Önder Apo üzerindeki tecrit aslında 25 yıldır sürüyor. Bu tecridin Kürt politikasıyla doğrudan bağı var. Bundan bağımsız ele alınamaz. Tecrit bir soykırım politikasıdır. Kürtlere soykırım politikası uygulandığı için Önder Apo üzerinde de ağır tecrit uygulanıyor. Önder Apo üzerinde de orada soykırım politikası yürütülüyor. Önder Apo üzerindeki tecridi değerlendirirken Kürt soykırımını anlamadan, soykırım politikasının ne olduğunu derinliğine fark etmeden değerlendirmek doğru olmaz.
Önder Apo bir Kürt halk önderidir, 50 yıllık mücadelenin önderidir. Tarihteki en büyük Kürt mücadelesinin önderidir. Türk devleti de soykırım politikası yürütüyor. Bu bakımdan tecridi böyle ele alıp değerlendirmek lazım. Soykırım politikasından ayrı ele alınırsa doğru değerlendirilemez. Önderlik üzerindeki tecridin, soykırım olduğunu görmeden tecride karşı da etkili mücadele verilemez. Bu yönüyle her Kürt, Önder Apo’ya yönelik tecridin kendi üzerinde bir soykırım politikası olduğunu, Kürdü imha etme politikası olduğunu görecek ve böyle anlayacak, değerlendirecek.
Hukuksuzluğun adaletsizliğin kaynağı İmralı sistemidir
Bugün Türkiye’de büyük bir adaletsizlik var, hukuksuzluk var. Herkes adalet sisteminden bahsediyor. Hukukun, adaletin kalmadığını söylüyor. Hukuğun yani adaletin, kurumlarının, mahkemelerin devlet tarafından yönlendirildiğini, tamamen hükümetin istediği doğrultuda çalıştığını söylüyorlar. Bu doğrudur. Çünkü bir soykırımcı Türk devleti var. Bunu uygulayan bir hükümet var. Böyle bir hükümet tabii ki hukuku ayaklar altına alacak ve adalet filan da dinlemeyecektir. Bu açıdan kim Türkiye’de hukuktan, adaletten söz ediyorsa bunun kaynağını bilmesi, kaynağına inmesi gerekiyor. Türkiye’de bütün hukuksuzlukların, adaletsizliğin kaynağı İmralı’daki düzendir. İmralı’da Türkiye kendi anayasasını, uluslararası sözleşmelerin hepsinin çiğnemektedir. Bütün adaletsizlik buradan kaynaklanıyor. Bu yönüyle İmralı’daki tecride karşı mücadele vermeden, bu gerçeği ortaya koymadan, bunu teşhir etmeden Türkiye’deki hukuksuzluğa, adaletsizliğe karşı doğru, tutarlı mücadele verilemez. Bunu herkesin böyle görmesi, anlaması gerekiyor. Eğer hukuksuzluk var diyorsak, adaletsizlik var diyorsak ve gerçekten bunda samimiysek o zaman İmralı’daki hukuksuzluğa, tecride karşı tutum almak gerekir. Tutarlılık budur. Bunu yapmadan kimse ben adalet savaşı veriyorum, hukuk savaşı veriyorum diyemez. Bu inandırıcı olamaz. Etkisi olamaz. Bu açıdan bu gerçek görülecek. Türkiye’deki hukuksuzluğun kaynağı, adaletsizliğin kaynağı, baskıların kaynağı, kötülüklerin kaynağı budur.
Tabii bunların kaynağı Kürt sorunudur, Kürt sorunundaki çözümsüzlüktür. Bunun en somut ifadesi de Türk devletinin Önder Apo’ya yönelik uygulamalarıdır. Önder Apo’ya uygulanan politika, bütün Kürtlere, Kürt halkının özgürlük mücadelesine, demokrasi güçlerine, herkese yönelik bir uygulamadır. Sadece Kürtlere değil, Türkiye demokrasi güçlerine yönelik de uygulamadır. Onlar da baskı altındalar, onlar da her türlü adaletsizlikle karşı karşıyalar. Bu gerçeğin görülmesi ve bu temelde de herkesin bu adaletsizliğin ve hukuksuzluğun nedenini İmralı’da görüp buna karşı çıkması gerekiyor.
Uluslararası alanda da kim adaletten, hukuktan söz ediyorsa İmralı düzenine karşı çıkması gerekiyor. Yoksa kimse dürüst, samimi ve inandırıcı olamaz. Bu yönüyle tecride karşı mücadelede bu gerçeğin ortaya konulması, bu durumun teşhir edilmesi ve herkesin buna tavır alması gerekir. Adalet isteyen, hukuk isteyen, hukuktan yana olan herkesin bu çerçevede harekete geçmesi gerekiyor.
Zîlan Haziran şehitlerimizin sembolü oldu
Komploya karşı gerçekleştirdiği eyleminin yıldönümü vesilesiyle Zîlan yoldaşı saygıyla, minnetle anıyorum. Yine Haziran’da şehit düşen çok değerli yoldaşlarımızı da anmak istiyorum. Helmet yoldaşı, Sema Yüce yoldaşı, Leyla Wan yoldaşı yine yakın zamanda Rojava’da şehit düşen kadın yoldaşları, Xakurkê’de şehit düşen Azad yoldaşı, Ordulu bir Türk arkadaşımız olan Asya yoldaşı, yine şehit Diyako yoldaşı, Metîna şehitlerini minnetle, saygıyla anıyorum.
Gerçekten Haziran’da çok önemli şehitler verdik. Haziran şehitlerinin sembolü artık Zîlan oldu. Zîlan şahsında bunları anıyoruz. Zîlan yoldaşın eylemi tarihi bir eylemdi. Önder Apo’ya karşı 6 Mayıs’ta gerçekleşen bombalı saldırıya karşı bir cevaptı. Bu, büyük bir duyarlığı gösteriyor, hissetmeyi gösteriyor. Önder Apo’nun bu halk için, bu ülke için, kadınlar için ne anlama geldiğini, ne değer taşıdığını bildiği için buna karşı büyük bir öfke ile eylemini gerçekleştiriyor. Ama büyük bir disiplinle, büyük bir iradeyle, büyük bir kararlılıkla, sarsılmadan bu eylemini gerçekleştiriyor.
Bu eylem çizgisi aynı zamanda kadın özgürlük çizgisi açısından da, kadın özgürlük mücadelesi açısından da çok önemli bir dönüm noktası oluyor. Bu kadın özgürlük mücadelesinin, kadın militanlarının duruşunu da ölçüsünü de belirliyor. Önderlik zaten kadın özgürlüğü açısından Zîlan arkadaşın mektubunu bir manifesto niteliğinde ifade etmişti. Zîlan yoldaşın ortaya koyduğu ölçüleri kadın özgürlük mücadelesi yürüten bütün arkadaşların önüne koymuştu. Bu açıdan bugün gelişen büyük kadın özgürlük mücadelesinde bunun çok büyük rolü vardır.
Yine geçen günlerde şehit düştükleri ilan edilen ve ses kayıtları yayınlanan Zana Rojda ve Xebat Kop arkadaşları minnetle ve saygıyla anıyorum. Onların konuşmaları gerçekten hepimizi çok etkiledi. Birçok şeyi yeniden değerlendirme, gözden geçirme mesajı gibi oldu. Bu iki arkadaşın bu tutumu 50 yıllık mücadelenin zirveleşmesi oluyor. 50 yıllık mücadelenin sonucu ortaya çıkan bir fedailiktir.
Bunun başlangıcı her zaman söylediğim gibi Önder Apo’nun duruşudur. Önder Apo’nun böyle bir mücadeleye cesaret etmesidir. Böyle bir mücadeleye cesaret etmek en büyük fedailiktir. O koşullarda kesinlikle böyleydi. Önder Apo böyle bir mücadeleye cesaret ederken, öyle sıradan bir mücadele, reformist mücadele değil, gerçekten soykırımcı sömürgeciliği yıkacak, ona meydan okuyan bir anlayışla yola çıktı. O da PKK çizgisi oldu. PKK böyle bir anlayışla ortaya çıktı; militanları böyle yetişti. Önder Apo’nun bu duruşunun, ve PKK çizgisinin en önemli, en somutlaşmış hali ise 14 Temmuz Direnişçiliği oldu. 14 Temmuz Direnişçilerinin duruşu çok önemlidir. Bunun herkes tarafından çok iyi bilinmesi gerekiyor. Bu arkadaşlar şehadete giderken en moralli hallerini yaşıyorlardı. Şehadet yaklaştıkça moralleri, coşkuları artıyordu. Büyük bir görevi yerine getirmenin huzuruyla, coşkusuyla gözlerini kapadılar. PKK böyle bir militanlık ortaya çıkardı. İşte 14 Temmuz ruhu diyoruz, 14 Temmuz direnişçiliği diyoruz. Hayri’nin “Mezar taşıma borçlu yazın” sözü önemlidir. Kemal Pir “Ben yaşamı uğruna ölecek kadar seviyorum” diyordu. Yani uğruna ölünecek bir yaşam yaratmak için mücadele ediyordu. Yaşamını uğruna ölünecek bir yaşam yaratmak için vermişti. Bu tabii PKK’nin militanlarının ruhu oldu. Mücadele çizgisi oldu, mücadele ölçüsü oldu.
İşte bu çizgiye Zîlan halkası eklendi. Zîlan halkası buna yeni bir boyut, yeni bir ruh kazandırdı. Daha da derinleştirdi ve kapsamlılaştırdı. Bu yönüyle 14 Temmuz ruhu Zîlan ile birlikte yeni bir aşamaya geçti. Yeni bir fedai duruş ortaya çıkardı. Bu, bütün mücadeleyi etkiledi. 90’lı yıllardaki büyük mücadele, büyük savaş böyle gerçekleşti. İşte Önder Apo’ya yönelik komplo sırasında “Güneşimizi Karartamazsınız” direnişinde hem arkadaşlarımızın, hem halkımızın fedaice yaşamlarını ortaya koymaları fedailik düzeyini PKK’de daha da kapsamlılaştırdı. Bu çok önemliydi.
Önder Apo fedailere layık olmak için büyük direniş sergiliyor
Önder Apo zindandaki bu mücadelesini, bu büyük direnişini, bir yönüyle de bu fedailere layık olmak için, bu fedailerin özlemlerini gerçekleştirmek için ortaya koydu. O kadar çözümlemeyi, o kadar yoğunlaşmayı, yeni paradigmayı ortaya çıkarması tamamen bu şehadetlere, bu fedailere duyduğu sorumluluk gereği gerçekleştirdi. Gerçekten de bu yeni bir fedai ruh ortaya çıkardı. Çünkü Önder Apo’nun duruşu da fedailiğin çok önemli parçası haline geldi. Geçen yıl Rûken ve Sara yoldaşların eylemi gerçekleşti. Onlar da fedaice düşmanın üzerine yürüdüler, korkusuzca yürüdüler. Yaşamlarını ortaya koydular. Aynı Kemal Pir gibi uğruna ölünecek bir yaşam yaratmak için yaşamlarını ortaya koydular. Bu da tabi ki mücadelemizi derinden etkiledi.
En son Mêrdîn’de şehit düşen Xebat Kop ve Zana Rojda’nın tutumu tüm bunların zirveleşmesini ifade ediyor. Bir sığınakta etrafları çevrilmiş ama meydan okuyorlar. Hem meydan okuyorlar, hem de Önder Apo çizgisindeki mücadelenin başarısına, inançlarını en yüksek düzeyde ortaya koyuyorlar. Bu büyük umutlarını ortaya koyuyorlar. İşte PKK’nin mücadelesi böyle bir gerçekliği ifade ediyor. Ama bunu sadece bu arkadaşların şahsında ifade etmek de yetersiz kalır. Şimdi fedaileşen bir halk gerçekliği var. Kürt halkı da bütün baskılara ve zulme rağmen direniyorsa bu fedakârlık ruhunun, bu yoldaşlarımızın, 14 Temmuz ruhunun, Zîlan ruhunun, Rûken’in, Sara’nın, şehit düşen ve ses kayıtları ortaya çıkan arkadaşların ve bunun gibi binlercesinin ortaya koyduğu fedailiğin sonucudur. Fedailik artık halk gerçeği olmuştur, toplumsallaşmıştır. Bir Kürt kültürü haline gelmiştir. Kürt yiğitliği eskiden beri bilinir. Ama işte 50 yıllık mücadele bu fedailikle birlikte Kürt yiğitliği gerçekten yeni bir aşamaya ulaşmıştır. Bu çok çok önemlidir.
Bu şu anlama geliyor Bu halkın mücadelesi yenilemez. Evet, bedeller ödenebilir, bedel verilebilir, ağır bedeller olabilir. Çünkü düşmanımız soykırımcı. Bütün imkânlarıyla bu halkı soykırıma uğratmak istiyor. Ama bu halk da böyle çeliğe su verilmiş gibi. 50 yıllık mücadeleyle gerçekten çelikleşti ve her koşulda mücadele eden bir halk haline geldi. Ve şimdi hem böyle bir PKK ve mücadele gerçekliği ve hem de bir halk gerçekliği yaşıyoruz.
Zana Rojda ve Xebat Kop’un ses kayıtlarını dinlerken gerçekten çok etkilendik. Bunlara nasıl layık olmak gerekir? Bunlara layık olmadan yaşam olamaz, insanlık olamaz, devrimcilik olamaz. Onlar bu kadar Kürt halkın özgürlüğüne inanıyorsa, bu kadar inandılar ve gerekeni yaptılarsa o zaman biz yaşayanların, bütün halkın, bütün gençlerin, bütün kadınların bu 50 yıllık fedai ruhu bilince çıkarmaları, bunun ne anlama geldiğini görmeleri ve bunu kendinde de somutlaştırarak mücadele içine girmeleri gerekiyor. Böyle bir halk gerçekliği var ve bu oluştu. Yani bu fedailikler boşa gitmedi. Bunlar sadece bir Özgürlük Hareketi’nin, PKK’nin, gerillanın fedailiği olarak kalmadı, bütün toplumun fedai ve direnişçiliği olarak kaldılar. Bunun önümüzdeki yıllarda da mücadelemize yön vereceğini, yenilmez kılacağını söyleyebilirim.
Bu yakın tarihte şehit düşen Xemgin Serhat arkadaşı da minnetle, saygıyla anıyorum. Özel Kuvvetler Üyesi’ydi Amed’de komutanlık yapıyordu. Gerçekten önemli bir mücadele verdi. Bingöl ve Erzurum alanında kalan bir arkadaşımızdı. Sonra tekrar Medya Savunma Alanları’na dönmüştü. Uzun süre bizim yanımızda kaldı. İyi bir yoğunlaşması vardı. Onu da minnetle ve saygıyla anıyorum.
Gerilla tarihi bir mücadele yürütüyor
Xakurkê ve Metîna’da önemli eylemler gerçekleştirildi. Şehitlerini saygıyla, minnetle andık. Bu eylemler önemliydi. Düşmanın özellike Garê saldırısından bu yana her gün yoğun olarak saldırılar yürüttüğü, yaz kış demeden saldırılarını artırdığı bir süreç yaşıyoruz. Gerçekten tarihi bir mücadele veriliyor. Türk ordusu bu 3 yıl bütün imkânlarını kullanarak Hareketimize karşı savaş yürüttü. Başka bir devlete karşı savaş verseydi farklı sonuçlar alabilirdi, ama şu anda gerilla karşısında tıkanmış durumdadır. Sonuç alamamıştır. Kuşkusuz tekniği var, bazı alanlara giriyor, bazı yerleri tutuyor ama gerilla buna karşı büyük bir tarihi mücadele veriyor, vermeye de devam edecek. Gerçekten bu gerillaları saygıyla selamlıyoruz. Bütün halkımızın bu gerçeği bilmesi gerekiyor. Çok büyük bir savaş veriyorlar. Zor koşullarda, bu tünellerde imkânsızlık içinde düşmanın her türlü tekniği ile alanı 24 saat bombaladığı bir yerde büyük bir savaş veriyorlar, irade savaşı veriyorlar. Artık bu bir irade savaşı. Fedai güçler ile yoğun tekniğe sahip bir ordunun devasa savaşı söz konusu. Ama tarihte görülmemiş büyük ciddiyetle mücadele veriyorlar. Düşmanın sonuç almasını engelliyorlar.
Bu tabii ki devam edecek. Gerilla bu duruşunu, bu eylemlerini, bu mücadelesini sonuna kadar götürecek. Bunu herkes bilmeli. Bunu söylerken bütün savaşı gerillaya bırakmamak gerekiyor. Bütün savaşı gerillaya bırakmak en büyük yanlış olur. Kürtler için en büyük hata olur. Bu savaşın toplumsal alanda, kültürel alanda, ideolojik alanda, her alanda sürdürülmesi gerekiyor. Kurdistan’ın dört parçasında sürdürülmesi gerekiyor ki gerillalara layık olalım. Bu bakımdan biz tabii ki gerillanın bu zorlu koşullarda mücadele etmesini, tarihi anlamını, değerini biliyoruz. Biz de unutmayacağız, halkımız da unutmayacak. Onlar gerçekten sadece Kürt halkı açısından değil, insanlık açısından tarihin en değerli evlatlarıdır. Bu değerli evlatları tabi ki tarih yazacaktır. Halkımız da onları unutmayacaktır. Bu vesileyle o zor koşullarda direnen bu yoldaşlara en içten duygularımızla sevgimizi, saygımızı iletiyoruz. Bizim duygularımız, beynimiz, yüreğimiz hep onlarla. Biz de onlara layık olacağız. Onlara layık olmak için elimizden ne geliyorsa yapacağız.
Nerede bir “terörist” varsa gidip yok edeceğiz diyorlar. Bunun açık anlamı şudur: Bu, nerede bir Kürt varsa, nerede Kürt halkının özgürlüğünü isteyen, savunan bir kişi veya kurum varsa onlara saldıracağız, yok edeceğiz demektir. Türk devletinin amacı, Kürdün iradesini kırmak, Kürdü özgürlük mücadelesinden vazgeçirmek ve teslim almaktır. Her yerde saldırıyor. Başûr’da saldırıyor, Bakur’da saldırıyor, Rojava’da saldırıyor. Üç kişi bir yerde toplansa ona saldırıyor. Bir yerde bir yurtsever tespit ederse, bir özgür Kürdü tespit ederse onun başına hemen bomba yağdırıyor. Böyle soykırımcı, düşman Türk devlet gerçeği ile karşı karşıyayız. Soykırım kavramını bilinçli kullanıyoruz. Herkesin de soykırımcılığın ne olduğunu, bir devlet soykırımcı ise neler yapabileceğini çok iyi anlaması, kavraması ve görmesi lazım. Türk devleti neredeyse kendi varlığını Kürdü soykırımdan geçirmekte görüyor. Yani kendini var etmek, yaşatmak için illa da “ben Kürdü soykırıma uğratacağım” diyor. Nasıl ki vampirler kanla beslenir, kan bulamazsa beslenemez ve ölürse, şimdi Türk devleti de vampirler gibi soykırımcı zihniyetle, Kürdü yok etmeden, Kürdün iradesini kırmadan, kanını son damlasına kadar içmeden kendisini yaşamayacağını sanıyor.
Böyle bir zihniyet var. Türk devletini sıradan değerlendirenler, dünyanın başka yerindeki mücadelelerle karşılaştıranlar yanılırlar. Soykırım başka bir şeydir. Kurdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirmek istiyorlar. Kürdü bitirmeyi kendi varlığını yaşatmak olarak görüyorsa, böyle bir düşmanın neler yapabileceğini de görmek gerekiyor.
Saldırıların bu kadar bu yoğunlukta gerçekleşmesinin en önemli nedeni Kürt işbirlikçiliğinin, Kürt ihanetinin kullanılmasıdır. Kürtlerin bunu bilmesi gerekiyor. Ne zaman ki Neçirvan, Mesud veya Mesrur Türkiye’ye gitse o zaman Özgürlük Hareketine yönelik saldırılar artıyor. Türk devleti bir nevi Kürt halkını, özgürlük mücadelesini onlar üzerinden kriminalize ediyor. Ben Kürde karşı değilim, bakın Kürtle sarmaş dolaşım diyor. Bunlar teröristtir ve onun için savaşıyorum diyor. Kürt işbirlikçileri, Kürt ihaneti, bu saldırıların meşruiyetini sağlıyor. Bu saldırılara zemin sunuyor. Yoksa Türk devletinin bu kadar pervasızca saldırması düşünülemez. Ondan güç alıyor, onunla kendine meşruiyet sağlıyor, onda kendine haklılık bulmaya çalışıyor. Örneğin Mesrur Türkiye’deyken ağır saldırılar oldu. Bu bakımdan bu saldırıların nerede, neden, nasıl, neye, kime dayanarak gerçekleştiğini çok iyi bilmek gerekiyor.
Türk devleti ağır saldırılar yapıyor. Halk direniyor. Halkın bir direnişi var, bir tutumu var. Bu yönüyle halk direniyor, halk boyun eğmiyor. Kimse halk direnmiyor diye bir şey söyleyemez. Kürt halkı her yerde saldırılara karşı direniyor. Bu açıktır zaten bunun için sonuç alamıyor. Gerillanın varlığı da mücadelesi de halkın bu tutumundan besleniyor, destek alıyor. Böyle bir gerçeklik var, ama şu görülüyor ki bu direniş düzeyi yeterli değil. Daha ileri bir düzeyde direnmek gerekiyor. Bu düşman saldırılarını boşa çıkarmak için mevcut direniş düzeyini ve tutumunu yetersiz görmek lazım. Herkesin yapacağı bir şey vardır. 50 yıllık bu fedai direniş Kürt halkını da fedaileştirdi. Artık özgür bir Kürt var. Bu özgür Kürt her yerde eylem yapabilir. İki-üç kişi bir araya gelebilir, tek de olabilir bunlar her yerde eylem yapabilirler. Mahallelerde, sokaklarda serhildan yapabilirler. Böyle bir Kürt gerçeği var. Yok denemez. Önemli olan bu sorumlulukla hareket etmektir. Bu saldırılar karşısında mutlaka özsavunma gerekiyor. Öz savunmanın güçlü olması gerekiyor. Öz savunma da sadece gerilla değildir. Her mahallede, her sokakta, her köyde, daha doğrusu her yurtseverin bir özsavunması olması lazım. Her yurtseverde bir özsavunma duygusunun, bilincinin olması gerekiyor. Böylelikle yurtseverler tek tek, iki iki, üç üç bir araya gelerek gerçekten bir mücadele yürütebilirler. Örneğin İzmir’de Deniz Poyraz’ı vurduklarında 3-4 Kürt genci örgütlenip düşmandan birilerini rahatlıkla vurabilirlerdi. Kürtlük yaşanacaksa, Kürdüm diyorsak bunu yapacağız, bedelini ödeyeceğiz. Ödüyoruz zaten. 50 yıldır bedel ödüyoruz. Şu anda zindanlarda bütün arkadaşlarımız işkence altında. 80 yaşındaki babamız, dedemiz işkence görüyor. Ölüm döşeğinde bırakılmıyor. O zaman bizim de bu düşmanın saldırılarının düzeyi kadar bir duruş, bir mücadele içinde olmamız gerekiyor.
Bunu Kurdistan’ın bütün parçaları için söylüyorum. Yoksa soykırımcı sömürgecilik tabii ki saldıracak, bizi bitirene kadar durmayacaktır. Bunu bilelim. Zaten öyle de diyorlar. Yani tek bir terörist kalmayana kadar derken, Kürtleri, Kürt mücadelesinden, haklarını istemekten vazgeçene kadar bunu sürdüreceğiz diyorlar. Bunu böyle bilmek gerekiyor.
Medya Savunma Alanları’na, Bakur’a, Rojava’ya, Başûr’a yönelik salıdırılar var. Başûr’da yurtseverlere saldırıyor. Başûr’da Süleymaniye’de saldırdığı zaman halkın ayağa kalkması lazım. Bu saldırılar sadece orada bir yurtsevere, ya da Bakurlu bir yurtsevere saldırı olarak görmemek gerekir. Bütün Başûr’a bütün Kürtlere yönelik bir saldırıdır. Bunu böyle görmek gerekiyor. Sadece Bakurlu bir yurtsever oradaymış da Türk devleti gelmiş vurmuş. Öyle değerlendirmek gaflettir. Bunun için herkesin bu saldırılar karşısında bir tutum koyması gerekir.
Rojava Orta Doğu için bir özgürlük vahası
Rojava açısından daha da özgün bir durum var. Rojava’da işgaller var. Efrîn, Serêkaniyê, Girê Spî işgali var. Her gün saldırıyorlar. Bir kadın devrimi oldu. Kürtler için bir özgürlük alanı orası. Orta Doğu için ise bir özgürlük vahası, demokrasi vahası. Şimdi Türk devleti böyle bir yeri yok etmek istiyor, çünkü Türk devlet gericiliği bu oluşumdan korkuyor. Eğer bu sistem yaşarsa benim gericiliğim yıkılır diyor. Kendi gericiliğini ayakta tutmak için yok etmek istiyor. Kendi Kürt gerçeği için örnek olur diye yok etmek istiyor.
Buna karşı tabii ki Rojava’nın da büyük direnmesi lazım. İşgali sonlandırma mücadelesi içinde olması gerekir. Türk devleti Rojava’nın birçok yerinde, sınırı geçmiş 20-30 kilometre içerde çetelerle birlikte orada kalıyor. Onların buradan sökülüp atılması lazım. Seni yok etmek isteyen bu işgalcilere karşı sessiz kalınabilir mi? Öte yandan yeni yeni işgal hareketlerine başvurmak istiyorlar. Herhalde bu saldırıları da biraz ona zemin hazırlamak için yapıyorlar. Savaşta bir yeri düşünmek için ilk önce top atışları yapılır, karşı tarafın mevzileri yumuşatılır, sonradan piyadeler, işgalciler girer. Rojava’ya yönelik saldırılar böyle gerçekleşiyor. Bu anlamdaCizre Kantonu eş başkanlarını yönelik gerçekleşen saldırıda yaşamını yitirenleri, yine bu yakın zamanda orada şehit düşen bütün arkadaşları minnet ve saygıyla anıyorum.
Türk devleti herkese saldırıyor. Çocuğa saldırıyor, kadına saldırıyor. Bu şu anlama gelmiyor: Sonuçta orada askerlere yönelik saldırı yapıyor o halde meşrudur. Öyle bir şey yok. Orası Kürt halkının özgür alanı. Saldırmak düşmanlıktır. Türk devleti soykırımcı olduğu için herkese saldırıyor. Bir kişi için gerekirse 100 kişi, 1000 kişiyi öldürüyor. Böyle bir zihniyete sahip. Bu açıdan tabii ki bu saldırılara karşı daha örgütlü olmak lazım.
Halkın katılımı önemi. Bir halkın özgürlük savaşı sadece silahlı güçlerle verilemez. Örneğin Rojava’da sadece askeri güçlere bağlı savaş yürütülürse bu yanlıştır. Bu anlayışın değişmesi lazım. Yediden yetmişe herkesin, orada YPG’nin YPJ’nin yanında olması, sahiplenmesi lazım. Savaşı sadece QSD, YPG ve YPJ’ye bırakılamaz, bu yanlıştır. Bu yurtseverlik olmaz. Böyle bir yetersizlik varsa aşmaları gerekiyor. Özgür kalacaklar ise Kürtlüğünü koruyacaklarsa topyekün savaşmaları, bedel ödemeleri gerekiyor. Nasıl gerilla bedel ödüyorsa, -ki onların da yaşamları var, onlar da can- herkes bedel ödeyecek. Kürdüm diyorsa ödeyecek, özgürlük istiyorsa ödeyecek. Topraklarına sahip çıkacaksa ödeyecek. Bu bakımdan Kürt halkının özgürlüğünü isteyenlerin, topraklarını korumak isteyenlerin mücadelelerini bugünkünden daha da etkili hale getirmesi gerekecek.
Çözüm tartışmalarının altında özel savaş var
Bu iktidarın Kürt sorununu çözme gibi bir anlayışı yok. Olacağını düşünmek bile gaflettir. Bilmem Erdoğan birkaç Kürdü bakan yapmış, şöyle yapmış böyle yapmış. Bunu demek kendini kandırmaktır, Kürt halkını kandırmaktır. Özel savaşla Erdoğan, AKP bunu yapabilir. Sürekli bunu böyle gündem yapıyorlar. Bilerek yapıyorlar bunu. Bunu gündemleştiren MİT’tir, özel savaştır. AKP-MHP ile işbirlikçilik yapan Kürtlerdir. İşbirlikçiler ve hainlerdir. Bunu gündem yapıyorlar. Böyle bir şey yok. Bu özel savaşın oltasına takılmaktadır. Bu, Kürtlerin kafasını karıştırma, Kürtlerin gücünü parçalama amacıyla “acaba bazılarında umut yaratabilir miyim? Böylelikle kendisine karşı soykırıma karşı etkili mücadele engelleyebilir miyim” amacıyla yapılan özel savaştır.
Bu Türk devlet gerçeğini iyi anlamak gerekiyor. Soykırımcıdır. Kürdü soykırıma uğratmak istiyor. Bundan vazgeçmemiştir. Şu anda temel politikası budur. Kürt sorununu dünyanın başka yerlerindeki mücadelelerle karşılaştıranlar kendini kandıranlardır. Kürt gerçeğini tanımayanlardır. Kürde düşman olanı tanımayanlardır. Kürt düşmanlığını bilmeyenlerdir. Bu konuda çok büyük tecrübe olmasına rağmen hala bu oltalara gelme var. Böyle bir şey olamaz. AKP MHP, iktidarı tamamen soykırıma kilitlenmiştir. Bunun dışında başka bir şey düşünmüyor. Bunu herkes böyle bilsin.
Kesinlikle Türk devletinin Kürt sorununda herhangi bir çözüm arayışı yok. Kendine yakın Hüda Par veya KDP çözecekmiş, böyle bir durum yok. Özel savaşçılar bunu halkı aldatmak için söyleyebilir. Kürtlük adına bunlar düşünülemez. Bunları düşünmek Kürdü kandırmaktır. Hiçbir Kürt ile sorunu çözmez. Müslüman ile de çözmez, Hıristiyan’ı ile de çözmez. Hiçbir Kürt ile, işbirlikçisi ile de çözmez. Öyle işbirlikçilerle çözüm aradığı da yok. İşbirlikçilik sadece Kürdü yok etmek için kullanılıyor. Kürdü yok etmek için gerekirse Türk devleti din bile değiştirir, Hıristiyan olur, Yahudi olur.
Müslümanlığı çözüm yapacakmış. Bu, halkı aldatmaktır. Böyle bir şey yok. Evet, kullanacaklar onu kullanıyorlar. Bazılarına da rant veriyorlar, ihale veriyorlar, ağızlarına biraz bal çalıyorlar. Onlar da AKP ve soykırımcı devletin güzellemesini yapıyorlar. Kimse Kürt siyaseti adına toplumu aldatmasın, böyle bir şey yok. Çözüm mücadele ile olur. Çözüm Türkiye’nin demokratikleştirilmesi ile olur. Güçlü mücadele vereceksin. O zaman çözülür.
“Hükümete sesleniyoruz. Kürt sorununu gör çöz” yaklaşımından çıkmak lazım. Bunu da söyleyenlerin arasında “HDP niye Kürt haklarını çok savunuyor” diyenler de var. HDP zaten bedelini ödüyor. Sen bu düşman gerçeğini tanı, soykırımcı gerçeği tanı. Ondan medet umuyorsun, HDP’ye kem küm ediyorsun. Kürt gerçeği tanınmalı, düşman gerçeği de tanınmalı.
AKP iktidarının o ilk döneminde daha yeniydi. Devletleşmemişti, zorlanıyordu, zorluklar içinde oluyordu. Önderlik bu süreçte biraz demokratikleşmeyi teşvik etti. Aslında AKP’den çok Türkiye’de demokratikleşmeyi teşvik eden bir çözüm arayışı içinde oldu.
Önderlik 2012’de çözüm için 10 madde hazırladı verdi. Çok makuldü. Dolmabahçe mutabakatı makul değil miydi? Daha makulünü kim ortaya koyacak? Ama ret edildi. Bu bakımdan hiç kimse kendini aldatmasın. Bilmem Kürt bakan olmuş, şöyle olmuş böyle olmuş. Bu soykırım bıçağının altına kafasını yatırmaktır. Aslında Kürtlükten vazgeçmektir. İradesi kırılmıştır. Mücade edemiyor acaba böyle bir şey çözüm olabilir mi diyor. İradesi kırılanların, mücadele gücü kalmayan, olmayanların acaba böyle bir şey olabilir mi deyip kendini bu tür şeyle oyalanmasıdır, halkı aldatmaktır. Kimse böyle bir şeye girmesin.
HDP’nin bir kuruluş felsefesi var. HDP’nin esas gövdesi Kürt halkın demokrasi mücadelesidir. Serhildanlarla oluşmuş Kürt Demokratik Halk Hareketi oluşturuyor bu gövdeyi. Bu önemli birikimle partileşti. Sonradan kendi o parti gerçeğini belli düzeyde Demokratik Bölgeler Partisi’nde tutarak yeni bir partileşmeye gitti. Bu, yeni bir stratejiydi, yeni bir politikaydı. Kürt sorununun çözümünü Türkiye’nin demokratikleşmesi çerçevesinde gerçekleştirme hamlesinde bulundu. Şimdi biz HDP’den vazgeçiyoruz, HDP’yi bırakıyoruz denilebilir mi? HDP kuruluş felsefesinden vazgeçsin, başkalaşma uğrasın denebilir mi? Bu bakımdan o tür şeyler bir demagojidir. Özel savaşçıların yarattığı bir algıdır. HDP’yi töhmet altında bırakıp, baskılayıp daraltmak olur. HDP’yi sadece bir Kürt partisi haline getirmek istiyorlar. Bu, Kürtlere fayda, yarar getirmez.
Bu mücadele ittifak yapmak demektir. Türkiye’deki bütün güçlerle birlikte mücadeleyi sürdürmek demektir. Ne tek başına bir sol örgüt bu iktidarı devirebilir, ne başka bir demokrat bir güç devirebilir ve ne de sadece işçi sınıfının eylemleriyle bu elde edilebilir. Demokrasiden yana olan bütün güçlerin faşizme karşı mücadele etmesi lazım. Bu faşizm çok fazla Kürt düşmanı ve soykırımcı. Bu bakımdan bu iktidara karşı en esaslı mücadele vermesi gereken Kürtlerdir. Bunu bütün Türkiye’deki demokrasi güçleriyle birlikte verecekler. Kürtler özgürlüğünü kazanmak istiyorlarsa böyle kazanırlar.
HDP büyük Kürt mücadelesi veriyor zaten. Biz verdiğini görüyoruz da. Onun için ağır bedel ödüyor. Kürtlükten vazgeçirmek için baskı yapılıyor. Bu kadar baskı bu nedenledir. Onlar da vazgeçmediği için cezaevine atılıyorlar. Eziyet ediliyorlar, öldürüyorlar. Bu bakımdan o tartışmalar demagojik dir. Özel savaş tartışmalarıdır. Dar milliyetçi çevrelerin tartışmalarıdır.
Bir kere şunu belirtelim. Bu Kürt halkı 50 yıllık mücadelesini bu dar milliyetçi yaklaşımlarla kazanmadı. Daha milliyetçi yaklaşımı içinde olan örgütlerden hiçbirisi bir adım atamadılar. Mücadele edemediler, tasfiye oldular. Sadece demokratik ulus anlayışını, daha o zamandan halkların kardeşliği temelinde ifade edip o temelde mücadele geliştiren PKK bugünlere geldi. Ve bunun üzerine etkisi sadece Bakurla sınırlı kalmadı. Başûr’u da etkiledi. Rojava’yı da etkiledi, Rojhilat’ı da etkiledi. Bütün dünyadaki Kürtleri etkiledi. Ve en önemlisi de şu anda dünya halkları arasında Kürtleri onurlu, itibarlı hale getirdi. Şu anda Kürtlerin dünyada bir onuru, itibarı varsa, o dar milliyetçi yaklaşımdan çıkarak mücadele eden ve Kürtlere çok büyük kazanımlar sağlayan Özgürlük Hareketi’nin etkisidir. Bu yönüyle mücadelemizin 50 yıl önce bıraktığı, vazgeçtiği bir anlayışı 50 yıldır mücadele içinde olan Kürtlere dayatmak boştur. Kürt halkı da bunun peşinde gitmez. Kaldı ki bu yaklaşımların sahiplerini biliyor ve tanıyoruz. KDP yanlılarının Kürtlüğü nerede? Ne Kürtlüğüymüş? İki üç şehirde Kürtler üzerinde egemen olmak için bütün diğerleri Kürtlük adına satıyorlar. Böyle Kürtlük mü olur? Bu yönüyle Bakur’da Kürtleri dar milliyetçi siyasete çekme çabası boşunadır.
Kürtlerin durumu 50 yıl öncesi gibi değil ki. Siyasi gücü var, ideolojisi var, politikası var, birikimi var, tarihi var. Biz çıktığımızda durum farklıydı. Mücadelemiz yoktu. Bu nedenle ayrı örgütlenme yaparak ilk önce kendi kimliğimizi, kendi varlığımızı, kendi mücadele gücümüzü ortaya çıkardık. Şimdi böyle bir durum yok. Şimdi ortaya çıkardığımız bu güçle bütün Türkiye halkları ve Ortadoğu halkları ile birlikte her türlü gericiliğe karşı mücadele edip Kürtleri özgürleştirmek istiyoruz. İşte Kurdistan’ın dört parçasında da Önder Apo’nun bu politikası Kürt halkı tarafından benimseniyor. Gerçek budur.
Şimdi bu sanal medya veya dijital medya denilen medyanın varlığı ortamında sanki biraz geçmiş unutuluyor, gerçek unutuluyor. O anda söyleyenler bir gerçekmiş gibi algılatılmaya çalışılıyor. Dijital medyanın böyle bir etkisi var. Bu Kürt demokratik hareketinin onlarca yıllık mücadelesi var. O kadar bedel ödemiş, o kadar ağır mücadele vermiş, Kürt halkının özgürlüğü için kimsenin ödemediği, hiçbir siyasi hareketin ödemediği bedeli ödemiş, ama kalkıp Kürt siyasi hareketin ana gövdesini oluşturduğu HDP üzerinde tartışma yapılıyor. Bu aslında sanal medyanın, dijital medyanın beyinleri uyuşturması, düşünemez hale getirmesi, günlük düşünmesi, geçmişle bağ kuramamasıdır. Yüzeyselliğin ifadesidir.
Bu bakımdan özgür basın, alternatif Kürt basını bile etkilendi. Dinliyoruz onlardan da dijital medyada konuşanlar benzer şekilde konuşuyor. Onların da sanki basiretleri bağlanmış. Dijital medyanın bombardımanı altında onlar da doğru düşünmekten uzaklaşmış, farklı yöne kaymışlar. Bu da benim onlara eleştirim olsun.
İlk önce Anayasa değişikliğine niye ihtiyaç duyulur? Ben bunu da bir özel savaş olarak görüyorum. Ama sadece özel savaş değil, aynı zamanda faşizmin kurumsallaşmasıdır. Ona anayasal, yasal çerçeve kazanmaya çalışıyorlar. Şu anda kurallara uymuyorlar. Yasalara, hukuka uymuyorlar. Her türlü zulüm, baskı yapıyorlar, hukuksuzluk yapıyorlar, bunları anayasaya kavuşturuyorlar.
12 Eylül Anayasası’nın ancakları vardı, bunlar ancakları daha da çoğaltarak tam bir faşizan anayasa yapmak istiyorlar. Bunlar ne anayasası yapacak? Demokratik ortam yok, demokrasi yok. Herkese en ufacık bir şey üzerinden baskı yapıyorlar. Herkesi hain ilan ediyorlar, işbirlikçi ilan ediyorlar. Bu ortamda yeni bir anayasa yapmaktan söz etmek 12 Eylül Anayasası’ndan daha gerici bir anayasa yapmak için çalışmaktır. Bir nevi zorla insanlara kendilerinin dediklerini kabul ettirmeye çalışıyorlar.
12 Eylül Anayasası bile böyle değildi herhalde. Onlar bilinen bazı anayasacıları topladı, biraz dünyayı dikkate alalım, biraz başkalarını dikkate alalım kaygılarını biraz taşıdılar. Bunlar o kaygıyı bile taşımıyorlar. Bunlara kimse alet olmamalı.
Onlar kendi kendine tartışsınlar. Demokratik siyaset, devrimciler, demokratlar kendi anayasalarını topluma sunmalı. Bizim alternatif anayasamız böyle desinler. Bir anayasa taslağı hazırlanmıştı daha önce. Demokrasi güçleriyle bizim anayasamız budur desinler. Yoksa onlarla anayasa tartışmasına girmesinler. Onların komisyonlarına katılıp meşrulaştırmasınlar. Meşrulaştırmaya hizmet etmemek lazım. Bir oyundur bu. Aslında bununla özel savaş kendini meşrulaştırmak istiyor. 12 Eylül Anayasası’na karşı büyük bir tepki oluştu. 1990’lardan itibaren bütün Türk halkında, demokrasi güçlerinde, muhalif herkeste bu 12 Eylül Anayasası’na karşı yeni bir anayasa yapma bilinci Türkiye’de çok tartışıldı. Böyle bir gündem oluştu. Bunu zaten istismar ettiler. Çünkü anayasa değiştirme istemi toplumda güçlü. Bunu devrimciler yarattı, bizler yarattık. Demokrasi güçleri yarattı. Ama şimdi bundan faşist güçler yaralanmaya çalışıyorlar. Buna meydan vermemek lazım. Evet, demokratik bir anayasa gerekir ama bunlarla olmaz. Demokrasi güçleri kendi anayasasını yapıp bunu topluma sunabilirler. Bütün sivil toplum örgütleri demokratik kuruluşlarla birlikte “bizim anayasamız budur” diyebilirler.
Bismil benzeri olaylara karşı önleyici olmak lazım
Bismil’deki olaya benzer olaylar bitmişti, sıfır noktaya gelmişti. Tabii ki demokratik güçlerin örgütlülüğünün etkisi vardı. Anlaşılıyor ki bu konuda zayıflıklar var. Örgütlü kurumların, örgütlü toplumların, demokratik kuruluşların bu tür sorunlara daha fazla ilgilenmesi, önceden fark etmesi ve çözmesi gerekiyor. Kuşkusuz bu olaydan sonra hemen Kürt demokratik kurumları gitti, milletvekilleri gitti. Bir çaba içine girdiler. Onları takdir ediyoruz. Ama böyle olunca gitmek yetmiyor. Önceden engelleyici bir ortam yaratmak gerekiyor. Zemin yaratmak, anlayış yaratmak gerekiyor. Bu konuda bir zayıflık var.
Tabii bu ailede yaşamlarını yitirenlerin hepsini saygıyla anıyorum. Başsağlığı diliyorum. Çok acı bir durum. Ama gerçekten bunlar olmamalı. Biz büyük bir ülke savaş veriyoruz. Bir ülkenin mücadelesini veriyoruz. Ortadoğu’nun en büyük ülkelerinden biriyiz. Büyük nüfusu olan halklardan biriyiz. Böyle bir ülkenin dört parçasında mücadele verirken bir tarla için bu kadar insan birbirini öldürür mü? Böyle büyük mücadele karşısında böyle küçük bir duruş olabilir mi? Evet, birileri biraz taviz verebilir. Bir parça tarlası eksik veya bir kaç metresi az olsa ne olur? Eskiden de işte Kurdistan’da bir tavuk için insan öldürülüyordu. Bir metre sınır için bu kadar insan öldürülüyordu. Bunlar artık ortadan kalktı diyorduk. Şimdi bunların yeniden olması bizi çok üzdü. Bunlar olmamalı. Ama bunun için de toplumun bilinçlenmesi lazım. Örgütlü toplumların bu tür çevrelerle ilişkilenmesi lazım. Toplumda bazı sorunlar, anlaşmazlıklar olabilir, oluyor da. Bazılarının yanlış düşüncesi olabilir. Herkes tam doğruyu düşünemez. Ama bu konuda akil adamlar olursa zamanda görüp çözebilir, önlem alabilir. Bu tür sorunlarla uğraşan akil insanlara ihtiyaç var. Gruplara ihtiyaç var, komisyonlara ihtiyaç var. Bu gruplar sürekli toplumun her kesiminden bilgi almalı, her yerden bilgi almalı ve varsa böyle şeyler hemen gidip müdahale etmeli ve çözmelidir. Bu vesileyle ben bir daha yani herkesi sağduyuya davet ediyorum. O aileleri de sağduyuya davet ediyorum. Hiç değilse ölenlere saygının gereği artık bu tür ölümlerin yeniden yaşanmaması için hem onlarla bir barış yapmak ve hem de bu tür olayların önünü almak için herkesin çaba göstermesi gerekir.