Dolayısıyla toplumsal sorunlar, kadının özgürlük sorunu çözülmeden bir çözüme kavuşamaz. İktidar, devlet, yönetim, soykırım, asimilasyon, militarizm, ekonomi, ekoloji sorunlarına çözüm aranmak isteniyorsa eğer, toplumsal cinsiyetin aşılması bir zorunluluk olarak görülmek durumundadır.
Toplum inşa edilmiş gerçekliktir, bununla bağlantılı olarak toplumsal sorunlar da inşa edilmiş sorunlardır denebilir. Tarihin her anında ezen-ezilen, yöneten-yönetilen, kadın-erkek yine iktidar ve devlet sorunları vardı biçiminde bir algılayış, egemen sistemin kendi yorumudur. Toplumları ikna etmek için söylenmiş, inşa edilmiş bir yalandır. Ezel ve ebede de kadının günümüzdeki gibi yaşamadığını bırakalım tarihin bizden çok uzakmış gibi algılatılan dönemlerine gitmeyi, biraz daha incelikle bakarsak eğer, kendi annelerimizin bile günümüzdeki gibi yaşamadığını göreceğiz. Özellikle kadının, kültür, ahlak, felsefe ile yaşamı nasıl yoğurduğunu gözlemleyebiliriz.
Kadın yaşamının erkek tarafından ne kadar sıkıştırıldığını, yüzeyselleştirildiğini ve belli sınırlara hapsedildiğini herkes söylüyor. Fakat bu söyleyiş biçimleri zihniyetlerdeki farklılıklardan doğuyor. Örneğin siyasal islamcılar da kadının erkek tarafından sıkıştırıldığını, sınırlandırıldığını söyler. Ama bunun doğru olduğu ve böyle olmazsa toplumun elden gideceği söylenir. Hatta bunun temelleri oturtulmaya çalışırken şu ifade zihinlere işlenir; ezelde de kadının erkek tarafından belirlendiği ve ebedde de böyle olacağı iddia edilir. Çünkü kadın her zaman tehlikeli bir varlık olarak görülmüştür.
Kadın özgürlük mücadelesi yürütenler de bu değerlendirmeyi yaparlar. Çünkü kadın, tarihsel anlamda erkek tarafından denetime alınmazsa toplum iktidara açık hale getirilemez. Bunun tersi de doğrudur. Kadın, erkek tarafından bu denetimden çıkmadığı müddetçe de özgür toplumun gelişme şansının olmadığı dile getirilir. İşte bu denetim işleyişi tarihten günümüze kadar ciddi bir birikime sahiptir. Küçük küçük, parça parça, ama toplumun tüm bünyesini saracak biçimde uygulamalar, söylemler geliştirilir. Toplumda kadına özenle roller biçilir, ne zaman, ne yapacağı, nasıl yapacağı herhangi bir erkek kurumlaşması tarafından belirlenir ve yaşam bunun üzerinden kurgulanır.
Günümüzde başını Erdoğan’ın çektiği AKP ekibinin uyguladığı kadının bedeni hakkında söz söyleme gücü de bu gerçekten ileri gelir. Kadının kaç çocuk doğuracağı, nasıl doğuracağını dahi söylemekten kaçınmayacak kadar pervasızlaşmıştır. Toplumsal cinsiyetçiliğin desturu bunu gerekli kılar. Kadının ruhundan, bedenine, düşüncelerine kadar denetim altına alınmaya çalışılır. İktidarlarının yaygınlaşması için ise bunu herkesin yapması için yoğun bir teşvikte de bulunurlar. İktidar her yerde ve hiçbir yerdeye dönüşür. Bunun üzerinden her erkeğe de iktidar pastasından pay verilir. İktidarın toplumsal bünyeye yayılması da daha çok toplumsal cinsiyetçilik üzerinden gelişir.
Toplumun kendi kendisiyle girdiği savaş hali toplumsal cinsiyetçilikten kaynağını alır. Bugün Kürdistan’da canlı kanlı yürütülen savaş da, kadının evde kocası, abisi, babası vb erkeklerden gördüğü şiddet de, ekonomik eşitsizlik, doğa üzerindeki tasarruf da kadına biçilen rollerle bağlantılıdır. Eşitsizlik, şiddet, adaletsizlik ve özgürlükten yoksun toplumsal yapının savaş hallerini toplumsal cinsiyetçiliğin inşa ettiğini görmezlikten gelmek, günlük olarak gelişen iktidarı da görmezlikten gelmeye götürür.
Devlet küçük ama kadın soykırımını besleyecek her türlü saldırıyı planlıyor
Dikkat edilirse, bu son dönemlerde parlamentoda da çok yaygınlaşmaya başladı. Kadın milletvekillerine dönük saldırıların toplumsal cinsiyetçiliğin dile geliş hali olduğu kolaylıkla anlaşılabilir. Siyasal islamın yürütücü gücü olan AKP, neredeyse tüm milletvekilleri ile bu zihniyeti avcı kolu biçiminde sürdürme çabasını geliştiriyor. Tüm ibreler, AKP döneminde toplumsal cinsiyetçiliğin, kadına dönük şiddetin, savaşın, tacizin, tecavüzün, kadın intiharlarının en çok yaşandığı dönemi gösteriyor. Kadının bedeni meclis kürsülerinde her türden tasarrufa açık hale getiriliyor. Kadın ve aileden sorumlu bakanlıkta yer alan kadın milletvekili de toplumsal cinsiyetçilikten kaynağını alan şiddetin derinleşmesinde önemli bir rol oynuyor. Kısacası devlet küçük ama çok büyük adımlarla kadın denetimini, soykırımını besleyecek her türlü saldırıyı planlıyor, projelendiriyor.
Doğal farklı karakterler olarak ortaya çıkan canlı gerçekliği devletçi ve iktidarcı güçlerin inşa ettiği zihniyetlerde, iktidar aranıyor. Sürekli baskın olan taraflar oluşturuluyor. Bunun temel dayanaklarını da esasta bilim diye ifade edilen bilimciler yürütüyor. Sosyal bilimciler toplumun cinsiyetçiliğin birer türevi olan, bilimcilik, dincilik ve milliyetçilikten çıkışı sağlamaktan daha çok iktidarın elini güçlendirmenin yol ve yöntemlerini belirliyorlar.
Doğadaki her canlıda bir farklılık mevcuttur. Bu farklılıklar oluşumun bir gereği olarak işler. Farklılık oldukça yaşam süreklilik kazanır. Aynılık ya da baskın olan taraflar yaygınlaştıkça doğal dengede de bozulmalar oluşur. İşte bu farklılıkların gelişimi, sürekliliği özgürlük zemini ile de bağlantılıdır. Sosyal bilimciler ve toplum işleri ile ilgilenenler bu farklılıkları giderip homojen bir yapı oluşturma derdine düşmüşlerdir. Hitler iktidarını güçlendirip, yaygınlaştırmak için doğru bir hedef belirlemiş ve ‘önce kadınları vurun’ demiştir. Kadınlar ne kadar vurulur ve denetim altına alınırsa, toplum da o denli denetim altına alınacaktır. Bilimciler bu konuda da başrolü oynamaktadır. Birkaç örnekle yaptıkları değerlendirmeleri sıralarsak; Aristo, erkeği aktif, dişiyi pasif olarak adlandırmaktadır. Dişi, “sakat edilmiş erkek” bir ruha sahip olmayan kimse. Sigmund Freud, kadınlar için “gövde yapısı (anatomi) kaderdir” der. Darwin, “Kadının, en başta derin şefkati ve daha az bencilliğiyle zihinsel yapısında erkekten farklı olduğu görünür. Sezgi ya da daha hızlı algılama ve belki de taklit etme güçlerinin kadınlarda erkeklerden çok daha güçlü olarak ortaya konduğu genellikle kabul görür; ama bu yeteneklerin en azından bazıları daha aşağı ırkların, dolayısıyla geçmiş ve daha aşağı bir uygarlık seviyesinin karakter özelliğidir.”
Ötekiliğin temelini inşa eden cinsiyet üzerindeki iktidar, farklı olan etnik yapılar, ırklar ve uluslar içinde benzer tanımlarda bulunur. 1930’larda adalet bakanı olan Mahmut Esat Bozkurt’un “Türk, bu ülkenin yegane efendisi, yegane sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler” belirlemesi faciayı daha fazla gözler önüne serer. Milliyetçiliğin doruğa çıkmış halidir. Fizyolojik farklılık toplumsal cinsiyetin gelişiminde olduğu gibi, etnik farklılık da milliyetçilikte uygulanır. Farklı olanlardan biri öne çıkartılır ve üstünlük atfedilir. Bu üstünlük üzerinden diğeri, öteki olarak tanımlanana da her türlü tasarruf hakkı verilerek toplumsal savaşa yol açılmış olunur. Bilim, siyaset, ekonomi, ahlak, sanat, felsefe bunun üzerinden topluma yön verir. Bu zihniyet yapısı topluma yedirilip, içirilir. Bir yaşam biçimi, kültürmüşçesine bir algı yaratılır ve süreğenleştirilir. İşte bu nedenledir ki topluma yedirilen ve içirilen bu ötekileştirme biçimlerini kusmadan özgürlük mümkün değildir. Özgürlüğün temel ihtiyaçlarından biri farklılıkları korumak ve o farklılıklara abartılı anlamlar biçmeden yaşamın doğasıyla akışının önünü açmaktır.
Devletin hükümeti neyse evin erkeği de odur
Farklılıklar ve özgürlük birbirini koşullayan gerçekliklerdir. Biri diğeri olmadan yaşam kaynağından da yoksun kılınmış olunur. Şimdiye kadar gelişen bilimler, siyaset, sanat, edebiyat, medya farklılıkları yok edip, taraf yaratmak için araçlar, yöntemler ve yollar üretip propaganda yapmanın ötesine geçememiştir. Önderliğimizin de belirttiği gibi “bir toplumun özgürlük düzeyi kadının özgürlük düzeyi ile belirlenir”. Toplumsal cinsiyetçiliği aşamayan bilim, sanat, edebiyat, medya, siyaset vb kurumlaşmalar da topluma adalet, eşitlik ve özgürlüğü getiremeyecektir.
Toplumsal tek bir alan yoktur ki cinsiyetçilik, milliyetçilik, bilimcilik ve dincilikle donatılmamış olsun. İktidar ve devletçi güçler, toplumsal yapıya müdahale ederken tek bir yerde boşluk bırakmazlar. Bunu da doğa boşluğu affetmez biçimindeki bilimsel söyleme dayandırırlar. O nedenledir ki yönelimlerini kapsamlı geliştirirler. Sanattan siyasete, siyasetten sanata, sanattan spora, spordan eğitime, eğitimden medyaya daha sıralayabileceğimiz birçok kurumlaşmanın içeriği ötekilikle doldurulmuştur. Dikkat edelim, AKP hükümeti Kürdistan’daki savaşı derinleştirirken, kadına dönük şiddet çok ciddi bir artış göstermiştir. Siyaset alanında oldukça cinsiyetçi, ötekileştirici ve bununla birlikte yok ediciliği geliştirmektedir. Bu yöntemle, topluma kendisini de model olarak sunmaktadır. Devletin hükümeti neyse evin erkeği de onun yürüttüğü politikanın bir prototipi olmasını istemektedir. Bunun için medyayı, sanatı, sporu, eğitimi de kullanmaktadır. Dolayısıyla AKP’nin yürüttüğü yol ve yöntemlerle mücadele aynı zamanda toplumsal cinsiyetçilikle mücadele anlamını da taşıyacaktır. Tabii bu, şu anlama da gelmiyor; kadın özgürlük mücadelesi sadece hükümetlerin yürüttüğü politikalara karşıdır. Hayır, bunu çok daha fazla aşan bir toplumsal cinsiyetçilik ve iktidar sorunu ile karşı karşıyayız. Çokça ifade ettiğimiz gibi sistem kendisini çok yönlü ve her yerde örgütlemiştir. Topyekün ve çoklu saldırılara karşı topyekün mücadele etmek kadın özgürlük mücadelesinde olmazsa olmazlardandır.
Kadın özgürlük mücadelesi günümüzde önemli bir aşamayı kaydetmiş olsa da henüz toplumsal cinsiyetçilik aşılmamıştır. Çünkü tek bir yerden ya da yoldan yürütülecek mücadeleler sonuç almamaktadır. İktidar gaflet anlarında liberalizm aracı ile birlikte bir kapma aygıtı rolünü oynuyor. Boşluklardan mantar gibi çıkarak her durumdan, olaydan ve olgudan kendisini inşa eder. Bu nedenle evde, sokakta, okulda, iş yerinde, camide, kilisede, kısacası her yerde iktidara karşı mücadele etmek bir zorunluluk olarak karşımızda duruyor. Kadının geliştireceği kapsamlı mücadele ahlak, siyaset, sanat, spor, ekonomi, ekoloji vb tüm toplumsal dokuda farklılıklar yaratacaktır.
Kadının yürüttüğü özgürlük mücadelesinin daha da kapsamlı olması ve özgürlüğün gelişmesi için, Önderliğimiz jinelojiyi bir perspektif olarak Kadın Hareketimizin önüne koymuştur. Jineloji, kadının tarihsel ve toplumsal hakikatini ortaya çıkarıp, özgürlük zeminini güçlendirip, korumanın yol ve yöntemlerini geliştirmekle sorumludur. Sosyal bilim tüm toplumsal kurumlaşmaları iktidar ve devletçi zihniyetle kurgulamıştır. Bu kurgunun eleştirilip, bu eleştirilerden güç alarak toplumsal zihniyetin doğal haline dönüştürülmesi temel hedeflerden biridir. Tarihsel hakikat ortaya çıkarıldıkça güncel politikalarda da değişikliklerin de yapılmasını beraberinde getirecektir. Tarihsel hakikat yanlış inşa edildikçe, iktidarcı güçler beslenmiştir. Cinslere yüklenen yanlış roller, iktidarın beslenmesini sağlamıştır. İktidarın besini cinsiyetçilikten gelir. Cinsiyetler toplumsal rolleri belirlediği gibi iktidarda bulunan güçler toplumun tüm ilişkilerini de belirliyorlar. Hangi ırkın, cinsin, kültürün, sanatın, edebiyatın üstün olması gerektiğini iktidar yapıları belirlediği gibi toplum yapısının da doğal ilerleyişini engelliyorlar. Dolayısıyla bir cinsin, sınıfın, ırkın, kültürün, dinin üstünlüğünü ifade eden tüm yaklaşımlarla mücadele etmek gerekir.