Sal: 39 / Hejmar: 468/ Kanûn 2020
7. mücadele yıldönümünde Gezi DirenişiHezîran 2020
Xebat Andok 2013 Mayıs’ından Ağustos’una kadar süren, resmi rakamlara göre 3.6 milyon, resmi olmayan rakamlara göre de 7.5 milyon kişinin katıldığı ve literatüre ‘Gezi Direnişi’ olarak geçen sürecin yeni bir yıldönümünü yaşıyoruz. 7. yıldönümünü yaşadığımız cumhuriyet tarihinin bu en büyük eylemleri Bayburt ve Bingöl hariç Türkiye ve Bakurê Kurdistan’ın tüm illerinde ve pek çok ilçede gerçekleşti. Görünürdeki nedeni, İstanbul 6. İdare Mahkemesi ve 2 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararına rağmen imar izni olmadan Gezi Parkı’nın Topçu Kışlası’na dönüştürülmek istenmesiydi. Ülkenin Başbakanı 12 Haziran 2011 seçimlerinde %50’ye yakın (tam olarak %49,83) oy alarak meclis çoğunluğunu elde tutan Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı da yine aynı partiden Abdullah Gül’dü. Öncesinden başlayan tartışmalar, hareketlenmeler, 27 Mayıs’ta iş makinalarının meydana girmesiyle yeni bir boyut kazandı. Gezi Parkı’ndaki ağaçlar sökülmeye başlandı. Bunun üzerine Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku listesinden İstanbul ikinci bölge vekili seçilen Sırrı Süreyya Önder’in iş makinalarının önüne geçerek, makinaların çalışmasını engellemesiyle bilinen eylemler de başladı. Kısa sürede duyarlı toplumsal kesimler eylem yerine akın etti. Eylemlerin giderek yoğunlaşmasıyla 1 Haziran’da polis parkı terk etmek zorunda kaldı ve park artık pek çok farklı kesimden oluşan eylemcilerin denetimine geçti. 15 Haziran’a kadar parkı denetimde tutan eylemciler, faşist TC polisinin saldırısı nedeniyle parkı terk etmek zorunda kaldılar. Ancak eylemler İstanbul da dahil Türkiye ve Bakurê Kurdistan’ın pek çok yerinde aynı yılın 30 Ağustos’una kadar sürdü. Ülke tarihinin en yoğun katılımının olduğu bu eylemlerde ülkenin farklı yerlerinde Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan, Berkin Elvan, Burak Can Karamanoğlu, Mehmet İstif ve Elif Çermik adlı yurttaşlar yaşamlarını yitirirken, resmi rakamlara göre 8163 kişi de yaralandı. Pek çok kişi tutuklandı. Bir o kadarı da yurt dışına çıkmak zorunda kaldı. AKP’nin, Türkiye’nin büyümesini engellemek için, ‘dış mihrakların bir tezgahı’, dünya kamuoyunun, ‘Türkiye’nin Baharı’, devrimci, demokratik, yurtsever kamuoyunun da Türkiye toplumsal mücadeleler tarihi açısından ‘bir dönüm noktası’ olarak tanımladığı Büyük Gezi Direnişi hala tüm sıcaklığıyla içte ve dışta tartışılıyor. Gezi öylesine güçlü bir direniştir ki, AKP iktidarı da toplumsal güçler de onun basıncını hala yoğunluklu bir şekilde yaşıyorlar. Herkes kendi cephesinden o süreci doğru anlamaya, gerekli dersleri çıkararak güne yüklenmeye, geleceğe yürümeye çalışıyor. Gezi’yi doğuran konjonktür Gerçekte iç içe geçen, iç ve dış faktörler olarak dönem konjonktürünü ele almak mümkün. Önce dış konjonktür ile başlarsak; Gezi Direnişi’nin geliştiği dönem, aynı zamanda Ortadoğu’nun tümünü saran ve pek çok despotik devlet yönetimini alaşağı eden ‘Arap Baharı’ dönemiydi. Türkiye’nin hemen yanı başında TC ile benzer devlet geleneğini temsil eden pek çok ülkede toplum; demokrasi, eşitlik, adalet, özgürlük, iş-aş talepleriyle sokaklara döküldü, direndi, büyük bedeller ödedi ve nihayetinde bazı ülkelerde mevcut iktidarı devirirken, diğerlerinde de kayda değer değişimlerin yaşanmasını sağladı. Böylelikle Ortadoğu’da dipten gelen bu dalgaya kapılmayan ülke, bu direnişin etki etmediği, değişiklikler yaratmadığı siyasi iktidar kalmadı. ‘Arap Baharı’ şeklinde kavramsallaştırılan bu direniş, dünyadaki tüm toplumsal mücadelelere büyük bir güç, destek sundu. Pek çok yer için ilham kaynağı oldu. Elbette ki tüm dünyayı, Ortadoğu’yu bu kadar etkileyen bu toplumsal direnişin Türkiye’yi etkilememesi düşünülemezdi. Zira Türkiye de benzer bir iktidar tarafından yönetiliyordu. Onun da halklara yaşattığı acılar benzerdi. Türkiye’de de demokrasi, özgürlük, eşitlik, adalet, iş-aş sorunu derinlemesine yaşanıyordu ve dahası AKP iktidarının zihinsel kodları bu sorunlara çözüm üretmekten uzaktı. O nedenle Ortadoğu’daki toplumsal direnişi doğuran tüm gerekçeler fazlasıyla Türkiye toplumu için de geçerliydi. Nitekim Gezi’de tüm bu talepler kendisini dışa vuracaktı. Dış faktör olmasına karşın TC’nin Kürt düşmanlığı nedeniyle iç faktöre dönüşen Rojava Devrimi de Gezi Direnişi’ni direkt etkileyen çok önemli bir gelişme oldu. Rojava Kürtleri 19 Temmuz 2012’de o güne kadar kendilerini Kürt olarak tanımayan Suriye rejimine karşı bulundukları kentlerde, köylerde ayaklandılar ve öz yönetimlerini ilan ettiler. Kobanê ile başlayan bu süreç birkaç gün içinde Efrîn ve Cizîr bölgesini de içine alarak bir devrimle sonuçlandı. Evet, Türkiye’nin hemen güneyinde Kürtler öncülüğünde, yörede yaşayan halklarla birlikte tüm ezilen insanlığa umut olan Rojava Devrimi gerçekleşmişti. Gezi Direnişi’ne doğru giderken, Kürtler ve bölgedeki halklar farklılıkların eşitçe birliği anlamına gelen devrimlerini gerçekleştirirken; AKP yönetimindeki TC, bu devrimi yok etmek için insanlık düşmanı, zebaniler ordusu DAİŞ ve benzeri çeteleri örgütlüyor ve devrime saldırtıyordu. AKP’nin tüm dünya insanlığı için büyük tehlike teşkil eden DAİŞ gibi çete yapılarıyla bu kadar içli dışlı olması TC’nin, Batılı güçlerle de arasını ciddi düzeyde açıyordu. TC bir taraftan kuruluşundan itibaren istikamet olarak belirlediği Batı’dan uzaklaşırken, diğer tarafından Batı ile olan ilişkilerinde giderek daha fazla sorun yaşıyordu. Bu da Türkiye toplumu açısından sorun olarak görülüyordu. AKP’nin mezhepçi, radikal dinci, maceracı ve saldırgan dış politikası kabul görmüyordu. Özgürlük, demokrasi, eşitlik, adalet talepli Gezi direnişçileri aynı taleplerin başarısı olan Arap Baharı ve Rojava Devrimi’nden olumlu etkilenir ve bunlardan ilham alırken, AKP ise DAİŞ ve benzeri çetelerle iş tutuyor, bu çete yapılanmasının Ortadoğu’da geliştirdiği ve geliştireceği soykırım saldırılarının perde arkasındaki azmettirici oluyordu. AKP yönetimindeki TC, giderek DAİŞ’leşiyor, halkları ve modern Batı yaşamını esas alan tüm kesimleri tedirgin ediyordu. İçerideki durum Dışarıda, Türkiye sınırlarının hemen dibinde bu denli büyük gelişmeler yaşanırken, içeride de buna paralel gelişmeler oluyordu. Demokrasi, özgürlük, adalet, eşitlik, ifade ve inanç özgürlüğü gibi toplumun ortak taleplerini dile getirerek ve esas olarak da ABD başta olmak üzere kapitalist modernite sisteminin hegemonik güçlerinin desteğini alarak iktidar olan AKP, iktidardaki on birinci yılındaydı. Geçen bu on bir yıllık süreçte AKP üç genel seçimde de birinci parti olmuş ve 12 Haziran 2011 genel seçimlerinde %50’ye yakın oy oranıyla ezici bir çoğunluk elde etmişti. Seçimlerde alınan bu sonuç ile AKP, adeta iktidar zehirlemesi yaşamış ve toplumun neredeyse tüm kesimlerini karşısına almaktan çekinmemişti. Yaptığı her şeyin kendisine destek veren toplum tarafından onaylandığı anlayışıyla hareket ederek, giderek artan dozda anti-demokratik, tekçi ve istismarcı yüzünü herkese göstermişti. Dini ve milli duyguları istismar ederek büründüğü milliyetçi ve dinci karakteri nedeniyle AKP, toplumu bölüyor, ayrıştırıyordu. Toplum giderek “AKP’yi destekleyenler ve desteklemeyenler” şeklinde keskin bir ayrıma uğruyordu. Nitekim Türkiye toplumunun mevcut haline bakıldığında bunun ne düzeye geldiği kendiliğinden anlaşılır. Dolayısıyla Gezi Direnişi ön gününde AKP kendisini mutlak iktidar olarak görürken, kendisi gibi düşünmeyen herkesi ötekileştirmiş, herkesin düşüncesine, inancına, kimliğine, yaşam tarzına müdahale edecek düzeyde bir otoriterleşmeyi yaşamıştı. Böylelikle AKP toplumun en az yarısını karşısına almış durumdaydı. Bu yönüyle Gezi’de AKP politikalarına karşı direnişe geçen kesimler, çoktan hazır durumdaydılar. Kendilerini bu denli hazır hale getiren ise AKP’nin otoriter, anti demokratik, tekçi uygulamalarıydı. AKP çıkarken ve iktidar olmaya çalışırken esas olarak Fethullahçılarla hareket etmişti. ‘Ilımlı İslam’ adı altında bu her iki gücü bir araya getiren kapitalist modernite sistemi, kendilerinden Türkiye’yi Ortadoğu için ‘Ilımlı İslam’ın Model Ülkesi’ haline getirmelerini istemişti. Bunun için de kendilerini devletin kurucu sahibi olarak gören Kemalistleri ve Ergenekoncuları aşmaları gerekiyordu. Toplumun o güne kadarki Kemalist rejime olan tepkisi ve uluslararası güçlerin sunduğu sınırsız destek dayanılacak temel güç kaynaklarıydı. Bu güce dayanan AKP-Fethullah ortaklığı 2011 yılına gelindiğinde bu kesimi önemli ölçüde geriletmiş ve rejimde belli değişiklikler yapmayı başarmıştı. AKP-Fethullahçı ortaklığı karşılarındaki gücü belli ölçüde gerilettikten sonra bu defa kendi aralarında iktidar mücadelesine başladılar. Her geçen gün AKP-Fethullah hareketi arasındaki ipler geriliyor, iktidar mücadelesi kızışıyordu. Gezi’ye doğru giderken, AKP kendisini iktidara taşıyan Fethullahçı ortağından da olmuştu. Nitekim aynı yılın sonunda yolsuzluk ekseninde gelişen olaylar, ortakların ne denli karşıt hale geldiklerini herkese gösterecekti. Toparlarsak, Gezi’ye doğru giderken, AKP gerçekte yalnızdır. Şimdilerdeki ortaklarından olan Ergenekoncular iktidar olma yolundaki asıl engeldir ve Fethullahçılarla ittifak ederek aştıkları güçlerin başında gelmektedir. Şimdilerdeki diğer ortak MHP ile o dönem pek çok nedenden ötürü adeta kanlı bıçaklıdır. Birbirlerini idama götürmekten bahseden iki düşman güçtür. Eski ortakları Fethullahçılar ise iktidar mücadelesi nedeniyle artık düşmandır. Bu yönüyle AKP seçimlerde önemli bir oy oranını yakalasa da esasında yalnızdır, şu an ittifak ettiği güçlerden yoksundur. Bağlantılı bir şekilde hem kuruluş hedeflerinden sapması hem de DAİŞ gibi Batı için de büyük bir tehlike teşkil eden güçlerle olan ideolojik ve politik birlikteliği nedeniyle Batı’nın da desteğini eskisi kadar alamamaktadır. Tüm bu gelişmelere rağmen yine de Gezi Direnişi’nin gelişmesine doğrudan etki eden en büyük gelişme, 2013 yılının hemen başından itibaren başlayan İmralı Görüşmeleri’dir. Önder Apo’nun 2013 Newrozu’nda ilan ettiği deklerasyonla ülke yepyeni bir sürece girdi. İçte ve dışta bu kadar zorlanan, tek başına kalan AKP iktidarı çok büyük bir mücadele dinamiği olan Kürt Özgürlük Hareketi ile görüşmek zorunda kalmıştır. AKP’nin her konuda olduğu gibi Kürt sorunu konusunda da istismarcı yüzünün anlaşılması fazla sürmemiştir. Bu da Kürt Özgürlük Mücadelesi’nin en yoğunluklu bir şekilde yürütülmesini zorunlu kılmıştır. Bunun karşıt kutbunda da AKP bir özel savaş hükümeti olarak tüm cumhuriyet hükümetlerinin bildiği tek politika olan imha ve inkar politikasında azami düzeyde ısrar etmiştir. Bu soykırımcı politikanın başarıya ulaşması, Kürt soykırımının gerçekleşmesi için elinden gelen her şeyi yapmıştır. Yürüttüğü soykırım savaşında başarılı olamayacağını anlayınca da 2006 yılından itibaren zaman kazanmak, oyalamak için Önderlik, Kürt Özgürlük Hareketi ve demokratik siyaset alanıyla pek çok kez görüşmeler yapmıştır. Bu görüşmelerin doruğu ise Gezi’nin de olacağı yıl olan 2013’ün hemen başında İmralı’da Önder Apo ile yapılan görüşmeler olmuştur. AKP’nin bu görüşmelerle Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmeyi öngördüğü, yaşadığı yalnızlık ortamında daha fazla zorlanmamak ve iktidarını korumak için Kürtlerle görüştüğü bizzat kendileri tarafından dile getirilmiştir. Önderlik de bu görüşmelerle bir yandan demokratik siyaset alanı başta olmak üzere mücadele eden tüm güçlere alan açma, hazırlık yapma imkanları yaratmaya çalışırken, öte taraftan yapabilirse devletin tekçi zihniyetinde değişiklikler yapmayı öngörmüştür. 2015 Şubat’ında açıklanan Dolmabahçe Mutabakatı’na kadar süren iki yılı aşkın bu süreç, Türkiye açısından yepyeni bir süreç olmuştur. Çatışmaların neredeyse tümden durduğu, gerillanın Türkiye ve Bakurê Kurdistan sınırlarının dışına çekilmeye başladığı, demokratik siyasete Kürt sorunu başta olmak üzere tüm toplumsal sorunları çözme fırsatının yaratılmaya çalışıldığı yumuşak bir ortam oluştu. Kürt sorunu gibi sert mücadeleyi gerektiren bir sorunun çözülmesinde yumuşak yöntemler öne çıktı. Sertlik yerini yumuşaklığa bıraktı. Toplumun tüm kesimleri artan düzeyde kendini daha fazla ifade etme, örgütleme imkanı buldu. Bu yönüyle İmralı’da başlayan diyalog süreci Gezi Direnişi’nin ortaya çıkmasının objektif zeminini büyük ölçüde hazırladı. Sert mücadele ve savaş ikliminde Türkiye toplumunun Gezi benzeri bir eylemi örgütlemesi imkansız değilse de zorlu olurdu. Gezi’de bir araya gelenler kimlerdi? Kuşkusuz herhangi bir eylemin katılımcıları, o eylemin neyi amaçladığına bağlıdır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Gezi’nin görünürdeki sebebi, bir doğal yaşam alanı olan Gezi Parkı’nın mevcut halinin, yeşilliğinin korunması istemidir. Aksi yönlü mahkeme kararlarına rağmen ağaçların sökülüp yerine Topçu Kışlası’nın yapılmak istenmesi, bu eylemin gerçekleşmesinin fitilidir. Doğal yaşam alanının yok edilmesi elbette ki ayağa kalkmak, isyan etmek ve direnişe geçmek için kendi başına yeterli bir sebeptir. İktidarın benzer birçok uygulaması olduğu halde buna karşı yeterince harekete geçilmemesi, toplumsal güçler açısından en büyük özeleştiri konusu olmak durumundadır. Kaz Dağı, Kanal İstanbul Projesi, Heskîf’i (Hasankeyf) sular altında bırakarak katleden Ilısu Barajı, Geliyê Zîlan HES Projesi, Mêrdîn’deki RES Projesi, Munzur’u yok etmek için oluşturulmuş olan projeler, dünyalar güzeli Karadeniz’in doğasını tahrip eden projeler vb hepsi tıpkı Gezi gibi büyük kalkışmaların gerekçesi olmak durumundadır. Dolayısıyla her varlık gibi insan türünün de yaşamını sürdürebilmesi için doğaya ihtiyacı vardır. Doğanın korunması bu yönüyle aynı zamanda insanın da korunması anlamına gelir. Doğanın katledilmesi insan yaşamının üzerinde yeşereceği zeminin de yok edilmesidir. O nedenle insan toplumsallığını korumak kadar önemlidir doğal yaşamı korumak. Bunlar birbirinden ayrıştırılamaz. Dolayısıyla Gezi’nin fitilini ateşleyen Sırrı Süreyya Önder, gerçekten de ekolojik bilinçle ve doğayı koruma güdüsüyle hareket etmiştir. Temsil ettiği siyaset, üyesi olduğu parti olan Barış ve Demokrasi Partisi, kendisinden böylesi bir duruşu isterdi ki, kendisi de bunu yapmıştır. Esas alınan paradigma Demokratik, Ekolojik ve Kadın Özgürlükçü Toplum Paradigması olunca, ekolojik bilinçle hareket etmek bir zorunluluk halini alıyor. Bu yönüyle sevgili Sırrı Süreyya Önder tam da yapılması gerekeni yapmış ve bu eylemin ivme kazanmasını sağlamıştır. Kendisi gibi doğayı korumak ve yaşadığı çevrenin yeşil kalmasını isteyen pek çok kişinin de bu şekilde hareket ettiğinden kuşku duyulamaz. Bu yönüyle Gezi Direnişi’nin oluşumu bu şekilde gerçekleşmiş ve ekolojistler, Erdoğan faşizmine gereken cevabı vermişlerdir. Ancak eyleme katılanlar aynı zamanda hiç de demokratik olmayan AKP iktidarına halk adına had bildirme tutumu almışlardır. Seçimlerde aldığı oy oranına dayanarak istediği her şeyi hiç kimseye sormadan, kendini tüm farklı görüşlere kapatarak yapabileceğini sanan tekçi, faşist zihniyete karşı demokratik bir tutum alınmıştır. Eyleme kalkan herkes, AKP’ye ülkeyi keyfine göre yönetemeyeceğini, kendi yaşam tarzını herkese dayatamayacağını, herkesin yaşam alanlarını ranta açamayacağını vb görüşlerini söyleyerek demokratik bir duruşun nasıl olması gerektiğini göstermiştir. Gerçekten de Erdoğan’ın adeta temel karakteristik özelliği haline gelen faşist zihniyet, herkesin tutum almasına sebep olmuştur. Bu yönüyle de ülke yönetiminde görüşleriyle, iradeleriyle yer edinmek isteyen tüm toplumsal kesimler Erdoğan’ın despotik faşist zihniyetine müdahale etmiş ve demokratik duruşlarını göstermiştir. Gezi’ye, ekolojiye duyarlı, demokrasiden yana kesimlerin yanı sıra kadınların katılımı da oldukça yoğun olmuştur. Sahip olduğu erkek egemenlikçi zihniyet gereği sürekli bir şekilde kadını aşağılayan, kadın doğasını küçümseyen, kadının yerinin evinde oturmak olduğunu söyleyen, kadına kaç çocuk doğurması gerektiğini sürekli bir şekilde anımsatan, DAİŞ zihniyetli Erdoğan’a karşı kadınların büyük kitleler halinde eyleme geçmesi işin doğası gereği olmuştur. Böylelikle erkek egemenlikçi faşist zihniyetin doğaya, topluma ve kadına yaklaşımının aynı olduğunu bilen tüm demokratlar, ekolojistler, kadınlar, emekçiler, işçiler, gençler, anti-kapitalist Müslümanlar hep birlikte Taksim Gezi’de direnişi harlamışlardır. Bu yönüyle Gezi Direnişi Erdoğan’ın ötekileştirdiği, karşısına almaktan çekinmediği toplumun tüm kesimlerinin ortak mücadelesi olmuştur. Toplumsal talepleri temsil eden bu kesimlerin yanı sıra Gezi’yi Erdoğan ile iktidar mücadelelerinin zemini haline getirenler de olmuştur. Erdoğan’ın Fethullahçılarla birlikte hedef tahtasına oturttuğu Ergenekoncular, Perinçekçiler gibi istirmarcı, iktidarcı kesimler daha başından beri eylemleri bir fırsata dönüştürmüş ve hükümeti düşürmek için değerlendirmek istemişlerdir. İlk başta mesafeli dursalar da MHP’liler eylemlerin sarsıcı etkisini görmelerinin ardından tıpkı Ergenekoncular gibi eylemleri hükümetle hesaplaşmanın zemini haline getirmek istemişlerdir. Yanı sıra benzer bir yaklaşım CHP cephesinde de yaşanmıştır. Toplumsal güçler demokrasi, eşitlik, adalet, özgürlük, ekoloji, kadın özgürlüğü, ifade özgürlüğü, emek hakkı gibi taleplerle eyleme geçerken, ulusalcı Ergenekoncular, MHP’de temsilini bulan kafatasçılık ve CHP’lilerin temel motivasyonu bu taleplerden çok, iktidar mücadelesi olmuştur. Bu durum özellikle Kürtlerin Gezi eylemlerine yaklaşımını belli düzeyde olumsuz etkilemiş ve bu da eylemlerin sonuç alıcılığına etkide bulunmuştur. Kürtler ve Gezi Soykırıma tabi tutulan ve var olma savaşı veren Kürtler, yaşamlarının her anını mücadele ederek kazanmak zorunda kalmış bir halktır. Hala da fiziki varlıklarını sürdürmek ve kültürel var oluşlarını gerçekleştirebilmek için ölüm-kalım savaşı vermek durumundadırlar. Dolayısıyla soykırımcı rejime karşı yürüttükleri mücadelede her zaman için ittifak edecekleri toplumsal kesimlere ihtiyaç duyarlar. Bu yönüyle Gezi Direnişi tam da Kürtlerin ihtiyaç duyduğu ittifakları ortaya çıkarmıştır. Kürtler, Gezi sürecine, Gezi Direnişi’nin gelişmesine sebep olan AKP hükümetiyle yürüttükleri diyalog koşullarında girmiştir. Kürtler o dönem savaştıkları AKP hükümetiyle masaya oturmuş ve yüz yıllık sorunlarını çözmeyi denemektedirler. İşte Kürtlerin, AKP ile diyalog sürecinde olmaları, Gezi Direnişi’ne katılmalarına etkide bulunmuştur. Gerçekte Kürtler, Gezi’nin başlangıcından itibaren yer almışlardır. Hatta Gezi Direnişi’nin fitilini gerçek anlamda ateşleyen yukarıda da belirttiğimiz gibi Sırrı Süreyya Önder olacaktır ki, kendisi Kürtlerin en yoğun şekilde temsil edildiği BDP vekilidir. Dahası Gezi’deki bu rolünden dolayı sevgili Sırrı Süreyya Önder İmralı Heyeti’nden bir süreliğine bile olsa çıkarılacak ve böylece AKP tarafından cezalandırılacaktır. Kürtler, Gezi’de özellikle de İstanbul’daki protesto eylemlerinde güçlü bir katılım sergilemişlerdir. Ancak asıl yetersizlik, Kürdistan’daki katılımlarda yaşanmıştır ki, Kürtlerin yeterince katılmadığı noktasında geliştirilen eleştirilerin nedeni de daha çok budur. Kürtlerin Kürdistan’daki katılımına olumsuz etki eden en temel etken, bahsedilen diyalog sürecinin yeterince doğru anlaşılmamasıdır. ‘Süreç bozulmasın’ diye, çoğu zaman demokratik siyaset alanında gereğinden fazla hassas yaklaşılmış, sürece hacminden büyük anlamlar yüklenmiş, sorunun kesinkes çözüleceğine dair fazlasıyla umut beslenmiştir. Özcesi diyalog süreci hassasiyeti, her anı eylem anı olan Kürt halkının sürece ağırlığını koymasını engellemiştir. Kürtlerin, Gezi Direnişi’ne biraz mesafeli durmalarının bir diğer nedeni de bağlantılı olarak diyalog sürecine karşı olan Ergenekoncuların, MHP’lilerin ve CHP’lilerin de yoğunluklu bir şekilde sahada olmalarıdır. Bu güçler, Kürtler konusunda bilinen imha, inkâr politikasının sürdürücüleri olarak, Kürt sorununun çözümü için atılması muhtemel her türden çabaya karşı olduklarını belirtmişlerdir. Kürtlerin bir tarafı oldukları diyalog sürecine radikal bir şekilde karşı durmuşlar ve Kürtlere yönelik sürdürülen soykırım politikalarının ısrarlı bir şekilde sürdürülmesini istemişlerdir. Bu da Kürtlerin varlığına kast etmek isteyen bu kesimlerle aynı ortamı paylaşmaları konusunda temkinli hareket etmelerine neden olmuştur. Öyle ki demokratik siyasetin öncüleri, yaptıkları açıklamalarda toplumsal taleplerle bu güçlerin yaklaşımlarını ayrıştırmış ve neden yeterince sahada olmadıklarını ortaya koymuşlardır. Nihayetinde bu yetersiz duruş, hareketimizin yönetiminin Gezi Direnişi’nin sahiplenilmesi gerektiği yönündeki açıklamalarının ve esas olarak da yapılan ilk görüşmede Önderliğimizin Gezi direnişçilerini selamlayan, direnişin sahiplenilmesi ve alanın Ergenekonculara bırakılmaması gerektiğini ortaya koyan mesajından sonra aşılmış, eylemlerin Kürdistan’daki yoğunluğu artmıştır. Böylelikle biraz gecikmeli de olsa Kürtler Gezi Direnişi karşısındaki tutumlarını düzeltmişlerdir. Gezi’nin öğrettikleri Eksiği ve fazlasıyla Gezi Direnişi Türkiye’de toplumsal mücadeleler tarihinde bir dönüm noktası olmayı hak etmiştir. Ergenekoncu, milliyetçi çevreleri çıkarırsak, demokrasi, özgürlük, eşitlik, adalet talepleriyle bir araya gelmiş büyük bir toplumsal dayanışma ve direniş örneğidir Gezi. Orada toplumun çoklu doğası kendisini her yönüyle ortaya koymuş, kolektif bir çalışma esas alınmış, komünal yaşanmıştır. O kısacık süreçte tekçiliğe, anti demokratik uygulamalara karşı direnmenin keyfi doya doya yaşanmış, Türkiye açısından insanlar yeni bir şeyi deneyimlemişlerdir. Türkiye toplumu 1970’lerden sonra ilk defa bu kadar büyük kalabalıklar halinde ve yaygın bir şekilde mevcut iktidara karşı başkaldırmıştır. 12 Eylül’den sonra artık Türk toplumunun iktidara karşı harekete geçmeyeceği şeklindeki ezber bozulmuş, Türkiye toplumunda, soykırımcı rejimin onca istismarına karşın ne denli büyük bir demokratik potansiyelin olduğu herkesçe görülmüştür. Anadolu’nun çoklu kültürünün yeniden canlandırılmasının ne denli mümkün olduğunu herkes görmüştür. Birbirine saygının, tahammülün, birlikte bir şeyler yapmanın, haksızlığa karşı birlikte karşı koymanın ne denli mümkün olduğunu herkes görmüştür. Sokağın, toplumsal direnişin iktidarcı güçler üzerinde ne denli etki edebileceğini, Türkiye’de bile iktidarlara geri adım attırılabileceği açıkça görülmüştür. Nitekim gelişen eylemler sonucunda projenin dayanağı olan planlar İstanbul 1. İdare Mahkemesi tarafından daha direniş sürerken, 6 Haziran 2013 tarihinde iptal edilmiştir. Gezi aynı zamanda Türkiye toplumunun TC’nin baskıcı, zalim yüzünü en açık bir şekilde gördüğü dönem olmuştur. Kürdistan’da sistematik bir şekilde uygulanan devlet terörü, belki de ilk kez Türkiye toplumu tarafından bizzat görülmüş ve hissedilmiştir. O güne kadar Kürdistan’da ‘terörle mücadele’ adı altında yapılan zulmün, Kürt olmadıkları halde kendilerine de uygulandığını görmüşlerdir. Bu da Kürtlerle aralarında empatinin gelişmesine neden olmuştur. Bu yönüyle Gezi Direnişi Türkiye toplumunda Kürtlere yönelik sistematik bir şekilde geliştirilen şovenizmin önemli bir kırılma yaşamasına neden olmuştur. Nitekim Gezi Direnişi sürecinde, Lice’ye bağlı Kayacık Köyü’ndeki karakol yapımını protesto eden göstericilere ateş açan TC’nin Medeni Yıldırım’ı katletmesi üzerine on binlerce kişi bu durumu protesto etmek için eyleme geçerek Lice Direnişi’ni sahiplenmiştir. Gezi süreci ve sonrası, Gezi öncesine göre Kürdistan ve Türkiye’nin birbirine çok daha yakınlaştığı, birbirini daha iyi anladığı bir süreç olmuştur. Gezi toplumsal güçlere bunları öğretirken, Erdoğan ve iktidarına da keyfinin istediğini yapamayacağını, ne denli büyük zorluklarla karşı karşıya olduğunu göstermiştir. Gezi Direnişi’nin dozajını ve yaygınlığını gören Erdoğan iktidarının en büyük korkusu yeni bir Gezi Direnişi’nin gelişmesi olmuştur. Özellikle de onun daha çok Türkiye sahasında gerçekleşmiş olması, kendisi açısından en büyük korku kaynağı olmuştur. Zira Kürdistan’da gelişen eylemsellikleri Kürdistan ile sınırlayarak, kriminalize ederek etkisini düşürmek mümkünken, Türkiye sahasında ve Türkiye toplumu tarafından geliştirilen böylesi eylemleri marjinalize ederek etkisizleştirmek mümkün olamayacaktır. O nedenle de Gezi’den beri Erdoğan’ın en büyük korkusu yeni bir Gezi olmuştur. Gezi neyi ne kadar başardı? Gezi’nin ne kadar başarılı olduğunu ölçebilmek için neyi amaçladığını bilmek ve sonucu ona vurmak gerekir. Ancak açık ki bu hiç de kolay değildir. Dar anlamda Topçu Kışlası’nın yapılmasını engelledi, ağaçları, dolayısıyla yeşil yaşam alanını kurtardı. Ancak bunun dışındaki demokrasi, eşitlik, adalet, özgürlük gibi tüm toplumsal kesimlerin ortak taleplerine ulaşılamadı. Bu da büyük Gezi Direnişi’nin tamamlanması gereken eksikliklerindendi. Peki, büyük bir kalkışma, direniş olduğu halde Türkiye’nin demokratikleşmesini neden gerçekleştiremedi, dahası o yapısıyla gerçekleştirebilir miydi? Buna da doğru cevapların verilmesi, doğru dersler çıkarmak için gerekli. Gezi’de hemen herkes yer aldı, ama herkes kendisi kalarak, kendi gündemleriyle yer aldı. Yani aynı zamanda örgütsüzdü Gezi. Herkesin dinleyeceği, ortaklaşacağı ve herkesin enerjisinin akacağı bir örgütlenmeye sahip değildi. Kendiliğindendi. Diktatöryal eğilimdeki iktidara karşı tepki duyan geniş toplumsal kesimlerin bir tepki hareketiydi, Gezi. Üzerinde anlaşılmış bir plana, projeye sahip değildi. Stratejik hedefi ve bağlantılı olarak taktikleri net değildi. Bir tepki hareketi olmanın ötesinde, nasıl bir Türkiye öngörüldüğüne ilişkin bir demokratik programdan yoksundu. Bu yönüyle önüne çok büyük ve bütünlüklü hedefler koyduğunu söylemek pek mümkün değildir. Gezi Türkiye ve Kürdistan’ın birleşik mücadelesinin programını ortaya koymaktan da yoksundu. Halbuki tarih Anadolu ve Kürdistan’ın birlikte olmadan hiçbir şeyi başaramayacağını yeterince ortaya koymuştur. Bu coğrafyanın diyalektiği hemen her zaman böyle kurulmuştur. Hiç kuşkusuz ki, bu toplumsal mücadeleler için de geçerlidir. Türkiye ve Kürdistan’da ortak düşmana karşı ancak birleşik mücadele ile sonuç elde edilebilir. Halkların Birleşik Devrim Hareketi, HDK, HDP farklı düzlemlerde bu bilinçle gidilen örgütlenmelerdir. Toparlarsak, örgütsüz, plansız, programsız, strateji ve taktiği net olmayan, kendiliğinden kalkışmaların büyük devrimsel sonuçlar üretmesi pek mümkün olmaz. Böylesi kalkışmalar mevcut iktidarları bazen düşürür, bazen iktidarları pek çok değişiklik yapmak zorunda bırakır, ama asla özlemlerin gerçekleşmesini sağlamaz. Çünkü bunun için öncü örgüt, program, doğru strateji ve taktik gerekir. Gezi’de olmayan daha çok bunlar olmuştur. Büyük Gezi Direnişi bu yetersizlikleri nedeniyle boşa gitmese de demokrasi, özgürlük, eşitlik, adalet gibi taleplerinin karşılandığı bir ülkenin doğuşunu da gerçekleştirememiştir. Bunun gerçekleşmesini yeni döneme başarılması gereken bir görev olarak bırakmıştır. Gezi’nin güncellenmesi Bugün Gezi Direnişi’ni doğuran nedenler, gerekçeler ortadan kalkmamış, tersine bunlara yenileri eklenmiştir. Gezi Direnişi’nde yer alanların Park’ın kurtarılmasının dışındaki hiçbir talebi karşılanmamış, gelinen aşamada durum daha da kötüye gitmiştir. O dönemden farklı olarak AKP iktidarı yanına Ergenekoncuları ve MHP’yi de alarak kapkara bir faşist sistem kurmuştur. Geçmişte kanlı bıçaklı olduklarıyla faşist bir ittifak kurarak toplum nefes alamaz hale getirilmiştir. Bugün temel hak ve özgürlüklerin kullanılması o dönemle kıyaslanamayacak düzeyde kötü durumdadır. Hak, hukuk, adalet, eşitlik, demokrasi, özgürlük, aş-iş vb talepler tüm Türkiye toplumunun yakıcı ve ortak talepleri haline gelmiştir. Ülkenin tüm güzellikleri bir avuç rantçı tarafından talan edilmekte, doğal güzellikler ve tarihi değerler yok edilmektedir. AKP-MHP-Ergenekoncu faşizmin insana olan düşmanlığı ile doğaya ve tarihi değerlere olan düşmanlığı at başı gitmektedir. En fazla korkulan şey herkesin kendisini özgürce ifade edip örgütleyebildiği demokrasi olmuş, dünyadaki rejimlerin demokrasi görünümünü değerlendiren uluslararası kuruluşlar tarafından Türkiye ‘demokratik rejimler sınıfı’ndan çıkarılarak ‘otokrasi’ olarak tanımlanmıştır. Evet, bugün tüm dünya Türkiye’yi otokratik rejim olarak tanımlamakta ve kendisiyle o temelde ilişkilenmektedir. Kadın katliamı AKP-MHP’nin faşist erkek egemenlikçi zihniyeti nedeniyle hiçbir dönem olmadığı kadar bu dönemde gerçekleşmiştir. Kadının büyük mücadelelerle elde ettiği hakları, bu kapsamdaki uluslararası sözleşmeler bu faşist iktidar tarafından yok edilmek istenmektedir. Gelinen aşamada yaşamın hemen her alanında kadın büyük bir cendereye alınmış haldedir. Devleti arpalık olarak gören bu zihniyet toplumun tüm maddi değerlerini talan etmekte, her şeyi kendisine hak görmektedir. Bir yandan rantçılık diğer yandan içte ve dışta uyguladığı savaş politikaları nedeniyle ekonomi dibe vurmuş, toplumun ezici çoğunluğu açlık sınırına dayanmıştır. Ekonomik nedenlerle yaşamına son vermeler, rutine binmiştir. Gelinen aşamada ekonomi topluma karşı kullanılan en etkili bir savaş aygıtına dönüşmüş durumdadır. Faşist ve soykırımcı zihniyeti nedeniyle içeride ve dışarıda varlığını savaşa bağlamıştır. İçeride başta Kürtler olmak üzere duyarlı tüm toplumsal kesimlere yönelik bir savaş yürütürken, dışarıda da mezhepçi, yayılmacı ve Kürt düşmanı zihniyeti nedeniyle pek çok yerde sıcak savaştadır. Hali hazırda dünyada ne yapacağı belli olmayan, kimseye güven vermeyen, dengesiz ve önü alınması gereken bir devlet pozisyonuna gelmiştir. Özcesi; Gezi’den bu yana AKP-MHP-Ergenekon faşist iktidarı kadın, toplum, doğa ve Kürt düşmanı karakterini daha da koyulaştırarak tahammül edilemez noktaya gelmiştir. Dikkat edelim, AKP-MHP soykırımcı faşist rejiminin bu karakteri ve uygulamaları Gezi Direnişi’nin gelişmesinin gerekçeleridir. Gezi Direnişi o dönem daha zayıf olan bu uygulamaları ortadan kaldırmak için gelişti. Dolayısıyla Yeni Gezilerin olması için objektif koşullar fazlasıyla mevcuttur. Eksiklik sübjektif faktörlerin devreye girmesinde yaşanmaktadır. Gezi Direnişi sürecinde direnmeyi kolaylaştıran diyalog sürecinin yerini bugün savaş almıştır. Kürdistan ve Türkiye’de, içeride ve dışarıda soykırımcı faşist rejime karşı mücadele çok sert geçmektedir. AKP-MHP faşizmi de Gezi benzeri bir toplumsal kalkışmayla tekrardan karşılaşmamak için azami dikkat göstermekte ve en küçük bir toplumsal eylemselliğe fırsat tanımamaktadır. Eylemi, demokratik talepleri kendi ölümleri olarak gördüklerinden her türden toplantı, gösteri, yürüyüşü yasaklamakta, gelişen en küçük eylemleri bile şiddetle bastırmakta, insanları sokağa çıkamaz hale getirmek istemektedir. Gezi Direnişi’nde yer alan CHP’nin bugün toplumun beklentisine karşın bir basın açıklaması bile yapmaya yanaşmaması, faşizmin sokağa çıkamaz hale getirme politikasının CHP nezdinde ne denli başarıya ulaştığını da ortaya koymaktadır. Gerçekte mevcut iktidar faşistleştikçe, meşruiyetini daha fazla yitirdiğinden toplumun pek çok farklı kesiminin de bir araya gelmesinin önü açılmaktadır. AKP-MHP-Ergenekon ittifakının karşısına bugün tüm yetersizlikleriyle birlikte Türkiye ve Kürdistan halklarının birleşik mücadelesi yerleşmiş durumdadır. Demokratik siyasi alanda HDP’nin öncülük ettiği ve daha da kapsamlılaştırılmaya ihtiyaç duyulan demokrasi direnişi tüm baskılara rağmen giderek güçlenmektedir. Tasfiye etmek için başvurdukları her yöntem, direniş sayesinde kendilerine dönmekte, HDP’nin daha da güçlenmesi gibi bir sonucu doğurmaktadır. Mevcut durumda pek çok sol, sosyalist, demokrat, yurtsever parti ve örgütlenmenin çatısı halindeki HDK ve HDP’nin başta Demokratik İslami kesimler olmak üzere, derdi demokrasi, özgürlükler, eşitlik ve adalet olan herkesle daha güçlü ilişki geliştirmesi, ittifaklar kurması halinde Gezi toplumsallığı başarı için ihtiyaç duyduğu örgütlenmeye kavuşmuş olacaktır. Gezi’nin başarıya ulaşmamasının en temel nedeninin bir öncü örgütünün olmaması olduğunu yukarıda belirtmiştik. İşte HDK ve HDP o dönemden çıkarılan dersler temelinde başarı için gerekli olan örgüt anlamına gelmektedir. Bu kadar saldırıya maruz kalmaları da önemli ölçüde bundandır. HDP’nin bu kadar saldırıya maruz kalmasının nedeni, onun Kürtleri temsil etmesinden kaynaklanmamaktadır. Bunu içerse de esas neden, onun Türkiye ve Kürdistan’ın mücadele dinamiklerini bir araya getirmiş olmasıdır. Kürdistan ile Türkiye’nin bir araya gelmesi demek, artık ‘beka’ vb nedenlerle Türkiye toplumunun istismar edilememesi demektir. Kürdistan ve Türkiye’nin bir araya gelmesi demek, tek başlarına başaramadıkları faşizmi yıkmayı birleşik mücadele ile gerçekleştirmeleri demektir. Demokratik siyaset alanının tek bir mevziyi bile terk etmeden bulunduğu her yerde faşizme karşı yürüttüğü mücadele gün geçtikçe faşizme daha büyük darbeler vurmakta ve onu eritmektedir. Var olan direnişi daha fazla toplumsallaştırmak, halkların birikmiş öfkesinin eyleme geçmesinin yol ve yöntemlerini bulmak, Gezi’nin amaçlarının başarılmasını getirecektir. Faşizme karşı mücadelede Türkiye ve Kürdistan’daki devrimci parti ve örgütlerin oluşturduğu Halkların Birleşik Devrim Hareketi’nin (HBDH) duruşu ve giderek artan eylemleri de Gezi’nin amacı olan ‘Demokratik Türkiye Özgür Kürdistan’ı getirecektir. Büyük bir özveriyle gerçekleştirilen bu mücadele gün geçtikçe büyümekte, Türkiye’nin her yerine yayılmaktadır. TC’nin Türkiye’yi uyutma, Kürdistan’ı yok etme stratejisi HBDH’nin yaptığı eylemlerle çökmektedir. Küçük-büyük demeden Türkiye’nin her yerinde yapılan ve düşmanı kahreden birim eylemleri giderek artmakta, faşist rejim kontrol ve hakimiyetini yitirmektedir. Şanlı özyönetim direnişlerinin fedai örgütü YPS ve YPS-Jin’ın, yine devrimci öfkenin oluşturduğu İntikam Birimleri’nin yaptığı her bir eylem, faşist rejimin ruhuna korku salmakta, onu yıkıma sürüklemektedir. Bugün Gezi’nin ilham aldığı Arap Baharı ve Rojava Devrimi’ne dünyanın tümüne yayılmış olan ırkçılık karşıtı protesto eylemleri, erkek egemen ideolojiyi ve onun sistemini hedefe koyan büyük kadın eylemleri de eklenmiş durumdadır. Dolayısıyla yeni ve daha büyük Gezi’lerin olmasının hem gerekçeleri hem de ilham alınacak güç kaynakları içte ve dışta fazlasıyla mevcuttur. İlla da Gezi benzeri büyük ve kitlesel eylemselliklerin olmasına odaklanmadan, irili ufaklı her türden eylemin faşizmin sonunu getireceği bilinciyle Gezi’nin hesap soran, geri adım attıran ruhunun esas alınması halinde AKP-MHP-Ergenekoncu faşist iktidarın tarihin çöp sepetine atılması kaçınılmazdır… | ||
© 2021 Serxwebûn |