2011 yılı mücadele tarihi açısından siyasal ve askeri yoğunluğun en yüksek düzeyde olduğu yıllardan biri olarak geçti. Yine Türk devletinin askeri, siyasi ve psikolojik savaş saldırılarının en yüksek düzeye çıktığı yıl oldu. 2012 yılının da aynı yoğunlukta, hatta daha keskin bir mücadele içinde geçeceği şimdiden anlaşılmaktadır.
Kuşkusuz Türkiye içindeki çatışmaların sert geçmesinin iki nedeni vardır. Birincisi, Türk devletinin Kürt sorununu çözme politikası olmaması; ikincisiyse Ortadoğu’da ortaya çıkan yeni siyasal durumdur.
ABD’nin Ortadoğu’ya müdahalesinin sonuç almadığı, bu nedenle ABD için önümüzdeki yılların çok zorlu geçeceğinin anlaşıldığı bir süreçte Arap halklarının despotik yönetimlere karşı ayağa kalkışı gerçekleşti. ‘Arap Baharı’ olarak adlandırılan bu halk hareketleri esas olarak iç dinamiklerle gelişmiştir. Ancak despotik rejimlerin içte ve dışta meşruiyetinin en zayıf olduğu dönemde gerçekleştiği açıktır. Mevcut rejimler halklar açısından meşruiyetini yitirdiği gibi, dış güçlerin ihtiyaçlarını karşılamaktan da uzaktı. Bu durum gelişen halk hareketlerinin kısa sürede etkili olmasını beraberinde getirmiştir.
Bu halk hareketleri dış güçlerin yönlendirmesiyle gerçekleşmemiş, ancak mevcut iktidarların kısa sürede devrilmesinde dış güçlerin tutumu etkili olmuştur. Öte yandan bu halk hareketleri çok örgütlü olmadığından ve öncülükten yoksun olduğundan dış yönlendirmelere açık hale gelmiştir.
Arap halklarının ayağa kalkışıyla birlikte hızla politika belirleyerek bu hareketleri yönlendirmek isteyen ABD olmuştur. ABD açısından mevcut iktidarlar soğuk savaş ortamında şekillenen iktidarlar olduğundan küresel kapitalizmin ihtiyaçlarına cevap vermekten uzaktır. Öte yandan ABD’nin bölgedeki işbirlikçiliğini yapacak kapasiteden ve özelliklerden yoksundurlar. Toplumsal meşruiyetleri olmadığı için sağlam bir konumları yoktur. Bu konumlarıyla radikal islamcıları etkisizleştirme ve demokratik devrimci hareketleri kontrol etme durumunda değildirler. ABD ise bölgede ayaklarını sağlam basacağı ve uzun süreli güvenebileceği işbirlikçilere ihtiyaç duymaktadır.
Suriye’nin mevcut haliyle iktidarını sürdürmesi mümkün değildir
‘Arap Baharı’ ortaya çıktığında daha önceleri kendisine yeni işbirlikçiler olarak hazırladığı ılımlı siyasal islamcıları destekleyip güçlendirme ve sistemin başat gücü haline getirme çabası içine girmiştir. İşbirlikçi ılımlı islamcıların iktidar olmasını sağlayarak hem toplumsal meşruiyet kazanmış işbirlikçilerle bölgedeki konumunu güçlendirecek, hem de sistemi rahatsız edecek muhalif güçler karşısında ayakta kalıp bu muhalifleri etkisizleştirecek siyasal bir sisteme kavuşmuş olacaktır. Kapitalist modernitenin doğrudan uzantısı ve maketi olan güçlerin kazanmadığı toplumsal meşruiyet bu defa islam boyalı kapitalist modernite ajanlığıyla sağlanmış olacaktır. Böylece 200-300 yıldır teslim almak istediği Ortadoğu’yu bu defa işbirlikçi ılımlı islamla içten fethedip teslim alma imkanına kavuşmuş olduğunu düşünmektedir.
ABD, ‘Arap Baharı’nı yönlendirerek böyle stratejik bir sonuca ulaşmak için politikalarını hemen ve kararlı bir biçimde pratikleştirme tutumu içinde olmuştur. Sovyetlere karşı kullandığı siyasal islamcıları bu defa halklara karşı kullanma stratejisi izlemiştir. Soğuk savaş döneminde kurduğu ilişkileri şimdi işbirlikçi siyasal islam eksenli kuracağı yeni Ortadoğu düzeninde kullanmaktadır. Sovyetlere karşı kullandığı Fethullah Gülen gibi işbirlikçileri Ortadoğu’nun tüm ülkelerinde bulunmaktadır. Ortadoğu’da siyasal islamcı birçok kesimin ABD ve Avrupa ile nasıl bu düzeyde işbirliğine girebildiği sorusunun cevabı 1990’lar öncesindeki ilişkilerde bulunmaktadır.
ABD’nin ılımlı işbirlikçi islam ekseninde yeni bir Ortadoğu kurmadaki kararlılığını Türkiye ile kurulan yeni ilişkilerden anlamaktayız. ‘Arap Baharı’yla birlikte Türkiye’nin her tarafı idare eden politikalarını bırakıp net tutum almasını istemiştir. Türkiye ilk önce yine eski politikalarını sürdürmek istemişse de, ABD’nin ısrarı karşısında Libya’nın saldırı üssü haline gelmiştir. Türkiye ABD’nin kararlılığını görünce, ABD’nin ajanlığını yaparak, bunun karşılığında Kürt özgürlük hareketini tasfiye etmeyi hedefleyen bir politikaya yönelmiştir. Birkaç yıldır izlediği oyalama politikalarının Önder Apo ve Kürt özgürlük hareketi tarafından kabul edilmeyeceğini görerek savaşa hazırlanan AKP, ABD’nin kendisini kullanmak istemesini PKK’yi tasfiye etmede bir fırsat olarak değerlendirmek istemektedir.
Türkiye bu yaklaşımıyla İran ve Suriye ile karşı karşıya gelmiştir. Kürt sorunu söz konusu olduğunda birbirlerini zımni olarak gözetseler de, genel olarak bölgesel politikalar açısından karşı karşıya geleceklerdir.
Suriye’nin mevcut haliyle iktidarını sürdürmesi mümkün değildir. Ancak ABD ve Avrupa, diğer ülkelerden farklı olarak Suriye’yi siyasal islamcıların başat olduğu bir ülke olarak görmek istemiyor. Siyasal islamcıların sistem içinde yer alacağı, ama başat olmayacağı yeni bir siyasal düzen istemektedir. İsrail’in durumu, Lübnan’da önemli bir hıristiyan toplumun bulunması, yine Suriye’de çok farklı etnik ve dinsel toplulukların varlığı, istikrar açısından Suriye’de çok farklı toplumsal kesimlerin meşru görebileceği bir siyasal rejimi gerektirmektedir. Bu nedenle ABD İhvan-ı Müslimin’in tam hakim olacağı siyasal ve askeri desteği vermedi. Bir taraftan Esad rejimini zorlarken, diğer taraftan İhvan-ı Müslimin’in de zorlanmasını sağlayacak bir politika izledi. Bu durum geniş yelpazede bir toplumsal ve siyasal kesime dayandırılan politikaların başarı şansı ve geleceği olduğunu göstermektedir.
Kürtlerin birliği bu süreçte daha da önem kazanmıştır
Suriye’deki durumun nasıl şekilleneceği Kürt özgürlük hareketini de etkileyecektir. Türk devleti zaten Kürt halkının kazanım elde etmemesini sağlamak için büyük çaba göstermektedir. Sadece Türkiye değil, her güç Batı Kürdistan’da etkili olmaya çalışmaktadır. En son 30 yıla yakın gerillacılık ve gerilla komutanlığı yapmış Xebat Derik’in katledilmesi de bunu göstermektedir. Bu durum Batı’daki mücadelenin daha da keskinleşeceğine işarettir. Türkiye başta olmak üzere dış güçlerin saldırılarını boşa çıkartmak mevcut iktidarın gericini direnişini kırmak açısından Kürtler arası birlik her zamankinden daha önemli hale gelmiştir. Mevcut muhalif güçlerin en az mevcut iktidar kadar şovenist karakteri düşünüldüğünde Kürtlerin birliğinin önemi daha da artmaktadır. Mevcut muhalif güçler Türkiye ile sıkı ilişki içindedirler. Bir yönüyle Türk-islam sentezi politikasının bir türevi gibidirler. Mevcut rejim de Kürt sorunu söz konusu olduğunda Türk devletiyle ve Türk düşmanı herkesle ittifak yapacağı düşünülürse Kürtler arası birliğin ve her türlü saldırıya karşı hazır olmanın tarihsel değeri daha iyi anlaşılır. Demokratik Özerkliği mevcut durumda inşa etme imkanları çok fazla vardır. Öyle bir çalışma yürütülmelidir ki artık iktidarda kim olursa olsun bu Demokratik Özerkliği kabul etmek zorunda kalmalıdır.
İran bir süre sonra Suriye ve Lübnan üzerindeki etkisini kaybedeceğini bilmektedir. Belki Lübnan’daki şiilerle bir genel bağı kalır. Ama Lübnan siyasetini etkileme yönü çok azalacaktır. Lübnan esas olarak ABD ve Avrupa’nın üzerinde belirli düzeyde etkili olacağı yeni Suriye’nin etkisinde olacaktır. Türkiye’nin Suriye ve Lübnan üzerinde çok etkili olması istenmeyecektir. Zaten son Arap Planı Türkiye’nin etkisini sınırlamaya yönelik bir girişimdi. Türkiye’ye sadece ekonomik alandan yararlanma fırsatı verilecek, ama siyasi olarak etkin olması istenmeyecektir. Türkiye’de ekonomik olarak bu alanlara çok ihtiyaç duyduğundan buna razı olmak zorunda kalacaktır.
İran mevcut durumda kendisini esas olarak Irak ve şia dünyasına verecektir. Irak üzerinden Körfez şiiliği üzerinde etkili olmak isteyecektir. Bu nedenle hiçbir dönemde olmadığı kadar Irak’la ilgilenecektir. Dolayısıyla bu ilgi Güney Kürdistan’ı da yakından ilgilendirecektir. Bu açıdan İran’ın Irak ve Güney Kürdistan politikası yeni bir döneme girmiştir. İran Doğu Kürdistan’da zor duruma düşmemek için de Irak üzerindeki ağırlığını artırmak isteyecektir.
Türkiye sünnilerle, İran şiilerle Irak üzerinde etkin olmak isteyecektir. Bu durumda Güney Kürdistan hükümeti ve Kürtlerin her iki gücün etkisi dışında daha farklı bir politika izlemesi, mezhepsel temelde değil de genel demokratikleşmeye dayalı bir politikayı esas alması önemlidir.
İran’ın bir süre daha varlığını sürdürmesi beklenmelidir. ABD’nin de işbirlikçi islama dayalı yeni Ortadoğu sistemi ve Suriye’deki etkinliğini sağlamlaştırmadan İran’a yönelmesi beklenmemelidir. Dolayısıyla İran’a yakın zamanda bir müdahale yapılması olasılığı zayıftır. Ancak İran’ın Irak üzerinden gücünü artırma ve varlığını koruma politikasının uzun süre sonuç vermeyeceği açıktır.
Bölgede siyasal dengelerin oturacağı bir sürece girildiğini söyleyebiliriz. Bu durum mücadelemizi yakından ilgilendirmektedir. Artık bölgedeki diğer gelişmeler eskisinden daha fazla Kürt halkının özgürlük mücadelesini etkileyecektir. Siyasal dengelerin oturacağı bu süreçte her zamankinden daha kararlı ve mücadeleci bir tarzın olması gerektiği açıktır. Kararsızlıkların ve mücadelede gevşekliklerin bu tür süreçlerde faturası her zamankinden ağır olacaktır.
AKP Ortadoğu’da yeni dengelerin oturma sürecinde kendine göre aktif ve kararlı politika izleyerek avantajlı olmaya çalışmaktadır. Bu süreci I. Dünya Savaşı sonrası gibi Kürtlerin üzerinde egemenlik ve kültürel soykırım yürüttüğü bir siyasi sonuçla kotarmak istemektedir. Dolayısıyla tüm dış politikasını her zamankinden daha fazla Kürt halkının herhangi bir kazanım elde etmemesi doğrultusunda yürütecektir.
AKP, ABD’nin Irak’a müdahalesi sürecinde iktidar oldu. ABD Irak’a müdahale sürecinde bu işbirlikçi islamcı hükümetten yararlandı. Şimdi de işbirlikçi islam ekseninde Ortadoğu’yu şekillendirme sürecinde AKP’yi kullanmak istemektedir.
AKP’nin ne iktidara geldiğinde ne de dokuz yıllık iktidarı süresince Kürt sorununu çözme politikası olmuştur. İlk süreçlerde Kürt özgürlük hareketini tasfiye etme temelinde bir programı da yoktu. Esas olarak Kürt özgürlük hareketinin etkisizleştiği düşünülüyor, bu nedenle AKP kendisini bu konuda bir rehabilite hükümeti olarak görüyordu. Daha doğrusu kendinden beklenen buydu. Ancak mücadelemiz karşısında zorlanınca ve kendisinden mücadelemizi ezmesi istenince, hazır olmadığı için hem bizi hem devleti idare eder bir politika izlemiştir. Bu nedenle 2006 yılında çok çeşitli kanallardan Kürt özgürlük hareketinden ateşkes yapmasını istediği bilinmektedir. Kürt hareketi de şans tanımak için tek taraflı ateşkes ilan etmiştir. Ancak 2007 baharında iki tarafı idare edemeyeceğini görerek Dolmabahçe’de Yaşar Büyükanıt’la yapılan anlaşmayla Kürt özgürlük hareketini tasfiye etme karşılığında ikinci dönem iktidarının önü açılmıştır. Zap direnişi sonrası psikolojik savaş aracı olarak TRT 6 gibi adımlar ve görüşmelerle oyalama ve zamana yayarak yıpratmayı, fırsatını bulduğunda da darbe vurarak tasfiye etmeyi hedefleyen bir konsept dahilinde hareket etmiştir.
Direniş kararı devletin ve AKP’nin politikalarını netleştirmiştir
Kürt Halk Önderi ve Kürt özgürlük hareketi de demokratik siyasal çözüm anlayışı nedeniyle devleti ve toplumu hazırlama ve hükümeti de çözüm için adım attırma politikası izlemiştir. Ateşkes ve görüşmelerle AKP’yi çözüm politikasına getirmek istemiştir. Ancak AKP bu yaklaşımlara olumlu karşılık vermemiştir. AKP’nin çözüm politikası olmamasına rağmen, Ağustos 2010’da bir fırsat daha tanınmıştır. Referandum sonrası yaklaşımlarından netleşmiştir ki, AKP’nin Kürt sorununu çözme politikası yoktur. Bu nedenle 2011 baharından başlamak üzere gerilim artmıştır. Kürt Halk Önderi ve Özgürlük hareketi bütün saldırılara rağmen 12 Haziran seçimleri sonrasına kadar sabırlı davranarak AKP’nin politikasını netleştirmek istemiştir.
Seçimden AKP’nin yüzde 50 oy alması, Demokrasi Bloku’nun başarılı olması eğer bir çözüm niyeti olsaydı AKP için bir fırsatı ifade ediyordu. Kürt halkı da, demokrasi güçleri de iradesini demokratik çözümden yana koymuştu. Zaten seçim Demokratik Özerklik referandumu olmuştu. Ancak AKP, Kürt Halk Önderi ve Özgürlük hareketinin olumlu yaklaşımları ve çağrılarına rağmen oyalamacı yaklaşımlarını sürdürerek bir çözüm niyeti olmadığını açıkça gösterdi. Önder Apo’nun hazırladığı protokollere olumlu cevap vermemesi bunun en somut ifadesi oldu. Bu yaklaşım seçimde ortaya çıkan Kürt halkının iradesine de meydan okumayı ifade ediyordu. Bu durum aynı zamanda çözüm doğrultusundaki çabaların istenen sonucu almadığının da ifadesi olarak görülmelidir.
AKP sürecin eskisi gibi sürmesi ve oyalama yaparak kendine göre bir anayasa yapmayı ve bunu hareketimize dayatmayı en iyi seçenek olarak görüyordu. Mevcut durum karşısında mücadele kararlılığı göstermemek AKP’nin bu tuzağına düşmek olurdu. Hareketimiz kararlı bir irade göstererek AKP’nin bu oyunlarını bozdu. Direniş kararımızla korktuğu başına gelmiştir. Çözüm politikası olmadığından keskin bir mücadele başlamıştır. Çözüm niyeti olsaydı, Demokratik Özerklik ilanına çok sert yaklaşmazdı. Ama siyasal egemenlik ve kültürel soykırımın yeni koşullarda sürdürülmesi anlamına gelecek yeni siyasal düzenini kabul ettirmek için saldırması gerekiyordu. Eğer hareketimizi zayıflatırsa Kürtleri zaman içinde yok edebileceğini düşünmektedir. Özcesi devletin zihniyeti de, amacı da değişmemiştir. Direniş kararı devletin ve AKP’nin politikalarını netleştirmiştir.
Altı aylık mücadele süreci AKP’yi büyük bir çıkmaz içine sokmuştur. Kürt özgürlük hareketi açısından en kötü durum mücadele etmemek ve AKP’nin oyalama politikasına fırsat vermek olurdu. AKP Kürt özgürlük hareketinin mücadele etmesini engelleyerek kendi politikalarını kabul ettirmek ve soykırım sistemini sürdürmek istiyordu.
2011 yarısından sonraki altı aylık mücadele sadece devletin bir çözüm politikası olmadığını gözler önüne sermedi, aynı zamanda Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı mücadelede devletin en önemli siyasi gücü olan AKP’nin maskesini de düşürdü. AKP’nin bize karşı mücadelede en önemli gücü kendine demokrat kendine müslüman yüzüydü. Kendini demokrat ve müslüman gösterip Kürt halkını ve demokratik güçleri aldatarak, beklenti yaratarak zaman içinde hareketimizi tasfiye etmeyi planlıyordu. Ama mücadele buna fırsat vermediği gibi, güç kaynaklarını önemli oranda kaybetti. Denilebilir ki AKP Aşil topuğundan vuruldu.
AKP mücadeleyle 1990’lı yılların hükümetleri konumuna düştü. Zaman zaman Bülent Arınç ve Beşir Atalay’ı konuşturarak, yine bazı generalleri tutuklayarak psikolojik harekat hamleleri yapsa da, artık eski inandırıcılığını bulması mümkün değildir. Binlerce keyfi tutuklamanın olduğu yerde demokratik bir zihniyet ve çözüm değil de bir sindirmenin olduğunu aptal ve yandaş olmayan herkes görür. Bunun da 1990’lı yıllar konsepti olduğu açıktır. Kimi yöntem değişiklikleri bu amacını gizleyecek durumda değildir.
Siyasi soykırım operasyonlarını ve sindirme saldırılarını aralıksız sürdürmesinden de anlaşılmaktadır ki, AKP hükümeti çok zorlanmaktadır. Kürt özgürlük hareketinin direnişi ve sağlam duruşu karşısında saldırma dışında yürüteceği başka politikası kalmamıştır.
Kuşkusuz Kürt özgürlük hareketinin, halkımızın ve dostlarımızın duruşunda Kürt Halk Önderi’nin duruşu belirleyicidir. Önder Apo’nun yaklaşımı Türk devletinin yüzünü daha da açığa çıkartmakta, bu da hareketin, halkın ve dostlarımızın direnişine güç katmaktadır. Önder Apo’nun duruşu AKP konusunda nettir. AKP de bu durumu görmektedir. Hem görüşme notlarında defalarca AKP’nin gerçeğini ortaya koyması hem de savunmalarda yaptığı AKP değerlendirmeleri ve tutumu AKP’yi öfkelendirmektedir. İmralı’daki tecrit, tehdit ve şantaj bu nedenle uygulanmaktadır. Bu yaklaşımlarıyla Önderliği gerileteceğini sananlar kesinlikle karşılarında daha net ve kararlı bir Önderlik görmüşlerdir. En son olarak Kürt Halk Önderi’nin aile görüşüne çıkmaması ve esas olarak da AKP’nin politikalarına karşı net bir tutumu ifade etmektedir. Bunun da anlamı AKP’ye karşı mücadelenin yükseltilmesidir.
AKP’nin saldırılarını sertleştirmesi esas olarak Kürt özgürlük hareketini geçen dönemin pozisyonuna çekmek içindir. Eğer Kürt özgürlük hareketini böyle bir konuma çekebilirse amacına ulaşmış olacaktır. Ancak Kürt özgürlük hareketinin eski pozisyonu kabul etmeyeceğini görmekte, bu nedenle de kendine göre hem Önderlik hem de Kürt özgürlük hareketi üzerinde baskıyı artırmaya ve sürdürmeye çalışmaktadır.
Yeni mücadele sürecinin zorlu geçeceği açıktır
Eğer Kürt özgürlük hareketini eski konuma getirebilirse, öngördüğü anayasanın yapılması ve dayatması imkanına kavuşacağını düşünmektedir. Ancak Kürt özgürlük hareketinin direnişinin buna fırsat vermeyeceğini, sürdürülen mücadele ortamında düşündüğü anayasanın sadece Kürtler değil, çeşitli çevreler tarafından da kabul görmeyeceğini bilmektedir. Kürt özgürlük hareketinin direndiği ortamda sorunları köklü çözmeyen anayasa dayatmalarının kabul görmeyeceği açıktır. Ancak Kürt özgürlük hareketini mücadelesiz bırakır ve düşündüğü anayasayı kotarırsa, kabul edilmediğinde ‘çözüm için adımlar attık ama kabul edilmiyor’ diyerek Kürt özgürlük hareketinin üzerine her alanda çok sert giderek tasfiye etmeyi hedeflemektedir.
Gelinen aşamada AKP başarısız kılınıp iradesi kırılmadan Kürt sorununun çözümünün önü açılmayacağı netleşmiştir. AKP ya Kürt özgürlük hareketini ezip devleti tümden ele geçirecek ya da başarısız kaldığında devleti ele geçirme ve de başat güç olma hedefine ulaşmayacaktır. Hatta AKP başarısız kılındığında Türkiye demokratikleşmek zorunda kalacak, bu da AKP’yi herhangi bir siyasi güç konumunda tutacaktır. AKP ve Fethullahçılar demokratik bir zihniyete sahip olmadıklarından herhangi bir güç olmayı kabul etmemektedir. Gerici direnişleri bu nedenledir. Dolayısıyla AKP’nin başarısız kılınması gerekmektedir. AKP’nin demokratik dönüşüme uğrayacağı ve Kürt sorununu çözeceği beklentisi artık büyük bir yanılgı olur. Zayıf bir ihtimal de olsa Kürt Halk Önderi ve Özgürlük hareketi sabırla böyle bir yolu denemiştir. Ama AKP’nin en makul yaklaşımlara bile cevap vermediği görülmüştür. Dolayısıyla AKP çok açık bir çözüm iradesi ve tutumu ortaya koymadan, artık hiçbir sözüne ve yaklaşımına inanmamak gerekir. Daha doğrusu inanılamaz. Çünkü demokratik zihniyet ve çözüm projesi olanlar Kürt Halk Önderi ve Özgürlük hareketi gibi bir muhatap bulduklarında hemen adım atarlardı.
Artık gelinen aşamada altı ay önceki konuma dönülemez. Böyle bir durum AKP’nin oyalama temlinde tasfiye politikalarını ilerletmesi ve sonuç almasına fırsat vermek olur. Aslında Oslo görüşmelerin deşifre edilmesi bile Kürt özgürlük hareketini eski konuma getirmek içindi. Nitekim Oslo görüşmelerinin basına yansıtılmasından sonra ‘savaşmaya ne gerek var, bakın sorunları konuşarak da hal edebiliyoruz, görüşmelerle bunu gerçekleştirmenin imkanı var’ algısı yaratmak ve bu temelde Kürt özgürlük hareketini AKP’nin politikaları karşısında mücadelesiz bırakmak hedeflendi. Kürt özgürlük hareketini eski konuma getirmek AKP için bir başarı olarak görülmektedir. Bu nedenle Kürt özgürlük hareketi Önderlik özgürleşmeden, tüm KCK tutukluları serbest bırakılmadan, AKP Demokratik Özerkliği siyasi ve kültürel boyutlarıyla (anadilde eğitim dahil) açıkça kabul etmeden tek taraflı hiçbir adım atmayacağını söylemektedir. Dolayısıyla yeni bir süreç ancak bu belirtilenler gerçekleştiğinde gelişebilir. Ateşkes ancak böyle bir paketin parçası olarak ve çözüme fırsat ve imkan tanımak için gündeme gelebilir.
Kuşkusuz devleti sorunun çözümüne yaklaştırmak kolay değildir. Ancak siyasal alanda MHP dışındaki güçler ciddi bir biçimde engel teşkil edecek bir tutum gösteremezler. AKP etkisizleştirildiğinde CHP’nin önemli bir bölümü de çözüme yanaşmak zorunda kalacaktır. Devlet genel olarak zihniyet ve politika değiştirmediği için çözüme direnenler vardır. Türk toplumu hala devleti dikkate alan bir toplumdur. Gözü ve kulağı devlette olma gerçeği büyük oranda sürmektedir. Bu nedenle mücadele ile devlet zorlanırsa, toplumun ve diğer siyasi güçlerin çözüme hazırlanması zor olmayacaktır. Dolayısıyla devletle dönemsel devlet AKP ile ciddi bir mücadele yürütülür ve çözüme yanaşmak zorunda bırakılırlarsa Türkiye’deki siyasal atmosfer kısa sürede değişir.
Bu mücadelenin zorlu geçeceği açıktır. Ancak Türk devletinin Kürt sorununa çözüm bulmaması onu her alanda zorlamaktadır. Bu mücadelenin içinde Kürtler açısından kayıplar ve zorlanmalar yaşansa da, Türk devletinin kazanma şansı yoktur. Mücadelenin keskinleşmesi, Türk devletinin antidemokratik ve çözümsüz karakterini tüm açıklığıyla açığa çıkartmış ve Kürt halkının mücadelesi açısından ise başarı zeminimizin daha fazla güçlenmesini beraberinde getirmiştir.
Tüm Türkiye halklarının yeni bir anayasaya ihtiyacı var
Geçen altı aylık süreçte gerillanın direniş gücü olduğunu herkes gördü. Bu sürecin önemli siyasal sonuçları da olmuştur. Türk devleti her ne kadar psikolojik savaşla Kürt özgürlük hareketinin direnişini devlette yarattığı sarsıntıyı gizlemeye çalışsa da AKP’nin politikalarında görüldüğü gibi büyük bir korku ve telaş içindedirler. Geliyê Tîyarê’deki kayıplar öncesinde Türk devleti her bakımdan çaresizliği yaşıyordu. Gerilla karşısındaki başarısızlıklarını açıkça itiraf ediyorlardı. Özel ordu tartışmalarının artması bu nedenledir. Hareketin üstünlüğünü her bakımdan kabul eden bir siyasi ortam vardı. Moral ve psikolojik çöküntü içindelerdi. Rüstem arkadaşların şehadeti ve Geliyê Tîyarê’deki şehadetlerden sonra yoğun bir propagandayla operasyonlardan sonuç aldıkları algısını yaratmaya çalıştılar. Yaz boyu aldıkları darbelerin yarattığı sarsıntıyı böyle gidermek istediler. Ancak altı aylık direnişin zorlanmasını hala yaşamaktalar. Bu kayıpların onların genel konumlarını düzeltmesi mümkün değildir. Siyasi soykırım operasyonlarının artırılması ve Önder Apo üzerindeki tecrit, mücadele karşısında yaşadıkları zorlanmayı bu saldırılarla dengelemek istemelerinden kaynaklanmaktadır.
Şehadete yaklaşım da önemlidir. Şehadetleri mücadeleyi daha fazla yükseltmek biçiminde ele almayan yaklaşımlar kabul edilemez. Bu konuda da son zamanlarda duygusal yaklaşımlar ağır basmaktadır. Toplum içinde de direnişin ve şehadetin tarihsel anlamı yerine üzüntüler öne çıkıyor. Mücadelemize düşmanlık edenler ve bu ortamdan kendi tezlerini güçlendirmek için yararlanmak isteyenler “biz hiçbir şeyi bir kişinin ölümüne değişmeyiz!” diyerek teslimiyetin ve köleliğin teorisini yapıyorlar. Kürt halkının ayağa kalkışı “köle yaşamaktansa onurlu ölümü tercih etmeyi” bir yaşam felsefesi haline getirmesiyle gerçekleşmiştir. Kemal Pir “yaşamı uğruna ölecek kadar seviyorum” diyerek şehadete ulaşmıştır. Bu söz anlamlı bir yaşam için, şehadetin önemini ortaya koymak için söylenmiştir. Zaten bu yaşam ve mücadele felsefesi Kürt toplumunu büyük bir direnişe sevk etmiştir. Dolayısıyla haklı, meşru savunma savaşımını her zaman savunacak ve buna destek verecek bir toplumsal zihniyetin varlığı önemlidir. Psikolojik savaş merkezlerinin ve işbirlikçilerinin “savaşın zamanı geçmiştir, gerilla direnişi bırakmalıdır” doğrultusundaki çabaları esas olarak mücadeleyi tasfiyeye yöneliktir. Bu tasfiye çabalarına karşı meşru savunma savaşının haklılığını her koşulda ortaya koymak ve bu temelde direnişi geliştirmek gerekmektedir
Önümüzdeki en önemli siyasal konulardan biri Türkiye’deki anayasa gündemidir. Türkiye’de yeni bir anayasaya ihtiyaç olduğu çok geniş toplumsal siyasal kesimler tarafından kabul ediliyor. Böyle bir ihtiyacın olduğunu en fazla gündemleştiren ve bunun toplumsal bir talep haline gelmesini sağlayan Kürt özgürlük hareketi ve radikal demokrasi güçleridir. Kuşkusuz birçok kesim de bu anayasanın değişmesini istemektedir.
Kürt özgürlük hareketi de Kürt sorununu esas olarak bir anayasa sorunu olarak tanımlamaktadır. Ancak AKP bu toplumsal talebi kendi düşündüğü siyasi düzeni sağlayacak bir araç olarak görüyor. Bu toplumsal beklentiyi de arkasına alarak, yeni anayasa talebini bir psikolojik savaş malzemesi olarak değerlendirmek istiyor. “Anayasa yapacağız, sorunları çözeceğiz” propagandasıyla Kürt halkını mücadelesiz bırakmayı hedefliyor.
AKP’nin, daha doğrusu devletin de yeni bir anayasaya ihtiyacı vardır. Toplumun da yeni bir anayasaya ihtiyacı vardır. Bu ihtiyacı ortaya çıkaran da Kürt sorunudur. Bu nedenle Kürtlerin onay vermediği, kabul etmediği bir anayasanın meşruiyetinin olmayacağı açıktır. Bu nedenle AKP hükümeti bir yönüyle Kürt özgürlük hareketini etkisizleştirip halkı iradesiz kılarak yapacakları anayasayı tepkisiz kotarmak istiyor. Temel sorunlarla ilgili aktörlere saldırarak ve irade kırarak anayasa yapılamayacağına göre, AKP’nin Kürt sorununu çözecek bir anayasa yapma niyeti olmadığı gerçeğini ortaya koymak önemlidir.
AKP’nin yaklaşımını ve bu yaklaşımla anayasa yapılmayacağını ortaya koyarken, nasıl bir anayasa olması gerektiğini ve Kürtlerin taleplerini açıkça ortaya koymamız lazım. Bu çalışmalarla demokratik bir anayasanın nasıl olması gerektiği algısını yaratmalıyız. Böyle bir algı yaratarak, AKP kendi anayasasını dayattığında, demokrasi güçlerinin bu anayasanın yeni ve demokratik olmadığını söylemelerinin sağlatılması önemlidir. Bu sağlanırsa AKP’nin kendine göre bir anayasa yaparak topluma dayatması boşa çıkarılır.
Türkiye’deki demokrasi güçleriyle birlikte nasıl bir demokratik anayasa olmalı konusunun bir toplumsal algı haline getirilmesi önemlidir. Ancak en önemlisi Kürtlerin nasıl bir anayasa istediği konusudur. Çünkü Kürt sorununu çözmeyen bir anayasa meşru görülmeyecektir. Bu açıdan diğer Kürt partileri, sivil toplum örgütleri ve Kürt şahsiyetlerinin demokratik anayasa taleplerini ortaklaştırmaları ve açıkça ortaya koymaları önemlidir. Yakın zamandaki ortak açıklama önemliydi. Bunun daha da geliştirilip bir protokole bağlanması, tüm diğer sivil toplum örgütlerini ve şahsiyetlerini buna katılması AKP’nin politikalarını boşa çıkartmak açısından gereklidir.
Anayasada şu taleplerin net ortaya konulmasını istemek de AKP’nin oyunlarını boşa çıkarmada etkili olur:
1- Demokratik Özerklik. Bu, yerel meclisleri ve onların içinden çıkacak bir özyönetimi kapsamalıdır. Bu Demokratik Özerklik tüm Türkiye için istenir. Ama Kürdistan’da olmasında ısrarlı olunur. Çünkü Kürtler talep etmektedir. Demokratik Özerklik’ten taviz verilemez.
2- Tam düşünce ve örgütlenme özgürlüğü istenmelidir. Buna kendi kimliği ve ülkesinin adıyla örgütlenme özgürlüğü de dahildir. Tam düşünce ve örgütlenme özgürlüğü kendi demokratik sistemimizin, yani Demokratik Konfederal sistem ve kurumlaşmalarının kabul edilmesini sağlayacaktır. Kürt halkının her alandaki demokratik kurumlaşmasının bu temel talep başlıkları altında tanınmasını sağlatmak önemlidir.
3- Anadilde eğitim başta olmak üzere dil ve kültür özgürlüğü istenmelidir. Kürtçenin kamu alanında kullanılmasının kabul edilmesi de bu hakkın en doğal ve temel boyutudur.
4- Anayasa bunları güvenceye almalıdır. “Kimliklere nötr olsun” denilerek bu hakları güvenceye almayan bir anayasanın eski inkar ve kültürel soykırım sisteminin yeni biçimde sürdürülmesi olduğu açıkça ifade edilmelidir. Hegemon ve baskın kimlik Türklük olduğundan, düşünülen nötr anayasa eski yapının yeni biçimde Kürtlere kabul ettirilmesi anlamına gelir. Anayasada bir ya da iki temel maddeyle Kürtlerin ve diğer toplulukların talepleri güvenceye alınırsa ancak o zaman “kimliklere nötr” bir anayasa anlamlı olabilir.
Demokratik Özerklik olmadan tek başına anadilde eğitim talebi dil kurslarının akıbetine düşmekten kurtulamaz. Sadece Demokratik Özerklik de Kürtler üzerindeki eski sistemin yeni bir biçime kavuşturulması olur. Bu yönüyle Demokratik Özerklik ve anadilde eğitim talebi birbirini tamamlayan, olmazsa olmaz taleplerdir.
AKP ve Fethullahçılara karşı topyekun bir mücadele gerekiyor
Kürt Halk Önderi’nin konumu önemlidir. Kürt halkının özgürlük mücadelesinin kaynaklandığı ve beslendiği gerçek olmaya devam ediyor. Önder Apo oradaki duruşuyla doğrultuyu belirlemeye devam ediyor. Bu çerçeveden bakıldığında, Önderliğin durumu sadece bir görüşme yapma veya yapmamayla izah edilemez. Kuşkusuz görüşmenin olup olmaması da mücadele durumuyla ilgilidir. Ancak Önderliğin durumunu bir tutum ve direniş olarak görmek ve ona göre yaklaşım göstermek gerekir. Önderliğin sağlığı, güvenliği ve özgürlüğü konusunda bir gevşeme sürecin karakterine ters düşer. Nitekim Önder Apo görüşmeye çıkmayarak sorunun sadece görüşme ekseni etrafında ele alınmasının yanlışlığını ortaya koymuştur. Dolayısıyla görüşme olursa çok şey olurmuş gibi yaklaşımları Önderliğin özgürlüğü ekseniyle bağdaştırmak mümkün değildir.
Bu dönemdeki en önemli görevlerden biri, demokrasi ittifakı ve hareketi gerçekleştirmek olmalıdır. Halkların Demokratik Kongresi’ni daha işlevsel kılmak ve demokrasi mücadelesinin çatısı haline getirmek gerekir. Sadece örgütler ve kimi şahsiyetler üzerinden değil, toplumsal bazda da bu hareket genişleyebilir. AKP’nin teşhir olması bunun önünü fazlasıyla açmıştır. AKP’yi destekleyen bazı çevrelerin tutumlarını değiştirmeleri toplumdaki tepkilerin yansımasıdır. Onların tutumları da çeşitli kesimleri etkilemektedir.
Alevi örgütlerinin ve temsilcilerinin de bu dönemdeki tutumu önemlidir. Kürtlerle birlikte hareket etmedikleri takdirde inanç özgürlüğünü de, bunun güvencesini de kazanamayacaklarını görmüşlerdir. Dolayısıyla bu durumu görmek, onları daha fazla özgürlük ve demokrasi mücadelenin içine çekmek gerekecektir. Bu durum demokrasi mücadelesinde ve AKP’nin saldırılarını boşa çıkarmada bir sinerji otaya çıkarabilir.
AKP hükümeti yoğun saldırılarını bir yönüyle de BDP’yi bölmek için yapıyor. Özellikle orta sınıfa BDP’de olurlarsa hep zarar göreceklerini göstermek için baskısını sürdürüyor. Kürt demokratik hareketine saldırının diğer nedenlerinin yanında böyle bir amacının olduğunun da bilinmesi ve bu çerçevede AKP’nin politikalarına karşı sağlam duruşun her bakımdan önemli olduğunun görülmesi gerekmektedir.
Aslında Kürt halkının son altı aylık mücadelesi ve AKP’nin saldırıları devletin Kürt sorununda bir çözüm politikası olmadığını ortaya koymuş; bu durum Kürdistan’da AKP’nin ve Fethullahçıların teşhir olmasına yol açmıştır. Yakın zamanda Hizbullahçıların bir manifestosu yayınlaması da AKP’nin Kürdistan’daki başarısızlığıyla ilgilidir. Hizbullahçılar da bunu görerek AKP’nin tabanının bir kesimini kendi yanına çekmek istemektedir. Hizbullahçıların bir yönlendirme nedeniyle mi bu tutumu koydukları yoksa AKP ve Fethullahçıların Kürdistan’da zayıflamaları sonucu kendisine yeni bir örgütlenme alanı çıktığını görerek mi böyle bir manifesto hazırladıkları zaman içinde daha iyi anlaşılacaktır. Ancak Hizbullah’ın manifestosunda Kürt vurgusunu fazlasıyla yapmaları, Kürdistan’da dine dayanarak siyasal sömürgeciliği yeniden inşa etme politikalarının önemli oranda boşa çıktığının kanıtı olmaktadır.
Aralık ayında Roboski’de hava saldırıları sonucu gerçekleşen bir katliam yaşandı. Bu katliam bilinçli ve planlı bir biçimde yapılmıştır. Amaç gerillanın merkez üslenme alanı olan Botan halkını korkutmak, gerillanın yaşam alanını daraltmaktır. ’90’lı yıllarda köy boşaltmalarla yapılan şimdi bu yöntemle sağlanmaya çalışmaktadır. Nasıl ki her alanda halkı korkutarak, baskı altına alarak Özgürlük hareketinin yaşam alanı daraltılmak isteniyorsa, gerillanın da yaşam alanı ortadan kaldırılmak isteniyor. Kortek katliamı da aynı amaçla yapılmıştı. Hatta halkla Kürt özgürlük hareketini karşı karşıya getirme ya da Kandil’den halkı boşaltma amaçlanıyordu. 34 kişinin katledilmesine rağmen AKP’nin özür dilememesi, hatta ordunun tutumunu takdir etmesi bu katliamın nasıl bir konsept dahilinde yapıldığını izah etmektedir.
Ancak Roboski katliamı ters etki yaparak halkın Türk devletine ve AKP’ye tepkisini artırmıştır. O güne kadar Kürt özgürlük hareketinin yanında olmayanlar da bu olaydan sonra AKP’ye tepki göstermişlerdir. Roboski katliamı AKP’nin teşhir ve tecrit olmasında önemli rol oynamıştır. Mücadele sürdüğü müddetçe AKP’nin bu tür katliamları gerçekleştirmesi her zaman gündeme gelebilir. Bu açıdan Roboski katliamının gündemden düşürülmeden sorumlularından hesap sorulması mücadelesi önemli olmaktadır.
Özcesi 2011 yılı hem siyasi hem askeri alanda büyük bir mücadele içinde geçmiştir. 2012 yılı da büyük bir mücadele içinde geçecektir. Bazılarının belirttiği gibi AKP’nin önümüzdeki aylarda yumuşaması beklenmemelidir. AKP Kürt özgürlük hareketinin iradesini kırmak ve kendini 1930’ların CHP iktidarı gibi Türkiye’nin başat gücü haline gelmek istemektedir. AKP’yi ya da devleti Kürt sorununun çözümü ve demokratikleşmeye yanaştıracak tek yol mücadeleyi yükseltmekten geçmektedir. Bu açıdan önümüzdeki aylar çok önemlidir. Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin ortak hareket ederek AKP’nin saldırılarını püskürtüp gerici iradesini kırması Türkiye’nin demokratikleşmesine de, Kürt sorununun demokratikleşmesini de yakınlaştıracaktır.