Değerli Yoldaşlar!
Bizim için tarihsel öneme sahip olan yeni bir Mart ayına girdik. Bilindiği gibi, Mart ayı Newroz ayımızdır. Bahara açılmak kadar, yeni bir yıla girmeyi de ifade eder. Tarihin en büyük ve en eski özgürlük bayramlarından birini sembolize etmektedir. 21 Mart, tarihimizin en onurlu zafer günlerinden biri anlamına gelmektedir. Binlerce yıldır bu gelenek etkisini artırarak devam etmektedir. Önder Apo ve PKK ile Newrozlar çok daha güzel ve anlamlı hale gelmiş bulunmaktadır.
Hareket ve halk olarak 2022 Newrozuna çok daha hazırlıklı ve güçlü olarak girdiğimiz açıktır. Kış sürecinde gerçekleştirdiğimiz yıllık yönetim toplantıları bizi böyle bir düzeye getirmiştir. Başta İmralı ve gerilla direnişleri olmak üzere dört parça Kürdistan ve yurtdışında halkımız ve dostlarımız ayaktadır. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen Dem Dema Azadiyê hamlemiz her geçen gün gelişmektedir. Söz konusu hamlenin Newrozda zirve yapacağı açıktır.
Bunlar temelinde, öncelikle yeni Newroz yılını selamlıyoruz. Başta Önder Apo olmak üzere tüm yoldaşların, kahraman gerilla güçlerimizin, kadın ve gençlik hareketlerimizin, yurtsever halkımızın ve dostlarımızın Newrozunu kutluyoruz. İlk büyük Newroz şehidimiz Mazlum Doğan yoldaş şahsında tüm kahraman şehitlerimizi saygı, sevgi ve minnetle anıyoruz. Amaçlarını başarma ve anılarını yaşatma sözümüzü bir kez daha yineliyoruz. Yeni Newroz yılında özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürüten herkese üstün başarılar diliyoruz.
Değerli Yoldaşlar!
Mart ayı, aynı zamanda kadın direniş ayı da oluyor. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlamaları dört parça Kürdistan’da ve dünyanın dört bir yanında daha şimdiden başlamış bulunuyor. Özgürlük Zamanı hamlemiz 8 Martta tarihi bir zirve yarattı. Önder Apo’nun geliştirdiği kadın özgürlük çizgisi tüm kadınlar arasında gittikçe daha çok yayılıyor ve bu temelde Kadın Özgürlük Devrimi tüm gericiliği yıka yıka gelişme sağlıyor. İçinde bulunduğumuz 21. yüzyıl daha şimdiden kadın özgürlük yüzyılı haline gelmiş bulunuyor.
Bu temelde, başta Kürdistan olmak üzere dünyanın dört bir yanında özgürlük için mücadele eden tüm kadınların 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününü kutluyor, başarılar diliyoruz. Büyük özgürlük şehitlerimiz Sara, Bêrîtan, Zîlan, Viyan, Nûda, Şîlan ve Delal yoldaşlar şahsında Kadın Özgürlük Devriminin tüm kahraman şehitlerini saygı, sevgi ve minnetle anıyoruz. Yeni yılda kadın özgürlük mücadelesinin her alanda gelişip güçlenerek yeni bir hamle yapacağına dair yüksek inancımızı ifade ediyoruz.
Değerli Yoldaşlar!
Mart ayı, aynı zamanda Ulusal Kahramanlık Ayımız da oluyor. 21 Mart ve 28 Mart Ulusal Kahramanlık Günlerimiz ve Kahramanlık Haftamız bu ay içinde bulunuyor. Büyük Zindan Direnişinin öncüsü Mazlum Doğan yoldaş ile tarihi 15 Ağustos Devrimci Atılımının komutanı Mahsum Korkmaz yoldaşın açtığı tarihi kahramanlık çizgisi her geçen gün daha çok pekişiyor ve yayılıyor. Zindan ve gerilla direnişleri temelinde yeni bir kültür ve ahlak, yeni bir toplum yaratılmış bulunuyor.
Bu temelde, daha şimdiden Önder Apo’nun, tüm yoldaşların, halkımızın ve dostlarımızın ulusal kahramanlık günlerini ve Kahramanlık Haftasını kutluyoruz. Ulusal Kahramanlarımız Mazlum Doğan ve Mahsum Korkmaz yoldaşlar şahsında tüm kahraman şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyoruz. Hareket ve halk olarak kahramanlık çizgisinde daha çok yoğunlaşıp derinleşerek, yeni yılı tarihimizin en büyük zafer yılı haline getireceğimizi belirtiyoruz.
Apocu Önderliksel Doğuş 1973 Newrozunda gerçekleşti
Değerli Yoldaşlar!
Bu Newrozla birlikte Apocu hareketin Ellinci Zafer yılına giriyoruz. Bilindiği gibi, Apocu Önderliksel Doğuş 1973 Newrozunda gerçekleşti. Kürdistan Özgürlük hareketi olan PKK’nin temelleri, 1973 Newroz sürecinde Ankara’nın Çubuk Barajı alanında yapılan toplantı ile atıldı. Yani Apocu Önderlik bir Newroz Önderliği oldu. PKK bir Newroz partisi olarak doğdu. Bu temelde 49 yıldır yürütülen kahramanca mücadele ile de Newrozlaşan halk gerçeği yaratıldı. Yeni bir Newroz halkı ortaya çıkartıldı.
Tarihe doğru baktığımızda göreceğiz ki, Kürdistan’da kesintisiz elli yıllık Önderlik yürüyüşü ilk defa Önder Apo ile gerçekleşiyor. Kürdistan’da kesintisiz yarım asır mücadele eden ilk ve tek parti PKK oluyor. Önder Apo ve PKK öncülüğünde kesintisiz elli yıldır yürütülen tarihi özgürlük mücadelesi çok büyük ve zengin değerler ortaya çıkarmış bulunuyor. Halkımızın varlığının ve özgür geleceğinin teminatı olan bu değerleri iyi anlamamız ve güçlü sahiplenmemiz gerekiyor.
Bunlar temelinde, öncelikle Apocu hareketin ellinci zafer yılını selamlıyor, özgürlük mücadelesi yürüten tüm güçlere üstün başarılar diliyoruz. Büyük zorlukları yenip engelleri aşarak tüm bu değerleri yaratan ve bizleri bugüne getiren Önder Apo’yu selamlıyor, kazandığı zaferleri kutluyoruz. Büyük şehitlerimiz Haki Karer ve Sakine Cansız yoldaşlar şahsında elli yıllık büyük özgürlük yürüyüşünün tüm kahraman şehitlerini saygı, sevgi ve minnetle anıyoruz. Önderlik ve şehitler çizgisinde ellinci yıl mücadelesini daha güçlü yürüterek tarihi zaferler kazanacağımızı belirtiyoruz. Bu temelde tüm partili yoldaşları, gerilla güçlerimizi, kadın ve gençlik örgütlerimizi, yurtsever halkımızı ve demokratik dostlarımızı, Apocu hareketin ellinci yıl gerçeğini doğru anlamaya ve güçlü pratikleştirmeye çağırıyoruz!
Ellinci yıla girişin anlamı ve görevleri üzerine ayrıca değerlendirme yapmış olduğumuz için, bu hususları burada daha fazla ele almak istemiyoruz. Zira ‘Apocu Hareketin Ellinci Yıl Zaferi İçin’ başlıklı bildirge bu talimatın bir parçasıdır ve tüm yoldaşlar için geçerlidir. Bununla birlikte okunup tartışılacak ve de gerekleri yerine getirilecektir. Böylece ellinci mücadele yılı tarihimizin en büyük zafer yılı yapılacaktır.
Değerli yoldaşlar!
Hareket olarak, kış sürecinde gerçekleştirdiğimiz yönetim toplantıları temelinde ellinci mücadele ve zafer yılına çok daha güçlü ve hazırlıklı girdiğimiz açıktır.
Örneğin devrimci halk savaşı stratejisine katılımı yeniden değerlendirmiş ve tüm örgüt ve kadrolarımızın mutlaka ve daha ileri düzeyde katılmaları gerektiğini belirlemiştir. Yine faşist-soykırımcı düşmana karşı, bize saldırdığı her yerde cevap verilmesini, mutlaka misilleme yapılıp intikam alınmasını, tüm kadro ve örgütlerin söz konusu bu görevi başarıyla yerine getirmekten sorumlu olduğunu kararlaştırmıştır.
Kuşkusuz ellinci yıl mücadelesi de çok kapsamlı ve derin bir çatışma içinde geçecektir. Belki de ilk yarım asırlık tarihi mücadelenin tüm kalıcı sonuçları bu yılda ortaya çıkacaktır. Karşımızdaki sistem de buna ihtiyaç duymakta ve yıl mücadelesine bu temelde hazırlanmaktadır. Bizim de ilk yarım asırlık maraton koşusunun adeta finali konumunda olan ellinci yılı mutlaka kazanmamız gereklidir. İşte Hareketimizin ellinci yılına bu temelde yaklaşmamız ve görevlerini de buna göre başarıyla yerine getirmemiz gerekmektedir. Zira ikinci yarım asra giriş bu temelde olacak ve ellinci yılda alacağımız sonuçlar ikinci yarım asra girişi belirleyecektir. Tüm yoldaşların bu temelde hareket edeceğine, derin tarihsel bilinçle ellinci yıl görevlerine sahip çıkıp mutlaka başaracağına inanıyoruz.
Rusya-Ukrayna Savaşı, otuz yıldır yaşanmakta olan Üçüncü Dünya Savaşı’nın son halkasıdır
Değerli Yoldaşlar!
Böyle tarihi öneme sahip bir mücadele yılına girerken genel siyasi-askeri durumun özelliklerini ve yürüteceğimiz devrimci görev çerçevesini kısa da olsa yeniden değerlendirmeye tabi tutmak önemli olmaktadır. Geçmişte yapılanları tekrar etmeme temelinde ortaya çıkan bazı yeni gelişmeleri kısaca değerlendirmek de yararlı olacaktır.
Kuşkusuz Üçüncü Dünya Savaşı kapsamında en yeni olan olay 24 Şubat günü başlayan Ukrayna üzerindeki savaştır. Savaş Rusya’nın saldırısıyla başlamış ve tüm Ukrayna’ya yayılmıştır. Uzun süredir kriz ve tartışma konusu olduğu için, böyle bir savaş pek sürpriz olmamıştır. Somut bilgiler olmasa da, Rus saldırılarının Ukrayna’nın askeri ve ekonomik varlığına önemli darbe vurduğu gözlenmektedir. NATO ve Avrupa Birliği kapsamında Rusya’ya karşı açıklamalar ve bazı yaptırımlar geliştirilmiş durumdadır. Başlangıçta ciddi biçimde zorlanan Ukrayna’daki Zelenski Yönetimi, kendini toparlamaya ve Rusya’ya karşı direniş geliştirmeye çalışmaktadır. Rusya Yönetimi, savaşın hedefi olarak mevcut Ukrayna Yönetimini düşürme amacını ifade etmekte, savaşı bu temelde dar ve somut kılmaya çalışmaktadır. Ancak söz konusu hedefe henüz ulaşamamış olması ve Zelenski Yönetimiyle masaya oturmuş bulunması, Rusya Yönetimi için bir askeri başarısızlık durumu olarak görülebilir. Bu durumda savaş beklenenden daha çok uzamakta ve nasıl sonuçlanacağı ise henüz belli olmamaktadır.
Hiç kuşkusuz 24 Şubat günü başlayan mevcut Rusya-Ukrayna Savaşı, otuz yıldır yaşanmakta olan Üçüncü Dünya Savaşının bir parçası ve son halkasıdır. Birkaç ay önce ABD-Çin arasındaki Pasifik Savaşının öne çıktığı değerlendirilmekteydi. Şimdi ise Rusya-Ukrayna Savaşı öne çıkmış bulunmaktadır. Belli ki Ortadoğu merkez olmak üzere, savaş zaman zaman değişik bölgelerde gelişme göstermektedir. Kısaca kapitalist modernite sistemi hastalık ve savaştan başka bir şey üretememekte, mevcut ağır kriz ve kaos durumunu aşamamakta, söz konusu bu yöntemlerle krizli ömrünü uzatmaya çalışmaktadır.
Yirminci yüzyıl zihniyetini aşamayan ve gençliğinde ezberlediği şeyleri tekrarlayıp duran bazı çevreler, böylesi gerginlik ve savaş durumu ortaya çıkınca hemen “Yeni bir soğuk savaş başladı” diye ilanda bulunup adeta sevinç duymaktadır. Ukrayna Savaşı üzerine de bu tür değerlendirmeler az da olsa yapılmaktadır. Tabi böylesi görüşlerin gerçekle bir alakası yoktur. Yirminci yüzyılın ABD-Sovyet bloklaşması ve gerginliği gibi bir durum şimdi bulunmamaktadır. Zaten ortada Sovyetler Birliği de yoktur. Aslında Sovyetler Birliği’nin çözülüşüyle söz konusu ‘Soğuk Savaş’ durumu ortadan kalkmış, Üçüncü Dünya Savaşı olarak yeni bir sıcak savaş süreci başlamıştır. Kendisi savaş konumunda olamayanlar, yaşanan bu savaşı görememekte ve ucuz siyasetçilik anlamında hep ‘Soğuk Savaş’ sürecinin özlemini duymaktadırlar. Halbuki o durum artık tarih olmuştur ve aynı koşulların bir daha oluşması imkânsız gibidir. Şimdi dünyanın değişik alanlarında yaşanan tüm çelişki ve çatışmalar söz konusu Üçüncü Dünya Savaşı kapsamında gerçekleşmektedir. ABD ile günümüz Rusya’sını, eski Sovyetler Birliği düzeyinde karşıt gören ve böyle olmasını bekleyen anlayış ve değerlendirmeler doğru değildir.
Diğer yandan, mevcut Ukrayna Savaşı İkinci Dünya Savaşı ardından oluşturulan dünya sisteminin, başta BM olmak üzere bu sistemin kurum ve kurullarının işlemediğini bir kez daha açıkça göstermiştir. BM gibi bazı kurumların adı ve görüntüsü vardır, fakat işlevi ve rolü yoktur. Bunların hepsi son otuz yıldır bitmiş, yerlerini ise yeni savaş koşulları almıştır. Artık gücü olanın istediğini yaptığı bir dünya gerçeği söz konusudur. Dolayısıyla bu dünyada yaşayıp siyaset yapmak isteyenlerin, söz konusu bu gerçeği görmesi ve buna göre hareket etmesi gerekir. Nitekim Rusya-Ukrayna Savaşı üzerine “Uluslararası hukuk” arayışına girenler, böyle kurumlar bulamadıkları gibi, ABD’den böyle bir hukuku işletmesini ister duruma düşmüşlerdir. Oysa otuz yıldır söz konusu edilen o hukuku ortadan kaldıran ve istediği yere saldıran güç esas olarak ABD’dir.
Rusya-Ukrayna Savaşında bazı çevreleri şaşırtan esas husus, bu tür bir saldırının ABD tarafından veya ABD izniyle değil de Rusya tarafından yapılmış olmasıdır. (Kaldı ki Ukrayna Savaşına ABD’nin ne kadar müdahil olup olmadığı da henüz tam belli değildir.) O tür çevrelere göre ancak ABD böylesi saldırılar yapabilir, başka hiçbir güç yapamaz. Bu nedenle, Rusya’nın başlattığı saldırı o tür çevreler için ürkütücü olmuştur. Oysa TC’nin bile Suriye’ye, Irak’a, Libya’ya, Ermenistan’a yönelik askeri saldırı ve işgal girişiminde bulunduğu günümüz dünyasında Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasının şaşılacak hiçbir yanı yoktur.
Kuşkusuz Ukrayna üzerindeki savaşı doğuran esas etken, kapitalist modernite sistemi içindeki egemenlik ve çıkar kavgasıdır, enerji kaynakları ve yollarına sahip olma temelinde yürütülen emperyalist çıkar mücadelesidir. Bu da esasta Rusya ile başta İngiltere olmak üzere çeşitli Avrupa devletleri arasında yaşanmaktadır. Ukrayna’nın zenginlikleri yanında, esas olarak Asya’nın doğal gazını Avrupa’ya taşıyacak en kısa yollara hakim olma mücadelesi bu sonucu ortaya çıkarmıştır.
Diğer yandan, söz konusu savaşın güvenlik boyutu da vardır. Ukrayna’nın NATO’ya katılması çabası söz konusu savaşı doğuran önemli bir etken olmuştur. Bu da NATO ile Rusya arasında yaşanan bir kavgadır. NATO, Sovyetler Birliği’nden kopan bazı devletler gibi, Ukrayna’yı da kendine katmak istemiştir. Bu da Rusya’yı ciddi bir güvenlik korkusu içine itmiştir. Kuşkusuz Ukrayna’nın NATO’ya girmesi, Rusya üzerinde güçlü bir NATO etkisi yaratır ve Rusya’yı güvenliksiz kılar. Bu nedenle, Ukrayna’nın NATO’ya katılma çabasına Rusya’nın ciddi itirazı ve uyarısı olmuştur. İşte Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının ardında, duyulan bu güvenlik korkusu da vardır. Bu konuda ABD ve NATO ile mevcut Ukrayna Yönetiminin tutumu Rusya’yı fazlasıyla tahrik etmiştir.
Tabi bu konuda tarihsel ve ulusal boyutlara da dikkat çekmek yerinde olur. Mevcut Rusya Yönetimi, Ukrayna’yı Rus İmparatorluğu’nun bir parçası olarak görmektedir. Nitekim tarihte Rus Çarlık İmparatorluğu’nun kuruluşunda Ukrayna’nın rolü en öndedir. İmparatorluğun ilk başkenti Kiev’dir. Hem Çarlık ve hem de Sovyet dönemlerinde Ukrayna’nın rolü başattır. Aynı kökten gelen topluluklar olma durumu da söz konusudur. Bunlar sonucunda, tıpkı Saddam Hüseyin Yönetiminin Kuveyt’i işgali gibi, Rusya da Ukrayna’yı işgal etmek, en azından kendisiyle güçlü birlik içinde tutmak istemektedir.
Bunlar çerçevesinde uzun süredir Rusya-Ukrayna, Rusya-Avrupa ve Rusya-NATO arasında bir mücadele sürmektedir. Avrupa ve NATO, Ukrayna’yı destekleyerek, ekonomik çıkar ve güvenlik konusunda Rusya’yı daraltmaya çalışmaktadır. Geçmişe göre biraz toparlanmış olan mevcut Rusya Yönetimi, yukarda belirttiğimiz amaçlar çerçevesinde Ukrayna’ya karşı uzun süredir çok yönlü bir mücadele içindedir ve söz konusu savaşı da bir olasılık görüp hazırlanmıştır. Mevcut Ukrayna Yönetimi ise, sırtını NATO ve Avrupa’ya dayayarak ve mafyavari yöntemler kullanarak Rusya’yı tahrik etmiştir. İşte bu tür yaklaşım ve politikaların sonucu günümüzdeki savaş olmuştur.
Rusya-Ukranya Savaşı bir hegemonya ve zenginlik paylaşımı savaşıdır
Kuşkusuz Rusya saldırgandır ve emperyalist amaçlar gütmektedir, bu nedenle yaptıkları haklı görülemez. Rusya’ya karşı Ukrayna’yı koç başı gibi kullanmaya çalışan NATO ve Avrupa’nın tutumu ve amaçları da kabul edilemez. AKP-MHP faşizminin en iyi dostu olan mevcut Ukrayna Yönetiminin tutumu ve amaçları da haklı görülemez. Bir hanedan diktatörlüğü yaratmış olan bu yönetimin Ukrayna’yı değil, kendi egemenliğini ve çıkarlarını temsil etme ve savunma durumundan söz edilebilir. Kısaca savaşa müdahil olan tarafların hepsi haksızdır ve kendi sömürücü çıkarı için buna yol açmış durumdadır. Savaş bir hegemonya ve zenginlik paylaşımı savaşıdır. Dolayısıyla savaşa müdahil olan tarafların hiçbiri haklı ve halkçı değildir; tersine emperyalist ve sömürücüdür. Bu nedenle, hiçbirinden yana olunamaz. Mevcut savaşa ve taraflara karşı çıkmak, halkların demokratik yönetimini savunmak gerekir. Özgürlükçü ve demokratik tutum ve politika böyle olmak durumundadır.
Kuşkusuz Rusya-Ukrayna Savaşı ciddi bir olaydır ve her alanda önemli etkileri olacaktır. Fakat henüz başlangıcında olunduğu için, nasıl sonuçlanacağı, Rusya, Avrupa ve dünya üzerinde ne tür etkilerinin olacağı ve Ortadoğu’yu nasıl etkileyeceği şimdilik yeterince belli değildir. Ancak mevcut durumda en büyük zararı Ukrayna’nın gördüğü ve Zelenski yönetiminin de ayakta kalmasının çok zor olacağı açıktır. Rusya’nın bu savaştan neler kazanıp neler kaybedeceğini savaşın gidişatı ve yaşanacak gelişmeler belirleyecektir. Aynı durum Avrupa ve NATO için de geçerlidir. Saldırı yaparak Rusya bir etkinlik göstermiştir. Bu durum NATO’nun etkisini sarsıyor gibi görünse de, sonucun nasıl olacağı henüz belirsizdir. Nitekim son günlerde Rusya ciddi biçimde zorlanır hale gelmiştir. Bu nedenle, iki tarafı da NATO’nun tahrik etmiş olma olasılığı bazı çevrelerce öne sürülüp tartışılmaktadır. Bu durumun Avrupa üzerinde ABD etkisini yeniden artıracağını, dolayısıyla ABD’nin çıkarına olduğunu, ABD yönetiminin pasif davranışının da bundan kaynaklandığını söyleyenler vardır.
Sonucu nasıl olursa olsun, mevcut Ukrayna üzerindeki savaşla Üçüncü Dünya Savaşı daha çok yayılıp şiddetlenmiş ve tehlikeli hale gelmiştir. Savaşın askeri şiddetinin artması daha çok yıkıcı, tahripkâr ve korkutucu olmaktadır. Bu temelde savaşın askeri boyutta daha fazla tırmanma olasılığı insanlığı tehdit etmektedir. Buna karşı tüm halkların bilinçlenmesinin ve demokratik eyleminin gelişmesi çok önemlidir. Sürekli hastalık ve savaş üreten kapitalist modernite sisteminin teşhirini daha çok geliştirmek, insanlığı tehdit eden bu kanserleşmiş sistemden kurtulma mücadelesini daha çok geliştirmek gerekir. Bu çerçevede halkların gücü ve imkânlarını kullanmak kadar, savaşın ortaya çıkardığı fırsat ve imkânları da görüp kullanmayı bilmek önemlidir.
Elbette Hareket ve halk olarak bunlar temelinde gelişmeleri takip edeceğiz ve kanserleşmiş kapitalist modernite sistemine karşı demokratik modernite alternatifinin bilinç ve eylem düzeyinde daha fazla gelişmesi için mücadele edeceğiz. Söz konusu kriz ve savaş durumunun Ortadoğu ve Kürdistan’ı etkileme durumuna bakarak, uygun politikalarla özgürlük ve demokrasi mücadelesini geliştirmeye çalışacağız. Şimdilik bunların nasıl şekilleneceği henüz belli değildir. Fakat daha baştan itibaren belli olan bir durum, söz konusu savaş durumundan TC devletinin ve AKP-MHP faşizminin derinden etkilenmekte olduğudur. Mevcut Ukrayna yönetiminden sonra en çok zorlanan bir gücün AKP-MHP faşist yönetimi olduğunu söylemek hatalı değildir. Çünkü AKP-MHP yönetimi de, tıpkı Ukrayna yönetimi gibi NATO-Rusya arasında gidip gelerek ve oynayarak ayakta kalmaya çalışmıştır. Şimdi Ukrayna yönetimiyle birlikte AKP-MHP faşizminin de alanı iyice daralmış ve eskiyi sürdüremez hale gelmiştir. Daha şimdiden Ukrayna Savaşının Türkiye’nin ekonomik ve siyasi yapısı üzerindeki etkisi çok olumsuzdur. Savaşın uzun sürmesi ve daha da derinleşmesi durumunda Türkiye’nin savaştan olumsuz etkilenmesi daha çok artacaktır. Özellikle Rusya ile geçmişte geliştirdiği ilişkiler ciddi biçimde sarsıntı geçirmektedir.
Ortadoğu’da var olan çelişki ve çatışma devam etmektedir
Değerli Yoldaşlar!
Güncel olarak ortaya çıkan Ukrayna üzerindeki savaşın etkisiyle birlikte, Ortadoğu’da var olan çelişki ve çatışma durumu da devam etmektedir. Arap toplumunda yaşanan çelişkili ve çatışmalı durum bir sonuca gitmemiş ve netliğe ulaşmamıştır. Suriye’deki durum olduğu gibi sürmekte ve Ukrayna Savaşından en çok etkilenen bir alan olacağa benzemektedir. Bu temelde çatışmalı durumun daha çok artma olasılığı vardır. Aylardır seçim yapılmış olmasına rağmen, Irak’ta hala yeni bir yönetim kurulamamıştır. Küresel ve bölgesel güçlerin Irak üzerinde yürüttükleri mücadele buna yol açmaktadır. Bazı Arap devletlerinin İsrail ile içine girdiği ilişkiler belirsizliği daha çok artırmaktadır. Libya’da yeni bir sonuç ortaya çıkmış değildir. Yemen savaşı sürmekte, Afganistan’daki Taliban egemenliğinin bölge üzerindeki etkisi daha çok hissedilmektedir. DAİŞ’in Irak ve Rojava’daki saldırıları dikkate alınırsa, faşist çeteciliğin beslenerek yeniden geliştirilmesi için çalışıldığı anlaşılmaktadır.
Bölgede ABD-İran gerginliği ve bunun yol açtığı düşük yoğunluklu çatışma durumu sürmektedir. Her ne kadar Biden yönetimiyle birlikte ABD-İran nükleer görüşmelerinin devam ettiği belirtilse de politik durumu etkileyecek düzeyde somut bir sonuç henüz görülmemektedir. Bölge siyasetinde bir kararsızlık durumu gözlenmektedir. Bu durumdan da yararlanan AKP-MHP faşizmi, bir yandan Filistin’e dayanıp Arap alemiyle, “PKK tehlikesini” işleyip İran’la ve ABD’ye dayanarak yeniden İsrail’le ilişki geliştirmeye çalışırken, diğer yandan da ABD ve KDP ile birlikte Özgürlük Hareketimize karşı yeni imha saldırıları hazırlama ve pratikleştirme çabası içindedir. TC Savaş Bakanının birkaç gün önce Neçirvan ve Mesrur Barzanilerle, yine Irak Dışişleri Bakanıyla görüşmesini bu çerçevede ele almak ve değerlendirmek gerekir.
Zaten Hulusi Akar’ın kendisi, söz konusu görüşmeler ardından “PKK’yi yok etmek için hazırlandıklarını ve bu konuda KDP ile tam bir birlik içinde olduklarını” ifade etmiştir. Belli ki Ukrayna Savaşına paralel olarak ve onun olumsuz etkilerini azaltmak amacıyla Kürdistan’daki soykırım saldırılarını artıracaklardır. ABD ve NATO’nun da gündemi değiştirmek üzere tahrik ve teşvik edici yaklaşımları olacaktır. Biz ‘Apocu Hareketin Ellinci Yıl Zafer Hamlesini’ gündemleştirip pratikte geliştirdikçe, onlar da ‘Cumhuriyetin yüzüncü yıl saldırısı’ ile cevap verip imha ve tasfiye amaçlı planlı saldırılarını geliştirmeye çalışacaklardır. 2021 yılında yaşadıkları başarısızlık nedeniyle, bu durumu da telafi edici yeni planlı saldırılar geliştirmek ve başarmak isteyeceklerdir.
Dikkat edilirse, iktidar ömrünü uzatabilmek için AKP-MHP faşizminin bu tür saldırılar yapmaktan başka çaresi yoktur. Hem sistem içi muhalefetteki gelişmeler ve hem de demokrasi ittifakının gelişme durumu, iktidarda kalabilmek için AKP-MHP faşizmi savaşı daha çok tırmandırmaya yöneltmektedir. Bu amaçla birkaç gündür NATO’yu Ukrayna Savaşına dahil olmaya zorlasalar da sonuç almaları pek mümkün görünmemektedir. Eskisi gibi Libya benzeri savaşlar da gündemde olmadığına göre, geriye Kürdistan’a saldırı ve bu temelde Suriye ve Irak’ta askeri etkinlik sağlama çabası kalmaktadır. Bunu da ABD ve KDP desteğinde ve güçleri oranında yapmaya çalışacaklardır. Bu konuda asla tereddüt yaşamamak, her an başlayabilecek yeni bir saldırıya göre hazırlıklı olmak gerekir.
Kuşkusuz düşman saldırılarının nereye olacağı önceden kestirilmeye çalışılabilir. Fakat hiçbir alan bu durumu mutlaklaştırarak yanlış hesap yapmamalı ve hazırlıksız duruma düşmemelidir.
Değerli Yoldaşlar!
Belli ki biz ‘Ellinci Yıl Hamlesi’ dedikçe, düşman da ‘Yüzüncü yıl saldırısı’ diyecek ve önümüzdeki süreç böyle çok yoğun bir savaşa sahne olacaktır. Kuşkusuz faşist-soykırımcı düşman yüzüncü yıl saldırısını sadece askeri boyutta da yapmayacak, onunla birlikte kültürel soykırım boyutunu da daha fazla öne çıkartacaktır. İdeolojik ve kültürel saldırıyı artırarak asimilasyonu ve her türlü soykırımı geliştirmeye çalışacaktır. Çok açık ki, AKP-MHP faşizmi yüzüncü yılı “PKK’yi yok etme yılı” olarak planlamakta ve TC’nin yüzüncü yıldönümüne “PKK tehlikesini” yok etme temelinde girmeyi hedeflemektedir. Bunun da Kürt soykırımını esas olarak tamamlama anlamına geldiği açıktır. Demek ki düşman saldırıları hem topyekûn olacak ve hem de çok yoğun gerçekleşecektir. Zaten ağırlaşan İmralı tecridi, tutsaklara işkence, halka zulüm, kadınlara katliam ve gerillaya dönük yoğun hava saldırıları bunu açıkça göstermektedir.
Demek ki Apocu Hareketin Ellinci Yıl Zafer Hamlesinin özelliklerini ve görevlerini doğru anlamak gerekir. Düşman saldırısı her zamankinden daha çok yoğun ve topyekûn olacaktır. O halde devrimci hamle de çok daha şiddetli ve topyekûn olmak durumundadır. Devrimci halk savaşı stratejisi temelindeki topyekûn direnişi ideolojik, siyasi, örgütsel, toplumsal ve askeri tüm boyutlarda, yine dağda, ovada, şehirde, zindanda, yurtdışında her alanda çok daha güçlü bir biçimde geliştirmek zorunludur. O halde sadece gerilla güçlerimizin değil, tüm parti ve halk güçlerimizin savaşması, yine sadece dağda değil tüm bulunulan alanlarda düşmana karşı aktif savaşır konumda olunması gerekir. Düşmanın askeri saldırılarını olduğu kadar, ideolojik ve kültürel saldırılarını da boşa çıkartıcı bir direnişi geliştirmek gerekir. Çok açık ki, askeri direniş kültürel soykırıma karşı mücadeleyi geliştirirken, kültürel soykırıma karşı başarılı mücadele her şeyin temeli olacaktır.
Açıkça görülüyor ki, ellinci yılda Dem Dema Azadiyê Hamlemizi doğru anlayıp başarılı yürütmemiz gerekiyor. Bu durum bizim için, Hareketimiz ve halkımız için hayati öneme sahip bulunuyor. Çok önemli bir özellik, söz konusu devrimci direnişin topyekûnluğu oluyor. Diğer bir özellik, devrimci halk savaşı stratejisinin doğru anlaşılıp başarılı uygulanmasını içeriyor. Demek ki devrimci halk savaşı stratejisi temelindeki topyekûn direnişi her zamankinden çok daha fazla doğru anlayıp başarılı uygulamamız gerekiyor.
Sadece gerilla değil, tüm parti ve halk savaşacaktır
Peki nedir devrimci halk savaşı stratejisi? Çok açık ki tüm devrimci çalışma ve mücadelenin devrimci savaşa göre örgütlenip yürütülmesi ve herkesin bu temelde mücadele etmesidir, yani savaşmasıdır. Temel mücadele biçimi devrimci savaş, esas örgütlenme de bu savaşı yürüten örgütlenme olmaktadır. Sadece gerilla değil, tüm parti ve halk savaşacaktır. O halde parti öncülüğü devrimci savaşın gereklerine göre örgütlenecektir. Tüm halk çalışmaları devrimci savaşı yürütmek üzere olacaktır. İdeolojik, siyasi, örgütsel, toplumsal tüm çalışmalar devrimci savaşın başarıyla yürütülmesi temelinde şekillenecektir. Kendisini bu temelde örgütlemeyen ve devrimci savaşa göre olmayan duruş ve çalışmalar strateji dışı, yani parti dışı sayılarak mahkûm edilecektir.
Bunlar çerçevesinde belli bir duyarlılık oluşmuş ve olumlu yönde bazı değişiklikler ve gelişmeler olmuştur. Ancak gerçekleşen henüz yeterli değildir ve devrimci halk savaşı stratejisinin gereklerini karşılamamaktadır.
Bu temelde AKP-MHP faşizmi bizi nerede vuruyorsa, biz de onu orada vuracağız. Hangi gücümüz saldırıya uğruyor ve şehit veriyorsa, o gücümüz AKP-MHP faşizmine ulaşacak ve verdiği şehidin intikamını alacaktır. Her düşman saldırısının misillemesi mutlaka yapılacaktır. Değişik alanlardaki tüm güçlerimiz kendisini buna göre örgütleyip hazırlıklı kılacak ve görevler yerine getirecektir.
Bunlar çerçevesinde ‘askeri güçler’ biçiminde tabir edilen güçlerimiz dağ, ova ve şehir savaşı bütünlüğüne daha fazla ulaşacak, tüm bu alanlarda gerilla tarzının tüm incelik ve derinliklerini esas alacak, devrimci halk savaşı stratejisi temelinde tarz yaratıcılığına ve taktik zenginliğe mutlaka ulaşacaktır. Bu temelde elindeki güçleri daha doğru bir biçimde savaşa sevk edecek, istediği yer ve zamanda düşmanı vuracak, vurabileceği düşman hedeflerine karşı askeri eylem yapacak, vuracağı hedefleri dar değil en geniş bir biçimde ele alıp değerlendirecektir.
Esas aldığımız strateji devrimci halk savaşıdır ve temel tarzımız ise gerilladır. Demokratik Modernite Çizgisinin gerillacılığını geliştirmeye çalışıyoruz. Bu nedenle, her alanda esas örgütlenme ve savaşma tarzımız gerilla olacaktır. Bununla çelişen örgütlenme biçimleri lağvedilecektir. Gerilla sadece dağda olmaz, ovada ve şehirde de olur. Bu nedenle, bulunduğumuz her alanda gerillacılığı esas alacağız. Gerilla tarzını her alanda derinliğine uygulayacağız. Her devrimci ve yurtsever, bulunduğu yerde kendini savunma ve düşmanına vurma göreviyle yükümlüdür. Öz savunmanın esas anlamı ve içeriği budur. Şimdiye kadar yerine getirilmeyen bu öz görevi, bundan sonra herkes yerine getirecektir. Özgür yurttaş olmanın ve özgür yaşamın gereği budur. Bu gereklilik, ideolojik, siyasi, toplumsal çalışma yürüten tüm parti kadroları ve sempatizanları için geçerlidir. Bu nedenle, hiç kimse kendini savaş dışı görmemeli ve güvenliğini başka güçlere havale etmemelidir.
Bununla birlikte, örneğin propaganda ve ajitasyon çalışması yürüten devrimci ve yurtseverlerin, düşmanın psikolojik özel savaşına karşı devrimci savaş içinde olduğunu bilmesi ve çalışmayı buna göre örgütleyip yürütmesi gerekir. Örneğin kültür ve sanat çalışması yürüten devrimci ve yurtseverlerin, düşmanın kültürel soykırım saldırısına karşı savaş içinde olduğunu bilmesi ve çalışmalarını buna göre ve düşmanı yenilgiye uğratacak tarzda örgütleyip yürütmesi şarttır. Bu durumun başka türlü olması mümkün değildir. Fakat mevcut pratiğin de böyle olmadığı, bundan uzak veya bunun çok gerisinde olduğu açıktır.
O halde söz konusu bu çalışma alanlarında da stratejinin gereklerine göre bir düzeltmeyi acilen yapmak kesin gerekir. Hem propaganda ve ajitasyon çalışmaları ve hem de kültür-sanat çalışmaları mevcut stratejimizin neresinde olduğunu her zaman kendisine sormalı, hatalı ve eksik olan yanları hemen düzeltmelidir. Yoksa partiden ve onun stratejisinden kopar ve dönemin devrimci görevlerini yerine getiremez.
Kitle çalışmalarımız öz savunma temelinde olmalıdır
Bu konuda en çok kitle çalışması yürüten, yani halkı eğitip örgütleyen, bu temelde Demokratik Ulus İnşasını geliştirmeye çalışan parti kadrolarının kendini düzeltme görev ve sorumluluğu vardır. Çünkü devrimci halk savaşı stratejisinden, öz savunmadan ve kendi güvenliğini sağlamadan kopuk ve uzak bir kitle çalışması durumu söz konusudur. Adeta öz savunma ve öz güvenlikten kopuk bir toplumsal sistem, ekonomik, sosyal ve siyasal bir yaşam ortaya çıkartılmaktadır. Tabi düşman saldırınca da direnilememekte ve tüm bunlar yok olup gitmektedir. Bu durumda da güvenliği sağlayacak başka güçler aranmakta ve özgürlük kaybedilmektedir. Bu durumun tüm yönleriyle ve gecikmeden aşılması gereklidir. Çok açık ki, toplumun tüm ekonomik, sosyal ve siyasi yaşamı devrimci halk savaşı stratejisinin ve öz savunmanın gereklerine göre olmak durumundadır. Ancak yaşamı böyle düzenlenen, bu temelde eğitilip örgütlenen ve donatılan toplum, düşman saldırıları karşısında direnebilir, savaşabilir ve özgürlüğünü koruyabilir. Adı üzerinde ‘Halk Savaşıdır’ ve demek ki düşman saldırıları karşısında gerillayla birlikte ve gerilla komutasında halk da savaşacaktır. Yoksa düşman saldırılarını kırmak ve özgürlüğü korumak mümkün olmaz. O halde tüm kitle çalışmalarımız öz savunma temelinde ve düşman saldırılarına karşı savaşan halk gerçekliğini yaratma esası üzerinde olmalıdır.
Düşmanın ‘yüzüncü yıl saldırılarını’ boşa çıkartmak ve partimizin ellinci yıl hamlesinin görevlerini başarıyla yerine getirmek ancak bunlar temelinde olabilir.
Değerli yoldaşlar!
Son süreçte çokça tartıştığımız gibi, dönem görevlerini pratikte başarıyla yerine getirebilmek için, öncelikle onları doğru anlamak gerekiyor. Yani her başarılı pratik, öncelikle doğru ve yeterli bir anlayışa dayanıyor. Devrimci ustalar bunu, ‘Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz’ diye tanımlıyorlar. Yani önünü göremeyen koşamaz, doğru ve güçlü yürüyemez anlamına geliyor. Fakat bizim önümüzü aydınlatan bir devrimci teori var. Önder Apo’nun geliştirdiği Demokratik Modernite Kuramı her bakımdan önümüzü aydınlatmaya yetiyor.
Peki, gerçek böyle olmasına rağmen, mevcut durumda bizde yaşanan darlık ve yüzeysellik niye? Hatta neredeyse körlük diyebileceğimiz duruşlar niye? Durumu bu soru çerçevesinde ele aldığımızda görüyoruz ki, Önderlik teorisini inceleme ve özümsemede ciddi bir yetersizlik yaşıyoruz. Savunmaları okuduğumuzda bile çoğunlukla kendi beynimizde oluşan düşüncelere haklılık payı bulmak için okuyoruz. Kısaca doğru olmayan bir okuma ve özümseme yaklaşımımız var. Zaten çoğunlukla da dar pratikçilikle yetiniyor, okumayı en aza indiriyoruz. Hatta bazı alanlarda Önderlik dışı kitapların daha çok okunduğu belirtiliyor. Önderliği okuyup özümsemekten çok çevreye bakıyor, çevremizde olanlardan etkileniyoruz.
Tabi parti militanlığı açısından bütün bunlar yanlıştır ve bu tür durumlardan kendimizi hızla kurtarmamız gerekir. Önderlik teorisini sistemli okuyup incelemeli ve onların özünü özümsemeye çalışmalıyız. Karşılaştığımız her soruna cevabı Önderlik çizgisinde arayıp bulmalıyız. Başarılı pratik yapabilmek için, her şeyden önce Önderlik çizgisini özümsemeli, yani doğru ve yeterli bir anlayışa sahip olmalıyız.
Elbette bu durum gereklidir, fakat devrimci başarı açısından kendi başına yeterli değildir. Yani yapılması gereken doğruları bilmek, onları başarıyla yapmış olmak anlamına gelmez. Doğru düşünceleri pratikleştirebilmek için ayrı bir çaba gerekir. Yani böyle bir durum eğitim, örgütleme ve çalışma ister. Pratiğin dili ise ayrıdır, teoride olduğu gibi değildir. O halde başarılı pratik yapabilmek için, pratiğin dilini de, yani yaratıcı tarzı, kazanımcı üslubu ve yeterli tempoyu da bilip açığa çıkarmak gerekir. Böyle olunca, devrimci anlayış sadece ön açıcı, yol aydınlatıcı olma işlevi görür. Esas olan ise pratiktir; eğitim, örgütleme ve eylem temelinde harcanan çabadır.
Şimdi ‘Bunlar genel doğrulardır, biz zaten bunları biliyoruz’ deyip geçmememiz lazım. Evet bunlar genel doğrulardır ve bilgi olarak hemen hepimiz de bunları az çok biliyoruz. Fakat bildiklerimiz bizde kuru bilgi olarak kalıyor, aktif ve etkin bir pratiğe dönüşmüyor. Bu açıdan da pratikte yeterince başarılı olamıyoruz ve dönem görevlerini başarıyla pratikleştiremiyoruz. Bu nedenle, pratikteki zayıflık esas olarak bizden kaynaklanıyor.
Her düzeyde yaptığımız tüm yönetim toplantılarımızın ortaya çıkardığı temel sonuç, pratikteki yetersizliklerin ve başarısızlıkların bizden, yani parti öncülüğünün zayıflığından kaynaklandığı yönündedir. Bu açıdan da sorunumuz hep partileşme, doğru ve yeterli partileşme sorunu olarak konmaktadır. Yoksa koşullar devrimci mücadeleyi geliştirmek için son derece uygundur. Devrimci eylemi geliştirebilmek için gereken imkân ve fırsatlar fazlasıyla vardır. Yani pratik yetersizlikler objektif koşulların olumsuzluğundan, imkân ve fırsat azlığından kaynaklanmamaktadır. Tersine söz konusu imkân ve fırsatları önceden yeterince görüp de yerinde ve zamanında doğru kullanması gereken öncülükten, yani bizden kaynaklanmaktadır.
PKK gibi binlerce fedai militana sahip bir partide yetersizlik ve zayıflık kabul edilemez
Örneğin her alanda devrimci pratiği geliştirebilmek için potansiyel düzeyde fazlasıyla imkân ve fırsat olmasına rağmen, bunları yerinde ve zamanında göremiyor ve yaratıcı temelde kullanamıyoruz. Adeta bakar-kör gibi bir durumu yaşıyoruz. Çevremize alıcı gözle bakıp tüm imkân ve fırsatları görerek bu temelde pratikleşmek yerine ya pasif bir duruşu yaşıyoruz ya da yönümüzü hep yukarı dönüp üstteki yönetimlerden çare bekliyoruz. Tabi onlar da somut durumu ayrıntılı bilemedikleri için fazla somut öneri yapamıyor ve talimat veremiyorlar. Böylece var olan imkân ve fırsatlar bizim tarzımız sonucunda yok olup gidiyor. Devrimci imkân ve fırsatlar potansiyel olarak kalıyor, öncülüğün zayıflığı nedeniyle pratiğe dönüşmüyor. Öncülük yetersizliği işte böyle somut biçimde ortaya çıkıyor. Artık bu gerçeği görerek mutlaka aşmamız gerekiyor. Bunun için de herkesin kendini sorumlu görmesi ve inisiyatifli davranması gerekiyor. Böyle yapmayanları oportünist olarak suçlayıp mahkûm etmek gerekli oluyor.
Benzer durumu kadroların yeterince verimli çalışmaması açısından da belirtebiliriz. Bu konuyu da bir süredir değerlendiriyor ve tartışıyoruz. Kısmi bir duyarlılık oluşsa da tüm kadroların bu durumu aştığı ve günlük olarak örgütlü bir çalışma verimliliğine ulaştığı söylenemez. Aslında çoğunlukla çalışıyormuş gibi görünen durumlar da devrimci çalışma sayılmaz. Çoğunlukla kadrolar bireycidir, kendi belirledikleri işleri yapmakta, 24 saat örgütlü kolektif çalışma düzeni içinde bulunmamaktadırlar. Aslında günlük olarak partiden ve çizgiden kopukluğu yaşamaktadırlar. Fakat ne garip ki, bunun farkında bile değildirler. Kendi bireyci duruş ve çalışmalarının en doğru partililik olduğunu sanmaktadırlar.
Eğer böyle olmasa, günlük pratiğimizin sonuçları da kesinlikle bu düzeyde olmaz. PKK gibi binlerce fedai militana sahip olan bir parti pratik yetersizlik ve zayıflık yaşamaz. Kadroların çoğunun yeterli verimlilikte çalışmaması ve birçoğunun da örgütlü kolektif çalışmaya girmeyip bireysel çalışması sonucunda bu durum yaşanmaktadır. O halde tüm bu gerçeklerin de hızla ve yeterince görülüp aşılması zorunludur.
Burada sorun, olaylar karşısında farklı algılama değil, söz konusu farklılıkları ortak bir düşünceye dönüştürememedir. O halde çözümü de bu noktada arayıp bulmak gerekir. Bu çerçevede öncelikle farklı düşüncelerden korkmamak, kendi görüşünü mutlak doğruymuş gibi ısrarla dayatmamak, yoldaşların görüşlerini de dikkatle ve saygıyla dinlemeyi bilmek ve sonuç olarak ortak görüşe ulaşma arayışı ve çabası içinde olmak gerekir.
Diğer yandan, parçalılığı aşabilmek için örgütsel sistemin doğru ve etkin işletilmesine önem verip özen göstermek, ortaya çıkan önemli konularda ilgili örgütlerin görüş alışverişini sağlayarak ortak görüşe ulaşmayı başarmak gerekir. Merkez Komite toplantımız her iki bakımdan da parçalılığı aşacak anlayış ve tarzı ortaya çıkarmış ve bu temelde yönetimlerimizi bilgilendirmiştir. Böylece her alanda gerekli yönetim bütünlüğünü sağlayacak bir yapıya ulaşmıştır. Gerisi bu durumun pratik işletilmesine kalmaktadır ki, bunu da her alandaki yönetimlerimizin yüksek bir duyarlılıkla gerçekleştireceğine inanıyoruz. Merkez Komitemizin geliştirdiği çözümün tüm parti yönetimlerimiz tarafından eksiksiz ve başarıyla uygulanmasını bekliyoruz. Böylece parçalılık sona erecek ve her alandaki yönetimlerimiz tam bir bütünlük içinde karar alıp iş bölümüyle hayata geçirerek devrimci pratiğin başarıyla gelişmesine öncülük edecektir.
Yine başarılı devrimci savaş yürütmede propaganda ve ajitasyonun etkinliği önemli olmaktadır. Kuşkusuz tüm basın-yayın örgütlerimiz bunun bilincinde olarak görev ve sorumluluklarını başarıyla yerine getireceklerdir. Fakat siyasi ve askeri çalışmaların da bu hususa dikkat etmesi, çalışmaları kendine göre yönlendirme başarı açısından önemlidir. Ayrıca tüm basın-yayın çalışmalarının YRD örgütlenmesi içinde olması, propaganda ve ajitasyon çalışmalarını parçalayıcı tutum ve çabalardan uzak durulması gereklidir. Bu konuda hem YRD komiteleri görev ve sorumluluklarına tam sahip çıkmalı ve hem de tüm örgüt ve kurumlarımız buna dikkat etmelidir. “Bizim basınımız” denerek propaganda ve ajitasyon çalışmalarını bölen ve kendine bağlayan tutumlardan uzak durulmalıdır. Yani basın özgürlüğünün gereklerine uygun hareket edilmelidir.
Değerli Yoldaşlar!
Newrozla birlikte Apocu Hareketin 50. Zafer Yılına giriyoruz. Çok açık ki ellinci yıl önemlidir ve bu önem üzerinde yeterince durduk. Tüm yoldaşların bu bilinçle hareket edeceğine ve Ellinci Önderlik ve Parti Yılının tarihimizin en büyük zafer yılı haline getirilmesi için tüm gücüyle ve başarı çizgisinde çalışacağına inanıyoruz. Buna ‘Ellinci Yıl Seferberliği’ de diyebiliriz. O halde ellinci yıla tam bir seferberlik halinde yaklaşarak, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen Dem Dema Azadiyê hamlemizi zafere götürmeliyiz.
Böyle büyük bir mücadele yılına Newrozla birlikte giriyoruz. Newroz halkımızın birlik günü, direniş günü, zafer günü ve özgürlük günüdür. Demirci Kawa’dan Çağdaş Kawa’ya kadar bütün özgürlük önderleri Newrozu böyle tanımlamıştır. O halde 2022 Newrozunu da anlamına en uygun bir biçimde yaşamalı ve bu temelde pratikleşmeliyiz. Ellinci Önderlik ve Parti Yılının her gününü Newroz yaparak, tarihi Ellinci Yıl Zaferini her düzeyde mutlaka yaratmalıyız.
Bunun için gereken bilinç, irade, iddia ve imkân fazlasıyla vardır. Önderlik ve şehitler gerçeği bize bunu emretmektedir. Halkımız ve insanlık bizden bunu beklemektedir. O halde gerisi bize kalmaktadır. Söz konusu sonuç bizim bilinçli ve örgütlü çabamızla gerçekleşecektir. Kuşkusuz bunu başarmaktan daha önemli ve onurlu bir şey de yoktur. Her alandaki tüm yoldaşların böyle bir yaklaşım içinde olarak tarihi görevlerini en üst düzeyde başaracağına inanıyoruz.
Bu temelde, başta Önder Apo olmak üzere tüm yoldaşların, halkımızın ve dostlarımızın Newrozunu bir kez daha kutluyor, tüm kadro ve sempatizan yoldaşları ellinci yıl gerçeğini doğru anlayarak, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü temelinde Apocu Hareketin Ellinci Yıl Zaferini yaratmaya çağırıyoruz!
Kahrolsun Faşist-Sömürgeci-Soykırımcı Diktatörlük!
Yaşasın Özgürlük ve Demokrasi Mücadelemiz!
Yaşasın Devrimci Halk Savaşımız!
Yaşasın Apocu Hareketin Ellinci Yıl Mücadelesi!
Bijî Newroz!
Bijî Rêber Apo!
PKK YÜRÜTME KOMİTESİ