Sal: 39 / Hejmar: 468/ Kanûn 2020
Muş Ovası’ndan doğan Zuhal YıldızıNîsan 2020
Newroz Cizre Yaşam ve ölümün varlık-yokluk ikilemini aşmadan, dogmalarını parçalamadan şehit yoldaşları yazmak mümkün değildir. Şehadete ulaşmış yoldaşları anlatmak tıpkı şehadetin tanımı olan ölümsüzlüğe ermek, ölümsüz duygular, ölümsüz bakış açıları ve ölümsüz gerçeğin, hakikatin anını yaşamak gibidir. Nalîn Mûş Yoldaşı yazmak ise tıpkı onunla ölümsüzleşen anları, hep bu an gibi canlı olan zamanı kadın yüreğiyle sarmalamak, bununla evrene yol almak, evreni kucaklamak ve yüreklerin yıldızlara değdiği anı tatmak, onu yaşamak gibidir. Şehitleri ölümsüz kılan şey; onların eylemleri, bu eyleme kaynaklık eden kendi farkındalıklarının gücüyle özgürlüğü kavrayan bilinçleri, bu bilincin mücadelesi ve hakikat aşklarıdır. Özgürlüğe tutkulu ruh ve bilincin yarattıkları onları ölümsüzleştirir. Yaşamı ve eylemiyle hiçbir geriliğin, erkeğin, iktidarın, gelenekselliğin sınırına takılmadan özgürce akabilen Nalîn arkadaşa en güzel yakışan özdeşlik Zuhal yıldızıdır. Nalîn arkadaşın ölümsüzlüğü Zuhal yıldızının anlamıyla bütünleşmiş bir gerçeği ifadelendiriyor. Hermes’in evrensel oluşum tarihinde anlatılan Zuhal yıldızının aslında yaşamış gerçek kişiliklere denk düştüğünü daha güzel anlıyoruz. Tümel aklın tüm sırrını saklayan Zuhal yıldızının katıdır Terzi Hermes’te, onun şahsında da Mısır düşününde, evrensel oluşum şu şekilde yer almaktadır: Hem Sümer dünyasında hem de Zerdüşt öğretisinde olduğu gibi, kozmik bir boşluktan bahsedilir ilkin. Kocaman boşluğun en altında ölümlülük yeri olarak dünya bulunurken, en üstünde de ölümsüzlük yeri olarak Zuhal yıldızı vardır. Zuhal yıldızı, evrensel aklın bütün esrarını taşımaktadır. Yedinci ve son kattır, ölümsüzlüğe erişilen yerdir. Zuhal parlak bir ‘ışık’ın içindedir. Özü ışık olan ruhlar, oradan koparak dünyaya doğru düşer. Bu bakış, hem Platon’daki ‘idealar’ evreni ile ‘nesneler’ evreni ayrımına hem de tek tanrılı dinlerdeki ahiret ile sınav dünyası ayrımına olduğu gibi yansımıştır. Bu düşüş bir sınavdır. Düşüş, büyük ışıktan inildikçe yavaş yavaş koyulaşan karanlığa doğrudur. Işık ruh, karanlık maddedir. Ruh, kısa bir sınama için yeryüzüne inip maddeyle birleşecek ama maddeye boyun eğmeyecektir. Ruhun maddeye boyun eğmesi ona yenilmesi anlamına gelecektir. Bu da sonsuz olarak yok olması demektir. İnsan ruhu, tümel ruhun (Tanrı’nın) çocuğudur. Sınavı kazanamazsa o ruhta bulunan tümel ışık (Tanrısal nur) sönecek, Işık yalnız başına çıktığı yere dönerek ruhu karanlıkta bırakacaktır. Ruh da ışıksız kalınca, karanlığın içinde eriyip tükenecektir. İşte kozmik boşluk, inen çıkan ve orada eriyip tükenen sayısız ruhların kasırgasıyla kavrulmaktadır. Sınavı kazanan ruhlar, yedi kat göğe başarıyla yükselip geldikleri yere döner ve böylece ölümsüzlüğe kavuşurlar. Salt gerçeği (mutlak hakikat) öğrenirler, kök ve kaynak ile birleşirler, bir olurlar. Madde ile olan mücadelesinde ona boyun eğmeyen ve hakikat arayışına çıkmayı başaran ruh, yeryüzündeki kısa sınavını verdikten sonra, ilk basamak olarak Ay’a yükselir. Ay; düşünce dehasıdır, elinde gümüş bir orak tutar, doğumları ve ölümleri düzenler. Ruhları cesetlerden kurtararak büyük ışığa doğru çeker (cezbeder). Göğün ikinci katını yöneten Utarit yıldızıdır. Utarit; soyluluk dehasıdır, sınavını başarıyla vermiş ve birinci katta bedenden ayrılmış ruhlara çıkacak yolu gösterir. Bu kata çıkan ruhlar, soyluluklarını (asaletlerini) kanıtlamış ruhlardır. Üçüncü katı Zühre yıldızı yönetmektedir. Zühre; aşk dehasıdır, elinde aşk aynasını tutar, birbirlerini unutan ruhlar aşk aynasında birbirlerini bulurlar. Göğün dördüncü katı Güneş’in egemenliği altındadır. Güneş; güzellik dehasıdır, başarı ışıkları saçmaktadır, pırıl pırıldır. Başarılı ruhlar, ölümsüzlüğe yükselebilmek için tüm güzelliklerden geçerler. Güneş, onları tatlı ışıklarıyla okşayarak ölümsüzlüğe hazırlar. Beşinci katı Merih yıldızı yönetir. Merih; düzenin (adaletin) dehasıdır, elinde düzenin keskin kılıcını tutmaktadır. Altıncı katı yöneten Müşteri yıldızıdır. Müşteri, bilimin dehasıdır, elinde büyük gücün asasını tutmaktadır. Yedinci ve son katsa, ölümsüzlüğe kavuşulan büyük aydınlık, tümel aklın tüm sırrını saklayan Zuhal yıldızının katıdır. Karanlık bir gecede aydınlığa yürüyüş Tıpkı Hermes’te olduğu gibi Apocu felsefede de, insan ruhunu ölümsüzlüğe götüren dünyamızı maddeleştiren ve maddenin esiri haline getiren iktidar sistemine karşı verilen savaş, tüm güzelliklerden geçmeyi, iradeyi sınamayı, iktidarın hiçbir tuzağına kapılmadan özgür kalabilmeyi merkezine alır. Bu minvalde iradenin en güçlü duruşu, en sade haliyle kişiliğinde belirgin olan şehit Nalîn arkadaş, sınanmanın tecrübeleriyle güzelleşmiş ve aydınlanmış bir bilincin özgür kıldığı en güçlü örneklerden biri olmayı başardı. Bütün hakikat arayışçılarında olduğu gibi, tüm geçmiş yüzyılları çözümleyerek 21. yüzyılı aydınlatmayı başarmış en büyük hakikat arayışçısı olan Rêber Apo’nun özgürlük felsefesi önce ruhu aydınlatır. İç gözle kendine bakabilen, tanımlayabilen insanın bilinci ve duyguları ancak onu aydınlatabilir. Bu da insanın kendini bilmesi, ‘Xwebûn’ olmayı başarması anlamına gelir. Kendini bilmeye dayalı ‘Xwebûn’ olmayı başaran kadında tüm güzellikler, iyi olan her şey, evrensel özü taşıyan tüm anlamlar ifadesini bulacaktır. İşte bu evrensel özü taşıyan ve gittiği her yere götüren Nalîn Mûş Yoldaş da, tıpkı ilk toplumsallığı yaratan kadın gibi yeniden toplumsallaşmanın farkındalığıyla özgürlük saflarına katılarak öncülüğün sorumluluğunu aldı. Henüz özgürlük güneşinin ışıklarına gözleri değmemiş, Türk devletinin inkâr-imha saldırılarıyla kendisi olmaktan çıkmış bir coğrafyada, ışığı ilk karşılayan ve kimlik bulma arayışının gerektirdiği yöne akan Nalîn arkadaş ilk devrimini yapıyordu. Ölümün karanlığını aşarak Güneşi göstermek isteyen Apocular, Mûş ovasının köylerine götürdüler gerçeği. Halka ulaşmanın daha etkin bir yolu olarak çevrede dikkate alınan ailelerden özgürlük saflarına katılım sağlanmasının daha iyi sonuç vereceğini düşünüyorlardı. Bu düşünceye Nalîn arkadaş cevap vermişti. Feodalizmin, sinmişliğin tüm dıştalanmışlığını yaşayan bu halkın küçük bir kızı yeniden dirilmeye öncülük edecek, tanrıça güzelliğiyle o topraklarda erdemi, güzelliği, özgürlüğü, onuru doğuracaktı. 1990’lı yılların başında Kürt olduğunu belki bilen, düşmanın faşist politikaları altında ezilen ama henüz kendine sahip çıkması gerektiğinin farkında olmayan, yaşamı nefes alıp vermekten ibaret hale gelmiş bir köy toplumuna, çevre köylerine yol gösteren, ışık olan ilk kişi Heval Nalîn oldu. Bir gecenin karanlığında köye gelen arkadaşlarla yeni bir yaşama doğru yönünü çeviren Nalîn arkadaş terk ettiği ailesinin, köyünün, çevresinin, halkının, kadınların gelecekteki onur kaynağı, ışığı olacaktı. Karanlık bir gecede aydınlığa yürüyüş böyle başladı. Küçük arkadaş gurubu yeni yoldaşlarını yanlarına alarak özgürlüğün mekânı olan dağlarına, evlerine, dünyanın en baş eğmez, en şefkatli, en kucaklayıcı mekânına geldiler. Nalîn arkadaş, yeni yaşamın öğretisini, anlayışını, özgürlüğün o müthiş duygusunu öğrendikçe, kavradıkça, tattıkça özündeki coşkunlukla yeni mekânına gürül gürül akıyor, karşılaştığı her yeni şeyi sadece aklıyla değil, duygularıyla da tadıyordu, elleriyle dokunuyordu. Böylelikle tüm özüyle yaşamı kavramaya çabalıyor, bilinç O’nda çok somut bir görünürlüğe kavuşuyordu. Tüm algısını Kürt Özgürlük Hareketinin çizgisine ve bunun kaynağını aldığı Rêber Apo’ya yöneltmişti. Yüreğini en çok ısıtan O’na özgürlük kapısını açan kişiydi Rêber Apo. Nalîn arkadaş, Rêber Apo’yu yaşamının merkezine alarak ve bilincinin ulaşabildiği sınırlarda Önderlikle buluşmanın ve bunun için sınırlarını daha fazla genişletmenin çabası oldu. Özgürlük Hareketinin yaşam kültürünü, yoldaşlık anlayışını, kadına yaklaşımını anladıkça kendisini bulmaya başladı. Nalîn arkadaş hep şunu söylüyordu: “Özgürlük Hareketi beni buluncaya ve saflara katılıncaya kadarki yaşamımı hiç yaşanmamış sayıyorum. Sanki kaybolmuştum, var olmamıştım, o yaşamda yer alan başkasıydı. Özgürlük ışığı beni bulunca ben de kendimi buldum”. Çok açık ve sade bir ifadeyle özgürlük saflarının militanı olmayı bir kadın olarak böyle tanımlıyor, böyle anlamlandırıyordu. O kendine has, sade ve esprili üslubuyla tüm arkadaşları etrafına toplar, köy yaşamını çözümler ve özgürlük bilincinin yaşamı nasıl farklılaştırdığını kavratmaya çalışırdı. Ama köy değerlerini, o sade ve güzel yaşamı hiç küçük görmez, ondaki güzelliğe de sahip çıkar, böylelikle kişiliğindeki güzelliğin en sade ve mütevazı hallerini ortaya koyardı. Mizahla anlatır, en güçlü mesajı gülümseyerek, gülümseterek verir, alırdı. “En çok gülmek yakışır kadına” derdi. En mutlu hallerinde de espri yaparak kucaklardı mutluluğu, ölümün kendini dayattığı anlarda da espri yapar, gülümseyerek cesaretini dışa vurur ve gülümsemeyi direniş eylemine dönüştürürdü. Yaşamın, Nalîn arkadaştaki sureti sevgiydi. Hep sevgiyle, neşeyle dolu, sevgi nehrini her yüreğe taşıyan, sevdikçe güzelleşen, sevdikçe çoğalan, sevdikçe içindeki insanlığı besleyen, sevdikçe baharları çoğaltan bir kadındı. Hermes’in; “İnsanlar, ölümlü tanrılardır. Tanrılar da ölümsüz insanlar. Eşyanın dışı, içi gibidir. İçle dış arasında hiçbir ayrılık yoktur. Küçük, büyük arasında hiçbir ayrım yoktur. Evrende hiçbir şey, ne iç ne dış bilme kalıplarımızdaki gerçekler değildir. Ne küçük bildiğimiz küçük ne büyük bildiğimiz büyük gibidir. Bir tek yasa ve o yasanın gördüğü bir tek iş vardır. Bu sözlerin anlamını bilen gerçeği görür. Kimi insanlar bu anlayışları, olağanüstü çabalarıyla, yetkinlikleriyle öteki insanların görmediklerini görebilirler. Oysa nedenler nedeni daima gizlidir. Çünkü sonsuzluk pek kısa bir son olan zaman ve gene pek kısa bir son olan mekân içinde anlaşılamaz ve anlatılamaz. Bizler ancak öldükten sonra an’ı anlayabilir ve anlatabiliriz. Çünkü yaşarken zaman ve mekânla sınırlıyız. Sınırsızlık, sınırlılık içinde kavranamaz.” diyor. Kavrayışın getirdiği sonsuzluk, enerjinin sınır tanımazlığı ve akan enerjinin yaratımını, bilginin, arayışın sınırsızlığını çıkarsama olarak tanımlayacaksak: Bunları kendinde işletebilen kişi, engellere baş eğmez. Anlamaya açık, kendini anlama ulaşma çabasıyla yaratan ve kendini böyle çoğaltan bir gerçeğe dönüştürebilir. Nalîn arkadaşı çoğaltan aslında bir yönüyle özsel bir özellik olarak arayışta süreklilik ve akışın anlama doğru yol alışıydı. İçle dış arasında hiçbir ayrılık yoktur. Küçük, büyük arasında hiçbir ayrım yoktur. Evrende hiçbir şey, ne iç ne dış bilme kalıplarımızdaki gerçekler değildir. Ne küçük bildiğimiz küçük ne büyük bildiğimiz büyük gibidir. Bir tek yasa ve o yasanın gördüğü bir tek iş vardır. Bu sözlerin anlamını bilen gerçeği görür. Kimi insanlar bu anlayışları, olağanüstü çabalarıyla, yetkinlikleriyle öteki insanların görmediklerini görebilirler. Oysa nedenler nedeni daima gizlidir. Çünkü sonsuzluk pek kısa bir son olan zaman ve gene pek kısa bir son olan mekân içinde anlaşılamaz ve anlatılamaz. Bizler ancak öldükten sonra an’ı anlayabilir ve anlatabiliriz. Çünkü yaşarken zaman ve mekânla sınırlıyız. Sınırsızlık, sınırlılık içinde kavranamaz.” diyor. Kavrayışın getirdiği sonsuzluk, enerjinin sınır tanımazlığı ve akan enerjinin yaratımını, bilginin, arayışın sınırsızlığını çıkarsama olarak tanımlayacaksak: Bunları kendinde işletebilen kişi, engellere baş eğmez. Anlamaya açık, kendini anlama ulaşma çabasıyla yaratan ve kendini böyle çoğaltan bir gerçeğe dönüştürebilir. Nalîn arkadaşı çoğaltan aslında bir yönüyle özsel bir özellik olarak arayışta süreklilik ve akışın anlama doğru yol alışıydı. O’nda örgütlü kimlikle hareket etmek, örgüt oluşturmak stratejik bir ilkeydi Önderlik felsefesinde ‘kendini bilmek’, ‘kendilik olmak’la tanımlanan şey; maddi sınırları kavrayış gücüyle aşarak zamanın ve mekânın ötesindeki tüm bilmeleri an’la bütünleştirip kendini evrenin ve toplumun bir özeti olarak fark etme, tanımlama gücüdür. Bu ‘şimdi’de var oluşu zamanın öncesine dayandıran ve zamanın sonrasını bulunduğu anda eylemiyle oluşturan bir yaratım gücü kazandırıyor insana. Böyle olmak sınırların ötesinde var olan özgürlükle buluşturuyor. Kuşkusuz anlamı derin konular, kavrayış gerektiriyor, içeriği mevcut bilincimizi aşıyor ama bu gerçeğin idrakine ulaştığımız kadarıyla bile evrene açılmış büyük bir kapının eşiğine ulaşıyor, akışın somutlaştığı kişiliklerin ayırdına varabiliyoruz. Nalîn arkadaşın zamandan özgür, tüm zamanların güzelliği ve erdemiyle dolu, yaşadığı an’a bu dolulukla akan, her anı anlama çabasıyla güzelleşen, paylaşımlarını buna dayandıran, bu nedenle çoğalan gerçeği kendini bilmenin ulaştırdığı bir var oluş hali olarak somutlaşmaktadır. Buna tanıklık ettik. Kendini bilme hali tıpkı Nalîn, Şevîn, Hêlîn ve daha binlerce güzel kadın arkadaşın kişiliğinde erkek egemenlikli aklın hakikati çarpıtan, dünyayı harabeye çeviren, iktidarı örgütleyerek insanlığı tahakküm altına alan sisteme büyük bir başkaldırı olarak kendini ortaya koydu. Tıpkı evrenin özü, kimliği ve yaşamın gerçek yaratanı olarak tüm ilklerin başlangıcına kök salmış Tanrıçalarımız gibi. Zamanın ötesinde özle buluşmak, özle bütünleşmek ve an’da böyle var olmak, değerlerin varlığıyla ölümsüzlük kazanan Tanrıçaları kendinde var etmektir. Hem zamanda var olmak hem tüm zamanlarla buluşmak hem kişi olmak hem tüm kadın değerlerinin toplamı olarak herkese dönüşmektir kendilik, bir o kadar da sınırsızlık. Heval Nalîn’de kadın olmanın anlamı var olmakla özdeşti. Bu nedenle Tanrıçalığı hiç soyut ya da mistik bir yaklaşımla ele almadı. Tersine onların özgürlük değerleriyle var olduğunu bilerek erkeğin yalanları ve zoruyla başkalaşan, köleleşen kadını bu değerlerle buluşturmayı amaçladı. Böylelikle Tanrıçalığı günümüzün somut güzelliğine, öncülüğüne, oluşturuculuğuna, geleceği yapma gücüne kavuşturmanın eylemi içinde oldu, tüm yaşamını buna adadı. Bu nedenle Nalîn arkadaşın cins bilinci ve duruşu, kadın sevgisi ve kucaklayıcılığı, Tanrıça ölçülerinde onurlu, erdemli duruşun temsiliyeti çok öndeydi. Şuna çok inandı; kadın üzerindeki tahakkümü kadının örgütlü gücüyle ortadan kaldırabiliriz, böylelikle ancak iktidarcı sistemin doğa ve insan üzerindeki hâkimiyetini aşabiliriz. Egemenliğin ilk kadın üzerinden uygulandığı ve giderek yaşama, doğaya yayıldığı doğrusunu kavramak kişinin duruşunu belirler. Cins bilincinin güçlü olması ancak bu doğruyu kavramakla mümkündür. Böylelikle edinilen duruş kavradığı şeyi temsil eder, ona göre kabul ve retlerini belirler, ona göre yaşar. Nalîn arkadaşın kadın sevgisi ve bunu mutlaka örgütlü bir güce dönüştürme çabası bu nedenle çok öndeydi. O’nda örgütlü kimlikle hareket etmek, örgüt oluşturmak, örgütlü katılımın gelişmesini sağlamak stratejik bir ilkeydi. Örgütsel çalışmalarda kadın örgütlülüğünü merkeze alarak çalışma tarzı belirlemek, özgün örgütlülüğün bilinci ve temsiliyetiyle genel çalışmalarda yer almak, bir alanda önce kadın çalışmalarını güçlendirmek, bunun için her arkadaşta kadın bilinci ve örgütlü katılımı geliştirmek arkadaşın esas katılım biçimiydi. 2008 yılında Nalîn Mûş Yoldaşı tanıma şansına eriştim. Kadın örgütlülüğünün savunma alanında sorumlu olan YJA-STAR ile diyaloğun sağlanması amacıyla oluşturulan, işlevi savunma stratejisinin uygulanmasına katkı sunma temelinde belirlenen KJB savunma komitesinde birlikte çalıştık. Kişiliğinin akışkanlığı ve tecrübesi, bilinç düzeyiyle bana ve çalışmaya, yoldaşlara kattığı çok şey oldu. Her anı dolu, yoldaş güzelliği ve sadeliğiyle gerçekten paylaşarak yoldaşını, çalışmayı büyütme coşkusu ve emeğiyle bir arada çalışmamız mücadele yaşamımızın ilerletici, üretici olmasının en temel dayanaklarından. Amaç kadar amacın etrafında bir araya gelmiş topluluğun yüreğini katarak, tüm bağların ötesinde özgürlük bağıyla bir araya gelmenin sınırsız insan güzelliğiyle buluşarak yaşaması insanın amacına inancını büyütüyor. Çünkü amaçladığımız toplumu önce kendimizde oluşturmalı, o ilkelerle yaşamalı, o güzelliği açığa çıkarmalıyız ki, bunu tüm kadınlara, insanlara ait bir ölçüye dönüştürecek perspektifte somutlaşalım. Önderliğimiz bu nedenle hep gerilla toplumsallaşmasını özgür toplumun prototipi olarak tanımladı. İşte bu gerçeğin en güzel hallerini Nalîn arkadaşla çalışırken de yaşadım, yaşadık. Hep bir durumu anlamak için sınırlarını zorlayan, onu özüyle kavrama çabasıyla ele alan, bu nedenle objektif olmayı en temel ilkesi haline getiren, yaşamda yapıcı, coşkulu katılımı emekle duruşa dönüştüren, yoldaşlarıyla mütevazı paylaşımlarıyla çekici hale gelen, en zorlu anlarda bile esprisiyle meydan okuyan, ayakta kalma iradesini her koşulda ortaya koyan bir kişilik gerçeği olarak tanıdım arkadaşı. Çok öğretici, üretici bir dönemin çok güzel anıları, yaşanmışlıkları yürek ısıtan, güç katan yönleriyle de hep hatırlanacak. Çünkü o yaşanmışlıklar yaratım, paylaşım, sevgi, kavga, yaşama akmanın eylemi, pratik ifadesi, aklın ve yüreğin duruşta dile gelişidir. Her zorluğu, değişen koşulları olağan karşılayan, en zorlu ve çıkmaz görünen anları bile cesaretinin, öz güveninin yumuşak dokunuşuyla aşacağımız inancını güvene dönüştüren ve bunları çok mütevazice, olağanmış gibi ortaya koyan bir duruşu vardı. Tanrılar yeryüzünü sular altında bırakmaya kararlı görünüyordu Paylaştığımız o zamanın anıları hep canlı ve ne zaman düşünülse hemen tüm sıcaklığıyla yüreğimize dokunarak “Buradayım Heval” diyor adeta. İşte böyle bir anın özeti: Nalîn arkadaşla birlikte katıldığımız YJA-STAR konferansı ardından çalışmanın sonuçlarını ilgili yapılara aktarmak üzerinden yola çıktık. Zap Vadisi’nin derinliklerine doğru yola çıkmıştık. 2008 yılında Zap alanında kalmıştım ve Türk ordusunun Zap’ı ele geçirme hamlesinde yenilgiye uğradığı dönemin mutluluğunu tekrar o alana değen ayaklarım hissediyordu. Havası gerilla direnişini taşıyordu adeta. Yolda operasyonun pratik gelişimini tartıştık, düşünce ve hislerimizi paylaşarak ilerledik. Yanına gideceğimiz arkadaşların noktaları çok gizli bir yerdeydi. Patikaları belirsiz, sert kayalıkların yükseldiği, iki tarafı uçurumlara sınır olan bir mağaraya gidiyorduk. Daha önce alanda kalmıştım ama bu noktaya sadece bir defa, o da Şkefta Brindara tarafından geldiğimden arazinin diğer yönlerine hâkim değildim. Ama bir biçimde yolu çıkaracağımı, arazinin genelini bildiğimden mutlaka noktayı bulacağımı düşünerek arkadaşlara yolu bulacağımı belirttim. Nalîn arkadaş ve 2011’de Geliye Zap alanında şehit düşen Hedar Afrin arkadaş olmak üzere üç arkadaş yola koyulduk. Ama doğanın kucağında, en sert arazilerin içinde yaşayan gerillaların hayatındaki olasılıklarından biriyle hemen karşılaşıyorduk; bulutlar toplandı, yağmur gelecekti. Çanta ve silahlarımızın ıslanmaması için onları naylonlara sararak hazırlığımızı tamamladık. Yola çıkacağımız yerdeki arkadaşlar bu duruma itiraz ederek “Hava bozuyor, akşama kadar ulaşamazsanız Zap’ın sert ve bilinmez arazisinde kaybolacaksınız, yarın gidin” deseler de Nalîn arkadaş işini yarına bırakmayacak ve bu tür bir olasılığı engel kabul edecek bir arkadaş değildi. Tabii ki yüksek dağa doğru tırmanışa başladık. Gideceğimiz yer hep tırmanmamız gereken, eğer hava yağışlı olmazsa üç saat yürüyüşle ulaşabileceğimiz bir mesafedeydi. Henüz yola çıkmıştık ki bulutlar aceleyle gökyüzünü doldurdu ve gürlemeye başladı. Bulutlarla yarışarak, karanlığa kalmama amacıyla adımlarımızı hızlandırarak yürüyor, uçurumlara takılmamak için yolu da kaybetmemeye çalışıyoruz. Ama hem kayaların çokluğu hem de çalı ve sonbahar yapraklarının izleri silmesinden kaynaklı aslında yolda mıyız, onu da çok bilmiyoruz. Geçebildiğimiz yerden geçiyor, belirsiz bir arazide, yönümüz yukarıya doğru yamaçlarda yürüyoruz. Küçük gurubumuzun tek sesi adımlarımızın telaşıyla gümbürdeyen kalplerimizin çıkardığı gürültüydü. Kalbimiz bu kadar telaşlı bir temponun zorlamasıyla bize isyan türküsü söylüyordu ki, Heval Nalîn bana seslendi; “Heval Newroz, kalbim isyanda! Ardımızda düşman, etrafımızda ölüm çemberi olsa bu kadar koşmazdık. Bu Zap tepeleri de Tanrı mekânı sanki, çıktıkça yol daha fazla uzuyor. Biraz durmayalım mı?” dediği anda yağmur yağmaya başladı. “Heval doğru söylüyorsun da gideceğimiz noktanın belirsiz arazisi bizi telaşa koyuyor. Güzel havalarda, gündüz giderken bile arkadaşların yol kaybettiği karışık, sarp bir arazi. Ben de yolu tam bilmiyorum, hava kararmadan yetişelim istiyorum. Zap arazisinin haritasını kafamda canlandırarak nerede olduğumuzu anlamaya çalışıyorum” dedim. Hava henüz kararmamıştı, ama kara bulutlar o kadar hızla gökyüzüne toplandı ki havayı karanlık tonlara hapsetmiş, çılgınca yağdırmaya başlamıştı. Tanrılar yeryüzünü sular altında bırakmaya kararlı görünüyordu. Nuh Efsanesi’nin fırtınaları sardı etrafımızı, yüzümüze sert ve soğuk yağmurlar çarpıyor, gözlerimiz ancak gözyaşlarını bolca akıtarak açılıyordu. Şimşekler hızlanmış, sağa sola çarpmaya başlamıştı. Adeta kıyameti tamamlamaya gelmişlerdi. Artık çevremizi gözlerimizle görecek koşullar kalmadığından yürümek için dervişane hislerin bilgeliğine ihtiyaç vardı. Tam bu tablonun ortasından her zamanki espri tonu ve normal halleriyle seslendi Nalîn arkadaş; “Sormak ayıp olmazsa neredeyiz, arkadaşlara kavuşma olasılığımız yüzde kaç acaba? Yaşama mı, ölüme mi yakınız, bilseydik ona göre kendimizi hazırlardık”. O koşullarda öyle bir espri ve mizahi bir sesle söyledi ki bunları gülmekten ilerleyemiyordum artık. O kahkahaların gücü hem enerjiyle doldurdu bizi hem de meydan okuyuş tadında var oluşun dirençli iradesini ortaya koymuştu. Gözlerine baktım, ışıl ışıldı, umutsuzluğun zerresi yoktu. O’na, “Çok yakında olmasak bile çok uzağında da değiliz” diye cevap verdiğim anda uçak bombardımanından çok daha sert bir patlama sesi geldi. Beş metre önümüzdeki kayaya vuran öfkeli şimşek koca kayayı dörde bölmüştü. Ayakta ve ne olduğunu anlamaya çalışırken Nalîn arkadaş, “Kendini yere atsana, koca kayayı dörde bölen bize ne yapmaz. Tanrının uçakları korkunç çalışıyor, tedbir alalım” diyerek durumu anlamamı ve gülerek kendimi yere atmamı sağladı. Yağmur artık çıldırmış gibi yağıyor çanta ve elbiselerimiz çok ıslandığından silahla birlikte ciddi bir ağırlık oluşturuyordu. Artık zifiri karanlık basmış, üşüyen vücutlarımızda kan dolaşımı zayıflamış, kalplerimiz neredeyse sessizliğe gömülmüştü. Artık dakikalar değil, saniyelerin yaşam sınırına dayanmış gibiydik. Gideceğimiz yerden başka noktanın bulunmadığı bu yükseltide bir ara kaybolmuş hissine kapılmıştım. Ne sığınacak bir kaya altı ne bir şkeft bulunmuyordu. Varsa da biz görecek koşullara sahip değildik. Nalîn arkadaş soğukkanlıydı, öncü bendim ama beni telaşa koyacak bir baskı yapmıyor, arkamdan geliyordu ama durumun farkındaydı. Ölümle şakalaşır gibiydik. Tüm enerjimi toplayıp düşüncelerimde yoğunlaştırıyor, araziyi düşüncelerimle tarıyor, bir çıkış arıyordum. Adımlarımız yer çekimi kadar ağır, acıkmış ve üşümüş vücudumuz bizi taşımak istemiyormuşçasına direniyordu. Ayakta kalan iradeydi. Baş eğmiyor, ısrarla yürüyor, yol arıyor, umut ediyor, vücudun kendini bırakmak isteyen dayatmasına karşı koyuyorduk. Nalîn arkadaş, “Sen moralimizi bozmak istemiyorsun ama herhalde kaybolduk. Zaten bu uçurumlarda, zifiri karanlıkta cadde olsa bulunmaz, biz patikası olmayan bir şkefti arıyoruz. Gerilla dışında kimse böyle bir yola çıkmaz, cesaret göstermez” dediği anda ayaklarımın altında kayganlaşan bir patikaya girdiğimi hissettim. Evet, çeşmeye giden yolu bulmuştum. Hemen, “Buldum, buldum, arkadaşların su aldığı çeşme yolunu buldum” diyerek sevinçten haykırmıştım. Sevinç ve umut enerjiyi hemen doldurdu vücudumuza, zaten artık daha fazla kaybedecek zamanımız da kalmamıştı. Yapabildiğimiz kadar hızlanarak on dakika yürüdük ve arkadaşlara ulaşmıştık nihayet. Arkadaşlar önce şaşkınlık ve dehşetle, sonra sevinçle bizi karşıladılar. Çünkü bu havada ölümün kol gezdiği fırtınanın ve karanlıktan yararlanarak pusuda bekleyen uçurumların kıyısından geçmiş gelmiştik. Bu hem arkadaşları aldığımız risk için korkutmuş hem de onların yanına varmayı başardığımız için gururlandırmış, tabii ki onları görmeye gittiğimiz için de mutlu etmişti. Hemen bizi sıcacık yürekleriyle kucakladılar, şefkatle bizi sarmaladılar, yüreğimizi ısıttılar. Ateşi gürleştirerek bedenimizi kuruttular. Tüm yolu ve yolculuğumuzu Nalîn arkadaş artık mizahlaştırarak anlatıyordu. Birlikte geçirdiğimiz pratiğin en sevdiği anısıydı bu. Çünkü birlikte ölümün kıyılarında dolaşmış ve birlikte direnerek yaşama akmanın iradesi olmuştuk. Fırtına, ancak fırtınalarla sınanmış devrimcilerce karşılanabilirdi. Bunu başarmıştık. Nalîn arkadaşın moral veren, umut yeşerten, vazgeçmeye izin vermeyecek kadar olanı normal karşılayıp, yapılması gerekenin de direnmek olduğunu ortaya koyan tavırları bize güç katmıştı. Olmazı olura çevirmek sadece koşullarla ilgili değildir. En çok da o koşullara nasıl bakıldığı, nasıl ele alındığıyla ilgilidir. İşte Nalîn arkadaşın kişiliğinde olmazların yer bulmaması onu koşullara meydan okumaya ve başarıya taşıyordu. Kürdistan devrimi esasta bir kadın devrimidir Kürdistan’ın en küçük parçası olarak yıllarca Önderliğe mekân olmuş, ilk PKK’lilerin eğitim görerek yüzünü mücadeleye çevirdiği bir alandır Rojava. Önderlik sahası olarak tanımladığımız ve her ikimizin de gitme imkânını bulmadığı o kutsal mekâna birlikte gidiyorduk. Önderliğin orada olmaması ve O’nu göremeyişimizin burukluğu çok fazla olsa da Önderliğin yaratımı olan bir alanda devrimi örgütlemeye, görünür kılmaya, halkla buluşturarak sistemleştirmeye gidiyorduk. Zaten arkadaşların bu amaçla yürüttüğü, ciddi emek verdiği bir çalışmaya katılmaya gidiyorduk. Bu tüm arkadaşlar açısından olduğu gibi her ikimiz açısından da çok önemli bir görev, sınıra yürüdüğümüz o an ise çok olağanüstü bir andı. Ülkemizi bölmüş, anlamsız sınırlara mahkûm etmişti düşman. Bu sınırlardan geçerken hem öfkeye kapılmıştık hem de bizi engellemesine izin vermediğimiz için de sınırı anlamsızlaştırmanın gururunu yaşıyorduk. Ama en çok da ülkemizin henüz özgürleşmediğinin kanıtı olarak duran bu sınırları tümden kaldırmanın kararlılığıyla doluyorduk. Kürdistan’ın devletlerce parçalanması yetmiyormuş gibi işbirlikçi Kürtlerin de böldüğü sınırları geçiyorduk. Nalîn arkadaş en çok da buna öfkeliydi. Sınırı güvenlikli geçmek adına riskli bir yerde kaz yürüyüşüyle ilerliyorduk. Nalîn arkadaş; “Allah aşkına biz Kürtleri anlamak çok zor. Millet Ay’a çıkmış, biz sömürgeleştirilen ülkemizde bir de işbirlikçi KDP’nin de sınırlarıyla uğraşıyoruz. Neden ülkemiz hala bu halde?” diyerek durumu eleştiriyordu. Hemen ardından, “Gerilla kaz yürüyüşü değil de, at yürüyüşü yapaydı daha iyiydi, dizlerimiz ağrıdı” diyerek başladı gülmeye. Önce trajediyi dile getirmiş, bunun ağır geleceğini düşündüğünden peşinden espriyle moral vermişti. Mücadelemiz açısından tarihi bir anda devrimi örgütlemenin, bunu halkların ve kadınların gücüne dayandırarak geleceği örmenin adımları atılıyordu. Bu devrim sadece Kürt kadınları ve ulusuyla sınırlı değil, bir paradigmanın devrimidir, tüm kadınların ve insanlığın özgürlüğünü hedeflemektedir. Nihayetinde tüm dünyada oluşan ilgi ve mücadelemiz etrafında kilitlenme, temelde bu gerçeklikten kaynaklıdır. Kürdistan devrimi esasta bir kadın devrimidir ve tüm kadınların özgürlük devrimlerinin öncü adımıdır. Biz Kürt kadınları tıpkı Neolitik devrimle ilk insanlık devrimini gerçekleştirdiğimiz gibi, bu zamanın da Dünya Kadın Devrimini özgürlük ideolojisi ve felsefesiyle gerçekleştireceğiz. Kırk yılı aşkındır Türk ve bölge devletlerinin faşizmi karşısında büyük direnen Kürt kadınlarının özgürlük iradesi Kobanê’de, DAİŞ vahşeti karşısında insanlık onurunun, Ortadoğu değerlerinin savunuculuğunu yaptı. Doğal toplum değerlerini yaşamsallaştıran 21. yüzyıl gerçeğinin öncüsü oldu Kürt Kadın Hareketi ve militanları. Gelinen noktada özgürlük iradesinin yenilmezliğine tüm dünya tanıklık ederken Zuhal yıldızının ışıklarıyla parladı yürekleri, özgürlük umutları bu parlaklıkla yeniden yeşerdi. Devrimimizin anlamını kendimizle sınırlandırmak kuşkusuz devrimin kaynağı ve oluşturucusu Rêber Apo’yu, Demokratik Uygarlık Paradigması’nı, Kadın Özgürlük İdeolojisi’ni anlamamak anlamına gelir. Rojava’da bedenleşen devrimin dayanağı bu gerçekliklerdir. Kadınların özgürlük şafağını karanlığın hiç doğmadığı bir dünyaya dönüştürmek açısından kadın ve halk düşmanlarının, iktidarcı zihniyet ve sistemlerinin yenilgiye uğratılması, bunun için de büyük savaşılması, örgütlenilmesi gerekir. Çıkmaza giren erkek egemenlikli sistem gözü karaca saldırdığından yaşamın, kadının, insanın, toprağın, tarihsel değerlerin savunuculuğunu yapmak, erkek-devlet geriliği karşısında özgür yaşamı geliştirmek ve yükseltmek gerekir. İşte bu görevlerin gerektirdiği öncülükle Nalîn arkadaş, kadın çalışmalarının güçlendirilmesi, büyütülmesi hedefiyle devrimci sorumluluklarını yerine getirmek için yeni bir alana geçiyordu. Kadın çalışmalarına öncülük göreviyle katılan Nalîn arkadaş büyük bir coşkuyla kadınlarla, halkla buluşuyor, gittiği her yere, dokunduğu her yüreğe sevgi çiçeklerini ekiyordu. İlk defa böyle bir çalışmada yer almasına rağmen çok dolu bir katılımın sahibi oluyor, gittiği her yer, gördüğü her insanda sıcak bir duygu ve giderek kalıcı izler bırakıyordu. Nalîn arkadaş, Önderlikle karşılaşma şansını yakalayamamıştı. Bu nedenle Rojavayê Kurdistan’ına geçtiğinde ilk işi Önderliğin çalışma mekânlarını görmek, eğitim okullarını ziyaret etmek oldu. Büyük bir heyecanla koştu oralara, Önderlikle yürür gibi yürüdü eskiden Parti Merkez Okulu olan geniş bahçenin yollarında. Bir öğrenci ve birazdan Önderlikle karşılaşacak kadar heyecanlı, gururlu… Şu kısa cümlelerle özetliyordu duygularını; “Önderliğin kaldığı odada oturduğu sandalyeye dokunurken, o an o mekânda mayalanan özgürlük felsefesini tüm benliğimle hissettim. Bilgeliğin sırları, kadın ile arkadaşlık, hakikat yolculuğu önce düşüncede başlamıştı. Ben bulunduğum andan silinerek 1997-1998’e gittim. Orada, Önderlikle birlikte hissettim kendimi. Sanki o yıllara gitmiş ya da o yıllar bulunduğum ana gelmişti. Düşüncede bu ana dokunabilmek ne de güzel bir tat bırakmıştı yüreğimde. Sonra çözümlemelerin video kasetlerinden izlediğimiz gibi çiftliğin kamelyasındaki ağacın yanına gittim. Tüm çözümlemelerde Önderlik o ağaca elini koyarak yaslanır, öyle konuşurdu. Ben o ağaca dokundum, onu incitmeden, usulca, okşayarak dokundum. Ne çok sevdim o ağacı ve ne kadar da ona gıpta ettim. Çok şanslı bir ağaçmış, ben görmeye hasret kalmıştım ama o ağaç Önderliği yüzlerce defa görmüştü, O’nun çözümlemelerini dinlemiş, tarihsel yürüyüşüne tanıklık etmişti. Başkan o ağaca dokunmuştu, burada yürümüştü, bu kamelyada eğitim vermişti. Kendimi hem Önderlik sahasında hissettim hem de bu anı ölümsüzleştirmek için resim çektim. Her bir resimde Başkan’la olduğumu ve fotoğraf karesinde mutlaka Başkan’ın yer aldığını varsayıyor, hissediyordum”. Tüm bunları aklın sınırlarını aşan bir sevgi ve duygu yoğunluğuyla, özlemin en büyüğüyle, inancın en güçlüsüyle ve Başkan’a ulaşmanın en kararlı duruşuyla anlattı, duygulandı, duygulandık. Düşmana bunu ödetmenin, hesabını sormanın, Başkan’ı esaretten kurtarmanın ve mutlaka özgür ülkemizde birlikte yaşanmış zamanlar yaratmanın kararlaşmasını, diyaloğunu yürüttük. Başkan bizimle, o anın içindeydi. Sonra bana dönerek; “Sen de benim gibi Başkan’ı göremedin. Al bu resimlere bak ve kendini orda hisset. Bazen resimler de konuşur insanla. En güzel duygular, en güzel sevgiler bu resimlerde toplanmış” dedi. Resimlere bakarak sessiz ama gürül gürül aktık o anlara ve tarif edilemez duygulara. Nalîn arkadaş, erkek egemenliği ve kadın gelenekselliği karşısında mücadeleciydi Yoğun ve mücadeleyle, emekle, değerle yoğrulmuş bir çalışma dönemiydi. İlk defa toplumla buluşmasına rağmen etkili bir katılımın sahibi, büyük bir sevginin, takdirin yöneldiği arkadaş oldu. Herkes Nalîn arkadaşı çok sevdi, saygı duydu. Çünkü bir devrimci olarak öncülük sorumluluğuyla, ilkeleriyle katıldı, çalıştı, halkı, kadınları kucakladı, ülkesini daha geniş tanıdı ve sınırlar boyu uzanan tel örgülere, ülkesinin bölünmüşlüğüne bakarak öfkesini, mücadele gerekçesini büyüttü. Bu mücadele tüm kadınların ve halkların özgürlüğüne adanmıştı. Yönünü Arap bölgelerine, kadınlarına çevirerek yaşadıkları toplumsal sorunları, savaşın ağır sonuçlarını giderecek bir çizgi temsiliyetiyle, çözüm perspektifiyle çalışmalara katıldı. Önderliği, paradigmasını kavratarak bir zamanlar Tanrıçalara mekân olmuş bu coğrafyanın, insanların sorunlarını çözeceğini biliyordu. Bunun için çalıştı, emek harcadı, sınır tanımadı. Savaşta yer aldı, savaşı koordine etti, kadınları korudu, yaşam alanı oluşturdu, yaralarına merhem oldu. Kadınlar kendilerini savunmayı öğrenerek, bunu örgütleyerek ancak özgürleşebilir, erkek ve devlet geriliğinin saldırılarından kurtulabilir, kendilerini savunarak bunlar aşabilirlerdi. Kadınların kendilerine sahip çıkmaya ve yanlışın hesabını sormaya ihtiyaçları vardı. Nitekim Kürt kadın militanlarının tarihsel, destansı deneyimi tüm kadınlar adınaydı ama yeterli değildi. Her kadının savunma bilinciyle kendisi olma gücünü kazanması ve bunu kolektif bir kimlikle ortaya koyması, bunu savunması ancak erkek sistemine karşı kadını yaşatabilirdi, koruyabilir, onu aşacak bir özgürlük mücadelesi ve iradesi geliştirebilirdi. Bu amaçla 2016 yılında kadın öncülüğünde DAİŞ vahşeti ve devlet terörünün yenilgisinin sembolü haline gelen Kobanê’de gerçekleşen ‘Kadın Özsavunma Konferansı’ tarihsel önemdeydi. Nalîn Mûş arkadaş bu konferansa YJA-STAR adına katılmış, düşünsel gücü ve motive edici etkisiyle çalışmanın ilerlemesinde büyük pay sahibi olmuştu. Nalîn arkadaşın konferansta söylediği şu sözler hepimiz adına özgürlük ahlakı ve gerekliliğini çok somut bir şekilde ortaya koymuştu: “Dünyanın neresinde olursa olsun bir kadının savunulmaya ihtiyacı varsa hiçbir erkeğin ve devletin sınırlarını tanımayacağız ve gidip o kadınları savunacağız!”. Hiçbir erkeğin ve devletin sınırını tanımamak büyük bir ideolojik ifadeydi. Bu bir cümle savunma anlayışımızın bilinçsel duruşunu özetliyordu. Nalîn yoldaş gittiği her yerde küçük-büyük, temel-tali demeden her çalışmayı, her kesimi kapsayan bir katılım tarzının sahibi olmuştu. Kadının rengini açığa çıkararak, bununla özdeşleşmiş özgürlüğü yaşamın tüm alanlarında yeniden örgütleyip, kadın ve yaşam arasına oluşan mesafeyi kapatmayı esas almıştı. ‘Jin jiyan’ bütünlüğüyle var olmayı ve tüm kadınları bu bütünlükle buluşturmayı amaçladı, bunun için adanmış bir yaşamın, eylemin sahibi oldu. Yaşam gibi akışkan, yaşam gibi esnek, yaşam gibi enerji doluydu. Kişiliğinden başlayarak güzellik ve estetik ölçülerini öncelikle davranışlarında somutlaştırıp, özgür bir toplumun kadın duruşunu temsil etti, bu temsiliyetle doğal kadını yaşama resmetti. Doğal insan, erkek egemenliğinin kiri olarak somutlaşan geleneksellikle bozulmayan, başkalaşıma uğratılamamış özgür insandır. Doğal olan asli olandır. Doğal insan bilinçlidir, kendisinin farkındadır, bu nedene varlığını dış makyajlarla değil, özüyle tanımlayandır. Nalîn arkadaşın doğallığı böyle bir gerçeği ifadelendiriyordu. Doğanın özgürlük hakikatiyle buluştuğu için özgürlüğe koşmuştu. Böylelikle Önderlikle, örgütle, savaşla buluşmuştu. Bu nedenle Nalîn arkadaş neye koştuğunun, neyi amaçladığının bilinciyle bir Önderlik militanı, tutkulusu, büyük inananıydı. Önderlikle kadın yoldaşlığının ilkelerini yaşamının merkezine almış, bu temelde örgüt gerçeği içinde konumlanmıştı. Nalîn arkadaşın sempatik, yumuşak, esprili kişiliği aynı zamanda müthiş bir çizgi savunuculuğu, radikalizmiyle bütünleşmiş bir duruştu. Zaten kim olduğunu bilenler yaşama gülümseyerek bakabilir ancak. Nalîn arkadaş tam da böyle bir kadın militan olduğundan Önderlik çizgisinin uygulanmasını temel esas olarak görüyor, bu konuda yaşanan yetmezlikleri çok radikal eleştiriyor ve mücadele ediyordu. Çizgi dışı duruşlar kendisini dayatınca Nalîn arkadaş bunlar karşısında bir mevzide savaşır gibi savaşıyordu. Yetmezlikler karşısında tavizsiz ama onu düzeltmeyi amaç edinmiş bir emekçilikle sorunlara yaklaşırdı. Kavratabildiği oranda emek verir, bunun etkisiz kaldığı yerlerde de karşı koyar, savaşırdı. Nalîn arkadaşın çizgi duruşu ilkeliydi, erkek egemenliği ve kadın gelenekselliği karşısında mücadeleciydi. Önderliğe bağlı olmak, Önderlikle yoldaş olmak, gerilikle, klasik erkeklik ve kadınlıkla düşman olmak, karşıt olmak anlamını taşır. Bir yürek hem Önderliği hem klasik kadınlığı, erkeği, düzeni içinde barındıramaz. Bunun bilinciyle tüm kadın yüreklerinden gelenekselliği, kadınsı teslimiyeti ve zaafları, güçsüzlüğü, iradesizliği silerek erdemi, onuru, kendilik olmayı, gerçek sevgiyi, cesareti, güzelliği yani, tüm bunların toplamı olarak Önderliği yüreklere nakşetmenin savaşçısıydı. Bu nedenle cins mücadelesinde radikal bir duruştu, ilkesel bir ifadeydi, tavizsiz bir özgürlük tutkulusu, adanmışıydı. Heval Nalîn zorlu mücadele alanlarından geçerek, en zorlu anların sınanmış ve başarmış iradesini kendisinde oluşturarak ancak mücadeleyle özgürleşilebileceğinin somut bir göstergesi olmuştu. Buna göre zoru başaran ancak özgürlük sınavını başarılı verebilir, böylelikle gerçeğin sınırlarına ve sırlarına erebilirdi. Heval Nalîn’de ifade bulan sıradan değil, amaçlı ve yaşam öğretisinin tecrübelerine dayalı, hep daha ileriye ivme kazanan bir yürüyüşçülüktü. Güzel olanın güzelliğini anlamak, yani kadın felsefesinin düşünsel güzelliğiyle hayata bakmak, güzelliğin özgürlükle bağını anlamak en temel arayışıydı. Önderliğin de belirttiği gibi güzelliğin etikle bağını görerek kavrıyordu. Güzelliğin gerçek anlamı ancak etik değerleri barındırdığında görünür olabilir, bu güzellik toplumsallaşabilirdi. İnsanın güzelliği salt biçime, kapitalist modern ölçülere indirgemesini yadırgar, kadın açısından biçimin özsüz hiçbir şey ifade etmediğini söylerdi. Nihayetinde güzelliğin özden, etikten, değerden soyutlanarak salt biçime indirgenmesi günümüzün en kadınsı ölçüsü olarak dayatılmaktadır. Güzellik kavramının görünürlük kazanması da özgürlük sorununun önemli bir parçasıdır ve mücadele gerektirir. Çünkü böyle bir ölçü kölelik doğurur. Nalîn arkadaş bilinç ve güzellik bağıyla bulunduğu her kadın çalışmasında en sade bir dille çevresini eğitir, özün görünmesi, güzelin görünmesini bir özgürlük sorunu olarak değerlendirir, bilgece çözümler, yaşamın içinden somut örneklerle kavratıcı olurdu. Giyiminden saç biçimine, davranışlarından yaşam kültürüne kadar Zühre yıldızı gibi maddi olanla değil, özle estetize etti, özü örgütledi, onun güzelliğiyle yansıdı. Ölümsüzleşen güzellik ancak özgürlükle, iyi ve doğruyla buluşabilen güzelliktir, emekle oluşturulandır. Bu ölçülerde Nalîn arkadaşın güzelliği hakikat ışığı kadar parlak ve çekiciydi. Onu devrimi yapan, devrimcilik sürecinde onu daha özgür kılan en temel özelliği buydu. Nitekim devrim en güzel sanattır. Devrimcilik de en iyi, en güzel sanatçılıktır. Nalîn arkadaş, devrimci sanatı en güzel uygulama çabasıyla yaratıcı bir emeğin sahibi oldu, Erzurum Eyaleti gibi bir alanda, 90’lı yılların başlarında ve aslında gerilla yaşamı boyunca en çıkmaz anların en yaratıcı çözümlerini geliştirerek yoldaşlarına yol, ışık olmayı başardı. Düşmanın amansızca ölümü dayattığı çemberleri iyilik ve güzellik arayışının yeşerttiği umutla kırdı, cesaretle parçaladı ve yoldaşlarını birçok kez kurtararak en büyük güzelliğin bunu başarmak olduğunu ortaya koydu. Ölümün anlamı ancak nasıl yaşanıldığıyla ölçülebilir PKK’de verilen savaş her şeyi ölümlüleştiren, öldüren bitiren iktidar sistemine karşı yaşamı yüceleştiren, anlamlılaştıran, sonsuz yaratımlar içerisinde yenileyen, güzelleştiren ve her şeyi yıldız tanımında ölümsüzleştiren ve evrenle bütünleştiren hakikati bulma, onu yaşamsallaştırma savaşıdır. Ölümsüzlüğün ancak böyle mümkün olduğu gerçeğini kavrayan Apocu’lar, bu nedenle ölüme baş eğmez hakikat savaşçılarıdır. Her kadın savaşçı; kimisi yüzlerce, kimisi onlarca kez ölüm-yaşam sınırının ince bir çizgisinde yürümüş, hiç geriye adım atmayı düşünmeyerek umutla ve cesaretle zorun üzerine yürümüştür. Özgürlüğü pusu çemberine alan iktidarcı zihniyet ona ulaşmanın, pusuları yarmanın bedelini ölümle ödetmiş, özgürlüğü istemenin karşısına ölümü koyarak cesaret kırmış, umudu baltalamış, olana razı etmiştir. Önderlik öncülüğünde bu tuzak ters yüz edilerek özgürlük yürüyüşü anlamlı yaşamın sınırsızlığında anlamsızlaşan ölümü yenerek geliştirilmiştir. Korkulması gereken ölüm değildir ki fiziksel ölümsüzlük ne mümkündür ne de evrensel diyalektikte doğrudur. Her canlının bir yaşam süresi vardır, fiziksel olarak sonlanmak bir doğa kanunudur. Ama asıl ölümcül olan ve korkulması gereken şey; yaşamı yaşamamaktır. Özgürlüğün, güzelliğin, onurun, erdemin, kendilik olma bilinci ve duruşunun, bunun toplumsal gücünün olmadığı bir yaşam ölümün nefesli halidir. Önderlik felsefesiyle bütünleşen bir insan bu hakikati görür ve gerçekten yaşamı büyütmenin, yaşamı büyük sevmenin ardına düşer. Nihayetinde birçok şehit arkadaşın da dile getirdiği Tanrıçamız Zilan Yoldaş; “Yaşamı çok sevdiğim için anlamlı bir eylemin sahibi olmak istiyorum” dedi. Büyük öncü, devrimci Kemal Pir arkadaş; “Yaşamı, uğruna ölecek kadar seviyoruz” dedi. Hakikatin sınırına ulaşan bilincin yaşamla bağı bu kadar yüceltici ve büyük eylemci oluyor. Bu gerçeğe vakıf olmak hiçbir sınırı tanımıyor, büyük oluşturuyor, büyük yaşatıyor, büyük eylemleştiriyor. Nalîn arkadaş da hem yaşamı boyunca defalarca ölümün kol gezdiği yerlerde, anlarda, ölümün saldırdığı mevzilerde bulunmuş hem de büyük bir baş eğmezlik ve yaşam tutkusuyla duruş göstermiş, direnişiyle yaşamı büyütmüştü. Anılarını anlatırken bu tür zorlu olayları, düşmanın ölüm çemberlerini defalarca oluşturduğu, ölümle saldırdığı zamanları müthiş bir mizahla ele alır, o an yaşanmışlıkları bir aksiyon-komedi filminin karelerine dönüştürürdü. İçten kahkahalarıyla alay ederdi düşmanla ve kahkahaları cesaret, güzellik yayardı onu dinleyenle için. Çünkü o ölümü, yok oluşu amaçsız yaşam olarak tanımlar bundan korkar ama fiziksel ölümü bir sonlanma olarak görmezdi, buna inanmazdı. İnsanın oluşturduklarında, amacında yaşadığını bilirdi, bu nedenle yaşamı büyütme çabası onu en cesur, en radikal en zorlu anların militanı kılardı. Egemenlik bencilliktir, bencillik kendi fiziksel varoluşuna hapsolmuşluğu anlatır. Bu nedenle iktidar kültü en çok ölümden korkar, ölüm korkusu yayar. Görmezden gelmek, üzerinde düşünmemek, hep daha çok bireycilikle maddi yaşama bağlanmak, bağlandıkça hakikatten uzaklaşmak, bu nedenle daha çirkin, daha korkak olmak, kendisinin maddi birikimi için başkasının hayatını harcamaktan çekinmemek modern insanın, onun dayandığı zihniyetin ölüm sendromu, yaşamı küçültme duruşudur. Bundandır ki mezarlıklar şehir dışına çıkarılır, ölüm her şekliyle görmezden gelinir. Ölümle ilgili her şey gündelik hayattan çekilir ve hep yaşanılacağı mitine dayanılır. Bütün konsantrasyonun yaşama yönelik olması nedeniyle, ölümün gerçeği aslında bilinmez ama yine de dehşet duyulur, negatif anlatılır. Ölüm hep acıların yoğunlaşmış hali, evrendeki bilinmez boşluğun korkutucu, dipsiz kara deliklerin içinde kaybolmayla özdeşleştirilir. Nalîn arkadaşın kişiliğinde kendini bulma, kendini yaratma savaşı o kadar keskin ve netti ve bu netlikle yaşamı kavrama gücü o kadar yüksekti ki, “Ölüm korkusu insanın yaşama cesaretini kırdığı için uydurulmuş en büyük yalandır” derdi. İşte böyle yaşadı, böyle net ve duru bir su gibi aktı, oluşturdu, kendi emeğiyle, güzelliğiyle fiziksel olarak yaşamı sonlandıktan sonraki zamanlara sınırsızca aktı. Nalîn arkadaşı ve tüm şehitlerimizi ölümsüz kılan gerçeklik tam da budur. Yani iyi-doğru-güzel arayışı özgürlüğe yöneltir, özgürlük hakikatin özüdür. Buna ulaşmak insanı sınırsızlaştırır. Yeryüzünde insan varlığı sürdüğü sürece kendisini var eden iyilik, güzellik, doğrulukla yaşar tüm onlar için yaşayanlar, onlar için ölüme gözünü kırpmadan yaşayanlar. Onlar amaçtır, yaşayan amaç o amaçla zamanın öncesinde buluşmuş, onunla bütünleşmiş herkesin yaşaması, süreklilik kazanmasıdır. Ölümün anlamı ancak nasıl yaşanıldığıyla ölçülebilir. Bireyci, kötü, tahakkümcü, değersiz, duygusuz, ezen, sevgiyi yok eden kişiler yaşarken de ölüdürler. Fiziksel olarak öldükten sonra da zamanda var olmamış kabul edilirler. Özgürlük tutkusuyla yaşamış hakikat savaşçıları zamanın en değerli hazinesi olarak zaman tarafından kucaklanırlar, sevgiyle taşınırlar, zamanın akışıyla geleceğe akarlar. Bizler de o hakikatle yürüdüğümüz, o hakikati amaç ettiğimiz sürece sonunda o zamana ulaşacak, o zamanda buluşacağız. Yoldaşınız olmanın onuru, özgürlük değerlerini büyütmektir Ölümsüzlüğün ve yaşamın anlamı budur. Şu an bu yazıyı yazarken bile sevgili yoldaşımı yanımda, yüreğimde, ruhumda hissediyor, varlığının farkındalığıyla içim ısınıyor, intikamın bilinciyle eyleme yöneliyor, amacımızı gerçekleştirmenin iradesi büyüyorsa içimde, içimizde yoldaşlarımız gerçek anlamda yaşıyorlar demektir. Tıpkı aldığımız nefes, gözlerimizin gördüğü doğa, üstümüzdeki gökyüzü, damarlarımızda dolaşan kan kadar somut ve gerçek bir ölümsüzlük. Bizimlesiniz; çünkü kavradığımız silahta sizin de elleriniz var, yüklendiğimiz sorumluluklarda sizin emeğiniz, büyüttükleriniz, aklınız, duygunuz var, yürüdüğümüz yollarda ayak izleriniz var, yüreğimize dolan duyguların güzelliğinde sizin suretiniz var. İyiyle kötünün bulanıklaştırıldığı tonları, anları bizden uzak tutuyor, kötüyü iyinin içinden kovuyorsunuz. Öyle anlarda iyi olan kazandığında biliyoruz ki siz varsınız orada, iyinin elinden tutan ve onu başarılı kılan asıl gerçek sizsiniz. Bu sınırlarla, nefes alıp vermeyle tanımlanamayacak kadar sınırsız bir bütünlük, yek vücutluk halidir. Benliğimiz hakikatten yana kusur işlemediği, onunla yürüdüğü sürece bütünüz ve bu bütünlüğü korumanın değer ölçülerine adanmış yaşamı yaşamış insan olmanın olmazsa olmazı olarak görüyoruz. Bu ölçülerde sizlerle yoldaş olabiliriz. Yoldaşınız olmanın onuru, özgürlük değerlerini büyütmektir. Bu onur varlığımızın en değerli, en vazgeçilmez hazinesidir. Gerçeği saptıran idealizmin gölgesinde değil ama hakikatle buluşmak ve özdeşleşmek anlamında maddeye boyun eğmeyen Zühre olma gerçeği böyle tanımlanabilir. Sınavı kazanan ruhlar yedi kat göğe başarıyla yükselip, geldikleri yere dönerler ve böylece ölümsüzlüğe kavuşurlar. Salt gerçeği (mutlak hakikat) öğrenirler, kök ve kaynak ile birleşirler, bir olurlar. Hakikat sonsuzlukta mutlaklaştırılabilir mi; kuşkusuz bunu zaman gösterecek. Ama köklerimizin dayandığı hakikatler vardır; var oluşumuz bir hakikattir, doğanın bir parçası olarak iyi-doğru-güzel yaşamın insanca olduğu bilinci ve bunun özgürlük denen şey olduğu gerçeği bir hakikattir. Hakikatin çarpıtıldığı ve yalanlarla çevrelendiği bir uygarlık gerçeği karşısında Rêber Apo mucizesiyle dışa vuran hakikatin kendisidir. Bu kökle buluşan, o kaynaktan akmaya başlayanlar hakikat savaşçılarıdır. Kadınlara, halklara, doğaya, evrene güzellik getirmenin çabacıları, devrimcileri, fedaileridirler. Zamanın en güzel insanları, kadın ve erkekleridir bunlar. Ölümsüzlük onların kavrayışıyla, eylemiyle, oluşturuculuğuyla zamana mal olmanın adıdır, gerçeğidir. Bu gerçeklik hepimizi buluşturandır, bizi tüm sınırların ötesinde bir araya getirendir. Bu gerçeği biliyoruz. Bu gerçeğin bilincimizde, duygumuzda, eylemimizde yoğunlaştığı anlarda Nalînler, Şevînler, Hêlînler ve tüm güzel şehit yoldaşlarımızla birlikteyiz, bir aradayız, birlikte yürüyoruz. Yaşamın anlamı, var olmanın nedeni ancak böyle bir nitelikle erdemli olmamızın kapılarını bizlere açar. Yoldaşlarınız olarak erdemin gücünü hep etkin kılarak yaşamayı, amacınızı, amacımızı zaferle taçlandırmayı, hep Önderliğin kaynağından beslenmeyi ve onunla bütünleşmeyi var olmanın nedeni olarak görüyoruz. Bu temelde sizlerle yaşamanın onuruyla seni, sizleri saygıyla anıyor, yoldaşınız olabilmenin ölçülerinde yaşamanın, savaşmanın, başarmanın sözünü yineliyoruz. Sizi tanımak, sizlerle aynı yola baş koymak zamanın bizlere bahşettiği bir ayrıcalıktır, onurdur, tek varlığımız olan canımız bu onuru sonuna kadar taşımaya adanmıştır. Bunun için sonsuz onurlu, mutlu, bizi böyle bir amaç ve yoldaşlarla buluşturan Önderliğimize sonsuz minnettarız. Masmavi gökyüzünde coşkuyla kanat çarpan sevda yüreğiniz, Tek tek yıldızlara değen kalp atışları evrenin kalp atışlarında buluşurdu sonsuzlukta, Hakikatin aşkını tomurcuk açan bahar güzüyle en güzelinden görebilmek, Damla damla akıtabilmek mum ışığında bilgeliği, Böylelikle dağ asiliğinde özgür kadının zamanla sarmalanmış sırlarına ermek. Retleri olmadan oluşmaz, ulaşılmaz özgürlüğe, Her kulun ‘eveti’ndeki tutsaklığa ilkin bir başkaldırıdır ‘neden’ demek ve nedeni aramak. Bizim türkümüz kanımızın rengiyle yazılmış, gönlümüzde vurulan insanlıktır bestemiz. Kışın soğukluğuna inat zorda yeşeren kardelendir karakterimiz. Ey zorba ve zalim erkeklik sanma ki cesedimiz parçalandı ve yok oldu, Unutma, evrenin özüdür en küçük atom parçacığındaki müthiş gerçeklikler. Suya benzer kadın doğası hem ateştir hem oksijen. Evren bizde tanımladı adını, İnsanlık borcudur evreni, dünyayı ve yaşamı kurtarmak. Ben güneşleri topladım yüreğimde, her canlı yaşam bulur kendini yürek bahçemde. Ölümsüzleşen Nalîn, Şevîn, Hêlînler ay ışığıyla doğarak parçalar karanlığı. Anılarınız önünde saygıyla eğiliyoruz. Devrimci Selam ve Saygılarımla | ||
© 2021 Serxwebûn |