2023 yılının yoğun bir mücadele yılı olacağı dünya, Ortadoğu ve Kurdistan’daki gelişmelerden anlaşılmaktaydı. Yılın ilk yarısı geride bırakılırken böyle olduğu ortaya çıkmıştır. Yılın ilk yarısında yaşanan gelişmeler yılın kalan kısmında mücadelenin artarak süreceğini göstermektedir. Soykırımcı sömürgeci Türk devletinin resmi kuruluşunun üzerinden yüzyıl geçti. AKP-MHP ittifakı cumhuriyetin ikinci yüzyılına PKK’ye yönelik tasfiye konseptini sonuca ulaştırarak ve Kürt soykırımını gerçekleştirerek girmeyi planlamaktaydı. Bunun için sekiz yıldır Hareketimize ve halkımıza karşı kesintisiz bir saldırı içerisinde olunmuştur. Fakat soykırımcı sömürgeci Türk devleti AKP-MHP ittifakı eliyle bu hedefe ulaşamadı ve cumhuriyetin ikinci yüzyılına Kürt Özgürlük Hareketi’nin Kurdistan, Türkiye, Ortadoğu ve hatta dünyada önemli gelişmeler yaratan gerçeğiyle girilmiş oldu. Bunu en önemli gelişmelerden biri olarak görmek son derece doğru bir değerlendirme olacaktır. Kürt halkının Hareketimiz öncülüğünde gelişen mücadelesi, onu Ortadoğu’da ve hatta dünyada değişim ve dönüşümün en önemli dinamiklerinden biri haline getirmiştir. Bu gerçeklik Kürt halkının geliştirdiği mücadeleyi önemli kılmaktadır. Hareketimiz ve Kürt halkının geliştirdiği mücadele Ortadoğu ve dünyada halklar, kadınlar, özgürlük ve demokrasi mücadelesi veren kesimler tarafından önemsenmektedir. Önder Apo’nun fikirleri ve geliştirdiği paradigma umut olarak görülmektedir. Bu açıdan Hareketimizin varlığı, yürüttüğümüz mücadele ve mücadelemizin yol açtığı sonuçlar çok önemli olmaktadır.
AKP-MHP iktidarı Kurdistan’da yenilgiye uğradı
Faşist AKP-MHP iktidarı gerillanın ve Kürt halkının direnişini kıramayınca seçimler yoluyla sonuç almayı ummuştur. Bunu da baskı, saldırı ve manipülasyonla demokratik siyaseti tasfiye ederek yapmayı planlamıştır. Fakat Kürt halkı seçimlerde net bir tutum takınarak AKP-MHP’nin bu planını da boşa çıkarmıştır. Şüphesiz seçimlerden sonra AKP-MHP ittifakının iktidar olma konumu değişmemiştir. Emek ve Özgürlük İttifakı olarak geniş demokrasi güçleri seçimlerde AKP-MHP iktidarını düşürmeyi hedeflemişlerdi. Bunun olması için Türkiye’deki muhalefet kesimleriyle belli bir ortaklaşmaya da gidilmişti. Fakat bu hedef gerçekleşmedi. AKP-MHP ittifakı iktidardan düşürülemedi ve Türkiye’yi yönetmeyi devam etmektedir. Ne var ki AKP-MHP de seçimlerde asıl ulaşmak istediği hedefe ulaşamadı. Faşist AKP-MHP iktidarı Kurdistan’da tam bir yenilgiye uğradı. Kürt halkı Kurdistan’ın AKP-MHP faşizmine tümüyle kapalı olduğunu net bir şekilde ortaya koydu. Seçimlerin en önemli sonucu AKP-MHP’nin Kurdistan’da reddedilmesidir. AKP-MHP Kurdistan’da yönetim olarak kabul görmemiştir. Kurdistan; meşru yönetim olarak üçüncü siyasi çizgiyi belirlemiştir. Bu çok önemli bir siyasi gelişmedir. Aslında Türkiye toplumu da AKP-MHP’yi onaylamamıştır, fakat hem hilelere başvurularak hem de yoğun bir manipülasyon kampanyası yürütülerek bu gerçeğin üstü örtülmüştür. Kurdistan’da ise örtülemez bir sonuç ortaya çıkmıştır. Kurdistan’da durum böyle olduğundan AKP-MHP iktidarı baskı ve saldırılarını daha da yoğunlaştırarak hükmünü icra etmeye çalışmaktadır. Zaten AKP-MHP’nin iktidara getiriliş sebebi Kürt soykırımının gerçekleştirilmesidir. Bugün de bu amacı gerçekleştirmek için iktidarda bulunmaktadır. Hareket olarak biz de sekiz yıldır faşist AKP-MHP iktidarının yıkımını gerçekleştirerek Önder Apo üzerindeki tecridi kırmak, Kurdistan’ı özgürleştirmek, Türkiye ve Ortadoğu’yu demokratikleştirmek istiyoruz. Mücadelemiz bu temelde olmakta ve önemli gelişmelere yol açmaktadır.
Soykırımcı sömürgeci düzen savaşın zayıf tarafıdır. Savaşın güçlü tarafı halk ve hareket olarak bizleriz. PKK ortaya çıktığında ortada hiçbir şey yoktu. Ne bir Kürtlük bilinci vardı ne de üzerine basılacak bir taş vardı. Fakat o günden günümüze mücadele edile edile muazzam gelişmeler yaratıldı. Türk devleti için ise durum bunun tersi olmuştur. Biz ne kadar gelişme yaratıp güçlendiysek Türk devleti aynı oranda gerileme yaşamış ve zayıflamıştır. AKP-MHP iktidarı da bu zayıf zemin üzerinde bulunuyor. Saldırganlık içerisinde olması onun güçlü olduğunu göstermez. Tam tersine çok zayıfladığı için zora daha fazla ihtiyaç duyuyor ve başvuruyor. Zorluklar ve zorluklarla mücadele etmek ise Kurdistan devriminin karakteridir. Bugüne kadar yaratılan tüm gelişmeler zorluklarla mücadele edilerek elde edilmiştir. Önder Apo’nun tarzına bakalım, tamamen zorluklarla mücadele etme vardır. Dolayısıyla mücadele düzeyine bakarak gelişmeleri değerlendirmek ve başarıyı burada görmek gerekiyor.
Toplumsallığı ve dayanışmayı geliştiren en temel dinamik kadındır
Günümüzde gelişmeler çok hızlı olmaktadır. Amiyane deyimle günümüzde dünya küçülmüştür. İletişim tekniğindeki gelişmeler sonucunda her şey birbirini sıkıca etkiler duruma gelmiştir. Bir yerde yaşanan bir gelişme hızla her tarafa yayılmakta ve geniş insan kitlelerini etkilemektedir. Herhangi bir yerde yaşanan bir soruna dünyanın birçok yerinden insanlar ilgili olabilmekte ve tepki verebilmektedir. Kapitalist modernite sisteminin yol açtığı sorunlar da zaten herkesi doğrudan etkilemektedir. Kapitalist modernite gerçekten de insanlığı felakete götürecek kadar doğayla ve her şeyle oynamaktadır. İnsanlık; ekolojik yıkım, küresel ısınma, iklimin değişmesi, kaynakların hızla tüketilmesi, emeğin sömürülmesi, gelir dağılımındaki adaletsizlik, her gün daha fazla artan yoksulluk, göç, savaş, nükleer tehdit gibi çok ciddi sorunlarla yüz yüzedir. Bu durum toplumu, insan yaşamını doğrudan etkilemektedir. Kapitalist modernitenin yol açtığı bu sorunlara karşı toplumun tepkisi de gittikçe artmaktadır. Kapitalist modernite sistemine olan tepki en çok kadınlar tarafından gelişmektedir. Kapitalist modernitenin erkek egemen zihniyetine ve yaşamına karşı kadının gelişen mücadelesi evrensel düzeyde toplumu etkilemekte ve harekete geçirici olmaktadır. Artık çağımızda toplumsallığı ve dayanışmayı geliştiren en temel dinamik kadındır. Toplum kadın özgürlüğü etrafında bir araya gelmekte ve mücadelesini anlamlandırıp yürütmektedir. Öte yandan kapitalist modernitenin sömürüsü ve yol açtığı sorunlar evrensel boyutta olduğundan, ona karşı evrensel düzeyde bir mücadelenin gereği ortaya çıkmaktadır. Toplumun küresel düzeyde mücadelesi olmadan kapitalist moderniteye karşı sonuç almak ve doğayı, yaşamı, tüm insanlığı tehdit eden sorunlara çözüm bulmak mümkün değildir. Böyle bir mücadeleyi en iyi formüle eden ve ona içerik kazandıran anlayışı ise Önder Apo ortaya koymuştur. Kadının erkek egemen zihniyete karşı gelişen mücadelesine toplumsal içerik kazandırarak ideolojik teorik çerçeveye kavuşturan da Önder Apo olmuştur. Kapitalist modernite güçlerinin Önder Apo’ya yönelik olumsuz tutumlarının nedeni budur. İmralı’da Önder Apo’ya yönelik geliştirilen tecrit ve işkence sistemi kesinlikle kapitalist modernite güçlerinden bağımsız değildir.
Kapitalist modernite esas olarak toplum üzerinde geliştirdiği ideolojik hegemonyayla ayakta kalmakta ve egemenliğini sürdürmektedir. Eğer bu olmasaydı yol açtığı bunca ağır toplumsal sorunlara rağmen daha hızlı bir çözülme yaşaması kaçınılmaz olurdu. Bilim ve tekniği tekeline alarak toplumun aleyhine olacak şekilde kullanıma çabası da sonuç vermeyecektir. Bilim ve teknik tarih boyunca toplumun en değerli ürünleri olarak ve toplumsal yarar için geliştirilmiştir. Fakat kapitalist modernite tekeli altına aldığı bilim ve teknik en fazla toplum karşıtı araçlara dönüştürülmüştür. Bilim ve teknik başta olmak üzere toplumsal öze sahip olan her şey bireycilik geliştirilerek toplum karşıtı yapılıyor. Bu, liberalizm ideolojisidir. Liberalizm toplumsallığa karşı icat edilen bir ideolojidir. Bu ideolojinin sistemi de kapitalist modernitedir.
Kapitalist modernitenin yol açtığı sorunlar artarak devam etmektedir. Yaşamın her alanı sorunlu ve krizli hale gelmiştir. Bu, kapitalist modernitenin toplum karşıtı karakterinden kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte kapitlist modernite sisteminin yol açtığı sorunlar arttıkça, toplum tarafından daha fazla sorgulanmasına neden olmaktadır. Toplumun ve doğanın karşı karşıya olduğu sorunların kapitalist modernite sisteminden kaynaklandığı bilinci gittikçe gelişmektedir. Kadının gelişen mücadelesi ve ekolojik duyarlılık bu gelişmenin en önemli sonuçlarıdır. Bu durum kapitalist modernite sistemini zayıflatmaktadır. Fakat liberalizmin bireyci ideolojisi aşılamadığından sistemin sınırlarını aşmak ve alternatif yaşamı geliştirmek yaşanmamaktadır.
İmralı’da Önder Apo’ya uygulanan tecrit ideolojiktir
Kapitalist modernitenin egemenliğini sürdürmek için başvurduğu yöntemlerden biri de Önder Apo’ya yönelik yaklaşım ve sürdürülen tecrittir. Çünkü Önder Apo kapitalist modernite gerçeğini tüm boyutlarıyla ortaya koymuş ve kapitalist moderniteye karşı yeni bir modernitenin ideolojik teorik çerçevesini geliştirmiştir. Bu, kapitalist modernite güçleri tarafından tehlikeli görülmektedir. Dolayısıyla Önder Apo’ya yönelik yaklaşım ideolojiktir. İmralı’daki tecridin böyle bir boyutu vardır. Zaten bundan dolayı Önder Apo’ya yönelik uluslararası komplo gerçekleştirilmiştir. Önder Apo’ya yönelik sürdürülen tutum ve tecrit uluslararası komplonun hala devam ettiğini göstermektedir. Europol’un hazırladığı rapora bakıldığında kapitalist modernitenin Önder Apo’ya yaklaşımı anlaşılmaktadır. Bu rapor bir taraftan Avrupa devletlerinin Türk devletinin Kürt soykırımı politikalarına olan desteğini ortaya koymakta, öbür taraftan da kapitalist modernite merkezlerinin Önder Apo’ya yaklaşımlarını göstermektedir. Önder Apo’ya yönelik yaklaşımın bu kapsamda olduğunu görmek çok önemlidir. Bu bilinmeden ne tecridin mahiyeti doğru anlaşılabilir ne de tecride karşı yeterli bir mücadele verilebilir. Dolayısıyla tecride karşı tutum ve Önder Apo’yu sahiplenme ve fikirlerini yayma çalışmaları kapitalist moderniteye karşı mücadelenin önemli bir boyutu olmaktadır. Öte yandan, tecrit kapitalist modernite güçleri tarafından sürdürüldüğünden, tecride karşı mücadelenin de uluslararası boyutta olması gerekmektedir. Bu bilinç ve kapsamla Önder Apo gerçeğine yaklaşmamız ve tecride karşı daha güçlü ve etkili bir mücadele geliştirmemiz gerekir.
Kapitalist modernite sistemi büyük bir ekonomik krizin içerisindedir ve sorunlarına çözüm bulma kabiliyetini tümüyle yitirmiştir. Eskiden yeni alanlara açılarak krizin biraz ötelenmesi ve göreceli bir rahatlama olabiliyordu. Fakat artık böyle bir imkan yoktur. Çünkü kapitalist modernite sisteminin dünyada ulaşmadığı, girmediği yer kalmamıştır. Açılımlar yapılarak krizlere çare bulunamayınca sistem güçleri arasında birbirine üstünlük kurma ve beslenme kaynaklarını ele geçirme mücadelesi öne çıkmaktadır. Sistem merkezleri arasında bu tarz yeni bir rekabet ve mücadele gelişmektedir. Önder Apo sistem içi güçlerin birbirine üstünlük sağlama mücadelesinin gelişeceğini ve bunun dünya savaşı biçimi alacağını çok önceden belirlemiş ve bu süreci Üçüncü Dünya Savaşı olarak tanımlamıştır. Önder Apo’nun bu öngörüsü doğrulanmıştır. Bugün bu sürecin bir dünya savaşı biçiminde geliştiği herkes tarafından kabul edilmektedir. Üçüncü Dünya Savaşı olarak süren mücadele daha önceki dünya savaşlarından farklı özellikler taşımaktadır. İki dünya savaşında 80 milyonu aşkın insan hayatını kaybetmiştir. Birçok ülke ve zenginlikler tahrip edilmiş, harabe olmuştur. Kapitalist modernitenin bu savaşlardan çıkardığı bir sonuç da aynı savaşların tekrarına girmemektir. Öte yandan görüldüğü gibi Üçüncü Dünya Savaşı uzun bir sürece yayılmıştır. Hem savaşın kapsamı hem de zamanı belirsizdir.
Dünya savaşlarının en önemli sonuçlarından biri de taraflar arasındaki çelişkilerin derinleşmesi ve gittikçe aralarında belli bir bloklaşmanın gelişmesidir. Bu durum aynı zamanda dünya savaşlarının nedeni de olmaktadır. Ukrayna savaşı dünyada bloklaşmanın artmasına yol açmıştır. Böylesi durumda en çok faydalananların başında Türk devleti gelmektedir. Çünkü Türkiye sahip olduğu jeopolitik konumu gereği dengelerin oluşmasında önemli bir yeri vardır ve kutuplaşma arttıkça Türkiye’nin önemi artmaktadır. İki kutuplu dünya sisteminden en çok yararlanan devletlerden biri Türkiye olmuştur. Şüphesiz Türk devleti sahip olduğu bu avantajı Kürt soykırımı politikalarına destek almak için kullanmaktadır. Önder Apo’ya yönelik geliştirilen uluslararası komplo da dahil NATO’nun Kürt soykırımı politikalarına olan desteği bunun sonucudur. Türkiye jeopolitik ve jeostratejik konumunu Birinci Dünya Savaşı’nda, Ekim Devrimi sürecinde de çok iyi değerlendirmiştir. Bir taraftan Ekim Devrimine göz kırpmış, Sovyetlerin desteğini almış, öte yandan İzmir İktisat Kongresi’yle Avrupa’ya dönük kararlılığını ortaya koymuştur. Geçmişte Sovyetlerin güneye inmesinin engellenmesi ve Ortadoğu’daki dengeler açısından ABD ve NATO tarafından Türkiye’ye rol verilmişti. Sovyetlerin dağılması ve iki kutuplu dünya sisteminin sona ermesinden sonra da Türkiye jeopolitik konumundan dolayı var olan önemini sürdürmüştür.
TC Ukrayna savaşından yararlandığı desteği Kürt soykırımı için kullanmaktadır
Başat güç olma mücadelesinin sonucu olarak gelişen Ukrayna savaşının dayandığı temelleri anlamak önemlidir. Rusya hem Çarlık hem de Sovyetlerden gelme bir imparatorluk geleneğine sahiptir ve yayılmacı bir karakteri vardır. Rusya açısından Ukrayna’ya egemen olmak büyük güç olma yolunda önemli bir adımdır. Ukrayna’ya sahip olmadan Rusya kabuğundan tümüyle çıkamaz ve küresel bir konuma yükselemez. Rusya bu hevesle Ukrayna’ya yönelmiş ve Ukrayna’yı egemenliği altına almayı amaçlamıştır. ABD ise NATO’yu aktifleştirerek ve Avrupa devletlerini bir araya getirerek bunu engelleme yoluna başvurmuştur. Ukrayna savaşının altında yatan gerçek budur. Bununla birlikte Ukrayna savaşı aynı zamanda Üçüncü Dünya Savaşı’nın hüküm sürdüğü koşullarda bir denemedir. Bu savaşın sonucu Üçüncü Dünya Savaşı’nın gidişatını da etkileyecektir. Öte yandan Ukrayna savaşı güç merkezleri arasında belli bir bloklaşmaya yol açtığından, jeopolitik konumundan dolayı, Türkiye’nin önemi de artmıştır. Kutuplaşmalar her zaman Türkiye’nin önemini arttıran bir faktör olmaktadır. Ukrayna savaşıyla birlikte Türkiye’nin bu durumu nasıl kullandığı, bir taraftan Ukrayna-Rusya savaşından yararlanmaya çalışırken diğer taraftan ise hem ABD-Avrupa-NATO cephesiyle hem de Çin Rusya-İran cephesiyle ilişkiler geliştirerek herkesten destek sağlamaya çalıştığı bilinmektedir. Türk devleti bundan sağladığı desteği Kürt soykırımı politikalarını sürdürmekte kullanmaktadır. Esasında AKP-MHP iktidarı geçmiş süreçte buna dayanarak ayakta kalabildi ve bugün de bununla yürümeye çalışmaktadır. Rusya-Ukrayna savaşı AKP-MHP iktidarını gerçek anlamda kurtaran bir faktör olmuştur.
Ortadoğu’da sorunlar köklüdür ve sorunların çözümü ötelenmiştir. Bundan dolayı değişim ağır olsa da Ortadoğu gelişmelerden en çok etkilenen ve değişim potansiyeline sahip bir alandır. Ortadoğu’da sorunların kaynağında ulus -devlet vardır. Günümüzde ulus-devlet ancak faşizmle ayakta kalabilmektedir. Türkiye’nin içerisinde bulunduğu durum buna örnektir. Ortadoğu’da kendini en ulus-devlet gören Türkiye, AKP-MHP faşizmiyle yönetilmektedir. Ne var ki ulus-devlet sistemi aşılma evresini yaşıyor. Bugünkü Ortadoğu’daki ulus-devletler esasında kabuk olarak vardırlar. Birinci Dünya Savaşı sürecinde oluşturulan Ortadoğu ulus-devlet sistemi ABD’nin Irak’a müdahalesiyle başlayan Üçüncü Dünya Savaşı sürecinde aşılma sürecine girmiştir. Bilim ve teknikteki gelişmelerin yol açtığı değişim ve bağımlılığın gittikçe arttığı küresel dünya sisteminde ulus-devletin varlığını koruması mümkün değildir. Öte yandan küresel sermeye sistemine göre henüz bir dünya sistemi oluşmadığından İran, Türkiye, Pakistan, Suudi gibi devletler hala ulusdevlet olarak varlığını korumaya çalışmaktadırlar. Suriye bile eski ulus-devlet sistemine ulaşmayı hayal etmektedir. Fakat ulus-devlet açısından bu durum konjonktüreldir ve esasta ibre tersi yönde dönmektedir. Kapitalizmin doğuş çağı ulus-devletlerin genç ve dinamik devletler olarak ortaya çıktığı bir zamandı. Kapitalizmin kriz ve bunalım süreci dediğimiz bugünkü süreç ise ulus devletlerin miadını doldurduğu ve bir biçimde mutlaka aşılmakla yüz yüze kaldıkları bir süreç olmaktadır. Bunun ilk dönemini 16. Louis, son dönemi olan aşılma dönemini ise Saddam temsil etmiştir. Öte yandan Ortadoğu’da ulus-devlet sistemini aşındıran bir diğer önemli faktör ise ulus-devlet sisteminin Ortadoğu toplumsal gerçeğiyle olan çelişkisidir. Ortadoğu’da toplumun halklar, inançlar, mezhepler, dil ve kültür toplulukları olarak artan özgürlük ve demokrasi mücadelesi ulus-devlet sistemini zorlamakta ve adeta bu gömleği yırtmaktadır.
Faşist saldırganlığı en fazla püskürten gerilla olmuştur
AKP-MHP iktidarı 24 Temmuz 2015’ten beri bize karşı sert bir savaşa girişmiştir. AKP-MHP iktidarının hedefi Hareketimizi tasfiye etmek ve Kürt soykırımını gerçekleştirmektir. Biz de Hareket ve halk olarak sekiz yıldır bu faşist saldırılara karşı direniyor, faşist AKP-MHP iktidarını yıkarak tasfiye ve soykırım konseptini boşa çıkarmaya çalışıyoruz. Sekiz yıldır sürdürdüğümüz kesintisiz direniş ve mücadeleyle tasfiye ve soykırım konseptinin sonuca ulaşmasını engelliyoruz. Bununla da sınırlı kalmıyor, faşizme karşı direnişimiz ve demokratik modernite çizgisinde yürüttüğümüz mücadeleyle Türkiye ve Ortadoğu’da gelişme yaratan başat güç konumunda bulunuyoruz. Şüphesiz direnişe en fazla öncülük eden ve faşist saldırganlığı kırıp püskürten gerilla olmuştur. Gerillanın yürüttüğü bu direniş kesinlikle tarihin en kahramanca ve destansı direnişlerinden biridir. Gerilla çağın en gelişmiş tekniğine karşı tamamen fedai bir ruhla savaşmaktadır. Türk ordusunun savaş tarzı artık tümüyle tekniğe dayalıdır. Gerilla ise geliştirdiği yeni taktiklerle ve Apocu fedai tarzla bu tekniğe karşı savaşıyor. Öte yandan Türk devleti sadece teknikle değil, başta kimyasal ve taktik nükleer silahlar olmak üzere birçok yasaklı silah kullanmaktadır. Türk devleti tüm gelişmiş tekniğe rağmen gerillanın direnişi karşısında başarısız kalınca ağır insanlık suçu kapsamına giren yasaklı silahlara başvurmuş ve bu silahları gerillaya karşı yoğunca kullanmıştır. Bu yasaklı silahların NATO tarafından Türk devletine verildiği çok açıktır. Çünkü Türk devletinin elinde bu silahlar yoktur. Türkiye’nin nükleer silah üretme imkanı ve kapasitesinin olmadığı bilinmektedir. Türk ordusunun kullandığı bu silahlar NATO silahlarıdır. Dolayısıyla gerillaya karşı kullanılan silahlar ABD, Avrupa ve NATO’nun bilgisi ve onayıyla olmaktadır. ABD ve Avrupa devletlerinin bu durum karşısında tam bir sessizlik içerisinde olması bundan dolayıdır. Çünkü kendileri de bu suçun ortağıdırlar. Zaten soykırımcı sömürgeci Türk devletine karşı yürüttüğümüz mücadele baştan beri NATO’ya karşı yürütülen bir mücadele olmuştur. Türk devleti bugüne kadar ABD, Avrupa devletleri ve NATO’dan aldığı desteğe dayanarak bize karşı savaşı sürdürmüştür. Şimdi bu desteğe yasaklı silahlar da eklenmiştir. İşte gerilla bunca tekniğe ve yasaklı silahların kullanıldığı tarihin en ağır saldırganlığına karşı direnmektedir. Gerillanın öncülük ettiği bu direnişin ve fedai ruhun derinden hissedilmesi ve anlaşılıp her yerde buna göre hissedilip, yaşanması çok önemlidir. Bizi var eden ve her şeyimizi anlamlı kılan gerillanın öncülüğünü yaptığı direnişe dayalı bu mücadelemizdir. Kendimizi buna göre ele almalı, oluşturmalı ve çalışmalıyız. Gelişmeleri de buna göre ele almalı ve değerlendirmeliyiz. Bu gerçeklikten kopuk veya bu gerçeği esas almayan hiçbir değerlendirme ve çalışma doğru olamaz ve mücadelemize katkı sunamaz.
Biz Türk devletine ve AKP-MHP’ye karşı çok yönlü ve büyük bir mücadele veriyoruz. Çünkü biz bu faşist iktidarı yıkıp devletin zihniyetinde bir kırılma yaratmak istiyoruz. Bu bakımdan bizim ortaya çıkan bütün imkanları AKP-MHP’nin zayıflatılması ve yıkılması için değerlendirmemiz doğru bir yaklaşımdır.
Önder Apo savunmalarında AKP-MHP faşist ittifakının karakterini ve dayandığı tarihsel temelleri ortaya koymuştur. Bu ittifakın oluşması ve iktidara getirilmesi Türk devletinin Kürt düşmanı zihniyetini değiştirmemesinin ortaya çıkardığı bir sonuçtur. Dolayısıyla bu ittifakın arkasında bütün bir devlet gücünün ve onun geleneksel zihniyetinin birikimi ve birleşimi vardır. Bu ittifakın kurulmasıyla Türk devletinin soykırımcı ve faşist yüzünü örten perdeler de düşmüş ve gerçek yüzü ortaya çıkmıştır. Türk devletinin gerçek yüzünü örten maskeler tümüyle düştüğünden AKP-MHP iktidarı dincilik, milliyetçilik ve popülist söylemlerle kitleleri yönlendirmeye çalmaktadır. Bunun için her türlü özel savaş yöntemleri ve algı operasyonları geliştirilmektedir. Aslında AKP-MHP ittifakı soykırımcı sömürgeci Türk devletinin başvurduğu ve öne sürdüğü son karttır. Bu kartın düşmesiyle birlikte geleneksel soykırımcı devlet zihniyeti çözülüp dağılacağından tüm imkanlar tasfiye konseptinin sonuca ulaşması için seferber edilmektedir.
PKK’nin ortaya çıkışı Lozan Antlaşması’nın soykırım politikasını önledi
Lozan Antlaşmasının yüzüncü yılına girmiş bulunuyoruz. Kürt soykırımının uluslararası düzeyde onaylanması ve desteklenmesi Lozan Antlaşması’yla olmuştur. Şimdi Lozan Antlaşması’nın yüzüncü yılı tamamlanmış oluyor. Lozan Antlaşması’yla Kurdistan bölünüp parçalandı, Kürt halkı inkar ve imha politikalarına tabi tutuldu ve yok edilmesi hedeflendi. Türk devleti geçen yüz yıllık zaman içerisinde bunun olması için çalıştı. Fakat PKK’nin ortaya çıkışı ve diriliş devriminin gerçekleşmesi Kürt soykırımı planının başarıya ulaşmasını engelledi. Dolayısıyla PKK’nin çıkışı Lozan Antlaşması’nda belirlenen hedeflerin gerçekleşmesini önledi. Türk devleti hareketimizi ortadan kaldırmadan Kürt soykırımını gerçekleşemeyeceğini görünce elli yıldır hareketimizi tasfiye etmeye ve yarattığı gelişmeleri ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Güney Kurdistan’daki gelişmeler de dahil olmak üzere bunun için vermediği taviz kalmamıştır. Türk devleti Güney Kurdistan’daki oluşumu da PKK’nin tasfiyesi karşılığında kabul etmiştir. Yoksa gerçekte Kürtlerin iradesini tanıma gibi bir yaklaşımı yoktur. Rojava’ya olan yaklaşımı Türk devletinin gerçek karakterini ortaya çıkarmaktadır. Dolayısıyla Türk devletinin Kürtlere yaklaşımını KDP’yle olan ilişkilerine bakılarak olumlu olarak değerlendirmek son derece yanlış ve aldatıcıdır. Böyle bir yaklaşımın gelişmesi için özel bir çaba yürütülüyor. Türk devleti ve maddi zenginlik ve çıkar peşinde olan işbirlikçi ihanetçi bazı Kürt kesimleri bu algıyı oluşturmak istemektedir. Gerçekte ise işbirlikçi ihanet soykırım politikasının bir parçasıdır.
Tabi öncelikle Türk devletini ve karşı karşıya olduğumuz AKP-MHP iktidarını iyi tanımamız gerekir. Türk devleti Kürt düşmanı bir karaktere sahiptir ve Türkiye’de gerçekte işleyen tek bir yasa vardır, o da Kürt soykırımı yasasıdır. Kürt soykırımının gerçekleşmesi için Türk devletinin yapmayacağı bir şey, taviz veremeyeceği bir konu yoktur. Bunun için her türlü tavizi verebilir, her türlü ilişkiye girebilir. Dolayısıyla Kürtlük söz konusu olduğunda Türk devletini sınırlandıracak bir şey yoktur. Bu konuda olumlu sonuç alacağına kanaat getirdiğinde her türlü riski göze alacağı gibi, hiçbir yasa, kanun, ilkeyi de dikkate almaz. Kürt soykırımı konusunda Türk devletini tek bir şey durdurabilir, o da mücadeledir. Ancak mücadelenin geliştirilmesiyle Türk devletinin Kürt düşmanlığına dayalı zihniyetini kırabilir veya değiştirebiliriz. Bunun dışında Türk devletini durduracak başka bir güç ve yöntem yoktur.
Gelinen aşamada Türk devleti Kürt sorununu daha fazla taşıyamamaktadır. Mücadelemiz Türk devletini bu noktaya getirmiştir. Fakat Türk devleti sorunu çözme yaklaşımına sahip olmadığından tüm gücünü ve dikkatini PKK’nin tasfiye edilmesine ve Kürt soykırımını sonuca ulaştırmaya vermiştir. AKP-MHP’ye bunu gerçekleştirme görevi verilmiş, AKP-MHP iktidarı da cumhuriyetin ikinci yüzyılına bu görevi tamamlayarak girmeyi amaçlamıştı. Sekiz yıldır bu konsept temelinde devletin tüm imkanları buna seferber edildi. Sadece imkanlar seferber edilmedi, devlet yeniden yapılandırıldı ve tümüyle faşist, diktatoryal bir niteliğe büründürüldü. Fakat AKP-MHP iktidarı bu görevi belirlenen zamanda yerine getiremedi. Başta gerillanın direnişi olmak üzere Kürt halkının ve dostlarının mücadelesi bu konseptin sonuca ulaşmasını engelledi. Bu sonuç AKP-MHP iktidarı açısından kesinlikle büyük bir başarısızlıktır. Buna rağmen tasfiye ve soykırım konseptini sürdürecek başka bir güç olmadığından AKP-MHP ittifakı devleti yönetme konumunu sürdürmektedir. Bu durum tasfiye ve soykırım konseptinin başka ayaklar da devreye konularak sürdürüleceğini göstermektedir. Çünkü geçen sekiz yıllık süreçte faşist saldırganlık ve özel savaş azami düzeyde uygulandı. Fakat bunlar konseptin başarıya ulaşmasına yetmedi. Şimdi yeni ayaklar da eklenerek tasfiye ve soykırım konseptinin sonuca ulaşması amaçlanmaktadır.
Bu sürecin en önemli gelişmelerden biri Türkiye ve Bakurê Kurdistan’da yapılan seçimler ve ortaya çıkan sonuçlar olmuştur. Bilindiği gibi çokça önem atfedilen seçimler yapıldı. Türkiye’deki seçimler birçok açıdan önemliydi. Özellikle AKP-MHP ittifakının iktidardan düşürülmesi açısından önem arz ediyordu. Kürtler ve Türkiye sosyalist ve demokrasi güçleri yerinde bir adımla seçimlere ittifakla girdiler. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise Emek ve Özgürlük İttifakı muhalefetin adayını destekledi. Netice olarak Tayyip Erdoğan seçimin kazananı olarak sunulduysa da Kurdistan’da ortaya çıkan sonuç AKP-MHP açısından tam bir yenilgi olmuştur. Seçimlerin demokratik ve adil olmayan şartlarda yapıldığı ve esasında AKP-MHP iktidarının Türkiye toplumunun desteğini alamadığı herkesçe bilinen bir gerçekliktir. Fakat ortaya böyle bir sonuç sunuldu. Çünkü AKP-MHP’nin yeniden iktidar olması için devlet içerisinde bir mutabakat yapılmıştı ve seçim sonucu belirleyen bu mutabakat olmuştur. Devlet içerisinde böyle bir mutabakatın yapılmasının temel nedeni ise PKK ve Kürtlere karşı geliştirilen tasfiye konseptinin sürdürülmesidir. Zaten seçim sürecinde AKP-MHP’nin yürüttüğü kampanyadan bu durum rahatlıkla anlaşılmaktaydı. AKP-MHP’nin seçim sürecinde izlediği politika ve yürüttüğü kampanya hiçbir açıdan normal olmamıştır. Kürt düşmanlığına dayalı milliyetçi, şoven, faşist bir dalga estirilerek büyük bir manipülasyon yaratıldı. Türkiye’deki muhalefet kesimleri bu manipülasyonun altında ezildi. Ezilmekle de kalmadı kendisinin de bu rolü oynayabileceğini düşünerek çok kötü ve olumsuz bir taklide girişti ve sonuçta Türkiye toplumunun çok önem verdiği bu sürecin AKP-MHP’nin arzu ettiği biçimde sonuçlanmasına neden oldu. Kurdistan’da ise işbirlikçi, ihanetçi, kontra güçler yedeğe alınmasına ve baskı en üst seviyeye çıkarılmasına rağmen tersi bir sonuç ortaya çıkmıştır. Kürt halkı çok net bir tutumla Kurdistan’da AKP-MHP faşizmine Kurdistan’da yer olmadığını ortaya koymuştur. Bunca baskı, manipülasyon ve faşist saldırganlığa rağmen Kürt halkının ortaya koyduğu bu tutum son derece anlamlıdır. Aslında AKP-MHP iktidarı baskı ve saldırılarla Kürt halkını tutumundan vazgeçiremediğini bildiğinden tüm işbirlikçi, ihanetçi, kontra kesimleri yedeğine alarak Kurdistan’da varlık göstermeyi amaçlamış, fakat bununla da başarılı olamamıştır.
Seçimlerde demokratik siyasetin izlediği ittifak politikası doğruydu. Hedeflenen düzeyde sonuç alınamamasının nedeni seçim stratejisi değil, tam tersine demokratik ittifak yaklaşımının yetkince kavranıp geliştirilememesidir. Dolayısıyla Kürtlerin ve Türkiye sosyalist ve demokrasi güçlerinin Emek ve Özgürlük İttifakı’yla seçimlere girmeleri çok doğru bir adım olmuştur. Demokratik siyaset, mücadelenin önemli bir alanıdır. Sadece seçimle sınırlı bir alan değildir. HDP’nin ortaya çıkmasıyla demokratik siyaset güçlü bir kimliğe ve toplumsal zemine kavuşmuştur. Türkiye siyasetinde yeni bir çizgi ortaya çıkmıştır. Önder Apo’nun Türkiye devrimci demokratik güçlerin demokratik ittifakını geliştirmek için önemli bir çabası olmuş ve bu çaba üçüncü siyasi çizgi olarak somutlaşmıştır. Bu önemli bir gelişmedir. Önder Apo Kürt sorununun çözümünü Türkiye’nin demokratikleşmesinde gördüğünden böyle bir çalışmayı geliştirmiştir. Bunun demokratik siyaset alanında da gelişmesi önemli bir adım olmuştur. Şüphesiz daha önce de demokratik siyaset alanında Kürtler ile sol, sosyalist güçler arasında çeşitli ortaklıklar kuruluyordu. Fakat bunlar seçim endeksliydi. Taraflar güç birliği yaparak seçimlerde daha iyi sonuç almayı hedefliyordu. Fakat HDP’yle bu ilişki stratejik bir aşamaya vardı ve bir sisteme kavuştu. Böylece Kurdistan’daki mücadeleyle açığa çıkan zemin üzerinden Kürt halkıyla Türkiye’nin geniş demokrasi çevreleri ortak mücadele etrafında bir araya gelmiş ve Türkiye’nin geniş halk tabanına açılarak önemli bir gelişme yaratılmıştır. AKP – MHP iktidarı yoğun manipülasyon ve baskılamayla önünü almaya çalışsa da üçüncü siyasi çizgi Türkiye toplumu tarafından sempatiyle karşılanmakta ve umut olarak görülmektedir.
Seçimler esas olarak Emek ve Özgürlük İttifakı ile faşist blok arasında gerçekleşti
Seçim sürecinde yaşanan gelişmelere ve ortaya çıkan sonuçlara dikkatlice bakıldığında seçimlerin esasında Erdoğan ile Kılıçdaroğlu arasında veya Cumhur İttifakıyla altılı masa arasında değil, HDP’nin öncülük ettiği Emek ve Özgürlük İttifakı ile AKP-MHP’nin öncülük ettiği faşist blok arasında gerçekleştiği görülecektir. Demokratik siyasetin bu gerçeği iyi görmesi ve gerekli sonuçları çıkarması önemlidir. Eğer bu gerçeklik demokratik siyaset alanındaki tüm güçlerce iyi anlaşılırsa ortaya çıkan yetersizliklerin kavranması ve aşılması da mümkün olur. Seçim süreci boyunca AKP-MHP’nin ve dolayısıyla devletin yapmaya çalıştığı esas şey Emek ve Özgürlük İttifakı’nı parçalamak ve zayıf düşürmek olmuştur. Dikkat edilirse altılı masaya olan yönelimler de Emek ve Özgürlük İttifakı’nın zayıflatılması
temelinde olmuştur. Zaten altılı masa Emek ve Özgürlük İttifakı’nın parçalanması ve zayıflatılması politikasına ortak edilmiştir. AKP-MHP, kendileri iktidarda olmazsa CHP ve diğerlerinin PKK’yle savaşı ve Kürt soykırımı politikalarını yetkince yürütemeyeceğini belirterek devlet bekasının tehlikeye gireceğini öne sürerken, Türkiye’deki muhalefet, amiyane tabirle buna balıklama atlayarak daha iyi yapacağını söylemekle daha baştan beri kendisine biçilen rol çerçevesinde hareket etmiş ve hiç şüphesiz kaybetmiştir. Türkiye’deki muhalefet AKP-MHP’yi taklit ederek AKP-MHP’den daha fazla faşist söylemleri kullanarak bunun olumlu karşılanacağı yanılgısı içerisinde olmuştur. Şüphesiz önemli olan sistem içi muhalefet değil, demokrasi güçlerinin bu süreçten gerekli doğru sonuçları çıkararak daha güçlü bir çıkışı yapmalarıdır. Çünkü devletin tehlikeli gördüğü esas güç CHP ve diğer sistem içi muhalefet kesimleri değil, Emek ve Özgürlük İttifakı’nı oluşturan Kürtler ve Türkiye devrimci, demokratik ve sosyalist güçleri olmaktadır. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın parçalanması ve zayıflaması için iki taraflı saldırı gerçekleştirmiştir. Bunlar Kürt milliyetçiliği ile sol sekter anlayışlar olmuştur. Maalesef AKP-MHP’nin geliştirdiği bu manipülasyon Emek ve Özgürlük İttifakı tarafından teşhir edilip etkisizleştirilemediği gibi, yer yer bunun etkisinde kalınarak bazı söylem ve pratikler geliştirilmiştir.
Özel savaş merkezinin HDP ve demokratik siyaset alanına yönelik saldırısı kesintisiz bir biçimde seçimden sonra da sürdürülmüştür. Saldırının seçimlerden sonra da sürdürülmesi AKP-MHP’nin demokratik siyasete yönelik bir plan içerisinde olduğunu ve bu planın gerçekleştirilmesi için bu saldırının yapıldığını göstemektedir. Çok açıktır ki AKP-MHP’nin planı demokratik siyaseti tasfiye etmektir. Demokratik siyaseti çizgisinden saptırarak Türkiye siyaseti üzerindeki belirleyici konumdan çıkarmak ve böylece zayıf düşürüp etkisizleştirmektir. Üçüncü siyasi çizgi demokratik ulus, ortak mücadele, birlikte yaşam, kadın özgürlükçü anlayışı ve Kürt sorununun demokratik çözümü başta olmak üzere demokratikleşme temelinde sorunların çözümüne dayalı yaklaşımıyla Türkiye toplumunun ilgisini çekmekte ve toplumdan çok önemli destek görmektedir. Eğer bu anlayış temelinde daha fazla çalışılır ve geniş toplumsal kesimlere ulaşılırsa üçüncü siyasi çizginin çok büyük gelişme sağlayacağı ve Türkiye toplumunun önemli bir çoğunluğu yönünü üçüncü siyasi çizgiye vereceği çok açıktır. Böyle bir durumda milliyetçilik, dincilik, gericilik geriler ve Türkiye faşizmden arınarak sorunlarını demokrasiyle çözme yoluna girer. Türkiye’de Kürt sorununun demokratik siyasi çözümü de bu şekilde mümkün olur. Ne var ki Kürt sorununun demokratik çözümü değil, Kürt soykırımının gerçekleşmesi için çalışan AKP-MHP ve milliyetçi soykırımcı zihniyetten mustarip tüm devlet odaklı kesimler üçüncü siyasi çizginin böyle bir gelişme yaşamaması ve zayıflayıp etkisizleşmesi için söz konusu saldırıları geliştirmektedirler. HDP ve demokratik siyasete yönelik saldırılar bu amaçla başlatıldı ve sürdürülmektedir. Görüldüğü gibi bu saldırılar çeşitli algılar yaratılarak başlatılmıştır. Özellikle Kürt milliyetçiliği adıyla bu yapılmaktadır. Böylece Kürt halkı Türkiye toplumundan ve Türkiye demokrasi güçlerinden kopartılarak Kürt soykırımının gerçekleşmesinin önü açılmak istenmektedir. Tabi birçok insan duygusal yaklaşım sonucu bu algıdan etkilenmekte ve bu algının yönlendirmesiyle hareket edebilmektedir. Zaten böyle bir durumun olması için böylesi faaliyetler yapılmaktadır. Özel savaş merkezince geliştirilen bu faaliyetin hedefi toplumdur. Dolayısıyla halkın ve yurtseverlerin bu algı operasyonunun mahiyetini bilerek hareket etmeleri çok önemlidir.
Türk devletinin inkar ve imha politikası dışında farklı bir arayışı yoktur
Kürt milliyetçiliği algısını oluşturanlar devlet içerisindeki kimi hain işbirlikçi Kürt kesimleri veya şahsiyetleridir. Bunlar AKP-MHP’nin yanında yer alan ve maddi kazanç ve servet içerisinde yaşayan hain Kürtlerdir. Bugüne kadar Kurdistan’ın özgürlüğü için hiçbir bedel ödememiş sahtekar kişiliklerdir. Tırnakları bile zarar görmemiştir. Bırakalım bedel ödemeyi, tam tersine Türk devletinin Kürt soykırımı politikasından nemalanmaktadırlar. Peki, böyleyken nasıl olur da milliyetçilikten bahsedebilirler? Hem de devletin yanında durarak! Önder Apo bu kadar ağır tecrit altındayken, halkımız her gün şehitler verirken, baskı, gözaltı ve işkence altındayken, Rojava, Şengal, Mexmûr’a saldırılar yapılırken, devlet hiç kimsenin bir söz söylemesine bile tahammül etmezken nasıl olur da bu kişiler rahatça yaşayabiliyor, hiçbir engelle karşılaşmadan Kürtlükten bahsedebiliyorlar? Besbelli ki bu bir operasyondur ve AKP-MHP’nin yürüttüğü konseptin bir parçasıdır. PKK Kurdistan’da mücadele etmeyi ön gören yurtseverlik çizgisini geliştirmiş ve her türlü sahte milliyetçiliği bitirmiştir. Kurdistan’da iki çizgi vardır, bunlar mücadele çizgisi ve Türk devletinin inkar ve imha çizgisidir. Bunlar dışında başka bir çizgi yoktur. Kendisine Kürt veya Kürt milliyetçisi diyen herkesin öncelikle devlete karşı durması ve mücadele etmesi gerekmektedir. Hem kendini milliyetçi görecek hem de devletin yanında duracak, mücadele etmeyecek! Bununla da kalmayacak, bir de PKK’ye saldıracak! Böyle bir Kürt milliyetçiliği nasıl olabilir? Açık ki bu bir devlet operasyonudur. Halkımızın ve yurtsever insanlarımızın bu algının nasıl ve ne amaçla geliştirildiğini bilerek hem kendileri buna düşmemeli hem de buna karşı mücadele etmelidir. Kürt halkının kendi içerisinde en geniş birlikteliği ve örgütlenmeyi sağlayarak ve Türkiye demokrasi güçleriyle de demokratik ittifaklar kurarak gücünü büyütme yaklaşımı çok önemlidir. Önder Apo’nun Kürt sorununun demokratik çözümünün sağlanması için geliştirdiği bu yaklaşım bizim için hayatidir. Seçimde ortaya çıkan yetersizlikleri demokratik siyasetin çizgisinde ve ittifak yaklaşımında değil, halk çalışmasının yeterince yapılmamasında, toplumun yetirince eğitilip örgütlendirilmemesinde, halkın sürece katılımının sağlanamamasında, kısacası doğru ve yeterli çalışmanın yapılmamasında aramak gerekir. Kürt halkının Türkiye demokrasi güçleriyle ittifak kurması Kürtleri zayıflatmaz, tam tersine güçlendirir. Aynı şekilde Kürtlerle ittifak yapmak Türkiye demokrasi güçlerini zayıflatmaz, daha da güçlendirir. Bunun tersini söylemek veya düşünmek kesinlikle yanlıştır. Türk devleti Kürtleri yalnız bırakarak mücadelesini daha rahat ezmek için bu algıyı geliştiriyor. Demokratik siyasete yönelik geliştirilen saldırıların esas amacı budur.
Tabi ki bunca faşist baskı altında ortaya çıkan sonuçlar ve özellikle halkın ortaya koyduğu tutum çok önemlidir. Bunun görülmesi ve öneminin anlaşılması gerekiyor. Fakat koşullar daha fazla sonuç almaya el veriyordu. Bunu da bilmek ve görmek gerekiyor. Türkiye’de özgürlük ve demokrasi isteği bu kadar öndeyken Cumhur ve Millet İttifakları milliyetçi ve tutucu bir söylemle toplumun karşısına çıktılar. İkisi de Türkiye toplumunun, Kürtlerin, Alevilerin, kadınların, gençlerin, emekçilerin, demokrasi ve özgürlük talep edenlerin beklentilerine cevap olacak durumda değillerdi. Daha güçlü bir halk çalışması ve daha geniş ittifaklar kurularak Türkiye toplumunun çoğunluğunun desteğini almak mümkündü. Bu yapılabilseydi bugünkü durumu değiştiren sonuçlar alınabilirdi. Fakat böyle bir yaklaşım ortaya konulamadığından Türkiye toplumunun yönü Cumhur ve Millet İttifakını oluşturan sistem partilerine oldu.
Seçimlerden sonra demokratik siyaset alanında yeniden yapılanma adıyla başlatılan süreç önemlidir. Halkın da dahil olduğu bir tartışma sürecinin başlatıldığını görüyoruz. Bunu olumlu bir adım olarak görüyoruz. Yürütülecek tartışmalarla yetersizliklere, hatalı ve yanlış duruşlara yol açan sebeplerin tespit edilip aşılmasıyla doğru ve güçlü bir çıkış yapılabilir. Demokratik siyasete yönelik geliştirilen özel savaş saldırılarının hangi yetersizliklerden, yanlış anlayış ve yaklaşımlardan kaynaklandığı ve bununla nasıl mücadele edileceği ve etkisizleştirileceği de ancak halkın doğrudan katıldığı böyle bir tartışma süreciyle ortaya konulup aşılması sağlanabilir. Demokratik siyasette esas olan toplumun demokratik siyaset çizgisi doğrultusunda eğitilmesi ve örgütlenmesidir. Sadece seçim süreçlerinde çalışmakla ve seçim çalışmalarıyla demokratik siyaset yapılamaz. Bu klasik devlet patilerinin siyaset yapma anlayışıdır. Bu anlayışta olanların amacı iktidar olmak, devlet olanaklarını ele geçirmek ve devlete dayanarak toplumu yönetmektir. Demokratik siyasetin ise misyonu ve fikri dayanağı farklıdır. Demokratik siyaset; iktidarı ve imkanları değil, toplumun siyasete katılımını öngören bir yaklaşıma ve anlayışa sahiptir. Bundan dolayı demokratik siyasette esas olan toplumun örgütlendirilmesidir. Bu da kesintisiz bir eğitim, örgütleme ve eylem çalışmasıyla olabilir. Eğer yeniden yapılanma süreci bu çerçevede gelişir, düzeltme esaslı bir yaklaşım ortaya konulursa başarılı sonuçlar alınır. Zaten halkın böyle bir isteği ve beklentisi vardır.
Seçimden sonra oluşturulan yeni hükümet tam bir özel savaş hükümetidir. Eğer bir değişiklik varsa, savaşı ve Kürt soykırımını daha kapsamlı yapacak bir kabine ekibinin varlığından bahsedilebilir. Bu da değişim değil, tasfiye ve soykırım politikalarında derinleşme ve faşizmin kurumsallaşması anlamına gelir. Faşist AKP-MHP iktidarı bunca saldırılara rağmen sekiz yıldır gerillanın ve halkın direnişini kıramadı ve tasfiye konseptini sonuca ulaştıramadı. Cumhuriyetin ikinci yüzyılına Kürt sorunu ve Kürt halkının özgülük mücadelesiyle girmek zorunda kaldı. Şimdi savaş ve soykırım konseptini daha fazla derinleştirerek kendisine verilen görevi tamamlamak istemektedir. Oluşturulan yeni hükümet bu hedefe ulaşmakla görevlendirilmiştir. Kabineye konulan isimler ise AKP-MHP’nin önümüzdeki süreçte izleyeceği yeni savaş politikasına göre belirlenmiştir. AKP-MHP iktidarı sadece
saldırılarla sonuç alamayacağını, gerillanın direnişini kıramayacağını ve halkın mücadelesini bastıramayacağını gördüğünden dış güçlerden daha fazla siyasi, askeri ve ekonomik destek alarak Kürt soykırımını öngören konsepti sonuca ulaştırma yöntemine başvurmuştur. Eğer geçen süreçte gerillanın direnişi kırılsaydı, Kurdistan halkı mücadeleden vazgeçirilip teslim alınsaydı ve seçimlerde demokratik siyaset geriletilip Kurdistan’da AKP-MHP’nin hakimiyeti geliştirilseydi böyle bir değişiklik gerek görülmeyebilirdi. Fakat bu başarılamadığından dış güçlerden daha fazla destek alacak bir kabine oluşumuna gidilmiştir. Öte yandan AKP-MHP iktidarı devleti tam manasıyla soyup soğana çevirmiştir. Toplumun tüm değerlerini Kürt halkına karşı yürütülen savaşa ve bu savaşı yürüten içteki savaş lobilerine ve çete ağalarına dağıtmıştır. Devlet eliyle toplumdan alınan tüm değerler savaş düzenine harcanmıştır. Zaten ekonominin dibe vurduğu, hazinenin bir bütün boşaltıldığı gizlenememektedir. Kabine değişikliğine gidilmesinin bir nedeni de dış güçlerden daha fazla parasal destek alacak yeni bir politik yaklaşımı geliştirmektir. Tüm bunlarla tasfiye ve soykırım konseptine daha fazla destek sağlamak hedeflenmektedir. Yoksa AKP-MHP’nin yaklaşımında herhangi bir değişiklik yoktur. Zaten faşist şef Tayyip Erdoğan, amaçlarının daha etkili bir dış politikayla hedeflerine destek sağlamak olduğunu belirterek yaklaşımlarını ortaya koymuştur. Bazı Kürt şahsiyetlerin kabineye alınması da tamamen Kürt soykırımı ve özel savaş konsepti kapsamındadır. Sadece kabineye değil, bunlardan bazıları vekil yapılmış, bazıları bürokraside görevlendirilmiştir. Bu şahsiyetlerin Kürtlükle, Kürt halkıyla hiçbir alakaları yoktur. Bunlar Kürtlüklerine ihanet etmiş, servet ve para peşinde koşan ve devlete hizmet eden şahsiyetlerdir.
NATO baştan beri Kürt soykırımı konusunda Türk devletine destek olmuştur
Litvanya’da yapılan NATO toplantısında öne sürülen şartlar ve varılan mutabakatlar Türk devletinin ve AKP-MHP iktidarının yaklaşımını ortaya koymaktadır. AKP-MHP iktidarı NATO’dan Kürt soykırımı politikalarına daha fazla destek olması şartıyla başta İsveç’in NATO’ya üyeliği olmak üzere diğer konularda adımlar atmayı kabul etmiştir. NATO da Türk devletine bu desteği taahhüt etmiştir. Bu aynı zamanda ABD, Avrupa ve NATO güçlerinin Kürtlere yaklaşımını da ortaya koymaktadır. NATO baştan beri Kürt soykırımı konusunda Türk devletine destek olmuştur. Türk devleti Kürt soykırımını ABD, Avrupa ve NATO’dan aldığı bu destekle yürütmektedir. Eğer bu destek olmazsa Türk devleti Kürt soykırımı politikasını sürdüremezdi. Şimdi de mücadelemiz karşısında başarısız kalan faşist AKP-MHP iktidarı ABD, Avrupa ve NATO’dan yeni destekler alarak Kürt soykırımı politikalarını sürdürme yoluna gitmiştir. Şüphesiz Türk devleti sadece ABD, Avrupa, NATO’dan değil, jeopolitik konumuna dayanarak Rusya başta olmak üzere ilişkilendiği tüm güçlerden Kürt soykırımına karşı desteklerini almaktadır.
Türk devletinin Rojava’ya yönelik planı bilinmektedir. AKP-MHP iktidarı sadece devrim güçlerini düşürmeyi ve devrimi tasfiye etmeyi değil, Kürtleri Rojava’dan sürerek sorunu kendisi açısından köklü olarak halletmeyi planlamaktadır. Bu plan kapsamında Türkiye’ye getirilen milyonlarca Suriyeli Rojava’ya yerleştirilmek isteniyor. Faşist şef Tayyip Erdoğan Kürt soykırımını öngören bu planı BM toplantısında anlattığında buna karşı hiç kimseden ne bir tepki ne de itiraz gelmişti. Tam tersine bu planın hayata geçirilmesine destek verildi. Efrîn, Serêkanî ve Girê Spî’nin ABD ve Rusya’dan alınan onay ve destekle işgal edildiği bilinmektedir. Dolayısıyla soykırımcı sömürgeci Türk devletini durduracak tek şey devrim güçleriyle halkın direnişidir. Bu bakımdan yoğunlaşma direnişin örgütlendirilmesi ve geliştirilmesi temelinde olmalıdır. Sadece Türk devletinin saldırıları karşısında değil, tüm saldırıları kıracak temelde bir hazırlık ve bunun kararlılığı olmalıdır. Görüldüğü gibi Rusya-Türkiye-Suriye-İran arasında dörtlü görüşmeler, Astana görüşmeleri gibi birçok görüşmeler yapılmakta ve bu görüşlerin temel konusu Rojava Devrimi’nin tasfiyesidir. Ulaşılan mutabakatlardan sonra bu güçlerin Rojava üzerinde birleşik baskısı gelişebileceği gibi kimi alanlara birlikte yönelme durumları da olabilir. İran ve Suriye Türk devletiyle konjonktürel çıkarlar için ortak hareket edebilirler. Rojava, sorunlarını Suriye’yle çözme yaklaşımını koruyup sürdürürken tüm bu ihtimallere göre de hazırlıklı olmalıdır.
Bu süreçte ABD ve Avrupa, NATO politikaları konusunda AKP-MHP iktidarından bazı adımlar atmasını isteyebilir ve bu çerçevede bazı adımlar atılabilir. Çünkü koşullar Türk devletini ABD ve Batı’yla ilişkileri düzeltmeye zorlamaktadır. Bundan dolayı AKP- MHP iktidarı Rusya’yla olan ilişkilerini yürütmede zorlanabilir. Fakat AKP-MHP yaşadığı zorlanmadan dolayı tavizler vererek ABD, Avrupa, NATO’nun yanı sıra Arap devletleriyle de ilişkilerini düzeltme yoluna gitse de Kürt soykırımı politikasından dolayı Rusya ve diğer güçlerin desteğine de ihtiyaç duymakta ve bu desteği almak için ilişkilerini sürdürmeye çalışacaktır. Türk devleti Kürt soykırımı politikalarından, Rusya ise başta Ukrayna savaşında yaşadığı sıkışma ve NATO karşısında denge oluşturmak açısından birbirlerine ihtiyaç duymaktalar. Türkiye-Suriye görüşmeleri de Rusya’nın izlediği bu politika üzerine gündeme girmiştir. Görüldüğü gibi Türk devleti tüm politikasını Kürt karşıtlığı ve soykırımı üzerine kurmaktadır. Tabi ki devletler çıkarlarına göre hareket ediyor ve birbirleriyle ilişkiler geliştiriyorlar. Dolayısıyla bunca aleyhte faaliyete rağmen Türkiye ve Suriye devletleri bile bazı konularda uzlaşmaya varabilirler. Türk devleti şimdiye kadar işgal ettiği alanlardan çıkma planının olmadığını belirtmiş olsa da bunu Rojava Devrimi’nin tasfiyesi karşılığında pazarlık yapacağı açıktır. Çünkü Türk devletinin esas amacı Rojava ve Kürtlerdir.
Türk devleti öteden beri başta İran olmak üzere Irak ve Suriye devletlerinin de dahil olduğu Kürt karşıtı bir cephe oluşturmak istiyor. Çünkü tek başına Kürt soykırımını gerçekleştiremeyeceğini biliyor. Bunun olması için AKP- MHP iktidarı bir taraftan çeşitli imkanlar sunarak siyasi ilişkiler geliştirirken öbür taraftan bu devletlere yoğun bir baskı kuruyor, onları buna zorluyor. Türk devletinin KDP’yle olan ilişkileri de bu kapsamdadır. Türk devleti kurduğu ilişkilerle KDP’yi hem hareketimize karşı kullanıyor hem de bununla Irak’a baskı kuruyor ve Irak siyaseti üzerinde etkide bulunmaya çalışıyor. Öte yandan KDP’yi sadece Başûrê Kurdistan ve PKK’yle olan savaşta değil, başta Rojava olmak üzere her yerde Kürt soykırımı politikalarında kullanıyor.
Türk devleti ve KDP Irak devletine baskı uyguluyor
Türk devletinin baskılarından en çok etkilenen ülke Irak devletidir. Çünkü Irak devleti hem zayıftır hem de parçalı bir durumdadır. Başta su olmak üzere Türk devleti sahip olduğu imkanları Irak’a karşı tehdit olarak kullanmakta ve Irak’ı Kürt soykırımı politikasına destek vermeye zorlamaktadır. KDP’yle olan ilişkilerini de Irak devletine karşı bir baskı olarak kullanmaktadır. Irak devletine olan baskıda AKP-MHP ve KDP birlikte hareket etmektedir. Irak devletinin Şengal ve Mexmûr kampına yönelik kimi zaman saldırıya varan girişimleri Türk devleti ve KDP’nin geliştirdiği bu baskıları sonucu olmaktadır. Eğer bu baskılar olmazsa Irak devleti rahatlıkla Şengal ve Mexmûr kampıyla ilgili sorunları çözebilir. Zaten ne Şengal’in ne de Mexmûr kampının Irak devletiyle bir sorunları vardır. Irak devletiyle karşılıklı diyalog ve uzlaşmayla çözülebilecek sorunlardır. Şengal ve Mexmûr kampının sorunların çözümü konusundaki olumlu yaklaşımları biliniyor. Dolayısıyla sorunların ve çatışmanın sebebi AKP-MHP ve KDP’dir. Tabi Irak devletinin bu baskılar altında hareket etmemesi gerekir. Türk devletinin baskılarıyla hareket ederek baskılar azaltılamayacağı gibi başka tavizlere zorlanmanın önü açılmış olacaktır. Soykırımcı sömürgeci Türk devletinin esas hedefi Irak’ı parçalamak, Musul ve Kerkük’ü alarak Kürt soykırımını tamamlamaktır. Mevcut Irak yönetiminin bu gerçeği görerek hareket etmesi ve tutum sahibi olması gerekiyor.
AKP-MHP iktidarının Kürt soykırımı politikalarına dahil etmek istediği esas güç İran devletidir. Fakat Türk devletinin Kürt soykırımı politikalarına verilecek destek İran’a yarar sağlamayacağı gibi bunun vereceği zararlar çoktur. Kürtlerle çatışmak ne Kürtlerin ne de İran’ın yararınadır. Dolayısıyla PJAK ve İran devleti arasındaki ateşkes korunmalıdır. Kohselan alanında yaşananlar bu açıdan olumsuz bir gelişmedir. PJAK’ın ateşkese uyma çerçevesinde yaptığı açıklama ve ortaya koyduğu tutum olumludur. İran devletinin de bu konuda duyarlı ve dikkatli olması, çatışmaya yol açacak tutumlardan kaçınması gerekir. İran başta Kürt sorunu olmak üzere sorunlarını diyalog ve uzlaşmayla çözmeyi esas almalıdır. Bunun için demokratikleşme adımları atmalıdır. Kürt sorununun çözümü İran zayıflatmaz, tersine daha da güçlendirir. Bu aslında Suriye ve Türkiye için de geçerli bir durumdur.
Düşman sadece askeri değil, ideolojik, kültürel, siyasi olarak da saldırmaktadır
Soykırımcı sömürgeci Türk devleti faşist AKP-MHP iktidarı eliyle mücadelemizin geriletilmesi, bastırılması, zayıflatılması ve bunun sonucunda hareket ve halk olarak yok olmamız için kirli ilişkiler ve politikalar geliştirirken bizim de buna karşı mücadelemizi daha fazla geliştirmemiz, direnişimizi her alanda büyütmemiz gerekiyor. Biz bir direniş hareketi ve mücadele halkıyız. Sadece gerilla olarak değil, halk olarak da her yerde direnmeli, harekete geçmeli ve düşmana karşı koymalıyız. Çünkü düşmanın saldırıları her yerde ve her boyuttadır. Düşman sadece askeri değil, ideolojik, kültürel, siyasi olarak da saldırmaktadır. Düşmanın bu saldırılarına karşı askeri olduğu kadar diğer boyutlarda da etkili bir mücadele vermeliyiz. Karşımızda bizi reddeden, varlığımızı kabul etmeyen inkarcı, faşist ve
ahlaksız bir düşman vardır. Böyle bir düşmana karşı ancak mücadele ederek durulabilir ve sonuç alınabilir. Mücadele tarihimiz bu açıdan öğreticidir. Hareket ve halk olarak şimdiye kadar şunu kanıtlamışız, mücadele ederek başaramayacağımız bir şey yoktur. Dolayısıyla mücadelenin daha da yoğunlaşacağı bir sürece girdiğimizi bilerek, hareket ve halk olarak kendimizi her yönüyle daha örgütlü kılarak ve örgütlü gücümüzü mücadeleye akıtarak düşmanı yenilgiye uğratmayı hedeflemeli ve bunu başarmalıyız. Biz hareket ve halk olarak Ortadoğu ve dünyada eşitlik, özgürlük ve demokrasi mücadelesinin öncülüğünü yapıyoruz. Mücadelemiz Ortadoğu’da ve dünyada ezilen halklardan, kadınlardan, gençlikten, özgürlük ve demokrasi arayışı olan herkesten destek görmektedir. Önder Apo’nun ekolojiye ve kadın özgürlüğüne dayalı devlet dışı sosyalizm anlayışı tüm dünyada büyük bir ilgiyle karşılanıyor, insanları etkiliyor, heyecanlandırıyor, hareketimizi çekim merkezi yapıyor. Dünya halkları yüreğini ve beynini bize açmış durumdadır. İnsanlığı kapitalist modernitenin yaşamı sorunlara boğan ve yaşanmaz kılan dünyasından kurtaracak zihniyete ve paradigmaya sahibiz. İnsanlığın bu muazzam gücünü taşıyoruz. Karşımızdaki düşman ise kapitalist modernitenin en çürümüş gerici faşist zihniyetine sahiptir. AKP-MHP faşizminin dayandığı bu temeller zayıftır. Kendisini yansıttığı biçimde güçlenmiş değil, aksine eskisine göre daha da zayıflamıştır. Hiçbir gelişme yaratma ve sorun çözme gücü ve kabiliyeti kalmamıştır. Milliyetçiliği, gericiliği, şovenizmi, militarizmi ve Kürt düşmanlığını körükleyerek ayakta kalmaya ve güç devşirmeye çalışıyor. Esas olarak da dış güçlerden aldığı destekle ayakta kalıyor ve Kürt soykırımı politikalarını yürütüyor. Şimdi daha da zayıflamış bir iktidar olarak bu politikalarda daha fazla derinleşerek, Kürt düşmanlığını daha fazla körükleyerek ve dış güçlere daha fazla sarılarak tasfiye ve soykırım konseptini yürütmeye çalışmaktadır. Toplumsal ve siyasal temelleri böylesine zayıflamış, tümüyle maddi devlet gücüne ve dış desteğe dayanan düşmana karşı koyabilir ve yenilgiye uğratabiliriz. Tabii ki bunun için eskiyi aşan bir yoğunlaşma ve mücadele içerisinde olmamız gerekiyor.
Bizim Hareket ve halk olarak Önder Apo üzerindeki tecridin kırılması ve Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünün sağlanması için daha fazla mücadele etmemiz, toplum olarak harekete geçmemiz gerekmektedir. Kesinlikle bunu hedeflemeli, yapmalı ve başarmalıyız. Bunu başarmak için bugüne kadar yapılan çalışmaları aşan yeni çalışmalar yapmalı ve eylemler geliştirmeliyiz. Bizim için yaşam ve özgürlük kesinlikle Önderlik çizgisinde derinleşmekten ve özgür Önderlikle buluşmaktan geçer. Önder Apo PKK’yi yaratarak ve mücadeleyi başlatarak Kürt halkını yeniden var etti. Sadece Kürt halkı için değil, Ortadoğu halklarına ve insanlığa büyük hizmetlerde bulundu. Kadına büyük bir değer verdi, onu güçlendirip iradeli kıldı. Bizim için ve tüm insanlık için özgür yaşamın yolunu açtı ve aydınlattı. Soykırımcı sömürgeci Türk devleti ve kapitalist modernite güçleri bundan dolayı Önder Apo’ya tutum almakta, insanlık tarihinde görülmemiş bir tecrit ve işkence sistemini geliştirmektedir. Önder Apo üzerinde geliştirilen tecritle Kürt halkının ve bütün insanlığın iradesi tecride alınmış oluyor. Buna karşı başta kendimiz, Kürt halkı ayağa kalkmalı ve dışımızdaki herkese Önder Apo gerçeğini anlatarak onları da harekete geçirebilmeliyiz.