Sal: 39 / Hejmar: 468/ Kanûn 2020
Zînî Wertê işgali ve ulusal birlikHezîran 2020
Nedim Seven 2020 yılı Mart ayının ortalarından sonra Başûrê Kurdistan bölgesinde KDP pêşmergelerinden oluşan bir güç, Zînî Wertê denilen, halkın Zînî Estêrokan dediği Wertê köyünün güney batısına düşen yüksek bir arazi noktasına konumlandırıldı. Bu durum, Kürt Özgürlük Hareketi tarafından bir provokasyon olarak adladırıldı. Bu yaklaşım Başûrê Kurdistan’da işgalci Türk devleti ile yapılan planları çok somut bir şekilde dışa vurmaktadır. Zînî Wertê ve arazisi; Dola Reqê, Dola Sêwela ve kuzey hattında geniş anlamda Dola Balayan olarak bilinen bölgelerle çevrili stratejik bir coğrafyadır. Sözü edilen bu dollarla (vadi) çevrili arazide onlarca köy mevcuttur. Her üç vadi ve bu vadilerin çevresindeki arazilerde köylüler kimi yerlerde yaz-kış yerleşik, kimi yerlerde de mevsimlik olarak yaşamaktadır. Bu köylüler Soran, Raperîn (Ranya-Qeladizê) ve Hewlêr şehir merkezleri ile sürekli ilişki ve temel ihtiyaçları için bir sosyal-ticari iletişim halindedirler. Coğrafik olarak Qendîl denilen stratejik arazinin batı Qendîl hattını çeviren bir özelliğe sahiptir Wertê arazisi. Ayrıca yüksek arazi stratejisi anlamında Karox, Hindrîn, Sefîn ve en uç kuzey batısında Hasanbeg denilen dağlarla çevrilidir. Bu coğrafya Hewlêr, Diyana, Ranya merkezlerini her açıdan etkileyen özelliğe sahiptir. 1996 YNK-KDP savaşında KDP, dönemin Irak yönetimi Saddam rejiminin desteği ile zırhlı araçlar ve tanklarla YNK pêşmergelerini kuşatarak; YNK’yi Hewlêr’den çıkardı. YNK-KDP savaşında Zînî Wertê hattı savaş bittikten sonra YNK’nin denetiminde kaldı. 1996’da YNK’li olarak suçlanan, hatta Kürt Halk Önderi’ne bağlılığı ile bilinen ve PKK’ye sempati ile bakan Surçî aşiretine de KDP güçleri yönelmiş, Surçîlerin aşiret reisi Hiseyn Beg’i komplo ve hile ile evinde katlederek tüm malvarlığına el koymuştur. 2000 yazında, İran rejiminin desteği ile YNK de, Qendîl’in doğu alanlarında eğitim amaçlı kamplarda kalan PKK gerillalarına dönük saldırılar gerçekleştirmiştir. Bu saldırılara karşı kendini savunma temelinde harekete geçen PKK, geliştirdiği iki aşamalı devrimci hamlelerle, Qendîl’in doğu ve batı hattında yüzlerce köyü denetimine alarak, Qendîl dağlarının tüm stratejik bölgelerinde mevzilenmeyi başarmıştır. Özgürlük Hareketi, 2001 yılında da Qendîl-Xakurkê-Behdînan alanlarından oluşan Medya Savunma Alanları’nı ilan ederek; bu coğrafyada askeri, siyasi ve toplumsal olarak demokratik yönetim anlamında otoritesini 2001’den günümüze kadar aralıksız olarak yürütmektedir. Bu alanları savunmak ve saldırılara karşı korumak için tüm Başûrê Kurdistan’da olduğu gibi özellikle Qendîl bölgesinde yüzlerce şehit vermiştir. Qendîl alanında 2011’de İran ve TC’nin ortak konsept ile İran’ın gerilla güçlerine saldırısına karşı verilen büyük direnme savaşı ile İran pasdarları püskürtülmüş ve bunun sonucunda 2011’den bugüne kadar İran-PKK arasında uygulanan bir ateşkes mevcuttur. YNK, Zînî Wertê’yi Pêşmerge Bakanlığı adına KDP’ye bırakmıştır 2000 sonunda YNK-PKK savaşının anlaşma ile sonuçlanması, buna göre 2001’den sonra Qendîl coğrafyasının PKK denetimine geçmesinden itibaren de Karox-Zînî Wertê arasında kalan bölge tampon bölge olarak belirlenmiştir. Yıllar sonra YNK’nin talebi ve PKK’nin de onayıyla küçük bir YNK birimi Wertê boğazına mevzilenmiştir. Buraya kadar verdiğimiz kısa tarihsel bilgilerdeki amaç Zînî Wertê’nin durumunu daha somut anlamak içindir. Bütün bu tarihsel arka plan ve söz konusu bölgede yaşananlara, oluşan siyasi dengelere rağmen KDP veya Başûr hükümetinin hiçbir diyalog, görüşme ve müzakere yapmadan Zînî Wertê boğazına fiili olarak pêrmerge gücünü yerleştirmesi tam olarak bir provokasyon olmuştur. Başûr hükümeti yetkilileri kamuoyuna, Koronavirüs salgını gerekçesiyle bu pêşmerge gücünü gönderdiklerini açıklasalar da, gelinen aşamada bunun düpedüz bir yalan olduğu netleşmiştir. Başûrê Kurdistan’da 14 Mart günü alınan bir kararla evde kalmayı mecburi kılan Koronavirüsten korunma tedbirlerinin açıklanmasından hemen sonra, sessiz sedasız KDP pêşmergelerinin sınırlardan çok uzak olan ve Korona salgını tedbirlerinin hiç gerektirmediği, geçişlerin olmadığı boş bir coğrafyaya yerleştirilmesi hem Kürt halkını hem de ilgili tarafları kaygılandırmış ve KDP’nin bu tutumu herkes tarafından çok tehlikeli ve provokatif bulunmuştur. YNK de ilk günlerde Zînî Wertê’de konumlanan pêşmergelere paralel olarak kendi ‘Anti Terör’ güçlerini mevzilendirmiş, sonradan anlaşıldığı üzere KDP ile gizli görüşmelerle Zînî Wertê’den gücünü çekmiştir. Sonuçta oraya güç yerleştirmenin KDP ile kimi YNK’lilerin ortak kararı olduğu anlaşılmıştır. YNK-KDP arasındaki iktidar ve sermaye paylaşımı kapsamında, YNK’nin tutarsız politikalarından kaynaklı kendi hakimiyet alanına giren Zînî Wertê’yi, sözde Pêşmerge Bakanlığı adına, esasta da KDP’ye bırakma durumu gerçekleşmiştir. Yapılan tüm değerlendirme ve açıklamalarda; AKP-MHP faşist iktidarı ve sömürgeciliğin, PKK’yi kuşatma ve Qendîl bölgesinde tasfiye etme planına KDP’nin teslim olduğu ve YNK’yi de bu teslimiyet çizgisine çekmek istediği açığa çıkmıştır. Kürt halkı ve Kürt aydınları, sanatçılar, akademisyenler, sivil toplum örgütleri, çeşitli alanlardaki Kürt dostları ve barış analarının tehlikeyi ve provokasyonu görerek karşı tutum sergilemeleri, Kürt halkı ve kamuoyu açısından oldukça anlamlı olmuştur. KCK’nin 8 Nisan’da Zînî Wertê’de mevzilenen KDP güçlerine çözüm ve diyalog amaçlı gönderdiği 3 kişilik gerilla biriminin bir gün sonra mevzilendiği yerde TC uçakları tarafından vurularak şehit edilmesi, yine 15 Nisan’da Şehit Rustem Cûdî-Mexmûr Kampı’nda 3 kadının uçak saldırısı ile şehit edilmeleri TC’nin ne amaçladığını ortaya koymuştur. Zînî Wertê’ye pêşmerge gücünün gelip mevzilenmesi tamamen bir TC-KDP ortak planıdır. Amaç; Qendîl’de PKK’yi kuşatarak etkisiz hale getirmek, nihayetinde tasfiyesini sağlamaktır. AKP-MHP faşist iktidarı Lozan’ın 100. yılında Türk-İslam sentezli yeni Osmanlı arayışıyla işgal saldırılarını gerçekleştiriyor Bu planın paralelinde Mexmûr, Şengal alanlarını da içine alan bir konsept mevcuttur. PKK’yi tasfiye etme, Şehit Rustem Cûdî-Mexmûr kampını dağıtma, Şengal’deki özerk demokratik Êzidî toplum yapılanmasını tasfiye ederek KDP’ye teslim etme, Qendîl’in gerilla ve Özgürlük Mücadelesi açısından sembolleşen özelliğini yok etmeyi hedefleyen bir AKP-MHP faşist, sömürgeci planı yürürlüktedir. Bu son saldırılar da, Kürt halkına yönelik soykırım politikalarını sonuca götürmeyi hedefleyen ‘Çöktürme Planı’nın devamıdır. Bilindiği gibi, TC devletinin inkar ve soykırımcı politikaları Önder Apo’nun demokratik çözüm çabaları ve sonrasından gelişen süreç ile 7 Haziran 2015’te büyük bir yenilgi yaşamıştır. AKP iktidar olma gücünü kaybetmiş ve Önder Apo’nun bir projesi olan HDP’de temsilini bulan Demokrasi Cephesi muazzam bir gelişme sağlayarak TC devletinin imha, inkar ve asimilasyon politikalarını temelden sarsan bir sonuç açığa çıkarmıştır. Artık meşru bir şekilde iktidarda kalamayacağını anlayan AKP, faşist ittifaka giderek darbe mekaniğini harekete geçirmiş, tek şef rejimine yönelmiştir. Bu temelde 3 Ocak 2013’te İmralı ile başlatılan diyalog sürecini 5 Nisan 2015’te bitirerek, ilk olarak Önder Apo’ya dönük tecridi ağırlaştırdı. Ardından 24 Temmuz’da başlattıkları yoğun hava saldırıları ile gerillanın tüm alanlarını bombaladılar. Gerillayı, Özgürlük Hareketi yönetimini darbeleyerek, özgür Kürt iradesini kırarak, soykırım siyaseti önündeki engelleri kaldırmayı hedeflediler. TC’nin kuruluşundan bu yana yürürlükte olan imha, inkar ve asimilasyon politikalarını en iyi ben yürütürüm, Kürt soykırımını ben sonucu götürürüm, iddiasıyla başta Ergenekoncular, Gladyocular olmak üzere devletin faşist kesimleri ile ittifaka giderek iktidarda kalmayı esas aldılar. Harekete geçirilen darbe mekaniği ile 1 Kasım 2015 seçimlerine gittiler. Yapılan katliamlarla toplum üzerinde korku psikolojisi yaratılmaya çalışılarak, yasal anlamda HDP’yi ve demokrasi güçlerini siyaset alanında tasfiye etmeyi amaçlayan saldırıları geliştirdiler. 15 Temmuz darbe girişimini, baskı sistemini daha da derinleştirmek için fırsata çevirdiler. TC devletinin tüm imkanları ve eline geçirebildiği en yüksek teknolojiyi MİT ve TSK’nın hizmetine koyarak AKP-MHP faşist iktidarı Kürdistan gerillasını bitirmeyi hedefledi. Adına yeni strateji dedikleri, esasta ‘Misak-ı Milli’ sınırları adı altında Kürdistan’ın tamamını işgal etme, sömürgeleştirme politika ve pratiklerine yöneldi. AKP-MHP-Ergenekon-Gladyo birleşerek, işbirlikçi hainleri de kullanarak, 2015’ten itibaren Kürdistan’ın Başûr ve Rojava alanlarını askeri zorla işgal etmeye başladılar. PKK de ‘Çöktürme Planı’ adı altındaki bu saldırı, soykırım ve işgal planlarını çözerek, buna karşı savunma savaşını gündemine aldı. 2015 Ağustos’undan itibaren mücadele tarihimizde ilk örnekler olan Bakur şehir direnişleri ve özsavunma mücadelesi hamlesine girdi. Sûr, Şirnêx, Cizîr, Nisêbîn, Gever ve Silopî alanları merkez olmak üzere tarihi özyönetim direnişleri gelişti. Türk ordusu JÖH ve PÖH dedikleri silahlı çete ve kontra güçleriyle birlikte şehirlerde yenilgiyi yaşayınca, AKP-MHP faşist iktidarı kendi tarihlerine yakışır bir tarzda sivil katliamlara yöneldi. Bu katliamlar, sağır ve dilsiz dünya siyasi güçleri önünde gerçekleşti. Kimse gerçekleştirilen vahşete karşı sesini çıkarmadı. Sergilenen büyük direniş sonucu ‘Çöktürme Planı’ teşhir oldu. Fakat AKP-MHP faşist iktidarı, strateji olarak belirlediği 2023 Lozan Antlaşması’nın 100. yılında Türk-İslam sentezli yeni Osmanlı hedefiyle işgal uygulamalarına devam etti. Siyasi konjonktürden yararlanarak ABD, İran, Rusya başta olmak üzere AB gibi iki yüzlü, çıkarcı hegemon güçlerin onayını da alarak işgal planlarını derinleştirdi. 2015 sonbaharında Bakur, Başûr sınırlarından 5-7 km alanda Çarçela, Cîlo hattından başlayarak sınır boylarınca Gever, Çelê, Bêşebab, Qileban’a kadar Başûr derinliklerine sarktı ve üs alanı dediği, esasta yapay sınırlarını Irak ve Başûr hükümetinin zayıflıklarını da kullanarak genişletti. Üs bölgeleri adına Behdînan’ın tümünü işgal etti. 2017’den itibaren İran’ı da teğet geçerek stratejik olan Xakurkê alanını işgale yöneldi. Bradost ve Xakurkê bölgelerine sarkarak İran, Irak, Türkiye yapay üçgen arazilerini işgal etti. 2018’de Rojava’da Efrîn, 2019’da da ABD ve Rusya ile kirli anlaşmalar yaparak Girê Spî ve Serêkaniyê’yi işgal etti. Zînî Wertê’de pêşmergenin tuttuğu mevzinin TC’nin işgal mevzisine dönüşme olasılığı yüksektir Tüm bu işgal süreçlerine karşı direnen Kürdistan halkı ve savunma güçleri, Kürdistan gerillası binlerce şehit vererek direniş geleneğinden taviz vermedi. Cîlo, Çarçela, Avaşîn, Zap, Metîna, Heftanîn, tüm Behdînan, Xakurkê, Bradost alanlarında büyük bedeller vererek, TC’nin teknolojiye dayalı, korkakların savaşı olarak adlandıracağımız hava ve istihbarat avantajına rağmen direndi. Tüm bu alanlarda HPG’nin kahraman gerillası her mevzide, gerilla savaş tarzına uygun Kürdistan’ın her coğrafyasında direnmeye devam ediyor. AKP-MHP faşist iktidarının bu konseptinin medyaya yansıyan boyutu tamamen özel savaş ve psikolojik savaşın yalana, spekülasyona ve manipülasyona dayalı politikaları olmaktadır. Onlar sözde Karaçox, Mexmûr, Şengal, Metîna, Heftanîn gibi küçük ‘Qendîller’ dedikleri, kamuoyunu yanıltan propagandalarla “temizledik, bitirdik” teraneleriyle son hamleyi Zînî Wertê üzerinden Qendîl’e yaparak “esas merkezlerini bitirdik” yalanına sarılacaklar. Bu değerlendirmelerden de anlaşılacağı gibi; Zînî Wertê işgali, TC devletinin, AKP-MHP faşist iktidarının Kürt halkına dönük soykırım politikalarının uygulamayı planladığı zirve olmaktadır. Mart 2020’den bugüne kadar Kürt halkının ve kamuoyunun tüm olumlu ve pozitif tepkilerine, ulusal birlik çağrılarına rağmen Başûr iktidarı ve KDP sessizliğe gömülerek, Zînî Wertê alanına mevzilendirdiği pêşmerge gücünü hala geri çekmemiştir. Kürtlük, Kürdistanîlik ve ulusal birlik için yapılan tüm çağrılara, sağduyulu toplumsal tepkilere rağmen KDP ve Başûr iktidarı, TC’nin açıktan işgal politikalarına rağmen işgalci ve sömürgecilerle işbirliğini tercih eden yaklaşımlarını sürdürmektedir. Zînî Wertê, TC’nin işgalci ve yayılmacı politikalarının zirvesi olmaktadır. Onun için Zînî Wertê’de pêşmergenin tuttuğu mevzinin TC’nin işgal mevzisine dönüşme olasılığı yüksektir. TC devletinin Başûr alanındaki işgali uzun yıllara dayanıyor. 1992 Güney savaşı ile ilk kalıcı askeri işgalin adımları atılmış olup 1995 ve 1997 yıllarındaki TC-KDP ortaklığı ile Başûr’da Kürdistan gerillasına karşı geniş bir coğrafyada büyük askeri güçlerle yapılan saldırılarla, kalıcı işgalin adımlarını derinleştirmiştir. Behdînan alanında 20’nin üzerinde askeri üs bölgesi oluşturan TC, ilerleyen yıllarda Hewlêr-Mexmûr-Musil hattında Başika alanına da askeri üs kurmuştur. TC’nin bu işgal politikalarına karşı Başûr halkı ve Kürdistanlılar büyük tepki göstermişlerdir. Önder Apo telefon görüşmesinde ulusal birlik çağrısında ısrarlı olunması gerektiğini belirtmiştir Sanatçılar, aydınlar, akademisyenler, çeşitli sivil toplum örgütleri, kimi partiler işgal ve soykırım politikalarına karşı Koronavirüs salgını koşullarında anlamlı tepkiler göstermişlerdir. Özellikle barış analarının tavrı takdire şayandır. Tüm bu tepkilerde sorunun tüm taraflarına ulusal birlik çağrıları yapılmıştır. Kürtlerin düşünceleri farklı olsa da tüm grup ve partilerin kendi aralarındaki sorunları konuşarak, diyalogla çözmeleri gerektiğini belirtmişlerdir. TC’nin oyunlarına gelmeme, sömürgecilere ve işgalcilere ulusal birlik ekseninde karşı koyma çağrıları yapmışlardır. Önder Apo da 21 yıllık İmralı tecridinde ilk defa 27 Nisan 2020 tarihinde ailesiyle yaptığı telefon görüşmesinde ulusal birlik çağrısında ısrarlı olunması gerektiğini belirtmiştir. Özellikle üstün öngörüsü ve işgalcilerin tüm oyunlarını boşa çıkaran 1982 PKK-KDP arasındaki protokolü hatırlatarak Kürt Ulusal Birliği’nin tarihsel önemine ısrarla vurgu yapmıştır. Bu anlamda Kürdistan halkının, özelde Başûr halkının tutumu oldukça anlamlı ve tarihsel olmuştur. Kuşkusuz bu anlamlı tutumlar yeterli olmamaktadır. Bu noktada daha derinlikli, örgütlü, kolektif ve kitlesel pratik politikalara ihtiyaç vardır. Rojava’da ulusal birliğe askeri değil siyasi güçler öncülük etmelidir Farklılıkların birliği temelinde, Demokratik Ulus perspektifi ile Kürt halkı ve Kürt parti ve kurumları tarihin kendilerine yüklediği ahlaki, vicdani, siyasi sorumlulukların bilinciyle ulusal birlik için ne gerekiyorsa en üst düzeyde fedakârlık yapmaları gerekmektedir. Ulusal ve uluslararası dost medya gücü de bunun için seferber olmalıdır. Ancak bu tarzda tüm toplum kesimlerinin, kurum ve örgütlerin düşünce ve rengi ne olursa olsun ulusal birlik ittifakları ve bunun ortak politikaları ile KDP-TC konsepti boşa çıkarılır. TC işgalciliğinin, soykırım ve kültür kırım politikalarının önü alınabilir. İşgalci ulus devletlerin ve hegemonist güçlerin çıkarlarına endekslenen politikalar ulusal birliğe her zaman zarar vermiştir. Bundan sonra da zarar verecektir. Rojavayê Kurdistan’da 2012’den bu yana bir devrim süreci yaşanmaktadır. 19 Temmuz 2012’de ilan edilen devrim, 8 yıllık mücadele ile tarihsel sonuçlara yol açmıştır. Askeri anlamda YPG-YPJ ve QSD devrimin savunma ve direnme mekanizmalarını oluştururken siyasal anlamda Demokratik Özerlik Sistemi içinde yer alan Kürt parti, siyasi yapı ve otoriteler esas ulusal birlik politikalarını geliştirmede rolünü ulusal ve uluslararası boyutta oynamak durumundadır. Ulusal birlik amaçlı atılan her adım anlamlı ve değerlidir Rojava ve Suriye’de temel aktörler olan ABD, Rusya, Fransa’nın Kürt birliğini teşvik etme politikaları önemlidir. Yalnız ne bu güçler ne de Suriye’de aktör olan İran, Türkiye gibi güçler nihayetinde Kürtlerin Ulusal Birliği’ni yaratmasında çözümleyici değil, her zaman engelleyici politikalar güdeceklerdir. QSD’nin hegemon güçlerin etkisi ile Rojava’daki güçlerin ulusal birlik görüşmelerindeki rolü veya Kürt parti ve kurumlarını bir araya getiren telkin ve teşvik politikaları olabilir ama esasta askeri değil siyasi aktörlerin buna öncülük yapması daha anlaşılır olacaktır. Bu noktada rol PYD, TEV-DEM ve Kürt partilerine düşüyor. Basından okuduğumuza göre yirmi beş Rojava, Suriye’li Kürt kimlikli parti Partiyên Yekîtiya Niştimanî ya Kurd-PYNK adlı bir uzlaşma partisinde birleşmişler. Bu uzlaşma partisi ile ulusal birlik çalışmalarının birinci aşamasının başarı ile tamamlandığı belirtiliyor. Şüphesiz hegemon güçler politikalarını kendi çıkarları doğrultusunda yapacaklardır. Kanımca sadece KDP veya Başûrê Kurdistan yetkililerine endekslenen ulusal birlik politikalarının başarı şansı yoktur. PKK’nin bu konuda muazzam deneyimleri vardır. 2013’lere kadar neredeyse Kürdistanî güçlerin tümünün temsil edildiği PKK-YNK-KDP dahil onlarca parti, örgüt ve şahsiyetin yer aldığı hatta ulusal kongre aşamasına gelen ulusal birlik çalışmaları yürütülmüştür. Fakat özellikle Türk devletinin işgalci, sömürgeci yönelimleri, ABD, Rusya, İran gibi aktörlerin hegemonist, yayılmacı politikaları ulusal birlik çalışmalarını boşa çıkarmıştır. Şüphesiz ulusal birlik amaçlı atılan her adım anlamlı ve değerli olmaktadır. Rojava’da da sürdürülen Kürtler arası birlik çalışmaları anlamlıdır, önemlidir. Yalnız eksik olan Kürdistan’ın ve Kürdistan tarihinin bütünlüklü olarak göz önüne alınması gereğidir. Kürtlerin nüfus potansiyeli, coğrafi dağılımı, politik düzeyleri, mücadele tarihleri ve yaşanan işbirlikçilik-ihanet her zaman göz önünde tutulması gereken temel faktörlerdir. Bütünlüklü politikalarla Kürt halkının birliği ve geleceği garanti altına alınır; parçalı politikalar ve parçalı duruşlar Kürt ulusal birliğini yaratamaz. ABD, Rusya ve Fransa teşvik ve telkin edebilir ama Rojava ve Rojhilat’ta ayrı söylem ve eyleme sahip olurlarsa ulusal birliği değil ulusun parçalanmasına yol açacaklardır. TC işgalciliğine karşı durulmadıkça tüm ulusal birlik çalışmaları başarısızlıkla sonuçlanacaktır ABD ve Rusya, Rojava savaşında kirli anlaşmalar yaparak neredeyse Kürt halkının tüm kazanımlarını TC sömürgecilerine ve Suriye rejimine peşkeş çektiler. Kürt halkı ve Rojava halkı direnince stratejik değil taktik çözümler sunan ara formüllerle Serêkanî ve Girê Spî’yi TC’ye teslim ettiler. Bunlar unutulmamalı. Onun için Rojava’da ulusal birlik yaratılacaksa öncelikle KDP-TC’nin ortak konseptinin son bulması gerekir. Sadece KDP değil hiçbir Kürt parti ve oluşumu, Kürt halkını, toprağını, suyunu, enerjisini ve tüm devrim değerlerini, işgale ve soykırıma yönelen faşist ulus devletlerle işbirliğine girmemelidir. TC’nin ve onu yöneten AKP-MHP faşist iktidarının amacı, Misak-ı Milli sınırlarında ‘yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni yaratmak oluyor. Misak-ı Milli sınırlarına giren bölgeler 1924 antlaşması ile Batum, Halep (Antakya, İskenderun, İdlip, Belen, Reyhaniye, Barışa, Cısr-i Şuğur, Bab-ı Cebbul, Minbic, Cebel-i Sem’an) Reqa, Dêra Zor (Serêkanî, Aşare, Mesice, İgmer, Ane), Silemanî (Gulanber, Baziyan, Şehribazar), Musil (İmadiye, Zaxo, Duhok, Akara, Sincar) ve Kerkuk (Rewanduz, Koysancak, Rasine, Salahiye, Hewlêr) oluyor. Bugün bu bölgeler Türkiye sınırları dışındadır. 5 Haziran 1926 tarihinde Irak ve Türkiye arasındaki siyasi sınırları belirlemek için yapılan Ankara Antlaşması İngiltere-Türkiye arasında imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre Musil-Kerkuk vilayetleri Irak’a verilmiştir. TC devleti AKP-MHP faşist iktidarının amacı Misak-ı Milli’yi güncellemektir. Planlarını Lozan Antlaşması’nın yüzüncü yılına denk gelen 2023’e göre yapmaktadır. Bütün işgal yönelimlerinin amacı da budur. Bu anlamda TC işgalciliğine karşı durulmadıkça ulusal birlik amaçlı tüm oluşum ve çalışmalar başarısızlıkla sonuçlanacaktır. Ulusal birliğin yolu Kürdistan açısında bütünlüklü politikaların oluşturulmasından geçmektedir. Parçalı ve dar yaklaşımlar sonuç almaktan uzak kalacaktır. Tüm Kürdistan için ulusal birlik adına ortak politikalarda buluşmak, ortaklaşmak ve ulusal birlik ittifaklarında birleşmek esas çözüm yolunu açacaktır. | ||
© 2021 Serxwebûn |