Xebat Andok
Dünya 24 Şubat’ta başlayan Rusya-Ukrayna savaşının Üçüncü Dünya Savaşı’na evirilip evirilmeyeceğini tartışadursun, yaklaşık otuz yıldır 3. Dünya Savaşı Ortadoğu merkezli olarak zaten sürüyor. Merkezi Ortadoğu olan bu dünya savaşının, farklı gerilim alanlarında da çatışmalara-savaşlara evirileceği Rusya-Ukrayna savaşından anlaşılmaktadır. Benzer çatışma ve savaşların daha başka alanlarda da olması olasıdır ki, bu durum 3. Dünya Savaşı’nın Ortadoğu merkezli yaşandığı gerçeğini değiştirmez.
Birinci Körfez Savaşı, Önder Apo’ya yönelik geliştirilen 9 Ekim 1998 Uluslararası Komplo, 11 Eylül 2001 İkiz Kule saldırısı ve ardından gerçekleşen Afganistan ve Irak işgalleri; Önder Apo’nun Demokratik, Ekolojik ve Kadın Özgürlükçü Toplum paradigmasını geliştirmesi ve bu paradigmaya dayanarak 2005 Newrozunda Demokratik Konfederalizmi ilan etmesi; Arap Baharı adıyla Ortadoğu’da gelişen halk ayaklanmaları ve hegemonik güçlerin bunu fırsata dönüştürerek bölgede gerçekleştirdikleri yeni işgaller; 19 Temmuz 2012 Rojava Devrimi, Kürt Özgürlük Hareketi’ne yönelik yürürlükte olan topyekûn tasfiye konsepti ve buna karşı direniş… Tüm bunların hepsi işte bu 3. Dünya Savaşı kapsamında gerçekleşen ve önemli dönemeçleri ifade eden gelişmelerdir.
Ortadoğu merkezli olması nedeniyle ideolojik yönü önde olan bu dünya savaşında Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmek isteyen kapitalist modernitenin öncü-hegemonik güçleri, kendisi gibi kalmak isteyen ve statükoyu temsil eden bölge devletleri ve özgürlük-eşitlik-demokrasi isteyen ve bunun için büyük bir mücadele veren devrimci-demokratik güçler bu büyük savaşın içindedirler. Yer yer çıkarların kesiştiği, yer yer ise aynı güçlerin çatıştığı ve ilk iki dünya savaşına pek de benzemeyen bu dünya savaşı kendisine has özelliklerle erken çözüm arayış ve beklentilerini boşa çıkaracak düzeyde sürüyor ve daha ne kadar süreceği de belli değildir.
Yaklaşık otuz yıldan beridir süren bu 3. Dünya Savaşı’nın değişik dönemlerde ağırlık merkezleri farklılaşsa da mevcut durumda Kürdistan merkezli bir savaş olarak sürmektedir. Bölge statükoculuğunu temsil eden tüm devletler halklar açısından sorunludur ve halklar her yerde bu despotik sistemlerin değişiminden yanadır, bunun için mücadele halindedir. Hegemonik güçler açısından da mevcut durumda sorunlu devletlerin başında Kürdistan’ı sömürgeleştirmiş devletler gelmektedir. Hali hazırda İran ve Suriye öne çıkan devletlerdir. Irak’a zaten müdahale yapılmış olduğu halde, bu ülke hala bir istikrara kavuşmuş değildir. Ne hegemonik güçlerin ne statükoculuğun ne de halkların isteği gerçekleşmiştir. Türkiye ise hegemonik güçlerin bölgeyi yeniden dizayn ederken şimdilik rol verdikleri bir devlet olmasına karşın bu görevlerini yerine getirmenin sancılarını yaşamakta, kapitalist moderniteyle ilişki-çelişki diyalektiği temelinde yürümektedir. Kürdistan’ı sömürgeleştirmiş devletlerin bu özellikleri 3. Dünya Savaşı’nın Kürdistan merkezli olmasının önemli bir etkenidir. Diğer önemli neden ise, ulusal bir karakterin ötesine geçip giderek bölgesel ve küresel bir güç haline gelen, demokratik modernite kuramı temelinde kapitalist moderniteye alternatif bir toplumsal sistem geliştiren Kürt Özgürlük Hareketi’nin varlığıdır. Bu nedenlerden ötürü Kürdistan mevcut durumda 3. Dünya Savaşı’nın merkez alanıdır ve savaş Kürdistan’da tüm şiddetiyle sürmektedir.
Evet, Kürdistan tam bir savaş alanıdır ve bu savaşın tarafları vardır. ABD’nin başını çektiği hegemonik güçler, TC koordinatörlüğündeki sömürgecilik ve KDP öncülüğündeki Kürt işbirlikçi-ihanetçi kesimle Kürt Özgürlük Hareketi ve Önder Apo’nun öncülük ettiği özgür Kürtlük topyekûn bir savaş halindedir. Güçlerin mevcut pozisyonları bu savaşın 2022 yılında final ve kader belirleyici düzeyde yürüyeceğini göstermektedir. Mevcut gelişmeler fazlasıyla buna işaret etmektedir.
Erdoğan hala Kürt soykırımını gerçekleştirmekle görevlidir
Erdoğan liderliğindeki AKP bu savaşta kapitalist modernitenin kendisine verdiği görevleri başarıyla yerine getirmek üzere oluşturulmuş, hazırlanmış ve iktidara getirilmiş bir proje olmaktadır. Erdoğan Ortadoğu’yu ‘ılımlı islam’ modeli temelinde Fethullah Gülen ile birlikte Batı ile uyumlulaştırma ve Ortadoğu’yu kapitalizme kapatmak isteyen Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme görevlerini üstlenmiştir. Nitekim bu kapsamda kendisini ‘Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanı olarak tanımlamıştır.
Kürt Özgürlük Hareketi’ne ilişkin hegemonik güçlerin bu planı ile soykırımcı-sömürgeci TC’nin Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye ederek Kürt soykırımını gerçekleştirme hedefi örtüştüğünden Erdoğan hem hegemonik güçlerden hem de kendisini TC’nin sahibi gören iktidar odaklarından hala da süren çok büyük bir destek görmektedir. Erdoğan yirmi yılı aşan iktidarını esas olarak Kürt soykırım politikalarını en etkili şekilde yürütme kapasitesine borçludur. TC’nin kurucu partisi CHP’nin genel başkanı Baykal’ın hukuksuz bir biçimde Erdoğan’a milletvekili seçilme yolunu açması, kendisini TC’nin savunucusu ve sahibi gören ordunun genel kurmay başkanı Yaşar Büyükanıt’ın Dolmabahçe’de Erdoğan’a iktidar yolunu açması, Erdoğan’ı asmakla tehdit eden ırkçı faşist MHP ve onun lideri Bahçeli’nin Erdoğan’ı tek adam haline getirecek başkanlık sistemini fanatikçe savunması hep bu kapsamda gerçekleşmiştir. Erdoğan’ın önünün bu denli açılması, yaptıklarının sineye çekilmesi, tek adamlığının kabul edilmesi, onun Kürt soykırımını gerçekleştirmede en etkili bir araç olmasından kaynağını almıştır. Hala da Kürt soykırımını gerçekleştirmenin en elverişli aparatı olduğundan kendisine bu çevreler destek vermeye devam etmektedir.
Kuşkusuz Erdoğan’a verilen iç-dış tüm desteğe karşın hala Kürt Özgürlük Hareketi’nin tasfiye edilememiş olması, Erdoğan’a ilişkin bu çevrelerde belli tereddütler ortaya çıkarmıştır. Ancak Kürt Özgürlük Hareketi’nin tasfiyesinin bu güçler açısından taşıdığı önem, Erdoğan iktidarına hala destek verilmesinin temel nedenidir. Erdoğan’nın bu özelliğini tümden yitirmemesi, yerine daha kullanışlı yeni bir aparatın bulunmaması ve Kürt sorunu konusunda bu güçlerin soykırımcı zihniyetlerini değiştirmemeleri halinde Erdoğan’a verilen bu desteğin süreceği, bunun stratejik bir yaklaşım olduğu bilinmek durumundadır.
Önder Apo’nun İmralı tabutluğunda tutulması ve süren İmralı işkence sistemi; sistem karşıtı güçler açısından yepyeni ufuklar açan ve dünya devrimi potansiyelini taşıyan Rojava Revrimi’nin özgürleşmiş alanlarının Erdoğan’a ve El Kaideci-Daişçi çetelere işgal ettirilmesi, Rojava Devrimi’nin demokratik komünal çizgisinin saptırılarak işbirlikçi-ihanetçi çizgideki KDP’nin etkili kılınmak istenmesi, Suriye’de sorunun devlet+demokrasi temelinde çözümünün engellenmeye çalışılması; Kürt özgürlük gerillasına yönelik kimyasal silahlarla gerçekleştirilen katliamlar ve Medya Savunma Alanlarının işgaline her türden desteğin verilmesi; Irak’ın tasfiye konseptine çekilmek istenmesi, KDP’nin soykırımcı TC’nin katliamlarının meşrulaştırıcı gücü haline getirilerek Kürt Özgürlük Hareketi’nin tasfiyesi için TC’den bile daha istekli kılınması; Bakur’da demokratik siyaset alanının bile bitirilmek istenmesi, Kürt halkına karşı soykırım politikalarının en sistematik temelde yürütülmesi… gibi saldırıların tümü bu tasfiye konsepti temelinde yürütülmektedir. Amaç ‘Sri Lanka Modeli’ denen plan temelinde Kürt Özgürlük Hareketi’nin ve onun önderliğinin tümden tasfiyesi, buna dayanarak da Kürt soykırımının gerçekleştirilmesidir.
Sömürgeci-soykırımcı TC Kürt soykırımını mutlak anlamda gerçekleştirmeye odaklanırken, merkezi hegemonik sistem ise Kürt Özgürlük Hareketi’nin ve onun önderliğinin tasfiyesine odaklanmış durumdadır. TC şimdi en temel stratejik ortağı halindeki KDP temelli bir Kürtlüğe bile uzun vadede olur vermezken, merkezi hegemonik sistem Önder Apo ve PKK’nin temsil ettiği ‘Özgür Kürt’ün tasfiyesine, işbirlikçi Kürtlüğün varlığını sürdürmesine odaklanmıştır. Aralarında böyle bir fark olsa da PKK ve Önder Apo’nun tasfiyesi üzerinde ortaklaşmış ve birlikte çalışır durumdadırlar.
2023 yılı hedefleri sadece Erdoğan-Bahçeli’ye ait değildir
Erdoğan-Bahçeli faşist ikilisi, ihtiyaç duydukları dış desteğin daha fazlasını alabilmek için hemen herkese sürekli bir şekilde baskı kurmaya çalışırken, son Rusya-Ukrayna savaşını da fırsata dönüştürmeye çabalamaktadır. En büyük katliamcı, soykırımcı ve savaşçı olmalarına rağmen kendilerini savaşı sona erdirmeye çalışan barışçı olarak dünyaya lanse etmeye çalışıyorlar. Bu yönlü çok yoğun bir diplomasi ve kandırma siyaseti yürüttükleri görülüyor. Öte yandan Ukrayna’ya her türden desteği vererek NATO’ya; Boğazları Möntro Antlaşması kapsamında kapatıp göbekten bağımlı hale geldiği Rusya’ya NATO’nun istediği yaptırımların tümünü yapamayarak da Rusya’ya göz kırpmaktadır. Böylelikle savaşan her iki tarafını aynı anda idare etmeye çabalamaktadır. Siyasetinin merkezinde kendi çıkarları olduğu halde, bunu ‘bağımsız duruş’ ve ‘savaş karşıtlığı’na yazdırmaya çalışmaktadır. Tarafları bir araya getirmeyi öngören diplomatik çabalarla süren savaştan nemalanmak istemekte ve esas olarak da Kürt Özgürlük Hareketi’nin tasfiyesinde daha fazla destek istemektedir.
Öte yandan Kürt soykırımını gerçekleştirmek üzere yürüttüğü savaşı daha da yükseltmenin çabası içindedir. Varlığını Kürtlere karşı savaşa ve bu temeldeki soykırımı gerçekleştirme kapasitesine borçlu olan AKP-MHP iktidarının bunun dışında bir var olma imkânı yoktur. O nedenle bu yıl 2021 yılı savaşından çıkardığı dersler temelinde savaşı daha da tırmandıracaktır. Bu kapsamda Bakur’da yaptıklarının yanı sıra Rojava ve Medya Savunma Alanları’na yönelik yeni işgal saldırıları yapacaktır. Yaklaşan seçim gündemini de gözeterek elde edeceği bazı başarılara dayanarak erken veya baskın seçime gitmeyi, seçimleri kazanarak iktidarını sürdürmeyi esas alacaktır. Erdoğan-Bahçeli ikilisinin temel yoğunlaşmasının bu yönlü olduğundan kuşku duymamak gerekir.
AKP-MHP faşizmi seçimlerde istediği sonucu elde etmeye yarayacak bir seçim yasa teklifini meclise sunmuş durumdadır. Bununla olabilecek en fazla vekil elde etmeyi, karşı ittifakta yer alan ve oy potansiyelleri az olan partilerin hiçbir şekilde meclise girmemelerini, kendi partilerinden başka partilere geçişi engellemeyi ve her şeyden önemlisi HDP’yi kapatarak seçimlere girmesini engellemeyi amaçlamaktadırlar. Öyle ki HDP’nin kapatılması halinde grup kurmaya yetecek kadar vekilin bir partiye geçerek seçimlere girme hakkı kazanması da ortadan kaldırılmaktadır. Seçimlere böyle çok yönlü hazırlanırken seçimlerin ne zaman yapılacağını ise Kürt halkına karşı yürütülen savaş belirleyecektir. Başarılı olduğunu ve bunun oy getireceğini hissettiği anda seçimleri erkene çekeceğinden kuşku duyulamaz.
AKP-MHP faşist iktidarına alternatif olduğunu söyleyen başını CHP ve İyi Parti’nin çektiği Millet İttifakı da çalışmalarına hız vermiş durumdadır. Bu kapsamda irili ufaklı altı parti bir araya gelerek AKP-MHP sonrasının iktidarı olduklarına yönelik poz verdi. Türkiye’yi nasıl demokratikleştireceklerine, rejim değişikliğini nasıl gerçekleştireceklerine, Türkiye’nin temel sorunlarına nasıl çözümler üreteceklerine ilişkin kamuoyunu bilgilendirdiler. Ne var ki bugüne kadarki mevcut performansları, söylem ve eylemleri iddialarının aksi yönünde seyrettiklerini yeterince ortaya koymaktadır. Türkiye’deki demokrasi sorunu da dahil tüm sorunların kaynağı halindeki Kürt sorununa ilişkin tek bir kelime bile söyleyemeyenlerin, Kürt sorununu nasıl çözeceklerine ilişkin mevcut olandan farklı tek bir düşünce bile ortaya koyamayanların bu soykırımcı faşist iktidarı yenmeleri, seçim kazanmaları ve iktidara gelmeleri söz konusu olamaz.
Millet İttifakı AKP-MHP faşizmine koltuk değneği olmaktadır
Muhalelefet denilen Millet İttifakı’nın iddiası ve söylemi ne olursa olsun, mevcut duruşu AKP-MHP faşizminin iktidarda kalmasına yaramaktadır. Mevcut olanın ötesine geçmek istemedikleri de söylem ve eylemlerinden anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bir kez daha AKP-MHP faşizmine koltuk değneği olma haline tanıklık etmekteyiz. Aksi halde bu kadar yıpranmış, ülkeyi batırmış, ülke insanının büyük bölümünün açlık sınırında yaşamasına neden olmuş bir faşist-soykırımcı iktidarın iktidarda kalması, ömrünü uzatması, geleceğe dair bu kadar umutlu olması söz konusu olamazdı. Anlaşılan TC devlet olarak Kürtler hakkında soykırımdan başka bir şey düşünmemekte ve Erdoğanlı AKP’den de daha uygun bir aktör bulunamadığından AKP ile iş görmeyi, Kürt soykırımını böyle gerçekleştirmeyi sürdürmek istemektedir. Bu politikayı başarıyla sürdürmek için de muhalefete kendisine çizilmiş sınırlarda seyretmesi gerektiğinin söylendiği anlaşılmaktadır. Aksini iddia etmek zordur, zira başka bir ülkede olsa ülkeyi bu kadar dibe çekmiş bir iktidarın bir gün bile ayakta kalması mümkün olamazdı. Muhalefetin bu halinden de esas olarak Kılıçdaroğlu ve CHP sorumludur. Zira en büyük partidir, kurduğu cumhuriyetin bu iktidar tarafından bir tarafa atıldığını görmektedir, dahası bu parti en demokrat olma iddiasındadır. Anlaşılan Kürt Özgürlük Hareketi’nin tasfiyesi karşılığında Kılıçdaroğlu’nun CHP’si de tıpkı Baykal’ın CHP’si gibi düşünmektedir. Olamayacağı gün gibi açık olmasına karşın Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı adaylığına bu kadar heves etmesi, toplumun tüm kesimlerinden oy alabilecek ve Erdoğan’ı yenilgiye uğratabilecek bir aday üzerinde hiç düşünmemesi, cumhurbaşkanı adayının açıklanmaması, açıklamanın son ana bırakılması bundan kaynağını alıyor olsa gerek. Kesin kazanma ve iktidarı ele geçirme hedefi olan kişilerin ve partilerin duruşunun ve çalışma tarzının daha farklı olması işin doğası gereğidir. Açık ki Erdoğan için en büyük destek Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı adayı olması olacaktır.
Toparlarsak Türkiye tastamam bir krizli ülke haline gelmiş olsa da hala çıkışı Kürt soykırımını gerçekleştirmede bulmaktadır. Devlet başta AKP-MHP faşist iktidarı olmak üzere bütün kurum ve kuruluşlarıyla cumhuriyetin yüzüncü yılı olan 2023 yılına Kürt soykırımını başarmış olarak girmek istemektedir. Tüm olanaklarını buna seferber ettiğinden, bunun için elinden gelen her şeyi yapacağından en ufak bir kuşku bile duyulamaz. Buna hegemonik güçlerin verdiği dış destek ve KDP’nin bu soykırım savaşında üstlendiği alçakça tutumu da eklediğimizde Önder Apo’nun önderliksel doğuşunun ve PKK’nin örgütsel temellerinin atılmasının ellinci yılı olan 2022 yılının çok büyük bir savaşa sahne olacağı açıktır. Sömürgeci-soykırımcı rejimin askeri, siyasi, diplomatik, ekonomik ve toplumsal tüm gücünü buna seferber edeceğinden hiç mi hiç kuşku duyulamaz. TC’nin 2022 yılındaki tek gündemi bu olacaktır. Bunun dışındaki tüm gündemler sadece ve sadece kafa ütülemek, bu soykırımcı amacı örtmek için ve özel savaş yürütmek kapsamında olacaktır.
AKP-MHP faşizminin Kürtlere düşmanlığı soykırım düzeyindedir
Buraya kadar belirttiklerimiz düşman cephesinde yeni bir şeyin olmadığını, dahası mevcut düşmanlığın daha da tırmandırılacağını göstermektedir. Tam da bu noktada önem kazanan şey, Kürtlerin, Kürt Özgürlük Hareketi’nin bu düşmanlığa nasıl cevap vereceğidir. Açık ki düşmanın bu durumunu görmezden gelmenin, bu soykırım saldırıları yokmuş gibi davranmanın hiçbir anlamı yoktur. Bu kendini tamamen ölüme yatırma olur ki, var oluş ve özgürlük böylesi bir ruh hali ve duruşla mümkün olamaz. Demek ki varlığımızı korumak ve özgürlüğümüzü sağlamak için soykırımcı TC’nin yaptığı düşmanlığı doğru kavramamız ve buna karşı doğru tutumu göstermemiz gerekiyor.
Açık ki gerekli olan düşmana düşmanlık yapabilmektir. Zira düşman yok etmeyi esas almak demektir. TC’nin onun günceldeki iktidarı AKP-MHP faşizminin Kürtlere nasıl bir düşmanlık yaptığı yeterince açığa çıkmış durumdadır. Düşmanlığı soykırım düzeyindedir. İşbirlikçi-ihanetçi Kürt’ü bile kabul etmeye yanaşmamakta ölü Kürt’ten başka da bir Kürt’ü görmeye tahammül etmemekte, kabul etmeye yanaşmamaktadır. O halde AKP-MHP’nin doruğa çıkardığı bu düşmanlığı doğru anlamamız ve yok olmamak için bu düşmanlığı yenmemiz gerekir.
Kürt Özgürlük Hareketi’nin 12 Eylül 2020 yılında başlattığı ve merkezine AKP-MHP faşizmini yıkmayı, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlamayı koyduğu ‘Özgürlük Zamanı’ hamlesi tam da bunun içindir ve bu anlamdadır. Kürt Özgürlük Hareketi’nin gerçekleştirdiği tüm toplantı, kongre ve konferansların merkezinde de bu vardır. AKP-MHP faşizmi yenilgiye uğratılarak yıkılacak ve Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü sağlanacak! Böylelikle var oluş gerçekleşecek ve var oluş özgürlük temelinde olacak. Bunun gerisine düşen bir duruş Kürt Özgürlük Hareketi’nin tasfiyesi ve Kürt soykırımının gerçekleşmesi anlamına gelecektir. Çünkü karşısında savaşılan düşman herhangi bir düşman olmayıp, soykırımı gerçekleştirmeyi kendi var oluş koşulu olarak belirlemiş bir düşmandır. Bu amacına ulaşmada hiçbir kural tanımaz haldedir. Hiç kimsenin elde etmediği kadar dış desteğe ve KDP şahsında iç desteğe sahip, seferber olmuş, bütünlüklü bir düşmandır. 2015 yılından beri yürüttüğü işgal ve tasfiye saldırıları istenilen sonucu hala vermemişse, yani Rojava ve Başûr tümden işgal ve Kürt özgürlük gerillası hala tasfiye edilememişse bu, yapılan düşmanlığın yetersizliğinden, saldırıların hafifliğinden değil, buna karşı Kürt Özgürlük Hareketi’nin ve Kürt özgürlük gerillasının fedailikte zirve yapan kahramanca direnişindendir. Önder Apo’nun büyük özgürlük direnişi, Kürt özgürlük gerillasının Garê, Mam Reşo, Zendûra, Werxelê, Tepê Sor ve Kürdistan’ın her yerindeki kahramanca direnişi, halkımızın değerlerinden taviz vermeyen direnişçi duruşu sömürgeci soykırımcı faşist rejimin ve AKP-MHP iktidarının başarıya ulaşmasını engellemiştir. Bu düzeyin altındaki bir direniş duruşunun olması halinde soykırımcı rejim şimdiye kadar tüm amaçlarına ulaşmış olurdu. Bu yönüyle soykırımcı faşist rejim amaçlarına ulaşmış değildir, ancak özgürlük güçleri de bu soykırımcı rejimden kurtulmuş değildir. Her iki taraf da 2022 yılını amaçlarına ulaşmanın final yılı haline getirecektir. Soykırımcı rejim yüzüncü yılına Kürt soykırımını başarmış olarak girmek isterken, Kürt Özgürlük Hareketi de ellinci yılını varlığını korumanın, özgürlüğünü sağlamanın yılı haline getirmeye çalışmaktadır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi düşman cephesi yeterli iç ve dış desteğe sahiptir, bütünlüklüdür ve seferberdir. Bizim de bunu boşa çıkaracak ve düşmanı yenecek benzer bir bütünlüğe ve seferberliğe ihtiyacımız vardır. PKK, PAJK, KCK ve HPG’nin yaptığı merkezi toplantılardaki kararlaşma düzeyi de bu kapsamdadır.
Kararlaşma düzeyimiz bu olsa da hızlıca aşmamız gereken ve ideolojik-siyasi ve askeri durumu doğrudan etkileyen yetersizliklerimiz var.
Her şeyden önce savaş ile bağlantılı olarak düşman olgusuna yaklaşımda düzeltme yapmaya ihtiyaç vardır. Önder Apo da düşman kavramında yaşanan muğlaklığa dikkat çekerek, soykırımcı TC’nin ne denli acımasız bir düşman olduğunu vurgulayarak bunun doğru anlaşılmasını istedi.
Savaş, planlanmış, örgütlenmiş, somut ideolojik-siyasi, askeri amaçlara bağlanmış bir zor ve şiddet kullanımıdır. Başkalarının ürettiğine, elinde olana, değerine el koymak için planlı, örgütlü şiddet kullanımıdır. Kürdistan’a uygulanan tam da budur. Bu yönüyle günlük yaşamda insanın ayakta kalma, doğada var olma, yaşama kavgasından ve kendi içindeki zayıflıklarıyla mücadelesinden ayrışır. Savaşın askeri anlamdaki özü ise düşman denilenin, yani karşıtın yok edilmesidir. Kürt’e ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne yaklaşım bu temeldedir. Bu yok etme fiziki olarak ortadan kaldırma şeklinde olabileceği gibi, iradesini kırarak teslim alma ve kendisine hizmet eder hale getirme temelinde de olabilir. KDP’ye olan ise budur.
KDP teslim alınmış ve düşmanına hizmet eder hale gelmiştir
KDP teslim alınmış, Kürt’ün düşmanına hizmet eder hale gelmiş ve Kürtlük nezdinde gerçekte yok olmuş bir gerçekliktir. Yok olmanın bir de böyle saf değiştiren, düşman cephesine geçen uşaklık hali vardır. Nitekim son Newroz’da KDP’liler, soykırımcı TC askerleri ve Daişçi-El Kaideci zebani faşistler hep birlikte soykırıma uğratılmış, işgal edilmiş Afrin’de Türklerin ‘Nevruz’unu kutladılar. Üstelik Mesrur Barzani’nin TV kanalı hiç yüzü kızarmadan, utanmadan bunu tüm dünyaya haber yaptı. Önder Apo Kürt özgürlük davasına başlarken, utanma duygusundan hareket ettiğini söyledi. Yani Kürtlüğün içine düşmüş olduğu durumdan utandı ve bu Kürtlüğü kabul etmedi. Mevcut Kürtlüğü kendi gerçekliğine ihanet etmiş Kürtlük olarak tanımladı ve bu başkasının kölesi, kulu haline gelmiş Kürtlüğü değiştirmek için PKK’yi kurdu. İnsan olduğu, özüne yabancılaşmadığı için bunu yaptı. KDP’nin Afrin Nevruz görüntüleri ise özden ne kadar uzaklaşıldığını, utanma gibi en temel insani duygunun bile ne denli kaybedildiğini, soykırımcıların safına ne denli geçildiğini dünyaya gösterdi. Yapılan haber KDP’nin ne denli rezil, yabancılaşmış, Kürtlükten uzaklaşmış ve düşman cephesine geçmiş olduğunu göstermekten başka bir işe yaramadı. Nitekim tüm Kürtler kendilerinden birilerinin bu duruma düşmesinden dolayı utandı. Utanan Kürtler bu durumu değiştirmek için ettikleri yemini pekiştirdi. KDP’nin halk nezdinde neden bu kadar bittiğini, ideolojik-siyasi-toplumsal bir güç olarak defalarca tükenmesine karşın nasıl ayakta kaldığını ortaya koyan çok çarpıcı bir sahne oldu, yaşananlar. KDP artık sadece ve sadece Kürt olmayan Kürtlük anlamındaki Beyaz Kürtlüktür ve Kürt halkı bunu çok iyi görmektedir.
Tekrardan düşman kavramına dönecek olursak; bir güç, bir devlet, bir örgüt, bir kişi bir başkasını yok etmek istedi mi onu düşman ilan eder. Düşmanlık düzeyi bir arada yaşayamama, birbirini yok etme düzeyidir. Nitekim Kürtler olarak maruz kaldıklarımız ne denli büyük bir düşman olarak görüldüğümüzü tüm çıplaklığıyla gösteriyor.
O halde bir güç bir başka varlığı düşman ilan ettiğinde karşıdakinin yani düşman ilan edilenin de düşmanlık yapmaktan başka bir seçeneği kalmaz ve olamaz. Bunun dışında yollar aramak kendini kandırmanın ötesinde teslim olmak ve yok olmak demektir. Düşmanlık yapana dostluk yapılamaz. Düşmanlık yapana düşmanlık yapılır, aksi halde var oluş mümkün olmaz. Var oluşun olmadığı hallerde de özgürlük olmaz. O halde Kürtler açısından var oluş ve özgürlük ancak ve ancak düşmana düşmanlık yaparak onu yenmekle mümkün olabilir. Bunu önemle şunun için belirtiyoruz. Hala TC’nin tüm Kürtlüğe düşman ve temel motivasyonunun Kürtlüğü yok etmek olduğunu göremeyen sağırlar ve körler vardır. Bu duruş Kürtleri kendilerini yok etmeye seferber olmuş düşman karşısında bütünlüklü kılmıyor, tüm Kürtlerin var oluş ve özgürlük mücadelesine seferber olmasını engelliyor. Dahası soykırımcı güçler üzerinde siyaset yaparak, soykırım saldırılarını örtecekleri alanlar açıyor. Kürt Özgürlük Hareketi’nin etki sahasının dışındaki Kürtlerin genel olarak duruşu budur. Onlar soykırımcı TC’ye düşmanlık yapmayarak, Kürt Özgürlük Hareketi’ne mesafeli durarak veya karşıtlık yaparak Kürt soykırımına en büyük hizmeti Kürtler cephesinden yapmaktadırlar.
Ama savaş ve düşman kavramları kapsamında ortaya çıkan yetersizlikler sadece bunlarla sınırlı değildir. Kürt özgürlük cephesinden de yaşanan yetersizlikler vardır. TC AKP-MHP faşist iktidarı döneminde Kürt düşmanlığını dünyanın her yerinde pratikleştirmeyi öngören politikalar yürütmektedir. Öyle ki sadece Bakur’u işgal etmekle yetinmemekte, Rojava ve Başûr’u da kendi toprakları olarak görmekte ve işgal etmektedir. Bunun önünde engel olarak duran Kürt Özgürlük Hareketi’ni de her yerde vurmayı, özgür Kürt’ün güç olmasını her yerde engellemeyi amaçlamakta, bunun için de savaşmaktadır. Rojava, Şengal, Maxmûr, Başûr işgal saldırıları, suikastlar vb hep bu kapsamda gelişmektedir. İşte soykırımcı düşmana karşı sergilenen yetersiz tutum tam da buradan kaynaklanmaktadır.
TC’nin Kürtlerle savaştığı, Kürtlere saldırdığı her yerde Kürtlerin de karşı saldırılar geliştirmesi, TC’ye karşı savaşması işin doğası gereğidir. Hiç kuşkusuz yapılacak düşmanlık, TC’ye yönelik geliştirilmesi gereken savaşın kapsamı, biçimi ilgili yerin koşulları temelinde olacaktır. Dolayısıyla yapılması gereken düşmanlık farklı yol ve yöntemleri içerecektir. Burada bir tekdüzelik, aynılık söz konusu değildir. Ama aynı olması gereken şey, ruh halidir, düşmana düşmanlık yapma bilincidir. Düşman sahibi olunduğunun farkında olunması ve düşmanlığın yapılamaması halinde de var oluşun ve özgürlüğün mümkün olamayacağının bilinmesidir. Mevcut durumda Kürtlere Kürdistan’ın her yerinde en fazla gerekli olan şey, budur. Zira bu, var oluş ve özgürlük ile bağlantılıdır.
Savaşa yaklaşım yanlış ve tehlikelidir
Bağlantılı olarak Bakur’da sıkça dillendirilen ‘barış’ ve ‘savaş karşıtlığı’ söylemleri gevşemelere neden olmaktadır. Öyle ki bu konularda en fazla değişimden, dönüşümden, esneklikten bahsedenler tastamam bir dogmatizme gömülmüş durumdadırlar. Dönem koşulları nedeniyle öne çıkarılmış, gerçekleşmesi için büyük bir mücadele verilmiş bu kavramlar sanki hiçbir şey değişmemiş gibi eski halleriyle sürekli dillendirilmektedir. Halbuki bu kavramlar Önder Apo’nun gerillayı Bakur’un dışına çıkardığı, Kürt sorununun demokratik siyaset temelinde çözümü için elinden gelen her şeyi yaptığı, devlete her türden olanağı sunduğu, Kürt demokratik siyasetinin gelişmesi için büyük olanaklar yarattığı bir dönemin kavramlarıdır. Bu yönüyle söz konusu kavramlar savaşın durduğu, düşmanın zihniyetinde değişiklikler yaparak düşmanı barış yoluna koyma çabalarının olduğu dönemin kavramlarıdır. Ama çok iyi biliyoruz ki, düşman Önder Apo’nun gösterdiği tüm bu çabaları bile Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmek, Kürt soykırımını başarmak için kullanmış ve bunda başarılı olamayınca da 2015 ile birlikte topyekûn saldırıya geçmiştir. Bu saldırıların Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmeyi, buna dayanarak Kürt soykırımını geliştirmeyi amaçladığından en ufak bir kuşku duyulamaz. O halde düşmanın bu kadar düşmanlık yaptığı, soykırım savaşı yürüttüğü bir dönemde bu kadar ‘barış’ söylemini kullanmak, ne kadar gerçekçidir? En fazla ezilen, soykırıma uğratılan bir halk olarak Kürtlerin barıştan başka bir şeyi arzulamayacağı bilinmektedir. Ancak tutturulan söylem bu karakterde değildir. Sorun barışı isteyip istememek değildir. Sorun barışılmak istenen gücün tastamam bir faşist, soykırımcı, sömürgeci düşman olmasıdır. O halde yok etmeyi amaçlayan düşmanla barış istemek de neyin nesi oluyor? Bunu istemek ne kadar gerçekçidir? Anda öldüren, yok eden, sadece ve sadece buna yoğunlaşan bir düşmanla barış nasıl mümkün olabilir? Açık ki bu soykırımcı düşman bu zihniyetinden vazgeçmeden böylesi bir barışın gerçekleşemeyeceği, gündeme bile giremeyeceği açıktır. Dahası barış söylemini bu kadar dillendiren demokratik siyaset alanına da tam anlamıyla düşmanlık yapılmaktadır. Demokratik siyaset alanının temel örgütleri pozisyonundaki DTK, DBP, HDK ve HDP’nin yok edilmeye çalışıldığı gözler önündedir. Kuşkusuz soykırıma uğratılmak istenen bir halkın her türden örgütlülüğü de tasfiye edilecektir. Kendilerine yönelik bu tasfiye saldırılarının nedeni TC’nin Kürt düşmanı politikalarıdır. Dolayısıyla kullanılan kavramların, kavramlara bağlı olarak takınılan tavırların içinde bulunulan süreçlere, koşullara uygun olması gerekmektedir. Aksi taktirde bilim dışı ve gerçek dışı bir duruma düşülür. Açık ki bu söylemler düşman kavramında muğlaklıklar yaratmakta ve bu da çok gerekli olan düşmana düşmanlık yapmayı gevşetmektedir.
‘Savaş karşıtlığı’ söylemi de benzer karakterdedir. Böylesi bir söylemle her türden savaşa karşı olunduğu dile getirilmektedir. Peki, TC’nin Bakur’da, Rojava’da, Başûr’da yürüttüğü sömürgeci-soykırımcı savaş ile TC’ye karşı buralarda Kürtlerin yürüttüğü var olma savaşı aynı mıdır? Soykırımcı ile var olmak isteyenin savaşı aynı olmaz! Böylesi bir savaş karşıtlığı söylemi tutturmak yerine sömürgeci, soykırımcı savaşlara karşı olmak, buna karşı halkların var olma ve özgürlüğünü sağlama savaşı anlamındaki meşru savunma savaşına sahip çıkmak daha doğru bir tutum almak olur.
Açık ki Kürtler bu soykırım saldırılarına karşı kendilerini savunma savaşı yürütmek durumundadırlar. Bunun dışında bir yolla Kürtlerin varlığını koruyacağına, özgür yaşayacağına inanmak, kendini kandırmaktan başka hiçbir anlama gelmemektedir. Nitekim en fazla soykırıma uğratılan alan olmasına karşın Bakur’da Kürtlerin savaşsız da yaşayabileceğine, var ve özgür olabileceğine yönelik bir inanç vardır veya bu aşılanmaya çalışılmaktadır. İşte, savaş karşıtlığı söyleminin altında yatan temel gerçek budur ve bu sadece ve sadece Kürt soykırımının gerçekleşmesine yaramaktadır.
Düşman nazarında Kürtler yoktur, Kürt sorunu da yoktur, o nedenle bu Kürtlerle, Kürtlerin siyasi temsilcileriyle yapılacak bir barış da yoktur. Düşman bu kadar büyük haksız ve Kürtlere karşı soykırım savaşımını yürütmede bu denli netken; Kürtlere varlık sorunu yaşatan bu soykırımcı düşmana karşı Kürtlerde, Kürtlerin “temsilciliğini” yapanlarda neden bu denli bir netlik yoktur? Açık ki bunun soykırıma uğratılmışlıkla direkt bağı vardır. Düşman ve savaş kavramında yaşanan bu muğlaklıklar ideolojik, toplumsal, askeri ve siyasi anlamda doğru ve yerinde tutum almayı engellemekte, var oluş için verilmesi gereken özgürlük savaşına eğilimi azaltmakta, düşmanı daha uzun ömürlü kılmakta ve Kürt halkını da soykırıma daha açık hale getirmektedir.
AKP’nin varlık nedeni Kürt soykırımıdır, bunun için iktidar yapılmıştır
Ne yazık ki hala AKP-MHP faşizminin gerçek yüzü yeterince anlaşılmış değildir. Şimdilerde güya AKP’li pek çok kesimin MHP ile birlikte olmanın AKP’ye kaybettirdiğini gördüğü, Erdoğan’ın da bunu fark ettiği, bu nedenle de MHP ile var olan ittifakın bozulmak istendiği, dış güçlerin de bunu desteklediği, tüm bunların olması için Kürtlerin AKP ile ortaklık kurması gerektiği, bunların olması halinde de yeni bir çözüm sürecinin geliştirileceği gibi tamamen özel savaş merkezlerince üretilen söylemler kullanılmaktadır. Ne yazık ki buna hala kulak kabartanlar vardır. İktidarını korumaktan başka derdi olmayan Erdoğan’ın buna yelteneceği ama bunun için de Kürtlerin destek garantisi vermesinin gerektiği propaganda edilmekte ve etkili kılınmaya çalışılmaktadır. Bu söylemlerin özel savaş merkezlerinde ve masa başında üretildiğinden en ufak bir kuşku duyulmaması gerekir. Son derece amaçlı üretilmiş yalanlardır. Buna inanmak ne AKP’den ne Erdoğan’dan ne AKP-MHP ittifakından ne de uluslararası güçlerin ne denli işin içinde olduğundan hiçbir şey anlamamak demektir.
AKP’nin varlık nedeni Kürt soykırımıdır, bunun için iktidar yapılmıştır ve bunu başardığı ölçüde iktidarda kalacaktır. Bu kapsamda kullanım dışı olduğu anlaşılınca da tarihin çöp sepetine atılacak bir partidir. MHP’nin Erdoğan ile kurduğu ilişki de tamamen bunun içindir. Yoksa Erdoğan’ı ülkenin diktatörü haline getirmenin başka bir anlamı yoktur. Başkanlık sistemi tamamen Kürt soykırımını engelsiz bir şekilde tek elden yürütmek için geliştirilmiş ve Kürt soykırımını başarmaları halinde ise direkt vazgeçecekleri bir sistemdir. Uluslararası güçler Kürt sorununun asıl yaratıcılarıdır ve Ortadoğu’yu yeniden dizayn ederlerken, en fazla kullandıkları sorun Kürt sorunudur. Bu sorunun Türkiye’nin iç dinamiklerine, eşit yurttaşlık temelinde çözülmesine asla müsaade etmezler. Bu güçlerin yarattığı engelin aşılması ancak çok güçlü bir ulusal duruşla olur ki, Özal şahsında bunun neyle sonuçlandığını hep birlikte gördük. Dolayısıyla özel savaş merkezlerince demokratik siyaset alanını, orası üzerinden de Kürt halkının kafasını karıştırmak üzere üretilmiş yalanlara asla inanılmamalıdır. AKP-MHP faşizmi kader birliği etmiş, 2023 yılına Kürt soykırımını başarmış olarak girmeye kilitlenmiş, Kürt’e düşman bir iktidardır. Bu perspektiften asla şaşmamak gerekir.
Devrimci Halk Savaşı Kürt varlığını ve özgürlüğünü sağlayacak yegâne yoldur
Aslında Kürtlerin bu kadar kafalarını karıştırmalarına gerek yoktur. Önderlik düzlemindeki netlik takip edilebilirse, Önder Apo’nun tarihi İmralı özgürlük direnişi doğru kavranırsa Kürtler de en az düşman kadar ne yapacaklarını iyi bilir, bir muğlaklık yaşamazlar. Yaşanan muğlaklıkların temelinde bir de Önder Apo’yu, büyük İmralı direnişini anlamamak vardır.
Önder Apo demokratik siyaset yoluyla Kürt sorununun çözümü için elinden gelen her şeyi yaptı, herkese her türden desteği sundu, ortamı oluşturdu. Ama buna yanaşılmadı, Önder Apo’nun çabaları boşa çıkarıldı. Soykırımcı TC daha görüşmelerin olduğu 2014 yazında Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme planı olan ‘Çöktürme Eylem Planı’nı hazırladı ve adım adım uygulamaya koydu. Nisan 2015 yılında Önder Apo’ya mutlak bir tecrit uygulayarak Kürtlerin baş müzakereci olarak kabul ettiği Önder Apo’yu sürecin dışına itti. Dolayısıyla artık diyaloğun değil savaşın devrede olacağını belirtti ve bu savaşı aynı yılın yazından itibaren de çok şiddetli bir şekilde yürüttü. Böylesi bir durumda olması gerekeni yine Önder Apo yaptı ve artık yapacak bir şeyin olmadığını söyleyerek, aradan çekildi. Dolayısıyla Kürtlerin baş müzakerecisi olan Önder Apo aradan çekilmiştir. Önder Apo’nun baş müzakerecilik pozisyonu hala devrede olduğuna göre, başkalarının bu role soyunmaları işin doğasına terstir, yanlıştır ve zarar vericidir. O halde demokratik siyaset alanı da dahil tüm güçlerin ve çalışma alanlarının da Önder Apo’nun almış olduğu net tutuma uygun bir şekilde pozisyon almaları, mücadele yürütmeleri gerekir. Eksiklik burada yaşandı, yaşanıyor. Bu da Önder Apo’nun takındığı direniş tutumunun yeterince anlaşılamamasından, rol kapma çabalarından kaynağını almaktadır. Halbuki yapılması gereken Önder Apo’nun yapamadığını yapmaya çalışmak değil, kendi rol ve misyonuna göre hareket etmektir. Bu da demokratik siyaset yollarının tıkanması halinde takip edilmesi gereken Devrimci Halk Savaşı stratejisi temelinde mücadele etmek ve savaşmaktır.
Mevcut durumda düşman başka da bir yol bırakmadığından Kürt sorununun çözüm stratejisi Devrimci Halk Savaşı stratejisidir. Bu konuda bir muğlaklıktan söz edilemez, çok büyük bir netlik söz konusudur. Ama değişen sürece göre pozisyon alamamalar, mücadele etmekten kaçan küçük burjuva ruh halleri, her şeye kolay yoldan ulaşmak isteyen çizgi dışı yaklaşımlar muğlaklık yaratmaktadır. Devrimci Halk Savaşı stratejisi o denli muğlaklaştırılmıştır ki, en az bahsedilen kavramlardan biri olmaktadır. Realite Kürtlerin savaşmaması halinde yok olacaklarını, eldeki tüm kazanımların savaşın ürünü olduğunu gösterdiği halde, savaş kavramı en az kullanılan, uzak durulan ve hatta kaçılan bir kavram haline getirilmiştir. Ama bu durum düşman gerçekliğini değiştirmemektedir. Düşman savaşla yok etmeyi ya da iradesizleştirerek teslim almayı ve kendisine hizmet eder hale getirmeyi amaçlamaktadır. Bu konuda oldukça nettir. O halde Kürt sorununun çözüm stratejisi olan Devrimci Halk Savaşı’na nasıl katılım sergileneceğinin gündem yapılması, buna kafa yorulması, bu savaşın sahiplenilerek eksen kaymalarına fırsat verilmemesi hayati önemdedir.
Yok edilmek istenen tüm Kürtlüktür, o halde bu düşmana karşı tüm Kürtlerin savaşması ve karşı koyması gerekmektedir. Öz savunma dediğimiz bu durum, gerilla dahil başkasına devredilemeyecek denli öz ile ilgili bir husustur. Kürdistan’ın her yerinde ve her Kürt yurtseverinin yapması gereken bu öz savunma savaşı Kürtler açısından hayati önemdedir. Bunun yapılmadığı koşullarda Kürtlerin var olması, özgür yaşayabilmesi mümkün değildir. Öz savunmanın özüne uygun şekilde yapılmaması, Kürtleri öz güçten yoksun bırakarak ya başkalarından medet umar hale getirecek ya da soykırımcı saldırılar karşısında yok olmasına neden olacaktır. O halde başta Bakur olmak üzere Kürdistan’ın her yerinde geliştirilmesi gereken en hayati çalışma, öz savunmadır. Bundan daha önemli, acil ve yapılması gereken bir başka çalışma yoktur. Kürt halkının önüne hedef olarak koyduğu faşizmin yıkılması ve Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünün sağlanması hedefinin gerçekleşmesi de buna bağlıdır. Devrimci Halk Savaşı’na, öz savunmaya bu kadar mesafeli duran, bunun gerektirdiği görev ve sorumluluklardan bu kadar kaçan ama öte yandan kendisine devrimci, yurtsever diyenlere sormak gerekir, bunu yapmazsanız peki faşizmi neyle yıkacak ve Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü nasıl sağlayacaksınız? Herhalde devrimciler, yurtseverler CHP gibi bu soykırımcı faşist düzenin bir seçimle ya da ekonomik krizlerle gideceğini düşünmüyorlardır. Bu soykırımcı faşist rejim ancak ve ancak devrimci, anti faşist bir mücadeleyle ve özgürlük gerillasının öncülük ettiği bir öz savunma savaşıyla yıkılacaktır. Demirel ‘boş tencere iktidarları götürür’ demiştir, ama artık bunun da bir geçerliliği yoktur. Ekonomik olarak dibe vurmuş bir ülke olmasına, insanlar açlık sınırında yaşamasına ve sırf bu nedenle sayısız intihar vakası görülmesine karşın iktidar yerindedir. Ve ekonomik krizler yoluyla iktidarın gideceğini sanmak, boş bir hayaldir.
Seçimlere ve bağlantılı olarak CHP ve İyi Parti’nin öncülük ettiği sistemiçi muhalefete bel bağlamanın da bir geçerliliği yoktur. Mevcut muhalefetin bir iktidar iddiası ve Kürt sorununun nasıl çözüleceğine ilişkin tek bir cümlesi bile yoktur. Gerçekte Kürtlere yönelik yaklaşımı AKP’nin yaklaşımlarından pek de farklı değildir. En ufak bir ekonomi haberi üzerinde saatlerce, günlerce konuşan ve iktidarı bu şekilde devireceği umudunu yaratmaya çalışan muhalefet güçleri Newroz’a ilişkin tek bir haber bile yapmadılar. Kürtlerin taleplerini en açık şekilde haykırdıkları Newroz alanlarını ve dolayısıyla Kürtleri tıpkı AKP-MHP’nin yaptığı gibi görmezden geldiler, geliyorlar. Dolayısıyla Kürtlerin kimseden bekleyeceği bir şeyi yoktur, başkalarından medet ummak Kürt soykırım politikalarına hizmet etmekten başka hiçbir şeye yaramaz. Olması gereken Kürtlerin var oluşlarını ve özgür yaşamalarını sağlayacak olan Devrimci Halk Savaşı stratejisi temelindeki mücadele etmek ve savaşmaktır.
Şimdi savaşla özgürleşmenin zamanıdır
Halkımız Önder Apo’ya özgürlük Newrozunda ‘Bijî Serok Apo!’ ve ‘Bê Serok Jiyan Nabe!’ diyerek Önder Apo’nun özgürlüğünü ne denli istediğini bütün dünyaya haykırdı. Kara, kışa, baskıya ve her türden engele karşı büyük bir coşku, heyecan ve inatla bunu gerçekleştirdi. Özgürlük Zamanı Hamlesi’ne referandum ruhuyla katıldı.
Dünyanın neresinde olursa olsun aynı heyecanı, coşkuyu yaşadı ve sorumluluk bilinciyle hareket ederek, Önder Apo’ya Özgürlük Newrozu’nu mutlaka kutladı. Böylelikle Önder Apo ve PKK etrafında bir Kürt demokratik ulusunun şekillendiğini, bunun başarıldığını dost ve düşman herkese gösterdi. Hiç kuşku yok ki bu düşmanda çok büyük bir sarsıntı yarattı. Teslim almak, hizmetine koymak ve yok etmek istedikleri Kürt’ün Önder Apo ve PKK öncülüğünde nasıl da bir ulus olarak dirildiğini, beyin ve yürek gücü kazandığını ürpererek gördü. Şimdi en büyük korkusu bu halkın Kürt sorununun çözümünü sağlamanın yegane yolu olan Devrimci Halk Savaşı stratejisi temelinde harekete geçmesidir. Newroz’da yurtseverlik görevlerini bu şekilde yapan bir halkın bulunduğu her yerde, özellikle de Türkiye metropollerinde öz savunma temelinde direnişe geçtiğini bir düşünelim. O zaman AKP-MHP faşizminin en kısa sürede yıkılması işten bile olmaz. Dolayısıyla mevcut faşist iktidarın varlığını hala sürdürüyor olmasında halk olarak kendi payımızı da mutlak surette görmek durumundayız. Savaşı salt gerillaya bırakmak demek, strateji dışı olmak demektir. Zira strateji Devrimci Halk Savaşı stratejisidir. Bu strateji bir halk savaşını öngörmektedir. Herkesin kendi çapında ama mutlaka savaş halinde olmasını gerektirmektedir. Dolayısıyla her şey örgütlü ve savaşan halkın elindedir. Aksi taktirde kurtuluş ve özgürlük söz konusu değildir.
Kuşkusuz Kürt Özgürlük Hareketi ve özgürlük gerillası da üzerine düşenleri yapacaktır. Zaten gerillanın duruşu fedailikte zirve anlamındadır. Tepeden tırnağa bir fedai hareket olan Kürt Özgürlük Hareketi’nin özgürlük gerillası bir fedai olarak çalışmakta, yaşamakta ve savaşmaktadır. Bu konuda herhangi bir yetersizlikten bahsedilemez. Değişik alanlarda fedai düzeydeki katılımdan düşen duruşlar varsa, bunlara müdahale etmek de halka düşer. Halkımız her PKK kadrosunun fedai olduğunu bilmektedir ve her nerede olursa olsun her PKK’liden de bunu istemektedir, istemelidir. Bunun dışında bir PKK’li duruşu yoktur.
Kürt özgürlük gerillası karşısında NATO destekli TC ordusunun ne hallere düştüğünü 2021 yılında gördük. Kimyasal silahlarla sonuç almaya çalışan bir ordu oldu. Soykırımcı orduyu bu hale düşüren ve Kürt’ün varlığını mümkün kılan özgürlük gerillasının bu fedai duruşu oldu. Hiç kuşku yok ki Kürt özgürlük gerillası da 2021 yılında yürüttüğü fedai savaşın sonuçları temelinde kendisini daha güçlü şekilde eğitmiştir. Sadece Medya Savunma Alanlarında değil, TC’nin saldırdığı her yerde, TC’nin kendisini en güvende hissettiği mekanlarda; kırda, ovada, şehirde, gece-gündüz ve yaz-kış demeden savaşacaktır. Yine bilinen askeri hedeflerin ötesinde sömürgeci-soykırımcı TC’yi kahredecek şekilde hedefleyecektir. Kürt varlığının ve özgürlüğünün bağlı olduğu bu büyük özgürlük savaşını Kürt halkının ve Önder Apo’nun fedaileri mutlaka gerçekleştirecektir. Kürt özgürlük gerillası savaşarak, düşmanı yenerek yaşam yarattığını derinden bilmektedir. 3. Dünya Savaşı’nın Kürtler açısından en kritik yılında olunduğunun derin bilincindedir. Kürt sorununu çözecek, Ortadoğu’yu demokratikleştirecek, kapitalist modernite şahsında beş bin yıllık merkezi iktirar sistemiyle tarihi bir hesaplaşmayı yaşadığının farkındadır. Kapitalist modernitenin hegemonik güçlerinin, sömürgeci-soykırımcı güçlerin, Kürt işbirlikçi-ihanetçiliğinin AKP-MHP ve KDP’de geliştirdiği bu uğursuzluğu görmekte ve bu soykırımcı ittifakı yıkarak tarihi görevlerini yerine getirmenin kararlılığındadır.
Hem soykırımcı rejimin 2023 faşist hedefleri hem de Önderliksel doğuşun ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin 50. yılı 2022 yılını en kritik bir yıl haline getirmiş durumdadır. Bu yönüyle bu yılki mücadele Kürt özgürlük davasının ve Erdoğan-Bahçeli-Barzani üçlüsünün geleceğini belirleyecek bir yıl olacaktır. Tüm PKK kadro ve sempatizanlarının, Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesi veren tüm devrimci ve demokratların bu bilinçle 2022 yılı mücadele ve savaş görevlerine sarılmaları hayati önemdedir. Bu kadar yıpranmış, sarsılmış bir iktidarı yıkmanın ve hakkımız olan özgürlüğümüze kavuşmanın zamanıdır.