Değerli Yoldaşlar!
Önderliksel çıkışın 50’nci yılında örgütlediğimiz eğitim devrelerimizi başarıyla tamamlıyoruz. Öncelikle Ellinci Yıl Zafer Devrelerinde eğitim görüp devrimci pratiğe yönelen tüm yoldaşlara üstün başarılar diliyoruz. Gittikleri her alanda ve her görevde başarılı olacaklarına, Önderlik ve şehitler çizgisinde kararlılıkla yürüyeceklerine de yürekten inanıyoruz.
Çok açık ki, gerekli düzeltmeler ve yenilenmeleri Önderlik ve şehitler çizgisi temelinde her yerde gerçekleştirerek, önümüzdeki sürecin başarılarına büyük katkılar sunma göreviyle karşı karşıyayız. Bu yıl parti ve mücadele sorunlarımızı kapsamlı bir biçimde gündemleştirme ve tartışma imkânı bulduk. Kuşkusuz böyle bir imkan ve fırsat, yürütülen büyük mücadeleyle oldu. İmralı’da Önder Apo’nun direnişiyle, Zap, Metîna ve Avaşîn merkezli olarak kahraman gerillamızın zafer duruşuyla, Kürdistan’ın dört parçasında, dünyanın dört bir yanında yurtsever halkımızın ve dostlarımızın gece gündüz demeden yürüttükleri kesintisiz mücadeleyle bu imkanlar ve fırsatlar ortaya çıktı. Onların mücadelesinin yarattığı değerler, fırsat ve imkanlar üzerinde kendimizi yenileme çabası içerisinde olduk. Bu temelde öncelikle İmralı Direnişi’ni, Önder Apo’yu, Zap, Metîna ve Avaşîn başta olmak üzere Kürdistan’ın dört bir yanında kahramanca savaşan yoldaşları, dört parça Kürdistan’da ve dünyanın dört bir yanında özgürlük için her türlü bedeli göze alarak mücadele eden halkımızı, dostlarımızı selamlıyoruz. Bu kutsal mücadelelerinin başarılarını kutluyoruz. Her bir güne gözünü kırpmadan onlarca eylemi sığdırarak, şehadet çizgisinde yürüyen tüm kahraman şehitlerimizi sevgi, saygı ve minnetle anıyoruz.
Gerillanın fedai çizgisindeki mücadelesi bize ruh, güç ve imkân verdi. Biz de her an onlarla birlikte olarak yürütülen mücadeleyi değerlendirmeye, hata ve eksikliklerinden ders çıkartıp, kendimizi yenileyerek, bu çizgiyi başarıyla pratikleştiren öncü militanlar haline gelmeye çalıştık. Bu mücadelenin ateşi içinde bir an bile kopmayan ruh, anlayış ve iradeyle tüm yoldaşların mücadeleye büyük güç katacağına, yürütülen mücadeleyi her alanda zafere taşımak üzere çok önemli katkılar sunacağına inanıyoruz. Hangi değerlere dayanarak bu mücadeleyi yürüttüğümüzü iyi biliyoruz ve asla unutmuyoruz. O değerlerin bize yüklediği görev ve sorumlulukların gereğini de pratikte başarıyla yerine getireceğiz. Eleştiri-özeleştiriyi bu çizgide yaptık, sözü bu temelde verdik. Kuşkusuz sözümüz pratiğimiz olacak. Mücadeleden edindiklerimizi verdiğimiz söz temelinde başarıyla hayata geçireceğiz.
PKK’li olmak her gün yeni başlangıçlar yapabilmektir
Değerli Yoldaşlar!
Mücadele süresince Önderlik ve parti gerçeği, yarım asırlık büyük özgürlük yürüyüşünün, mücadelenin ortaya çıkardığı zengin birikimin derslerini özümsemeye çalışıyoruz. Öncelikle bunun öneminin farkına varmamız lazım. Nasıl bir askeri ve siyasi ortamda yaşıyoruz? Gerçekten bu normal bir durum mu? Her zaman yapılan çalışmaları rutin bir biçimde devam ettirme imkan ve koşulları var mı? Bunlara iyi bakmamız lazım. Dolayısıyla rutin, ortalama yaklaşımlarla kendimizi kandırmamalıyız, aldatmamalıyız. Gerçekten normal koşullar altında belirtilenler doğru olabilir ama içinde bulunduğumuz koşullar hiçbir biçimde normal, olağan koşullar değildir. Tersine olağanüstünün de üstünde sert ve derin bir mücadele durumu söz konusu. Biz böyle bir mücadele ortamında çalışma yürütüyoruz. Mevcut mücadele koşullarında bunu gerçekleştirmiş olabilmek, herhangi bir olumsuzluğa meydan vermeden, sonuca götürme büyük önem arz ediyor. Aynı zamanda da bize, her birimize tarihi önemde büyük görev ve sorumluluklar yüklüyor. Sürekli bu görev ve sorumlulukların derin bilincinde olacağız. Hiçbir biçimde yanılgılara düşmeyeceğiz. Dolayısıyla görev ve sorumluluk bilincinden kopmayacağız. Durumu normalleştirerek, olağan görerek, olağanüstü ortamda olağan yaklaşımlar içinde olmayacağız.
O halde böyle bir mücadele ortamının büyük önemini derinden bilince çıkartacağız ve onun gereklerini pratikte mutlaka doğru tarz, üslup ve tempoyla başarılı bir biçimde hayata geçireceğiz. Sonuçlarını devrimci eyleme, pratiğe dönüştüreceğiz. Başarı ölçümüz pratiğimiz olacak. Bu bakımdan esas olan mücadelenin bize yüklediği görev ve sorumlulukların bütünlüklü ve derin bilincinde olarak hareket edip, her yerde ve her türlü görevde başarılı olmaktır. Tüm yaklaşımımız, pratiğe yönelme ilkemiz bu temelde olacak. Bunun dışında herhangi bir yaklaşımı kesinlikle doğru görmeyeceğiz, kabul etmeyeceğiz. Kendimize göre farklı değerlendirmeler, dolayısıyla hata ve yanlışlar içerisine girmeyeceğiz.
Nasıl daha yeterli, iyi, öğretici olabilirin üzerinde duruyoruz. Bu doğaldır, anlaşılırdır. Her zaman öyle yapmak durumundayız, yoksa mevcut olanı yeterli görmek, “Artık bizden bu kadar, daha öteye gidemeyiz” demek anlamına gelir ki, orda her şey biter, sona gelinmiş olur. Oysa yaşam, özellikle devrimci yaşam hiç böyle değil, Önderlik gerçeği, Apocu yaşam hiç böyle değil. Önder Apo ne dedi? “PKK’li olmak her gün yeni başlangıçlar yapabilmektir” dedi. Sonuçlar değil, her zaman yeni başlangıçlarla, yaratımlarla ilgili olduğunu, Önderlik gerçeğinin esasının bunu ifade ettiğini söyledi. Parti merkezi de Apocu çizgiyi doğru anlama ve başarılı uygulamak için gerekli her şeyi asgari düzeyde vermiştir. Gerisi her bireyin kendi çabasına kalıyor. Bu bakımdan partinin verdiklerini azımsamamak lazım, onları sürekli hatırlamak, bilinçte tutmak; ideolojik-politik çizginin, mücadele strateji ve taktiklerinin aydınlatıcılığında uygulamak gerekiyor. Bizi başarıya kesinlikle bu götürür.
Önderlik ve parti çizgisinde teorik ve pratik çerçeve bütünlüklü bir biçim içeriyor. Önderlik savunmalarının, çözümlemelerinin her zamankinden daha fazla okunması, bilince çıkarılması ve uygulanması başarının tek yoludur. Önder Apo, “Savunmalarım neredeyse ben oradayım” diyor. Savunmalar her yerde; o halde Önderlik gerçeği her yerdedir. Bunlar temelinde Önderlik gerçeğini ruh, duygu, düşünce, davranış düzeyinde irdelemeye, değerlendirmeye, anlamaya ve özümsemeye çalışmalıyız. Önderlik gerçeğini düşünce ve pratik çizgi bakımından Önderliksel duruş karşısındaki hatalarımızı, eksiklerimizi, bir bütün parti pratiğini, alanlardaki pratikleri, sonunda da kendi pratiğimizi dikkate alarak, eleştirel-özeleştirel bir yaklaşımla sürekli değerlendirmeye tabi tutmalıyız. “Nerede Önderlikten kopuyoruz, nerede zayıf kalıyoruz ve nerede hata yapıyoruz? Başaran Önderlik gerçeği karşısındaki duruşumuz, duygu, düşünce, zihniyet, davranış bakımından ne tür kopuşlar yaşıyoruz ve bunlar nereden kaynaklanıyor? Bunları nasıl gidereceğiz? Önderlik gerçeğine bir bütün olarak nasıl ulaşacağız, anlayacağız, özümseyeceğiz? Apocu tarzı, üslubu, tempoyu nasıl edineceğiz, devrimci militan haline nasıl geleceğiz?” sorularına cevap bulmamız çok önemli.
Yine 50 yıllık büyük mücadelenin, Önder Apo öncülüğündeki büyük özgürlük yürüyüşünün pratik derslerini doğru çıkartmalıyız. Mücadele tarihimizi bütünlüklü olarak değerlendirmeliyiz. Parti ve halk mücadelemizi, gerilla savaşımızı, Kürdistan gençliğinin mücadeleye katılım durumunu, özgür kadın mücadelemizin örgütlemesi, eylemi ve öncülüğüyle başlangıcını ve geldiği noktayı tüm ayrıntılarıyla irdeleyip anlamalıyız. Savunmalar temelinde yürüttüğümüz mücadeleyi bir de Önder Apo öncülüğünde yürütülen yarım asırlık bu kahramanca mücadelenin pratik derslerini edinerek, daha çok somutlaştırıp, anlaşılır kılmalıyız. Bunlar oldukça önemlidir. Bunlar dışında hiçbir kaygıya, tereddüde düşmeden, Kürdistan parçalarını da dikkate alarak, her alandaki faaliyetleri tüm ayrıntılarıyla Önderlik ve parti çizgimiz temelinde analiz etmeli ve değerlendirmeliyiz. Parti pratiğimizin güncel olarak her alandaki somutluğunu Önderlik çizgisi karşısında derin analize tabi tutmalıyız.
Yani ne doğru ne yanlış? Ne eksik ne yeterli? Neler yapmamız gerekiyordu da yapmadık, neden yapmadık? Neleri yaptık, yaptıklarımız ne kadar çizgiye uygun oldu, bizi hangi düzeyde başarıya götürdü, ne kadar hata ve eksiklik içeriyordu, bu hata ve eksiklikler nereden kaynaklandı? Bunları da bütün ayrıntılarıyla açıklıkla tartışmalıyız. Hiçbir kaygıya, endişeye düşmeden, dar yaklaşmamalıyız. Tabi somut gerçekliği esas alma temelinde genel pratiği çözümleme, parti ve mücadele düzeyimizin güncel durumunu bütün ayrıntılarıyla bilince çıkartmalıyız. Bunların sonucunda olabilecek en ileri düzeyde bir eleştiri-özeleştiri sorgulaması içindeyiz. Kaygısız bir biçimde bütün hata ve eksiklikleri eleştiri-özeleştiri olarak ortaya koyuyoruz. Düzeltme ve kararlaşma bu temelde gelişecektir.
Çok derinlikli bir eleştiri ve özeleştiriyle kendimizi düzeltebiliriz
Değerli Yoldaşlar!
Tüm bunları tartışıp eleştiri ve özeleştirileri yaparken hata ve eksiklikler üzerinden çok daha yoğun ve derin durarak, eleştiri-özeleştiriyi daha derin ve keskin yaparak, hataları daha somut ve ileri düzeyde ortaya koyarak ancak düzeltme yapabiliriz.
Önder Apo, 26 Haziran 2014’teki talimatında, “Makas açılıyor” demişti. Makasın açılmasının ötesinde Önderlik çizgisiyle bizim pratik duruşumuz arasındaki mesafe dik açı noktasına ulaşmış, farklı yönlere giden bir konum kazanmıştır. En azından stratejik açıdan duruşumuz kesinlikle böyledir. İdeolojik-örgütsel-politik çizgi bakımından da zayıflıklar, kendine görelikler, darlıklar ve yüzeysellik var. Yeni paradigmayı anlama, özümseme ve onun gerektirdiği örgütsel ve eylem pratiğini Apocu tarzı, tempoyu ve üslubu harekete geçirmede de çok ciddi zayıflıklarımız, geriliklerimiz var. Dolayısıyla hem stratejik hem de ideolojik-örgütsel çizgi bakımından sorunlu durumdayız. Düzeltme ancak çubuğu tersine bükerek olabilir. Yani bir çubuğu eğriyse düzeltmek için en az eğri olduğu kadar karşı tarafa eğersek belki ortada bir doğrultu kazanabilir, büyük bir duruş sahibi olabiliriz.
O bakımdan eleştiri ve özeleştiride daha fazla derinleşmeye çalışmalıyız. Çünkü kendimizi eğitme kaynağımız kesinlikle budur. Önderlik çizgisini doğru anlayan ve başarılı uygulayan haline gelebilmek için Önderlik çizgisi karşısındaki durumumuzu sorgulamadan başka bir güç, değer bizi düzeltemez, düzeltecek başka bir yöntem de yoktur. Ancak derinlikli bir eleştiri ve özeleştiriyle kendimizi düzeltebiliriz, Apocu çizginin gereklerine uygun hale getirebiliriz. Eleştiri ve özeleştiriye daha derin, keskin, radikal yaklaşımımız hem pratik faaliyetleri hem de bireysel durumumuzu değerlendirirken çubuğu tersine bükmemiz zorunludur. Durumun vahametine ulaşarak, olayları doğru yorumlayarak böyle bir düzeltme yapmak zorunlu hale geldi. Bu, hiç de yanlış, hatalı olmadı. Dolayısıyla ne yapıldığını doğru anlamak lazım. Eleştiri ve özeleştiri çizgisini her zaman dikkate alarak kalıcı hale getirmek gerekli.
Zihniyet ve vicdan devrimini sürekli gerçekleştirmek gerekir
Zihniyet devrimini, yaşam tarzı devrimini ve hakikat devrimini kendi kişiliğimizde kişilik devrimi olarak sürekli en küçük bir boşluk bırakmadan gerçekleştirmemiz gerekli. Aksi durumda pratik hatalar ortaya çıkar. Hatalar da tesadüfen olmuyor. Aslında çizgiden kopuş var, çizgi dışılıklar var. Bu kopuş, çizgi dışılık sadece pratik uygulama zayıflığı biçiminde değil. Anlayış, zihniyet, duygu ve amaç olarak kopukluklar var. Pratik hatalar da bunların sonucu olarak ortaya çıkıyor. Bu tesadüf değil, tekil olay değil. Yanlış anlayışların ve ruh hallerinin, zihniyetin pratik sonuçları olarak gerçekleşiyor. O halde pratikteki bu hataları, eksiklikleri, zayıflıkları gidermek için ne yapmak lazım? Zihniyet devrimini, vicdan devrimini sürekli kılmak, geliştirmek, derinleştirmek lazım. Önder Apo’nun “Zihniyet ve yaşam tarzı devrimi” olarak ifade ettiği hakikat devrimini sürekli kılmak lazım. Kendi kişiliğimizde kişilik devrimini, örgütlü ve eylemsel kılınmış bir hakikat biçiminde sürekli hale getirmek lazım. Bu konuda durma, duraksama olmamalı. Bunlar temelinde eleştiri ve özeleştiriyi süreklileştirerek, kendimizi eğitmeli, hata ve eksikliklerimizi güçlü bir biçimde bilince çıkartmalıyız. “Pratikleşirken ne gerekli ne söylemek lazım” diye düşünülüp tartışılıyor. “Her şey söylendi, fazla bir şey kalmadı” diyen arkadaşlar var. Yani “Her şey tartışıldı” deniliyor. O zaman bu durum bizi, “Her şeyi tartıştık, sonuca götürdük, amacımıza ulaştık” gibi bir yanılgıya düşürebilir. Kesinlikle öyle değil. Evet, partide çok şey tartışıldı, bunların hepsi yeni başlangıçlar yapmak içindir. Tartışmak, pratiğe hazırlanmak için bu gerekli. Ne yapacağımızı ve nasıl yapacağımızı anlamayı, kendimizi aydınlatmayı ifade ediyor bu. Ama kesinlikle pratikleşmeyi ifade etmiyor. Dolayısıyla bir sonuç değil, bir başlangıç olarak ele almak lazım, yeni bir başlangıç olarak görmek gerekli. Sonuca ulaştığımızı kesinlikle sanmamalıyız. Tam tersine yeni başlıyoruz.
Nasıl başlıyoruz? Önderlik ve parti gerçeğini, mücadelenin ideolojik-politik çizgisini, stratejisini, taktiklerini ve tarzını daha doğru anlamış, daha derin kavramış olarak bu yeni başlangıcı yapıyoruz. Aydınlanmışız, netleşmişiz, kararlaşmışız, bunlar temelinde pratiğe başlıyoruz. Ama bunlar bir sonuç değil, bir başlangıç. Sonuç kesinlikle bu başlangıcı sürdürmek, pratikleştirmekle ve pratik çalışmayla olacaktır. Apocu tarz, tempo ve üslupla 24 saat pratik yaparak, 24 saat particilik, 24 saat gerillacılık yaparak başaracağız. Bu 24 saat particiliği, gerillacılığı Önderlik ve şehitler çizgisinde yapacağız. Şimdi pratikleşeceğiz, her şeyi pratikle kazanacağız. Pratikteki çabamız, emeğimiz, gücümüz, yaratıcılığımız, doğru anlama, kararlaştırma ve planlama yeteneğimiz bizi başaran devrimci haline getirecek. O bakımdan burada da yanılgıya düşmemek lazım. Tartışmayla ulaşılan düşünceyi bir sonuç değil de bir başlangıcın önünü aydınlatma olarak görmek gerekli. Bu aydınlanma temelinde yoğun bir pratiğe yürümek lazım. Pratiğin gerektirdiği fedakarlığı, cesareti, çabayı, militanlığı, girişkenliği gösterebilmemiz gerekiyor. Fedai militanlığın bütün özelliklerini eksiksiz olarak hayata geçirmemiz gerekli.
Sadece tartışmayla sınırlı kalmak, ötesine geçememek, onu bir başlangıç olarak ele alamamak, pratiğe yönelme olduğunda bunu unutmak ve sürekli eğitim yapmamak gibi yanılgılı tutumlar bizi pratikte başarısız kılıyor. Kesinlikle çok yönlü, güçlü, bütünlüklü bir devrimci pratiğe yönelme bilinci, iradesi, gücü kazanmalıyız.
Kazanımcı üslup çok çok önemli
Değerli Yoldaşlar!
Pratiğe yönelirken farklılıklar var. Önderlik, pratiğe yöneldi mi devrimciliği tarz, üslup ve tempo olarak değerlendiriyordu. Önderlik tarzının anlaşılması, üslubunun özümsenmesi ve temposunun esas alınması, olay ve olgulara Önderliğin yaratıcı tarzıyla, kazanımcı üslubuyla ve yüksek maraton koşusu biçimindeki temposuyla yaklaşılması, pratiğe böyle katılımı zorunlu kılıyor. Ancak böyle olursa pratikte başarabiliriz. Yani tartışmaların sonuçlarına uygun olarak hareket etmiş oluruz. Verdiğimiz sözün gereklerini pratikte yerine getirebiliriz. Başka türlü olmaz. Pratiğe yönelirken tarz, üslup ve tempo üzerinde daha çok duracağız. Bir Önderlik temposuna bakalım, 50 yıllık mücadele pratiğini göz önüne getirelim, Önderliğin yürüyüşüne, çeşitli dönemlerde attığı adımlara bakalım bir de kendi pratiğimize bakalım.
1994’te Önderlik eğitimde bahçeye getirttiği ördekleri göstererek, “Gördünüz değil mi o bahçedekileri. İşte sizin yürüyüşünüz onlarınkine benziyor. Yani düşe kalka yürüyorsunuz” dedi. Önderlik ders için ördekleri getirtmiş, bu şekilde durumumuzu çeşitli hayvanların yaşam ve hareket tarzlarını örnek göstererek anlatmıştı. İşte tempo, tarz deyince Önderlik bu şekilde çok somut şeyleri belirtiyordu. Sadece laf olsun, söz olsun diye söylemiyordu.
Tabi tarz ve kazanımcı üslup çok çok önemli. Olumsuzlukları yenmek için üslubumuzun nasıl olması gerekiyor? Bu soruyu soracağız, ona göre yaklaşacağız. Düşmanın atomlarına kadar örgütlülüğünü parçalamış olduğu toplumsal ortamda, yani kendine ihanet ettirilmemiş bir kişinin bile bulunmadığı bir ortamda insanlara bilinci, örgütü nasıl aşılayacaksınız? Önderlik, “Bir tavuk için komşusunu gözünü kırpmadan vuran, ama vatan ve özgürlük için en ufak bir iş yapmada kılını bile kıpırdatmayan bir insan duruşuyla biz yola çıktık” dedi. Böyle bir insanı nasıl eğiteceksiniz, ikna edeceksiniz, örgütleyeceksiniz, nasıl özgürlük için mücadele eder ve fedai militan olur hale getireceksiniz? İşte Apocu devrimcilik bunları yapandır. Biz de böyle olmak durumundayız. “Önderlik ve parti böyle yapmış güç ortaya çıkmış, kurtulmuşuz, istediğimiz gibi davranırız” diyemeyiz. Başaran bir devrimci olacaksak Önderlik tarzını, üslubunu özümseyeceğiz ve başarıyla hayata geçireceğiz. Biz de o üslubu esas alacağız. Olumsuzluklar ortamında olumluluğu geliştirecek, yüzde bir bile olsa olumlu olanı tutarak doğruya çekeceğiz. Bu Apocu tarzın, üslubun temel ilkesidir. Bunun gereklerini yerine getirmek için mücadele edeceğiz.
Pratikleşmede Apocu üslup ve yaratıcı tarz üzerinde duracağız. Girişkenlik, devrimci ruh, duygu ve atılımlardan bahsediyoruz; 15 Ağustos, 1 Haziran, Parti ve Önderliksel Çıkış Atılımı diyoruz. Bunlar en zor, en karanlık ortamlarda gerçekleşti ve Önderlik tarzının temel özelliklerini bize gösteriyor. Başka türlü normal düzenini yaşar hale gelmiş insan duruşuyla mücadele etmek, devrimi ve devrimciliği geliştirmek mümkün değil. Onun için okuduğumuzda Önderliği doğru anlamalıyız. Başka şeyler okumayın demiyoruz ama onları okurken Önderlik çizgisini hiçbir zaman göz ardı etmemeliyiz, öyle etkilenme olmamalı diyoruz. Önderliği Önderlikten öğrenmeliyiz. Başkalarına bakarak Önderliği anlamaya çalışmamalıyız. Başkalarına bakmak başkalarından etkilenmeyi getiriyor, bizi yanılgıya götürüyor, Önderlik gerçeğini yanlış anlamamıza yol açıyor. Dolayısıyla Önderliği Önderlikten öğrenmeliyiz. Hem bilgi hem bilinç hem kişilik olarak, tarz, üslup ve tempo olarak Önderlik pratiğine bakarak, Önderlik değerlendirmelerini okuyarak, inceleyerek, irdeleyerek Önderliği öğrenmek kesinlikle doğru ve gerekli olandır. O bakımdan bizde tarzda ne kadar tekrar olduğu, yaratıcılıktan uzak kalındığı, dogmatizmin, tutuculuğun ve kalıpçılığın yaşandığını görmeliyiz. Partiden aldıklarımızı unutmayacağız. Ama onun pratiğin başarısı olduğunu da sanmayacağız. Pratiğin dilinin farklı olduğunu görmezden gelmeyeceğiz. Dolayısıyla pratik tarz, üslup ve tempo konusunda da yoğunlaşacağız, Önderlik gerçeğine ulaşmaya çalışacağız. Kendimizi mutlaka bu temelde eğiteceğiz ki pratikte doğru değerlendirebilelim. Doğru bir eğitim temelinde pratiğe yönelelim ve başaralım.
Önder Apo, “Ben bir yere giderken, birinci gün ne var ne yok diye bakarım, ikinci gün burada ne yapılabilir diye sorar, oturur kendime bir planlama çıkarırım, üçüncü gün plan temelinde pratiğe yürürüm. Gerisi başarıdır” dedi. Pratiğe böyle gitmek lazım. Öyle her şeyi kendinden başlatmak üzere gitmemek gerek. Her alanda örgütümüz, mücadelemiz ve kahramanca yürüyen bir direnişimiz var. Bu gerçekleri göreceğiz, onları da dikkate alacağız. Ama çoğu zaman bir yerden bir yere gidildi mi haftalar ve aylar geçiyor hala anlamaya çalışıyoruz. “Anladık” dediğimiz yerde bir bakıyoruz ki değiştirmek, düzeltmek için öngördüklerimizi unutmuşuz, oradaki duruma uyum sağlar hale gelmişiz. Önderlik tarzını doğru anlayamamak, özümseyememek, ona uygun pratik yürütememek, bu kadar emeğin, çabanın sonuçlarını heba ediyor, boşa çıkartıyor. Kesinlikle bu durumlara da düşmemek gerekir. Bütün arkadaşların bu konularda çok daha duyarlı, dikkatli olması, yoğunlaşmayı kesintiye uğratmaması, sürekli pratiğe yürürken, pratik tarz, üslup ve tempo üzerinde yoğunlaşması, aldıkları eğitimi sürekli kendileri için esas almaları pratikte başarılı olmaları için şarttır, gereklidir. Böyle yapılırsa kesinlikle doğru yürünür ve başarılı olunur.
Savaş Ortadoğu’nun ötesine taştı
Değerli Yoldaşlar!
Şimdi dünyanın da Türkiye’nin ve AKP-MHP faşizminin de durumu ortada. NATO toplantıları oldu, Ukrayna savaşı sürüyor. Ukrayna savaşı etrafında bir kutuplaştırma yaratmaya çalıştılar. ABD buna dayanarak NATO üzerindeki etkinliğini geliştirmek istedi. Avrupa’da, NATO’ya yeni üyeler katmaya çalıştılar. Bir yerde Avrupa’yı, Rusya ile karşı karşıya getirdi, dolayısıyla kendisine daha çok muhtaç kıldı. Bunun karşısında Rusya’nın da faaliyetleri var. Özellikle Asya’daki müttefiklerine dayanarak; İran, Çin ve diğer birçok güçle var olan ilişkilerini daha fazla geliştiriyor. Şangay Beşlisi toplantı yaptı. Şangay Beşlisi etrafında bu kez resmi ve misafir üyeler de izleyiciler biçiminde yeni bir ittifak oluşturmuşlar. Besbelli ki bu süreçte ABD ve NATO yönelimleri karşısında bunu daha da geliştirmeye çalışacaklar.
Tüm bunlar neyi ifade ediyor? En genel biçimde 5 bin yıllık iktidar-devlet ve onun 500 yıllık kapitalist modernist sistemin kendi içinde ne kadar çok çelişkili ve çatışmalı olduğunu; Önder Apo’nun “Üçüncü Dünya Savaşı” diye tanımladığı sürecin ne kadar derinleştiğini gösteriyor. Sovyetler Birliği’nin çözülüşü ardından gelişen sürecin, Üçüncü Dünya Savaşı’nın en çelişkili, çatışmalı dönemine giriyoruz. Şimdiye kadar çelişkiler daha çok Ortadoğu’da yoğunlaşmıştı. Bu alanda ideolojik, ekonomik, politik mücadele daha öndeydi. Askeri çatışmalar çok düşük seviyedeydi. Şimdi Ukrayna savaşını gördük, savaş Ortadoğu’nun ötesine taştı, hem de çok yoğun bir biçimde. İdeolojik, ekonomik, siyasi çatışma ve mücadele ileri düzey kazandığı gibi, askeri boyut da yükseldi. Hatta taraflar nükleer saldırıdan söz etti. İnsanlık Ukrayna Savaşı üzerinden bir kere daha nükleer savaş tehlikesiyle tehdit edildi. Yaşanan durum çelişki ve çatışmaların giderek arttığı bir dünya gerçeği ile karşı karşıyayız.
Diğer yandan baş düşman olarak mücadele ettiğimiz TC Devleti ve AKP-MHP faşizmi tarihinin en karmaşık dönemini yaşıyor. Karanlık dönem de denebilir. Tabi karanlığın koyulaşması aydınlığın da şafağı oluyor. Aydınlık öğeleri de içinde taşıyor. Fakat içine girilen süreç, dolayısıyla içinde bulunduğumuz yıl, Türkiye siyasetinin en çelişkili ve çatışmalı yılı konumunda. Şimdiden bu başlamış durumda, gittikçe derinleşiyor, keskinleşiyor. Bu daha ileri bir noktaya da gidecek. Türkiye’de her şey olabilir. Yani isyan ve devrim olabilir; diktatörlükler gelebilir, sivil ve askeri darbeler yaşanabilir. Her şeye açık bir durum var. Devlet ve iktidar yapısı bu düzeyde derin iç çelişki ve çatışma yaşıyor. Bunun toplum üzerinde oluşturduğu çok büyük bir baskı, yük, zulüm ve katliamlar var. Faşist terör, tutuklama, baskı, işkence, Kürdistan üzerindeki soykırım, Kürdistan’ın diğer parçalarına dönük işgalci saldırılar hat safhada. Mevcut iktidar ömrünü, çığrından çıkmış ahlak ve hukuk kurallarını aşmış bir saldırı ve savaşla uzatıyor, kendini böyle ayakta tutuyor. İnsanlar yaşayamaz durumdalar. Açlıktan ölümler gerçekleşebilir. Yağma ve talanlar ortaya çıkabilir. Mevcut yönetim çevresi dışında herkes bu gerçeği kabul ediyor. Çok yoğun bir ekonomik kriz, yokluk ve yoksulluk var. Çünkü; her şey Kürdistan üzerinde yürütülen savaşa yatırılıyor. Türkiye toplumu üzerinde uygulanan faşist baskı ve zulme yatırılıyor.
AKP-MHP faşist iktidarının kredisi tükendi
AKP-MHP faşizmi artık kendisini iktidarda tutamıyor, çöküş sürecinde. Tayyip Erdoğan ortalıkta fır dönüyor, oradan oraya koşuyor. Balkanlara gidiyor, arkasından Şangay Beşlisi toplantısına da katıldı. Bir NATO’ya koşuyor bir Rusya’ya; Çin’e, İran’a koşuyor. Bu savaş için güç ve destek bulabilmek, kendisini ayakta tutabilmek için Türkiye’nin bütün imkanlarını pazara çıkarmış, satıyor. Artık her tarafta kredileri bitiyor. Türkiye’nin geleceği de satılmış durumda. Gazeteler, “Sadece bugün değil geleceğimiz de karanlık” diye yazıyor. Çünkü her şey satılmış. Mevcut savaşın başka türlü yürütülmesi mümkün değil. Buna rağmen gittikçe desteği, kitle tabanı daraldı. Geçmişi artık çeteler ifşa ediyor. Özel savaş nerelerde ne tür pislikler yapmamış ki. Bütün kirli çamaşırları ortaya dökülüyor.
Tayyip Erdoğan ile Devlet Bahçeli ikilisinin kişisel ömürlerini uzatmaya dayalı bir yönetim, iktidar gerçeği var. Tabii bu kadar kişiselleştirmek doğru olmayabilir veya sistemi tam ifade etmeyebilir, ama kişilerin de sistem içindeki rolünü hafife almamak gerekir. Mevcut durum böyle. MHP çizgisi tümüyle TC’ye hakim oldu. 12 Eylül’ün yaratmak istediği İkinci Cumhuriyet’i MHP ile ittifak yaptıktan sonra AKP yönetimi oluşturdu, oluşturmaya çalışıyor. Tarih anlayışıyla, toplum eğitimiyle, ideolojik durumuyla tamamen MHP’nin Turancı, Kızıl Elmacı Türklüğünü uygulamaktadır. O faşist ve ırkçı zihniyeti bütün Türkiye’de egemen kılmış durumda. Bunun karşıtları da çoktur. Kemalist çizgi ortadan kalkmış durumda. Özümsemeyi esas almaya çalışıyorlar ama aralarında Mustafa Kemal üzerinden büyük bir kavga var. AKP-MHP’nin Mustafa Kemalciliği çok göstermelik. İktidar yarılması TC sistemi içerisinde en ileri düzeyde. Başa baş bir yarılma var. Kemalist çizgi ile Enverci çizginin temsil ettikleri iktidar blokları arasında tam bir yarılma var. AKP-MHP, daha çok İttihat ve Terakki’nin Türk-İslam sentezci çizgisini her şeye hakim kılmak istiyor.
Diğer taraftan CHP etrafında toplanan altılı ittifak alternatif olmaya çalışıyor. AKP-MHP’den zarar gören, onlarla bir kazanç sağlayamayacağını değerlendiren birçok bölgesel ve dış çevre, CHP ve etrafındaki bu altılı masa muhalefetini geliştirmeye, güçlendirmeye, iktidara taşımaya çalışıyor. Tabii bu durum iktidar güçleri arasındaki çatışmayı yoğunlaştırıyor. Birçok çıkar çevresi, her ne kadar “derin devlet” denen güç bunları uyumlu kılmaya, bir dengede tutmaya çalışsa da, bu iktidar bloklarının etrafında toplanıyor. Çelişkiler derin safhada, çatışmaya dönüşüyor, daha da dönüşecek ve derinleşecektir. Toplum bu konuda öncüsüz, örgütsüz ve zorlanıyor. İki tarafa da dayananlar var.
Toplum faşist baskı-terör altında tam bir çıkmazı yaşıyor
Değerli Yoldaşlar!
Tam da burada üçüncü çizgi olma çok önem taşıyor. İktidar blokları dışında Önder Apo’nun geliştirdiği üçüncü siyasi çizgi olma önemliydi. O da kısmen bir demokrasi bloku biçiminde gelişti. Ama topluma ulaşmada, onları eğitip örgütlemede zayıflığı var. Halbuki toplum bu faşist baskı-terör altında ve iktidar blokları arasındaki kişisel, gerginleşmiş çelişki ve çatışma ortamında gerçekten tam bir çıkmazı yaşıyor. Yani burada devrimci öncülük her an devrimci patlama yapabilir. Böyle bir ortamda iktidar blokları arasındaki çatışma da keskinleşebilir. O da üçüncü siyasi çizginin, demokrasi hareketinin devrim düzeyinde gelişmesinin önünü açar, ona daha çok fırsat ve imkan verebilir. Bu süreç birçok şeye gebe, Türkiye’de neyin gerçekleşeceği tam belli olmayan karmaşık bir siyasi durum var. Kriz denen durum bu oluyor. Bu durum önümüzdeki süreçte bir çözüme kavuşacak. Bunları görmemiz lazım. Çelişkiler daha da derinleşecek, gerginlik, çatışmalı durum daha da artacak. Bir biçimde bazı çözümler bulmak için yeni girişimler ortaya çıkacak. İşte çelişki ve çatışmanın bu düzeyde yoğun olduğu bir ortamdayız. Bunun baskısı, terörü ve tehlikesi var. Ama devrimci mücadele yürütmek için elverişli durum da var. Devrimci çalışma ve mücadelenin imkân ve fırsatları her zamankinden daha fazla var. Dikkat edersek dünyadaki gelişmeler de, kapitalist modernite sistemi içindeki çelişki ve çatışmaların derinliği, yoğunluğu da böyle bir durum arz ediyor. Buna paralel olarak Türkiye’deki devlet ve iktidar sisteminin yaşadığı iç çelişki ve çatışma durumu da her türlü mücadele yürütmek için imkân ve fırsat veriyor.
Şunu görmemiz gerekir: Kimse “Devrimci çalışma yürütmek, mücadele etmek için koşullar elverişli değil, imkan ve fırsat yok” diyemez. Haddinden fazla, imkan ve fırsat var. Peki, biz bu imkan ve fırsatları ne kadar görüyoruz, ne kadar anlıyoruz? Bunları ne kadar devrimci örgütlenmeye ve eyleme dönüştüreceğiz? Böyle bir örgütleme ve eyleme dönüştürmenin öncü militanlığını bütün çalışma alanlarında ne kadar geliştirebileceğiz? Sorun budur. Şimdi arkadaşlar şöyle söyleyemez: “Parti bize görev veriyor ama koşullar elverişli değil, imkan ve fırsat yok. Biz ne yapacağız, nasıl çalışacağız?” Kimse bunu diyemez. Militanlık yapmak isteyenler için tarihin en büyük imkan ve fırsatı mevcut. Türkiye’de alt üst olucu şeyler gelişebilir. Bu kadar krizli bir durum çok az bir sükutla yönetilir. Cumhuriyet yönetimi yüz yıl önce de böyleydi. Şimdi yüz yıl önceki durum, yüz yıl sonra bir kere daha bir şans olarak ortaya çıkmıştır. Dünyadaki çelişki ve çatışmalı durum da bunu ifade etmektedir.
O halde özgürlük mücadelesi yürütmek, onun örgütünü kurmak, eylemini geliştirmek için imkan ve fırsat o kadar çok ki yeter ki bunu anlamayı ve değerlendirmeyi bilelim. Yeter ki böyle bir mücadeleciliği öngörelim. Eskiden durum değerlendirmesi yaparken imkan ve fırsatların ne kadar uygun olup olmadığına bakardık. Dışımızdaki sistem ne kadar çelişkili ve çatışmalı, dolayısıyla bizim devrimci mücadele yürütmemiz için bu çelişki ve çatışmalar imkan ve fırsat sunuyor mu, sunmuyor mu? “Şu düzeyde sunuyor, o halde bunlara dayanarak devrimci mücadele yürütürüz” diyorduk. Hep sistem içindeki çelişki ve çatışmaların devrimci mücadele için sunduğu imkan ve fırsatları bulmaya, görmeye çalışıyorduk; “Pratikte onları değerlendirelim, onlara dayanarak mücadele edelim” diyorduk.
Fakat şimdi “Acaba çözüm olacak mı, çözüm için imkanlar, fırsatlar ne kadar var? Çözüm süreci nasıl gelişecek?” Böyle olursa, bu en büyük sapma olur. Pratikten de, pratik gerçeklikten de kopma olur. Kimse çözüm bulamaz. Dünya savaşı büyüyor. Mevcut kriz ve kaostan kapitalist sistemin çıkacağına dair hiçbir işaret yok. Geçmişte de Ekim Devrimi yumuşattı. Önder Apo’nun değerlendirmeleri bu konuda çok doğru, haklı, somut ve gerçekleri ifade ediyor. Niye bu görüşleri anlamaktan uzak duruyoruz, bu kadar sakınıyoruz? Sakınmamalıyız. Ekim Devrimi bir dünya devrimi yapsaydı, insanlığı kurtuluşa götürecekti. Yapmadı, yarım yamalak kaldı. Bu neyi getirdi? Yumuşatmayı getirdi, sisteme hizmet etmeyi getirdi.
Şimdi “Kapitalist sistem kendi içinde dönem dönem yumuşatır, çıkışlar bulur, krizini ve kaosunu aşar” demek çok mümkün görülmüyor. Günümüzde sistemin kendi içinde çıkış yapıp yapmayacağı belli değil. O halde geriye ne kalıyor? Sistemden kurtuluş ve sistemin alternatifinin çıkış yapması kalıyor. Dünya devriminin, demokratik devrimin ve sosyalist devrimin gerçekleşmesi; kapitalist modernitenin yıkılarak, demokratik modernitenin dünyada inşa sürecinin gelişmesi kalıyor. İnsanlığı kapitalist modernitenin ortaya çıkardığı bu çelişki, çatışma ve çıkmazdan çıkaracak, çıkış yaptıracak yegane yol olarak demokratik modernite devrimidir. Bu gerçek önemli, demek ki sadece Kürdistan’da değil, dünyada da çıkar yol demokratik modernite devrimidir. Mevcut erkek egemen zihniyet ve siyasete dayanmış iktidar ve devlet sisteminin karşıtının, alternatifinin gelişmesi, hakim olması ancak insanlığı kurtarabilecek yegane yol oluyor. Bunun için demokratik özerklik, farklılıkların kendini özgürce örgütlemesi, iktidar ve devlet sisteminin ortaya çıkardığı toplumsal sorunların bu biçimde çözülmesi; etnik, dini ve milli sorunlar, esas olarak da kadın özgürlük sorunu çözümünün bu biçimde gerçekleşmesinin önü açılıyor. Çağ böyle bir çağ haline geliyor. Yüz yıl böyle bir yüz yıl oluyor.
Devrimci Halk Savaşı Stratejisi zamanında görülemedi
Değerli Yoldaşlar!
Gerçekten böyle bir devrimci irade ne kadar var? Böyle bir çağın öncü, devrimci ve motor gücü olmayı ne kadar öngörebiliyoruz. Böyle bir devrimciliği ne kadar esas alabiliyoruz? Bunun şiddetine, tarzına ne kadar dayanacağız? Tarzını, üslubunu, temposunu ne kadar geliştirebileceğiz? Demokratik Modernite ve Devrimci Halk Savaş Stratejisini nasıl yürüteceğiz? Paradigma değişiminin en çok yanlış anlaşılması burada ortaya çıkıyor. “Paradigma değişimine yanlış yaklaşımlar nelerdir?” diye sorsak, herhalde birinci sıraya “yeni paradigmanın mücadelesiz gerçekleşeceğini sanmak” yanılgısı diyebiliriz. Böyle bir anlayış oluştu. Paradigma değişimi sanki mücadeleden vazgeçme, mücadelesiz bir duruma gelme, mücadelesiz sonuç arama, mücadeleden kopma gibi bir durum çıkardı ortaya. Devrimci Halk Savaşı Stratejisi zamanında görülemedi ve bu pozisyona girilemedi. Önderlik değerlendirmelerine rağmen anlaşılıp ona göre bir planlama, örgütlenme ve eylem geliştirilemediyse bunun örgütleme ve mücadeleye yaklaşımla bağı var. Öyle kendiliğinden olmadı. Yanılgılardan, yanlış anlayıştan oldu.
Demokratik Modernite Paradigması barış ve mücadelesizlik paradigması değildir. Tam tersine ulus-devlet paradigmasının mevcut devleti yıkıp bir devlet kurarak kısa sürede sonuca gitme, mücadeleyi bitirme anlayışına karşı Demokratik Modernite Paradigması devletle demokrasinin, iktidarla halkın uzun süre mücadelesini öngören bir paradigmadır. Mücadeleyi hafifletmedi, daraltmadı, daha çok genelleştirdi, kitleselleştirdi ve uzun süreli kıldı. Devletle demokrasiyi uzun süre bir arada mücadele halinde yaşayacak olgular olarak değerlendirdi, tanımladı. Önder Apo, devlet karşısında demokrasinin böyle ele alınıp geliştirilmesi gerektiğini ifade etti. Biz ise bunları görmezden geliyoruz. Anlamazlık burada ortaya çıkıyor. Anlaşılmaz bir durum değil, Önderlik anlatmamış değil. Ama mücadelenin uzun solukluluğuna katlanamıyoruz, nefesimiz dar, uzun soluklu değiliz. Önder Apo buna “Bir atımlık barut” diyordu. Bu gerçeğimiz burada çok daha net ortaya çıkıyor. Bir atımlık barut oluyoruz. Yani onlarca, yüzlerce yıl işleyecek makineli tüfek olamıyoruz. Oysa böyle bir makineli tüfek olabilmeliyiz. Kesinlikle bir atımlık barut olmamak lazım. Burada sorunlarımız, hatalarımız, eksikliklerimiz var. Paradigmaya dönük en yanılgılı yaklaşım böyle ortaya çıktı.
Şimdiki süreci anlamada yanılgılar böyle ortaya çıkıyor. Mücadele imkan ve fırsatlarını araştırmak yerine, çözüm imkan ve fırsatlarını araştırıyoruz. “Ne zaman çözüm gelecek, statü kazanacağız ve duracağız” diyoruz. Soykırımın yarattığı ruh hali ve zihniyeti böyle şekilleniyor. Bu durum ne yaşadığımızı ortaya koyuyor. İster buna orta sınıf etkisi diyelim, ister erkek egemen zihniyetin etkisi, istersek barışçıl yanılgıların bir sonucu diyelim; ne dersek diyelim, bu bir gerçek ve var. Bu bakımdan yanlışlarımızdan, yanılgılarımızdan kurtulmalıyız.
Dikkat edelim 1970-80-90 ve 2000’li yılları değerlendirelim, darbe dönemlerine, komplo dönemine bakalım. Göreceğiz ki şimdi sistem iç çelişki ve çatışmaları, yine düşman cephesinin çelişkili ve çatışmalı durumu önceki süreçlerden katbekat fazladır. Önder Apo, imkan ve fırsatların sınırlı, az ve zayıf olduğu ortamlarda çok etkili devrimci çıkışlar yaptı. Önder Apo, buna “İğne ucuyla kuyu kazma tarzı” diyor; bu, yüzde bir olumluluk varsa oradan tutarak, olumluyu hakim kılma tarzıdır. İşte küçük imkan ve fırsatları değerlendirerek, büyük devrimci çıkışlar gerçekleştirme imkanı verdi; devrimsel çıkış gerçekleşti, parti kuruldu, 15 Ağustos Atılımı oldu, Gerilla Devrimi, Ulusal Diriliş Devrimi ve Kadın Özgürlük Devrimi gerçekleşti. Bunlar “Koşullar elverişli hale gelsin, imkanlar fazla olsun, rahat ortamlara kavuşalım da o zaman yapalım” yaklaşımıyla gerçekleşmedi. Tam tersine imkan ve fırsatların az olduğu, zorlukların fazla olduğu ortamlarda imkan ve fırsatları doğru ve güçlü değerlendiren, zorlukları yenen, engelleri aşan bir anlayışla, tarzla bütün bu çıkışlar gerçekleştirildi. Şimdi bunların en ileri durumu yaşanıyor.
İktidar ve devlet sistemi çatırdıyor, çöküşler yaşıyor
Sistem gerçekten de kendi içinde çökme noktasında. Devlet sistemi de kendini sürdüremiyor. Nereye gidecek, ne tür çatışmalara yol açacak, insanlığı nereye taşıyacak belli değil. Böyle bir durumun ortaya çıkacağını daha Gorbaçov ile ABD yönetimi arasında görüşmeler başladığında Önderlik değerlendirdi. Gorbaçov’u, “Sen insanlığı bu yaklaşımlarınla nereye itiyorsun, biliyor musun?” diye sert bir biçimde eleştirdi.
Gorbaçovculuk neydi? Mücadeleden vazgeçmeydi. Bizim bu çözüm süreci adı altında mücadeleden vazgeçme yaklaşımlarımız Gorbaçovculuğa benziyor. Paradigması devletçiydi, uygulaması hatalıydı, politikaları yanlıştı. Ama Sovyetler Birliği bir olguydu, ABD ve ABD öncülüğündeki Avrupa’ya karşı direniyordu. Hitler’i yendi. İngiltere ve Fransa’nın ortak saldırısını 1921-22’de yendi. Yani büyük bir güç, enerji ortaya çıkardı. Öyle zayıf bir durum değildi.
Peki, nasıl yıkıldı? İşte mücadeleden vazgeçen Gorbaçovculuk sonucunda yıkıldı. Eğer Gorbaçovculuğu bir çizgi olarak aşamazsak, o zaman Sovyetler Birliği’nin yaşadığından çok daha ağır, tehlikeli durumları kesinlikle yaşayabiliriz. O halde gerçekleri iyi görelim, yaşanmışlardan doğru ders çıkartmayı bilelim. Tabii Gorbaçovcu olmayacağız, ama Sovyetler Birliği’nin ondan önceki yöneticileri gibi de olmayacağız. Mücadeleci olacağız, sürekli bir mücadeleyi, devrimi, devrimciliği öngöreceğiz. Ama bunu iktidar ve devlet paradigması dışında, kadın özgürlükçü, ekolojik demokratik toplum paradigmasıyla yapacağız. Doğru teoriyle, ideolojik-politik çizgiyle yapacağız. O zaman ne Gorbaçov öncesi yöneticilerin ortaya çıkardığı gibi bir tıkanma yaşarız, ne de Gorbaçov’un yaptığı gibi çöküş getiririz. Tersine sürekli gelişme, büyüme yaratırız, sürekli yeni inşalar, yeni mücadelelere dayalı olarak ortaya yeni gelişmeler çıkartırız. Devrimin sürekli derinleşmesini, büyümesini, gelişmesini, yayılmasını, Kürdistan Özgürlük Devrimi’nin Kürdistan’dan başlayarak, Ortadoğu ve dünyaya yayılarak, demokratik konfederalizm devrimine dönüşmesini, bunun kadın özgürlük devrimi öncülüğünde özgür toplum ve demokratik sistemi ortaya çıkarmasını sağlarız. Esas almamız gereken budur. Doğru ve başarılı pratik böyle bir doğru yaklaşımla ortaya çıkar, kesinlikle başka türlü çıkmaz.
Buradan baktığımızda imkan ve fırsatlar her zamankinden daha çoktur. İktidar ve devlet sistemi çatırdıyor, çöküşler yaşıyor. Kriz ve kaosu derinleşerek sürüyor. Onun en pespaye tortusu olan Kürt düşmanı sömürgeci-soykırımcı TC sistemi de zihniyet ve siyaset olarak çöküyor, hem de gümbür gümbür. Sovyetler Birliği’nin nasıl çöktüğünü hiç akıldan çıkarmamalıyız. O çöküşün Kürdistan’da gelişen özgürlük devrimiyle bir bağının olup olmadığını her zaman düşünmeliyiz. Yanılgıları, yanlışları nedeniyle çöktü. En büyük yanılgısı Kürdistan’daki soykırıma onay vermesiydi, Kürdistan’da soykırımcıları desteklemiş olmasıydı. Büyük ideolojik sapmalarını burada yaşadı. Zaten o temelde çöküş yaşandı. Demek ki ideolojik doğrultu tam olursa çöküşler olmaz. Diğer yandan Sovyetler Birliği çöktü ama onu çöküşe götüren siyasi ve askeri yapılanmalar varlık göstermeye çalışıyor. Son NATO çabaları aslında onu ayakta tutma çabasıdır. Sovyetler Birliği’ni çökerten etkenleri zayıflatma, o etkenlerin madalyonun diğer yüzü olan sistemi de TC’den başlamak üzere çökertmesini engelleme çabalarıdır. Böyle anlamamız gerekiyor. Yani TC de çöker, hem de hiçbir güç engelleyemez. Çöküş emareleri, etkenleri çok fazla. İstediği kadar Türkiye’nin imkanlarını seferber etsin, istediği kadar toplumu faşist zihniyetle, siyasi, ırkçı, faşist, Kürt düşmanı zihniyetle ve siyasetle, kadın ve halk düşmanı zihniyet ve siyasetle doldurmuş olsun, istediği kadar ABD, NATO desteği olsun, bunlar ayakta tutamaz, ayakta kalmasına tek başına yetmez.
Eğer doğru anlaşılır, iyi mücadele edilirse, mücadelede sebat edilirse, mücadelenin sürekliliği esas alınırsa, tabi mücadelede de yaratıcı, yenilikçi olunursa, yaratıcı tarz, üslup, yüksek tempoyla mücadele yürütülürse bu sistem çökertilir. Demek ki çöküş mücadeleye ve onun tarzına kalıyor. Doğru ve sürekli mücadele bu sistemi hem de Sovyetler Birliği’nden çok daha ağır biçimde çökertir. Hiç böyle askeri gücüne, bürokrasisine, saldırganlığına bakıp da yıkılmaz, çökmez sanmamak lazım. Gerisi demek ki bize kalıyor. Mücadeleyi sürekli ve doğru yürütmemize kalıyor. Bu bakımdan “mücadele bitecek” zihniyetini kırmamız lazım. Bu zihniyet nereden kaynaklanıyorsa, o kaynakları kurutmak gerek. Bizim içimizde birileri korkuyor olabilir ya da biz yanlış yaparak bunları var ediyor olabiliriz. Önce bunu kırmalıyız. Hiçbir zaman mücadele sona ermeyecek, bitmeyecek. Biçim değiştirecek, yöntem değiştirecek, tarz değiştirecek, ama özgürlük mücadelesi var olacak. Şu anki durumla her zaman var olacak. Biz mücadele yürüteceğiz, mücadele gücüyüz, gelişmeleri mücadeleyle sağlayacağız, özgürlük mücadeleyle elde edilecek, demokratik toplum inşası mücadeleyle gerçekleşecek. Mücadelesiz, savaşsız, savunmasız bir inşa yoktur.
Öyle barış içinde her şey gerçekleşecek diye bir durum yok. Önderlik, bu nedenle barış için ancak “Ateşkes olur” dedi. Ama her an bir çatışmaya yol açabileceği için ilişki ile çatışmanın iç içe olduğu bir sistem öngördü, dolayısıyla da her zaman öz savunma konumunda olmayı, her zaman mücadele halinde olmayı, kendi varlığını korumayı ve karşıtını daraltıp zayıflatmayı şart koştu. Buna “Devrimci mücadele” dedi. Devrimi bu temelde verilen mücadele ve onun sağladığı gelişmeler olarak değerlendirdi. Bir devlet yıkıp başka bir devlet kurma biçimindeki devrim anlayışının bir sapma olduğunu ortaya koydu. O halde tarihsel toplum gelişiminin doğru bir değerlendirmesinden çıkan bu sonuçları doğru anlayalım. “Ben de farklı düşünüyorum, şu etkide kaldım, burada kaldım” diyerek kendimizi kandırmaktan, avutmaktan vazgeçelim. Aslında onların hepsi mücadeleden vazgeçme eğilimleridir. Devrimci mücadele etmek, devrimci gelişme sağlamak isteyenler için Önderlik çizgisinden başka devrimci bir çizgi yoktur. Buna zayıf yaklaşan, burun kıvıran birisi kendisini ne kadar iyi gösterirse göstersin özgürlükten, devrimden vazgeçendir. Burkaycılar, “PKK demokratik özerkliğe geldi, biz federasyon istiyoruz, dolayısıyla bizim istemimiz daha ileri bir istem” diyor. Seksen senedir bunların ömrü hep istemekle geçti. Artık bu şekilde seksen sene daha istemeye devam ederler. Ama önemli olan istemek değil, yapmaktır. Bunlar ne yaptı, ne yarattı? Dolayısıyla bunlar boş laflardır.
Türkiye’nin sosyalist hareketlerinde yaşanan sosyal-şoven zihniyet
Türkiye’de “Sosyalist İttifak” diye bir ittifak kurmuşlar. “Mustafa Kemal 30 Ağustos’ta nasıl büyük zaferler kazandı” diye kutlama üzerine kutlama yayınlıyorlar. İçinde Sol Parti, TKP gibi partiler var. Adları “Sosyalist İttifak” ama önderleri Mustafa Kemal. Bunlar nasıl sosyalist? Türkiye’nin sol, sosyalist hareketinde yaşanan o milliyetçi, sosyal-şoven zihniyet ve siyasetin ne olduğunu görmek açısından da iyi bakalım. Önderlik onlara rağmen nasıl çıkış yaptı? Demek ki 1970’lerde yürütülen o büyük ideolojik mücadele, sosyal şovenizmden kopuşun büyük bir anlamı varmış. Nasıl gerçekleşti onlar? Bunları doğru anlamamız gerekiyor. Kendine takmış “sosyalist”, “radikal Türkiye” etiketi, bunların hiçbir değeri, anlamı yok. Onların hepsi bir işbirlikçi zihniyet ile siyasetin dışa vurumu, tezahürüdür. Arkasında kesinlikle işbirlikçilik var. CHP’ye dayanarak biraz yaşam imkanı bulma gayretinden başka bir şey değil. Orta sınıfın kendini sistem içinde yaşatma çabalarıdır. Yüzlerine sosyalistlik, Kürtçülük maskesini takarak, kendilerini daha iyi gizleyebiliyorlar, yaptıkları kendilerini gizlemekten başka bir şey değil. O halde bunları iyi tanımamız lazım. Bütün bunlara karşı mücadele, ideolojik mücadeledir. Sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı yürütülen devrimci direniş mücadelesinin temel bir parçası, birbirinden kesinlikle ayrılmıyor. Bunları yapabilmemiz gerekiyor.
Değerli Yoldaşlar!
Sonuç olarak içinde bulunduğumuz koşullar açık, imkanlar ve fırsatlar ortadadır. Hiç kimse karşımızdaki sistemin her zamankinden güçlü olduğunu söyleyemez, tam tersine daha zayıftır. Hiç kimse şimdi devrimci mücadele için imkan ve fırsatın geçmişten az olduğunu söyleyemez, tersine geçmişten kat kat fazladır. Geçmişte daha azdı. O halde gerisi doğru anlayıp iddialı ve iradeli bir pratiktir, doğru devrimci duruştur. Mücadeleye kendini doğru bir biçimde verme, onu devrimci amaçlar doğrultusunda doğru planlama, programlama, tarz, üslup ve tempo bakımından kendisini sürekli yenileyerek koşulların gereğine göre yeniden yapılandırarak, mücadele etmeyi bilme ve sürekli mücadele etmedir. En zor ortamlarda gelişme yaratan temel güç bu olacaktır. En ağır düşman saldırılarını kırdırtacak tutum bu olacaktır. Sürekli gelişme sağlayan bulunduğumuz her yerde başarılı devrimci çalışma yapıp mücadele yürütmemizi sağlayacak kesinlikle bu olacaktır. Bunları yoldaşlar iyi bilmeliler, iyi anlamalılar. İçimize tasfiyecilerin etkileri olarak bazı yanlışlıklar sokuldu. Bizim yanılgılarımızın etkisi oldu. Geçtiğimiz süreçte “Daha çok taktik yapalım, siyasetin önünü açalım” diye çalışırken, o taktik çabaları sanki stratejik bir yaklaşımmış gibi, doğru bir duruşmuş gibi anlama yanılgıları bunlara yol açtı. Bu yanılgılarımızı aşarsak, Önderlik çizgisini, demokratik modernite çizgisini doğru anlar, onları başarılı uygulamanın tarzını, üslubunu, temposunu geliştirirsek, o zaman bulunduğumuz her yerde doğru ve başarılı çalışma yaparız, her zaman gelişme sağlarız. Zorluklar ne olursa olsun yeneriz, engeller ne olursa olsun aşarız. Sıfırdan başlayarak büyük gelişmeler yaratabiliriz. En büyük örgütleri, eylemleri, devrim-mücadele ordularını, devrimci mücadeleleri gerilla tarzıyla ortaya çıkarıp pratiğe geçirebiliriz. Yeter ki bu gerçekleri böyle anlayalım ve buna göre pratikleşelim. Pratiğe yürüyüş bir de bu temeldedir.
O halde bu durumlardan gereken dersleri çıkartarak, pratiğe doğru anlayış ve yaratıcı tarzla yaklaşmayı, başarmayı mutlaka esas almalıyız. Bunun yapılacağına, her yoldaşın böyle bir yaklaşımla güçlü, başarılı örgüt ve eylemi geliştireceğine inanıyor, bu inançla tüm yoldaşlara önümüzdeki mücadele süreçlerinde üstün başarılar diliyoruz!
Yaşasın Özgürlük ve Demokrasi Mücadelemiz!
Yaşasın Devrimci Halk Savaşımız!
Bijî Rêber Apo!
PKK YÜRÜTME KOMİTESİ