Değerli Yoldaşlar!
Hareket ve halk olarak yeni bir haziran Fedailik Ayını ve 30 Haziran Fedailik Gününü yaşadık. Özgürlük Tanrıçamız Zîlan yoldaşın fedai ruhu ve bilinci temelinde kendimizi yenilemeye çalıştık. Yirmi sekizinci fedailik yılını böyle bir yenilenme temelinde karşıladık. Bu çerçevede, öncelikle fedailerin fedaisi Zîlan(Zeynep Kınacı) yoldaşı, şehadetinin 28’inci yılına girişte büyük sevgi, saygı ve minnetle anıyor; amacını başarma ve anısını yaşatma sözümüzü yineliyoruz. 28’inci yılda Zîlan fedai çizgisi temelinde daha güçlü savaşacağımızı ve daha büyük başaracağımızı belirtiyoruz.
Bilindiği gibi, Zîlan yoldaşın 30 Haziran 1996 tarihinde Dersîm’de gerçekleştirdiği muzaffer fedai eyleminin üzerinden tam 27 yıl geçti. Bu 27 yıl boyunca Hareket ve halk olarak Zîlan fedai çizgisinde yaşamaya ve mücadele etmeye çalıştık. Bizi ayakta tutan ve her türlü düşman saldırısını kırarak yeni devrimci kazanımlar elde etmemizi sağlayan, Apocu çizginin mükemmel uygulaması olan Zîlan fedai ruhuyla savaşmak ve yaşamak oldu. Her şeyi bu temelde kazandığımız gibi, tüm devrimci kazanımlarımızı da böyle bir mücadele ile koruduk.
Çok açık ki, Zîlan yoldaşın Dersîm’de gerçekleştirdiği eylem, 6 Mayıs 1996 tarihinde Önder Apo’ya yöneltilen faşist-soykırımcı saldırıya bir cevaptı. Yeni bir savaş tarzını ve savaşta kadının gücünü açığa çıkardığı gibi, Önder Apo’ya yöneltilen komplocu saldırılara karşı da nasıl cevap verilmesi gerektiği konusunu netleştirdi. Nitekim daha sonra “Güneşimizi Karartamazsınız” fedai direnişçiliği temelinde uluslararası komploya karşı 25 yıllık mücadelenin çizgisini belirledi.
27 yıldır Zîlan yoldaş için hemen her şey söylendi. Özgürlük türkülerinin adı ve ilham kaynağı oldu, adına savaş ve bağlılık yeminleri edildi, binlerce Zîlan doğdu ve onlarcası şehit düştü. Kuşkusuz en güzel ve anlamlı değerlendirmeleri Önder Apo yaptı. Zîlan yoldaşı ‘Özgürlük Tanrıçası’ ve ‘Özgür Yaşam Manifestosu’ olarak tanımladı. “Zîlan komutan, bizler Onun emir erleriyiz” dedi. Zîlangerçeğini bir özgür yaşam kanunu ve savaş ilkesi olarak değerlendirdi. Bu gerçeklik 27 yıl boyunca kendisini gerillalaştırdı, partileştirdi, demokratik uluslaştırdı ve bu temelde “Jin Jiyan Azadî’ sloganıyla dünyaya yayılan bir kadın özgürlük devrimi haline gelirken, aynı zamanda demokratik toplum olmada kadın öncülüğünü ve özgürlük temelini de ortaya çıkardı.
Şimdi yirmi sekizinci Zîlan yılına işte bunlar temelinde giriliyor. Zîlan gerçeği her şeyi çok daha iyi anlaşılır kılıyor. Zîlan fedai çizgisi dönemin devrimci görevlerini daha net ortaya koyuyor ve başarının yolunu daha somut gösteriyor. Hareket ve halk olarak hepimizi İmralı tecrit ve soykırım sistemine karşı Zîlanca mücadele etmeye çağırıyor. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü kazanan bir mücadeleyi her alanda ve başarıyla geliştirmemizi bize emrediyor. Tüm parti militan ve sempatizanları olarak bu emri doğru ve derinlikli anlayarak, gereğini başarıyla yerine getireceğimize inanıyoruz.
Değerli Yoldaşlar!
Hareket ve halk olarak şimdi yeni bir temmuz ayına girdik ve tarihi 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi’nin 41’inci yıldönümünü yaşıyoruz. Bilindiği gibi, 14 Temmuz’u ‘Ulusal Onur Günü’ olarak anıyoruz. Çünkü Kürt ulusal özgürlüğü için fedaice direnişe 1982 yılında Diyarbakır Zindanı’ndaki devrimciler tarafından karar verildi. Bu uğurda Mazlum Doğan’ın ve Ferhat Kurtay öncülüğündeki Dörtlerin başlattığı fedai direnişini, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu eylemi zafere götürdü. Bu açıdan Önder Apo, ‘Parti çizgimizi her bakımdan yeterli düzeyde temsil eden bir eylem’ dedi.
Öncelikle tarihin akışını değiştiren bu büyük eylemi 41’inci yıldönümünde bir kez daha selamlıyor, bu eylemi zafere taşıyan kahraman şahitlerimizi, Hayri Durmuş, Kemal Pir, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek yoldaşları derin saygı, sevgi ve minnetle anıyoruz. 41 yıldır etkisi hiç azalmayan, tersine sürekli artan bu büyük eylem çizgisinde özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürüten herkese, 42’nci yılda da üstün başarılar diliyoruz. 42’nci yılı her zamankinden daha büyük bir savaşım ve kazanım yılı haline getireceğimizi belirtiyoruz.
41 yıldır etkisi hiç azalmayan, tersine artan tarihi bir eylem
Çok açık ki, fedailik Apocu Önderliksel çıkışın özünde vardır. Bu nedenledir ki, Haki Karer öncülüğündeki şehitler kervanı tereddütsüz bir devrimci yürüyüşün sahibi olmuştur. 1982 Diyarbakır Zindan Direnişi ve 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu eylemi, söz konusu bu fedai çıkışı hem 12 Eylül askeri-faşist rejimine karşı da yürütülür kılmış ve hem de zafere taşımıştır. Her zeminde ve koşulda Kürt varlık ve özgürlük direnişinin kararlılıkla yürütüleceğini dost-düşman herkese ilan etmiştir. 15 Ağustos 1984 Devrimci Gerilla Atılımı bu temel üzerinde gelişmiş, Zîlan Direnişi bu fedailiği yeni bir aşamaya taşımıştır.
Hepimiz çok iyi biliyoruz ki, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi, 41 yıldır etkisi hiç azalmayan, tersine her geçen gün artan tarihi bir eylemdir. 41 yıldır tüm özgürlük mücadelesi bu karar temelinde yürütülmüş, bütün devrimci kazanımlar bu temelde elde edilmiştir. Kurdistan’da hiçbir özgürlükçü gelişme yoktur ki, altında 14 Temmuz Direnişi’nin imzası olmasın. Fedai ruh, gerilla atılımı, ulusal direnişte partileşme ve demokratik uluslaşma, tüm insanlığa ruh ve ilham veren özgürlük mücadelesi, her şey bu temelde var olmuştur. Kürt dili, edebiyatı, sanatı ve demokratik siyaseti bu temelde gelişmiştir.
Şimdi böyle tarihi bir kararın ve eylemin 42’nci yılına girilmektedir. Çok açık ki, 14 Temmuz Direniş gerçeği 42’nci yıl görevlerini de aydınlatmakta ve başarı yolunu göstermektedir. Kendini 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi çizgisinde yenileyen ve 41 yıllık mücadelenin sonuçlarını özümseyen devrimci militanlığın asla yenilmeyeceği ve her koşulda zaferi kazanacağı açıktır. Nerede ve hangi görevde olursa olsun tüm yoldaşların bu temelde hareket edeceğine ve mutlaka başaracağına inanıyoruz.
Değerli Yoldaşlar!
Temmuz ayına girişle birlikte tarihi 19 Temmuz 2012 Rojava Özgürlük Devrimi’nin 11’inci yıldönümünü de yaşadığımız açıktır. Hiç kuşkusuz 19 Temmuz Devrimi, 14 Temmuz ve 30 Haziran direnişleri temelinde gerçekleşmiştir. Önder Apo’nun geliştirdiği demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigmanın ilk kapsamlı uygulanma çabası olmuştur. Bu vesileyle, 19 Temmuz Devrimi’nin 11’inci yıldönümünü ve böyle büyük bir devrimci gelişmeye cesaret eden Kuzey ve Doğu Suriye halklarını selamlıyoruz. Şîlan Kobanê ve Xebat Dêrîk yoldaşlar şahsında tüm kahraman şehitlerini saygı, sevgi ve minnetle anıyoruz.
Şüphesiz böyle tarihi bir devrimci adımı atmak kadar, onu günümüz dünyasında 11 yıl yaşatmak da ayrıca önemlidir. Zira geçen 11 yıl boyunca Rojava Özgürlük Devrimi ve onu yaratan paradigma tüm ezilen insanlığın en çok ilgi duyduğu ve etkilendiği bir husus olmuştur. Özellikle faşist DAİŞ çeteciliğine karşı yürütülen muzaffer savaş, adeta tüm insanlığı böyle bir tehlikeden koruma özelliği taşımıştır. Uyguladığı demokratik ulus çizgisi, toplumsal sorunların çözümünde herkes için bir ilham kaynağı konumundadır. Demokratik özerkliğe dayalı demokratik Suriye programı giderek daha fazla tartışılmakta ve özellikle Arap aydınları tarafından anlaşılmaya çalışılmaktadır.
Çok açık ki günümüz Suriye durumu dünya siyasetinin odak noktalarından birisi konumundadır. Küresel ve bölgesel siyaset yürüten herkesin eli Suriye’nin içindedir. Bir taraftan ABD öncülüğündeki koalisyon alanda var olmaya çalışırken, diğer yandan Rusya, İran ve Türkiye tarafından yürütülen ‘Astana görüşmeleri’ alanda etkili olmaya çalışmaktadır. Özellikle Türkiye’nin tüm Kuzey Suriye’ye yönelik işgal eğilimleri ve İdlib’den Serêkaniyê’ye kadar alandaki işgale dayalı saldırıları Rojava Özgürlük Devrimi açısından en ciddi tehlikeyi oluşturmaktadır. Bu temelde geçen süreç sürekli gerginlik ve çatışma içinde geçmiştir.
Aslında Kuzey-Doğu Suriye’ye yönelik ideolojik ve askeri saldırılar bugün de ileri düzeyde yaşanmaktadır. Alan, başta Türkiye olmak üzere birçok gücün askeri işgal tehdidi altındadır. Bu nedenle siyaseten dikkatli olmak ve askeri açıdan da öz savunma sistemini eğitim ve örgütlenme düzeyinde geliştirmek zorundadır. Yine yeterli bir teknik donanıma sahip olması da gerekir. Özellikle Efrîn ve Serêkaniyê işgal saldırılarının derslerini doğru çıkartarak ve demokratik modernite kuramının savunma çizgisini esas alarak kendini geliştirmesi gereklidir.
Biz, devrimin 10’uncu yıldönümünde, ikinci 10 yılın devrimi ideolojik ve kültürel olarak derinleştirme süreci olması gerektiğine dikkat çekmiş ve bunun önemini belirtmiştik. Kuşkusuz mevcut pratik tam buna göre ve istenen düzeyde değildir. Fakat bu yönlü bir arayış ve tartışmanın var olduğu da ortadadır. Umut ediyor ve inanıyoruz ki, devrimin 11’inci yıldönümü değerlendirmelerinde bu hususlar üzerinde büyük bir ciddiyet ve derinlikle durulur ve gereken çalışmalar planlı ve programlı olarak geliştirilir. Zira her türlü işgal saldırısına karşı yeterli bir savunmanın temelinde de devrimin ideolojik ve kültürel derinleşmesi vardır. İdeoloji ve kültürden kopuk bir siyaset ve askerliğin olamayacağı bilimsel bir gerçektir ve özellikle Rojava pratiği tarafından da doğrulanmıştır. İnanıyoruz ki 12’nci yılda Rojava Özgürlük Devrimi Apocu paradigma temelinde gereken düzeltme ve derinleşmeyi sağlar ve her türlü saldırıya karşı örgütlü toplum olarak direnir ve kazanır.
Değerli Yoldaşlar!
Çok açık ki, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi de 30 Haziran tarihi fedai eylemi de 19 Temmuz Rojava Özgürlük Devrimi de Apocu hakikat devriminin doğru ve başarılı birer uygulaması olmakta ve devrimci gelişmenin farklı aşamalarını ifade etmektedir. Bu gerçeğin düşman tarafından anlaşılmasından itibaren tüm saldırılar Önder Apo’yu hedeflemiş ve adeta bir kişiyle bir sistem çatışır hale gelmiştir. 9 Ekim 1998 ve 15 Şubat 1999 uluslararası komplo saldırıları bu gerçeğin birer ifadesi durumundadır. Bugünkü mutlak tecridi de aşan uygulamalar da
bu temelde gelişmektedir. Bütün bunlar, Önder Apo’nun düşünce ve ifade gücünden ne kadar korkulduğunu ortaya koymaktadır. Kuşkusuz bizim yürüttüğümüz mücadelenin zayıflıklarından da zemin bulmaktadır.
Özel savaş sistemi’nin İmralı’ya ve Önder Apo’ya ilişkin asılsız haberleri
Özel savaş sistemi İmralı’ya ve Önder Apo’ya ilişkin birçok asılsız bilgi ve haberi sürekli yaymaktadır. Bunu geçen seçim sürecinde de ahlaksızca yaptılar ve şimdi seçimden sonra da çeşitli biçimlerde yapmaya çalışıyorlar. Faşist-soykırımcı sistemin iktidarı ile muhalefeti adeta birbirini bu temelde koşullandırıp yönlendiriyorlar. Kürt düşmanlığında ve faşist-soykırımcılıkta adeta yarışıyorlar. Kuşkusuz bütün bunlar asılsızdır ve de özel savaş maksatlıdır. Gerçekte ise Önder Apo ile hiçbir ilişki olmamakta ve bilgi alınamamaktadır. Avukat ve aile başvuruları ya yanıtsız bırakılmakta ya da uyduruk gerekçelerle reddedilmektedir. Yaşam suçlama ve imha üzerine kurulmuş olduğu için, her şeyi gerekçe yapıp durmadan sözde ‘Disiplin cezaları’ vererek, söz konusu mutlak iletişimsizliği bu temelde gerekçelendirmektedirler. Hepsinin de amacı nettir: Bir yanıyla görüşleri engellemek, esas olarak ise yeniden yargılanma hakkını ortadan kaldırmaktır.
Yeni kurulan Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı faşist yönetimi, İmralı’da kendi yasalarını da uygulamadığı gibi, giderek Önder Apo’yu her bakımdan krıminalize etmeye çalışmaktadır. Örneğin Önder Apo’nun adını söylemeyi, fotoğrafını taşımayı, basılmış yasal savunmalarını okumayı suç haline getirmek istemektedir. Son günlerde bu yönlü polis saldırıları artmaktadır. Eğer önlenmezse faşist-soykırımcı yönetimin böyle bir amacı gerçekleştirmek isteyeceği açıktır. Nitekim İmralı sisteminin hukukta yerinin olmadığını, yasaların uygulanması durumunda Önder Apo’nun İmralı’dan çıkacağını söyleyen gazeteci-yazar Merdan Yanardağ anında tutuklanıp zindana konmuştur. Bu biçimde içte ve dışta tüm aydınlar ve hukuk çevreleri susturulup Önder Apo’nun rehine olarak böyle tutulması sağlanmak istenmektedir. Çünkü 25 yıl dolmuş ve Avrupa hukukuna göre Önder Apo’yu zindanda tutma koşulları kalmamıştır. Son baskılarla bir yandan bu durum engellenmeye çalışılırken, bir yandan da Önder Apo’ya dair her şeyi suç unsuru haline getirme çabası yürütülmektedir.
Kuşkusuz bütün bunlar çok daha zengin ve etkili bir mücadele yürütmemizi gerekli kılmaktadır. Elbette esas olan Kurdistan’ın özgürlüğü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi için yürütülecek mücadeledir. Böyle bir mücadele ile özgürlük ve demokrasi yönünde sağlanacak gelişmeler, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü de olumlu yönde etkileyecektir. O halde Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen faşizmi yıkma mücadelemizi ideolojik, siyasi ve askeri bakımdan her alanda ve yaratıcı yöntemlerle geliştirmeliyiz.
Fakat belli ki böyle bir mücadele yeterli olmayacaktır. Doğrudan İmralı’daki baskı sistemini ve Önder Apo’nun durumunu içeren bir eylemliliği geliştirmemiz de zorunlu olmaktadır. Kuşkusuz bu belirttiğimiz çok fazla askeri boyutta olmaz, ancak diğer boyutlarda geliştirme temelinde olabilir. Hem Önder Apo üzerindeki baskı sistemini ve Avrupa yasalarının uygulanmama durumunu teşhir eden ve hem de Önder Apo’yu insanlığa tanıtıp fikirlerini yaymayı hedefleyen planlı bir çalışma ve mücadele yürütmemiz gereklidir. Önümüzdeki süreçte bir yandan genel mücadeleyi faşizmi yıkma temelinde geliştirip güçlendirirken, diğer yandan da Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedef alan böyle planlı bir eylem kampanyasını yürüteceğiz. Her arkadaşımız ve komitemiz kendi alanındaki imkânlar temelinde böyle bir eylemliliği inisiyatifiyle geliştirirken, geneli içine alan eylemler konusunda da görüş ve önerilerini iletebilir.
İmralı tecrit ve işkence sistemini yıkmak imkân dahilindedir
Mevcut faşist-soykırımcı yönetimin, İmralı sistemini uygularken böyle kaskatı kesilmesini, onun güçlülüğüne yormamak ve böyle anlamamak gerekir. Tersine genelde olduğu gibi, hatta genel durumdan çok daha fazla olarak İmralı sistemini uygulamakta zayıftır ve çok ciddi zorluk yaşamaktadır. Böyle olmasa mevcut tecrit durumunu uygulamaz, biraz daha esnek davranır. Oysa Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı yönetimi her bakımdan ve özel olarak da hukuki açıdan çok zayıf konumda olduğu için, böyle katı yasaklarla çeşitli girişimleri engellemeye ve mevcut sistemi sürdürmeye çalışmaktadır. Bu nedenle, İmralı sistemine karşı yürütülecek mücadele, her zamankinden daha fazla şimdi sonuç alabilir. Her bakımdan zayıflamış İmralı tecrit ve işkence sistemini yıkmak şimdi daha fazla imkân dahilindedir. O halde bu gerçeği bilerek hareket etmemiz, doğru ve etkili yöntemlerle Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen mücadeleyi geliştirmemiz gerekir. Tüm yoldaşların böyle bir bilinçle ve dikkatli bir tarzda hareket edeceğine ve söz konusu mücadelenin başarısında rol oynayacağına inanıyoruz.
Değerli Yoldaşlar!
14 Temmuz, 30 Haziran ve 19 Temmuz gibi büyük devrimci direnişlerin ve devrimsel hamlelerin yeni bir yılına girerken, kuşkusuz dışımızdaki güncel siyasi ve askeri durumu 14 ve 28 Mayıs seçimlerinin sonuçları belirlemektedir. Gerçi söz konusu seçimler tekil bir olay değildiler. Tersine Devrimci Halk Savaşı Stratejisi temelinde AKP-MHP faşizmine karşı yürüttüğümüz topyekûn direniş içinde ortaya çıkmışlardı ve bu direnişin bir sonucuydular. Ama AKP-MHP faşizmine karşı mücadelede yeni bir yöntem olarak gündeme gelmişlerdi ve yeni güçleri mücadeleye çekme imkânı veriyorlardı. Bu bakımdan önemsedik ve antifaşist mücadelenin gelişimi açısından bir mücadele yöntemi olarak kullandık. Elbette böyle yaklaşmamız doğruydu ve önemli bir sonuç da ortaya çıkardı.
Açık ki geçen süreçte söz konusu seçim sonuçları çok yaygın olarak tartışıldı ve halen de tartışılmaya devam ediliyor. Herkes kendi açısından seçim sonuçlarını çok yönlü incelemeye ve sonuçlar çıkarmaya çalışıyor. Biz de hareket olarak söz konusu sonuçları geçen bir buçuk ay içinde genişçe tartıştık ve değerlendirdik. İlgili yönetimlerimizin kapsamlı değerlendirmeleri oldu ve bunlar tüm arkadaşlara sunuldu. Baştan itibaren seçim sonuçlarına eleştiri ve özeleştiri yöntemiyle yaklaşıldı ve bir yeniden yapılanma çalışması öngörüldü. Kuşkusuz bu yaklaşım da doğruydu. Zira ortaya çıkan sonuçlara göre faşist-soykırımcı saldırılar çok daha fazla artacaktı. Bunlara karşı koyabilmemiz ve faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasetin saldırılarına karşı başarılı mücadele yürütebilmemiz için, bizim de süreci doğru anlamamız ve bu temelde en başta zihniyet ve siyaset olarak kendimizi böyle bir mücadeleye hazır hale getirmemiz gerekiyordu. Ciddi bir tartışmayla bunu gerçekleştirmeye de çalıştık.
Şimdi burada kuşkusuz bütün bunları yeniden değerlendirecek değiliz. Yapılan tartışmalar ve seçim değerlendirmeleri geçerliliğini korumaktadır. Aslında 2022 yılının kasım ayında parti yönetimimiz söz konusu seçim sürecini kapsamlı değerlendirmiş ve çok önemli sonuçlara ulaşmıştı. O değerlendirme ve kararlar çok büyük oranda doğruydu. Orada özellikle seçim sürecinde AKP-MHP faşizmine karşı yürütülecek mücadelenin yöntemleri üzerinde durulmuştu. Tayyip Erdoğan’ın yönetimi kolayca bırakmayacağı ve iktidarda kalabilmek için her şeyi yapabileceği değerlendirilerek, izlenecek mücadele yöntemlerinin tüm bunları boşa çıkartıcı olması gerektiğinin altı özenle çizilmişti. Seçim süreci bu değerlendirmelerin ne kadar isabetli olduğu gerçeğini ortaya çıkardı.
Seçim sürecinde AKP-MHP faşizmine karşı daha etkili bir mücadele ortaya çıkartılabilirdi
Kısaca söz konusu seçimleri faşizme karşı mücadelede bir yöntem olarak değerlendirmemiz elbette doğruydu. Yine Tayyip Erdoğan yönetimine ve AKP-MHP faşizmine ilişkin değerlendirmelerimiz de önemliydi ve hatalı değildi. Fakat ilgili yönetimlerimiz tarafından bunlar zamanında ve yaratıcı bir tarzda doğru ve başarılı olarak pratiğe geçirilemedi. Cumhurbaşkanlığı için aday gösterme konusundan diğer birçok hususa kadar pratikte belli hatalar yapıldı. Zaten demokratik siyaset alanının örgütlenmesinde de önceden yaşanan sorunlar vardı. Bunlara bir de AKP-MHP faşizminin baskı ve hileleri eklenince, ortaya mevcut sonuç çıktı. Aslında yapılan propagandayla AKP-MHP faşizminin teşhiri daha çok geliştirildi ve faşizm bir yönüyle zayıflatıldı. Ancak AKP-MHP faşizmini doğrudan yıkılışa götürecek bir siyasi ve askeri mücadele durumu da ortaya çıkmadı. Pratikte doğru yöntemler izlenseydi, acaba AKP-MHP faşizmini yıkacak bir sonuç ortaya çıkartılabilir miydi? Kuşkusuz bu sorunun cevabı tartışılırdır. Fakat hemen yıkılma olmasa bile, AKP-MHP faşizmine karşı daha etkili bir mücadele durumu ortaya çıkartılabilirdi. Zaten meşruiyeti olmayan seçim sonuçları çerçevesinde faşizme karşı daha yaygın ve etkili bir mücadele geliştirilebilirdi. Böyle olmaması bir eksikliktir ve antifaşist mücadele görevlerini daha fazla bizim üzerimize yüklemiştir.
Açık ki seçim sürecinde AKP-MHP faşizmi yıkılamamıştır. Fakat faşizme karşı mücadele etmek isteyenler için söz konusu seçim sonuçları çok önemli veriler sunmuştur. Bir defa bütün baskı, katliam, tutuklama ve hileye rağmen, Kürt halkının AKP-MHP faşizmine karşı duruşunda herhangi bir ciddi gerileme olmamıştır. Tersine hem Tayyip Erdoğan ve hem de Cumhur İttifakı önceki seçime göre Kurdistan’da gerilemiştir. Kuşkusuz bunda Önder Apo’nun direnişi ile gerillanın Zap, Avaşîn ve Metîna’daki direnişi belirleyici rol oynamıştır. Mevcut haliyle Kürt halkı hem Tayyip Erdoğan yönetimini ve hem de oluşan meclisi büyük bir oy çokluğuyla reddetmiş durumdadır. Faşist yönetimin ve meclisin alacağı kararlar Kürtleri bağlamayacaktır. Kürtler faşizme ve soykırıma karşı mücadeleye çok daha güçlü katılacaktır.
Diğer yandan, bütün baskı ve hileye rağmen, Türkiye’nin yarısının Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı yönetimini reddettiği gerçeği gizlenememiştir. Bu da Türkiye genelinde antifaşist mücadele tabanının çok güçlü olduğu anlamına gelmektedir. Türkiye adeta ikiye ve üçe bölünmüş durumdadır.
Eğer üçüncü güç faşizme karşı demokratik devrim mücadelesinde kendisini iyi örgütlerse ve genel demokrasi yaklaşımı temelinde ikinci gücü faşizme karşı mücadeleye sevk etmeyi başarırsa, o zaman AKP-MHP faşizmine karşı tarihin en anlamlı ve sonuç alıcı mücadelelerinden biri gelişebilir. Bu anlamda seçim öncesine göre faşizm güçlenmemiş, tersine daha da zayıflamıştır. Zira Ortadoğu’da ve dünyada Tayyip Erdoğan yönetiminin değişmesini isteyen önemli bir siyasi tutum vardır. Her ne kadar çıkarları gereği bu yönetimle birlikte çalışsalar da aslında Tayyip Erdoğan’ın değişmesini istediklerini bir biçimde seçim sürecinde göstermişlerdir. Bu da faşizme karşı mücadelede belli bir dış çevrenin var olduğu anlamına gelir.
Yeni çözüm süreci veya yeni anayasa yapımı gibi tartışmalar özel savaş kapsamlıdır
Çok açık ki, geçen seçim sonuçları temelinde faşizme karşı mücadele çok daha etkili ve yaygın olarak geliştirilebilir. AKP-MHP faşizmine etkili darbeler vuran ve onu yıkıma götüren bir demokrasi mücadelesi ortaya çıkartılabilir. Bu anlamda bir gerileme değil, tersine gelişme vardır. Zira mevcut Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı yönetiminin Türkiye’deki ekonomik, sosyal ve siyasi sorunları çözmesi mümkün değildir. Türkiye’nin yaşadığı kriz ve kaos derinleşerek devam edecektir. İzleyeceği Kürt soykırımı ve işgal saldırıları ile mevcut faşist yönetimin söz konusu kriz ve kaosu aşmak bir yana, hafifletmesi bile mümkün değildir. Tersine artıracağı savaş, yaşanan ekonomik krizi büyütecek, bu da antifaşist mücadeleyi geliştirerek Türkiye’ye yayacaktır.
Bu yönüyle, 14 ve 28 Mayıs seçimleri Türkiye siyasi yönetiminde görünür bir değişlik yaratmamıştır. Mevcut Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı yönetimi, seçim öncesinin adeta bir devamı gibidir. Bu yönetim, seçim öncesi politikalarını daha da derinleştirerek uygulamaya çalışacak, her şeyi Kürt soykırım savaşına bağlı yürütecektir. Temel amacı Önder Apo üzerindeki İmralı tecridini daha da ağırlaştırmak, gerillayı ezip Partimizi dağıtmak, Kürt demokratik siyasetini tasfiye etmek, Kurdistan’ın diğer parçalarına dönük işgal saldırılarıyla tüm Kurdistan’ı sürekli baskı altında tutmak olacaktır. Mevcut yönetimden başka bir siyasi tutum beklenemez. Bu bakımdan, bazı çevrelerin “Yeni çözüm süreci”, “Yeni anayasa yapımı” gibi tartışmaları tamamen özel savaş kapsamındadır. Dolayısıyla bunlara itibar etmemek ve hiçbir biçimde dikkate almamak gerekir. Kaldı ki her türlü siyasi çözüm için Önder Apo her zaman hazır halde beklemektedir. Bunları gündeme getirenler, ortalıkta tartışma yapacaklarına gidip İmralı’da Önder Apo ile görüşsünler. Dikkat edilirse böyle yapmıyorlar ve sadece tartışma yaparak bizleri ve halkımızı etkilemek istiyorlar. Yani özel savaş yürütüyorlar. O halde gözümüz ve kulağımızı bu tür şeylere kapatıp, biz kendi işlerimize bakmalıyız.
Bazıları AKP’nin KDP ve Hizbulkontra ile ilişkilerine bakarak, yine yeni hükümet içindeki sözde Kürt bakanların çokluğunu göstererek bu iddialarını kanıtlama çabası içine girmektedir. Aslında AKP’nin bu tarzda yeni güçlerle ilişki kurmaya çalıştığı veya eski ilişkilerini güçlendirdiği doğrudur. Fakat bunlar da yeni politikalar değildir, eski politikaları daha geniş uygulama çabasıdır. Belli ki KDP ile Hizbulkontrayı özgürlük mücadelemize karşı çok daha yaygın ve etkili kullanmaya çalışacaktır. Yine gittiği dış alanlarda “Kürtlerle birlikte çalıştığını” söyleyerek, aslında Kürtlere karşı değil de PKK’ye karşı mücadele ettiğini söyleyip destek alma çabasında olacaktır. Kürt işbirlikçi ihanetine bu kadar muhtaç olduğuna göre, faşist-soykırımcı rejim çok daha zayıf durumda demektir.
Tayyip Erdoğan, seçim sonrası konuşmasında saldırıları daha da artıracaklarını ve bu çerçevede diplomasiyi daha etkili kullanacaklarını söylemiştir. Demek ki Kürt soykırımı için Türkiye ve Kurdistan’ın imkânları daha çok pazarlanacaktır. Zaten son Astana görüşmeleri ile bu durum ortaya konmuştur. Rusya ve İran’a daha çok tutunmaya çalışacağı açığa çıkmıştır. İsveç’in üyeliği kapsamında NATO ile Kürt pazarlıklarını sürdürmektedir. Irak ve YNK gibi güçler üzerinde diplomatik baskısını ve ekonomik vaatlerini devam ettirmektedir. Bütün bunları daha da geliştirerek hem Kurdistan’a dönük saldırılarına siyasi meşruiyet sağlamaya çalışacak ve hem de söz konusu güçlerden daha çok destek alma çabası içinde olacaktır.
Aslında Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı yönetiminin neler yapacağı az çok bellidir. Bunları uzun uzadıya anlatmamıza da pek gerek yoktur. Zira hepimiz tarafından bilinmektedir. Tabi bunlara karşı Hareket ve halk olarak neler yapmamız gerektiği de önemli ölçüde bilinmektedir. Zira bizim bilmekten çok aktif ve etkin uygulama, pratikleşme sorunumuz vardır. Geçen süreçte bildiğimiz ve hatta karar alıp plan yaptığımız birçok şeyi aktif ve etkin uygulamaya koyamadık. Yerinde ve zamanında yaratıcı yöntemlerle pratiğe geçiremedik. Dolayısıyla yeni süreçte başarılı olmamız için, öncelikle bu durumdan çıkmamız, her alanda aktif ve etkin uygulayıcı haline gelmemiz gerekir. Bu durum tüm parti kadroları ve her alan parti çalışması için geçerlidir.
Her devrimcinin antifaşist savaşı örgütleme, yürütme görev ve sorumluluğu vardır
Türkiye işçi ve emekçi hareketleriyle birlikte antifaşist kitle eylemliliğini daha da geliştirmek önemlidir. Kuşkusuz en önemlisi, bu süreçte faşizme karşı öz savunma savaşını şehirlerde geliştirebilmektir. Bu yönlü potansiyeli ve imkânları yaratıcı bir yaklaşımla kullanmayı mutlaka başarmalıyız. Zira faşist diktatörlük tüm Kurdistan özgürlük güçlerine saldırmakta ve her alanda saldırı yapmaktadır. Dolayısıyla tüm direniş gücümüz mevcut potansiyelini her alanda aktifleştirebilir ve söz konusu savaşı geliştirmeye katkı sunabilir.
Mevcut faşist-soykırımcı imha saldırısı altında “Ben savaş gücü müyüm değil miyim; benim savaş görevim var mı yok mu” diye düşünmek ve tartışmak yanlıştır. Her devrimcinin antifaşist özgürlük savaşını örgütleme ve yürütme, tüm imkân ve potansiyelini savaşa sevk etme görev ve sorumluluğu vardır. Eğer yaklaşımımız ve tutumumuz böyle olursa, faşist-soykırımcı rejime karşı savaş potansiyelimiz güçlüdür. Kuşkusuz düşman Medya Savunma Alanları’na, Kuzey ve Doğu Suriye’ye, Şengal ve Mexmûr’a yönelik yeni işgal saldırıları yapabilecektir. Zaten hava saldırılarını sürekli yürütmektedir. Hava saldırılarına karşı daha etkili tedbirler alırken, muhtemel işgal saldırılarını kırma direnişi için de kendimizi daha güçlü hazırlamalıyız. Fakat sadece bunu beklememeliyiz, yani düşman saldırsın da ben de direneyim dememeliyiz; tersine düşman saldırmadan biz saldırı yapmalıyız, düşmana içten ve arkadan saldırı eylemleri yaparak onun saldırı gücünü kırmayı hedeflemeliyiz. Hangi parçada olursa olsun, tüm direniş güçlerimiz bu temelde hareket etmelidir. Başta HBDH olmak üzere devrimci ittifaklarımızı da bu temelde geliştirip işlevli kılmalıyız.
Kuşkusuz bu süreçte esas olan faşist-soykırımcı saldırganlığa karşı özgürlük savaşı olacaktır. Tüm parti güçleri kendini bu savaştan sorumlu görecek, savaşın gereklerine göre yaşayıp tüm çalışmaları özgürlük savaşının ihtiyacına göre yürütecektir. Bu temelde siyasi ilişkiler geliştirmeye, diplomatik faaliyet yürütmeye de önem vereceğiz. Bir yandan gerçekleri ortaya koyup faşist-soykırımcı zihniyet ve uygulamaları teşhir ederek düşmanı siyasi cepheden daraltmaya çalışırken, diğer yandan da özgürlük mücadelemize yeni imkânlar yaratmak için çaba harcayacağız. Özellikle Türkiye devrimci-demokratik güçleriyle, her alandaki işçi ve emekçi hareketleriyle, kadın ve gençlik örgütleriyle ilişkilere önem vereceğiz.
İdeolojik mücadelenin etkili bir biçimde geliştirilmesi şarttır
Elbette devrimci savaş stratejisine bağlı olarak yürütülecek propaganda ve eğitim faaliyetleri de çok önemli olacaktır. Özellikle basın, sanat ve edebiyat çalışmaları temelinde böyle bir eğitim ve propaganda çalışmasını büyük bir duyarlılıkla geliştirmemiz gereklidir. Hem özel savaşın ideolojik saldırılarını kıracak ve hem de toplumu eğitip direnişe çekecek bir ideolojik mücadelenin etkili bir biçimde geliştirilmesi şarttır. Karşımızda çok boyutlu bir özel savaş saldırısı vardır. Hareket ve halk olarak çok yoğun bir kültürel soykırım ve toplum kırım saldırısı altındayız. Faşist-soykırımcı düşman hem basını ve hem de sanatı bu temelde çok kötü ve yaygın bir biçimde kullanmakta ve bu temelde bir zihniyet kırımı ve her bakımdan liberalize olma durumunu geliştirmeye çalışmaktadır. Bütün bunları boşa çıkartan ve başta gençler ve kadınlar olmak üzere tüm toplumu antifaşist direnişe çeken bir ideolojik çalışma ve mücadelenin etkili bir biçimde geliştirilmesi zorunludur.
Dikkat edilirse, 24 Temmuz 2015’ten itibaren başlayan topyekûn savaş süreci derinleşerek ve yayılarak devam etmektedir. Mevcut Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı yönetimi faşist-soykırımcı saldırıları her alanda ve her yöntemle geliştirerek Kürt varlığını soykırıma uğratma amacını başarmak için her şeyi yapmaya çalışmaktadır. Bizim de buna göre planlı ve örgütlü bir direnişi geliştirmemiz ve mevcut faşist diktatörlüğü yenilgiye uğratmamız zorunludur. Faşist yönetim geçen seçimle kendini yenilediği inancındadır ve imha saldırılarını daha da geliştirecektir. Fakat aslında daha çok zayıflamıştır ve antifaşist direnişin potansiyeli çok daha güçlüdür. Bu potansiyeli eğitip mücadeleye sevk ettiğimiz durumda faşizmi yeneceğimiz ve özgürlüğü kazanacağımız kesindir. Tüm yoldaşlar bu bilinç ve inançla hareket etmek ve var olan potansiyeli başarıyla eğitip pratikleştirmek durumundadır. Eğer bunu pratikte başarıyla gerçekleştirebilirsek, o zaman önümüzdeki süreç faşist diktatörlüğün daha çok kurumlaştığı değil, tersine yıkıma gittiği bir süreç olacaktır.
Değerli Yoldaşlar!
Hareket ve halk olarak temmuz ayına girişle birlikte Kürtlerin inkârını ve imhasını başlatan Lozan Antlaşmasının da yüzüncü yıldönümünü yaşıyoruz. Bilindiği gibi, Lozan Antlaşması 24 Temmuz 1923 tarihinde İngiltere, Fransa ve
Türkiye arasında imzalandı. Daha sonra da ilgili tüm devletler imzalayarak BM tarafından kabul edilen bir antlaşma haline geldi. Kürt halk varlığı resmi olarak bu antlaşmada yok sayıldı ve böylece Kürt soykırım saldırısının yasal temeli oluşturuldu. Taraflar kendi aralarındaki çıkar mücadelesinde Kürtlerin varlığını ve ulusal haklarını pazarlayarak, yine bir takım hile ve oyun geliştirerek böyle bir sonucu ortaya çıkarıp bunda uzlaştılar.
İşte bu antlaşma temelinde tam yüz yıldır Kürtler bu dünyada yok sayılıyorlar ve yok edilmek için de her türlü saldırıya maruz kalıyorlar. Geçen yüzyıl boyunca bu antlaşma temelinde Kürtlerin yok edilmesi için her türlü soykırım saldırısı yürütüldü. Başta Bakur olmak üzere dört parça Kurdistan’da sayısız fiziki kırım, yani katliam gerçekleştirildi. Kürtler kendi yurtlarından çıkartılarak dünyanın dört bir yanına sürüldü. Kurdistan’a başka topluluklar getirilip yerleştirilerek demografya değiştirilmeye çalışıldı. En önemlisi de dünyada eşi görülmemiş bir kültürel soykırım uygulaması son derece planlı ve programlı olarak geliştirildi. Başta zihniyet kırımı olmak üzere Kürt toplumu çok yönlü bir asimilasyona tabi tutularak Türkleştirilmeye ve böylece kendi ulusal kimliği kaybettirilmeye çalışıldı.
Soykırım saldırılarına karşı direnişle geçen bir yüz yıl
Burada şu gerçeği çok iyi bilmemiz gerekiyor: Kurdistan’da uygulanan soykırımın günümüz dünyasında ve insanlık tarihi içinde bir benzeri daha yoktur. Soykırım olarak tanımlanan uygulamaların tümü Kurdistan’da eksiksiz pratiğe geçirilmiştir. Dahası bu temelde bir halk varlığı yok edilirken, yapılanın “Haydutluğa, teröre karşı mücadele” olduğu, bir “ehlileştirme, uygarlaştırma hareketinin yürütüldüğü” iddia edilmiştir. Bütün bu yalana dayalı soykırım ise tüm dünyanın gözü önünde yapılmıştır. Tüm bu olup bitenleri görmezden gelinirken, dünya devletlerinin çoğu bu temelde çıkar elde etmeye çalışmıştır. İşte bütün bunlar da 24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan’da imzalanan söz konusu antlaşma temelinde olmuştur.
Kuşkusuz Kürtler de bu antlaşma hükümlerini yok edememişlerse de baştan itibaren bu hükümleri geçersiz sayarak söz konusu soykırım saldırılarına karşı direnmişlerdir. Dolayısıyla geçen yüz yıl Kürt halkına yönelik soykırım saldırıları ile geçen bir yüz yıl olduğu gibi, aynı zamanda var olmak ve özgür yaşamak için Kürt halkının sürekli direndiği bir yüz yıl da olmuştur. Kuşkusuz ilk direnişler Kuzey Kurdistan’da gelişmiş; 1924-27 yılları arasında Amed, Elazığ, Bingöl ve Bitlis hattında başlayan direniş, daha sonra Serhat ve Dersîm direnişleri olarak devam etmiştir. Yine söz konusu direniş, Kurdistan’ın diğer parçalarına da etkili bir biçimde yayılmıştır. İlk direnişin önderleri olan Şêx Said ve arkadaşları 29 Haziran 1925 tarihinde Amed’te idam edilmişlerdir. Yine Dersîm direnişinin önderi Seyit Rıza ile Mahabat direnişinin önderi Qazî Muhammed de soykırımcı güçler tarafından idam edilmişlerdir. İdam edilen bu Kürt Önderleri şahsında soykırıma karşı direnişin tüm şehitlerini bir kez daha saygı ve minnetle anıyoruz. Kuşkusuz söz konusu direnişler soykırımcıları yenememiş ve soykırım sistemini ortadan kaldıramamıştır; ancak Kürtlerin yok edilmesini önleyerek bugüne kadar daha bilinçli ve mücadeleci bir biçimde gelmelerini de sağlamışlardır.
Bilindiği gibi, Lozan Antlaşması temelinde gelişen yüz yıllık soykırım saldırısına karşı direnişin ilk elli yılı bu temelde geçerken, ikinci elli yılı da Önder Apo öncülüğünde daha bilinçli, planlı ve örgütlü bir direniş olarak yaşanmıştır. Yani PKK öncülüğündeki Kurdistan özgürlük mücadelesi de Lozan Antlaşmasının başlattığı Kürt soykırımına karşı yürütülen bir mücadeledir. Kuşkusuz 1973 Newrozunda Önder Apo’nun gerçekleştirdiği çıkış, söz konusu elli yıllık bu direnişin başlangıcı olmaktadır. Aynı zamanda 1982 Büyük Zindan Direnişini ifade eden 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu eylemi, 30 Haziran büyük fedailik çıkışı da söz konusu bu direnişin çok önemli kesitlerini ifade etmektedir. Elbette 19 Temmuz Rojava Özgürlük Devrimi ile tarihi İmralı direnişi de söz konusu mücadeleyi içermektedir. Önder Apo öncülüğündeki son elli yıllık özgürlük direnişinin ayırt edici yanı, soykırımcı sistemi tam yenilgiye henüz uğratamamış olsa da onu çok ciddi biçimde darbelemiş olması ve Kürt özgürlük direnişini yenilmezlik noktasına ulaştırmasıdır. Bu temelde zafer umudu her zamankinden çok daha güçlü olarak yaşanmaktadır.
Şimdi özellikle 14 ve 28 Mayıs seçimleri temelinde Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı faşist yönetimi, Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci yüzyıla girişini de Kürt soykırımı temelinde şekillendirmek, Türkiye’de faşist diktatörlüğü kurumsallaştırarak bu temelde Kürt soykırımını tamamlamak istemektedir. İlan etmiş oldukları “Türkiye Yüzyılı” kavramı esas olarak bunu ifade etmektedir. Kuşkusuz bunu başarmak için de ellerinden gelen çabayı harcayacaklardır. Elbette bu durumu hafife almamak ve soykırımcı sistemin geliştireceği her türlü saldırıya karşı önceden hazırlıklı olmak gerekir. Bu konuda asla bir yanılgı ve gaflet durumu yaşamamalıyız. Ancak ideolojik ve stratejik açıdan da şunu bilmeliyiz ki, yeni TC yönetiminin iddiası ve planlaması boştur, içinde bulunduğumuz koşullarda gerçekleşme ve başarıya ulaşma şansı yoktur. Ancak Kürt sorununu özgürlük temelinde çözen bir demokratik Türkiye yeni yüzyılın belirleyici aktörlerinden biri haline gelebilir. Böyle bir Türkiye programını da somut olarak Önder Apo ortaya koymuştur ve müttefikleriyle birlikte Özgürlük Hareketimiz yürütmektedir.
Jin Jiyan Azadî şiarıyla tüm dünyaya yayılan Kadın Özgürlük Mücadelesi
Bir kere şu gerçeği hiçbir zaman unutmamalıyız: Yeni yüzyılın inisiyatifi bizdedir. Her şeyden önce, Önder Apo’nun geliştirdiği ekolojik, kadın özgürlükçü, demokratik toplum paradigması bize bu inisiyatifi kazandırmaktadır. Çünkü sadece bu paradigma, iktidar ve devlet sisteminin yarattığı tüm toplumsal sorunlara gerçekleşebilir çözümler önermektedir. Diğer yandan, 21’inci yüzyılın kadın özgürlük yüzyılı olduğu ilan edilmiş ve bu durum herkes tarafından kabul edilir hale gelmiştir. ‘Jin Jiyan Azadî’ şiarıyla tüm dünyaya yayılan kadın özgürlük mücadelesinin gelişim düzeyi bu gerçeğin somut kanıtı olmaktadır. Jineoloji temelinde kadın özgürlük mücadelesini bir devrim düzeyinde yürüten Özgür Kadın Hareketimiz, tüm bu gelişmelerin öncüsü konumundadır. Bu da önümüzdeki yüzyıl açısından inisiyatifin bizde olduğunu gösteren diğer bir kanıt olmaktadır. Dahası söz konusu paradigma ve kadın özgürlük mücadelesi pratik açıdan fedailik çizgisini otaya çıkarmıştır. 14 Temmuz ve Zîlan fedai çizgisi giderek tüm hareketi ve halkı kucaklamış durumdadır.
Kısaca ideolojik ve sistemsel olarak yeni yüzyılı yaratma gücü bizdedir. Bunu her koşulda başarıyla pratiğe geçirecek fedai tarzı da bizdedir. O halde her bakımdan yeni yüzyılın inisiyatifi bizdedir. Düşman söz de “Türkiye Yüzyılı” ilan ederek aslında bizim önümüzü kesmeye ve kendine moral kazandırmaya çalışmaktadır. Ancak bunlar nafile çabalardır. Çünkü AKP-MHP faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasetiyle yeni bir şey yaratmak mümkün değildir. Bu tür sözler, ancak toplumu kandırmaya dönük propagandalar olabilir. Gerçek ise, yeni yüzyılın yaratıcısının bizler olacağıdır. İşte böyle tarihi öneme sahip bir yeni süreç oluşmuş durumdadır. Kuşkusuz burada önemli olan husus, bu gerçeğin iyi anlaşılması ve doğru bir biçimde uygulanmasıdır. Bizim parti kadro ve komiteleri olarak işte bu gerçeği doğru ve yeterli düzeyde anlama ve daha çok da uygulama sorunumuz vardır. Eğer bu sorunu aşarsak, yani anlama düzeyimizi geliştirir ve uygulama tarzımızı yetkinleştirirsek, o zaman yeni yüzyıl kesinlikle Kürt özgürlük yüzyılı ve kadın özgürlük yüzyılı olacaktır. Bu da Lozan Antlaşması’nın yüzüncü yıldönümü çerçevesinde geliştireceğimiz Kürt özgürlüğü ve birliği temelindeki etkinliklerle kendini ortaya koyacaktır. Tüm parti kadro ve sempatizanları olarak bu gerçeğe derinden inanmalı ve pratikte başarmak için de her şeyi yapmalıyız.
Değerli Yoldaşlar!
Burada dünyada yaşananlara ilişkin fazla bir şey belirtmek istemiyoruz. Zira devletçi uygarlık ve kapitalist modernite çözümlemelerini Önder Apo savunmalarda tüm ayrıntılarıyla yapmıştır. Onların tekrar tekrar okunması günümüzde yaşanan olayların daha doğru anlaşılmasını mümkün kılacaktır. Zaten tüm arkadaşlar günlük olayları izlemekte ve sık sık siyasi ve askeri durum değerlendirmeleri yapılmaktadır. Çok açık ki, kapitalist modernite sistemi mevcut haliyle yaşadığı kriz ve kaos durumunu aşma gücünü gösterememektedir. Bu da ‘kriz yönetimi’ denen bir yapıyı ortaya çıkarmaktadır. Yine yerel ve bölgesel savaşların sürdürülmesine yol açmaktadır. Kısaca sistem içi çelişkili ve çatışmalı durum devam etmektedir.
Bu çerçevede, pek yeni olmasalar da gelişme gösteren üç şeyden söz edebiliriz. Birisi ekolojik denge bozukluklarıdır. Dizginlenemeyen endüstriyalizmin çok ciddi bir iklim krizi yaratmış olduğu açıktır. Yaz-kış karışımı, aşırı yağışın yol açtığı sel ve kuraklık, aşırı sıcak ve soğuk, sık sık depremlerin yaşanması bu durumun somut göstergeleridir. Daha şimdiden artan sıcaklar nedeniyle birçok alanda yüzlerce insanın hayatını kaybettiği haberleri basına yansımaktadır. Gidişatın nereye varacağı ise kestirilememektedir.
İkinci durum, her alanda artan ırkçılık ve faşist tırmanış olmaktadır. DAİŞ’in ve Hizbullah’ın hamiliğini yapan AKP-MHP faşizmini kabul edilir bir ortak olarak gören dünya devletçi siyasetinde başka bir şeyin olması da zaten mümkün değildir. İtalya yönetiminin karakteri bilinmektedir. Almanya’da ırkçı akımların gelişimi artık iktidar olma düzeyine ulaşmıştır. Bunlar aslında tüm Avrupa’da ve kapitalist sistemde yaşanan bir durumdur. İnsanlığın bütün zenginliklerini kendi yaşam alanlarına taşıyarak milyonları açlıktan ölür hale getiren, modern kölelik biçiminde insanların Avrupa’ya ulaşabilmek için kendilerini denizlere atmalarına yol açan bir sistemde zaten ırkçılıktan başka eğilimlerin gelişmesi de beklenemez.
Üçüncü ve bunların sonucu olan durum ise Fransa’daki gelişmelerdir. Aslında tüm Avrupa adeta barut fıçısı gibi gergindir. Başta Almanya olmak üzere geçen bahar sürecinde birçok ülkede ciddi işçi grevleri ve toplumsal eylemler yaşanmıştır. Şimdi Kuzey Afrikalı bir genci polisin katletmesi sonucunda gergin olan Fransız toplumu ayağa kalkmıştır. Günlerdir tüm kentlerde yoğun protesto gösterileri oluyor ve her taraf yakılıp yıkılıyor. Toplumdaki öfke bu düzeye ulaşmış bulunuyor. Macron yönetiminin tüm polisi ve askeri harekete geçirmesi sonucunda da olaylar büyüyor ve yeni vurulmalar ve tutuklamalar yaşanıyor. Sonucun nereye varacağı henüz kestirilemiyor. Peki bu yaşananlar tesadüf müdür? Elbette ki değildir. Daha seçim sonuçları açıklanmadan ve kazanıp kazanmadığı netleşmeden Tayyip Erdoğan’ı kutlayan Macron yönetiminden başka hangi sonuç beklenir? Fransa adeta bir polis devleti haline getirilmiş durumdadır.
Tabi Fransa deyip geçmemeliyiz. Fransa bir komün ülkesidir, ilk komünal ayaklanma Paris’te olmuştur. Komün halkı, yaşadığı haksızlıklar ve adaletsizlikler karşısında yeniden ayaklanmaktadır. Ayrıca unutmayalım, 14 Temmuz 1789 Büyük Fransız Devrimi’nin de başlangıç günüdür. Yani temmuz ayı Fransa için de bir devrim ayıdır. 14 Temmuz 1789 Büyük Fransız Devriminden 14 Temmuz 1982 Büyük Ölüm Orucu Direnişine, oradan da 2023 temmuz ayı özgürlük ve demokrasi mücadelelerine kadar insanlık, tarihi bir gelişme yaşamıştır. Biz bu gelişmenin sonuncu ve en önemli halkasıyız. Söz konusu bu geçmişten doğru ve yeterli dersler çıkartarak özgürlük ve demokrasi hareketini yeni başarılara taşıyacağız. Tüm yoldaşların böyle bir bilinçle devrimci görevlerini başaracağına inanıyoruz.
Değerli Yoldaşlar!
Hareket olarak 6 Şubat depremi ardından, depremzedelere daha kolay ve etkili yardım edilebilmesi amacıyla eylemsizlik kararı aldık ve ilan ettik. Başta kentler olmak üzere genel planda bize yönelik saldırı olmadıkça biz eylem yapmayacaktık. Kuşkusuz saldırıya maruz kalma durumunda kendini savunma geçerliydi. Daha sonra seçim süreci başlayınca, bu sürece hizmet etmesi ve olası provokasyonların önünü kapatması amacıyla eylemsizlik durumunu seçime kadar uzattık.
Kuşkusuz özgürlük gerillası ve tüm savaş güçleri yönetimimizin bu kararına eksiksiz uydu ve pratikte uyguladı. Fakat AKP-MHP faşizmi baştan itibaren hiç dikkate almadı. Hatta bir zayıflık etkeni olarak değerlendirip bu durumu kendisi için bir fırsat gibi gördü. Bu temelde de askeri saldırılarını önceki mevzilenmesine göre olduğu gibi sürdürdü. Asker ve polis baskısı ve saldırısı devam etti, katliamlar ve tutuklamalar sürdü. Siyasi açıdan bazı iç ve dış çevreler olumlu bulduklarını ifade etseler de somut herhangi kayda değer bir girişim olmadı. Böyle de olsa, Hareket olarak biz çizgimizin gereğini yerine getirmiş ve sürece gereken doğru cevabı vermiştik.
14 ve 28 Mayıs seçimlerinin sonuçları temelinde söz konusu bu eylemsizlik durumunu da değerlendirerek, 13 Haziran’dan itibaren eylemsizlik konumuna son verdik. Zira seçimle ortaya çıkan yönetim imha ve tasfiye amaçlı saldırılarını artırarak sürdüreceğini daha ilk günden ilan etti. Zaten hiçbir zaman da eylemsizlik konumunu dikkate almamıştı. Hem bu durumu değerlendirerek ve hem de siyasetin önünü açacağına inandığımız için deprem karşısında ilan ettiğimiz eylemsizlik konumuna son verdik. Bu temelde faşist-soykırımcı düşmanın topyekûn özel savaş saldırılarına karşı Hareket ve halk olarak kendimizi Devrimci Halk Savaşı Stratejisi temelinde topyekûn direniş yürütür hale getirdik. Artık geçerli olan bu karardır ve tüm yoldaşlar bu gerçeği bilerek hata yapmamalıdır. Tüm parti kadroları ve komiteleri Devrimci Halk Savaşı Stratejisi temelinde kendilerini aktif mücadele eder hale getirmelidir.
Bu çerçevede, eylemsizlik kararının sona erdirilmesi ardından Kurdistan Özgürlük Gerillasının Botan, Metîna ve Xakurkê’de faşist-soykırımcı düşmana ağır darbeler vuran başarılı eylemleri gelişti. Giderek gerilla eylemleri Medya Savunma Alanları merkezli olmak üzere birçok alana yayıldı. Şimdi günlük olarak gerçekleşen düşman saldırılarına karşı günlük olarak gerilla eylemleri de gelişiyor. Faşist-soykırımcı düşmana karşı özgürlük gerillamız kahramanca direnişini geliştirerek sürdürüyor. Yine öz savunma güçlerinin kentlerde gerçekleştirdiği eylemlerde bir gelişme yaşanıyor. Bu vesileyle, faşist-soykırımcı düşmana karşı gelişen gerilla ve öz savunma direnişini selamlıyoruz. Gerillanın Botan, Metîna ve Xakurkê’deki başarılarını kutluyor, devamını diliyoruz. Leyla Sorxwîn yoldaş şahsında tüm kahraman şehitlerini saygı ve minnetle anıyoruz.
Önümüzdeki süreçte devrimci savaş her alanda gelişecektir.
Kuşkusuz Medya Savunma Alanları’nda ve dağda her türlü düşman saldırısına karşı gerilla direnişi gelişerek devam edecektir. Bu direniş, Medya Savunma Alanları’nın dışına da taşarak, faşist-soykırımcı düşmanın bulunduğu ve saldırdığı her alana yayılacaktır. Gerilla tarz ve taktiklerinde ciddi bir yenilenme ve yaratıcılık yaşanacaktır. Burada önemli olan ve mutlaka yerine getirilmesi gereken hususlar şunlardır: Faşist-soykırımcı düşmana karşı savaşın dağ ile sınırlı kalmaması, ova ve şehirlere yayılarak bu alanlarda da aktif ve etkili bir biçimde geliştirilmesi gerekir. Savaşın bir veya birkaç alanla sınırlı kalmaması, düşmanın olduğu her alana yayılarak bütünlüklü yürütülmesi esastır. Savaşın sadece bazı güçlerin üzerine bırakılmaması, düşmanın saldırısı altında olan tüm güçlerin misilleme temelinde gereken eylemleri yaparak savaş konumuna geçmesi lazımdır. En önemlisi de geçmişte yaşanan savunma konumundan çıkıp taktik saldırı konumuna geçerek, düşmanın saldırısını beklemeden kendimizin eylem yapar hale gelmesidir. Bu anlamda düşman saldırılarına karşı tedbir alarak kendini koruyan, düşmana karşı ise etkili vurarak başarılı eylemler yapan bir konuma gelmeliyiz…
Elbette böyle bir savaş tüm parti kadrolarımızın ve sempatizanlarımızın görevidir. Kuşkusuz herkes görevine sahip çıkacak ve önümüzdeki süreçte devrimci savaş her alanda gelişecektir. Yine tüm yurtseverler söz konusu direnme savaşına destek verecek ve kendisi de daha aktif katılacaktır. Özellikle yurtsever Kürt gençliği, mevcut topyekûn halk savaşı direnişi ortamında devrimci savaşı kendisinin temel görevi olarak görüp, bir yandan dağdaki gerillaya katılarak, diğer yandansa şehirdeki öz savunma savaşını örgütleyip gerçekleştirerek savaşan Apocu gençlik olduğunu ortaya koyacaktır. Herkes kendini savaştan sorumlu görüp, hiç kimse düşmana karşı savaşı başkasından beklemeyecektir. Bunlar temelinde savaş tarzında ve taktikte bir yenilenme ve yaratıcılık durumu gelişecektir. İçine girdiğimiz savaş böyle tarihi ve yoğun bir savaştır ve gereğini başarıyla yerine getirerek bu savaştan mutlaka başarılı çıkmamız gerekir.
Savaş tarz ve taktiklerimizi yenileyip yaratıcı kılmalıyız
Burada düşmanın gerçeğini de özenle dikkate almamız gerektiğini belirtmeliyiz. Çok açık ki düşmanın belli bir teknik gücü var ve her yerde bu güce karşı onu boşa çıkartıcı tedbirleri mutlaka geliştirmemiz gerekir. Fakat bunun dışında düşmanın belirgin bir gücünden söz etmek mümkün değildir. Örneğin, eğer biz örgütlü ve mücadeleci bir konumda olsak, o zaman düşmanın istihbaratı, yani MİT faaliyetleri bize av olmaktan başka bir rol sahibi olamaz. Fakat biz kendimizi savaşır halde görmediğimiz ve düşman istihbaratına karşı kendi istihbaratımızı örgütleyerek mücadele etmeyi öngörmediğimiz için, mevcut durumda düşmanın istihbarat faaliyetleri birçok alanda sonuç alıcı olmaktadır. Burada önemli ve esas olan şey, kendi yaklaşımımızı ve tutumumuzu değiştirmemizdir. Yine bazı faşist çeteler dışında düşman ordusunun çatışma gücü kalmamıştır. Bu noktada da savaşacağımız hedefi kendimizin belirlemesi, başarıyla ve etkili vurabileceğimiz hedefleri seçmemiz, bu biçimde hedefleri çoğaltıp çeşitlendirmemiz esastır. Savaş tarz ve taktiklerimizi yenilediğimiz ve yaratıcı kıldığımız oranda etkili savaşacağımız ve başarılı sonuçlar alacağımız kesindir.
Faşizme karşı en etkili kitle gücü kadın hareketidir
Kitle mücadelesi açısından en önemli gücün kadın özgürlük mücadelesi olduğu açıktır. Kadın Özgürlük Hareketimiz, savaşta olduğu gibi, kitle mücadelesinde de öncü konumdadır. ‘Jin Jiyan Azadî Devrimi’ giderek tüm dünyaya yayılmaktadır. Giderek etkinlik kazanan bir kadın enternasyonalizmi gelişmektedir. Açık ki Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı faşist yönetimine karşı en etkili kitle gücü kadın hareketidir. Zaten mevcut faşist yönetim de en çok kadınlara saldırmakta, tutuklayıp katletmekte; bu da kadın kitlesinde artan bir tepki ve öfke yaratmaktadır. Bu tepki ve öfkeyi bilince dönüştürüp örgütleyerek faşist-soykırımcı diktatörlüğe karşı aktif mücadele eder hale getirmek, en büyük devrimci güç olan kadın potansiyelini aktif mücadele eder kılmak, faşizmi yıkıp özgürlüğü kazanma mücadelesinde çok önemli bir rol oynayacaktır. İçinde bulunduğumuz süreçte mevcut kadın potansiyelini örgütleyip eylemli kılarken, başta gençlik ve emekçiler olmak üzere diğer ezilen kesimleri de eyleme çekip bununla birleştirmek en temel devrimci görevlerden birisi konumundadır. Kadın-erkek tüm yoldaşların içinde bulunduğumuz süreçte bu görevi de doğru anlayıp başarıyla yerine getireceğine inanıyoruz
Değerli Yoldaşlar!
İdeolojik-örgütsel çizgi mücadelesinin önemi üzerinde her zaman duruyoruz. Peki neden? Çünkü siyasi ve askeri mücadelenin başarısı ideolojik-örgütsel çizgi mücadelesinin başarısından geçiyor da ondan. Çünkü Önder Apo’nun ifade ettiği gibi, savaştan önce yaşamda kaybediyoruz da ondan. Çünkü erkek egemen zihniyet ve siyaset ile küçük-burjuva ruh hali her zaman önümüzde engel oluşturabiliyor da ondan. Bunlar temelinde her zaman hatalar yapıp eksiklikler yaşayabiliyoruz. Eğer etkili bir eleştiri ve özeleştiri çizgimiz olmasa söz konusu hata ve eksiklikler bizi rahatlıkla boğabilir ve devrimci başarımızı önleyebilir. İşte bu durumu en
devrimci silahımız olan eleştiri ve özeleştiri yöntemiyle kısmen gideriyoruz.
Örneğin parti yönetimimize yazılan bireysel raporlara Merkez Komitemizin verdiği ortak cevap da ideolojik-örgütsel çizgi mücadelesiyle doluydu. Neden? Çünkü raporlar en çok ideolojik ve örgütsel hata ve yetersizliklerden söz ediyordu da ondan. Örneğin en temel sorunumuz olarak Önderlik ve parti gerçeğine doğru katılamama durumu ortaya konuyordu. Bu temelde katılım ve partileşme sorunumuzun esas olduğu belirtiliyordu. Yine kendini yeterli görme tutumunun bolca yaşandığından söz ediliyor ve yeterli düzeyde eleştiri-özeleştiri yapmama durumunun yaşandığı dile getiriliyordu. İdeolojik yoğunlaşma zayıflığından, bireysel yaşama ve mücadele etme durumundan söz ediliyor, örgütlülükten kaçışın yaşandığı belirtiliyordu. Aynı zamanda ciddi yöntem sorunları yaşadığımız, olaylara bütünlüklü bakmayıp parçalı ele aldığımız ifade ediliyordu.
Belli ki benzer eleştiriler daha fazla ifade edilebilir. Ancak bunları zaten her birimiz yeterince biliyoruz. Bu noktada bilme sorunumuz yok, esas olarak uygulama ve düzeltme sorunumuz var. O halde hata ve eksiklerimizi mutlaka düzeltebilmeliyiz, pratikte aktif uygulayıcılar haline gelebilmeliyiz. Cins ve sınıf mücadelesini kendi içimizde ve dışımızda doğru yöntemlerle ve sonuç alıcı bir tarzda geliştirebilmeliyiz. Örneğin sınıf mücadelesi deyip geçmemek gerekir. Küçük-burjuvazi bulunduğu ortama her zaman umutsuzluk ve karamsarlık yayar, sürekli yakınır ve şikayet eder, her zaman bireyciliği ve bencilliği geliştirir, sürekli özel yaşam arayışında olur. Bunları daha da çoğaltabiliriz. Zaten her gün etrafımızda tonlarcası vardır. Yine cins mücadelesi olmadan, değil başarılı bir devrimci olmak, tutarlı bir insan bile olunamaz. O halde cins mücadelesi deyip geçmemek, bu mücadelenin büyük önemini ve yarattığı gücü görmek gerekir. Çok açık ki erkek egemen zihniyet ve siyaset her zaman doğru özgür yaşam ölçülerimizi bozar, duygularımızı ve ruh dünyamızı karmaşıklaştırır, bilincimizi çarpıtır, ret ve kabul ölçülerimizi ortadan kaldırır, enerjimizin devrimci görevlere harcanması yerine boşa gitmesine yol açar. O halde sürekli bir cins ve sınıf mücadelesi ile kendimizi yenilememiz ve devrimci pratiğe bu temelde yönelmemiz şarttır.
Kuşkusuz ideolojik mücadele sadece kendimiz için, parti kadroları için gerekli ve geçerli değildir; dışımız ve tüm toplum için de gerekli ve geçerlidir. Dikkat edelim, Önderlik çizgimize ve devrimci pratiğimize yönelik her gün binlerce ideolojik saldırı yapılmaktadır. Örneğin biraz boşluk bırakılsaydı, neredeyse seçim ardından özel psikolojik savaş saldırısıyla demokratik siyasetin gücü kırılıp birliği parçalanacaktı. Fakat zamanında karşı koyuşla ve kısmen etkili bir ideolojik mücadele ile bu saldırıların etkisi önemli ölçüde kırıldı. Bu bakımdan, dıştan gelen ideolojik saldırılara karşı da her zaman dikkatli ve hazır olmalıyız ve de bu saldırılara karşı etkili bir mücadele yürütmeliyiz. Dahası propaganda ve ajitasyon, sanat ve edebiyat, eğitim ve araştırma temelindeki ideolojik alan çalışmalarımızı böyle bir ideolojik mücadele ve etkinlik sağlayacak düzeyde geliştirmeliyiz. Tüm arkadaşların bu konularda da duyarlı davranacağına ve görevlerine sahip çıkacağına inanıyoruz.
Değerli Yoldaşlar!
14 Temmuz, 30 Haziran ve 19 Temmuz’un devrimci girişkenlik ve direniş çizgisi her zaman zafer yaratır. Hepimizin buna yürekten inanması ve bu çizgiyi pratikte esas alması gerekir. Dikkat edilirse, bu çizgide başkasından bekleme, umutsuzluk, karamsarlık, zorlanma ve başarısızlık kesinlikle yoktur. En zor koşullarda ve hiç imkânın olmadığı durumlarda kendi gücüyle eyleme kalkmak ve zafer kazanmak vardır. Geriye dönüp söz konusu direnişlere bakalım. 14 Temmuz öncesi zindandaki yoldaşların hangi imkânı ve maddi gücü vardı? Çok açık ki bütün bunlar sıfır noktasındaydı. Ama o yoldaşlar imkânı ve gücü kendi bilinç ve inançlarından yaratarak tarihin en büyük direniş eylemini gerçekleştirdiler. Yine 30 Haziran öncesi Zîlan yoldaşın sahip olduğu güç ne kadardı? Belli ki çok azdı. Bu konuda hiçbir tecrübe yoktu ve de yalnızdı. O da bilincinin ve inancının gücüyle söz konusu tarihi eylemi gerçekleştirdi.
Şimdi her alanda ve her birimizin sahip olduğu hiç de küçümsenemeyecek düzeyde imkânlar var. Bu imkânlar asgari düzeyde kullanılsalar, faşizmi onlarca kez yenen büyük eylemler ortaya çıkar. Fakat dikkat edilirse bunlar fazla olmuyor. Çünkü bir aktifleşememe, pratikleşememe, başkasından bekleme ve hep savunmada kalma durumu yaşanıyor. Bunları kesinlikle aşmalıyız. Neredeyse herkes durmadan kendi zorlanmasından söz ediyor. Peki niçin zorlanıyoruz? Demek ki devrimcileşmekte yetersizliğimiz ve zayıflığımız var da ondan zorlanıyoruz. Yoksa bilinci, inancı, kararı ve iddiası yerinde olan bir devrimci hiç zorlanır mı? Örneğin 14 Temmuz direnişçileri hiç zorlandılar mı? Zîlan yoldaş söz konusu büyük eyleme yürürken hiç zorlandı mı? Zap, Avaşîn ve Metîna’da fedaice direnen yoldaşlar hiç zorlanmaktan söz ediyorlar mı?
Çok açık ki Apocu fedai militanlıkta zorlanma, aktifleşememe durumu yoktur. Bu tür durumlar doğru ve yeterince devrimcileşememenin ve fedaileşememenin sonucudur. O halde bu durumları tümden aşmalı ve en küçük etkisini bile içimizde bırakmamalıyız. 14 Temmuz ve 30 Haziran çizgisinde kendimizi yenileyip başaran Apocu fedai militanlar haline getirmeliyiz. Bu temelde de her türlü düşmanı yenme ve en büyük zaferleri kazanmayı garantilemeliyiz. Mazlum, Kemal, Hayri, Sara ve Zîlan yoldaşlar böyle yaptılar ve tarihin en büyük ve anlamlı zaferlerinin yaratıcısı oldular. Biz de bu kahraman şehitlerimizin izinde doğru yürüyerek, her türlü zorluğu yenip engeli aşma temelinde tarihi zaferler kazanmayı mutlaka başarmalıyız. Tüm yoldaşların böyle bir ruh, bilinç ve inançla hareket edip dönem görevlerini mutlaka başaracağına inanıyor, üstün başarılar diliyor ve büyük başarmaya çağırıyoruz!
Kahrolsun Faşist-Sömürgeci-Soykırımcı Diktatörlük!
Yaşasın Özgürlük ve
Demokrasi Mücadelemiz!
Yaşasın Devrimci Halk Savaşımız!
Yaşasın 14 Temmuz ve 30 Haziran Fedai Zafer Ruhu!
Bijî Rêber Apo!