1998 yılında Önderliğimize karşı geliştirilen uluslararası komplonun çok güçlü ideolojik ve siyasi nedenleri vardır. İdeolojik nedenlerin başında PKK’nin hedeflediği demokratik komünal toplum biçimi ve onun sistemi olan demokratik sistem gelmektedir. Bu toplumsal model, kapitalist modernitenin ve onun ulus devlet sisteminin panzehiridir. PKK’nin öngördüğü toplumsal dönüşüm sağlanır ve demokratik sistem inşa edilirse Kürdistan ve Ortadoğu, kapitalist hegemonyanın iktidar ve sömürü alanı olmaktan çıkacaktı.
PKK bunu gerçekleştirmede kendisine güvenen iddialı bir hareketti. Bu iddiasını reel sosyalizm sorgulamalarında çok açık bir biçimde ortaya koyuyordu.
Önderliğimiz reel sosyalizmin yıkılışından sonra sosyalizm üzerine çözümlemelerini derinleştirdi. Reel sosyalizmin çözülüşünün temel bir nedeni olarak, özgür ve demokratik bir toplumsal dönüşüm sağlayamaması, kapitalist moderniteden kopmaması olduğunu gördü. Reel sosyalizmin bu konuda çok köklü yanılgıları ve hataları sözkonusuydu. Devlet ve iktidar odaklı yapısını sorgulayamadığı gibi, özgür ve demokratik toplumsal dönüşümde, kadın olgusunu da köklü sorgulayamadı ve demokratik toplumsal dönüşümde temel eksenin özgür kadın olduğunu göremedi. Demokratik ve özgür toplumun ancak özgür kadınla gerçekleşebileceğini kavrayamadı, anlayamadı ve cins çelişkisine ve mücadelesine sıradan basit yaklaşımı aşamadı. ‘Toplum özgürleştiğinde zaten kadın da özgürleşir’ anlayışıyla yaklaştı. Bu konuda çok büyük yanılgılar yaşayarak özgür, demokratik toplumsal dönüşümü sağlayamadı.
‘Önce kadını vurun!’
Önderliğimiz reel sosyalizmin çözülüş nedenlerini 1990’lı yıllarla birlikte güçlü çözümleyerek ortaya koymaya başladı. Bu temelde reel sosyalizmin PKK üzerindeki etkisini aşmaya çalıştı. 1993 ateşkesi, 1995 yılında gerçekleşen V. PKK Kongresi bu arayışın somutlaşmış haliydi. Bu kongrede PKK’de değişim, ideolojik, stratejik açılım temel bir gündem olarak ele alındı. Stratejik ve paradigmasal değişimin işaretleri bu kongrede ortaya çıktı. Sonraki yıllarda bu arayış ve çabalar yoğunlaşarak sürdü. Önderliğimiz devlet, iktidar olgularını ciddi bir biçimde sorgulamaya, kadın özgürlük sorununu toplumsal özgürlüğün mihenk taşı olarak ele almaya, ideolojik, siyasi, toplumsal ve askeri mücadeleyi bu eksene oturtmaya çok büyük çaba harcadı. Kadın ordulaşması, Kadın Kurtuluş İdeolojisi ve Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi PJKK, bu çabaların en somut ifadesiydi. “Kadın özgürleşmeden toplum özgürleşmez, toplum özgürleşmeden demokratik ve sosyalist bir sistem kurulmaz” şiarı Önderliğimizin mücadele ve çalışma anlayışını belirledi. PKK’nin ideolojik dönüşümünü bu temel tespitlere ve olgulara oturttu. PKK’deki bu köklü dönüşüm arayışı, kapitalist hegemonyayı çok ciddi bir biçimde rahatsız etti. Kapitalist modernite ve ulus devlet sistemi karşısında alternatif bir yaşam, modernite biçimi ve sistemi, kapitalist moderniteyi ve hegemonyayı zayıflatacak ve etkisiz hale getirecekti. Bu korku ve endişe, uluslararası komployu tetikleyen asıl etkendi. Kapitalist hegemonyanın, Önderliğimize yöneldiği aynı süreçte, eş zamanlı olarak ‘Önce Kadını Vurun’ demesinin altında bu gerçeklik yatmaktaydı.
Kürt kadınının bilinçlenmesi, irade kazanması, kendine has özgür ve bağımsız duruşuyla ideolojik, siyasi, toplumsal ve askeri tüm mücadele ve yaşam alanlarında aktif yer alması, Kürdistan ve bölge kadınlarını, halklarını çok güçlü bir biçimde etkiliyordu. Geleneksel, köle, hizmetçi ve güçsüz kadın durumu aşılıyor, özgürleşen kadın, klasik egemen erkekliği de yıkıyordu. Bu durum egemen sistemin kök hücresi olan ataerkil aile ve toplum yapısını çözüyordu. Ataerkil aile ve cinsiyetçi toplum, demokratik ve özgür topluma doğru güçlü bir dönüşüm geçiriyordu. Kapitalist hegemonyayı en fazla korkutan ve kaygılandıran bu gerçeklikti. Çünkü o, köle kadın, egemen erkek, ataerkil aile ve cinsiyetçi toplum olmadan yaşayamazdı. Varlık gösteremezdi. Beş bin yıllık ataerkil sistem ve bu sistemin en yoğunlaşmış, güçlenmiş biçimi olan kapitalist modernite ve hegemonya bu toplumsal gerçekliğe dayanarak ayakta kalabiliyordu. İşte PKK bu zemini kurutuyor, erkek egemen sistemi dayanaksız bırakıyordu. PKK’nin bu eksen üzerinden yürüyen mücadelesi, 1998 yılına gelindiğinde oldukça güçlenmiş, Kürdistan ve Ortadoğu toplumunu etkisi altına almıştı. Uluslararası komplonun gerçekleşmesinde esas olarak bu ideolojik gerçekler ve gerekçeler rol oynuyordu. Bununla birlikte diğer bir boyut ise içine girilen dönemin siyasal konjonktürüydü. Uluslararası komplonun nedenlerini değerlendirirken konuyu biraz daha gerilerden ele almak daha fazla anlaşılır kılabilir.
Kürt tarihinde direnişler, komplolar, ihanetler çok iç içedir. İstisnasız tarihin her döneminde ve özellikle büyük direnişlerin yaşandığı zamanlarda çok büyük komplolar ve ihanetler de gelişmiştir. Bütün bu komplolar içerisinde en büyük komplo ise Önder Apo’ya karşı geliştirilen uluslararası komplodur. Uluslararası komplonun büyüklüğü ve derinliği PKK hareketinin verdiği büyük direniş savaşından kaynaklıdır. PKK hareketi kapitalist hegemonyanın bölgedeki 200 yıllık hakimiyetini ve oyunlarını bozduğu için kapitalist hegemonik güçlerin nefretini topladı. PKK hareketi dirilen kadının ve Kürt’ün öncülüğünde Kürdistan ve bölge toplumunu diriltti, ayağa kaldırdı, hakkını, özgürlüğünü ister hale getirdi. Bu anlamda PKK Kürtlere, kadınlara olduğu kadar bölge halklarına da büyük bir umut kaynağı oldu. Bu durum kapitalist hegemonik güçleri çok ciddi bir biçimde rahatsız etti ve çıkarlarına yönelik tehlike algılaması içerisine girerek harekete geçtiler.
Uluslararası güçler Kürt sorununun çözümünü istemiyor
Kürt sorununu yaratan kapitalist hegemonya hiçbir zaman bu sorunun çözülmesini istemedi. Bu sorunun demokratik ve barışçıl çözümünü kendi çıkarlarına uygun bulmadı. Çünkü Kürt sorununun demokratik çözüme kavuşması, bölge devletlerini dönüştürecek, demokratikleştirecek ve kapitalist hegemonyanın etki alanından, denetiminden çıkaracaktı. Türkiye, Suriye, İran ve Irak’ta Kürt sorununun demokratik çözümü, bu her dört devletin de demokratikleşmesi ve kapitalist hegemonyadan uzaklaşması anlamına gelecekti. İngiltere, ABD, İsrail asla böyle bir duruma müsaade edemezdi. Nitekim etmedi de. Kapitalist hegemonya finans kapital çağına girerken bölge devlet sistemini de bu çağa entegre etmenin çabası içerisinde bulunmaktaydı. Bölgede 20. yüzyılın ilk yarısında inşa ettiği ulus devlet sistemleri ve diktatöryal rejimler, finans kapitalin yayılım alanını sınırlamaktaydı. Kapitalist hegemonyanın, PKK öncülüğünde gelişen demokratik direniş ve mücadele hareketi, bölgede demokratik kurumlaşmayı sağlamadan bir an önce bu rejimleri kendisine uyarlaması gerekiyordu. Amerika’daki 11 Eylül ikiz kule saldırısı, bölgeye müdahale etmek için kapitalist hegemonyanın bir oyunuydu. Ardından El Kaide bahanesiyle gerçekleştirdiği Afganistan müdahalesi bir bakıma Irak müdahalesinin bir provası ve İran kuşatmasının bir ön ayağıydı. Bütün bunları yapmadan önce PKK gibi büyük bir engeli ortadan kaldırması gerekiyordu. Önder Apo’ya karşı geliştirilen uluslararası komplo da bunun bir sonucuydu.
Komployu yürüten NATO gizli örgütü gladio başlangıçta Önderliğimizi fiziki imha etmeyi hedefledi. Kapitalist hegemonya Önderliğimizi imha ederek halklar arası büyük bir savaş başlatacak ve bölgeye müdahalede kendisine meşru bir zemin oluşturacaktı. Halkların birbiriyle ve halkların devletlerle çatışması, bölgede ciddi bir güç kaybına yol açacak ve böylece Türkiye başta olmak üzere bölge devletleri de kapitalist hegemonyanın tümden emrine girecekti. Önderliğimizin yüksek duyarlılığı, öngörülülüğü ve tedbirli yaklaşımı bu oyunu boşa çıkardı. Bu durumda ABD’nin başını çektiği NATO güçleri yeni bir senaryo kurgulayarak Önderliğimizi Türkiye’ye teslim ettiler. Yani B planına geçtiler. Bu planla beklenen iki sonuç vardı. Biri, Önderliğimiz kaba direnişe geçerse şayet, bu büyük bir savaş ve karmaşa demekti. Bu durumda ortamı daha da kışkırtıp provoke ederek A planına dönüş yapacaklardı. Diğeri ise Önderliğimiz ideolojik ve siyasi mücadelesini içerde devam ettirme yaklaşımına girerse, bu durumda Önderlik yoluyla örgütü kontrolde tutarak, sorunun çözümünü sürece yayarak, özgürlük hareketini süreç içinde tasfiye edeceklerdi. Sonuçta Önderliğimiz demokratik çözüm projesini ortaya koyup ideolojik ve siyasi mücadeleyi esas alınca planlanan birçok oyun da bozuldu.
İdamın kaldırılması da bununla bağlantılıydı. Hareketi Önderlik kontrolünde tutarak yavaş yavaş bir tasfiye süreci geliştirmekti. AİHM formalite bir kurum olarak devreye konuldu. Zaten formalite olduğu da kısa bir süre içerisinde anlaşıldı. AİHM Önderliğimizin davasını bireysel bir davaya indirgeyerek ve yeniden yargılanmasını kabul etmeyerek uluslararası komployu meşru kabul etti. Bu noktada kendi oluşturduğu hukuku da çiğnedi. Ortaya çıktı ki, uluslararası komplo kapitalist hegemonyanın hakimiyetinde devam ediyordu. Ve kapitalist hegemonya kendisine bağlı sivil kurumları da bu çirkin komploda birer silah ve araç olarak kullanıyordu.
AKP gibi bir partinin kurulmasının da kapitalist hegemonyanın bölge çıkarları ve uluslararası komployla direkt bir bağlantısı vardır. Kapitalist hegemonya 200 yıl boyunca bölgedeki devlet sistemini biçimlendirirken ve rejim değişikliğine giderken her zaman Türkiye’den başlayarak işe koyulmuştur
Kapitalist hegemonya AKP yoluyla bölgeye biçim vermeye çalışırken yine Kürtleri kurbanlık koyun olarak kullanmak istiyor. 20. yüzyıldaki gibi Kürtleri kimliksiz, statüsüz ve özgürlüksüz bırakmak istiyor. Bunun içindir ki Türk devleti içinde Kürt sorununu çözme arayışına giren tüm kesimleri tasfiye ediyor. Özal’ın, Erbakan’ın ve Ecevit’in tasfiyesi bundan kaynaklıdır. Önderliğimizin dediği gibi bunlar ABD ve NATO gladiosu ile uzlaşmadılar ve bundan kaynaklı olarak tasfiye edildiler. AKP ise uzlaştı ve uzlaşmadan öte eski gladioyu tasfiye ederek kendi gladiosunu kurdu. Ergenekon ve balyoz operasyonları PKK ile mücadelede başarısız olan eski gladionun tasfiyesi ve AKP’nin yeşil gladiosunu kurma operasyonuydu. Bütün bu gerçekleri Önderliğimiz çok mükemmel tespitlerle ortaya koydu.
AKP süreci ile birlikte uluslararası komplo farklı bir aşamaya girdi. AKP’nin amacı devleti ele geçirmekti. Bunun için çatışmasız bir sürece ve zamana ihtiyacı vardı. Bunu sağlamak için izlediği taktik kendisi açısından mükemmeldi. İktidara geldiği ilk yıllarda Kürt sorununun çözümüne dönük yaptığı ılımlı açıklamalar açığa çıktı ki sadece zaman kazanma amaçlıydı. Beklentiye koyarak Kürtlerin direniş ve mücadele gücünü kırma, mücadele etmelerini engelleme ve devleti ele geçirme işini rahatlıkla gerçekleştirme amaçlıydı. AKP aynı siyasete paralel olarak Kürdistan içerisinde kültürel asimilasyona ağırlık vererek Kürt toplumunu din silahıyla kültürel soykırımdan geçirmekteydi. Gülen cemaati bunu Kürdistan’ın her yerine kurduğu ışık ve sevgi evleri, yatılı okullar ve misyoner imamlarıyla gerçekleştirmektedir. AKP arkasına yeşil ve küresel sermayeyi alarak Kürtleri soykırımdan geçirmenin planını iktidara geldiğinden bu yana çok iyi bir biçimde uygulamaktadır.
PKK’nin tasfiyesi ve Kürtlerin soykırımdan geçmesi kapitalist hegemonyanın da çıkarlarına hizmet etmektedir. PKK’nin geliştirmek istediği ahlaki ve politik toplum, kapitalist modernist toplumun aşılması demektir. Demokratik konfederal sistem ise, ulus devletin zayıflaması ve etkisiz hale gelmesi demektir. Toplumu sömüren iktidar ve devlet sistemi dışında, halkların ve toplumların demokratik sisteminin kurulması, küresel hegemonik sermayenin kaderini çok yakından ilgilendirmektedir. Ulus devlete karşı alternatif bir toplumsal model, kapitalist hegemonya için dehşet bir kabustu. Bunu kabul etmesi mümkün değildir. Diğer yandan PKK tasfiye edilirse kendisine karşı Kürdistan ve Ortadoğu’da büyük bir direniş odağı ortadan kalkacak, kendisiyle sürekli işbirliği içinde olan ve efendilerine hizmet etmeyi varlık gerekçesi sayan, kişiliksiz Kürtlerin önü açılacaktır. Kendi güdümünde küçük bir Kürt ulus devleti kurarak hem Kürtleri kendi kontrolünde tutup istediği biçimde kullanacak, hem Kürdistan coğrafyasının zenginliklerini sömürecek ve hem de Kürtleri bölge devletlerine karşı sürekli bir tehdit olarak kullanacaktır.
Kürtlerin varlığı ve özgürlüğü ciddi bir tehdit altındadır
AKP iktidara geldiğinden bu yana soykırım siyasetini uyguluyor. Ancak çok iyi demagoji yaptığı için soykırım siyasetini de çözüm siyaseti olarak göstermeyi başarıyor. AKP, yanlışı doğru, kötüyü iyi, çirkini güzel, ölümü yaşam, yalanı gerçek, katliamı kaza, tasfiyeyi çözüm olarak beyan etmede olağanüstü bir yetenek gösteriyor. Demagojik siyaset üretmede ve özel savaş dili geliştirmede inanılmaz bir performans ve yetenek geliştiriyor. Kamuoyunu rahatlıkla yanıltıyor, bilinçleri çarpıtıyor, müthiş bir manipülasyon yaratıyor. Kendisine demokratım, solcuyum, liberalim diyenler dahi bu manipüle edici ve demagojik dilden son derece ciddi bir biçimde etkilenebiliyorlar. AKP’nin ırkçı, faşist, savaşçı karakterini ve siyasetini eleştireceklerine, hemen okları Özgürlük hareketine ve Kürt halkına yöneltebiliyorlar.
AKP protokolleri reddettikten sonra topyekun bir savaş sürecini başlattı. ABD’ye ‘bölgede benden ne istersen yaparım, yeter ki PKK’yi tasfiye etmede bana aktif destek sun’ dedi. ABD’nin zaten isteği buydu. Hatta bu durum ABD açısından bulunmaz bir fırsattı. ABD, AKP’nin bölgede ABD misyonerliğini, jandarmalığını ve gardiyanlığını yapması karşılığında AKP’ye her türlü dış desteği sağladı.
ABD Türkiye’ye, ‘Öcalan’a istediğiniz her şeyi yapabilirsiniz’ dedi; Önderliğimiz ile avukat görüşmeleri kesildi. Tecrit ağırlaştı. Avukatlar tutuklandı. Bu durum karşısında Kürtler dışında kimseden tek bir ses çıkmadı. AİHM, AİHS, CPT, insan hakları örgütleri, dünya avukatlar hareketi, dünya sağlıkçılar örgütü ve daha birçok sözde sivil toplum örgütünden hiçbir tepki gelmedi. ABD, direnişçi, onurlu Kürtlere istediğiniz her şeyi yapabilirsiniz dedi. Altı milletvekili cezaevinde tutuldu. 14 belediye başkanı tutuklandı. Yüzlerce il, ilçe belediye meclis üyesi ve başkanı cezaevlerine dolduruldu. Binlerce çalışan tutuklandı. Kürtlerin siyasetçileri, yöneticileri, aydınları, hukukçuları, basıncıları, dostları zindanları doldurdu. Neredeyse siyaset yapacak, iş yürütecek insan dışarıda bırakılmadı. Kürdistan ve Türkiye zindanları Kürtlerle dolup taştı. AKP katliam üzerine katliam yaptı. Onlarca Kürt gencini, çocuğunu sokak ortasında kurşunladı ve katletti. AKP, 2011 yılının 28 Aralık gecesinde ise Kürtlere yeni yıl hediyesi olarak 34 Kürt gencinin cansız bedenini verdi. AKP, yeni yıla girerken Qılaban’da 34 Kürt insanını acımasızca katletti. Çok planlı ve organizeli yaptığı bu katliamla Kürtlere direnmeye devam ederlerse daha büyük katliamları yapacağı mesajını verdi. AKP, kültürel ve siyasi soykırıma fiziki soykırımı da ekleyerek soykırım konseptini zirveye taşıdı. AKP 9-10 yıldır Kürtlere dehşet bir soykırım uyguluyor. Yine ne uluslararası sivil kurumlardan ve ne de Türk kamuoyundan, medyasından, aydınından tek bir ses çıkmadı, çıkmıyor. ABD, ‘al sana teknik, istihbarat PKK’ye ne yaparsan yap’ dedi; gerillalar kimyasal silahlarla katledildi, napalm bombaları ile yakıldı. ABD keşif uçaklarının verdiği sıcak bilgilerle Kürdistan coğrafyasına tonlarca bomba yağdı, yağmaya devam ediyor. Yine direnen Kürtlerin ve dostlarının dışında tek bir insan çıkıp bu yaptığınız ahlaka, vicdana, savaş hukukuna sığmaz, sizin yaptığınız cinayettir, katliamdır, soykırımdır, suç işliyorsunuz demedi, demiyor.
Uluslararası komplo AKP döneminde süreçlerin karakterine göre biçim kazandı. İlk dönemlerde AKP yeni ve güçsüz olduğu için sahte barış ve çözüm söylemlerinin altında, Kürtlere derin bir kültürel asimilasyon uygulayarak komployu sürdürdü. Komplo, 2002-2004 yıllarında dış destekli iç ihanet ve tasfiyecilik biçiminde, işbirlikçi Kürt oluşumuna bel bağlanarak devam ettirildi. AKP, devlet içinde 2006 yılına doğru biraz güçlenince, Önderliğimizi zehirleyerek imha etmeyi, Kürt özgürlük hareketini ve halkını boğmayı hedefleyerek komployu sürdürdü. Ancak, Önderliğimizin, halkımızın, kadınların ve gerillanın büyük direnişi bu komplo sürecini geriletti ve boşa çıkardı. Zeynep Kınacı (Zilan) ve Viyan Soran’ın direniş çizgisinde yükselen özgürlük mücadelesi, özgür Kürt düşmanı ırkçı iktidarın, kirli hesap ve planlarını bozdu. AKP ilerleyen yıllarda devlet içinde daha fazla güçlenince ve kendisine karşı olan gladioyu tasfiye edip kendi gladiosunu kurunca, bu defa da görüşmelerle hareketi ve halkı beklentiye koyarak, sorunun çözümünü sürece yayarak, mücadele değerlerini çürütmeyi, direniş ruhunu, özgürlük inancını ve umudunu kırmayı hedefledi. Diğer taraftan Erdoğan, ABD başkanı Bush ile görüşüp anlaşarak sınır ötesi operasyon kararına gidildi. AKP, hareketi tasfiye etmeyi bir strateji olarak geliştirdi ve uluslararası komployu derinleştirerek devam ettirdi. Son bir yıldır da AKP, bölgedeki gelişmelerin de etkisiyle topyekun bir savaş ilanına giderek siyasi, kültürel, ekonomik ve fiziki soykırım biçiminde eş zamanlı operasyon ve saldırılarla soykırım sürecini kesin sonuca götürmeye, komployu zafere ulaştırmaya çalışıyor.
Türk devletinin ve AKP’nin Kürtlerin özgürlüğüne kavuşmaması için yapmayacağı anlaşma ve uygulamayacağı kirli plan yoktur. Türk devleti ve AKP, geliştirdiği soykırım stratejisini Kuzey Kürdistan’dan başlayarak tüm Kürdistan’a yaymaya ve bunun uygulamasına öncülük etmeye çalışıyor. Türk devleti ve AKP bütün dış ve iç siyasetini bu planın başarıya ulaşmasına endekslemiş durumda ve bütün diplomatik kurguları bunun üzerinden geliştiriyor. Belki bazılarına ilginç gelebilir, ama gerçekten Türk devleti ve AKP, mutlak yeminli bir Kürt düşmanı olarak hareket ediyor.
Peki, bu kadar şiddetli bir soykırım siyaseti karşısında Kürtler ne yapacak? Kürtler soykırım aşamasına varan uluslararası komployu nasıl boşa çıkaracak, soykırım siyasetine son verecek? Şu anda Kürtlerin temel sorunu budur. Mevcut durumda Kürtlerin varlığı ve özgürlüğü ciddi bir tehdit altındadır. Kürtler, Önderliğimizin ifadesiyle “soykırım kıskacındadır.”AKP’nin yeşil komplosunun adı budur; kültürel, ekonomik, siyasi ve askeri soykırım ile Kürt özgürlük mücadelesini tümden tasfiye etmek, özgür Kürt’ü bir daha dirilmemecesine öldürmektir. AKP, bu komplonun başarıya ulaşmasında temel noktanın Önderliğimiz olduğunu çok iyi biliyor. O yüzden en büyük ve en kapsamlı saldırıyı Önderliğimize karşı geliştiriyor. Tarihte de öyle olmuştur. Bütün Kürt isyanları ve direnişleri liderleri imha edilerek ya da teslim alınarak bastırılmıştır. Şu anda da aynı plan devrededir. Önderliğimiz tasfiye edilerek Kürt özgürlük hareketi ve mücadelesi imha edilmeye ve soykırım siyaseti başarıya götürülmeye çalışılıyor. Önderliğimiz üzerindeki ağırlaştırılmış tecridin nedeni budur. AKP, Kürt halkını ve toplumunu da buna alıştırmaya, Önderliği unutturmaya, özgürlük direncini kırmaya çalışıyor. Yoksa sorun sadece Önderliğimizin görüş ve düşüncelerinin Kürt halkına ve Ortadoğu toplumuna ulaşmasını engelleme, özgürlük hareketini perspektifsiz bırakma sorunu değildir. Zaten bu konuda Önderliğimizin birkaç yüzyıla perspektif ve çözüm oluşturacak düzeyde görüş, değerlendirme ve projeleri savunmalar yoluyla harekete de halka da topluma da ulaşmıştır. Özgürlük hareketi yıllardır bu savunmalar üzerinde eğitim görüyor, ideolojik mücadele veriyor, siyaset yürütüyor, örgütsel çalışma yapıyor. Sistem kuruyor. Sorun tümden bu değildir, bundan öte bir imha konsepti devrededir ve uygulanmaktadır. Bu gerçeği görerek yaklaşmak ve hareket etmek oldukça önemlidir.
Acıları, zorlukları yenerek geliştirdiği direniş Kürtleri zafere taşıyor
Kadın özgürlük hareketi bu gerçeği görerek “Rebêr Apo’yu özgürleştirelim, soykırıma son verelim” sloganı altında ulusal direniş hamlesini başlattı ve bunun öncü gücü olma kararlılığını ve iddiasını ortaya koydu. Bu hamle gelinen aşamada tarihi bir öneme sahiptir. Bu hamle, Türk devletinin ve AKP’nin soykırım siyasetine, topyekun savaş konseptine karşı ulusal bir direnişi ifade ediyor. Bu direniş geliştirilmeden, Önder Apo özgürleştirilmeden Kürtlerin soykırım kıskacından kurtulması mümkün değildir. Soykırım siyasetini boşa çıkarmanın vazgeçilmez yolu kesinlikle Önder Apo’nun özgürlüğünden geçmektedir. Nasıl ki Kürtlere karşı uygulanan tarihsel soykırım konsepti, uluslararası komplo ile yenilenerek devreye konulduysa ve yıllardır AKP tarafından süreçlerin karakterine göre bazen yavaş ve bazen hızlı uygulandıysa, şimdi de bu plan, Önder Apo’nun imhası ile kesin başarıya götürülmeye çalışılıyor.
Özgürlük mücadelesi yürüten bir hareketin önderini tasfiye etmek demek, o hareketi tasfiye etmek demektir. Özgürlük mücadelesi yürüten bir hareketi tasfiye etmek demek, özgürlük isteyen Kürt’ü tasfiye etmek demektir. Gerçek böyledir. Bu gerçek çarpıtılmaya gelmez. Ama bu gerçeği Türk devleti, AKP hükümeti ve işbirlikçileri çarpıtmaya çalışıyor. Gerçekleri çarpıtanlar hakikatten korkanlardır. Hakikat karşısında güçsüz ve cesaretsiz olanlardır. Hakikatin insanlaştıran gücü karşısında, karşıt bir güç örgütleyerek kendisini anti insan haline getirmeye çalışanlardır. Bunlar iktidar sarhoşluğu içinde mest olup toplumun acılarına karşı, beyinlerini, yüreklerini, ruhlarını kapatanlardır. Ahlak, vicdan ve onur yoksunluğu yaşayanlardır. İnsanlığını iktidar zehiri ile öldürenlerdir. Bunlar AKP’lilerdir. AKP zihniyetlilerdir. Irkçı, faşist, inkarcı imhacı, asimilasyonist zihniyeti rant kapısı haline getirenlerdir. Dalkavukçulardır. Şakşakçılardır. Uşaklardır. Soylu Kürt’ün ve yoksul Türk’ün kanından beslenen rantçı odaklardır. Bu faşizan ve ırkçı beyinlerin dediği gibi ‘Aposuz da, PKK siz de bu iş çözülür. PKK ayrı Kürt sorunu ayrıdır. PKK tasfiye edilirse Kürt sorunu da biter, o yüzden el birliği edip PKK’yi tasfiye edelim’ demek, gerçeğe savaş açmak, savaşı meşrulaştırmak, barışı kesin bir biçimde reddetmek demektir. İnsanlıktan hiç nasibini almamak, hakikatten uzak büyük ve sahte bir hayal aleminde yaşamak demektir.
Kürt halkı, asimile olmuş, işbirlikçileşmiş, maddiyat ve zevk düşkünü basit bir kesim dışında ‘ki bunların zaten Kürtlükle alakası yoktur’ soylu, onuruna, özgürlüğüne düşkün ve direnişçi bir halktır. Kürt halkı her türlü zülüm ve baskı karşısında direnerek bugüne geldi ve PKK gibi efsanevi bir direniş hareketini ortaya çıkardı. Bu halk, otuz yılı aşkındır da Önder Apo ve PKK öncülüğünde direniş, özgürlük mücadelesi veriyor. Bu halkın, bu onurlu mücadele sonucunda ortaya çıkardığı çok büyük özgürlük ve demokrasi değerleri vardır. Kürt halkı büyük dönüşümler geçirerek cinsiyet özgürlükçü ve demokratik komünal bir yaşam biçimi geliştirdi. Ve bugün bu yaşam biçiminin toplumsal sistemini örüyor, inşa ediyor. Demokratik kurumlaşmaya gidiyor. Komününü, meclisini, kooperatifini, eğitim okullarını, sağlık merkezlerini, öz savunmasını geliştiriyor. Akademilerinde eğitim görüyor, aydınlanıyor. Kültür merkezlerinde kültürünü üretiyor, sanatını yapıyor. Aydını var gerçekleri yazıyor, sanatçısı var gerçekleri söylüyor, siyasetçisi var gerçekleri uyguluyor. Kürt halkı bütün bunları direnerek, mücadele ederek kazandı. Bu değerleri yaratma karşılığında canını verdi. Kanını döktü. En ağır işkencelerden geçti. Hastalıktan ve yoksulluktan öldü. Yurdundan, toprağından koptu. Ama direndi, ama boyun eğmedi, ama yılmadı ve acıları kendisine öğretmen yaparak bilinçlendi, iradeleşti, güçlendi, örgütlendi, özgürlüğü ve zaferi bir adım ötesine getirdi. Evet, şu anda özgürlük Kürt halkının bir adım ötesindedir. Bu soykırım planının bu kadar pervasız uygulanmasının sebebi de budur. Soykırımcılar Kürtlerin bir adım ötesindeki özgürlüğü ve zaferi görüyorlar. Korku, panik, acele, şiddet, hiddet bundandır. Kürt halkının yanı başına kadar gelen özgürlükten korku var! Kürt halkının özgürlük sistemini kurmasından korku var!
Acıları, zorlukları yenerek geliştirdiği direniş Kürtleri zafere taşıyor. Kürtlerin şu anlarda verdiği savaş artık son savaştır. Bu savaşın yüksek şiddeti bundandır. Kürtler bu son savaşı ulusal direnişle karşılayıp, ulusal demokratik birlikle tamamlayabilir ve Önderliğini özgürleştirirlerse bu savaş Kürtlerin varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama savaşı olacaktır. Kürtler bunu yapabilecek güçtedir. Çünkü artık Kürtler, ne Qazi Muhammed, ne Şeyh Sait ve ne de Seyit Rızalar sürecindeki Kürtlerdir. Farklı olarak Kürtlerin köklü ve güçlü bir özgürlük ideolojisi vardır. Kürtlerin sağlam bir mücadele stratejisi vardır. Kürtlerin örgütlü ve sistemli Halk Savunma Güçleri vardır. Kürtlerin tecrübeli, birikimli ve yetenekli siyasetçileri vardır. Aydınları vardır. Sanatçıları vardır. Kürtlerin artık kendi kendini yönetme güçleri vardır. Demokratik kurumları vardır. Yılların birikmiş ve olgunlaşmış tecrübesiyle yoğrulmuş öncüleri vardır. Bilinci, inancı, iradesi ve örgütlülüğüyle Kürtler bugün, zaferi getirecek her türlü imkana sahiptir. Kürdistan kadın özgürlük hareketi KJB’nin başlattığı “Rebêr Apo’yu özgürleştirelim, soykırıma son verelim!” şiarını tüm Kürtler yeni dönemin mücadele ve direniş anlayışı ve tarzı haline getirebilirse zafer kesindir.
Doğu Kürdistan halkımız ve kadınlar da bu sloganı kendi mücadele ve direniş perspektifi haline getirebilmelidir. Kürtler ve kadınlar olarak varlık ve yokluk savaşını verdiğimiz şu dönemlerde tek kurtuluş yolu direnmek ve direnişi yükseltmektir. Biz kadınlar ve Kürtler bulunduğumuz her alanda Önder Apo üzerinde uygulanan imha konseptini protesto ederek direnişe geçmeli ve Önder Apo’nun özgürlüğü için sesimizi, irademizi, gücümüzü birleştirmeliyiz. Ulusal bir direniş ortaya çıkarmalıyız. Üzerimizdeki soykırıma Önder Apo’yu özgürleştirerek son vermeliyiz. Bunu yapacak gücümüz, irademiz, inancımız ve eylem kabiliyetimiz vardır.
Doğu Kürdistan kadını ve halkımız Önder Apo uluslararası komplo ile tutuklanıp Türk devletine teslim edildiğinde çok onurlu bir direniş ortaya koydu ve onlarca şehit verdi. Tekrardan bu soylu direniş geleneğine sahip çıkarak kadınlarımız ve halkımız meydanları doldurmalı, özgürlüğü haykırmalı ve kendi üzerindeki soykırıma son vermelidir. Çünkü artık zaman, ulusal bir direnişle özgürlüğü sağlama zamanıdır. Zaman, Özgür ve Demokratik Konfederal Kürdistan’ı kurma zamanıdır.