, karanlıklara gömülmüş olanların öyle kolay adam olamayacaklarını, insan sıfatına yaraşır olamayacaklarını her zaman söyledik. Ama bu böyledir diye bunu bir kader olarak karşılayamayacağımızı, yapılması gerekenin, amansızca üzerine yürüyerek aydınlığa yol açmayı, yaşamaya yol açmayı bilmek olduğunu, bunun bir PKK tarzı olduğunu hep vurguladık. Ordulaşmayı herkesin koşarcasına gerçekleştirmek istediği, ölümü seve seve göze aldığı bir aşamaya getirdik Durum böyle iken, şimdiki durumda esas olan nedir? Bizde her zaman sürecin önemi kadar, anın en temel vurgusu ve görevi nedir? Bunu hemen belirtelim, bu, ordulaşmada çok önemli bir adımı atmak demektir. Bu, belki de tarihte hep başkalarına asker olmuş bir halkın, başkaları eliyle kendini vuran bir halkın, kendisi için, şerefi, onuru için kaybedilen her şeye, yediği her türlü darbeye, içine girdiği her duruma, sonuçta insanlık adına kabul edilmeyecek ne varsa hepsini yaşamaya mahkûm edilmiş kör bir kadere, kabul edilmemesi gereken gidişata karşı en yalın, en keskin, en sonuç alıcı eylemi, bunun altındaki düşünce siyasetini esas alarak kestirmeden vurma sanatıdır. Yine vururken, kazanma sanatının adı olan bir ordulaşmaya, bir halk ordulaşmasına büyük adım atmayı gerçekleştirme anı oluyor. Nereden bakılırsa bakılsın, nereden getirilirse getirilsin, nereye götürülmek istenilirse istenilsin; şimdi her şey böylesine başarma şansı yüksek, kolay yenilemeyecek bir ordulaşmanın gerçekleştirilmesine temel teşkil ediyor. Her şeyin buna seferber edilmesi gerektiğini, bunsuz hiçbir şeyin gerçekleşemeyeceğini, en sağlam güvencenin, yaşam tarzının bu olduğu ve aynı zamanda gerçekleşme şansının da en yüksek olan böylesine çok verimli, çok sonuç alıcı bir aracı, çok soylu bir savaş aracını gerçekleştirmek olduğunu coşku ve büyük bir tutkuyla önümüze seriyor. Tarihe bakarsak, önderler herhangi bir siyasi boşluğu doldurmak istediklerinde ortaya çıkarlar. Onların görevi adeta budur, yürürsen büyük başarırsın dercesine çekici kıldığı çalışmalar vardır. Bu çalışmalar büyük ordular, büyük devletler biçiminde somutlaşır ve tarihin önemli adımları çağlara böyle damgasını vurarak bir zincir teşkil ederler. Artık şimdi bizim için de böyle bir adım atmanın şerefi kadar, kaçınılmazlığı söz konusu oluyor. Ne onun dışında bir yaşamı kendine mümkün görebilirsin, ne de isteyebilirsin. Biz kendi payımıza tek kişiyle yola çıktığımızda öncelikle bunun yüksek duyusuyla hareket ettik. Duyunun yüceliği, subjektivizm demeyeceğiz ama, hiçbir güç dengesiyle ve hatta mevcut ortamın da hissettirmesine fırsat tanımadığı koşullarda, inanılmaz ve çoğunun da oldukça delicesine ve bir intihar girişinden öteye bir şans tanımadığı bir çıkışla başladık. Şimdi görüyoruz ki halkımızın bağrında adeta fışkırırcasına, herkesin koşarcasına gerçekleştirmek istediği, bu konuda ölümü bile seve seve göze aldığı bir aşamaya getirdik. Biz bunda silahla sonuç almak isteyen bir iradeye ulaşmak, yeniden doğuş, yeniden onurlanma, yaşama yeniden göz açma, ne bitecekse, ne istenecekse onun için ancak silahla savaşılır, silahla kazanılır diyebileceğimiz bir gerçekliği yaşıyoruz. Ordulaşmasını bilen, iç disipline, askeri yaşama gelmeyi bilen bir askeri kişiliğin oturtulması şarttır Ordu dediğimiz olay tüm bu anlamları da içererek kendisini dayatıyor. Dayattıkça büyüklüğü kadar çekiciliğini bir de halkımızın bağrında sergiliyor. Daha da somutlaştırırsak, şimdiye kadar istediğimiz biçimde gerçekleştiremediğimiz silahlı savaşım, mücadelemizin askerileşme tarihidir. İçinde bulunduğumuz aşama, istediğimiz biçimde şekil verebilecek, adına halk ordusu, sosyalizm ordusu, demokrasi ordusu ve hatta uluslararası alanda en seçkin, en soylu amaçların ordusu diyebileceğimiz ordulaşma aşamasıdır. Her zaman böyle fırsatlar olmadığı gibi, bu fırsatlar yakalandığında da bu fırsatı iyi değerlendirmeyi, buna layık olmayı, bundan sapma ve emir dışılığın bizleri hangi sonuçlara götüreceğini bilerek hareket etmeyi esas almak zorundayız. Bunun bir eri-neferi olmayı bilmesi gerekenler, bunda yanılmaması gerekenlerin bu noktayı yakalamaları gerekiyor. Ki bu örneklere tarihte sıkça rastlamak mümkündür. Ordulaşmasını bilen, emre gelmeyi, iç disipline gelmeyi, askeri yaşama gelmeyi bilen bir askeri kişiliğin oturtulması şarttır. Bu, halkımız için de, Partimiz için de böyledir. Artık bu duruma yeter diyoruz, bir halk bu kadar kendisi dışında kendisine karşı askerleşemez, bu kendisine yapabileceği en büyük kötülük ve en büyük ihanettir. Yine partimiz için de uzun süreden beri iyi bir asker olamama, iyi bir komutan olamama, kendini aldatmaktır. Bu kesinlikle hiçbir şart altında kabul edilmeyecek bir yaşam tarzıdır. Bunda ısrarlı olmak kendine yapılan en büyük kötülük, kendisi için ölüm olduğu gibi, yoldaşları için de ölümdür ve bunun da hiçbir gerekçesinin olamayacağı, hiçbir tutum ve davranışın kabul görmeyeceğidir. Askerlik sanatının tek esaslı ilkesinin bunda yattığı, bu aşamadan sonra artık bu ilkeye göre asker olmayı, komutan olmayı bilmek gerektiği açıktır. Bunun için de ne kadar objektif koşul ve etkeni aranırsa aransın, bunun tarihi, coğrafi şartları ne kadar göz önüne getirilse getirilsin asker ve komutan olmayı zorunlu kılıyor. Hiçbir bahaneyle bunu savsaklayamazsınız. Parti içi inanç ve iradeye rağmen, kendini adeta kandırırcasına, kendisiyle oynarcasına tutumlar içine girmek, soylu çalışmalara kendini verememenin suçtan da öteye, aşağılıktan da öteye bir durumu içerdiği ortadadır. Bu nedenle hiç kimsenin gerekçesi ne olursa olsun teşebbüs etmemeleri gerektiğini açıkça vurguluyoruz. Dönemin en temel oluşumu ordulaşma olduğu, yönetmenin bu olduğu, emrin bu olduğu, disiplinin bu olduğu ve ordulaşmanın bu demek olduğudur. Madem söz veriyorsunuz, madem esas yaşam tarzı olarak benimsediniz, o halde yanılma, unutma, düşme-düşürme, ittifak eri olmaya çalışın. Yüzyılların o çok kötü kalıpçısı olan ve halen de günlük olarak düşmanın körüklediği etkilerden tutum ve davranışlardan sakının. Seni her yönüyle yaşatacak olan, senin şahsında halkını yaşatacak olan, yoldaşlarını yaşatacak olan tutumu esas alın. Bunda milim sapma, saptırma! Şimdiye kadar çok eleştirdik, çok özeleştiriler yaptık. Bu kadar süre, bu kadar açıklıktan, bu kadar söz ve karar vermelerden sonra yapılması gereken sapa sağlam kesin bir uygulamadır. Oluşum adına pratik dediğimiz, gerçekleştirme dediğimiz, ilkenin somutlaşması dediğimiz olaydır. En temel bir sorumluluk alanında yer almış birisi olarak bunun anlam ve önemini böyle vurgularken, üzerinde gerçekten bunu gerçekleştirmeyi bilmeyi, varlığımızdan da öteye, her şeyden de öteye varlık nedenimiz olduğu tartışmasızdır. Bu noktada vurguyu yaparken, özellikle ülkede ordulaşma adına olup-bitenler ve halen de tarihi devreler biçiminde burada ordulaşmaya kazandırdığımız o büyük adımların başına nelerin geldiğini görerek, artık bunun önünde boyun eğmenin bir yenilme olduğunu göreceksiniz. Böyle suç tavrını kendine yedirmenin önderlik açısından da bir geri adım olduğunu görerek, ne ülke içinde, ne buradan gidişte ordulaşma sorunlarımıza keyfice her türlü dış etki taşıyıcısı biçiminde ve çoğunlukla laçkalaştıran, özden boşaltan, biçimden düşüren kendi keyfine göre en değerli varlıklarımızı bir çırpıda düşüren, sağlamlaşması için sigarası kadar bile değer vermeyen tutumu çok tehlikeli, çok aşağılık, çok affedilmez olduğunu ortaya koyarak ciddi yönelmek gerekir. Denilebilir ki köle bir halkın köle evlatları bir yere kadar böyle yaşayabilir. Ama bu kadar acı olay, bu kadar ölüm-kalım ve bu kadar mutlak kazanmak gereken bir konuda bu tavrı sürdürmek gerçekten bizim koşullarımızda, halkımızın ve bugünün gerçekleri içinde en tehlikeli, en aşağılık ve hainane bir tutum olduğunu vurguluyor. Ve saflarımızda silahlı asker adayından tutalım, oldukça ileri sorumluluk düzeyine gelmesi gerekenlerin, bu rolü oynaması gerekenlerin bu konuda tek bir aşağılayıcı tutum ve davranış içine girmeyeceklerini belirtiyoruz. Bu, dönem ordulaşma adımı açısından en temel yöndür. Gerçekleştirici bir güç olmanız lazım Evet, ruh ve düşüncenin engel olması şurada kalsın, tam tersine ayaklanarak büyük bir olayın oluşturucusu, büyük gerçekleştiricisi olmak için büyük bir yarışı yapımız, yoldaşlarımız arasında başlatarak yol almak gerekiyor. Bakın bu konuda akıllı olmak kadar sorumlu ve sorumlu olmak kadar sonuç alıcı olunmalıdır. Bunun ustası olmasını bilmeniz gerek. Gerçekleştirici bir güç olmanız lazım. Gerisi bir teknik düzenlemedir. Değerlendirme kabiliyeti içinde olmak gerekir. Alınan eğitim gerçekten mevcut ordulaşmaya kat be kat cevap verecek zenginliktedir. Yaşanan tek tecrübe, şahane bir ordulaşmaya yetecek güçtedir. Burada yine çok vurgusu yapılan nokta; atılması gerekenin, bir daha ağza alınmaması gerekenin, ifade edilmemesi gerekenin ne olduğunu bilmek, buna gereken cevabı vermek ve yine çok açık belirtilen yapılması gerekenin, giderilmesi gereken tutumun ne olduğunu esas almak ve onu da ne pahasına olursa olsun aşmak, ne tıkanma türü, ne sapma türü bozguncu etkiye fırsat tanımamak, olumlu temelde gidişata damgasını vurmak, bunun ideali olmasını bilmek önemlidir. İşte biz, buna yılın veya bu dönemin baharı da diyebiliriz, Newroz'un türküsü de diyebiliriz. Onun halkımızı inandırdığı büyük ruha bir karşılık da diyebiliriz. Tarihin çok uzun bir süre belki de bin yılı aşkın bir süreden beri artık yapabilirsin, artık gerçekleştirebilirsin dediği şeydir. Biz ona herhangi bir gencimizin “En güzeli budur" diye koştuğu umut da diyebiliriz. En son ifadesi olan böyle bir oluşumun bu dönemde nasıl bir kişilikle, nasıl bir tutum, davranışla gerçekleştirmesi gerektiğidir. Yıl 1992. Aynı umutlarla ve bu sahada 1982'de de bu yapıldı. Gördüğünüz bu alanlara ilk adımın 10. yıldönümüdür. O zaman da büyük umutları taşıyarak Newroz'u burada karşılamaya çalıştık. 1 Mayıs'ı burada en anlamlı biçimde değerlendirmeye çalıştık. 12 Eylül faşizminin vurabileceği kadar vurduğu, yenebileceği kadar yendiği, ama ayakta kalma şansı partimizce karşılandı ve onun en anlamlı ifadesi olarak 1982'’nin ülkeye tekrardan dönüşü pratikte sağlandı. Yaşayabilecek bir biçimde pratiği hür olarak değerlendirdik. En azından 1980 darbesi ardında çok az kaybımız oldu. Kazanma umudu hayli yenilikçi temellerde gelişiyor. Bir ruh uyanıyor. 12 Eylül faşizminin karanlığına karşı özgürlüğün yaşanabileceğine inanan tutum ve davranışlar gelişiyor. Daha iyi bir militanlaşmaya başlanabileceğine dair heyecan da var, endişe ve korku da var. Ama buna rağmen adım atılıyor. Bildiğimiz gibi bu adımlarda biz şehit de verdik. Fakat daha bir yıl geçmeden, düşmanın bile bizi hesaba katmadığı bu dönemde 300'ü aşkın devrimcinin bir yıl içinde ülkemizde yoğunlaşmasını sağladık. Ve artık tamamen kendisini ülkesine feda etmiş bir kararlılık, bir duygu hazırlığı içinde bulunduğu, silahın da savaşabilmeye fırsat tanıdığı işte 1982'nin de böyle başladığı, 1984'ün umudunun da böyle olduğunu gördük. Artık eyleminin de kesin olduğu, işte bildiğiniz 15 Ağustos dönemi böyle başladı. 1985 yılına girdiğimizde Akademi alanında, Akademi'ye ismini verdiğimiz Mahsum yoldaşla 1985 yılını değerlendirmeye çalışırken de umutlar çok fazlaydı. Bu yoldaşımızın 1985 Newroz'unu karşılarken duyduğu heyecan Serxwebûn'a da yansımıştı. Bunlardan bahseder, heyecandan bahseder ve yurtseverlik kadar bir parti bilincinin de, kişiliğinin de nasıl olması gerektiğine en iyi cevabı teşkil eden böyle bir yılı karşılamada içimiz içimize sığmıyordu! Bunun nedeni, 15 Ağustos Atılımı ezilmemiş, bütün zorluklarına rağmen 1985'in kışından çıkılmış, gelişme fırsatı yakalanmış, Newroz her zamankinden daha fazla özgürlük Newroz'u olmaya doğru yüz tutmuş ve için için sabretmenin bile zor olduğu bir anla karşı karşıya bulunduğumuzu biliyorduk, tartışıyorduk. İçimiz coşku doluydu. Gerçekten yerimizde bile duramıyorduk. Bahar bir gelsin de yönelelim diyorduk. Girdik bahara, fakat bildiğiniz gibi gerçekler başka söyledi. İşte beklemediğimiz, umut etmediğimiz biçimde kayıplar yaşandı. Ve ilk defa o zaman uyandık, "Kendimizi biraz daha iyi tanıyalım, hazırlıklarımız biraz yüzeysel kalmış" dedik. Üçüncü Kongre ile toplum tahlilleri ve çözüm yolları geliştirildi 1985'in sonlarına geldiğimizde kayıp bilançosu düşünülenden çok fazla; çoğu da davranışı adına, taktik dediğimiz yetersizliklerden kaynaklanmış ve bildiğiniz gibi tarihi bir atılım neredeyse bir yenilgiyle karşı karşıya gelebiliyor. Bunun nedenlerine her düzeyde yönelmek için bildiğiniz 1986 kışında bahar değerlendirmelerini yaptık. Ufak bir adım atmanın çok kapsamlı bir özeleştiri ile tamamlanması gerekliliğini gördük. Onun için Üçüncü Kongre gerçeğimiz yaşatılmaya çalışıldı. Ve yeniden toplum tahliline kadar çözüm yolları netleştirilmeye çalışıldı. Parti bünyesinde temelde tıkananların, yol aldırmayanların var olduğu görüldü. İşlerin asıl buradan darbe yediği, sıradan savaşçının da üstün özelliğine rağmen kısır kaldığı, yenilenmeye kendini uğratamadığı, bunlar aşılmadan ileriye adım atmanın mümkün olmadığı sonucu ortaya çıktı. İşte adına çözümlemeler dediğimiz zincirleme değerlendirmeler 1987 çözümlemeleriyle birlikte gittikçe kapsamlılaştı. 1987'de yapılan çözümlemeler elimizdedir. 1987 Şubat-Mart çözümlemeleriyle başlandı. Bu büyük bir kahramanın kendini geliştirememesinin nedenlerine bir cevaptı ve kendini mutlaka ilerletmenin sağlanmasına ilişkindi. Çözümlemelerde bunun çok çeşitli yönleri ele alınmıştı. Pratik müdahaleler yapıldı, yapılan müdahalelere karşı duyarsızlıklara tekrar müdahaleler gerçekleştirildi. Bildiğiniz gibi içte ve dışta, zindanda, silahlı savaşımda, yurt dışında, direkt veya dolaylı karşı devrimin emrinde olanlara, bunun çok çeşitli etkilerini yaşayanlara karşı yine büyük bir inatla ve oldukça nedenlerine inen çözümleme gücü ve pratik çabalarla iç içe cevaplar geliştirmeye, karşılık vermeye çalıştık. Sonuç; 1988 yılı, bütün dayatmalara rağmen güçlü kılınmaya çalışıldı. Biliyorsunuz, 1988'e Olağanüstü Hal’in dayatılması vardı. Bu tam kendilerine göre bir plandı. Bu açıktan Partimizi tasfiye planıdır. En azından tasfiye için umudun bağlandığı bir yeri, biz tam tersine çevirmek için uğraştık. O bildiğiniz provokasyonun başını uzatmış olduğu yerin kazanılacak bir hale getirilmesi için müdahaleler yapıldı. Yine Mêrdîn'e Nisan 1988 çözümlemelerini geliştirmek kadar çok önemli pratik müdahale birimlerini buradan yola çıkardık. Yine ülke içinde karşı koymalar, kendine göre, keyfine göre tutumlar, davranışlar artarak ortaya çıktı. Biz yine bunu 1989 yılı içinde yaptığımız hazırlıklarla karşıladık. Yine 1989 için geliştirilen Ocak çözümlemeleri vardır. Daha kapsamlı çözümlemelerden de öteye, daha gelişmiş müdahalelerle bu yılın üzerine gittik. Değişik bir ordulaşmayla ve buna karşı boşa çıkarmayla dolu geçen bu yılı bir adım geriye gitmeksizin 1990 yılına taşırdık. 1991 Newroz çıkışına bildiğiniz gibi daha fazla çözümlenmiş ve yine çok sayıda hazırlanmış grupla cevap verdik. Ve bu Newroz'u da, halkın niteliksel bir katılışının sağlandığı bir yıla kavuşturduk. 1991’de özellikle silahlı savaşıma ters yaklaşmaya, gereklerinin çok uzağında durmaya ve gerçekten önderlik olayının, ordu çizgisini boşa çıkarmak için bilerek veya bilmeyerek, üstten-alttan birçok yetmez tutum kendini dayattı. Ve önemlisi de bütün bu zaaf ve yetersizliklerin, provokasyonun, provokatörün hem de çok iyi görerek üzerinde neredeyse hepsinin iradesinin felç ettiği, kendine göre çalışmaya, kendine göre boşa çıkarmaya dönüştürdüğü bir ortamda biz, 1991 çözümlemeleriyle ortama müdahale ederek karşılık verdik. Daha burada yılbaşında "Dikkat etsinler, kendileriyle oynamasınlar" biçiminde onca uyarıya rağmen, sözüm ona fırsat bu fırsat deyip kendilerince bir şeyler yapmaya çalıştılar. Kölece yaşam biçimine topraklarımızda, bu halkın arasında izin vermeyeceğiz Taktik önderliğin kendi rolünü oynamamasından dolayı ordulaşmada ciddi yetersizlikler yaşandı. Biz şunu gördük: Kayıplarımızın yüzde 95'inin nedeni kendimiz oluyoruz. Geçmişte halkımızın içinde olduğu gibi kendi kendimizi vuran biz, işlemez kılan biz, gafleti yaşayan biz, en sıradan görevlere layık olmayan biz, bir kocakarı gibi kendini yerden yere atan biz... Hem de komutanlık adına, askerlik adına bu çıktı ortaya. "Yok bilmem şu toplumsal etkiymiş, yok bilmem şu yetersizlikmiş, noksanlıkmış" diyerek günah çıkarılmaya çalışılıyor. Evet, kendine en yakışmayacak olanı seçenin de biz olduğu, bu tarihi tecrübenin ışığında ortaya çıkmıştır. Tarihin büyük zorbalarının, işgalci, istilacı güçlerinin, tüm o hain işbirlikçilerinin hiçbir halkın bağrında yerleşmediği kadar bizim halkımız içinde yerleştiğini, işbirlikçilerin çeşitli hile, entrika düzenbazlıklarıyla halkı bu duruma getirdiklerini anladık. Ama büyük bir özgürlük hareketi olan, bilinç kadar irade hareketi olan PKK içinde sen nasıl böyle durabilirsin? Çözümlemelerin esas itibariyle haykırdığı ve artık kimsenin önünde duramayacağı kadar kesinleştirdiği gerçek budur. Parti içinde böyle yaşanılmaz. Parti içinde köleleri bile geride bırakacak düşkünlüğe ve yine bir sahtekârı bile geride bıraktıracak bir sahtekârlığa izin verilmez. Hele hele bilinçsizce, iyi niyet, dürüstlük adına bunu yapmanın daha da kabul edilemez olduğu, bunun savunulmasının gerekçelendirilmesinin suçun derecesini daha da arttırdığını çok iyi bilerek, bir sonuca doğru gidiyoruz. Çözümlemelerin çokça ispatladığı şudur; hiçbir iradenin, hiçbir gerçekliğin başka türlü cevap veremeyeceği şeyin gerçeğimiz olduğudur. Şimdi bunu kesinleştirmiş bulunuyoruz. Bu devre diyoruz, bu dönem diyoruz, bu başlangıç diyoruz, bu temelde bir kesin cevap almanın devresi, başlangıcı önemlidir. Tarihi tecrübe çok net. Eğer bu böyleyse, tanım böyleyse, tecrübe böyle diyorsak, şunu söyleyeyim; ben kendi yaşamımı boşuna bu noktaya kadar getirmedim. Benim sorumluluğum altında bundan sonra, isterse beni bitirsin, isterse arkadan hançerlesin, isterse bu hareketi bitirsin, ama benim de kabul edemeyeceğim hal-hareketler, tutum ve davranışlar vardır. Bir çırpıda yerle bir etmem gereken tutumlar vardır. Artık istenilse en iyisi yapılabilir bir noktadayız. Kendine gelememenin gerekçelerine yol açmanın benim için bir suç teşkil ettiğini belirteyim. Şimdiye kadar sizlere bu şansı verdim. Suç işlemeye, ordu suçu işlemeye bundan sonraki süreçte izin vermeyeceğiz. Burada hepiniz, bütün savaşanlar, bütün partililer, yeniler, eskiler şunu iyi bilecekler; kendinizi adam edeceksiniz. Yeter bu kadar kendinizle oynadığınız, yeter şimdiye kadar kendinizi hor gördüğünüz, aldattığınız kadar aldatıldığınız, biçimsizleştirdiğiniz kadar biçimsizleştirildiğiniz, çirkinleştirdiğiniz kadar çirkinleştirildiğinize biz burada yeter diyoruz. Bunun dışında bir gerekçeye ne hakkınız var ne de ihtiyacınız var. Yeniden yapmayı bileceksiniz. O çok basit alışkanlıklarınıza madem bu kadar değer veriyorsunuz, o halde en yüce olana neden en büyük değeri vermeyeceksiniz? Bu noktada benim de bazı geçiş verilmemesi gerekene geçiş vermemin beni bile alçalttığını göz önüne getirerek sonuç çıkaramaz mıyız? İşte disiplin, işte emir burada böyle ortaya çıkıyor. Gerekeni yapacağız, yapacaksınız. Ben şunu her zaman sordum; niye yılların kıymetini bilemediniz? Ben kendim iğne ucu kadar bir yer, nefes alacak kadar bir imkanı yakaladığımda üzerine yükleneceğim de, böyle yapacağım da sen ülkenin bu kadar zapt edilmez doruklarında, cennet gibi vadilerinde asgari bir çalışmaya bile güç getiremeyeceksin! Basit bir savunma gereğini bile gerçekleştirmeyeceksin! Adama sormazlar mı kim oluyorsun, neyle bu tutumu sürdürüyorsun? Alacakaranlığı biz böyle yırtacağız. Kör bıçağın bile olmadığı koşullarda seni böyle silahlandıracağız, sen halen en değerli silahlarımızla, en değerli savaşım değerlerimizle oynayacaksın, hakkını vermeyeceksin, bunda suçlusun ve bunun dediğim gibi savunmasını da yapamazsın. Ya adam olacak, adam gibi savaşacaksın, ya da yerin dibine gireceksin. Kaçarsan da kaç, kaçabildiğin kadar, bunun dışında bir şeyi ortamımıza, ordumuza dayatamazsın. Bunun böyle olduğu niye anlaşılmıyor, anlaşılıp da niye gerekleri yerine getirilmiyor? Neden? Ben hiçbir nedeni göremiyorum. Madem yaşamak istiyorsun, madem basit bir alışkanlık için bile kendini koyuveriyorsun, o halde en büyüğe, en değerliye, hepimizi yaşatacak olana niye güç, katkı sunmuyorsun? Bu, "Kürt köleliğidir" deniliyorsa biz buna karşıyız ve böyle kölelerin canı cehenneme diyoruz. Bu yaşam biçimine topraklarımızda, bu halkın arasında izin vermeyeceğiz. Bu da bizim kesin kararımız ve emrimizdir. İşte ordulaşmaya bu tecrübelerin ışığında böyle gidiyoruz. Halihazırdaki görevler, bize gerçekten çaplı bir ordulaşmayı dayatıyor. Herkesten bir dahi gibi hareket etmesini isteyemeyiz. Büyük asker olmak, büyük komutan olmak herkese nasip olmaz. Ama iyi bir asker olmak herkes için mümkün. Yine bir gerilla birliğini kurmak sanırım büyük bir kısmınız için mümkündür. Bir asker olmanın ilk adımından tutalım, onu gerillasal tarza ulaştırmanın ilk adımını 15 günlük bir eğitimle atarsak, gerisi rahatlıkla ortamımızda vücut bulur, gerçekleşir. Bunca tecrübelerden tam sonuç çıkarılırsa, her türlü komuta sorununa cevap verecek kişiliklere nicel ve nitel olarak da ulaşmak zor değil. Komuta bir manga düzenlemesinden tutalım, bugünkü tugay, yarın bir tümen gücüne ulaşacak kadar bir gelişmeye cevap veriyor. Eğer görevler başarılmak isteniyorsa imkan ve olanaklar buna elveriyor. Burada mesele asker olmayı bilmek kadar komuta gücü olmayı da bilmek gerekiyor. Bu konuda askeri kişiliğe yönelmek gerekiyor. Bunu kazanmak, eski kişiliğe yönelmeyle eş anlamlıdır. Esas itibariyle formasyonu günlük olarak kendine yedirmektir. Onun üzerine çok konuştuk, çok tartıştık, ağzından çıkacak sözden, atacağın adımın niteliğine kadar belirleme yaptık. Mademki sahamızda "varız" diyorsunuz, söz veriyorsunuz, o halde ilk adım ilk sözdür. Her yerde ve her zaman atarsın ve gerisini de getirirsin. Bizden görev almak, bizden göreve yürümek, bu kurala bağlıdır, bu kuralın gereklerine her zaman uymaya bağlıdır. Başka türlü görevin üzerine yürüme iznini, onayını bizden istemeyin. Eğer gerçekten hükmedecekseniz izin isteyin, görev talep edin. Ancak görevlerin üzerine böyle yürürsek başarı kesindir. Şimdiye kadar sallapati savaş tarzı ve ordulaşmadan bu kadar güçlü sonuçlar elde ettiysek bu ordulaşmayı yarattığımızda ne kadar başarılı olacağımızın, zaferi kazanacağımızın açık bir kanıtıdır. Eğer kazanmaya göz dikmişsek o halde bunun gereği olan ordulaşmayı yaratmalıyız. Gerekirse bunun yarışı da yapılır, dehası da olunur. İşte görev anlayışına ilişkin de bunu söyleyebiliriz. Söz, eylem ve tutum düzeyinde belirlemeler vardır, bunlar esastır. Nedir bunlar? Toplantı düzeni, rapor-talimat düzeni ve bütün o taktik düzenlemelerdir. Eğitimle iyice özümsemişsiniz. Bu konuda biraz kendinizi toparlarsanız, esaslar hakkında bilgilenmek kadar nerede, nasıl başlanması gerektiğini de kestirebilirsiniz. Bunlar her sorumlu devrimcinin ordulaşmaya doğru yol alırken, adı gibi belirleyeceği, gerçekleştireceği esaslı görevlerdir. Ayrıntıya girmeyeceğiz. Bunların hepsi sizde özümsenmiş olarak mevcuttur. Yürürken başarmak için donanmışsınız. Yönelişte, savaş ortamına ulaşmada bütün yeteneklerinizi ayaklandırarak her şeyin en mükemmeline dair tutumu, kendisi için, çevresi için amansız kılarak sergileyecek, görevin başarı temelinde yakalanmasını; bunda başarısızlık nedeni olabilecek hiçbir şeye, iç ve dış engele meydan vermeyerek, bir tutumun sahibi olacak ve bu tutumla kazanacaksınız. Aklın da, iradenin de yolu budur. Bizde her şeyin emrettiği yol budur. Tutum, davranış bu yolda böyledir. İşte bütün çalışmalarımızın ve tüm ülkemizin ilk defa gerçekleştirdiği ordulaşmanın üzerine yürürken, böyle bir görev anlayışıyla yürüyeceksiniz. Ve görülüyor ki bu çok niteliksel bir yürüyüştür. Her bakımdan söz vermeler, söz kestirmeler, tutum belirlemeler ömür boyu böyle oluyor, olacak. İşte çok yaklaştığımız bugünlerin, bu büyük halk yürüyüşüne, serhildanına, en büyük kurmay gücü geliştirmeye gidiyoruz. Büyük gerilla ordulaşmasına elimizi böyle uzatsak kazanacağız. Biz şansımızı böyle kullanmalıyız. Pratiğin kendine has yasaları vardır Bu gerekçelerle, bu tutum ve davranışlarla uzandığımız bu büyük ordulaşma görevi çok çekici, çok sonuç alıcı, mutlak gerçekleştiricisi olma yılı oluyor. Onun önemli bir aşaması oluyor. Ordu yılı diyeceğiz, ordulaşmanın büyük atılımı diyeceğiz. Belki de on yılda, belki de daha fazla sürede gerçekleştirilemeyenin gerçekleştirildiği, belki de hedeflerde, silahlanmada belirlenenin kat-kat aşıldığı bir yıl diyeceğiz. Devrimde matematik hesaplar yapılmaz, devrimde sınırlar çizilmez. Böyle esas almışız, bu yıla böyle bir anlam yüklemişiz. Ve insan iradesinin büyüklüğü, kendi insani koşullarında her şeye kadir olmanın tılsımı olduğu göz önüne getirilirse bu yıl da gerekeni yapabiliriz. Bu temel, gerek eğitim okulumuzda gerçekleştirilen 1992 devresi olsun gerekse de ülke sathında gerçekleştirilen devreler olsun, bu anlama, bu tanıma uygun, büyük tecrübeyi esas alıyor. Bu da karşısındaki görevi gerçekleştirmek için yola koyuluyor. Hazırlıklarımız bu anlamda küçümsenemez. Ancak bu anlamda pratik bambaşka bir şeydir. Adım adım kazanma denilen kısma girer; kırk ölçer, sağı-solu yoklanır, bir adım atılır. Gerçeklerin, tecrübenin kendisi bizi ne kadar iddialı kılarsa kılsın pratiğin kendine has yasaları vardır. Bizde en çok işlenen bir kusur da bunun gereklerine çok az riayet etmektir. Bu sefer bunu da kırarsak, ilk adımların nasılına cevabı her sahada verirsek bu işler başarılacaktır. Bu temelde bu yıla böylesine bir anlam verip başarmaya yüz tuttuğunda, Kürdistan yeniden kaynaşacak, her taraftan halkın boydan boya yürüdüğü bir ülke haline gelecektir. Kuzey’den Güney’e yürüyüş hamlesi bütün kentlerin, köylerin birbirine karışıp, Doğu’dan Batı’ya birbirine kavuşması gerekenlerin kavuşmaya doğru gittiği bir kaynaşma yılına dönüşecektir. Her türlü feodal-aşiretçi çizgiler, herkesin kendi içinde kurduğu çember kırılacak, esirler ülkesi, korkaklar ülkesi, unutulmuşlar ülkesi en çok hatırlanılan, konuşulan cesaretlerin ülkesi olacaktır. Yurtseverliği kadar, insani değerleriyle boy attığı eşsiz insanın beşiği olacaktır. Ne mutlu bu yolun yolcularına, bu fırsatı yakalayanlara, bugünleri görenlere Nasıl ki insanlık burada beşikte büyüdü, bir kez daha böyle büyüyecek. Biz yeniden beşikte büyümeyi kendi topraklarımızda gerçekleştirebiliriz. İşte böylesine büyük oluşumların ordulaşması diyoruz buna. Esas itibarıyla amaçladığımız, amaçlarımız uğruna kendimizi adadığımız yaşam gerçeğimiz budur. Başka türlü yaşayıp düşünmeye hakkımızın olmadığını bilmelisiniz. İlk söz de böyleydi, son söz de böyle olacak! Bin yıl öncesinde de yapılması gereken budur; bin yıl önce yapılmazsa da bin yıl sonra da yapılması gereken bu olacaktır. O halde en eski söz kadar, gelecekte de eğer yaşayacaksak, insan soyunun bir parçasıyız diyebilecek bir ülkeden vazgeçmeyeceksek bunu şimdi gerçekleştirelim diyoruz. Ordulaşma andı budur, şans budur. Aslında geçmişte de yaşanılması gereken en doğrusu buydu. Geleceği de kuşatacak, belirleyecek yaşam budur. Bunu değerlendirip doğrusunu tayin etmek kadar, gerekirse yürüyüşümüzde kendimizi yeniden yeniden yaratmasını bileceğiz. İşte yürüyüş ancak bu temelde güzel olabilir. Şüphesiz bu yürüyüşün yolcusunun güzel, askerinin ve komutanın da görkemli olması, adeta parıldaması gerekir. Böylesine kutsal bir yolda başkası yakışmaz, başkasına onay verilmez. Bu anlamda diyeceğiz ki, ne mutlu bu yolun yolcularına, bu fırsatı yakalayanlara, bugünleri görenlere! Dolayısıyla sizlere daha iyiyi, daha doğruyu, daha güzeli yakalamanın bu öngününde böyle seslenirken, tekrar tekrar bundan sonraki adımları böyle atmayı bilmenizi, bunun dışında hiçbir şeye mahal vermemenizi, ordu ilkesinin tek yaşam ilkesi olduğunu da bilerek yürümeyi esas almanızı bekliyoruz. Sorumluluk diyorsanız sorumluluğunuzun gereğini, önderlik diyorsanız önderliğinizin gereğini, ricadan anlayan varsa ricanın gereğini, emir denilen olaydan bir şey anlayan varsa emrin gereğini bilmelerini, böyle yürümelerini, mutlaka kazanmalarını ve başarmalarını diliyorum. | ||
© 2021 Serxwebûn |