Duran Kalkan
Devrim kavramını en kısa olarak değişim biçiminde tanımlayabiliriz. Tabii söz konusu değişim köklü ve derin olmak, yine gelişmeyi ifade etmek durumundadır. Burada gelişmeden kasıt insan ve toplum yararına olmasıdır. Değişim köklü ve derinliği ise çoğunlukla nitelik değişimi olarak da ifade edilmektedir. Yani bir şeyin hacminde büyüme, miktarında artma değil de onun niteliğinde bir değişimin yaşanmasıdır. Ancak böyle bir karakter taşıyan değişime devrim ya da devrimci değişim denebilir. Hacim ya da miktardaki artış ise çoğunlukla nicelik değişimi olarak tanımlanmaktadır. Dolayısıyla nicelik değişimine evrimci gelişme, nitel değişime ise devrimci gelişme denmektedir.
Değişimin birey ve toplum gelişimindeki belirleyiciliği önemlidir. Bundan ötürü iktidarcı ve devletçi paradigma hemen her şeyde olduğu gibi devrim kavramının da özünü değiştirmeyi öngörmüştür. Devrimci değişimi daha çok siyasi ve askeri boyutta ele almış, onun zihniyet ve ideolojik boyutunu geri plana itmiştir. Öyle ki devrimi bir iktidar değişimi ya da bir devletin yıkılıp başka bir devletin kurulması olarak tanımlamıştır. Hâlbuki yıkılan da, yeniden kurulan da devlettir ve özü itibariyle aynıdır. Dolayısıyla toplum üzerinde yer alan baskıcı ve sömürücü bir çete örgütlenmesinin gerçekleştirilmesidir.
İktidar değişimi ya da bir devletin yıkılıp bir devletin kuruluşu söz konusu içerikte herhangi bir değişiklik yapmayarak sadece iktidar ve devlet sahiplerinin değişmesini ifade etmektedir. Bu biçimde devrimin nitelik değişimi biçimindeki içeriği boşaltılmış olmaktadır. Bu boşaltmayı gizlemek için de devletlere köleci devlet, feodal devlet, kapitalist devlet gibi farklı adlar verilmiştir. Bunlardan sonra da sosyalist devletin geleceği ve ardından devletsizliğe geçileceği gibi düz-ilerlemeci bir mantık ortaya çıkartılmıştır.
Diğer yandan imparatorluk, üniter devlet, mutlakiyet, cumhuriyet gibi kavramlarla da aslında devletin tek olan baskıcı ve sömürücü gerçeği de gizlenmeye çalışılmıştır. Ne yazık ki benzer yaklaşım devletsizliği hedefleyen ve kendisini sonuncu özgürlük akımı olarak tanımlayan reel sosyalizme de hâkim olmuştur. Devletsizliğe ulaşmayı hedefleyen sosyalist akım aslında devrim olarak devletin aşılması sürecini tanımlayacakken dar ve sığ bir yaklaşımla devletin el değiştirmesini, burjuva sınıf elinden alınarak işçi sınıfının eline verilmesini gerekli ve yeterli görmüştür. Bu boyutuyla da antikapitalist olma karakteri yarım ve dar kalmıştır. Kapitalizmin azami kâr sistemine ve endüstriyalizm boyutunda doğanın yağma ve talan edilmesine karşı çıkarken onun modernitesine ve ulus-devlet gerçeğine karşı çıkamamış, tersine kapitalist moderniteyi aşamamış, kendi modernitesini geliştirememiştir. Yine alternatif özelliğini ulus devletçiliğini daha güçlü bir şekilde esas aldığı için kaybetmiştir.
Her ne kadar uzun yıllar kapitalizmi aştığını, alternatif bir sistem geliştirdiğini iddia etse ve gerçekten buna inanarak bu temelde bir çalışma yürütse de, Sovyetler Birliği’nin çözülüşü net bir biçimde açığa çıkarmıştır ki gerçekte kapitalist modernite sisteminin aşılması, alternatif bir sistem haline gelmesi mümkün olmamıştır. Burada esas olan reel sosyalizmin kendi demokratik modernitesini oluşturamaması ve ulus-devlet sistemini aşarak alternatif sistemini yaratamamasıdır.
Reel sosyalizm, ulus-devlet sistemini aşarak alternatif sistemini yaratamamıştır
Diğer yandan kapitalist modernitenin bin bir suratlı ideolojisi olan liberalizmin en tehlikeli çarpıtması olarak kapitalizm ile sanayi üretimi hep birbirine karıştırılmıştır. Daha doğrusu kapitalizm ile sanayi üretimi aynı görülmüştür. Dolayısıyla buna dayanarak kapitalizm bir üretim biçimi, ekonomik yapı olarak tanımlanmış, toplumla bağdaştırılmaya çalışılmıştır. Hâlbuki kapitalist sömürü ayrı bir şeydir, sanayi üretimi tamamen farklı bir şeydir.
Sanayi devrimi, neolitik çağda gelişen tarım-köy devriminden sonra gerçekleşen en güçlü toplumsal devrim olma özelliğini taşımaktadır. Fakat böyle bir devrimin gelişim sürecinde kapitalist sömürü tarzı toplumsal ahlak tarafından kontrol edilememiş, özellikle Batı Avrupa’da bu devlet ve iktidar gerçeğine egemen olmuştur. Böylece bir yönüyle tarihin büyük devrimi olarak sanayi devrimi ile kapitalist sömürü çarkı eş zamanlı olarak, aynı dönemde yaşanan gelişmeler olarak ortaya çıkmıştır. Bunların birbirine yakın zamanlarda gelişip ortaya çıkması liberal çarpıtmayla da birleşince sanki bir ve aynı şeymiş gibi algılanmış, söz konusu çarpıtma liberalizmin bilinçli çabalarıyla toplumsal bilinç üzerinde hâkimiyet kurmuştur. Bunun sonucunda kapitalizmin toplumsal gelişme yarattığı, ilerici olduğu, tarihsel olarak toplum gelişimini yeni bir aşamaya taşıyarak uluslaştırdığı, ulusal ilişkileri geliştirdiği gibi tanımlamalara gidilmiştir.
Aslında bunların hepsi birer liberal çarpıtmadan başka bir şey değildir. Evet, toplumda yeni ilişkiler geliştiren, ulusal ilişkileri ortaya çıkartan, toplumsal gelişmeyi uluslaştıran gerçeklik olarak sanayi devriminin ve sanayideki gelişimenin öneminden söz etmemiz gerekir. Fakat bu kapitalizm demek değildir. Bu bağlamda şunlar söylenebilir: Kapitalist sömürü tahakkümünde sanayi üretimi bütün dünyaya yayılmaya çalışılmış, bu nedenle sanayi devriminin etkilerinin toplumlarda yarattığı değişim ve gelişmeler kapitalizme mal edilmeye çalışılmıştır.
Öyle ki bunun sonucunda kapitalizmin toplumsal gelişme yarattığı, ulusal ilişkileri geliştirdiği, uluslaşmayı ortaya çıkardığı gibi yanılgılar yaşanmıştır. Buna dayalı olarak da ulusal mücadeleler ortaya çıkmış, yeni ulus devletler yaratılmıştır. 19’uncu yüzyılda Avrupa genelinde, Doğu Avrupa’da yaygınca yaşanan bu süreç 20’inci yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Rusya’da gerçekleşen Ekim-Sosyalist Devrimi’ne dayalı olarak da bütün dünyaya yayılmış, Dünya Sosyalist Devrimi’nin birer parçası olarak ulusal kurtuluş hareketleri ve ulusal kurtuluş devrimleri gelişmeye ve yaşanmaya başlanmıştır.
Kuşkusuz söz konusu hareketlerin ve devrimlerin hepsi de yeni, birer ulus-devlet ortaya çıkartmış ve dünya devletler sistemine, yeni devletlerin eklenmesinden başka bir sonuç vermemiştir. Sadece mevcut devletler sistemine eklemlenmede zaman farkı yaşanmıştır. Bazı ulusal kurtuluş hareketleri daha erkenden söz konusu sistemin bir parçası haline gelirken, bazıları da Sovyetler Birliği ile ilişki içerisinde kendisini sosyal devrim boyutunda da derinleştirmeye çalışmış, fakat bu derinleşme ancak bir yere kadar sürmüş, sonuçta Sovyetler Birliği gibi ulus-devlet sistemine entegre olmaktan öteye gidememiştir. Çünkü; bu hareketlerin dayandığı temel güç olarak Sovyetler Birliği sistemi de öz itibariyle ulus-devlet sistemini aşamamış, tersine onun soldan bir parçası olma rolünü oynamıştır.
Kürt beyliklerinin direnişi amacı itibari ile otonom yapılarını korumak içindi
Tüm bu özelliklerine rağmen 20’inci yüzyılın en devrimci akımı sosyalizm olmuş, en yaygın gelişen devrimci hareketler ulusal kurtuluş hareketleri olmuştur. Rus Sosyalist-Ekim Devrimi ile dünyanın dört bir yanında gelişen ulusal kurtuluş hareketleri 20’inci yüzyıla damgasını vurmuştur. Kürdistan’daki toplumsal ve siyasi gelişmeleri, Kürt hareketlerini ve PKK deneyimini de bu genel gelişmeler çerçevesinde ele alıp değerlendirmek gerekir.
19’uncu yüzyılda sanayi gelişiminin Kürdistan’a hiç yansımadığını, Kürdistan’ın tarım-köy toplumu olarak yaşam sürdürdüğünü, egemen sistem olarak ise Osmanlı ve İran İmparatorluklarının egemenliğinin var olduğunu, bunlara dayanan Kürt beyliklerinin yerel-otonom otoriteler olarak varlık sürdürdüklerini biliyoruz. Bu dönemde Kürt hareketleri esas olarak Osmanlı Kürdistan’ında görülmüş ve temelde de Osmanlı merkezi otoritesinin daha çok vergi ve asker almak üzere Kürt beyliklerinin ellerindeki imkânları zayıflatmak amacıyla geliştirdikleri yeni işgal saldırıları karşısındaki direnişler olarak ortaya çıkmıştır. Bu nedenle 19’uncu yüzyıldaki Kürt isyanları denen gerçeklik aslında Osmanlı merkezi yönetiminin geliştirdiği yeni işgal saldırılarına karşı Kürt beyliklerinin direnişleri olmuştur. Burada esas amaç Osmanlı merkezi yönetiminin Kürt beyliklerini zayıflatmak, onların elindeki imkânları daha çok merkezi devlete kanalize etmek, vergi ve asker toplamaya çalışmak istemesi olmuştur. Buna karşı Kürt isyanı denilen direnişlerin amacının da Kürt beyliklerinin eski otonom yapılarını korumak için çalışmaları ve bu temelde direnişlerin yaşanmasıdır.
Bilindiği gibi Bedirhan Bey’den Şeyh Ubeydullah’a kadar uzanan tüm bu direnişlerin akıbeti yenilgi olmuştur. Kuşkusuz söz konusu bu yenilgilerin çok yönlü nedenleri vardır ve bunların tümünün açığa çıkartılıp anlaşılması büyük önem taşımaktadır. Fakat konumuz itibariyle ifade etmek istersek burada belirteceğimiz temel bir-iki husus vardır: Bir defa söz konusu direnişlerde bir uluslaşma, ulusal gelişme, ulusal devlet haline gelme hedefi yoktur. Tam tersine geçmişten gelen otonom beylik yapılarının korunması arayışı ve çabası vardır. Dolayısıyla örgütlenme olarak, ideolojik yapılanma olarak, stratejik ve taktik olarak söz konusu direnişler bir ulus-devlet olma hedefinden kesinlikle yoksundur. Bu nedenle de söz konusu alanlarda hep dar ve eksik kalmış, hatalar yapmışlardır. İlişki ve ittifaklarını doğru ve yeterli bir biçimde geliştirememişler, gerilla tarzı gibi başarıya götüren bir mücadele tarzını, modern boyutlarıyla geliştirip pratiğe geçirememişlerdir. Daha da önemlisi parçalı kalma durumlarıdır. Osmanlı merkezi yönetiminin yürüttüğü işgal saldırısı karşısında birlikte direnme anlayış ve tutumunu geliştirememişlerdir. Tek tek üzerine gelinen beyliğin isyanı ve direnişi biçiminde yaşanan mücadeleler de Osmanlı merkezi otoritesi karşısında askeri başarı kazanma gücünü gösterememişlerdir.
Osmanlı ve İran İmparatorluklarının Kürt karşıtı ilişki ve ittifakları
İkinci ise Kürt beylik direnişi karşısında başarılı olamadığı yerde Osmanlı ve İran imparatorlukları ilişki ve ittifak kurmuşlar, söz konusu Kürt direnişlerine karşı ezme ve imha saldırılarını birlikte yürütmüşlerdir. Özellikle Şey Ubeydullah Nehri direnişinde bu durum çok daha net bir biçimde görülmüştür.
Demek ki 1639 Kasr-ı Şirin anlaşmasıyla Kürdistan’ın ikiye bölünmüş olması Kürtlere karşı bir Osmanlı ve İran ittifakının yaratılmasını ifade etmektedir. Burada gerçekleşen, iki imparatorluğun sınırlarının çizilmesinden çok, iki imparatorluğun Kürtlere karşı ittifak yapması gerçeğidir. Özellikle bu durumun çok iyi anlaşılması gerekmektedir. Nitekim Kürt sorunu diye tabir edilen Kürt’ü inkâr ve imha zihniyet ve siyasetinin temel bir özelliği bu olmaktadır. 17’inci yüzyılın ortalarında Osmanlı ve İran imparatorlukları tarafından geliştirilen ve Kürdistan’ın bölünmesine dayalı olarak Kürt karşıtı ittifak oluşturulmuş, I. Dünya Savaşı ardından İngiliz ve Fransız emperyalistleri bu sefer bölgesel devletlerle birlikte Kürdistan’ı dört parçaya bölmüştür. Aslında bu tüm dünya devletler sisteminin, Kürtlere karşı düşmanlık temelinde bir ittifak ve birlik oluşturması anlamına gelmiştir.
Şey Ubeydullah direnişi karşısında Osmanlı ve İran imparatorluklarının birlikte geliştirdikleri ezme ve imha operasyonları 20’inci yüzyıl boyunca dünya ulus-devlet sisteminin dört parça Kürdistan’da gelişen direnişlere sessiz kalmaktan öteye, söz konusu direnişlerin ezilip imha edilmesine destek verir konumda olmalarının hem başlangıcı hem de açıklayıcısı olmuştur.
Demek ki burada sadece Kürdistan’ın ülke ve toplum olarak bölünüp parçalanması yaşanmamaktadır. Aynı zamanda bundan daha önemlisi bunu yapan devletlerin Kürt karşıtlığı ve düşmanlığında ittifak oluşturmaları, ilişki kurup birlik sağlamalarının gerçekleşmesidir. Bu da Kürt sorunu denen sorunun temel özelliklerinin neler olduğunu bize net bir biçimde göstermektedir.
Başlangıçta Osmanlı-İran imparatorlukları arasında Kürdistan’ın parçalanmasıyla oluşturulan Kürt karşıtı ve düşmanı ilişki ve ittifak, giderek dünya kapitalist modernite sisteminin, bunu temsil eden ulus devletlerin Kürdistan’ı dört parçaya bölüp her parça üzerinde inkâr ve imhayı birlikte sürdürüp uyguladıkları bir sistemin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bütün bu yapısıyla Kürt sorunu dünyanın diğer yerlerdeki ulusal baskı, ezilme, sömürgecilik, hatta soykırım sorunlarından çok daha farklı bir biçimde ortaya çıkmıştır.
Dolayısıyla Kürt sorunu diğer ulusal baskı ve sömürgecilik sorunlarına kesinlikle benzememektedir. Bu da doğal olarak Kürt sorununu çözmek için gelişen Kürt hareketlerinin ne 19’uncu yüzyılda gelişen Doğu Avrupa’daki hareketlere, ne de 20’inci yüzyılda başta Asya olmak üzere Afrika, Latin Amerika gibi dünyanın dört bir yanında gelişen ulusal kurtuluş hareketlerine benzer kılmıştır. Sonuç olarak benzer gelişmelerin başarılı olamayacağı ve sonuç alamayacağı bu şekilde ortaya çıkmıştı. Nitekim Kürdistan’a özgü bu gerçeklik kendisini KDP ve PKK deneyimleriyle net bir biçimde ortaya koymuş ve anlaşılır bir tarzda herkese göstermiştir.
Dört parçaya bölünen Kürdistan gerçeğinde isyanlar ve sonuçları
20’inci yüzyılın ilk çeyreğinde I. Dünya Savaşı ardından bu sefer Kürdistan, küresel kapitalist modernite sistemi tarafından dört parçaya bölünmüş ve dört bölgesel ulus devletin egemenliği altına verilmiştir. Esas olarak böyle bir bölünme, bölgenin ulus devletleri ile birlikte küresel düzeyde ulus-devlet yapılarının Kürt’ü inkâr ve imhasında anlayış ve siyaset birliği yapmalarını ifade etmektedir. Kürt karşıtlığı ve düşmanlığı aslında Kürdistan’ın bölünüp parçalanmasının esasını oluşturmuştur. Böylece ortaya çıkan yeni ulus devletler, tıpkı 19’uncu yüzyılda merkezi Osmanlı egemenliğinin yaptığı gibi Kürdistan’ı yeniden işgal etmek ve Kürt varlığını yok etmek üzere yeni saldırı girişimlerine yol açmış, buna karşı da daha çok aşiret ve dini önderlikler altında Kürtlerin değişik parçalarda yaşanan direnişleri gerçekleşmiştir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen önce Bakurê Kurdistan’da Şeyh Said, Ağrı ve Dersim direnişleri yaşanırken II. Dünya Savaşı’nın sonunda Mahabat Kürt Cumhuriyeti direnişi yaşanmış, onu takiben de Başûrê Kurdistan’da KDP öncülüğündeki direniş gündeme gelmiştir. Söz konusu bu direnişlerin hepsi de aynen 19’uncu yüzyıl direnişlerinde olduğu gibi yerel düzeyde ve parçalı olarak gelişmişlerdir. Ulusal birlik, bütünlük ve ulus-devlet olma hedefinden ciddi bir biçimde yoksun ve zayıf kalmışlardır. Daha çok II. Dünya Savaşı ardından Mahabat’ta gelişen direniş böyle bir karakter taşısa da, KDP’ye kadar uzanan tüm bu direnişlerin esas olarak 19’uncu yüzyıl öncesi beylik otonomilerini korumayı hedeflediği bilinen birer gerçektir.
Başûrê Kurdistan’ındaki KDP direnişi söz konusu feodal Kürt beyliklerine, aşiret ve dini liderliklere dayalı olarak gelişen Kürt direnişlerinin son halkası olma özelliğini taşımıştır. Aslında feodal otonomileri korumaktan öteye geçerek ulus-devlet olma özelliği taşıdığı söylenen Mahabat direnişi ile KDP öncülüklü direnişin ne kadar ulus devleti hedeflediği ve bunu gerçekleştirme gücünü ne kadar gösterebildiği ortadadır. Sonuçta söz konusu direnişler de Kürt karşıtı saldırılar karşısında yenilmek ve ezilmekten kurtulamamışlardır.
Mahalli özerklik direnişlerinde ulus-devlet olmaya evrilmeyi hedefleyen söz konusu direnişlerin yenilip ezilmesi de Kürdistan’da ulus-devlet çözümünün gerçekleşmeyeceğini, dolayısıyla ulus-devlet ideolojisinin iflas ettiğini bir boyutuyla ortaya çıkarmıştır.
Öyle ki söz konusu durum özellikle KDP şahsında değil ulus-devlet yaratma, yerel otorite bile olamamayı, dolayısıyla çeşitli güçler arasındaki çelişki ve çatışmanın aleti olmaktan kurtulamamayı, böylece ağır bir işbirlikçilik konumunu yaşamayı ifade etmiştir. Kuşkusuz Kürdistan’da bunlar dışında ve bunlardan sonra gelişen ve çok yönlü değerlendirilmesi gereken önemli deneyim PKK deneyimidir.
1973’ten itibaren Önder Apo’nun gerçekleştirdiği Önderliksel çıkışla birlikte gelişme gösteren ve giderek Kürdistan’daki mücadelede belirleyici güçlerden birisi haline gelen PKK deneyimi de reel sosyalizmden etkilenmiştir. Sovyetler Birliği’ne dayalı olarak gelişen, ulusal kurtuluş hareketlerine benzemek isteyen, böylece kendisine ulus-devlet ideolojisini esas alarak, bu temelde Kürt sorununun çözümünü gerçekleştirmek isteyen bir hareket olarak doğmuş ve gelişmiştir.
Dolayısıyla PKK de kendisini 20’inci yüzyılda gelişen ve zafer kazanan ulusal kurtuluş hareketlerine benzetmek istemiş, 20’inci yüzyılın son çeyreğinde bir ulusal kurtuluş devrimi temelinde Kürt sorununun çözümünü gerçekleştirmek istemiştir. Kendisini reel sosyalist hareketlere ve onlara dayalı olarak gelişen ulusal kurtuluş mücadelelerine benzetmeye çalışmıştır. Teorik olarak, ideolojik-siyasi çizgi bakımından, program-strateji ve örgüt yapısı açısından, yine taktik ve tarz olarak tamamen 20’inci yüzyıl devrimler gerçeğini kendisine örnek almış ve bu esaslara dayalı olarak kendini bilinçli, örgütlü ve eylemli kılmaya çalışmıştır. Bu açıdan PKK çıkışının da bir ulus-devlet çıkışı olduğu, yeni bir ulusal kurtuluş hareketi olarak gelişmeyi öngördüğü açıktır.
PKK, tarihin en büyük fedai ruh ve bilincine sahip hareketlerinden biri olmayı bilmiştir
Burada kuşkusuz PKK deneyimi hem KDP deneyiminden hem de ondan önceki Kürt hareketlerinden çok daha farkılı özellikler taşımakta ve de öğretici olmaktadır. Çünkü ulus-devlet ideolojisini tüm boyutlarıyla bilinç, eylem ve örgüt çizgisinde Kürdistan’a en çok taşıyan ve onu etkili uygulayan PKK gerçeği olmuştur. Bu temelde ulus-devlet olma gücünü gösteremeyen, bunu hedefleyemeyen zihniyet, strateji ve tarzları şiddetle eleştirmiştir. PKK, 19’uncu ve 20’inci yüzyıldaki ulusal kurtuluş hareketlerinin deneyimlerini derinden inceleyip zengin derslerini çıkartmış, bu temelde kendinden önceki Kürt hareketlerini her bakımdan, şiddetle eleştirmiştir. Hem zihniyet olarak, hem ideolojik-politik çizgi olarak, hem strateji ve taktik açıdan bu Kürt örgüt ve yapılarına sert eleştiriler yöneltmiştir. Söz konusu Kürt direnişlerinin önderlik yapılarını, zihniyetlerini, strateji ve taktiklerini irdeleyip eleştirerek dünyanın değişik alanlarında gelişen ulusal kurtuluş hareketlerine benzemeyen, öyle bir hareket olmaya ulaşamayan yanlarını ortaya çıkartmış, bu temelde yaşanan yenilgi ve ezilmeyi nedenleriyle birlikte mahkûm etmiştir. Dolayısıyla dünyanın değişik alanlarında gelişen ulusal kurtuluş devrimlerinin derslerini derinliğine çözerek Kürdistan’da muzaffer bir ulusal kurtuluş devrimi geliştirmeyi ve gerçekleştirmeyi hedeflemiştir. Bunda son derece duyarlı, dikkatli ve iddialı olmuştur. Mümkün olduğu oranda derin bir bilinç, uygulanabilir bir strateji ve taktik, cesur ve fedakâr bir duruşu ve mücadeleyi ortaya çıkarmıştır. Bağımsızlık, özgürlük ve demokrasi için Kürt toplumunda ve bireyinde yeni bir cesaret, fedakârlık, militan duruş yaratmış, gerçekten tarihin en büyük fedai ruh ve bilincine sahip hareketlerinden biri olmayı bilmiştir.
İşte bütün bunlarla kendinden önceki Kürt direnişlerinin yaşadığı hata ve eksiklikleri aşarak onların yaşadığı yenilgiyi de aşıp zafer kazanmayı, ulusal kurtuluş devrimini başarıyla gerçekleştirmeyi öngörmüştür. Buna yürekten inanmış ve bunun gerçekleşmesi için de tarihin en cesur ve fedakâr eyleminden birisini, PKK direnişi olarak ortaya çıkartmıştır. Yetmişlerin başında yaşanan Önderliksel doğuş kendisini ’73-’75 arasında bir ideolojik grup haline getirmiş, ‘76’dan itibaren Kuzey Kürdistan’a yayılarak Hilvan ve Siverek direnişi etrafında 27 Kasım 1978 günü Lice’nin Fis Köyü’nde yapılan kuruluş kongresiyle, kendisini PKK ismi ile yeni bir devrimci parti olarak ortaya çıkartmıştır. Parti öncülüğüne kendini kavuşturduktan itibaren silahlı direniş yürüten bir ulusal kurtuluş mücadelesi haline gelmek için çaba harcamış, 12 Eylül 1980 faşist-askeri darbesi ile karşılaşınca ülke içinde bu adımları atamamış, o yüzden yurtdışına, Lübnan-Filistin sahasına çıkmıştır. Orada kendini ideolojik-askeri ve örgütsel olarak yeniden toparlayıp eğitip yapılandırarak 1982 sonundan itibaren Kürdistan’ın kalbi olan Botan sahasına geri dönüşü gerçekleştirmeyi ve bunu 15 Ağustos 1984 Eruh ve Şemdinli eylemleriyle gerilla çizgisinde bir ulusal kurtuluş savaşı ilanına kavuşturmayı başarmıştır. Önder Apo’nun ve PKK’nin bütün bu çabalarını, söz konusu süreçlerde yaşadığı gelişmeleri önemsemek gerekir.
NATO’ya dayalı Türk Ordusu’nun bütün saldırılarına karşı 15 Ağustos 1984 Gerilla Atılımı büyük bir cesaret ve fedakârlıkla geliştirilmiş, ’90’ların başında Türk ordusunun Kürdistan’daki egemenliğini sarsan, Kürdistan’ın stratejik alanlarında gerilla üstlenmesini sağlayan bir boyut kazanmıştır. Parti öncülüğü ve gerillada sağlanan bu gelişmenin Nusaybin ve Cizre’den başlayarak halk serhıldanlarını ortaya çıkardığını, bunun sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve sistemden kopmayı ifade eden bir ulusal diriliş devrimi olarak geliştiği, bu devrimin esasında kadın öncülüğüne dayalı ve kadın özgürlük çizgisini geliştiren bir karakter taşıdığını biliyoruz. Dolayısıyla Önderliksel çıkış, PKK ve 15 Ağustos Gerilla Atılımı 1990 başında kadın özgürlüğüne dayalı ulusal kurtuluş devrimini gerçekleştirerek büyük bir hamle yapmayı, kazanım ortaya çıkartmayı sağlamıştır. Zihniyet ve pratik olarak Kürt toplumunun sömürgeci-soykırımcı egemenlikten kopuşunu, bir demokratik ulus olarak kendini yeniden toparlamaya, bilinç ve örgütlülük kazanmaya yöneltmiştir.
Bütün bunlar kuşkusuz tarihi öneme sahip gelişmelerdir. Fakat dikkat edilirse bunlar PKK’nin öngördüğü ulus-devlet çözümünün gerçekleşmesi değildir. Başlatılan ulusal kurtuluş savaşının zafer kazanması, ulusal kurtuluş devriminin gerçekleşmesi anlamına gelmemektedir. Tam tersine tarihsel süreç içerisinde yaşanan eş zamanlılık, paralellik durumu tam da PKK’ye stratejik destekte bulunarak PKK’nin ulusal kurtuluş devrimini gerçekleştirip başarıya götürmesini sağlayacak olan güçlerin, Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle birlikte hem Türkiye’de hem de dünya ölçeğinde gerileyerek PKK’nin stratejik müttefiklerden mahrum kalmasını, stratejik müttefiklerinin yok olmasını beraberinde getirmiştir. Dolayısıyla PKK bu durumu anlamak, kendini yeniden örgütlemek, öz gücüne dayalı olarak yeni anlayışlar ve hamleler geliştirmek istemiş, daha çok da 1993 Mart’ında ilan edilen ateşkes sürecine bağlı olarak savaşla birlikte siyasi müzakereyi de bir yöntem olarak kullanmış, buna dayanarak demokratikleşmeyi geliştirmek istemiştir. Bu temelde ’90’lı yıllar boyunca gerçekleştirilmek istenen ulus devletçi çözüm arayışları da sonuç vermemiştir.
Bütün bu gelişmeler tarihi olmakla birlikte 9 Ekim 1998 tarihinden itibaren başlatılan ve 15 Şubat 1999’da Önder Apo’nun CIA tarafından kaçırılarak Türkiye’ye teslim edilmesini, dolayısıyla İmralı sistemi içine alınmasına götüren uluslararası komplonun gelişimini engelleyememiştir. Önder Apo’ya yöneltilen uluslararası komplo saldırısı aslında bütün bu tarihsel süreçlerin son bir durağı olma özelliği taşımaktadır. Kürdistan’da ulusal kurtuluş, ulus devletçi çözüm arayışları adına yapılması gereken ne varsa hepsini en devrimci temelde yapmış olmasına rağmen PKK’de ulus-devlet çözümünü gerçekleştirememiştir. Bunun ulus devletçi ideolojinin PKK şahsında Kürdistan’daki iflası olduğu açıktır. Kuşkusuz bu durum Kürdistan şahsında tüm dünyada da ulus-devlet ideolojisinin iflasını ifade etmektedir.
Önder Apo’nun gerçekleştirdiği paradigma değişimi kadın özgürlüğüne ve toplumsal ekolojiye dayalı demokratik toplum paradigmasının ortaya çıkartılması, iktidarcı ve devletçi paradigmanın aşılması böyle bir iflas sonucunda ortaya çıkmış ve yaşanmıştır. Önder Apo kendi şahsında ulus-devlet ideolojisinin, paradigmasının iflas ettiğini, bir çözüm gücü olmadığını net bir biçimde ifade etmiştir.
Aslında uluslararası komplo ulus-devlet ideolojisinin PKK ve Kürdistan şahsında tüm dünyada yenilgisini içermiştir. İktidar ve devlet sistemlerinin ortaya çıkardığı toplumsal sorunlara çözüm gücü olamadığını, Kürt sorunu karşısındaki çözümsüzlüğü ile net bir biçimde göstermiştir. Çünkü Kürt sorununun ulus devletçi çözümü için KDP’den sonra PKK yapılması gereken her şeyi yapmış ama sonuç uluslararası komplo olmuştur.
Eski ve yeni paradigma arasındaki temel farklar
Kuşkusuz burada paradigma değişimi öncesi ulus-devlet paradigmasına dayalı olarak şekillenen PKK ile paradigma değişimini ve Demokratik Ulus paradigması temelinde Demokratik Modernite kuramıyla kendini yeniden şekillendiren PKK’nin farklarını iyi görmek gerekiyor. Evet, süreç PKK olarak devam ediyor. Bir özgürlük mücadelesi yürüyor. PKK Kürdistan’ın bağımsızlıkçı ve özgürlükçü akımı olma özelliğini sürdürüyor. Fakat ulus-devlet ideolojisi temelinde şekillenen PKK ile Demokratik Modernite kuramı temelinde şekillenen PKK çok temel farklılıklar arz ediyor. Kesinlikle birbiriyle aynı olmuyor. Burada ulus-devlet ideolojisi ile şekillenen eski PKK’nin temel özellikleri neydi? Devrim anlayışı, stratejik ve taktikleri nelerdi? Paradigma değişimi temelinde Demokratik Modernite paradigmasıyla kendisini yapılandıran PKK’nin temel özellikleri nelerdir?
Önder Apo ve PKK 1973’ten itibaren bir yandan Ekim Devrimi’nin sonuçlarını ve dünya ulusal kurtuluş hareketlerinin derslerini derinden çıkartmış, diğer yandan geçmiş Kürt hareketlerinin yenilgi ve ezilmelerinin nedenlerini sorgulayıp onlardan gerekli dersleri çıkartarak kendisini şekillendirmiştir. Bazı bakımlardan hem geçmiş Kürt hareketlerini günümüze taşıyan Kürt örgütlenmelerinden hem de dünya sosyalist hareketinin sonuçlarını Türkiye’de temsil etmeye çalışan Türk sol hareketlerinden kopuş, farklılık yaşamıştır.
Kendisi de ulus-devlet ideolojisini esas almakla birlikte hem Türk sol hareketini, hem de Kürt reformist milliyetçiliğini, ulus-devlet ideolojisinin teorik, stratejik, ideolojik ve taktik bakımdan doğru ve yeterli temsil etmemekle, o ideolojik çizgiyi başarılı uygulamamakla, sapmalar yaşamakla eleştirmiştir. Söz konusu eleştiri ve ideolojik mücadele temelinde kendisini ayrı bir örgüt ve mücadele çizgisi olarak somutlaştırmıştır.
PKK’nin bu dönemde Türk sol hareketlerine ve Kürt reformist milliyetçiliğine yönelttiği temel eleştiriler nelerdir? Birincisi; Türkiye sol hareketini devlet ve ordu gerçeğini, Türkiye’nin toplumsal yapısını, özellikle de TC sınırları içerisindeki Kürt ve Kürdistan gerçeğini doğru değerlendirmemekle, doğru bir teorik ve stratejik bakışa sahip olmamakla, özellikle de Kürt sorununda yaşanan sosyal şovenizme dayalı olarak Türkiye’deki oportünizme, mücadelesizliğe dikkat çekmiş, bu zihniyet ve örgütlenmenin iktidar ve devlet gerçeğinden köklü kopuşu ve mücadeleyi öngörmediğini tespit etmiş ve eleştirmiştir. Bütün bunlar PKK’yi sosyal şovenizmden kopardığı ve onunla sert bir ideolojik mücadele içine çektiği gibi aynı zamanda iktidar ve devlet sistemini doğru çözümlemeye ve ona karşı da keskin bir mücadele içine girmeye götürmüştür.
PKK, Kürt reformist milliyetçiliğini ise esas olarak sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve sistemden kopamamakla eleştirmiştir. Tersine reformist-milliyetçi bir yaklaşımla Kürt sorunundan söz etse de esas olarak Kürt özgürlüğünü ve bağımsızlığını esas alamamak, düzenden kopuşu yaşayamamakla eleştirmiştir. Bunu da teorik olarak kapitalizm değerlendirmesine dayandırmıştır. Kürt reformist milliyetçi akımının kapitalizmin uluslaştırdığı, ulusal hareketleri geliştirdiği, ulusal kurtuluşa temel oluşturduğu gibi liberal saptırmanın etkisi altında kalan yanını şiddetle eleştirmiş, açığa çıkarmış, bunun yanlışlığını ortaya çıkarıp mahkûm etmiştir.
Evet, reel sosyalizmin etkisi altında olduğu için kapitalizmin ulus-devlet boyutunu yeterince çözümleyememiş, dolayısıyla sanayi devrimi ile kapitalizmi birbirinden ayıramamıştır. Dünya genelinde böyle bir çözümlemeyi ancak paradigma değişimi ile gerçekleştirebilmiştir. Ama uluslararası komplo karşısında paradigma değişimine götüren ilk düşünsel gelişmeyi de daha yetmişlerin başından itibaren Kürt reformist milliyetçiliği ile kapitalizmi anlama ve tanımlama konusunda içine girdiği bu tartışma ile başlatmıştır. Yeni bir düşünce olarak var olan değerlendirmelerden kopuşu daha bu dönemde Önder Apo ve PKK sağlamıştır. Bunu genelde yapamasa da Kürdistan’da yapmayı başarmıştır. Önder Apo’nun önemli bir dehası burada ortaya çıkmaktadır. Başka yerlerde kapitalizm uluslaştırıyor, ulusal gelişmeye temel oluşturuyor olsa da bu Kürdistan’da böyle değildir, Kürdistan’da uluslaştırmamaktadır. Tam tersine ulusal yok oluşu, soykırımı, sömürgeciliği geliştirmektedir değerlendirmesini yaparak geliştirmek istediği ulusal kurtuluş devrimini daha o zamandan kapitalizm karşıtı bir devrim olarak tanımlamayı bilmiştir.
Önder Apo şunu ifade etmiştir: Evet, Kürdistan’da sömürgeci Türk kapitalizminin gelişimi paralelinde bir ulusal etkinlik, yapılanma gelişmektedir, fakat bu Kürt uluslaşması olmamaktadır. Kürt dilini, kültürünü, ruhunu, duygusunu, siyasetini, örgütlülüğünü geliştirmemektedir. Tam tersine Kürt’e ait her şeyi yok edip soykırımdan geçirerek Türk uluslaşmasını, Türk siyasetini, Türk ruhunu geliştirmektedir. Kürt toplumsal varlığını Türkleştirmektedir. Dolayısıyla sömürgeci ve soykırımcı rol oynamaktadır. Soykırım, gerçekleştiren bir ilişki ve gelişme olmaktadır.
O yüzden Önderlik “Kapitalizmin Kürdistan’da hiçbir ilericiliği yoktur. Tam tersine sömürgecidir, soykırımcıdır, inkârcı ve imhacıdır, Kürtlüğü yok edicidir” demiştir. Dolayısıyla da Kürt uluslaşması, Kürt varlığı ve özgürlüğü, gelişen sömürgeci kapitalizme dayanarak, onunla işbirliği yaparak değil, ona karşı mücadele ederek gelişecektir. Ona karşı mücadele temelinde gelişme gösterecek ve var olacaktır. Kürt uluslaşması, kapitalist egemenlik temelinde geliştirilmek istenen Kürt soykırımı yok edilerek Türkleştirme, Türk uluslaşması yok edilerek gerçekleştirilecektir.
Bu tespit tarihi önem arz etmiştir. PKK’yi diğer Kürt hareketlerinden ayırdığı gibi aslında sosyal şoven çizgiden de daha derin kopuşunu sağlamıştır. PKK böyle bir teorik değerlendirmeye dayandığı için Kürdistan’daki örgütlülüğünde, örgütlenmesi ve mücadelesinde reformizmi, uzlaşmacılığı değil, devrimciliği esas almıştır. Dolayısıyla gazeteciliğe, dergiciliğe, dernekçiliğe dayalı bir örgütlülükle Kürt ulusal kurtuluş devrimini gerçekleştiremeyeceğini değerlendirip buna karşı gerilla temelinde silahlı mücadeleyi öngören ve esas alan bir anlayış, örgütlenme ve mücadele tarzını adım adım geliştirmiş ve 15 Ağustos 1984 Gerilla Atılımı ile de pratikleştirmeyi bilmiştir.
Dikkat edilirse daha 1970’lerde kendisi de ulus-devlet ideolojisini esas alarak Kürt sorununa bu temelde bir çözüm geliştirmeyi öngörmüştü. Böyle bir dönemde bile sosyal şovenizme dayanan Türkiye’deki sol zihniyet ve siyaset ile reformist milliyetçilik haline gelmiş olan teslimiyetçi Kürt hareketinden kopmayı, farklı bir ulus-devlet çizgisini, mücadelesini ve çözümünü geliştirmeyi bilmiştir. 19’uncu ve 20’inci yüzyıldaki Kürt hareketleri söz konusu çizgileriyle zaten yenilip ezilmiş ve başarılı olamamışlardır. Yine sosyal şovenizmi aşamayan Türk sol hareketleri de Kürdistan’a dayanamadıkları için Türkiye’de devrimci-sosyalist bir mücadeleyi geliştirip süreklilik kazandıramamışlardır. PKK bunların ikisini de eleştirip onlardan koparak aslında ulus-devlet çizgisini doğru ve etkili bir biçimde uygulama temelinde kendisinin başarılı olacağını öngörmüş, o hareketlerin yapamadıklarını Kürdistan’da 1980’li ve ‘90’lı yıllarda tüm boyutlarıyla yapmıştır.
PKK biçimindeki ulus-devlet çözüm arayışı da uluslararası komplo ile karşılaşmış, sonuçsuz kalmıştır. Uluslararası komployu önleyemeyip ona çarparak aslında başarı elde edemeyeceğini, yenilgiden kurtulamayacağını ortaya koymuştur. Önder Apo kendi şahsında ulus-devlet çizgisinin iflas ettiğini söylerken kastettiği gerçeklik bu olmaktadır.
Demokratik Modernite Paradigması köklü bir zihniyet ve hakikat devrimidir
Buna karşı uluslararası komployu yenme ve Kürt sorununun çözümünü gerçekleştirmeyi öngören paradigma değişimi, Önder Apo’nun geliştirdiği Demokratik Modernite paradigmasının temel boyutları, özellikleri neler olmuştur? Kısaca bunlara da bakmakta ve PKK’de yaşanan köklü, devrimsel değişimi özetlemekte yarar vardır. Kuşkusuz Demokratik Modernite kuramı hakikatin doğru biçimde yeniden tanımlanmasını ve hakikati çarpıtan bütün zihniyet yapılarının teorik ve ideolojik yaklaşımlarının eleştirilerek mahkûm edilmesini içermektedir. Dolayısıyla köklü bir zihniyet devrimi olma özelliği taşımaktadır. Bir zihniyet ve yaşam tarzı devrimi olan yeni bir hakikat devriminin başlatılmasını ve sürdürülmesini ifade etmektedir. Bu temelde var olan bütün zihniyet yapılanmalarını, mitolojik, dinsel, felsefi ve bilimsel bakış açılarını ve hakikati açıklama yöntemlerini eleştirerek, onların iktidar ve devlet sistemine, kapitalist modernite düzenine hizmet eden, baskı ve sömürüyü gizleyen, meşrulaştıran özelliklerini açığa çıkartıp mahkûm ederek aşmayı bilmiştir. Buna karşılık tarihsel toplum gelişimini, toplumsal hakikati ve özgür yaşam gerçeğini yeniden tanımlayarak onu yaratmanın bakış açısını ve yöntemini ortaya çıkarmayı ifade etmektedir. Bu temelde Önder Apo dinciliği, bilimciliği, cinsiyetçiliği ve milliyetçiliği çok yönlü eleştirerek liberalizmin bu temel versiyonlarını mahkûm edip aşmayı başarmıştır.
Reel sosyalizmi ve ulusal kurtuluş hareketlerini devrimci ve özgürlükçü eleştirisiyle insanlık için yeni bir düşünsel sentez ortaya çıkarmıştır. Düz-ilerlemeci mantığı, dogmatizmi, olguculuğu, dogmatik diyalektiği ve kaba materyalizmi çok yönlü eleştirerek yeni devrimci bir zihniyet durumunu, bakış açısını ve yöntemini ortaya çıkarmıştır.
PKK’deki değişim her şeyden önce böyle bir zihniyet devrimine dayanmaktadır. Yeni PKK, eski zihniyeti devrimci temelde aşan, zihniyet devrimini Demokratik Modernite kuramı temelinde gerçekleştiren bir PKK’dir. Her şeyden önce onun teorisi, devrim anlayışı, stratejik ve taktikleri böyle köklü bir zihniyet devrimine dayanmaktadır. Böyle bir zihniyet devrimi temelinde Önder Apo çok kapsamlı yeni bir teorik çözümleme geliştirmiştir. ‘Demokratik Toplum Manifestosu’ adıyla geliştirdiği 5 ciltlik savunmalarında Demokratik Modernite kuramını en kapsamlı bir teorik izaha kavuşturmuştur. Söz konusu teorik çözümlemelerde doğal toplum gerçeği, kadın öncülüğündeki neolitik devrim, tarım-köy yaşamı kapsamlı bir biçimde çözümlendiği gibi iktidar ve devlet sistemi, bunun tarihsel anlamı, ortaya çıkış ve gelişme durumları da tüm boyutlarıyla değerlendirilmiştir.
Kapitalist modernite sistemi böyle bir tarihsel gerçekliğe dayalı olarak iktidar ve devlet sisteminin son modernitesi biçiminde çözümlenmeye kavuşturulmuştur. Kapitalizm, sadece 13’üncü ve 14’üncü yüzyıldan sonra gelişen bir sömürü sistemi değildir. Aslında başından itibaren iktidar ve devlet sisteminin içinde var olmuş, toplumsal ahlakın ve mücadelenin izin vermemesi sonucunda gelişemeyip gizlenmek durumunda kalmıştır. 13’üncü yüzyıldan itibaren Batı Avrupa’daki boşluklardan yararlanıp gelişerek egemen bir sömürü sistemi haline gelmeyi gerçekleştiren bir sömürü tarzı, sistemi olduğunu ortaya koymuştur. Dolayısıyla geçmişteki kapitalizm çözümlemelerinin hepsini eleştirmiş, mahkûm etmiştir. Kapitalizme ekonomi olarak bakan, toplum olarak gören, ilericilik atfeden, sanayi devrimiyle aynı gören, dolayısıyla sosyalizmin yaratıcısı, ebesi biçiminde değerlendiren anlayışların hepsini mahkûm etmiştir. Kapitalist modernite sistemini tüm boyutlarıyla değerlendirmiş ve böyle bir sistemle iktidar ve devlet düzeninin toplumsal sorunları ne hale getirdiğini çok yönlü ortaya koymuştur. Kapitalizmin azami kâra dayanan sömürü sistemini tanımladığı gibi onun doğayı yok etmeyi öngören emperyalist yayılmacılığına karşılık gelen endüstriyalizmini çözümlemiştir. Esas olarak da kapitalist modernitenin ulus-devlet boyutunu ortaya koymuştur.
Ulus-devlet kapitalist modernitenin temel bir boyutudur
Ulus devleti öyle ilerici, devrimci, hatta komünizme giden yolu açacak son bir halka olmaktan çok, aslında kapitalist modernitenin en temel bir boyutu olduğunu ortaya koymuştur. Dolayısıyla geçmişteki düşünce akımlarının kapitalist sömürüye, endüstriyalizme ve emperyalist yayılmaya karşı çıkmakla birlikte kendi modernitesini geliştirememe ve kapitalizmin ulus-devlet boyutundan kopamamakla özünde kapitalizmden kopamadığını, alternatif haline gelemediğini, sonuçta kapitalizmin bir versiyonu olmaktan kendini kurtaramadığını net bir biçimde göstermiştir. Hem sosyal demokrasi hareketlerinin, hem reel sosyalizmin, hem ulusal kurtuluş hareketlerinin sonuçta kapitalist modernitenin birer versiyonu olmaktan öteye gidemediklerini net bir biçimde belirlemiş, dolayısıyla antikapitalist olmanın sadece kapitalist sömürüye ve endüstriyalizme karşı çıkmakla gerçekleşemeyeceğini, onun modernitesine karşı çıkmak, yani yaşam tarzını, ideolojisini aşmak, aynı zamanda onun ulus-devlet boyutuna karşı çıkmak, onu aşabilmekten geçtiğini, ancak bu biçimde antikapitalist olunabileceğini, alternatif haline gelinebileceğini ortaya koymuştur. Bu çok köklü bir teorik çözümleme ve zihniyet devrimi anlamına gelmektedir.
Diğer yandan başta da belirttiğimiz gibi devrimi bir iktidar değişimi, ya da devlet yıkıp yeni bir devlet kurmak olmaktan çıkartarak bir nitelik değişimi durumu, olayı haline getirmiştir. Devrim tanımlamasını doğru bir biçimde yeniden yapmıştır. Devrimi sadece siyasi ve askeri değişime indirgeyen dar yaklaşımı aşarak devrimde düşünce ve ideolojinin rolünün öne geçmesini sağlamıştır. Hakikat devrimini tanımlamıştır. Hakikat devrimi bir zihniyet ve yaşam tarzı devrimi olarak tanımlanmıştır ki bu da esas olarak felsefi-ideolojik devrim anlamına gelmektedir.
Dikkat edilirse iktidar değişimi, ya da bir devlet yıkıp başka bir devlet kurmak bir nitelik değişimi değildir. Sadece iktidar sahipleri ya da devlet isimlendirmelerinde bir değişiklik olmaktadır. Yoksa devlet ile iktidar olduğu gibi devam etmekte, hatta Önder Apo’nun ifadesiyle kar topu gibi büyüyüp yayılmaktadır. İktidar ve devlet sahiplerinin değişmesi, isimlerinde değişiklik yapmak bir nitelik değişimi anlamına gelmemektedir. Bu bakımdan aslında sadece iktidar değişimini devrim olarak görmek son derece dar ve sığ bir yaklaşım olacağı gibi devrimin özünün boşaltılması anlamına da gelmektedir.
Devrim, iktidar ve devletin daraltılması ve aşılması demektir
Esasta devrim zihniyet, vicdan ve ideolojik devrimdir. Yaşam tarzı devrimidir. Devrimde bunları ortaya çıkartarak devrimin sürekliliğini, her zaman var olabileceğini, sadece konjonktüre ya da bazı somut koşullara bağlı gelişmeyeceğini, her koşulda devrimci mücadele yürütülüp devrimci gelişme ve değişim yaşanabileceğini ortaya koymaktadır. Bu da yepyeni bir devrim tanımlaması olmaktadır.
Aslında iktidar ve devlet bir devrim değildir. Darbecilik olarak tanımlansa daha doğru bir tanımlama olur. Bu, iktidar sahiplerinin birbirine darbe yapması gibi olmaktadır. Esas olarak devrim, iktidar ve devletin daraltılması, küçültülmesi ve aşılması biçimindeki gelişmeye denmektedir. Bu anlamda devrim tanımında ve anlayışında bir yenilik geliştirmiş, ideolojik-politik çizgiyi derinleştirmiş, devrim programını, strateji ve taktiklerini böyle bir anlayışın gereklerine göre yeniden şekillendirmiştir. Özgür yaşamı yaratmayı öngören hakikat devrimini demokratik toplum gelişimi olarak tanımlamış, bunun da temeline Kadın Özgürlük devrimi ile Ekolojik devrimi koymuştur.
İşçi sınıfının örgütlenip iktidarı ele geçirmesi, kendi diktatörlüğünü kurması biçiminde tanımlanan devlet anlayışını aşmıştır. Onun yerine doğa ile uyumu ifade eden, doğanın doğru anlaşılması ve değerlendirilmesini içeren ekolojik devrimle toplumsal özgürlüğün temelini ifade eden kadın özgürlük devrimini, demokratik toplumun, özgür yaşamın, hakikat devriminin temeli olarak almıştır. Böylece yeni bir devrim anlayışı ve tanımlaması geliştirmiştir.
Esasta Demokratik Modernite kuramının devrim programı bunlardan oluşmaktadır. Dikkat edilirse yeni PKK, ulus-devlet ideolojisi temelinde devlet yıkıp devlet kurmak, iktidar olmak biçiminde yürüttüğü mücadeleyi, sürdürdüğü devrim anlayışını, geliştirdiği programı tümden değişime uğratmıştır. Yeni bir anlayış ve tanımlama ortaya çıkarmıştır.
Stratejik bakımdan da Demokratik Modernite devrimi köklü değişiklikler içermektedir. Zaten köklü bir zihniyet devrimine, yine yeni bir teorik çözümlemeye, ideolojik-politik çizgiye, yeni bir devrim anlayışına ve programına dayanan yeni devrimci hareket, söz konusu amaçları gerçekleştirmek için yeni bir stratejik anlayışa dayanmak durumundadır. Hem mücadele yol-yöntemlerinde önemli değişiklikler gerçekleşmiş, hem de bu söz konusu devrimci mücadelenin yürütücü güçleri böyle bir mücadeleyi yürütecek güç mevzilenmesinde de önemli, köklü bir değişiklik, yenilenme ortaya çıkarmıştır.
Kuşkusuz PKK, mücadele yol-yöntemi açısından en yumuşak çalışmalardan en şiddetli savaşa kadar somut koşullara göre her türlü mücadele yol-yöntemini esas almaktadır. Fakat şiddetli mücadele olarak savaş anlayışında önemli değişiklikler yaşamıştır. Geçmişte savaşı devleti yıkıp yeni bir devlet kurma amacıyla yürütüyordu. Hedeflerini buna göre oluşturuyor, örgütlenmesini buna göre gerçekleştiriyordu. Mevcut devleti yıkabilmesi için onu oluşturan orduyu yıkması gerekiyordu. Bu da yeni bir orduyu, halk ordusu kurmayı, halk ordusuna dayalı olarak devlet yıkma amaçlı halk savaşı yürütmeyi öngörüyordu.
Şimdi savaş da dâhil mücadele yöntemlerini egemen-sömürgeci devleti yıkıp yeni devlet kurmak için değil, söz konusu devleti demokrasiye duyarlı hale getirmek, daraltmak, sınırlandırmak, demokratik özerkliği, Demokratik Konfederalizmi, halkın kendi öz yönetimini kabul eder hale getirmek için mücadele ediyor. Bu temelde de orduyu yıkmak için alternatif ordu kurmayı öngörmüyor, ordunun yerine halkın öz savunmasını geçiriyor. Yediden yetmişe silahlanmış ve örgütlendirilmiş halkın öz savunma direnişini temel savunma örgütlenmesi olarak esas alıyor. Her alanda baskı-sömürü gücü olarak iktidar ve devleti sınırlandıracak, zayıflatacak, halkın özgürlükçü-demokratik örgütlülüğünü geliştirecek, onları savunacak bir mücadeleyi öngörüyor. Yine devrimci halk savaşı stratejisi yürütüyor. Ama devrimci halk savaşının hedefleri, amaçları, örgütlenmesi, yöntemleri farklıdır. Devlet yıkıp devlet kurmayı amaçlamıyor. Devleti demokrasiye duyarlı kılmayı, sınırlandırmayı amaçlıyor. Orduyu yıkmayı hedeflemiyor. Ordunun baskı ve sömürüsünü azaltmayı, sınırlandırmayı hedefliyor. Bunun için kendisi alternatif bir devlet, yeni bir ordu kurmuyor.
Tam tersine halkın silahlı eğitimini ve örgütlenmesini öz savunma temelinde ortaya çıkartıyor. Öz savuma direnişini, yerelde demokratik örgütlülüğü geliştirecek ve savunacak bir direnişi öngörüyor. Kuşkusuz bunu da demokratik siyaset temelinde söz konusu sorunlar çözülemediği, gelişmeler sağlanamadığı, iktidar ve devlet gücünün toplum üzerinde savaş düzeyinde şiddet ve baskı uyguladığı zamanlarda yapıyor. Yoksa demokratik siyaset işlerse sorunların çözümü, demokratik örgütlülük ve devrimci gelişmeler için demokratik siyasi mücadeleyi önemli bir mücadele yöntemi olarak görüyor. Dolayısıyla somut duruma göre hem devrimin örgütlülüğü hem de karşı devrimin durumu ve saldırısına göre mücadele yol-yöntemleri belirliyor.
Tek bir stratejisi yoktur. Strateji demek mevcut siyasi-askeri koşullarda yürütülecek mücadelenin yol ve yönteminin belirlenmesi demektir. Düşman şiddetle saldırırsa o da öz savuma savaşıyla direniyor. Devlet, iktidar güçleri demokratik siyasetin önünü açar, siyasete duyarlı olur, demokratik siyasi mücadeleyi kabul ederlerse o da demokratik-siyasi mücadele yürütüyor. Yumuşak yöntemlerle devrimci mücadelenin her biçimini geliştirebilir.
Diğer yandan devrim için güç mevzilenmesinde de önemli bir değişiklik yaşıyor. Reel sosyalizmin devrimci mevzilenmesi nasıldı? İşçi sınıfı öncülüğü, işçi-köylü ittifakı, kadın ve gençlik örgütlülüğünün desteği ile egemen devlet sistemini yıkıp yeni bir devlet kurmayı, stratejik planlama olarak öngörüyorlardı. Eski paradigma ile hareket ettiği süreçte de PKK’nin stratejik anlayışı da az-çok benzerdi. İşçi sınıfı öncülüğünü öngörüyordu. Parti öncülüğü bunu ifade ediyordu. Kendisine işçi-köylü-aydın, gençlik ittifakını temel alıyordu. Yurtsever cepheyi halk örgütlülüğü olarak öngörüyordu. Kadın ve gençlik örgütlenmesini birer kol örgütlenmesi olarak ele alıp değerlendiriyordu.
İşçi sınıfı öncülüğünün yerini kadın ve gençlik öncülüğü almıştır
Dikkat edilirse yeni paradigma temelinde hakikat devriminin yürütülüşünde güç mevzilenmesi değişmiştir. Yine parti öncülüğü vardır. Öncü partiye ihtiyaç duyulmaktadır. Ama bu iktidar ve devlet endeksli bir parti değil. Tamamen kadın özgürlüğüne ve toplumsal ekolojiye dayalı demokratik toplum paradigmasını esas alan bir parti öncülüğüdür. Yeni bir partidir. Böyle bir partinin öncülüğünü öngörüyor. Fakat esas olarak demokratik öz yönetimleri geliştirmede, demokratik konfederalizmi örgütleme ve işletmede, demokratik özerklik sistemini geliştirmede öngördüğü öncülük, kadın ve gençlik öncülüğüdür. İşçi sınıfı öncülüğünün yerini kadın ve gençlik öncülüğü almıştır. İşçi-köylü ittifakının yerine kadın-gençlik ittifakı, tüm emekçi halk ittifakı geçmiştir. Dolayısıyla öncülük tanımlanmasında değişiklik vardır. Dahası kadın ve gençlik hareketlerinin tanımlanmasında değişiklik vardır. Eski paradigmada kadın ve gençlik örgütlülükleri birer kol örgütlülüğü biçimindeydi. Yan örgütlenmelerdi. Kendi parti çizgisinde partinin yan örgütleri olarak merkezi olacak şekilde örgütleniyor, işçi-köylü ittifakının yürüttüğü devrimci mücadeleye destek veriyorlardı.
Yeni paradigmada ise bu durum köklü bir biçimde değişmiştir. Kadın ve gençlik örgütlülükleri bir kol, yan örgütlülüğü değil, esas örgütlülüktür. Temel, öncü örgütlülüktür. Toplumsal örgütlenme, kadın ve gençlik örgütlülüğünün öncülüğünde gerçekleşmektedir. İşçi ve emekçi kesimler, tüm yurtseverler, antifaşist güçler böyle bir öncülüğün etrafında şekillenmektedir. Eskinin ulusal kurtuluş anlayışı aşılmıştır. Eskiden parti öncülüğünün etrafında bir de yurtsever halkın örgütlülüğü olarak cephe örgütlülüğü öngörülüyordu. Şimdi cephe değil kadın ve gençlik öncülüğünde Demokratik Konfederalizmin örgütlülüğü vardır. Tüm farklılıkların özgürce örgütlenerek demokratik konfederal sistem içinde birleşmelerini öngören, devlet olmayan halkın kendi kendisinin yönetimini ifade eden demokratik sistemi örgütlemektedir. Buna KCK sistemi diyoruz. Cephe sadece bir mücadele örgütüydü.
Dikkat edilirse Demokratik Konfederalizm, yani KCK bir mücadele örgütü olarak sömürgeci-soykırımcı sistemi yıkmayı hedefleyen bir mücadele yürüttüğü gibi aynı zamanda halkın özgür ve demokratik yaşamını kurmayı, sistemini geliştirmeyi, halkın kendi kendini yönetmesini gerçekleştirmeyi sağlayan bir sistemdir de. Yıkıcı olduğu kadar yapıcılığı da var. İnşa gerçekliği var. Mücadele ettiği kadar alternatif sistemi de inşa ediyor ve geliştiriyor. Dikkat edilirse hem mücadele anlayışında, yol-yönteminde hem iç-devrimci mücadelede yeni PKK’li, onun devrim anlayışı, ulusal düzey ve toplumsal mevzilenmede köklü değişiklikler içeriyor.
Benzer biçimde dış ilişki ve ittifaklarında da önemli değişiklikler vardır. Örneğin eskiden PKK Ulusal Kurtuluş devrimi yürütürken dış stratejik ittifak kapsamında Sovyetler Birliği’ni ve sosyalist devletleri esas alıyordu. Yine devletçi paradigma ile yürütülen devrimci mücadeleleri Türkiye ve diğer ülkeler düzeyinde esas alıyordu. Kuşkusuz ezilenlerle, işçi sınıfı hareketleriyle, sol-sosyalist hareketlerle, antifaşist güçlerle de stratejik ittifak öngörüyordu. Yine devletler arasındaki çelişkilere dayalı olarak taktik ilişki ve ittifaklar geliştirmeyi öngörüyordu. Ama stratejik ilişkileri içerisinde devletler ve devleti hedefleyen mücadeleler de vardı. Şimdi bu dış ilişki ve ittifak anlayışı da değişmiştir. Artık PKK’nin stratejik müttefiki olabilecek hiçbir devlet yoktur. Devlet amaçlı mücadele de yoktur. Devlet yaratan mücadeleler ve devlet sistemleri kendilerini ne kadar sosyalist, ulusal kurtuluşçu, komünist olarak tanımlasalar da bunlar devletçi paradigmayı esas alan mevcut ulus-devlet sisteminin bir parçası olan ve Kürt sorununa o temelde yaklaşan güçlerdir. Dolayısıyla PKK’nin özgürlük ve demokrasi mücadelesinde onun stratejik müttefiki değillerdir. Stratejik müttefik de bir değişiklik ve belirginleşme var.
PKK’nin stratejik müttefikleri sistem dışı güçlerdir
O halde stratejik müttefikler sistem dışı güçlerdir. Kadın özgürlük hareketleri, ekolojik devrim hareketleri, tüm ezilenlerin, işçi ve emekçilerin kurtuluş mücadeleleri, hareketleri, antifaşist demokratik halk hareketleri, Kürdistan Özgürlük devriminin dış stratejik müttefikleri düzeyindedir. Bunlara sistem dışı, alternatif sistem hareketleri diyoruz. Sistem içi iktidar ve devlet paradigmasıyla hareket eden güçler daha çok taktik ilişki ve ittifaklar düzeyinde ele alınıyorlar. PKK o güçlerin arasındaki çelişki ve çatışmalardan taktik düzeyde yararlanmak üzere taktik ilişki ve ittifak geliştirmeyi öngörüyor. Çünkü Kürdistan dünya ulus-devlet sisteminin parçalayıp soykırım altına almış olduğu bir ülke, Kürtler böyle bir toplum. Stratejik müttefikleri çok fazla gelişmiş, örgütlenmiş değillerdir. Potansiyel olarak çokturlar. İnsanlığın yüzde doksanını oluşturmaktadırlar ama pratikleşme bakımından, bilinç, örgüt ve eylem alanında zayıftırlar, güçsüzdürler. Böyle bir durumda güçlü, stratejik müttefiklere sahip olmayan bir devrim hareketi daha fazla taktik ilişki ve ittifaklardan yararlanmak ister. Var olabilmek ve mücadelesini geliştirebilmek için buna ihtiyaç duyar. Kürdistan Özgürlük devrimi de günümüz koşullarında bu düzeyde taktik ilişki ve ittifaklara ihtiyaç duymaktadır. Dolayısıyla iktidar ve devlet güçleri arasındaki çelişki ve çatışmalardan taktik düzeyde yararlanmayı önemsemektedir. Bu durum kendisinin varlık ve özgürlük mücadelesi için önemli imkân ve fırsatlar sunmaktadır. Başka çaresi de yoktur. Bu bakımdan da herkesle taktik ilişki ve ittifaka açıktır. Stratejik ilişki ve ittifakları için belli ilkeler, özellikler söz konusuyken, taktik ilişki ve ittifaklar da faşist-soykırımcı güçler dışında herkesle taktik ilişki ve ittifaka açıktır.
Ancak böyle davranırsa bu ilişkileri ustaca geliştirip var olabilir. Devrimci mücadeleyi geliştirmek için imkân ve fırsat bulabilir.
Yıkıcılık ve inşacılık yeni PKK’nin devrimci mücadele tarzının esasını oluşturuyor. Böyle ikili bir boyutu vardır. Kesinlikle tek boyutlu değildir. Tabii eskiyi, zihniyet ve siyaset düzeyinde, pratik düzeyde yıkmayı, aşmayı öngörürken, her adımda yeniyi de inşa etmeyi, geliştirmeyi öngörmektedir. Adım adım yıkmayı ve adım adım inşa etmeyi bir yöntem olarak uygulamaktadır. Devletçi paradigmanın devrim anlayışında ise böyle adım adım gelişme yoktur. Yıkıp yenisini kurmak devrimci süreci ifade etmektedir.
PKK’nin devrim anlayışında ise devrimci süreç uzundur. Öyle bir anlık değildir. Devletçi paradigma bunu şöyle tanımlardı: Uzun bir evrim dönemi ardından devlet yıkıp devlet kurmayı ifade eden kısa süreye devrim deniliyordu. Bir devleti yıkıp yeni bir devlet kurmaya nitelik değişimi deniyordu. Hâlbuki orada hiçbir nitelik değişimi yoktur. Dolayısıyla ne öyle evrim ne de öyle devrim tanımlanabilir. Doğru olan nitelikteki değişimdir. Bu da devrimi ifade etmektedir. Nitelik değişiminin çokluğu ya da azlığı önemli değildir. Burada önemli olan değişimin karakteridir, niteliğidir, nitelikli değişim olup olmadığıdır. Değişim nitelik düzeyinde ise az da olsa o bir devrimci değişimdir. Dolayısıyla var olanı yıkmak için mücadele nasıl bir süreklilik arz ediyorsa her adımda alternatifini inşa etmek, çözümü, çareyi bu temelde inşa ederek geliştirmek, adım adım kendini geliştirmek, öz gücüne dayanmak burada önemli bir mücadele tarzı olarak ortaya çıkmaktadır.
Demokratik Modernite çizgisi zafer çizgisidir
Tabii böyle bir yaklaşım devrimi ve devrimci mücadeleyi konjonktürel olarak ele almaz. Uzun devrim ardından devleti yıkıp yeni devleti kurmaya nitel değişiklik ve devrim diyen anlayış konjonktüre çok önem verir. Somut şartların somut tahlilini çok fazla abartır, esas alır. Kendisini oraya dayandırır. Fakat devrimi eskiyi yıkma ve yeniyi adım adım inşa etme olarak ele alan ve bunu zihniyet ve yaşam tarzındaki değişiklikler olarak öngören yeni yaşamın inşa edilmesi olarak ele alan devrimcilik her koşulda, her zaman devrimci mücadele yürütmeyi ve devrimci gelişme sağlamayı öngörür.
Kuşkusuz somut şartların tahlilini hangi yöntemle, nasıl mücadele edeyim diye yapar. Ama mücadele edip etmemeyi somut şartlara bağlamaz. Mücadelenin yol ve yöntemlerini bulmayı somut şartlara bağlar. Ama her şart ve koşulda her zaman devrimci mücadele etmenin ve devrimci değişimi geliştirmenin imkânları vardır. Onu bulup değerlendirmeye devrimci ustalık olarak bakmaktadır. Bu da devrimi belli bir konjonktüre bağlı ele alan değil, her koşulda devrimci mücadele yürütüp devrimci gelişme sağlamayı öngörmektedir. Bu, bizi nereye götürüyor? Konjonktürün elverişli olmasına, imkân ve fırsat sunmasına değil, somut şartları, konjonktürü kendi çabanla elverişli hale getirmeye, dahası kendin imkân ve fırsat yaratmaya ve her koşulda, her zaman mücadele etmeye götürüyor ki bu da kendine güvenmek, öz gücüne, öz örgütlülüğüne güvenmek anlamına geliyor. Çareyi kendinde bulan, öz gücüne, öz örgütlülüğüne güvenen, devrimci mücadeleyi ve devrimci gelişmeyi bunlara dayandıran bir hareket her zaman, her koşulda devrimci mücadele yürütme ve devrimi adım adım geliştirme imkânı ve fırsatı bulur. Kendisi yaratır. Koşullar zorsa zorluklara dayanır. Zor koşulları yener. Engelleri aşar. İmkânlar, fırsatlar fazlaysa onları disiplinli bir şekilde devrimci gelişmenin hizmetine en etkili bir biçimde sunar. Yeni PKK’nin devrimci mücadele tarzı, taktik yaklaşımı olarak da bunları ifade edebiliriz. Bu da yeni, önemli bir durumdur ve PKK’de somutlaşmıştır. Kürdistan’da adım adım uygulanmaktadır.
Sonuç olarak kısaca PKK Kürdistan devriminin almış olduğu yeni biçimi, stratejik, taktik ve teorik açıdan ifade etmeye çalıştık. Bunlar aslında Demokratik Toplum Manifestosu isimli 5 ciltlik Önderlik savunmalarında kapsamlı bir teorik izaha kavuşturulmuştur. Her türlü formülasyon, ifade açık bir biçimde ortaya konmuştur. Demokratik Modernite çizgisi bu temelde izaha ve ifadeye kavuşturulmuştur. Yeni bir çizgidir. İktidar ve devlet paradigmasını aşarak kadın özgürlüğünü ve ekolojiye dayalı demokratik toplum paradigmasını esas almayı ifade eder. Bu anlamda özgürlükçüdür. Kadın özgürlüğünü esas alır ve ekolojisttir. Halkçı ve toplumcudur. Tüm ezilenler için kurtuluş yolunu göstermektedir. Tüm toplumsal sorunlar için çözüm anlayışı ve modeli sunmaktadır.
Dikkat edilirse bütün hata ve eksikliklerine rağmen söz konusu çizginin Kürdistan’daki asgari uygulamaları bile önemli gelişmelere yol açmaktadır. Dünya gericiliğini arkasına alan AKP-MHP faşist diktatörlüğünün her türlü imha ve tasfiye saldırısına rağmen direnebilmekte, ayakta kalmayı başarabilmektedir. Zafer iddiasını ve umudunu her zamankinden daha fazla güçlü kılmaktadır. İktidarcı ve devletçi hareketlerin onlarca kez yenilip ezileceği ortamları yaşamasına rağmen PKK yenilmemekte, Apocu devrim her zaman daha fazla gelişip zafer iddiasını daha çok korumaktadır.
Demek ki çizgi yenilmezdir ve çizgi zafer çizgisidir. Her türlü saldırıya karşı kendi öz gücünü, öz imkânlarını yaratarak direnme, ayakta kalma ve devrimi geliştirme gücüne ve özelliğine sahiptir. Bu bakımdan yenilmezliği ifade etmektedir.
Diğer yandan küresel kapitalist modernite sisteminin uluslararası komplo saldırısı temelinde her türlü engelleyici çabasına karşın söz konusu Apocu çizgi, Demokratik Modernite kuramı Kürdistan’dan çıkıp Ortadoğu ve dünyaya dalga dalga yayılmaktadır. Avrupa’da, Asya’da, Afrika’da, Amerika’da tüm kadınlar, gençler, işçi ve emekçiler, tüm antifaşist güçler nezdinde taraftar bulmaktadır. İlgi ile izlenmekte, araştırılıp okunmakta ve benimsenmektedir. Her tarafta bu temelde Kürt varlığını tanıyan, Kürt Özgürlük mücadelesine destek veren kitlesel gelişmeler olmaktadır. Apocu Önderlik ulusal çitleri aşarak bölgesel ve küresel bir Önderlik haline gelmektedir. Günümüzün en somut, en yakıcı gelişmelerinden birisi de budur.
Dikkat edilirse Demokratik Modernite kuramı ile Önder Apo tüm ezilenler adına, tarihin tüm özgürlük ve eşitlik hareketleri adına köklü bir eleştiri-özeleştiri vermiş, devrimci bir değişim ve dönüşüm yaşamıştır. Bu son derece önemlidir. Artık bu temelde özgürlük ve eşitlik hareketleri için sadece zafere ulaşma, önündeki engelleri aşma değil, zaferi kalıcı kılarak insanlığa yeni bir yaşam sunmanın da önü açılmış olmaktadır. Çünkü iktidarcı ve devletçi paradigma özellikle kapitalist modernite liberalizmi, devrim anlayışını çarpıtarak hem özgürlükçü devrim imkânlarını, koşullarını zorlaştırmış hem de onları alternatif bir devrim haline gelmekten çıkarmış, özünü çarpıtmış, içini boşaltmıştır. Söz konusu paradigma altında devrimci hareketler zafer kazanmakta zorlanıyorlardı, aynı zamanda kazandıkları zaferi korumakta daha çok zorlanıyorlardı. Kısa sürede yıkılıyor, tekrar düzenin egemenliği altına giriyorlardı. Şimdi paradigma değişimi ile Önder Apo devrimi sürekli kıldı. Her an her yerde devrimci mücadele yürütebilirsin. Her zaman devrimci gelişme sağlayabilirsin. Adım adım bunu gerçekleştirebilirsin. Hakikat devrimini tüm insanlığı kucaklayacak hale getirebilirsin. Genel zafere ulaştırabilir ve bunları koruyabilirsin. Yaşatabilirsin. Dolayısıyla devrim, zaferin önünü daha çok açmıştır. Zaferin kalıcılaşmasını garantilemiştir. Demokratik Modernite paradigması özgürlük ve demokrasi devrimlerini, hakikat devrimlerini bu düzeye getirmiş, yenilmez kılmıştır. Bu da Önder Apo’nun insanlığın devrimci yürüyüşüne en büyük armağanıdır. Tüm ezilenlerin kurtuluş mücadelelerine en büyük katkısıdır. Özellikle ekolojik devrim bakımından doğayla uyum, dostluk, kadın özgürlüğü bakımından kadınla, tüm insanlarla yoldaşlık noktasında ulaşılabilecek en ileri düzeyi sağlatmıştır. Artık insanlar arasında her türlü kötülüğe, çekişmeye, hırsızlığa, baskı ve sömürüye yol açan nedenleri ortadan kaldırarak iyiliğin, güzelliğin, doğruluğun, özgürlüğün, eşitliğin, yoldaşlığın, birlikte yaşama ve yaratmanın yollarını döşemiş, açmıştır. Bu da bütün insanlığın büyük mücadeleler yürüterek adım adım yürüyeceği özgürlük yoludur. Bu temelde biz de tekrardan özgürlük kazanacak diyoruz.