Tarihte birçok komplo gerçekleştirilmiştir, fakat Rêber Apo’ya yönelik komplonun dünyada eşi benzeri olduğunu düşünmüyoruz. Gerçekleştirilen büyük bir komplodur. Bu yüzden komploya karşı da güçlü, sağlam bir duruş gerekiyor. Rêber Apo, komployu tahlil etti ve komployu kim yaptı, komploya karşı nasıl bir duruş sergilemeliyiz, komployu nasıl boşa çıkarırız temelinde hareket etti. Bundan dolayı kendi şahsında komployu boşa çıkardı. Komployu geliştiren sisteme karşı büyük bir alternatif oluşturdu. Hem hareketimize, hem Kürt halkına, hem de insanlığa bu alternatifi sundu. Güçlü, insanlığı kurtuluşa götürecek bir paradigma verdi insanlığa. Önderlik, komploya bu şekilde cevap verdi. Halkımız, hareketimiz bu komployu hiçbir zaman kabul etmedi. Komploya karşı durdu. Başta da zindandaki yoldaşlarımız komployu iyi anladılar. Heval Halit Oral, ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ şiarıyla bir eylem gerçekleştirdi. O eylemde de Kurdistan halkına bir çağrıda bulundu. Yani Rêber Apo şahsında Kürt halkının ve hareketin büyük bir tehlike altında olduğunu belirtti. Bundan dolayı hem zindanda, hem dışarıda ve hem de gerilla cephesinden komploya karşı güçlü bir karşı koyuş yaşandı. Önderlik, “Eğer halk ve gerilla olmasaydı komploya karşı durmak benim için zor olacaktı. Hem gerillaya, hem halka teşekkür ederim” dedi.
Komplonun hedefi Rêber Apo’yu, PKK’yi ve özgür Kürt’ü yok etmekti
Rêber Apo’ya yönelik komplo neden gerçekleşti? Çünkü; Rêber Apo özgür Kürdü yaratıyordu, Kurdistan’da demokrasi ve özgürlük mücadelesi geliştiriyordu. Gün geçtikçe de bu mücadele daha da büyüyordu. Sadece Kürt halkını değil, Ortadoğu halklarını da etkiliyordu bu mücadele. Kapitalist modernite güçleri bunu büyük bir tehlike olarak gördü. Çünkü Ortadoğu’ya müdahale etmek istiyorlardı. Ancak Rêber Apo’yu ciddi bir engel görüyorlardı. Önder Apo’nun geliştirdiği mücadele onlar için bir engel ve tehlike oluşturuyordu. Ortadoğu’ya müdahale edip çıkarlarına göre şekillendirmek için Rêber Apo’nun kendileri için yarattığı tehlikeyi ortadan kaldırmak istediler. Tehlikeyi ortadan kaldırmadan yapacakları müdahale ile amaçlarına ulaşamayacaklarını, hatta ters sonuç alacaklarını biliyorlardı. Bundan dolayı hareketi ve Kürt halkını etkisiz kılmak için Uluslararası Komplo’yu geliştirdiler.
Rêber Apo nasıl ki komploya karşı durduysa halkımız da çok güçlü bir şekilde komploya karşı durdu. Hatta bedel de ödedi. Özellikle Kürt kadınları komploya karşı çok güçlü durdu. Komplodan güçlü bir şekilde çıkarak bugün hem kendileri dünyaya örnek oldu, hem hareketin, hem de Kürt halkının örnek gösterilmesini sağladılar. Komploya karşı güçlü bir duruş sergilendiği için bugün Kürt sorunu tüm dünyanın gündemine girdi. Oysa Türk devleti şimdiye kadar Kurdistan’da yaşanan tüm isyanların dünya gündemine girmesini, halklara ulaşmasını engellemişti. Dünyanın bu sorundan haberi olsun istemiyordu. Fakat Rêber Apo, PKK, Kürt halkı ve Kürt kadınları buna karşı durdu, büyük bedeller ödedi, büyük acılar çekti ama mücadeleyi Türkiye, Kurdistan çerçevesinden çıkararak dünyaya ulaşmasını sağladı.
Dünya Kürt sorunundan haberdar oldu. Rêber Apo’nun, PKK’nin, Kürt halkının mücadelesini gördü. Mücadele ile birlikte de dünyada enternasyonalist dostlarımız oluştu. Bu dostlarımız da Kürt halkının mücadelesi için çalışmalar yapmaya başladı. Mesela İngiltere’de işçi sendikaları büyük bir mücadele sergiledi. Yine İtalya’da, Fransa’da, Avrupa’nın birçok yerinde konserler düzenlendi. En son Dünya İşçi Sendikası kongrelerinde Rêber Apo’ya sahip çıktı. Rêber Apo’yu, hareketimizi ve Kürt halkını sahiplenme her geçen gün daha da büyüdü. Bu temelde Kürt dostları “Abdullah Öcalan’a Özgürlük, Kürt Sorununa Siyasi Çözüm” diye bir hamle başlattı. Bu tamamen hareketimiz, halkımız dışında, dostlarımız tarafından geliştirildi. Bu çok anlamlı ve önemlidir. Bu, Kürt sorununun artık dünyaya mal olduğunu gösteriyor. Dünyanın birçok yerinde, halklar, sosyalistler, kadınlar, gençler, ekolojistler, sanatçılar, aydınlar, yazarlar, akademisyenler bu hamlede yer aldı, çağrı yaptı ve dünyayı uyardı. Bu, Uluslararası Komplo’nun artık Rêber Apo’yu zindanda tutamayacağının göstergesidir.
Halkımız kampanyayı engellemek isteyenlere karşı kararlı bir duruş sergilemeli
Komplocu güçler, faşist Türk devleti, bazı hain işbirlikçi Kürtler Rêber Apo’yu yok etmek için mutlak bir tecrit geliştiriyorlar. Bu şekilde Rêber Apo’yu etkisiz kılacaklarını hesaplıyorlar fakat bundan sonuç alamayacaklar. Çünkü Rêber Apo’nun gücü artık dünyaya dağılmış durumda. Rêber Apo, “Savunmalarım neredeyse, kitaplarım neredeyse ben de oradayım” dedi. Bugün görüyoruz Rêber Apo’nun savunmaları, paradigması dünyanın her yerine ulaşmış durumda. Rêber Apo bugün İmralı’da değil dünyanın her yerinde yaşıyor. Hiçbir kuvvet bunun önünü alamaz. İspatı da Kürt dostlarıdır. Kürt dostları dünyada büyük bir kampanya başlattı. Artık Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğünün sağlanması, Kürtlerin de statüye sahip olması gerektiğini belirttiler. Bunun için de mücadeleyi yükselteceklerini vurguladılar. Bu vesileyle, kampanyayı geliştiren, kampanyada yer alan, emek veren, çağrı yapan herkesi selamlıyoruz ve kendilerini kutluyoruz.
Bu süreçte Kürt halkının sorumlulukları, görevleri daha da büyüdü. Eğer dostlarımız, Rêber Apo’ya, paradigmasına bu şekilde sahip çıkıyorlarsa, Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğü için, Kürt halkının statüye kavuşması için mücadele edeceklerini belirtiyorlarsa, Kürt halkının da bundan bir sonuç çıkarması gerekir. Kürt dostlarının başlattığı bu kampanyayı Kürt halkının sırtlaması, her anlamıyla kampanyayı büyütmesi ve amacına ulaştırması gerekir. Görüyoruz ki Kürt halkı da madem dostlarımız böyle bir kampanyayı başlattı, bizler de bu kampanyanın bayrağını devralmalıyız diyor. Bu yerinde bir karardır. Kürt halkının yapması gereken de budur. Kürt halkı kendisi için, Rêber Apo için, halklar için üzerine düşen görevi yerine getirirken bazılarının engellemesi ile karşılaşabilirler. Kampanyayı boşa çıkarmak, zayıflatmak, engellemek isteyenler olacaktır. Halkımızın bunu kabul etmemesi, buna karşı kararlı ve cesaretli bir şekilde durması gerekir. Eğer halkımız bu şekilde görev ve sorumluluklarını yerine getirirse kimse bu kampanyanın önünü alamaz. Kampanya da bu şekilde amacına ulaşır.
Özgür insan, özgür Kurdistan için Rêber Apo’nun paradigmasına sahip çıkılmalı
Ben Kürdüm, yurtseverim, demokratım, devrimciyim, Kurdistan’da özgürlük, demokrasi olsun, özgür yaşamak istiyorum, işgale, soykırıma, faşizme karşıyım diyen herkes bu kampanya temelinde görev ve sorumluluklarını sahip çıkmalıdır. İnsanlık nasıl ki sorunların çözümünü Rêber Apo’nun paradigmasında görüyorsa, bundan dolayı Rêber Apo’ya sahip çıkıyorsa, bu şekilde sorunlarını çözmek istiyorsa, Kürdün de herkesten daha fazla Rêber Apo’nun paradigmasına, çizgisine sahip çıkması lazım.
Rêber Apo, tüm Kürt toplumu için, Ortadoğu için, insanlık için çalıştı hala da çalışıyor hem de İmralı şartlarında. Fakat özellikle de kadınlar için çalışmalar yürüttü. Bugün kadınlar tüm dünyada Jin Jiyan Azadî sloganıyla hareket ediyorsa bunu Rêber Apo geliştirdi. Rêber Apo, her zaman kadın özgürlüğü için çalıştı. Çünkü kadın özgürleşmediği sürece toplumun özgürleşemeyeceğini belirtti. Bundan dolayı kadın özgürlüğünü esas aldı. Kadınlar bunu bildiği için Rêber Apo’ya sahip çıkıyorlar, Rêber Apo için mücadele ediyorlar. İnanıyoruz ki kadınlar herkesten çok Rêber Apo’nun özgürlüğüne sahip çıkacaktır. Dostlarımızın geliştirdiği kampanyaya öncülük edeceklerdir. Bu şekilde Rêber Apo için görev ve sorumluluklarını yerine getireceklerdir.
Rêber Apo gençler için de büyük çalışmalar yaptı. Gençler de bunu biliyor. Rêber Apo’nun geliştirdiği hareket bir gençlik hareketidir. Eğer bu hareket komplo, ihanet ve saldırılara rağmen bugüne kadar geldiyse, halklara umut olduysa gençlerin ve kadınların geliştirdiği öncülükten dolayıdır. Bundan dolayı PKK her zaman canlı, ayakta, değişim-dönüşüm gerçekleştiriyor ve umut oluyor. İnanıyoruz ki gençler de bu kampanyaya daha fazla sahip çıkacaklardır, öncülük edeceklerdir ve rollerine yerine getireceklerdir.
Rêber Apo, hareketi geliştirdiği ilk yıllarda Kürt halkını nasıl esas aldıysa, Türkiye halklarını da esas aldı. Kürt halkı için nasıl sorumluluk duyduysa, Türkiye halkları için de sorumluluk duydu. Kürt halkı ile Türkiye halkları arasına bir fark koymadı. Türkiye’de de demokrasi ve özgürlük için bir mücadele verildi, birçok bedel ödendi, şehitler verildi, idam edilenler oldu. Rêber Apo da Türkiye’de gelişen devrimci hareketi kendisine esas aldı. O hareketi nasıl devam ettirebilirim, o devrimcileri, şehitleri nasıl yaşatabilirim diye düşündü. PKK’yi de bunun için kurdu. PKK’yi sadece Kürt halkı için değil, Türkiye halkları için de kurdu. İnsanlık için kurdu. Bunun için büyük bedeller de ödedi. Bu yüzden Türkiye’nin demokratları, sosyalistleri, faşizme karşı duran, özgürlük-demokrasi değerlerine bağlı olanlar, halkları esas alıyoruz diyenler Kürt halkına karşı görevlerini yerine getirmeliler. Eğer bu görev ve sorumluluklarını yerine getirmezlerse, kendilerine demokratım, sosyalistim diyemezler.
Dünyanın neresinde olursa olsun bir sosyalist, demokrat, bir halkın soykırımdan geçirilmesini kabul edemez, sessiz kalamaz. Örneğin Fransa, Cezayir’e müdahale ettiğinde, orada işkence, katliam, talan, tutuklama yaptığında Fransız devrimcileri, sosyalistleri, Fransız işgaline karşı durdu. Bu yüzden Fransa Cezayir’den çekilmek zorunda kaldı. Türkiye solcuları, demokratları, sosyalistleri de bunu esas almalıdır. Eğer Kurdistan’da yaşananlara göz yumarlarsa, ses çıkarmazlarsa, sosyalistiz, faşizme, soykırıma karşıyız demeleri bir anlam ifade etmez. Demokratlığın, sosyalistliğin kriteri Kürt halkına yaklaşımdır. Türk devletinin soykırım politikalarına karşı duruş sergilemektir. Türk devletinin siyasetine, soykırım politikalarına karşı çıkılmazsa, Kürt halkının yanında durulmazsa ne kadar ben sosyalistim, demokratım, yurtseverim denilirse denilsin o kesinlikle yalan söylüyordur. Çünkü Kurdistan’da bugün geliştirilen mücadele Türk devletinin gerçek yüzünü her şekilde ortaya çıkarmıştır. Normal düşünen bir insan Türk devlet gerçekliğini, Kürt halkına, Türkiye halkına, insanlığa olan yaklaşımının nasıl olduğunu görür. Bunu görmeyenlerin insanlığından şüphe duymak lazım. Türkiye’deki demokrat ve sosyalist güçlerden istenen Rêber Apo’ya yönelik tecride karşı durmak, fiziki özgürlüğü için mücadele etmektir.
Ankara’daki fedai eylemle Türk devletinin özel savaş propagandası boşa çıktı
Türk devletinin yürüttüğü bu soykırım ve İmralı tecrit sistemine karşı 1 Ekim’de Ankara’da Rojhat Zîlan ve Erdal Şahin yoldaşlar büyük bir fedai eylem gerçekleştirdi. Bu arkadaşlar Kürt halkı ve insanlık için tarihi bir görevi yerine getirdiler. Büyük bir fedakarlık yaptılar. Cesaretli bir şekilde düşmanın üzerine gittiler. Eylemlerini de Kürt soykırımını yürüten bir merkeze, emniyete yaptılar. Düşman Kürt halkını ortadan kaldırmak istiyor, onlar da eylemleriyle eğer Kürt halkını ortadan kaldırmak istiyorsanız biz bunu kabul etmiyoruz, bizi ortadan kaldırmak isteyenler bilsin ki biz de onları ortadan kaldırırız mesajını verdiler. Türkiye halkları Kürt halkına yönelik soykırım üzerinden yaşayamaz, kendini var edemez. Kürt halkını soykırımdan geçiren kendini soykırımdan geçiriyordur. Arkadaşlar bu eylemleriyle Türk devletine, Türkiye toplumuna bunu anlatmak istediler. Bu yüzden bu eylem tarihi bir eylemdir. Bu eylem Türk devletinin kirli propagandalarını boşa çıkardı. PKK artık kalmadı, bir şey yapamaz, Türkiye’de huzuru sağladık, her gün şu kadar gerillayı öldürüyoruz propagandası boşa çıktı.
Ölümler üzerinden kendisini yaşatan, bunun propagandasını yapan bir iktidar faşist, soykırımcı bir iktidardır. İçeride, dışarıda yaptıkları propagandaya rağmen, -hatta bu propagandalara inanlar bile olmuştu- Anakara’daki eylem bu propagandaları boşa çıkardı. Bu eylem Türk devletinin herkesi kandırdığını bir kez daha gösterdi. Bu kadar büyük bir savaş yaşanmasına rağmen AKP-MHP iktidarı ‘savaş yok, Kürt sorunu da kalmadı’ diyordu. Büyük savaşın üstünü böyle örtüyordu. Çünkü ölen askerleri de toplumdan gizliyorlar. Her zaman gerillaları öldürdüklerini, PKK’yi bitirdiklerini söylüyorlardı. Bu eylem bütün bunların yalan olduğunu gösterdi. Bu eylem Türk devletinin tüm gerçekliğini ve propagandalarını boşa çıkardığı için, büyük bir savaşın yaşandığını gösterdiğinden düşman şoka uğradı. Bu yüzden ne yapacaklarını şaşırdılar. Rojava’ya saldırılarla bu eylemin etkisini kırmak istediler.
NATO ve ABD onay vermezse Türk devleti Rojava’ya saldıramaz
Türk devleti her gün Bakur’da Kürtleri tutukluyor. Bu gözaltı ve tutuklamalara da ‘Kahramanlar Operasyonu’ adını vermişler. Ne kahramanlıkları var, yani ne yapmışlar da kahraman olmuşlar. Bu ismi bile halkı kandırmak için kendilerine koyuyorlar. Türkiye halklarının hesap sorması, ne kahramanlık yapıyorsunuz demesi lazım. Kahramanlıklarınız tüm gücünüzle ev basmak, insanları tutuklamak, işkence etmek, hakaret etmek, zindana atmak mıdır? Kahramanlık bu mudur? Medya Savunma Alanları’na da her gün saldırıda bulunuyorlar, her gün bu kadar gerilla öldürdük yalanıyla halkı da, dış ülkeleri de bu şekilde kandırıyorlar. Amaçları Rojava’ya saldırmaktır. Rojava’ya saldırı kararını çoktan almışlardı. Erdoğan açıkça, “karar aldık zamanını bekliyoruz” dedi. Ankara’daki eylemi de bahane ederek Rojava’ya saldırdılar. ‘Eylemi yapanlar Rojava’dan geldi, Rojava bizim için tehlikelidir, bu yüzden intikam alacağız’ dediler. Oysa daha önce aldıkları kararı bu şekilde pratiğe geçirdiler. Kendileri de, dünya alem de biliyor ki o arkadaşlar Rojava’dan gitmemiştir. Fakat Kürt düşmanı oldukları için Rojava’ya saldırdılar. Saldırmadan önce de, elektrik istasyonlarına, fabrikalara yani ‘yeryüzünde, yer altında ne varsa hedefimizdir, ordumuz, istihbaratımız her şeye saldıracaktır’ dediler. “Üçüncü tarafın buradan çekilmesi lazım, yani kimse bize engel olmasın, kim karşımızda durursa onları da hedef yapacağız’ diye tehdit ettiler.
Yani Türkiye’nin tek başına Rojava’ya dönük bu vahşi saldırıları yapacak gücü yoktur. Birçok yaşam alanına saldırmaları NATO’nun ve Amerika’nın kararıyla olmuştur. Çünkü Türkiye NATO üyesi bir devlettir. Eğer NATO izin vermezse Rojava’ya dönük bu saldırıları yapamaz, insanları şehit edemez. Bu mümkün değil. Eğer bu saldırılara onay verilmeseydi, Türk devleti bunu yapamazdı, yapsaydı da karşısında dururlardı. Türk devleti ne savaş kanunlarına, ne savaş ahlakına uyuyor. Keyfi ne isterse onu yapıyor. Çünkü Kürtleri ortadan kaldırmak istiyor, bu yüzden her tarafı bombalıyor. Yaşam alanlarını yok ediyor. Elektrik santrallerini, su depolarını, buğday ambarını, petrol tesislerini, hastaneleri, fabrikaları bombalıyor. Bunları ortadan kaldırdığında o insanlar orada nasıl yaşayacak? Bu büyük bir ahlaksızlıktır ve savaş suçudur. Buna yol verenler de Türk devleti ile işbirliği yapıyordur. Halkımız da bunu kabul etmeyeceklerini ne yaparlarsa yapsınlar topraklarını terk etmeyeceklerini söylediler. Belki öleceğiz ama topraklarımızı terk etmeyecek ve kendi topraklarımızda öleceğiz dediler.
Kürt soykırımını esas alan Filistin halkına dostluk yapamaz
Erdoğan, Türkiye, iktidar, muhalefet hepsi ikiyüzlü davranıyor. Kendilerini kurnaz zannediyorlar. Herkesin gözü önünde yaptıklarını saklayacaklarını kimsenin anlamayacağını sanıyorlar. Gazze’ye, Filistin’e sözde sahip çıkıyorlar. Kürtlerin soykırımını esas alanlar hiçbir zaman Filistin halkına dostluk yapamazlar. Bu mümkün değil. Ortadoğu’da iki temel sorun var. Biri Filistin sorunu, diğeri Kürt sorunu. Bu iki sorun çözülmediği sürece Ortadoğu’da hiçbir zaman savaş durmaz, demokrasi, özgürlük olmaz, katliamlar bitmez. Bu iki sorun çözüldüğü taktirde Ortadoğu huzura kavuşur, değişim yaşanır, demokrasi ve özgürlük gelişir.
Kürt ve Filistin sorununu yaratanlar aynı güçlerdir. Bunlar bu sorunların çözülmesini asla istemiyorlar. Çünkü sistemlerini Kürt ve Filistin sorunu üzerine inşa etmişler. Kapitalist modernite sistemi hiçbir zaman sorunların çözülmesini istemez. Bu yüzden her zaman sorun yaratırlar.
Mevcut İsrail ve Hamas’ın yönetiminin temsil ettiği milliyetçi ve dinci zihniyet ve siyaseti reddetmeli, iki ulus devlet yaklaşımının çözüm üretmeyeceğini bilmeliyiz.
Hamas’ın 7 Ekim günü İsrail’e beş bin füzeyle saldırması üzerine Üçüncü Dünya Savaşı Gazze’de yoğunlaştı. Zaten alanda çatışmalı durum hemen hiç kesilmemişti. Bunun da temelinde İsrail-Arap, İsrail-Filistin çelişkisi ve çatışması vardı. Bazı Arap devletlerinin İsrail ile kurmaya çalıştıkları iyi ilişkiler soruna yeterli çözüm getiremedi. “İki Devletli Çözüm Modeli” denen anlayış ve proje de İsrail-Filistin sorununu çözmeye yetmedi. Bu temelde söz konusu bölge sürekli bir çatışma alanıydı ve şimdi bu durum en tehlikeli savaşa dönüştü.
Hamas’ın beş bin füzeli saldırısına İsrail de daha beteriyle karşılık verince bir anda Gazze kan gölüne döndü. Bazılarına göre İsrail böyle bir saldırıyı bekliyordu ve zaten buna hazırdı. Bazılarına göre ise, Hamas saldırıları İsrail’i şoke etti ve şimdi İsrail yönetimi buna karşılık veriyor. Sonuçta hiçbir insani değerle sınırlı olmayan bir savaş sürüyor ve bunun da en büyük zararını Gazze halkı ödüyor. Tabii Yahudi halkının da ciddi kayıpları var. Hatta Yahudi ve Filistin halkları dışında da savaşın kurbanı olan birçok insanın varlığından söz ediliyor. Ortada sürekli ölümle tehdit edilen yüzlerce esir söz konusu. İsrail yönetimi Gazze’ye kara saldırısı için hazır olduğunu belirtiyor ki, her an nelerin yaşanacağı belli değil.
Bilgi kirliliği ve psikolojik savaş
Elbette yaşanan savaşın yoğunluğu karşısında bir tartışma da söz konusu. Taraflar durmadan birbirini suçluyor, herkes kendine göre bir şeyler söylüyor, durmadan yeni açıklamalar yapılıyor. Açık ki tam bir bilgi kirliliği ve psikolojik savaş yaşanıyor. ABD, Almanya ve İngiltere devletleri en üst düzeyde İsrail’i ziyaret etti. Rusya yönetimi Doğu Akdeniz’e savaş gemileri getiren ABD’yi tehdit girişiminde bulundu. İran yönetimi sürekli ‘Savaşın yayılma tehlikesinden’ söz ediyor. Herkes kendi çıkarı doğrultusunda söz konusu savaştan yararlanmaya çalışıyor.
Gazze’deki 7 Ekim savaşının birçok nedeni vardır. Her şeyden önce tarihsel bir çelişkiye dayalı olduğu açık. Yine İsrail devletinin kuruluşuyla birlikte gündeme gelen İsrail-Arap ve İsrail-Filistin çelişki ve çatışmasıyla bağlantılıdır.
Savaş ve çelişkinin birinci ve esas nedeni, her iki tarafta da hakim olan milliyetçilik ve dinciliktir, milliyetçi ve dinci zihniyet ve siyasettir. Başka bir deyişle, gerçek demokrasi yoksunluğudur. Demokratik zihniyet ve siyasetin olmadığı her yerde bu tür olaylarla karşılaşmak mümkündür. Günümüzde Arap milliyetçiliğinin ve dinciliğinin bazı radikal denen örgütler tarafından temsil edildiğini ve Hamas’ın da bunlardan birisi olduğunu çok iyi biliyoruz. Yahudi milliyetçiliği ve dinciliği de kendisini Netanyahu yönetiminde temsil ediyor. Ve karşılıklı bu iki milliyetçilik ve dincilik, günümüzdeki felâketlerin esas yaratıcısı oluyor.
İkinci neden olarak da Hindistan’daki son G-20 toplantısı ardından ilan edilen Hindistan-Suudi Arabistan-İsrail-Güney Kıbrıs-Yunanistan hattını izleyen Asya-Avrupa yeni enerji yolu projesini görmek gerekir. Mevcut savaşla bir yandan bu proje sabote edilmeye, bir yandan ise önündeki engeller temizlenerek yol açılmaya çalışılıyor. Mevcut İsrail yönetimi ve ABD gibi güçleri, söz konusu yolu sağlama almaya çalışanlar kategorisinde sayabiliriz. Bugünkü TC yönetimi ise, söz konusu yol projesini sabote etmeye çalışan güçlerin başında geliyor. Fazla gündem yapılmadı, ancak söz konusu yol projesinin açıklanması ardından Türkiye’deki Erdoğan yönetimi ‘bu projeyi sabote edeceğini’ açıkça ilan etmişti.
Kısacası Gazze Savaşı’nın arkasında çok yönlü bir çıkar kavgası var. Tıpkı Ukrayna ve Karabağ Savaşları’nın arkasında da olduğu gibi. Mazlum Filistin halkı işte bu çıkar kavgasına kurban ediliyor ve tıpkı Karabağ Ermenileri gibi Gazze halkı da yurdundan göçertiliyor. İnsana acı veren en temel husus da işte bu oluyor. Gazze halkının kanı ve gözyaşı üzerinde işte böylesi çıkar kavgaları yapılıyor. Tabii bu arada Yahudi halkı da ciddi kayıplar vermiş bulunuyor.
Söz konusu savaş, mevcut İsrail yönetimi ile Hamas arasında sürüyor. Bazıları esas planlayanın mevcut İsrail yönetimi olduğunu da söylüyor. Bazılarına göre ise her şeyi Hamas yaptı ve ardındaki güç de Erdoğan yönetimidir. Yine mevcut ABD yönetiminin yaklaşımları, bu savaşın bu biçimde gelişmesi ve sürdürülmesinde payları varmış gibi bir izlenim doğuruyor. Bu kadar karmaşa içinde şunu ifade edebiliriz: Büyük ihtimalle mevcut olup bitenler ABD’nin ‘yol temizliği’ planı çerçevesindedir. ABD fazla anlaşılmayan yöntemlerle Erdoğan yönetimini böyle bir provokasyona yöneltmiş ve Erdoğan yönetimi de Hamas’ı buna teşvik etmiş olabilir. Çok açık bir biçimde görülüyor ki, Hamas’ın yaptığı tam bir provokasyon niteliğindedir. Mevcut İsrail yönetimi de söz konusu provokasyonu kendi lehine çevirmek için uğraşmaktadır.
Bu durumda İsrail yönetiminin ya da Hamas’ın yanında yer almak ve politikalarına ortak olmak zorunda değiliz. Bu iki gücün temsil ettiği milliyetçi ve dinci zihniyet ve siyaseti reddetmeli, iki ulus devlet yaklaşımının çözüm üretmeyeceğini bilmeli ve çözümü Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği ‘demokratik ulus’ ve ‘demokratik konfederalizm’ çizgisinde görmeliyiz. Filistin halkının haklı ve meşru demokratik haklarını savunurken, İbrani toplumunun sol, sosyalist ve demokratik güçleriyle de yoldaşça birlikte yürümeyi bilmeliyiz. Nitekim iki toplumdan da böyle bir zihniyet ve siyasete sahip olanlar vardır ve bu eğilimi esas alıp geliştirmek gerekir.
Kuşkusuz Filistin ve Kurdistan sorunları Ortadoğu’nun en temel sorunlarıdır ve her iki halkın ulusal demokratik hakları tartışılamaz ve engellenemez. Fakat bugün Gazze’de Hamas’ın yaptıkları ile Kurdistan’da PKK’nin yaptıkları hiçbir biçimde birbirine benzetilemez. Bu tür benzetme çabaları yanlıştır ve gerçeği ters yüz etmektedir. Evet, Kurdistan üzerinde de küresel ve bölgesel devletlerin çıkar kavgası geçmişten bu yana hep vardır. Fakat PKK önderliğinde Kürt halkının yürüttüğü özgürlük mücadelesinin bu kavgayla hiçbir ilişkisi yoktur. Dolayısıyla Gazze’deki savaş esas olarak kapitalist modernite sistemi içindeki çıkar kavgası olurken, Kurdistan’da yaşanan esas savaş Kürt halkının özgürlük savaşıdır. Bu savaş Üçüncü Dünya Savaşı’nın bir parçası değildir, çünkü bu dünya savaşını yürüten sistemin bir parçası değildir. Tamamen sistem dışı yeni bir demokrasiyi yaratmayı hedefleyen halk özgürlük savaşıdır. Kürt halkının yürüttüğü bu özgürlük savaşı Ortadoğu’da demokratikleşmeyi geliştirme hedefini gütmekte ve Demokratik Ortadoğu Konfederalizmi’ni yaratmak istemektedir. Gazze halkını acılara boğan söz konusu savaşın çözümünün de buradan geçtiğini bilmekte ve tüm Ortadoğu halklarını kardeşçe böyle ortak bir demokrasi mücadelesine çağırmaktadır.
Halkımızın da, Filistin halkının da, bölge halkının da bu gerçeği iyi anlaması lazım. Biz Kürt-Arap ittifakını geliştirmek istiyoruz. Çünkü Ortadoğu’da, parçalanan, sorunlar yaşayan, adaletsizliğe maruz kalan, sürekli savaş, soykırımla karşı karşıya kalan bu halklardır. Bu sorunları yaratanların hepsi nasıl birliktelerse, Kürt ve Filistin halkının da birlikte bunlara karşı durması lazım. Bu yüzden Kürt-Arap ittifakından bahsediyoruz. Arapları parçalayarak 22 devlete böldüler, Kürtleri de 4 parçaya böldüler. Kürt ve Arap halkının kanının emenler de bu güçlerdir. Bu yüzden Kürt ve Arap halkının ittifakını geliştirmesi lazım. Eğer ittifaklarını geliştirirlerse özgürleşirler. Filistin halkının sorunu bugünün sorunu değil. Toplumsal ve tarihi bir sorundur. Bir hak sorunudur. Bu yüzden hareketimiz daha ilk kurulduğu yıllarda Filistin halkını, onların mücadelesini esas aldı. Onları haklı buldu, mücadelelerinde yer aldı, bedel ödedi. Komployu geliştirmelerinin bir sebebi de Filistinlerle, Araplarla geliştirdiğimiz ilişkidir. Araplarla nasıl ittifak kurarsınız diyerek komployu geliştirdiler. Hareketimiz kurulduğu günden itibaren Filistinlilerle, Araplarla ilişki kurmayı esas aldı. Mücadelelerine hak verdi.
Şunu belirtmek gerekir; Hamas’ın geliştirdiği yöntem doğru değil, bunu eleştirmek lazım. Fakat bu Hamas’ın yanlış yöntemlerini gerekçe gösterip, Filistin halkına saldırıyı haklı kılmaz. Hamas’ın yöntemleri ne kadar yanlışsa, bu bahaneyle Filistin halkına yönelik saldırılar da o kadar yanlıştır. Bunu yanlış görüyoruz. Bu durum hiçbir zaman Filistin-İsrail sorununu çözmez daha da derinleştirir. Hatta bölgede yeni sorunların çıkmasına sebep olacaktır. Bu çok tehlikelidir. Bu yüzden Filistin ve Yahudi halkı nasıl kardeşçe yaşayacaklarını esas almalıdırlar. Ulus-devlette ısrar etmemeliler. Ulus-devlet hiçbir zaman sorunlarına çare olmayacaktır. Hatta gün geçtikçe sorunların daha da büyümesine neden oluyor. Bazıları Filistin için çözümün ulus-devlet olduğunu söylüyor. Bu doğru değil. Bölgede ulus-devlete sahip olanlar da hala sorun yaşıyor, topraklarından göç ediyor. Demek ki bu çözüm değil. Çözüm Rêber Apo’nun paradigmasındadır. Yani demokratik ulusun gelişmesindedir. Bunu esas almalılar. Bu yüzden hem Yahudi, hem de Filistin halkı demokratik ulusu esas almalıdır. O zaman sorunlarını çözebilirler. Ulus-devletin çözüm olmadığının son örneği Ermeni-Azeri savaşıdır. İkisi de devlet sahibidir. Fakat bölgelerinde büyük savaşlar yaşanıyor, hatta soykırım oluyor. Demek ki, bu çözüm değil. Çözüm Rêber Apo’nun çizgisidir, insanlık için geliştirdiği paradigmadır.
Türk devleti ile Özgürlük Hareketi arasında büyük bir savaş yaşanıyor
Şu an Türk devleti ile aramızda büyük bir savaş yaşanıyor. Türk devleti bu gerçeği saklamak için birçok taktik geliştiriyor. Mesela ölen askerleri asla açıklamıyor. Ama sürekli şu kadar gerilla öldürdük açıklaması yapıyorlar. Bundan da keyif alıyorlar. Toplumda gerillayı ortadan kaldırdık algısı yaratmak istiyorlar. Şehit düşen gerillaların kimlikleri zaten açıklanıyor. HPG’nin açıklamasından aylar sonra MİT operasyonuyla şu kişiyi öldürdük diyorlar. Yeni şehit etmişler gibi açıklıyorlar. Herkesi bu yönden de kandırıyorlar. Başarılı olduklarının, sonuç aldıklarının algısını yaratmaya çalışıyorlar. Yine her gün, her saat Medya Savunma Alanları’na bombardıman yapıyorlar.
Dünyada yasaklanan silahları da kullanıyorlar. Dronlara kimyasal patlayıcılar yüklüyorlar ve tünel kapılarına atmayı hedefliyorlar. Bu şekilde tünelleri ele geçirip, gerillaları şehit etmek istiyorlar. Bütün bunlara rağmen sonuç alamıyorlar, gerilla zor şartlarda büyük bir kahramanlık sergiliyor. Türk devletinin, NATO’nun tekniğine karşı gerilla destan yazıyor. Gerilla sadece Kürt halkının değil, insanlığın kahramanlarıdırlar. Çünkü insanlığı savunuyorlar. İnsanlık değerlerini savunuyorlar. Eğer KDP olmasaydı, Türk devleti bu savaşı kaybetmişti. Türk devleti hala savaşta ısrar ediyorsa bu tamamıyla KDP’nin desteğiyle oluyor. Kürt halkının bunu çok iyi anlaması lazım. Türk devleti özellikle AKP medyası psikolojik, özel savaş yürütüyor. Nasıl ki Almanya’da Hitler döneminde Gobels, yaptığı propagandalarla insanları kandırdıysa, AKP medyası da bunu yapıyor. Tv kanalları sabah akşam nasıl silah ürettiklerini, nasıl güçlü bir teknolojileri olduğunu gösteriyor. Türk devletinin askeri olarak çok güçlü olduğunu, bir dünya gücü olduğunu, artık kimsenin Türkiye’nin önünde duramayacağının mesajını veriyorlar.
Türkiye’de soykırım siyasetinin yürütülmesine destek veren Amerika, NATO ve bazı Avrupa devletleridir. Bunların yardımıyla iktidarda kalıyor ve soykırım siyaseti yürütüyorlar. Kullandıkları silahların hepsi NATO’nundur. AKP-MHP’nin uzman olduğu bir konu var. O da gerçekleri ters düz etmek. Bu şekilde herkesi kandırıyorlar. Gobels’in Almanya halkına uyguladığı taktikleri AKP Hareketimize karşı uyguluyor. Bu yüzden kimse gerçek ne, yalan ne bilmiyor. Böyle bir özel savaş yürütüyor. İktidarını da böyle yürütüyor ve güçlendiriyor. Halkımızın da, Türkiye halklarının da bunu iyi anlaması lazım.
Yine KDP, özellikle Mesud Barzani ailesi kaderini Türkiye’ye bağlamış. Tamamen Türk devletinin hizmetine girmiş durumda. Sadece Başûr’da değil her yerde Türk devletine yardım ediyorlar. KDP, PKK’ye karşı özel-psikolojik bir savaş yürütüyor. Askeri olarak, istihbarat olarak, her anlamıyla Türk devletinin yanında yer alarak PKK’ye karşı savaşıyorlar. Fakat KDP, Başûr dışında da PKK’nin her yerle ilişkisini kesmek, dünyada tecrit etmek, çembere almak, teslim almak ya da tasfiye etmek istiyor. Halkımızın bunu bilmesi lazım. Barzani, Metîna, Girê Cûdî, Avaşîn bölgelerinde Özgürlük Hareketine karşı Türk devletine yardım ediyor, tamamen soykırım siyasetine hizmet ediyor. Halkımız bunun hesabını sormalıdır. Bu çizgi Kürt halkına değil düşmana hizmet etmektir. Türk devletinin Kürt halkına karşı gerçekleştirdiği her şeyi meşrulaştırmaktır.
Hewlêr’de KNK temsilcisi katledildi ama bugüne kadar tek bir açıklama bile yapmadılar, kınamadılar, bir kişiyi bile tutuklamadılar. Fakat Ankara’da Türk emniyetine yönelik bir eylem yapıldı, KDP hemen eylemi kınadı. Bu bile KDP’nin durumunu, kimin yanında, kimin hizmetinde olduğunu gösteriyor. Neden Ankara eylemini kınıyor? O eylem onlara karşı yapılmadı, Kürtlere soykırım yapan Türk emniyetine yönelik bir eylemdi. Memnun olacağı yerde kınıyor. Peki, Deniz’i şehit edenleri neden kınamıyor, o katili neden tutuklamıyor? Ben hükümetim, iktidarım, yasalarım var, kimse burada bir şey yapamaz diyor. Gerçekten de Hewlêr’de öyle bir iktidar kurmuşlar ki kimse kıpırdayamıyor. Her tarafta kamera var. KNK binası her gün, her saat gözetim altında. Orada Deniz nasıl katlediliyor da KDP kimseyi tutuklamıyor. Çünkü onun da eli var bu cinayette. KDP, Türk devleti ile birlikte yürüttükleri siyasete Irak’ı da çekmek istiyor. Bunun için de çalışıyor. Irak sorumlusu günlerce
Ankara’da görüşmeler yaptı. Irak’ı da planlarına dahil etmek istiyorlar. PKK’yi nasıl yok edebiliriz, Kürt halkına yönelik soykırımı nasıl tamamlayabiliriz diyorlar.
Irak Barzanilerin ve Türk devletinin oyunlarına gelmemelidir. Bu politikalarda hiçbir çıkarları yok. Türkiye’nin Kürt sorununu demokratik yollarla çözmesini talep etmeliler. Irak’ın çıkarları bu doğrultudadır. Türk devleti ve Barzanilerin yanında yer alarak Kürtlere düşmanlık etmek Irak’a büyük zarar verir. Hareketimizin bazı açıklamaları oldu, bazı yerlere Barzaniler yerleşmek istiyor. Barzanilerin yerleşmesi Türk devletinin yerleşmesi demektir. Çünkü Türk devleti ve Barzaniler şu an birçok yerde birlikte hareket ediyorlar, bize karşı savaşıyorlar. Bazı yerlerde güçleri birbirlerinden 100-150 metre uzaklıkta. Bazı yerleri Türkler yapmıştı, kışın gittiklerinde hepsini Barzanilere teslim ettiler. Türkler yine saldırdı, Türklerin teslim ettikleri karakolları yine onlara verdiler. Birlikte hareket ediyorlar. Türk devleti her anlamda Başûr’a hakim olmuş durumda. Behdinan’ı Türk devletinin bir vilayeti gibi yapmışlar. Türk devleti her alana yerleşmiş. Türk devleti ne isterse öyle hareket ediyorlar. KDP bu şekilde tamamen Türk devletinin soykırım siyasetine hizmet ediyor. Herkesin bunu böyle anlaması lazım.