Sal: 39 / Hejmar: 468/ Kanûn 2020
Mayıs şehitlerinin anısına layık olmak Birleşik devrim mücadelesini yükseltmekle mümkündürGulan 2020
Cemal Şerik Apocu Hareket her ne kadar Kürdistan Devrimi’ni geliştirirken Demokratik Ulus bilinciyle hareket etmişse de özünde enternasyonalist bir harekettir. Apocu Hareketi böylesi bir özelliğe sahip olmaya götüren de bilimsel sosyalizmi esas almasıdır. Kürdistan Devrimi’nin başarısında Türkiye başta olmak üzere tüm Ortadoğu devriminin ve dünya devriminin başarısını görüyor olmasıdır. Böylesi bir amaca, böylesi bir dünya görüşüne sahip olan bir hareketin de çıktığı koşullar itibariyle dayandığı temeller vardır. Dayandığı temeli de bugünkü Kürdistan ve Türkiye gerçekliği oluşturmaktadır. Tabii burada Kürdistan derken kastedilen Kürdistan bütünlüğü içerisinde Bakurê Kurdistan’dır. Çünkü Apocu Hareket Bakurê Kurdistanlı öğrenci, aydın gençlik tarafından oluşturulan bir harekettir. Türkiye ile ilgili olan boyutu Apocu Harekete öncülük edenlerin özellikle de Türkiye metropollerinde daha çok da Ankara’da öğrenim görmek üzere giden öğrenci gençlikten oluşmasıdır. İdeolojik temellerini buradaki öğrenci gençlik içerisinde etkili olan sosyalist düşüncelerden almış, Kürdistan somutunda özgürlük mücadelesine dönüştürebilmeyi başarabilmişlerdir. PKK’nin oluşum temellerinde bu gerçeklik vardır. Bunun daha doğru anlaşılması açısından Apocu Hareketin oluşumuna temel teşkil eden bu gerçekliğin o günkü koşullarının doğru bilince çıkarılması ve özümsenmesi gerekir. Sol-sosyalist ve Kürdistani olma özelliği Önder Apo’da bir arada olmuştur Apocu Hareketin ortaya çıktığı koşullar 1970’li yılların başıdır. Resmi tarihi 1973’ün Nisan’ında Önder Apo’nun Çubuk Barajı’nda bir grup arkadaşı ile yapmış olduğu toplantı ile başlar. Fakat Önder Apo’nun çıkışı, bir grup oluşturma doğrultusunda atmış olduğu bu ilk toplantı ile olsa da sosyalist, sol-devrimci düşüncülere ilgisi ve Kürdistani arayışlarının varlığı önceki yıllara dayanır. Önderlik, Kürdistani düşünceleri daha çocukluk döneminden itibaren çözümlemeye çalışır. O zamandan Kürtlüğün farkına varmıştır. Bu dönemde, Kürt olarak önüne nasıl bir yaşam çerçevesi çizildiğinin farkına varmaya başlamıştır ve redleri gelişmiştir. O redleri temelinde de, ‘nasıl bir çıkış yapılmalı’ arayışı içerisine girmiştir. Çocukluğunda arkadaşlarıyla oluşturduğu oyun grupları, orta, lise ve Tapu Kadastro okulu dönemindeki arayışları bu çerçevede gelişmiştir. Tapu kadastro eğitimini görmek için geldiği Ankara’da da o zamanki siyasal düşünsel, atmosfer ilgisini çekmiş ve ondan uzak kalmamıştır. Arayışları başlamıştır. O arayışlarının da kapsamı geniştir. İçinden geldiği toplumun özellikleri o arayışlarında etkisini göstermiştir. Başlangıçta din ile ilişkisi, dine ilgisi vardır. Namazını kılan, orucunu tutan bir öğrenci durumundadır. O zaman çevresinde farklı siyasal görüşler vardır. Necip Fazıl Kısakürek gibi kişilerin konuşmalarını dinleme durumu vardır. Fakat o süreçte de gelişen sol-sosyalist hareketlerden de etkilenmesi söz konusudur. ‘Sosyalizmin Alfabesi’ kitabını okumasıyla birlikte ise artık arayışlarında giderek sosyalizmden yana tercihinde derinleşmesi söz konusudur. Öğrenim için gittiği İstanbul’da bu arayışları daha fazla gelişmiştir. Sosyalist hareket, devrimci gençlik hareketleri bir yükseliş içerisindedir. Onlara yakın bir ilgi vardır. Fakat bu ilgiyle birlikte de o zamanlar faaliyet yürüten DDKO ile de ilişkilidir. DDKO’ya gitmiştir, toplantılarına, seminerlerine katılmıştır. O açıdan sol-sosyalist özellikle Kürdistani olma özelliği Önder Apo’da hep bir arada olmuştur. Bunlar arasında Önder Apo bir tercih yapmamıştır. O zaman bu tür tercihlerde bulunanlar da vardır. Bazılarında ya DDKO içerisinde yer alıp Türkiye gerçeğinden uzaklaşarak Kürdistani boyutta kendini sınırlı tutma, sol-devrimci çıkıştan kendini uzak tutma ya da o zamanki Türkiye devrimci gençlik hareketi içinde aktif yer alarak Kürdistan sorununun çözümünü Türkiye devriminden sonraya bırakma yaklaşımı vardı. Önder Apo bu iki yaklaşımın dışında bir tutum belirlemiştir. Önder Apo, düşmanın devrimci hareketlere darbe vurmaya çalıştığı bir süreçte sorumluluk üstlenmiştir Bu belirlemiş olduğu tutuma da en yakın olarak gördüğü Mahir Çayan ve arkadaşlarının öncülük ettiği harekettir. Önderliği o hareketten yana eğilimini belirlemeye götüren de o hareketin devrimci militan özellikleridir. Kürt sorunu konusunda da cesur düşüncelere sahip olmalarıdır. Mahir Çayan’ın kişiliğinin Önder Apo üzerinde yaratmış olduğu bir etki vardır. Doğal olarak, yönünü Mahir Çayan’ın öncülük ettiği harekete doğru belirlemiş olması Önder Apo’nun yürüyüşüne, araştırmalarına, incelemelerine, sol hareket içerisinde yer almasına yön vermiştir. Önder Apo, İstanbul Hukuk Fakültesi’nden sonra Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde de bu eğilimini sürdürmüştür. Tabii bu süreç Türkiye’de sol hareketin yaygınlaştığı, fakat buna karşı da Türkiye’deki faşist generallerin yaşanan sürece müdahale hazırlığında olduğu bir dönemdir. Süleyman Demirel başbakandır, dönemin Adalet Partisi hükümetine muhtıra vermişlerdir. O muhtıra ile hükümeti hizaya getirerek istifaya zorlamışlardır. Ardından da Türkiye’de sıkıyönetim başlamıştır. O sıkıyönetim döneminde de ilk yapılmaya çalışılan devrimci gençlik hareketini bastırmak, tasfiye etmektir. O zaman gelişen 15-16 Haziran gibi işçi hareketlerini boğmaktır. Gelişen sol-sosyalist düşüncelerin toplum üzerindeki etkisini kırmaktır. Tabii bununla birlikte Türkiye’de gelişen sol hareket Kürdistan’da da etkili olmaya başlamıştır. Kürdistan’da örgütlenen hareketler vardır. Dersim, Meletî, Siwêreg, Qerejdağ, Semsûr ve Kürdistan’ın birçok yerinde örgütlenen hareketler de vardır. Bunların Kürdistan toplumunu etkileme durumu vardır. İşte sıkıyönetimle yapılmaya çalışılan, tüm bu devrimci muhalefet güçlerinin bastırılmasıdır. O süreçte devrimci, solcu bilinen, toplum içerisinde etkili olan birçok devrimci, aydın, yazar gözaltına alınmış, işkencelerden geçirilmiş ve zindanlara altılmıştır. Bununla birlikte Kürdistan’da köylere jandarma-komando baskıları düzenlenmiş, insanlar meydanlarda işkencelerden geçirilmiş, gözaltına alınmıştır. Bu dönemde örgütlü olan çeşitli gruplar ve dernekler devlete karşı ciddi bir mücadele başlatmamış ve devletle karşı karşıya gelmemişlerdir. DDKO üyeleri hakkında Kürtçülük davası açılarak cezaevlerine alınmışlardır. İşte Önderlik böylesi bir süreçte Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğrenimine devam etmiştir. Tabii o zamanlar Önderlik, Mahir Çayan çizgisini izlemektedir. Ama o zaman Mahir Çayan gibi arkadaşlarının kurduğu Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi’nin o bilinen önder kadrolarından da değildir. Onlarla hareket eden konumdadır, aktiftir. Öylesi bir özelliği var. Devrimcilerin önemli bir kısmı tutuklanmış, önemli bir kesimi de çatışmaya girmiş ve şehit düşmüşlerdir. 1971’in 1 Haziran’ında Hüseyin Cevahir İstanbul Maltepe’de şehit düşmüştür. Mahir Çayan yaralı yakalanmıştır ama daha sonra kaçmıştır. Bununla birlikte faşistler tarafından, polisler tarafından önceki dönemde öldürülen Taylan Özgür gibi devrimciler vardır. Daha sonra Mahir Çayan ve arkadaşları Kızıldere’de 30 Mart 1972’de şehadete ulaşmışlardır. Önder Apo düşmanın devrimci-sol hareketlere darbe vurmaya çalıştığı bir süreçte sorumluluk üstlenmiştir. Bulunduğu Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğrenci gençliğe öncülük eden konuma gelmiştir. Mahir Çayan ve arkadaşları şehit düştükten sonra Önder Apo, Mahirlerin anısına öncülüğünü yaptığı protesto eyleminde arkadaşları ile birlikte gözaltına alınmıştır ve tutuklanarak Mamak cezaevine gönderilmiştir. Önder Apo, Mamak cezaevinde derin bir yoğunlaşma yaşayarak o zamanki siyasal süreçlerden sonuçlar çıkarmış, pratiği çözümlemiş, kafasında oluşan birçok soruya cevaplar bulmuştur. Kendisi zindandayken Deniz Gezmiş ve arkadaşları idam sehpalarında katledilmiştir. Tüm bunların izlerinin canlı olduğu bir dönemde 1972’nin Kasım ayında cezaevinden çıkarak Ankara’da kalmaya devam etmiştir. Cezaevi sürecinden sonra Ankara’da birlikte kaldığı ilk arkadaşlar Haki Karer ve Kemal Pir’dir. Aslında her ne kadar Apocu Hareket’in Çubuk Barajı toplantısı çıkışının ilk adımı olarak görülse de aslında tohumlarının serpilip, ideolojik bir çerçeveye kavuşması, Kemal Pir ve Haki Karer ile birlikte Önderliğin aynı evde yaşayarak yürüttükleri tartışmalar, oluşturdukları yaşam ilişkisiyle başlamıştır. Önder Apo daha sonraki değerlendirmelerinde Apocu Hareketin çıkışını da 1970’lerdeki Türkiye’deki devrimci çıkışın mirasını sahiplenme çıkışı olarak adlandırmıştır. Denizlerin, Mahirlerin anısına sahip çıkma olarak değerlendirmiştir. Cezaevinden çıktıktan sonraki ilk adımları da bu yöndedir. Devrimci önderler şehit düşmüşlerdir, onların yoldaşı olarak onların mücadelesinin devam ettirilmesi, yükseltilmesi Önder Apo’nun öncelikli amacıdır. Haki Karer ve Kemal Pir ile yol arkadaşlığının da ilk temellerini oluşturan Önderliğin bu bakış açısı olmuştur. Haki Karer ve Kemal Pir’in şahsında Türkiye halkıyla birlikte yürümeyi amaçlamıştır. Aslında Haki Karer, Kemal Pir ve Önderliğin yoldaşlığı Kürdistan ve Türkiye halklarının birleşik devrimci mücadelesinin temelini oluşturur. Bu birliktelik de 1970 sürecinde şehit düşen devrimci önderlerin Mahirlerin, Denizlerin, 18 Mayıs 1973’te katledilen İbrahim Kaypakkayaların anısına verilen en anlamlı yanıttır. Apocu Hareketin 1970 sürecinde katledilmiş olan devrimci önderlerle ya da o süreçte katledilen Mayıs şehitlerinin anısına bağlılıkla ilişkisi görülmek isteniyorsa Önder Apo’nun şahsında Apocu Hareketin çıkışında esas almış olduğu ilke ve hedeflere bakmak gerekir. Apocu Hareket bu anlamda Mayıs şehitlerinin anısını yaşatan bir hareket olmuştur. 1970’li yılların Mayıs şehitleri; 1971 yılının 30 Mayıs’ında Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alpaslan Özüdoğru’yla Nurhak dağlarında başlayıp 6 Mayıs 1972’de idam sehpalarında katledilen Deniz, Yusuf, Hüseyin’le, Dersim’de tutsak düşen ve 1973’ün 18 Mayıs’ında Diyarbakır’da işkenceyle katledilen İbrahim Kaypakkayayla da devam eden bir şehitler zincirini ifade ediyor. Apocu Hareketin çıkışı da tüm bunların anısına verilen en anlamlı yanıt oluyor. Apocu Hareketin çıkışında temel teşkil eden Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin anısından uzaklaşmak yoktu Apocu Hareketin kendini örgütsel bir düzeyde ifade etmesini de böylesi bir çıkışa bağlı olarak ele almak gerekiyor. Apocu Hareket ilk başta bir Kürdistani örgüt olarak ortaya çıkmadı. İlk ortaya çıktığında da sadece Kürdistanlılardan oluşan, Kürdistan Devrimi’ni hedefleyen bir örgüt kurma hedefi de yoktu. O zamanki hedefi Türkiyeli ve Kürdistanlı devrimcileri ortak bir noktada bir araya getirerek birleşik devrim hareketinin ortaya çıkarılmasıydı. Tabii bu birleşik devrim hareketi içerisinde Kürtlerin de kendilerini iradi olarak temsil etmeleri, Türkiyelilerin de kendilerini iradi olarak temsil etmeleriydi. Aslında bu iradi temsillerin de bir halklar temsili şeklinde ifadeye kavuşmasıydı. Bu yönüyle Kürdistan ve Türkiye halkı kendisini iradi olarak bu birlik içerisinde temsil edebilmeliydi, burada iradenin ortaklaştırılması esastı. Yani Kürdistan halkının iradesinin Türkiye halkına, Türkiye halkının iradesinin Türkiye toplumuna teslim edilmesi değil ya da birinin diğerinden öncelikli ele alınması değil; halkların eşitlik ve özgürlük temelinde ortak hedefler doğrultusunda bir araya gelmesiydi. Önderliğin böylesine bir yaklaşımı vardı, böyle bir düşünce yapısına sahipti. Haki Karer ve Kemal Pir ile oluşturmaya çalıştığı buydu. Ve bunun çok uzun süre mücadelesini yürüttü. Önder Apo’nun Ankara’da oluşan devrimci gençlik örgütleri, öğrenci gençlik örgütleri içerisinde yapmaya çalıştığı da buydu. ADYÖD örgütlenmesinde Önderliğin hedefinde bu vardı. 1971’de muhtıra verilmiş, sol hareket darbe yemiş ama öğrenci gençlik kendisini 73’lerle birlikte toparlamaya ve aktif bir hale gelmeye başlamıştı. 12 Mart darbesini gerçekleştirenler bu yönüyle hedefine ulaşamamıştı. Aslında rüzgar ekmiş, fırtına biçmişlerdi. Mahir Çayanların şehadeti, Denizlerin idam edilmesi, İbrahim Kaypakkaya’nın işkence de katledilmesi öğrenci gençliği çok daha fazla aktifleştirmiş, onların mücadelesini devralmalarına neden olmuş ve hesap sorma arayışları içerisine çekmişti. Bu, toplum üzerinde çok büyük bir etki yaratmıştı. Üniversite gençliği de bu etkiyi en dorukta yaşayandı. Dernekler de bu gençler tarafından kurulmaya başlandı ve o mücadele içerisinde Deniz Gezmiş’in çizgisini savunanlar da vardı, İbrahim Kaypakkaya’nın da, Mahir Çayan’ın da çizgisini savunanlar vardı. Önderlik, bunların hepsinin ortak temsil edilmesi ve birlikte hareket etmesinden yanaydı ve bunun mücadelesini verdi. O süreçte bazı çevreler DDKD’ler şeklinde örgütlenerek Kürdistani yönünü ön plana çıkarmaya başladılar. Burjuva-milliyetçi çizgideydiler, sol-sosyalist özellikleri yoktu. Kimileri kendilerini öyle gösterseler de burjuva-milliyetçi-reformist çizgiydi, devrim diye bir hedefleri yoktu. Ama Türkiye’deki o sol hareketler içerisinde de Kemalizm’in etkisini taşıyan ve sosyal şoven çizgide olan eğilimler de ortaya çıktı. Bunlar Kürt sorununa uzak durmaya başladılar. Onlar da böylesi bir yaklaşım içerisine girince Kürdistan ve Türkiye’deki sol hareket içerisinde böyle çizgisel ayrım da ortaya çıktı. Önder Apo bu ayrıma karşı mücadele etti. Bir yanda sosyal şovenizme karşı diğer yanda ilkel milliyetçi-burjuva-reformist çizgiye karşı da mücadele etti. Bu mücadeleyi uzunca bir süre sürdürdü ama belirli bir noktaya gelince birleşik devrimci hareketi öylesi bir örgütlenme içerisinde bir araya getirmesi olanaksızlaştı. O ideolojik mücadele döneminde olanaksızlaşınca Önder Apo birlikte hareket ettiği arkadaşlarla, öncü grupla, kendi içerisinde resmi ilişkisi olan bir grup örgütlenmesi içerisine girdi. Ama o oluşturulan grup örgütlenmesinin içinde de hiçbir zaman Türkiye halkına uzaklık yoktu. Apocu Hareketin çıkışında ona temel teşkil eden Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin anısından uzaklaşmak yoktu. Yine hedefinde birleşik devrim vardı. Kürdistan ve Türkiye toplumlarının ortak mücadelesi vardı. Burada içerisine girilen farklı örgütlenme ise aslında halkların iradesinin temsilini ifade ediyordu. O zaman yapılan tartışmalarda da Apocu Hareket bağımsız ülke örgütlenmesini savundu. Bağımsız ülke örgütlenmesini savunurken de ortak devrime karşı çıkmadı. Apocu Hareket; Devrim ortak olacaksa da buna karar verecek olan halklardır, şeklinde bir tutumun sahibi oldu. Bir yanda bu çizgiyi savunurken diğer yanda Kürdistan’daki örgütlenmesini derinleştirdi. Kürdistan halkının iradesini temsil eder bir konuma geldi. 12 Eylül darbesi yaklaştığında da 12 Eylül faşizmine karşı birleşik devrim mücadelesini savundu, ortak bir örgütlenme, birleşik bir mücadele geliştirilebileceği yönünde görüşlerini ortaya koydu. Bunun için de Önder Apo bizzat Hareketin merkezinde yer alan arkadaşları görevlendirdi. Bu arkadaşlar üzerinden de o zaman Türkiye’deki belirli sol hareketlerin etkili insanlarıyla-kadrolarıyla tartışmalar yürütüldü, görüşmeler yapıldı. ‘Darbe gelecek, bu darbe koşullarında sol-devrimci hareketlerin birleşmesi gerekir, örgütlü hareket etmesi gerekir, bizim görüşümüz böylesi bir birliğin yaratılmasından yanadır’ diyerek resmi olarak görüşler iletildi, görüşmeler yapıldı. Ama Apocu Hareketin, -ki o zaman PKK kurulmuştu- PKK’nin bu çabalarına Türkiye’deki sol hareketler içerisinde sıcak bakanlar da oldu, tartışıldı, reddetmediler; ama bununla birlikte açıktan kabul etmeyenler de vardı. Bu aslında Denizlerin, Mahirlerin, İboların anısına verilebilecek en anlamlı karşılıktı. Çünkü Deniz Gezmiş olsun, Mahir Çayan olsun, İbrahim Kaypakkaya olsun, 30 Mayıs 1971’de Nurhaklarda şehit düşen Sinan, Kadir, Alparslan olsun onların hepsi 12 Mart askeri faşist darbesinin gerçekleştiği koşullarda katledilmişti. 1980’li yıllara gelindiğinde de tekrar Türkiye’de askeri faşist darbenin gerçekleşeceği tüm yönleriyle açığa çıkmıştı. 1970’lerde şehit düşen o devrimcilerin anısına verilecek en anlamlı karşılık da ayak sesleri duyulan faşist darbeye karşı birleşik direniş örgütü oluşturarak mücadele etmekti. O yapılsaydı gerçekten de Sinanların, Denizlerin, Mahirlerin, İboların anısına gerçek anlamda karşılık verilmiş olacaktı. Bu yönüyle 1970 yılında katledilen o devrimcilerin hem mücadele gerçekliğinden hem de onların anılarına olan bağlılık bunu gerektiriyordu. Dönemin devrimcilerinin örgütleri farklıydı ama aralarındaki ilişki devrimci yoldaşlıktı Şunu çok açıkça söyleyebiliriz; 1970 yılının o devrimci önderleri farklı örgütler kurdular; Sinan Cemgil, Hüseyin İnan, Deniz Gezmiş, Kadir Manga bunlar THKO’yu; Mahir Çayanlar ardından THKPC’yi oluşturdular. Daha sonra İbrahim Kaypakkaya, Doğu Perinçek’in ihanet çizgisini gördü, ona karşı devrimci çizgiyi temsil temelinde TKP-ML’yi ve onun ordusu TİKKO’yu oluşturdu. Bunların farklı örgütler de olsa, farklı örgütlerin öncü kadroları da olsa hiçbir zaman birlikte mücadele etmekten geri kalmadılar. Örgütleri farklıydı ama bunların arasındaki ilişki devrimci yoldaşlıktı. Devrimcilik ortak paydaydı. Onun üzerinden hiçbir zaman birlikte mücadele etmekten geri kalmadılar. Aralarında bir sosyalist rekabet vardı ama bu onların devrimci yoldaşlık ilişkilerini hiçbir zaman engellemedi. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan yakalandıklarında, İdamla yargılandıklarında Mahir Çayan ve arkadaşları onları kurtarmak amacıyla eylem gerçekleştirdiler. Mahir Çayan ve arkadaşları Ordu Ünye’de İngiliz teknisyenleri radardan aldıklarında, eyleme gittiklerinde yalnız değillerdi. THKPC öncü kadroları ile birlikte THKO öncü kadrolarından Ömer Ayna, Cihan Alptekin’de oradaydı. Öyle birlikte ortak eylem gerçekleştirmişlerdi. 1980 12 Eylül darbesine karşı da aslında Türkiye’de sol hareketlerin yapması gereken bu devrimci yoldaşlık çizgisine sahip çıkarak onların anısına faşizme karşı birleşik direniş cephesini oluşturmaktı. Bu yönüyle Önder Apo, 1970 yılında şehit düşen başta Mayıs ayı şehitleri olmak üzere tüm şehitlerin anısına, 12 Eylül faşizmine karşı mücadele etmek istedi. Bu mücadelenin de sahibi oldu. Şimdi Önderliği böylesi bir düşüncede ısrarlı olmaya götüren neydi, bunun da doğru anlaşılması gerekir. Önder Apo, Ankara Mamak Cezaevi’nde yatarken 12 Mart sürecini iyi değerlendirdi. O zamanki sol hareketlerin mücadelesini, örgütlenme düzeyini iyi değerlendirdi. Yaşanan yetersizlikler neydi, onlardan iyi sonuçlar çıkardı. 12 Mart sürecini değerlendirirken Mahirleri, Denizleri, İbrahimleri değerlendirirken Önder Apo üç temel noktaya dikkat çekmişti. Birincisi; provokasyona gelmemekti. İkincisi; ağır baskı koşulları oluştuğu zaman farklı nefes boruları rolünü oynayabilecek çıkış noktalarının aranmasıydı. Üçüncüsü de; yedekler dahil her ihtimale karşı alternatif hazırlıkların yapılması. Örgütsel anlamda Önder Apo bu çıkardığı sonuçlarla faşizme karşı tedbirlerini alırken aynı zamanda da 12 Mart darbesi ardından şehit düşen o devrimci yoldaşların pratiğinden çıkartılan sonuçlarla hareket etti. Şunu burada açık olarak söylemek gerekir; PKK’nin 12 Eylül faşizmine karşı direnişinin temellerini oluşturan; Önder Apo’nun 1970 sürecinde şehit düşen devrimcilerin mücadele pratiklerinden çıkarmış olduğu sonuçlardır. Bu yönüyle PKK sadece çıkışı ile değil, parti olarak oluşumu ve 12 Eylül faşizmine karşı direnişiyle de 70 döneminin devrimci önderlerinin anısına en güçlü şekilde sahip çıkmayı başardı. FKBDC’den çekilenler oldu fakat PKK o çizgide ısrar etti 12 Eylül sonrası süreç de aslında PKK’nin bu mücadeledeki ısrarının en somut bir şekilde yaşanmasına tanıklık etti. 12 Eylül darbesi yapıldığında PKK, öncesinden gerilla savaşına hazırlık için geri hatlar oluşturmuştu. Lübnan’da Filistin hareketleriyle ilişki içerisine girerek gerilla mücadelesinin başlatılması hazırlıklarını yapmıştı. Bu anlamda 12 Eylül’den önce PKK bunun hazırlığı içerisinde olan bir hareketti. Bu temelde planlamaları da vardı. Kemal Pir arkadaş tekrar tutsak düştüğünde aslında bu planı uygulamaktan sorumluydu. Siverek Direnişi’ndeki tecrübeyi gerilla mücadelesine dönüştürme görevinden sorumlu olan arkadaştı. O görev ile Filistin sahasından gelmişti. Egîd arkadaşla birlikte öylesi bir görevi vardı. Fakat tutsak düştü. Kemal arkadaşın tutsak düşmesi, yerine getirilmesi gereken bu görevin daha sonraki sürece ertelenmesine neden oldu. PKK 12 Eylül darbesi sürecine böylesi bir hazırlık sürecindeyken girdi. 12 Eylül’le birlikte koşullar değişti. Koşullar değişince Türkiyeli sol hareketler çok ciddi darbe yediler. PKK’den de 12 Eylül öncesinde yakalananlar vardı. Öncü kadrolar dahil yakalanmalar oldu. Ama PKK’nin, Türkiye’deki diğer sol hareketler gibi örgütselliği dağılmadı, örgütlülüğünü korudu. Tutsak düşen kadroların yerine yenilerini görevlendirdi, eğitti, hazırladı. PKK bu hazırlıkları yaparken, bu sürece Türkiye’deki sol hareketleri de ortak etmek istedi. Türkiye’deki sol hareketlerin darbe ardından tutsak düşmemiş birçok öncü kadrosunun güvenli alanlara taşınmasında PKK çok önemli bir rol oynadı. Sadece açmış olduğu kanalları kendisi için değerlendirmedi, Türkiye sol hareketinin de hizmetine sundu. Mesela öylesi bir süreçte Gürcan Özcan arkadaş şehit düştü. PKK’nin Türkiye faaliyetlerinde öncü düzeyde önemli görev ve sorumluluk yürüten bir arkadaştı. O arkadaş öylesi bir süreçte şehit düştü. Bununla birlikte Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi’nin örgütlenmesi faaliyetlerini yürüttü. Acilciler, Sosyalist Vatan Partisi, Emek Partisi, Devrimci Yol adına Devrimci İşçi vardı, böyle dokuz hareketten oluşan Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi’nin kurulmasına öncülük eden hareketlerden biri oldu. İmkanlarını da o cephe içerisinde yer alan örgütlerle, guruplarla paylaştı. O açıdan Deniz Gezmişlerin, İbrahim Kaypakkayaların, Sinan Cemgillerin anısına bu yönüyle 12 Eylül’den sonra da faşizme karşı birleşik bir cephenin örgütlenerek cevap verme arayışında ısrar etti. Bu ısrar sonucu Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi kuruldu. Fakat çeşitli yanlış eğilimler Önder Apo’nun bu çabasını sabote eden yaklaşımlar içerisine girdiler. Bazıları FKBDC’den çekildiler, farklı düşünceler ortaya koydular. FKBDC’nin oluşum nedenlerini savunamaz hale geldiler. Fakat PKK o çizgisinde ısrar etti. Kürdistan’da silahlı gerilla hareketi başladığında da Türkiyeli sol, devrimci hareketlere yine birleşik mücadele çağrısında bulundu. O döneme ait Kürdistan’da Zor’un Rolü adlı kitap açılıp, okunursa herkes şunu rahatlıkla görür; PKK Kürdistan’da gerilla mücadelesine daha başlamadan önce önüne koymuş olduğu hedefler içerisinde Türkiye halkları ile ortak mücadele vardır. Temel taktiklerini belirlerken de bunu ortaya koymuştur. Ve Kürdistan’da silahlı mücadele belirli bir noktaya geldikten sonra bunun Türkiye toplumunun devrimci mücadelesi ile Türkiye’deki ayaklanmalarla bütünleşmesinin devrimin güvencesi, gelişmesinin garantisi ve bir sonuca ulaşması için ulaşılması gereken temel hedeflerden biri olarak belirlenmiştir. Bunların hepsi de tabii ki Apocu Hareket’in çıkışındaki temelleri olan bağıyla alakalıdır. Mücadelenin en geliştiği dönemlerde de bu olmuştur. Tüm imkanlarını Türkiyeli sol hareketlere açmıştır. Gerilla kamplarında eğitimler vermiştir, imkanlarının hepsini paylaşmıştır. Bu açıdan o çizgide ısrar etmiştir, devam etmiştir. Birlik platformları oluşturmuştur. Bütün bu çabalar PKK’nin o birleşik mücadele çalışmalarının, perspektifinin doğrudan sonuçlarıdır. HBDH’nin güçlü bir tarihsel geçmişi, ideolojik temeli vardır 90’lı yılların başında kurulan Devrimci Halk Partisi vardır. DHP’nin oluşumunda PKK’nin etkisi de ya da DHP’nin oluşumundaki o görüşleri de hep Apocu Hareket’in beslendiği temel kaynaklarla ilgilidir. 1990’ların başında DHP oluştuğu zaman hedefinde Apocu Hareket’in ilk ortaya çıkarken ki düşünceleri vardır. Türkiye Devrimi’nin Yolu ve Görevlerimiz adlı bir kitap çalışması yapılmıştır, aslında o DHP’nin manifestosu diye adlandırılabilecek bir kitaptır. O kitapta da bu görüşler çok net şekilde ortaya konulmuştur. PKK, DHP’nin gelişmesi için, Türkiye toplumu içerisinde görev ve sorumluluklarını yerine getirebilmesi için büyük görevler ve sorumluluklar üstlenmiştir. Tüm imkanlarını paylaşmıştır. PKK saflarına gelen birçok Türkiyeli arkadaşın DHP saflarında Türkiye toplumuna hizmet etmesini sağlamak için onlarla tartışmalar yürütmüştür. Yani o saflara gelen Türkiyeli arkadaşlar ‘bize gelmiştir’ yaklaşımıyla onları sınırlandıran bir yaklaşım içerisine girmemiştir. DHP bunun en somut bir göstergesi olmuştur. Ancak DHP çalışmaları istenildiği gibi, olması gerektiği gibi bir düzeye ulaşamayınca da kendisinden beklenenleri de yerine getirememiştir ya da getirmesi mümkün olmamıştır. DHP’nin oluşumu, PKK’nin, Önder Apo’nun gerçek anlamda Türkiye toplumuyla birlikte yürüme, birlikte mücadele etme, birlikte zaferi göğüsleme hedefindeki ısrarını göstermiştir. Bu hedef ve onun çabasından hiç bir zaman vazgeçmemiştir. Bu yönüyle de sürekli Türkiye toplumu içerisinde çalışmalar yapmıştır, çağrılarda bulunmuştur, Türkiyeli sol hareketlerle görüşmeler yapmıştır. Yapmış olduğu görüşmelerde tüm imkanlarını paylaşabileceğini, PKK’de somutlaşan tüm kazanımların aynı zamanda Türkiye devrimcilerinin de bir kazanımı olduğunu, bu kazanımlarda Denizler, Mahirler, İbrahimler, Sinanlar başta olmak üzere Türkiyeli devrimcilerin emeğinin olduğunu da söylemiştir. PKK’nin sunmuş olduğu ya da paylaştığı bu imkanların bu yönüyle aynı zamanda kendi değerlerine de bir sahip çıkma olduğunu ısrarla belirtmiştir. Bugün bileşik mücadele hareketi olarak şekillenmiş olan HBDH bu konudaki ısrar ve çabaların sonucudur. HBDH’nin ortaya çıkış tarihi de önemlidir. Dikkat edelim; ilanını 12 Mart 2016 günü gerçekleştirmiştir. Bundan doğru sonuçlar çıkartmak gerekiyor. 12 Mart neydi? 1971 devrimciliğine karşı faşizmin harekete geçme tarihidir. Halkların Birleşik Devrim Hareketi çıkışı ile birlikte faşizme karşı o zaman şehit düşen devrimcilerin anısını kendi örgütlenmesi somutunda gerçekleştirmek istediği için bu tarihi seçti. Birleşik devrim hareketi içerisinde İbrahim Kaypakkaya çizgisini temsil edenler de yer aldı, Mahir Çayan çizgisini temsil edenler de yer aldılar. Hatta bunlarla birlikte, o zaman Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş çizgisinde olmayıp başka çizgileri savunanlar da yer aldılar. Böylesine geniş bir yelpazeye sahip çıkışı gerçekleştirdiler ki 12 Mart faşizmine karşı devrimci direniş çizgisinin temsilinin nasıl gerçekleşeceğinin de somut bir göstergesi oldu. HBDH böylesine bir çıkış gerçekleştirdi. Bu yönüyle HBDH’yi 1970 devrimci çıkışının anısının temsili olarak görmek gerekir. PKK de bu anıya sahip çıkan, o dönemin devrimci mirasını temsil eden, sahiplenen bir harekettir. O nedenle de HBDH içerisinde PKK, sadece o hareketin oluşumu için imkanlarını sunmakla kalmadı, kendisi de en üst düzeyde Birleşik Devrim Hareketi içerisinde yerini aldı. O nedenle Birleşik Devrim Hareketi sadece 12 Mart rejimini katlettiği devrimcilerin anısının temsilcisi değil, aynı zamanda bu devrimcilerin mirasının pratikleştirilmesi için mücadele eden Apocu Hareketin de mücadeleyi ortaklaştırma çabasının da bir sonucudur. Bu yönleriyle HBDH’yi sadece sol gurupların yan yana gelmesi ve dönemin eylemsel ihtiyaçlarına cevap verilmesi olarak görmek yanlıştır. O kısır, dar bir yaklaşım anlamına gelir. Güçlü bir tarihsel geçmişi, ideolojik temeli vardır ve önünde de çok güçlü ve büyük, kutsal amaçları vardır. Böylesi büyük, önemli, ideolojik, siyasal amaçları olan bir harekete hem Kürdistan toplumunun hem Türkiye halkının sahip çıkması gerekiyor. Bunun gelişmesi, rolünü, görev ve sorumluluklarını yerine getirmesi için de büyük bir özveri içerisinde bulunması gerekiyor. Bu sağlanırsa 12 Mart döneminde devrimcilerin yapamadığı, 12 Eylül döneminde PKK’nin isteyip ulaşamadığı sonuçlara ulaşmak da olanaklı hale gelecektir. Bugün HBDH’nin, Türkiye metropollerindeki örgütlenmesini, bu amacın gerçekleşmesi doğrultusunda atılan adımlar olarak görmek gerekir. Sadece bir eylem boyutuyla değerlendirmemek gerekiyor. Belirlenen amaçları yerine getirme doğrultusunda atılan adımlardır. Peki, bu adımların nasıl bir önemi var? Aslında eylemler de atılan bu adımların bir ifadesidir. O adımlar olmasa eylem olmaz. Ama eylemler olmadan da o adımlar sağlamlaştırılamaz. Bu anlamda eylemlerle birlik için atılan adımların arasında tam bir diyalektik bağ vardır. Çünkü yapılan eylemlerle bugün Kürdistan toplumuna karşı soykırım savaşı yürüten Türk özel savaş rejimine cevap veriliyor. Sadece bu da değil, yapılan bu eylemlerle de Türkiye halkının soykırımcı TC devletine karşı olan tepkisini dile getirmiş oluyor. Bu anlamda halkların ortak iradesinin, ortak düşmana karşı bir mücadelede ortaklaşma gerçekliğini ortaya koyuyor. Bu eylemler daha da yükseltilmelidir. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan’ın idam sehpasındaki tutumları bizim için vasiyettir TC’ye vurulan her darbe Kürdistan’da yürütülen soykırım savaşına vurulan darbedir. Türkiye’de yapılan her eylem, psikolojik savaşın dincilik ve milliyetçilik temelinde toplumu zehirleme saldırılarına karşı vurulan bir darbedir. Yapılması gereken de bu darbelerin yaratmış olduğu sonuçların örgütlendirilmesidir. Halkların Birleşik Devrim Hareketi soykırımcı TC devletini darbelerken o eylemleriyle yapmış olduğu etkiyi, ortaya çıkardığı potansiyeli örgütlü bir güce ve toplumsal harekete dönüştürerek yükseltme görevi vardır. Bunlar yapıldığı zaman HBDH hem bu halkların birleşik bir devrim gücü olma rolünü oynayacak hem de oluşturulan bu birleşik gücün doğru eylemsel çizgisiyle de soykırımcı-sömürgeci Türk özel savaş rejimini yıkarak halkların iradesini temsil eden demokratik bir sistemin önünü açacaktır. Bu yapıldığı zaman da 1970’te şehit düşen devrimcilerin anısı da yaşatılmış olacaktır. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan idam sehpalarına çıktıkları zaman o idam sehpasını tekmelemeden önce söylemiş oldukları son söz, “Yaşasın Kürdistan ve Türkiye halklarının mücadelesi” idi. İşte o söz bir vasiyettir. O vasiyeti de bugün en üst düzeyde temsil edecek olan HBDH’dir. Bu Birleşik Devrim Hareketi de o vasiyetin gereği olarak hedefi eylemleriyle, örgütlenmesiyle bu sömürgeci-soykırımcı faşist TC özel savaş rejimini-devletini yıkmaktır. En temel görevi de budur. Bu görevi yerine getirdiği zaman Sinan Cemgil’in, Kadir Manga’nın, Alparslan Özüdoğru’nun, Deniz Gezmiş’in, Yusuf Aslan’ın, Hüseyin İnan’ın, İbrahim Kaypakkaya ve Haki Karerlerin de anılarına bağlı kalınmış olacaktır. Bu anıya bağlılığın gereklerini yerine getirenler vardır. 27 Nisan 2009 tarihinde İstanbul’da Devrimci Karargah’ın öncü kadrolarından olan Orhan Yılmazkaya böyle seçkin, öncü kadrolardan biridir. Birleşik Devrim Hareketi’nin de görevi de Orhan Yılmazkaya’da temsilini bulan o devrimci çizginin gereklerini yerine getirmektir. Yine Orhan Yılmazkaya’nın cezalandırdığı polis komiserinin telsiziyle yapmış olduğu konuşmasındaki sözleri vardı, o sözlere bağlı kalarak o yolda yürümeyi başarmaktır. Yine bugünkü soykırımcı TC devletinin saldırıları biliniyor. Türkiye ve Kürdistan’da Hitler faşizmini aratmayacak saldırıların sahibidir. Öyle bir hale gelinmiştir ki insanlar mahkemelerde adil yargılanabilmek için, konser verebilmek için bedenlerini ölüme yatırmaktadırlar. En son Grup Yorum’un üyeleri Helin Bölek ve İbrahim Gökçek, sanatlarını özgürce icra etme talebiyle, Murat Koçak’da adil yargılanma talebi ile girdikleri ölüm orucunda şehit düşmüşlerdir. İnsanlar adaletli bir yargılama için, konser vermek için bedenlerini ölüme yatırmak zorunda kalıyorsa böylesi bir düşmana karşı mücadele bu düşmanı ciddi şekilde sarsacak, onu iktidarından alaşağı edebilecek bir düzeye ulaşmalıdır. Bu da ancak birleşik bir mücadelesiyle mümkündür. Grup Yorum üyelerini de Mayıs ayı şehitleri içerisinde görüp, doğal olarak geliştirilecek mücadeleyi de onların anısına olan bağlılığın bir gereği olarak görmek gerekir. Son olarak içerisinden geçtiğimiz böylesi tarihi ve zafere en yakın olduğumuz bu günlerde temel direniş kaynağımız olan tüm Mayıs Ayı Şehitleri’ni minnetle anıyor, anıları önünde saygıyla eğiliyor, ölümsüz şehitlerimizin en büyük hayalleri olan demokratik Türkiye ve özgür Kürdistan’ı gerçekleştirme sözümüzü yineliyorum. | ||
© 2021 Serxwebûn |