Düşünerek, anlayarak iş yapmak değil; görerek, ezberleyerek bir şeyler yapmaya çalışmak, daha çok da alışkanlıklar ve tecrübeye göre işleri yürütmek esas tutum oluyor. Bu da tabii ki gelişimi, değişimi anlayamıyor, göremiyor. İnisiyatif ve yaratıcılık geliştiremiyor. Bunun soykırımla bağı var. Beyinsel sömürgecilikle bağı var. Yani düşmandan kaynaklıdır, kader değil. İnsanların kötülüğünden kaynaklı bilinçli yaptıkları bir durum da değildir. Eleştiriler, değerlendirmelerden yola çıkarak sanki bir şeyleri bilinçlice düşmanca yapılıyor gibi algılamamak lazım. Öyle algılama yanlış olur. Böyle ele alınırsa insan doğru sonuç çıkartamaz. Yanlış algılamamak, doğru algılamak, doğru sonuç çıkartmayı bilmek lazım. Bütün bunların on yıllarca, hatta daha fazla zamanda sürdürülen kültürel soykırımla bağını görmek gerekir.
Kültürel soykırımın birinci öğesi zihniyet soykırımı, beyinsel sömürgeciliktir. Önder Apo ilk manifestoda bunu beyinsel sömürgecilik olarak tanımladı. Daha sonra zihniyet kırımı olarak tanımladı. Bu nedenle zihniyet devrimini her şeyin başına koydu. Bu nedenle bağımsız düşünmeyi her şeyin başına koydu. Önder Apo’daki bağımsızlık düşünce bağımsızlığıdır, irade bağımsızlığıdır. Özgür, kendine ait düşünebilmektir. Bazıları bağımsızlığa çok vurgu yapmayı devlet kurup paşa olmak istemek sandılar. Önderlik düşüncesini, PKK’nin görüşlerini böyle algılayıp, değerlendirip, telaffuz etmeye yöneldiler. Gerçekle hiçbir alakası yok; o tür yaklaşımlar ne Önderlik gerçeğini, ne PKK gerçeğini ifade ediyor. Başkaları ya anlamıyorlar ya da çarpıtmak için bilinçli olarak böyle ifade ediyorlar. Hiç olmazsa bu hareketin mensupları olarak bizler yanlış anlamayalım, doğruya ulaşalım.
Kendisi özgür olmayan halkın dili özgür olamaz
En büyük asimilasyon, düşünce üzerinde, beyin üzerinde gerçekleşen asimilasyondur. Dil asimilasyonu, onun çok sınırlı bir boyutudur. Dil asimilasyonunu çok öne çıkartan görüş milliyetçi görüştür. Çok dayattılar PKK’ye, ben iyi hatırlıyorum ’94 yılında çok eleştiriliyorduk, dil konusunda. Önderlik o zaman “bunları geçin, biz bu milliyetçi görüşleri çok iyi biliyoruz. Kendisi özgür olmayan halkın dili özgür olamaz” dedi. Beyni özgürleşmeyen halkın, insanın kendisi de özgür olamaz. Özgürleşmek her şeyden önce bağımsız bir düşünce gücüne kavuşmakla oluyor. Zihniyet devrimini, bağımsız ve derin bir düşünce gücü kazanmak olarak tanımladı Önder Apo. O bakımdan zihniyet devrimi nedir, ne değildir, onun da içeriğini anlayalım. Sadece bir kavramı ezberleyip geçmeyelim. Öyle salt yüzeysel bir kavram değildir, işin esasıdır. En sonunda nereye geldi? Demokratik ulusu hangi ilkeye oturttu, düşünce birliği, zihniyet birliği ilkesine. Ne dil birliği, ne vatan birliği, ne ekonomi birliği esas aldı. Reel sosyalizmin veya liberal sosyal bilimin uydurduğu birçok kategoriyi bir tarafa bıraktı. Kuşkusuz dil birliğini ve vatanı önemsiz görmüyor, inkar ediyor değil, ama esası koydu; zihniyet birliği ya da kültür ulusu. Önder Apo bağımsız düşünceyi, zihniyeti bu kadar toplum yaşamı ve insan gerçeği açısından önemsedi ve öne çıkardı. Bu gerçeği görelim. Savunmalardan çıkaracağımız en önemli sonuç bu. Önderlik düşüncesiyle diğer düşünceler arasındaki en temel farklılıklar kendini burada gösteriyor. Önderliği doğru anlayıp, özümseyecek, yanlış düşünceleri fark edip onlara karşı çıkacaksak temelde bunları görüp buradan karşı çıkmayı bilmeliyiz. Diğer türlü olmaz. Sığ kalır, ters yönlü kalır.
Tabii asimilasyon asimilasyondur, her türü kötüdür. Soykırımı ifade eder, insanlık suçudur. Dil asimilasyonu da, kültür asimilasyonu da, ekonomik asimilasyon da hepsi bir bütün insanlık suçudur. Fakat en tahrip edici olanı düşünce asimilasyonudur. Zihniyet asimilasyonudur. İşte soykırım esas olarak kendisini burada gerçekleştiriyor. Kürtlere dayatılan kültürel soykırımın en tahrip edici, zarar verici yönü düşünceye, zihniyete yöneltilen yönüdür. Önder Apo, ’70’lerde sömürgeci soykırım rejiminin yarattığı insan ve toplum duruşunu kendinden kaçan, kendi gerçeğini göremeyen, kendisi için düşünemeyen, çıkarını bilemeyen, dost düşman ayıramayan, kendisi için gelecek çizemeyen duruş olarak tanımladı. PKK bütün bunları tespit ederek esas devrimini buraya dayattı, buradan geliştiriyor. İşte kişilik devriminin özü zihniyet devrimidir. Bilmem kişilik çözümlemeleri diyoruz. Eleştiri özeleştiri, kişilik değişimi, ölçü ve özelliklerde değişiklik yaratma, kişiliği yeniden yaratma, bütün bunların hepsi zihniyet devrimi anlamına geliyor. Çünkü hepsini zihniyet yönlendiriyor, düşünce yönlendiriyor. Düşünce devrimi, zihniyet devrimi oluyor. Bu işte diğer bütün devrimlerin başlatıcısı, tetikleyicisi olarak da ortaya çıkıyor. Ne kadar düşünce devrimini gerçekleştirebilirse bir birey ve toplum o kadar duygu devrimi, ruh devrimi, davranış devrimi yapabiliyor. Alışkanlıklarını yıkarak özgür, bağımsız davranış gücü kazanabiliyor. Özgür kişilik haline gelebiliyor, özgür toplum haline gelebiliyor.
Bunlar çok çok önemli hususlar. Dikkat edilirse mevcut duruşumuzun, pratikte yaşadığımız zayıflıkların, kaynağı burasıdır. Bütün savaşta, örgütlenmede, katılımda, eğitimde, olduğu gibi şehir savaşına ve diğer önemli çalışmalara yaklaşımdaki anlamazlığın da arka planı burasıdır. Demek ki bağımsız bir düşünce gücü kazanamamışız. Dahası aslında düşünür hale gelememişiz. PKK’de en çok kaçılan yer neresi? Düşünce alanı. Dolayısıyla Önderlik gerçeğinin en çok yoğunlaştığı yer neresi? Düşünce alanı. Niye? Çünkü herkes kaçıyor, eksiklik orada. Güç getiremiyor, düşman oraya saldırmış, sömürgecilik, soykırım oraya saldırmış. Orayı yıkarak, orayı fethederek amacına ulaşmak, Kürt toplumunu kendi gerçeğinden çıkartarak asimile etmek, sömürmek, başkalaştırmak istiyor. Gerçek buysa, sömürgeciliğe, bu soykırıma karşı mücadelenin zihniyet üzerinde yoğunlaştırılması lazım. Böyle bir sömürgeciliğe, soykırıma karşı mücadelenin de esas yoğunlaşacağı yer kuşkusuz düşünce alanı olacak. Bu nedenle Önderlik gerçeği bu kadar düşünceye önem verdi, bu kadar düşünce üzerinde yoğunlaştı. Kendini yoğunlaştırıp böyle bir düşünce gücü haline getirdi.
Uluslararası komploya bakalım, İmralı sistemini değerlendirelim; Önderliğe dönük küresel soykırım sisteminin saldırıları neyi hedefliyor? Önderliği düşünemez hale getirmeyi hedefliyor. Düşünemez, düşünce üretemez, yoğunlaşamaz hale getirmeye çalışıyor. Düşüncesiz kılmaya çalışıyor. Bu açık değil mi? İmralı savaşı bu bakımdan bir düşünce savaşı olmadı mı? 1980’lerin başında, Diyarbakır Zindanı’nda yaşanan büyük düşünce savaşının, ideolojik mücadelenin çok daha kapsamlı, planlı ve derinlikli bir biçimde yürüyüşünü ifade etmiyor mu, temsil etmiyor mu? Eğer bunları böyle göremiyor, anlayamıyorsak o zaman mücadele tarihimizden, Önderlik gerçeğinden hiçbir şey anlamıyor, hiçbir ders çıkartmıyoruz demektir.
Düşünen beyin duyan yürektir
Böyle olmaz tabii! O zaman nereden güç bulacağız? Kendimizi doğruya nasıl çekeceğiz, nasıl Apocu militan olacağız? Önderlik gerçeğini anlamaz, onunla dolu hale gelmez, o tarzın uygulayıcısı haline kendimizi getirmezsek nasıl Apocu militan oluruz? Olmak istiyorsak sadece istemek yetmiyor. Çaba harcamak da yetmiyor, doğru yerde istemek ve çaba harcamak gerekiyor. İstemek ve çaba harcamak iyidir, ama hamal gibi yanlış yönde harcamamak lazım. Yanlış yerden Apocu militan haline gelmeyi aramamak lazım, doğru yerden arayacağız. Doğru yerde aramak nasıl olur? İşte düşünce gücü kazanmakla olur. Zihniyet devrimini yapmakla olur. Zihniyet ve vicdan devrimini de Önder Apo özgür insan ve özgür toplum olmanın temeli olarak tanımlamadı mı? Bunu uluslararası komployu anlamanın ve ona karşı savaşarak zafer kazanmanın yegane duruşu olarak değerlendirmedi mi? Komploya karşı başarı için önümüze zihniyet ve vicdan devrimini koymadı mı? Bunlar öyle geçici hususlar değillerdi. Akla gelindiği için gündemleştirilen konular değillerdi. Tamamen içinde bulunulan koşullarda gericiliği yenmenin, devrimi geliştirmenin, özgürlük devrimini ilerletmenin stratejik boyutlarıydı. O nedenle Önderlik bunları önümüze görev olarak koydu. Bütün parti, halk bu temelde zihniyet ve vicdan devrimi içine çekilmeye çalışıldı.
Dikkat edin, Önderlik daha çok asker olun, daha çok siyaset yapabilin diye çok fazla değerlendirme, yorum geliştirmedi. Zihniyet ve vicdan devrimini gerçekleştirin isteminde bulundu. Çünkü zihniyet ve vicdan devrimini gerçekleştiren siyasetçi de olur, asker de olur, ekonomist de olur, ideolog da olur, eğitimci de olur, dil bilimci de olur, sanatçı da olur, komutan da olur, her şey de olur. Zihniyet ve vicdan devrimi yapılamadıktan sonra yani sömürgeci soykırım rejiminin zihniyet kırımını aşamadıktan, o kırım altında kaldıktan sonra beyni sömürgeleştirilmiş, yüreği karartılmış kişilik ve toplum duruşu aşılamadıktan sonra sen istediğin kadar siyaset bilimiyle uğraş, askerlik bilimiyle uğraş, istekte bulun “ben iyi siyasetçi, asker olacağım. Bu mücadeleyi yürüteceğim” de, bunlar sadece bir heves olmaktan öteye gitmez. Pratikte gerçekleşemez, başarı imkanı yakalayamaz. Çünkü onların hepsinin başarısı zihniyet ve vicdan devrimine bağlı, bağımsız ve özgür bir düşünce ve duyuma bağlı. Düşünen beyin, duyan yürektir. Zihniyet ve vicdan devrimi de düşünce ve duygudan bağımsız olmayı, özgür hale gelmeyi ve derinleşmeyi ifade ediyor. Zaten PKK diyalektiği bu değil mi? Zindan direnişi ve oradaki büyük ideolojik zafer olmasaydı 15 Ağustos Atılımı olabilir miydi? Ulusal diriliş devrimi gerçekleşebilir miydi? Bugüne kadar otuz yıllık direniş ve onunla yaratılan değerler ortaya çıkartılabilir miydi? Asla. Bu bir iddia değil. Zindanda direnemeyenler yapamadılar. Yani pratikte kanıtlanan, gerçekleşmiş bir durumdur. Bu söylediğimiz bir iddia değildir, pratik bir durumdur. Örneğin PKK dışında Kürdistan’daki, Türkiye’deki belki sayısı altmışı yetmişi bulan örgüt, partinin yaşadığı durum bunu gösteriyor. Bir iki küçük Türkiye solu grubu dışında siyasi gruplar zindanda direnemediler. Bunların direnişi de çok kaba ver dar olduğu için sonuç vermedi. Zindanda direnememenin sonucu ne oldu? Gerilla olamadılar, kültür devrimi, diriliş devrimi yapamadılar. Hiçbir politik askeri gelişmeye yol açamadılar.
PKK’nin 15 Ağustos’la birlikte yarattığı bütün askeri politik gelişmeler o halde zindandaki direnişe bağlı. Çünkü PKK’yle onları ayıran temel pratik ayraç 12 Eylül faşizm karşısında, onun azgın saldırıları karşısında zindanda gösterilen tutum oldu. Ayrışma, netleşme burada başladı, farklılık burada oluştu. PKK’yle diğerleri arasındaki temel ayrım burada oldu.
O halde zindandaki mücadelenin özü neydi? Zihniyet mücadelesi, ideolojik mücadele, düşünce mücadelesi. Hangi düşünceyle yaşayacağım, hangi inancı, zihniyeti belirleyeceğim düşüncesiydi. Zindandaki insanlara “devlet gibi düşüneceksin, ulus devlet ideolojisini özümseyeceksin, Türkleşeceksin, faşizmi benimseyeceksin, şoven milliyetçisi olacaksın” dayatmasında bulunulmadı mı? İtirafçılık ne demektir? İtirafçılık kavramıyla ifade edilen, kendi düşünce, inanç gerçeğini bırakarak zorla dayatılanı kabul etme olayıydı. Herkese bunu kabul ettirmek istediler. Zindan direnişi bunu kabul etmeme tutumu oldu. Yoksa öyle çok fazla açlık grevi yapılmış, bilmem kurallar kabul edilememiş, bilmem yumruklaşılmış, bunlar değildi. Bunlar olsa da olur, olmasa da olur. Zaman zaman oldu zaman zaman hiç olmadı da. Aslında bir zihniyet duruşunun dışa yansımalarıydı onlar. Fakat esas olan, özünde var olan, kavganın özde yaşandığı yer neresi oldu? Düşünce ve inancın nasıl olacağı noktası oldu. Zorla o koşullarda insanlara sömürgeci soykırımcı zihniyetin, düşüncenin kabul edilmesi dayatıldı, beyinsel sömürgecilik dayatıldı, zihniyet kırımı dayatıldı. O büyük direnişte bunu reddetme, buna karşı durma, Önderlik zihniyetini, yurtsever devrimci düşünceyi esas alma gelişti. Önderlik ve parti çizgisi, yurtseverliği ve devrimciliği temelinde düşünüp, inanarak yaşama, onun dışında herhangi bir fiziki yaşamı kabul etmeme duruşu gösterildi. İşte zindan direnişinin esası, özü buydu. Sonuçta zafer burada kazanıldı. En büyük askeri boyutu olan meydan savaşlarından çok daha keskin, şiddetli bir meydan savaşıydı o mücadele.
Sonuç ne oldu, kim kaybetti, kim kazandı? 12 Eylül faşist asker rejimi kaybetti. Onun şahsında sömürgeci soykırım rejimi, imha ve inkar sistemi kaybetti, kazanan Önderlik zihniyeti, Önderlik çizgisi oldu, PKK çizgisi oldu, devrimci yurtsever demokratik düşünce oldu. PKK bu zaferi kazandığı için 15 Ağustos diriliş atılımını yapabildi, halk serhildanını geliştirebildi. Otuz yıldır en kapsamlı saldırılara, askeri faşist saldırılara, topyekun özel savaş konseptli saldırılara karşı direniyor, yenilmiyor. Böyle bir direnişi otuz yıldır gösterdiği için 12 Eylül faşizminin şefi Kenan Evren ve arkadaşları bugün yargılanmak durumunda kalıyor. AKP hükümeti şimdi o Evren ve arkadaşlarını mahkemeye çıkartmamak için bin dereden su getiriyor. Oraya sevk ediyor, buraya sevk ediyor. Sözde 12 Eylül faşizmini yargılayacak! Yargılasan ne olur, yargılamasan ne olur? O mahkemelerin yargılayacak bir niyetleri yok. O faşizmi 1982 Newrozu’nda, 18 Mayısı’nda, 14 Temmuzu’nda Kürt halkı, PKK zaten yargıladı ve mahkum etti. Onlar yenilmiş, mahkum edilmiş insanlardır. Şimdi kalkıp yargılamaktan söz ediyor, kimi kandırıyor? Hangi yargılama! Rojbaş derler insana! Otuz yıl önceki gerçekleşmiş olanı, mahkum edilmiş ve yargılanmış olanı sağa sola saptırmaya çalışarak aslında nasıl aklayıp, kendisiyle birleştirecek bunun arayışı içinde. Öyle sahte bir biçimde yargılama süsü vermekle kimseyi kandıramaz. Dikkat edilirse zaten kandıramıyor, bu kandırma işi dahi doğru dürüst yürütülemiyor. Kimse çok fazla ilgi de duymuyor. Öyle bir ciddi iş olmadığı görülüyor. Çünkü daha önce yargılandı, gerçek yargılama, büyük mücadele, hesaplaşma içinde oldu, yaşandı.
İdeolojik mücadele sınıf ve cins mücadelesi Apocuların olmazsa olmazıdır
Sonuçta ulusal demokratik düşüncenin, Kürt yurtsever devrimci demokratik düşüncesinin, bunu geliştiren, temsil eden Apocu düşüncenin büyük bir zaferi yaşandı. PKK’yi PKK yapan, Kürt halkını Kürt halkı yapan, Kürdistan özgürlük mücadelesini yenilmez güç haline getiren esas nokta işte budur. Bunu çok ama çok iyi anlamalıyız, bilince çıkartmalıyız. Kuşkusuz bilince çıkartıp sadece ifade eden, ezberleyen olmamalıyız. Kendi çözümüzü de burada aramalıyız. Apocu militan olmanın, süreçleri doğru anlayıp başarıyla yürütecek güce gelmenin, kazanmayı sağlayan doğru tarz ve taktik geliştirici gücün bundan kaynaklandığını görmeliyiz. Bu bakımda da tabii ki kendi devrimimizi de bu noktada geliştirmeliyiz. Büyük siyasi ve askeri güç haline gelmek, siyasetçi olmak, ideolog olmak, askerileşmek, komutanlaşmak, pratikte bunların gereklerini doğru bir tarzla başarılı bir biçimde yürütebilmek kesinlikle böyle bir zihniyet devrimini içeren kişilik devrimi yapabilmeye bağlıdır. Buna ideolojik mücadele, sınıf ve cins mücadelesi diyoruz. Eleştiri ve özeleştiri yöntemiyle bu devrimi hem kişiliğimizde hem örgütümüzde hem de toplumumuzda geliştirmeye çalışıyoruz. Ancak en fazla zorlanılan nokta da bu zihniyet devrimi gerçeğinde görülüyor. İdeolojik mücadeleye yaklaşımda son derece ürkek, korkak, dar, çekingen bir durumumuz var. İdeolojik mücadele hattına girmeme, hatta reddedişler var. Sınıf ve cins mücadelesini isteyerek, bir görev bilerek, devrimin buradan geçtiğini anlayarak yürütmek yerine, adeta Önderlik çizgisinin, partinin, yoldaşların zorlaması sonucuyla yapma durumu var. Eğer örgütün isteği ve zorlaması olmasa ideolojik mücadeleye yanaşılmıyor. Bu mücadelenin önemi unutuluyor. Bu durum yüz seksen derece PKK devrim gerçeğine, zindan direniş gerçeğine, Apocu devrim gerçeğine terstir.
Bunun sonucunda dikkat edilirse en az yoğunlaşılan alan ideolojik örgütsel mücadele alanı oluyor. Eleştiri özeleştiriye çok ürkek, dar, tepkisel yaklaşım gösteriliyor. Özeleştiri alanı neredeyse hesap yapma, ittifak yapma, müzakere etme, sözleşmeye ulaşma, karşılıklı sözleşme yapma noktasına getiriliyor. “Ben şunu kabul ederim, sen bunu kabul et, bir şey söyleyemezsin” gibi tutumlarla eleştiriler boşa çıkarılıp parti ve Önderlik gerçeğiyle karşı karşıya gelme yaşanıyor. Bunların hepsi saptırmadır, sapmadır. Çok geri durumda olduğumuzun, kişilik devriminin, zihniyet devriminin çok gerisinde bulunduğumuzu, ona kapalı olduğumuzu, onu isteyerek, severek kendimiz için bir ihtiyaç görerek, kendi çabamızla gerçekleştirmek yerine Önderlik çizgisinin, partinin bizden bunu istemesi karşısında adeta onu yarım yamalak hale getirmek, özünü boşaltmak gibi bir karşı direniş konumunda olunuyor. Bu tutumun Mazlumların, Kemallerin, Hayrilerin çizgisinde yürümekle ne alakası var? 15 Ağustos çizgisinde yürümekle ne alakası var? PKK’de devrimin hepsi bir özeleştiridir. Mehmet Hayri Durmuş niye “mezar taşıma borçlu yazın” dedi? 14 Temmuz nasıl bir özeleştiri tutumunun sonucu olarak gelişti? 14 Temmuz’un kendi eksikliklerinin ve yetersizliklerinin eleştirilerek ve bunun özeleştirisi verilerek gerçekleştirildiği bilinmiyor mu? Demek ki öyle zorlanılacak, parti zoruyla yarım yamalak yapılacak bir durum değildir. Bunlar devrimci militan haline gelebilmenin koşulu, gereği oluyor. Bizde eğitimin özü bu oluyor. Her türlü siyasi, askeri gelişme buraya dayanıyor. Sen bunu yapamazsan, burada gelişme sağlayamazsan siyasi askeri gelişme sağlayamazsın. İstediğin kadar imkan olsun, sen de istediğin kadar çaba harca etkili siyaset yapamazsın, doğru siyaset belirleyemezsin, güçlü savaş yürütemezsin, ordu kuramaz komutan olamazsın, bunların gereğini yerine getiremezsin. Sınıf ve cinsi mücadelesi temelinde kendini yeniden yaratmayı, sömürgeci soykırım rejiminin düşünce kırımını, zihniyet kırımını yenilgiye uğratarak, beyinsel sömürgeciliği yok ederek, bu alanlardaki asimilasyonu yerle bir ederek bağımsız, derin bir düşünce gücü kazanarak bunlar gerçekleştirilebiliyor. Bunların gereğinin yerine getirilebilmesi, doğru anlaşılıp doğru uygulanabilmesi öncelikle zihniyet devrimini yapmayı, tutarlı ve yeterli bir ideolojik mücadeleyi gerektiriyor.
Arkadaşlar zaman zaman yeni dönemi anlayamadık, bu nedenle gereğini yapamadık diyorlar. Üç sene geçmiş hala anlayamazsak ne zaman anlayacağız? Biz anladık derken bakacağız zaten süreç bitmiş. Bundan önceki stratejik dönemin on sekiz yıla yayılması da böyle olmadı mı? 2008’de, 2009’da üçüncü stratejik dönem nedir, doğru anlayamadık, stratejiye giremedik diye tartışırken Önderlik dördüncü stratejik döneme girdiğimizi söyledi. Böyle sorunları zamanında anlamama ve gereklerini yapmama bilim dışı bir duruştur. Zihniyet devrimi yapmama ve ideolojik mücadeledeki yetersizliğin sonucudur. Bu tür yetersizlikler her türlü devrimi büyük bir zaferle gerçekleştirme imkanı, fırsatı, koşulları varken çok enerji harcayıp yeterli sonuç alamama durumu ortaya çıkarıyor. Mücadele edilmiyor mu, ediliyor, zorluklara katlanılmıyor mu, katlanılıyor, kan dökülmüyor mu, dökülüyor. Bu kadar kan dökmenin sonucu bu olmamalı. Bunun beş on kat fazlası olmalıdır. Bu yetersizlikler ve istenilen sonucu alamamalar yanlış yaklaşım ve yanlış yöntemler kullanma sonucudur. Süreç ve gereklilikler tam bilince çıkarılmadığında sonuç da tam olmuyor. Amaca bağlı, sonuç alıcı mücadelede zayıflıklar yaşanıyor. Önderlik, “savaşıyorsunuz, ama bu savaşla partiye zarar mı veriyorsunuz, partiye kazanç mı sağlıyorsunuz tartışma götürüyor, burası belli değildir. Düşmanla vuruşuyorsunuz, ama esas düşmana ne kadar darbe vurduğunuz, partiye ne kadar zarar verdiğiniz belli değil. Bunların hepsi tartışma götürüyor” diyordu. Cuma arkadaş da bu tür yetersizlikler gördüğünde “bir düşmana vuruyor bir de kendine vuruyor” değerlendirmesi yapıyordu. Yenilmiyor, düşmanı zorluyor, kısmi gelişme de yaratıyor, ama zaferi yaratmıyor bu tarz.
Tesadüfle değil bilimle devrim yapılır
Bu yetersizlikler nereden ileri geliyor? Zihniyet devrimi yapamamış, vicdan devrimi yapamamış, beyinsel sömürgeciliği yenememiş, yeterince bağımsız, özgür düşünme gücü kazanamamış kişilikten kaynaklanıyor. Başka hiçbir yerde aramamalıyız. Önderliğin ve partinin ortaya koyduğu temelde zihniyet devrimi ve kişilik devrimi yapılmadıkça, ne kadar cesur, fedakar ve fedai çizgisinde olursak olalım, gözü pek olarak düşman üzerine yürüyelim, büyük savaşlar yapalım, serhildana kalkalım kesin zafere ulaşmada yine sorunlar yaşarız. Çünkü yerinde yapamıyoruz, zamanında yapamıyoruz, bütünlüklü yapamıyoruz. Böyle olunca da düşmana öldürücü darbe vuramıyoruz. Doğru zihniyet olmazsa ne kadar örgüt olsa da çaba harcansa da pratik istediğimiz hedeflere ulaşacak düzeyde olmuyor. Doğru ve yeterli çizgiye, tarza, taktik zenginliğe ulaşılmıyor. Çünkü strateji nedir, taktik nedir, tarz nedir bol bol söylüyoruz, ama anlamını tam bilince çıkarıp gereklerini istenildiği kadar yapamıyoruz. Yetersiz bilinçle, gelişmemiş kişilikle mücadele eden, tarz taktik geliştiren birisi ne kadar başarı elde edebilir; yaptığı ne kadar o stratejinin hizmetinde olur? Yaptıkları bilincin öncülüğünde olmaz. Tesadüf eder, bakarsın denk gelir başarı sağlatır, yardımcı olur, destek verir. Tesadüf etmez, denk gelmez kaybettirir. Tesadüfle değil, bilinçle devrim yapılır. Özgürlük mücadelesi bilinçle, iradeyle, inançla yürütülüyor, Önder Apo “inatla yürütülüyor” dedi.15 Ağustos direnişini devrimci inadın başarısı olarak da tanımladı.
Peki, bu kadar anlam zayıflığı, anlam cılızlığı içinde tutan ne? Burayı sorgulayalım. Niye teoriyi tam bilmiyoruz, stratejiyi doğru anlamıyoruz, taktik zenginlik, yaratıcılık gösteremiyoruz? Böyle bir zihniyet ve düşünce gücüne sahip olamamanın zihniyet asimilasyonuyla, beyinsel sömürgecilikle bağı ne? Sömürgeci soykırım rejimiyle bağı ne? Bunları görelim. Demek ki anlayamamak öyle mazur görülecek durum değil. Anlayamamışsan, gerçekleri anlayacak bir düşünce özgürlüğü ve derinliği, netliği kazanamamışsan o zaman sen düşmanı yaşıyorsun, soykırımı yaşıyorsun, sömürgeciliği yaşıyorsun. Zihniyet devrimi yapamamışsın, kişilik devrimi yapamamışsın. O halde böyle bir kişilikle ne geziyorsun devrimin içinde? Nasıl devrimin savaşçısı olacaksın, komutanı olacaksın, kadrosu olacaksın? Öyle kişi devrimin kadrosu, komutanı, savaşçısı olamaz. Kadro, komutan olmak, savaşçı olmak her şeyden önce ve en başta tabii ki düşünce asimilasyonuna, sömürgeciliğine, soykırımına son vermeyi, özgür ve bağımsız düşünce gücü kazanmayı, zihniyet devrimini bu temelde yapmayı, derin bir düşünce gücü haline gelmeyi gerektiriyor.
Böyle olmak, zihniyet devrimi yapmak, düşünsel soykırıma son vermek demek çok okumak, çok şey ezberlemek, Önderliğin yazıp çizdiklerini ezbere bilmek anlamına gelmiyor. Bu konuda da bir yanılgı olmamalı. Zihniyet devrimi, vicdan devrimi derken beyinsel sömürgeciliği yok etmek, bağımsız ve özgür düşünme gücü kazanmak derken kastedilen, çok okumak, çok bilmek, çok konuşmak değildir. Doğru ve devrimin gereklerine göre düşünebilmek doğru yurtsever, özgürlükçü, demokratik iş yapar hale kendini getirebilmek demektir. İnsan hiç okumayabilir de, hiç konuşmayabilir de; fakat özgürlük, demokrasi, yurtseverlik temelinde çok temiz, net duygu ve düşünceye sahip olur, onun gereklerine göre yaşar, hisseder, bilir, anlar. Bu anlamda belki çok fazla başkalarını eğitemez, ama kendisi mükemmel bir tutum gösterir, duruş gösterir. Hangi koşulda ne yapması gerektiğini, nasıl yapması gerektiğini, nasıl durması gerektiğini bilir, hata yapmaz. Devrime katılmada, özgür yaşamda hata yapmaz, düşman karşısında mücadele etmede duruşta hata yapmaz. Esas olan da bu, doğru olan da bu. Arkadaşlar anlamamak, savunmaları çok okumamış olmak, çok fazla okullardan, eğitimlerden geçmemiş olmaktır sanıyor. Buraya indirgemek yanlıştır, yetersizdir. Bu sefer tersinden anlamaya götürüyor. Okuldan geçmiş, o halde artık hatmetmiş, gereğine ulaşılmış sanılıyor. Öyle değil, okuldan da geçiyorlar, okuyorlar ama yine anlamıyorlar. Ezberliyor, yine bir şey bilmiyor. Dolayısıyla savunmalara da eğitime de doğru yaklaşmak gerekiyor, doğru ele almak gerekiyor. Kuşkusuz doğru yaklaşılırsa eğitim ve savunmalar insanlara çok şey kazandırır.
Şunu da görüyoruz; yeni katılanlar, çok genç olanlar, hiç eğitimden geçmemiş olanlar da duygularıyla, hisleriyle, yurtseverlik bilinçleriyle mükemmel devrimci militanlık örnekleri gösteriyorlar. Disipline uyuyorlar, örgüt çalışmalarına katılıyorlar, siyasi askeri mücadelede çok etkili yer alıyorlar. Doğru eleştiri ve doğru değerlendirmeler yapabiliyorlar. Zaten net tutum gösterme eğilimi oluyor. Belki örgütü fazla tanımıyorlar, gençtirler, öyle tecrübe de yok. Ama savaşta, yaşamda doğru tutum gösterebiliyorlar. İşte kişilik devrimi bu, zihniyet devrimi bu. Beyinsel sömürgeciliği, asimilasyonu yenen kişilik duruşu bu. Bu gerçeği görüp anlamamız lazım. Kuşkusuz eğitimi görmek, savunmalarda derinleşmek, mücadele birikimine sahip olmak insana çok şey kazandırıyor. Bu da güçlü, doğru tutumların ortaya çıkarılmasını sağlıyor. Ancak bu tek başına yetmiyor. Ciddiyet ve sorumluluk çok çok önemli. Bu olursa genç-yaşlı, eski-yeni herkesin devrimci, yurtsever, demokratik bilinci doğru alması, özgür, bağımsız bir düşünce gücüne ulaşma, böyle bir irade kazanması mümkündür. Düşman etkilerine karşı, kapitalist modernitenin, imha ve inkar sisteminin, sömürgeciliğin ve soykırımın etkilerine karşı durabilmek, onlara karşı mücadele edebilmek çok önemlidir. İşte doğru, özgür, bağımsız düşünce gücü kazanma, irade sahibi olma böyle mümkün oluyor. Bunları geçekleştirdiğimiz ölçüde de tabii kişilik devrimi yaptığımızı, doğru düşünen, anlayan ve iş yapan hale kendimizi getirdiğimizi söyleyebiliriz.