Umuda yolculuğu ülkeye yolculuğa dönüştürenlerin gerçeği. Aralık ve şubat zemherileri Binboğalar’ın bin bir renkli çiçeklerini defalarca yoldu. Yaşam tohumlarını yaşatmak için aralık ayının dağına, karına vurmuştu ve başarmıştı. Yeni yetişen çiçekler, “insanlığın özsuyunu içsin” diye yaşam çiçekleri; zemheriden, fırtınalardan, boranlardan korunmalıydı.
Adı, soyadı: Yakup ALCALI
Kod adı: Agit Pazarcık
Doğum yeri ve tarihi: Musolar köyü/Pazarcık, 1979
Mücadeleye katılım tarihi: 1999, Almanya
Şahadet tarihi ve yeri: 7 Mart 2007,
Xoy/Doğu Kürdistan
Adı soyadı: M. Hanifi KORTAK
Kod adı: Zerdeşt
Doğum yeri ve tarihi: İzmir, 1982
Mücadeleye katılım tarihi:
Şahadet tarihi ve yeri: 7 Mart 2007,
Xoy/Doğu Kürdistan
Adı soyadı: Turhah İNAL
Kod adı: Şahan Zervan
Doğum yeri ve tarihi: Tatvan-1975
Mücadeleye katılım tarihi:
Şahadet tarihi ve yeri: 7 Mart 2007,Xoy/Doğu Kürdistan
Nice kışlar, tipiler aşıldı. Kimisi dağların başına göğsünü yalamadan kokusunu rüzgara katamadan, güzelliğine doyamadan yolundu çiçekler, arkadan hançerlendi. Kimisi bu toprağın kokusunu içine çekemeden başını toprağın göğsüne huzurla koyamadan hasretlikleriyle soldu.
Toprağa hasret yaşamak insanlığına hasret yaşamaktı. Bu topraklarda doğmuştu insana yaraşır yaşam. İnsana en yaşanılası bir dünyayı veren bu coğrafyanın tadında, mayasında insana ait bütün güzellikler vardı; sevgi, barış, eşitlik ve özgürlük Bir tek insana bahşedilmişti bu güzellikler. Toprak doğurmuştu bu değerleri, ama bir tek insana sunulmuştu. İşte bu yüzden insanlığa aşık olmaktı bu topraklara sevgiyle bağlanmak. Ve bu topraklar uğruna can vermek. Kanını bağrında yetişecek bin bir renkli çiçeğin öz suyunu yapmak, bir tek bu toprakların aşığı olan yiğitlere mahsustu. Dünyada başka hiçbir coğrafyada insanlar bu kadar farklı şeye inanıp bu denli birlik içinde değildi. Bu, bir tek tarihin kutsal mekanı Mezopotamya’ya has bir özellikti. Burada binlerce yıldır onlarca inanç, tanrı ve tanrıça sırt sırta vermiş ve insanlığa her çağda bir değer katmıştı. Her biri ayrı bir şeye inansa da bu toprakların bir yerinde kesişen yoları vardı bu insanların.
Bu topraklarda umuda yolculuk yapanların hikayesi yazılıdır. Umut, acının içinde yoğrulmuştur. Nuh; insanlığı, hükmü dünyayı kıyamete sürükleyen o lanetten kurtarmak için nice fırtınaları atlatmış ve gelip burada yaşamı yeniden yaratmıştı. İbrahim bu topraklarda yanmıştı. Dünyanın zalim efendileri karşısında haksızlığın, zulmün karşısında umutla direnmeyi bilmişti. Bir karınca sönmeyeceğini bildiği halde yangına ağzıyla su taşıyorsa, geleceğe olan umudu içindi.
Kutsallığı yaratan, her seferinde inancın zorluklara galip gelmesi gerçeğiydi. Kahramanların kavgaya tutuşurken tutundukları dal buydu işte. Tarihin insanlığa sunduğu en güzel mirastı bu, çünkü kavganın ateşi hiç sönmemişti Mezopotamya’da.
Ama bir de bahar çiçeklerini zemherinin kanlı ellerinde parçalamak, insanın içinde uyuyan şeytanın iplerini salıverip bu kutsallığı ihanetle, zulümle kirletmek isteyenler vardı. Direnç çiçeklerinin yanı başında açan dikenlerdi bunlar. İnsanlığın cennet bahçesi olan bu güzel ülkenin karnını deşen lanetti. Ve tarihin nasırlı elleri böyle yazdı onların adını. Kazanmadı yine de ihanet ve zulüm. Kazanamazdı da…
Ölüm sadece gidenlerin bedenlerini kopardı bizden. Zulüm değmedi, cesur atların dörtnala koştuğu ruhlarına. Ölümün hükmüne boyun eğmedi özgürlük için atan yürekleri. Ve onlar her baharda fırtınalara direnmiş yayla çiçekleri olup açtılar bu dağların zirvelerinde. Rüzgarlar başlarını okşadı, güneş emzirdi bereketli göğsünden ve yağmurlar yıkadı bedenlerini. Kökleri binyıllar önce burada ekilen insanlığın en güzel ülkesinin tohumlarına değdi. Zalimler anlamadı, narin bahar çiçeklerinin zemherilerden sağ kurtulmasını. Ve onlar budandıkça yeşeren bu dalların köklerine ulaşmak istiyorlardı.
Zalimler bahar gülüşlü savaşçıları güneşten mahrum bırakmak için kanlı tırnaklarını geçirmişlerdi dağların sırtına. Ve üstünde nice yiğidin kanı kurumuş paslı hançerlerini ülkenin kalbine saplamaya koyulmuşlardı. Ama umut tarlalarını sürmek için yola çıkmıştı o bilge insan. Umut kimilerine göre vaat edilmiş topraklar’dı. Bizim ülkemizde ise kendi mayasıyla yoğrulma, halkıyla buluşma adına halkın kanayan yüreğini ve çektiği çileyi her hücresinde duymak ve bunun için yollara düşmek, kendini dağlara vurmaktı. Ülkesinin kalbine batırılan paslı hançeri çekip çıkarmak için bu ülkenin en güzel çocukları dağları mesken tutmuştu.
Sonu gelmez bir akıştı kentlerden dağlara doğru. İntikam zamanıydı. Sevdalarını, yaşanmamışlıklarını, özlemlerini günlerin ütopyasına katık ederek ardına bile bakmadan yola koyulmuştu insan olduğunu duyumsayanlar.
Önderlik düşmana esir düşünce bu zulüm cenderesinden geçmiş herkesin umudu bitmişti. “Öteki” diye anılan herkesin umut bağladığı bu kavga, tam da yüreklerdeki korkuyu azaltmış bakışları keskinleştirmişken hem de…
Oysa ülkemi sarmalayan lanet; Gazi mahallesinde, Maraş’ta ve Çorum’da içilen intikam yeminlerinin koynunda saklanan başarma umudunu bir kez daha kurşuna dizmişti. Umudun hafızası, büyük ve derin insani öz kadar, yönetenin ve zulmün öfkesinin paranoyasını da taşıyordu.
Ama Agit arkadaş içindeki umudu, insanı nice kuşatmadan çekip çıkaran bir komutan gibi izlemiş, vazgeçilmez bir yaşam bağı bellemişti. Umudu onu dağlara çağırıyordu, bu kıyameti andıran savaşta, tarafların birbirine diş bilediği, muğlaklığa, yaşam hakkı tanımayan bu kıyasıya dövüşte kendi safını belirlemesi gerektiğini fısıldıyordu kulağına.
“Ruhu bedeninden önce düşmüştü yollara. Beynini kemiren bütün sorulara dağları aştıkça cevap bulacağını, yüreğindeki ağırlığı ancak dağların doruklarında hafifleteceğini biliyordu. Ve işte başlamıştır gerillanın zorlu yürüyüşü. Alnından dökülen ter damlacıkları ona bambaşka bir mutluluk veriyordu. Bu, zorluklarla yaratılan güzelliklerin muştusuydu.”
Çalıştıkça mutlu olmayı içinde taşıdığı umudun ateşini hep Newroz kadar taze tutmayı, ateşin çocukları nöbetleşe başarıyordu. Şerwan Adıyaman ve Asmin arkadaş da 2001’de katılmıştı. Onlar da Önder Apo’nun yakalanıp haksızca hapsedilmesine dayanamamıştı. Agit arkadaşa da katıldığı Avrupa sahasında çalışma yürütmek yetmiyordu. İçinde büyüyen inanç, yüreğinin çeperlerini zorluyordu. Daha çok emek verme ve daha çok çalışmanın gerillada olduğu gerçeğini derinden hissediyordu. Ve 2002 sonlarına doğru çok istediği ülkesine doğru bir umut yolculuğu yapacaktı.
Agit yoldaş, Önderliğin esaretinden sonra 1999 yılında partiye katılım sağladı. Almanya’nın Leverkusen kentinden katılan Agit yoldaş dürüst, zeki duruşuyla genel toplum içerisinde çok sevilen bir arkadaştı. Dernek ortamında kültür(folklor) çalışmalarında yer almıştı. Folkloru severdi sevmesine, ama bunu kendi kültürünü diğer halklara tanıtmak için bir fırsat biliyordu. Kendi kültürünü tanıtmaktan büyük bir zevk alırdı. Folklor oynarken de bunu derinden hisseder, taşıdığı mutluluğu her figürle dışarıya iletirdi.
Dağ yaşamına büyük özlem duyuyordu
Agit arkadaş gençliğinin bitmez tükenmez enerjisini akıtacak bir alan buldu mu tereddütsüz içinde yer alırdı. Futbola bu yüzden ilgi duymuştu. Zamanını boş geçirmekten ziyade, Kürt halkı için elinden geleni yapmaya hazırdı ve yapıyordu. Yalnızca kültürel çalışmalarla sınırlı kalmıyor, siyasi çalışmaları da yürütüyordu. Gençlik çalışmalarında yer alan Agit yoldaş, Leverkusen gençliği içinde örnekti. Avrupa’da okullara gitmesine rağmen özünde taşıdığı kültürden, kendi kültüründen asla taviz vermezdi. Mücadeleye sımsıkı sarılmıştı ve istediğini yapardı.
O’nun istekleri halkının acılarından uzakta, bireysel yaşamını örgütleme amacını taşımazdı. Zaten sistemin O’nu esir almamasının, buradaki diğer gençler gibi tanımı yapılamaz bir çelişki yumağı yapmamasının nedeni de buydu. Mücadeleyi ruhuna, bilincine sevincine ve hüznüne kaynak yaptığı için sistemin O’na tuzak kurması mümkün değildi. Ne istediğini bilirdi. Kendisini hedefine kilitlemesi ile amacına ulaşması arasındaki zaman hep kısa sürerdi. Bunları yaparken toplumun ihtiyaçlarını göz ardı etmezdi. Önüne koyduğu her hedefi aşıyordu. Arayışları bu kıtanın sınırlarını aşıyordu, çünkü kendisi bir arayış olan dağ yaşamına büyük özlem duyuyordu. Bu kabına sığmaz enerji ancak dağlarda geçek bir üretime dönüşebilirdi.
Avrupa’dan dağlara gitme kararını işte bu yüzden verdi. Gençliğine en çok yakışan mekan dağlardı. Katılır katılmaz yeni savaşçılar eğitim devrisinde altı aya yakın eğitim gördü. Xınere ve Lolan’da geçtiği bu eğitimden sonra artık kendisini gerilla olarak tanımlayabilirdi.
Ve işte yine bambaşka maskelerle özgürlüğü başka yerde aramanın oyunları oynanıyordu. Direniş oldukça ihanet de yanı başında bitiyor, bedenlerden önce ruhları teslim alma, aydınlık bilinçleri karartmaya çalışıyordu. Agit arkadaşı hiç etkilemedi bunlar. Ne istediğini bilmek insanın üstüne geçirdiği sapasağlam bir zırh gibiydi. İhanet yine kuyruğunu kısıp köşesine çekilen bir hayvan gibi sinmişti, çünkü gerilla yüzünü ülkeye, daha kuzeye çevirmişti.
Kürdistan’ın her köşesinde soluğunu katmak, ayak izlerini bırakmak, hasret kaldığı ana kucağına dönüp, tarih boyunca kimseden esirgemediği şefkatinden, güzelliğinden savaşma gücünü almak istiyordu. Agit yoldaş da yüzünü kuzeye ilk çevirenlerinden oldu. Büyük çalkantıların içine düşse de insani ilkelerini ve özünü korumak için çaba harcadı hep. Yaşamın ilkeleriyle çelişen, her yanı yaradan irini akıtır gibi temizlemeye çalışırdı. Eleştirir, tartışır, pratik adımlarını atar ve örgütü ayakta tutan en önemli yöntemlerden biri olan rapora başvururdu, ama illa ki gördüğü yetmezliği yenerdi.
Erdal arkadaşın şehadeti O’nun yaşamında bir dönüm noktasıydı. Bu kayıp derin acılar çekmesine neden olmuştu, çünkü Erdal arkadaşı Avrupa sahasında tanımıştı. Örgütü tanımadan kurulan bu sağlam temel, yaratmanın da temel kaynağı olmuştu.
2003 sonrası çalkantılı süreçte özlemini çektiği, canciğer olduğu yoldaşı Şerwan’a kavuşmuştu. Agit yoldaş, Ana karargah bağlı tabur olarak 28 Ağustos’ta Ş.Rojhat alanından sabaha karşı kuzeye doğru yola çıkarlar. Artık gerillacılık başlamıştır. Dört zorlu geceden sonra Xakurkê’ye gelinir, belli bir hazırlıktan sonra Basya ve Avaşin’e ulaşırlar. Bir gün burada dinlenirler. Basya’nın suyunda çocuklar gibi yüzerler ve onlara sunduğu bereketten faydalanıp balık bile yerler. Sonra zemzem suyunu başka yerde aramanın anlamsız olduğunu insana hissettirecek kadar soğuk suyundan içerler Avaşin’in. Ülkesinin bütün güzellikleri, gerilla yaşamının bütün dinamizmi bu birkaç güne sığar. Yaşadıklarını ruhuna sindirmeye çalışır ve her saniyesini bir başlangıç olarak zihnine kazır. Gerilla için yıkılmaz bir mevzi olan Zap’a on iki gün sonra ulaşırlar. Gerilla hayatı başlamıştır.
Çok zorlu ve tempolu bir süreç olmasına rağmen coşkuyla büyük çalışma şevkiyle emeğini, sevdiği güzel yürekli yoldaşlarıyla paylaşır. 2003 yılında gerçekleşen kongre ve sonrasında ortaya çıkan gelişmelerle çok derin zorlanmaları herkes gibi Agit arkadaş da yaşar. Biraz duraksama olsa, arkadaşlar birbiriyle anlamsız konular üzerinde küçük tartışmalara girse huzursuzlaşırdı. Tüm zorlanmalarına rağmen insana, kendine ve halkına bir şekilde hizmet etmeyi sürdürür. İnsan değeri ve emeğini hiçe sayan anlayışlara, herkesin kendini birileriyle ifade etmeye çalışıp emeğini esirgemesine, kendi gücü ve emeği yerine otoritelerin gücüne sığınanlara ve ihanete tarifsiz öfkesini canlı tutar.
Hiçbir siyasi tecrübesi olmadan kendilerini yılların kurdu olarak tanıtan, kirli siyaset yürütenlerle çizgi savaşına girmek kolay değildi, ama O, kolayı seçmeyecekti ve mücadele etmeye devam edecekti.
Agit, her zaman olduğu gibi bu sefer de umudunda ısrar etmişti. Agit, umudu ülkesine yolculuk ederek büyütmüştü. Agit, gerillacılık emeğiyle emeği çürütenlerin yüzlerine bir tokat olmuştu. Biliyorum ki fiziki olarak hala burada olsaydı, halkın evlatlarına karşı sorumlulukları olanlara görevlerini hatırlatır ve evlatların halka hizmetlerini en derin duygularıyla anlatırdı.
Tüm dertleri efkar olunca müziğe sarılırdı. Avrupa’dan ailesinin gönderdiği müzik çaları yanından hiç ayırmazdı. Çok özlediği Kürtçe müziklerin kanadında uçuverirdi. En çok Ciwan Haco’yu dinlerdi. Modern müzikle halkın değerlerini ustaca birleştirmesi biraz O’na benziyordu. Agit’de modernitenin merkezinde büyümüş, ama kendi değerleri ile bütünleşmişti. Kürtçe konuşmaktan büyük zevk alırdı. Maraş’ın yerli aksanını taşıyan Kürtçesinden asla gocunmazdı. Zevkle Kürtçe konuşurdu. Belki de annesinden öğrendiği bu dille özlem gideriyordu anası ile. Kürtçede ülke gizliydi.
Yaşamında çok mütevazi ve sabırlıydı. Kimseyi incitmeden kimseye büyük sorumluluklar yüklemeden, ama herkesi de sözünün sahibi olmaya çağırarak ayrılmıştık. Doğru görmediği şeylere karşı çıkışı, sakalları da uzayınca bana Seyit Rızaların hissiyatını veriyordu. Yoldaşlarına sonuna kadar güvenirdi.
Agit; isminin ciddiyetiyle, sorumluluğuyla halkına kendisini adadığı son ana kadar, halka ve arkadaşlarına karşı görevlerini yaptı. Yüreğindeki derin bağlılıkla üstüne düşen tarihi sorumluluğu yerine getirmeye, duruşu ile mücadeleyi yükseltmeye; pratiğiyle yetersizliklere eleştiriye, en bağlı duruşuyla herkesi göreve ve başarmaya davet etmişti.
Dola Şive’nin en üst köşesinde nar ağaçlarının gölgesinde kurduğu küçük birimle matbaacı olmuştu. En son karşılaşmamızda güleç yüzüyle, nasırlaşmış elleri ve uzamış sakalları ile bir tek gerillanın anlayacağı esprilerle hasret giderdik. “Parastina Gel” dergisini basmanın sevincini yaşıyor, o sevincini daha da katlamak için büyük bir özveriyle matbaa mangasının temellerini atıyordu. “Heval işte burada tarih yazacağız” diyordu sevinçle. “Yıkayayım elimi ve yüzümü de, tarihin başlangıç noktasında bir anı fotoğrafını çekelim.”
Sonrasında duydum, yine uzun yolara düştüğünü. Savaş birliklerinde yerini almak üzere başka alanlara gittiğini. Ve bir haber bülteninde geçen adınla birlikte zamanı durdu içimin. İran güçleri ile PJAK gerillaları arasında sabah 09.00 sıralarında çatışma çıktı. Çatışma gittikçe şiddetlenerek akşama kadar devam etti. Çıkan çatışmada Agit ve Şahan adındaki gerillalar yaşamını yitirdi. Zerdeşt isimli gerilla da yaralı olarak ele geçtikten sonra katlediliyordu. Sesler kesilmişti. Sadece ekrandaki resimleri görüyordum. İşte bir kez daha tarihi yazmıştın, yazmıştınız.
Şehit sitesinde her üçünüzün ismi alt alta duruyordu. Hayata meydan okuyan bakışlarınla sen, ışıl ışıl bakışlarıyla Şahan ve bir çocuğun bakışındaki durulukla hayata bakan Zerdeşt.
Yaşamı boyunca verdiği emeği, sarf ettiği sözleri şahadetiyle birlikte vasiyet olmuştur hepimiz için. Hoşgörülü, kültürlü ve anlayışlı güzel bir insanı yitirmek herkes gibi tüm tanıyanlarını derinden sarsmıştı. Böyle güzel, böyle asi yürekli bir insanı tanıdığım için gurur duyuyorum ve biliyorum ki, O’nu tanıyan bütün arkadaşlar benim gibi düşünür. Ve biz yoldaşları olarak Onunla paylaştığımız tüm zamanları onurla taşıyacağımıza dair sözümüzü yineliyoruz.
Ülkemizin bahar gülüşlü savaşçılarının yiğidini unutmayacağız.
Mücadele arkadaşları