Rêber Apo’nun 3 Ağustos 1998 günü Avrupa kadrolarına yönelik yaptığı telefon konuşması
Parti yapımızın, sistemleşen Önderlik gerçekliği karşısındaki tepki durumu başlı başına ve üzerinde oldukça durulması gereken bir konudur. Halen çözmekte fazlasıyla zorlandığım bir husus, bu tepki kişiliğinin nedenidir.
Doğru, sizi zorladım, bireysel yaşamı elinizden aldım. Ulusal, sınıfsal, hangi düzeyde olursa olsun pek önemli değil, hatta cins niteliği de o kadar önemli değil. Herkesin kendine göre yaşayabileceği bir yaşam imkanı haktır diyelim. Artık burada yüceliği, cüceliği fazla tartışılmıyor. Fakat Önderlik gerçeği baştan itibaren farklıydı, bunu anlamalıydınız. Bireyin kendini inkar ettiği yerde başlayan bir Önderlik gerçeğidir. Yine normal toplumsal alışkanlıkların olmadığı yerde başlatılan bir çıkıştır.
PKK içinde bunu anlamayan veya bundan etkilenmeyen yoktur demiyorum. Çok değerli militanlar, hem de efsanevi, kutsallık derecesine taşmış değerler var. Ama önemli bir kesim birbirine karşı dayanılmaz bir tepki durumunu yaratmış durumda. Bu tepkiyi kaba anlamda söylemiyorum. Size öfkelisiniz, kinlisiniz demiyorum; fakat anlamaya, anlamayla birlikte doğru yapmaya yanaşmama veya çok zorlanarak yapar gibi gözükme ve sanki salt bir ahlaki vecibeymiş gibi örgüt içinde durma politikanın dilinde çok geri bir durumdur.
Bırakalım halkı, -ki halkın coşkusundan, bağlığından hiçbir şikayetimiz yok- sıradan savaşçılar için de öyle. Bunların sorunları eğitimle birlikte aşılır. Bu konuda da ciddi bir şikayetimiz yok. Ama komuta etmesi gereken kadro gücümüze gelince, en az düşman kadar zorlayan bir gerçekle karşı karşıya olduğumuz açık. Bunun tabii niyetle, çabayla fazla bağlantısı yok, sorun buradan kaynaklanmıyor.
Bu işin toplumsal gerekçeleri çürük veya iddiaya yer vermeyen bir gerçeklik de olsa, biz bu işin içine bir politika yapma tarzıyla girdik. Aslında bunlar beklenmeyen gelişmeler de değildi. Yıllara taşırılabilen bu gelişmeler, belki de bir kaç aylığına bile hazır olmadığınız, tahammül etmediğiniz bir gelişme atmosferiydi.
Siz daha ilk günlerde niyette, iradede, düşüncede bunun kapsamına ulaşmayan bir sempati ile katıldınız. Hatta şimdiye kadar da kendinize doğru izah edemediniz. Gelişmeler dağ gibi yükselince, dağ karşısında bir fare gibi kaldınız. Ne kadar koştursanız da, dağın doruğuna tırmanmanız zor. Ama başka çare de yok. Bu, bir zirvedir ve üzerinde seyretmek gerekecek. Aslında gerçek direniş bu noktada gösterilmeliydi. En azından sınırlı bir kadro gücü bizim çok arzuladığımız bu cesareti, bu yiğitliği gösterebilmeliydi.
Sizi büyük bir fedakarlığa çektik
Kendiniz de dile getiriyorsunuz; verdiğiniz yanıt beş para etmez. Bireycilikten, dağıtıcılıktan öteye bir rol oynama-yan, -eğer günlük olarak kontrol edilmezse- mevcut güçlenmeyi bile geriletmekten çekinmeyen bir çalışma tarzı. Bırakalım düşmanın bilinçli bozmasını, ortada kendi tarzlarıyla rahatlıkla bozabilecekleri bir gerçeklikten başka bir şey gözükmüyor. Bu kadar hazır hale getirmemize rağmen, baş başa kaldığınızda ortaya çıkan gerçeklik eminim ki kolay bozuşan bir yapıdır. Hızla çözülecek ve düşmanın direkt ve dolaylı etkileriyle paramparça olabilecek bir düzeydir.
Kadrolaşma, örgütleme düzeyiniz bu. Bu, sizi ürkütmüyor. Hatta bana göre, “Bir an önce ölsek, kurtulsak da nereye gideceksek gidelim” gibi bir hava var. Sizi büyük bir fedakarlığa çektiğimiz doğrudur. Bu toplumun yeniden özgürce ifadesi olacaksa, bunun dışında bir tarzın mümkün olmadığı görülmüştür. Bizim yaptığımız, buna bir başarı imkanı verdirmektir. Sizin tepkiniz buna karşı.
Kişiliğiniz, dolayısıyla tarzınız sadece gelişmemeden, işlerin olumsuzluğundan rahatsızlık duymaktan değil, gelişmeyi bilmemekten de kaynaklanıyor. Zorluklarınız, sizin neredeyse hiç fark edemediğiniz, çözemediğiniz gelişmelerden kaynaklanıyor. Bu gelişmeler sizin başınıza adeta bela olmuş.
Mesela, çok sayıda savaşçı var. Bunlar sizin başınıza bela! Para birikiyor, para da başınıza bela olmuş. Halk gücü, desteği çok büyük, o da başınıza bela olmuş. Nitekim parayı nasıl savurduğunuz ortada. Halkı nasıl küstürdüğünüz, düşmanın bile yapamayacağı yöntemlerle yerine oturttuğunuz, değer vermediğiniz ortada. Neredeyse en sıradan yaklaşımlarla insan katletmeyi bir komutanlık yerine koyduğunuz ortada.
Bunlar dehşet veriyor, fakat gerçek. Büyük çözümleme, büyük uyarılarımıza rağmen gerçekten ciddi bir yanıt verildi-ği görülmüyor. Bu sadece Avrupa sahamız için geçerli değil, genel olarak tüm sahalarda böyle gidiyor.
Fakat daha da ilginç olan ise: Vazgeçmeme! Hatalı tutumdan, hak bilerek, adeta saldırganlaşarak vazgeçmeme ve Parti gerçekliğimize ısrarla kendi tarzını dayatma. En garip yanı da bu. “Ne gereğine anlam verir yaparım, ne de kendi tarzımdan vazgeçerim” diyor. Kürt kişiliğindeki kuru inatçılık, ya herro, ya merro, ya ez, ya tû ikilemi Parti içinde de korkunç bir düğümlenmeye, bir kördüğüme yol açmıştır.
Tabii ki bu, bir dağılmaya yol açacak değildir. Hayır! Önderlik, bu konuda çok zorlansa da kendini müthiş sistemleştirmiştir. Ve sizinle tam bir örgüt savaşı halindedir. Ü-zülüyorum aslında; insan yoldaşlarıyla bu kadar savaş yürütmez. Ama bizim de başka çaremiz yok.
Bu örgüt savaşı, bir nevi maddeyi atomlarına dek parçalama, daha doğrusu ona benzer bir sosyal parçalanma değil de sentezleme işi oluyor. Yani sıradan bir fizik çalışmasından çok, atom fiziğinin bir uğraşı alanına benziyor.
Kişilikleriniz bizi müdahaleyi radikal kılmaya zorluyor. Tabii bunun parçalanmasının yol açacağı sonuçları kestirmek herhalde zor değil. Biz devrimden vazgeçemeyiz, sizden de vazgeçmek istemiyoruz. Fakat ikisini bu biçimiyle bağdaştırmak, şu anda benim en temel sorunum oldu. Şüphesiz şimdiye kadar yaptığımız gibi yine sabredeceğiz, çünkü başka yolu yok.
Kendi hesabıma üzülmüyorum. Ben kendimi terbiye etmiş birisiyim. Daha doğrusu inadımla, velhasıl tecrübemle bu işi daha da yürütebilirim, fakat siz dayanamıyorsunuz. Dayanamayışınız beraberinde bir sürü sorun doğuruyor. Buna bir çare bulmak zorundayız.
Sıkça yaptığınız gibi, “Özeleştiri vereyim. Örgütün, Önderliğin hatırı için biraz daha iyi çalışayım” denmesini istemiyorum. Hatta hiç zorlamamak için, bazılarınızın üzerine gelmek de istemiyorum. Örneğin bazı eski arkadaşlarımızın fazla üzerine gitmek, hiç hoşuma gitmiyor. Felek yeterince dövmüş, bende mi döveyim? İşte böyle bir üzüntü içindeyim.
Kaldı ki, verebileceğinizi veriyorsunuz, sizden daha fazla ne istenilebilir? Fazla bir zenginliğiniz yok ki veresiniz. Bütün bunlar tabii bizi de üzüyor. Ama bizim adımız, biraz da yaratmanın adıdır. Biraz tanrıya mahsus yaratma sıfatına göre yaşamayı bilmemiz gerekiyor.
Yaratamayan kuldur, köledir
Sizi de bir köle, bir kul olarak değerlendirmek gerçekten yakışmıyor. Artık işin özüne ne kadar cevap olabileceksiniz? Bunu iradenize bırakıyoruz. Tabii sıradanlaştırılmaması gerektiğini de vurguluyoruz.
Bizim işler tanrısal işlere benzer. Gafiller, cahiller çarpılır. Yaptığımız işler boş işler değildir kısaca. Ama gerçekten ezici bir çoğunluğunuz tam bir gafil, cahil kişiliğini temsil ediyor ve çok çarpıcı bir biçimde de başlarına bela açıyorlar.
Çoğunuzun ne kadar ezik olduğu bilinmekte. Bunu ben yaratmadım, kendiniz yarattınız. Benim devrim için yaratmaktan başka seçeneğim yok. Örgüt yaratacağım. Düşünce, kelime yarattık, maddiyat yarattık, köprü yarattık. Dikkat edilirse, her şey bir yaratmadan ibaretti. Sizin de işiniz biraz buna benzer olmak zorunda. Ama bizi bir yaratıcıya dönüştürüp, kendinizi kullaştırmanız en büyük talihsizlik oldu.
Öyle olmayacaktı! İşin köylü tarzına kaçtınız. İşi kaderciliğe, gaflete bıraktınız: “Yüce mevla ne de olsa yukarılardan bir şeyler yağdırıyor. Bize düşen de iyi kulluk yapmaktır.” Aslında bu, eski köylü felsefesinin hortlatılmasıydı. Gerçeğinizde bu çok etkili, ama bununla durum kurtarılamaz.
Karşı taraf sonuna kadar bilimsel çalışıyor. Bizim sadece bilimsel olmamız da yetmez; bir de tüm moral, hatta yüce dini kavramlarla birlikte çalışmayı bilmemiz gerekiyor. Bun-lar söz konusu olduğunda gerçekten tanınmaz hale geliyorsunuz. Durumlarınızı daha da kötü göstermek istemiyorum, fakat çoğunuzun rica üzerine verilen özeleştirisini de fazla ilginç bulmuyorum.
Politik cehalet terkedilmeli
Eskiden kazandığım bazı tecrübelerden dolayı, “İdare edelim, örgüt parçalanmasın, örgütü kişiler zorlamasın.” diye ihtimam da gösterdim. Şimdi buna da fazla gerek duymuyorum. Dönem aşılmıştır; isteyen istediğini yapabilir, yaşayabilir. Dönem bunu kaldırabilir. Fakat kendini, örgütü kandırarak yaşayacağını sanmak bir gaflettir. Bu bırakılmalı, bir de artık politik cehalet terkedilmeli. Bizim bir politik yaşamımız, politik gelişmemiz var. Pek ölü değiliz. Çoğunuz politik gelişmemizin, gerçeğimizin uzağındasınız. Onu yaşatacağınıza inansaydınız, siz de canlı birisi gibi katılırdınız.
Dikkatle kendinizi değerlendirirseniz göreceksiniz: Politik gerçekliğimize, örgüt gerçekliğine katılışınız ya bir hırsızın, ya bir hamalın, bir demogogun katılış tarzından öteye gitmiyor. Örnek; kaybettiğiniz değerler, sizden rahatsız olan halk, sahip çıkamadığınız örgüt gücü! Birbirinizden ne kadar sıkıldığınız, birbirinizi ne kadar sevdiğiniz de tartışmalı.
Bütün bunlar politik yaşamımıza ciddi bir biçimde katılmadığınızı gösterir. Size çok zaman tanıdık, ama bu zamanı da değerlendiremiyorsunuz. Dogmalarla beni bile kandırmaya çalışıyorsunuz. Fazla iç yüzünü bilmediğiniz kavramlar, yine altından çıkamayacağınız bazı sözlerle, tıpkı dostlar alış-verişte görsün veya selamette olsunlar biçiminde bir hava ile idare etmeye çalışıyorsunuz. Bu işler ağır işlerdir, böyle söylemlerle kotarılamaz.
Gerçek politik kişiler haline gelmeniz için uzun süre bekledik. Ama açık söylemeliyim ki, beni pek tatmin etmiyor. Bu, ülkedeki askeri kadrolar için de geçerlidir. Onların durumu daha da beter.
Çok yoğunlaştım, neredeyse her ay üç ciltlik değerlendirmeler sundum. Ama durumları halen öfke uyandırıcı ve her gün acılara yol açıcı nitelikte.
Bizim tarzımızda boyun eğme yoktur
Hayret ediyorum! Bu halk ne kadar talihsiz bir halkmış ki, sağlam tek bir kişi bile içlerinden çıkamıyor. Tabii biz bunu bir kader olarak algılayıp önünde boyun eğmeyeceğiz.
Şiddetle çalışmalarımızın üstündeyiz. Sanırım siz de bizi dinlemeye çalışıyorsunuz ve bizimle iş yapmak isteyenleriniz var. Eğer bunlar ciddiyse ve gerçekten iş yapmak istiyorsanız, biraz bizi anlamak durumundasınız, çünkü ben sizi anlıyorum. Dikkat edilirse, sizi anlamaktan, hatta bir yoldaş olarak örgüt işlerine katkı sunmaktan geri kalmıyorum. Tabii bu karşılıklı olur. Siz de gerçekten çalışmak istiyor musunuz?
Benim en eski arkadaşlarımızda gördüğüm, bir cücelikten başka bir şey olmuyor. Ve bu daha da zorluyor. Kendi haline bıraksak, acı bir yenilgi ile karşılaşılacak. Yüzünde onu okuyorum. Biz gerçekçi olmak ve okumak zorundayız. Aslında bir başarma hırsını, başarma çıkışını göremiyorum.
Sonuç, başlarına inebilecek bir beladır. Onu önlemek için büyük çaba ile önüne birçok şey seriyoruz. Fazla ilerlememesinde kasıt aranmıyor, burada az çaba harcandığı da söylenmiyor. Asıl olarak bizim sistemleştirdiğimiz çizginin politik-askeri düzeyinin ifadesi, iradesi olamıyor. Diğer türlü fedakarlığı, cesareti, çabası çok fazla, hatta benden de fazla. Ama bu da işin ucunda bir yenilginin olması gerçekliğini değiştirmiyor.
Yıllardır hepinize şunu söylüyorum: Siz nasıl yaşatıldığınızı niye fark edemiyorsunuz? Bunu kendim için, bana muhtaçsınız, bana borçlusunuz anlamında söylemiyorum.
PKK olayında olabilmek, yaşayabilmek, anı anına düşmanla boğuşmak kadar, bir de yenilmeden mesafe almak demektir.
Bunun dengeleri, zeminleri, moral düzeyi var. Uluslararası, bölgesel, örgüt içi tarzı-temposu var. Bütün bunların nasılına cevap olmadan ben size inanamam. Doğru, sağlıklı, başarılı -savaşabileceğinize demiyorum- yaşayabileceğinize inanmıyorum. Çünkü dengeden haberiniz yok. Haberiniz olsa da, ona göre kendinizi örgütleme durumunuz yok. Örgütlemeye razıyım deseniz, onun iradesi yok. Bir şeyler isteseniz bile ona mecaliniz, takatiniz yok.
Az direnme, sonuna kadar başarı zafer demektir
Direnecekmişsiniz! Zindanda da, dağda da çok direniyorlar, ama sonuç kaybetme oluyor. Dikkat edilirse, kendi başına direnme bizde daha da kaybetme anlamına geliyor.
Önderlik gerçeği direnme noktasından ziyade, çok az bir direnmeyi üstün bir başarıya dönüştürme sanatıdır. Direnme düzeyinizin çok ötesinde bir başarı tarzına ulaşma kişiliğidir Önderlik.
Buna gelemiyor, sonuna kadar direnme diyorsunuz. Sonuna kadar direnme, sonuna kadar ölümdür. Başka bir sonucu olamaz. Az direnme, ama sonuna kadar başarı olsaydı bu, zafer demekti. PKK kadrosunda, PKK savaşçısında en tehlikeli yan bu.
Hepsi ölüme koşuyor. Büyük inat, büyük cesaretin ölüm yanı ağır basıyor. Sanki direnmenin en büyük, hatta tek sonucu bu olacakmış. Hayır! Direnişi derece derece -ki bütün yaşamanız direniştir- günlük başarı halkalarıyla zincirlenmez, çürük çürük halkalarla hiçbir halat oluşturulmaz ve bununla kendinizi hiçbir yere bağlayamazsınız. Direniş halkalarınız eklenmemiş, zincirlenmemiş, amaca bağlanmamış halkalar gibi.
Örgütte reform yaratmak, düşmanın ve işbirlikçi-teslimiyetçi ögelerin bir görüşüdür. İçinizde bazılarının da böyle arayışları var. Aslında çoğunuz sağ anlamda bir reform istiyorsunuz. Şemdin alçağı bunu çok cesaretle, hem de en değme, işbirlikçi ihanetçiye taş çıkarırcasına her gün örnek bir temelde yapıyor. Ama yaygın bir kesim de, üstü örtülü bir sağ reformdan yana.
En son Sağmalcılar Cezaevi’ndeki Ferhan Güllü, örgütün bir reforma ihtiyacı olduğunu açıkça yazdı. Sözüm ona birçok aydın da bunu bize dayatıyor: Yumuşak, reforma uğramış bir PKK.
Belki insanlar bununla rahatlayabilir. Belki sizler de birey olarak biraz bu gerginlikten kurtulabilirsiniz. Belki ulusallık adına da bir şeyler kurtarılabilir. Ama adım gibi biliyo-rum ki, bu çok geçici ve düşmanın sert darbeleri altında hiç sonuç vermeyecek bir yaklaşımdır.
Bu noktada ikinci seçeneğiniz ortaya çıkıyor: Ölüm! Yaşamsal, savaşsal gerçeklere müthiş inkarcı, müthiş ölümcül yaklaşmak, hiçbir tedbir almamak, “Ne de olsa öleceğiz” diyerek hiçbir öz güven, öz plan geliştirmemek bu seçeneğinizin özü. Güya namusunuzu kurtarıyorsunuz. Dikkat edilirse, bu eğilim en az diğeri kadar tehlikeli. Bunlar bir madalyonun iki yüzü gibidir.
Bizim yolumuz Önderlik yoludur, her ikisinin de mücadeleyle, savaşımla aşılmasıdır. Bunu ne zaman anlayacak, anlayıp ne zaman gereklerine kendinizi yatıracaksınız? Artık sizin bileceğiniz iş.
Bu iki eğilim çarpışa çarpışa belki birbirini yenebilir, ama mevcut durumda bizi yenmek zor. Bana göre vaktinizi boşa harcıyorsunuz. Tekrar söyleyeyim; burada iyi niyetiniz, ça-banız değil, sistem tartışılıyor.
Çoğunuz kendi küçücük bireyciliğinizi sistem yerine koyuyorsunuz. Ama yüce dağ karşısında bir farenin durumuna benziyorsunuz. Bu durumunuz, bireyciliğiniz hiçbir şey ifade etmez. Bunu kendimi büyük göstermek için belirtmiyorum, gücümüz ortada. Örgüt, halk, savaş boyutuyla inanıyoruz ve uğruna da birçok şey yapıyoruz. Güçte var, ama aynı şeyi sizin için söylemek zor. Kendinizi yatırın desem, kendinizi ancak ölüme yatırırsınız. Düşmanın yanına gitseniz, ancak kişi olarak kendinizi götürebilirsiniz. Yani güçsüzsünüz.
Ben mi istemedim örgüt içinde güçlenmenizi? İstedim ve çok yardımcı da oldum. Engellemesem, demin söylediğim kargaşalıktan, zayıflıktan ötürü kimse sizi kabul etmez. Kulp takar, melek de olsanız tavır koyarlar. Gerçek biraz bu. Buna ben yol açmadım.
Kürdistan realitesini, politik realiteyi doğru değerlendirmeniz gerekiyor, çünkü gerçeklik kolay kabul etmiyor. Beni de kolay kabul etmezdi, ama büyük inanmam, büyük sistematik çalışmam beni kabul ettirdi. Ben bıraksam, kimse beni bırakmaz; o noktaya gelindi. Sizin için de buna benzer bir yaklaşım gerekiyor.
Bireycilikle, köylü kurnazlığıyla buna ulaşılamaz. Sızlanmakla, kendini acındırmakla belirttiğim noktaya gelinemez. Hele ahbap-çavuşluk, grupçuluk, birlik-bölge komutanlığı, alan sorumluluğuyla örgüt içinde güçlenme olmaz. Ben son zamanlarda biraz bunu açmaya çalışıyorum.
Bazı arkadaşlarımız haklı; biraz güçlü olmalılar. Bu aynı zamanda görevdir. Ama tarz felaket! Herkes örgüt içinde güçlenmeyi, bir bölgede veya bir birlik üzerinde güçlenme olarak anlıyor. Bu yanlış, hatta tehlikeli! Birlik üzerinde, alan üzerinde güçlenmek başından itibaren hizipçiliğe, parçalanmaya götürüyor. Kürdistan gerçeğinde bu çok sakıncalıdır. Bu tarz büyüme, bu tarz etkili olmayı kesinlikle mahkum etmeniz, bırakmanız gerekiyor.
Doğru militanlaşma örgüt çizgisi içinde erime ile mümkündür
Dikkat edilirse, Önderliğin kendisi çizgi içinde erime ile ilgilidir. Bu kadar toplumsallaşmış, siyasallaşmış birey çoktan birey olmaktan çıkmış demektir. Siz ağırlıklı olarak tersini yapıyorsunuz. Toplumsallaşma, siyasallaşma, hatta hatta askerileşme düzeyinizi çok basit bir bireycilik içine gömüyorsunuz. Yani bu gelişmeleri siz de bireycilik içinde eritiyorsunuz. Felaket! Üstelik bu noktada ne sıkılıyor, ne korkuyorsunuz, ne de vicdanınız sızlıyor. Kürt olayında politik kişilik dediğim olay bu. Siz bunun ne kadar zararlı olduğunu farketmiyorsunuz, ama gelin bir de bana sorun. Bu, on kişiyi -hem de yoldaşını- öldürmekten daha tehlikelidir.
Politika çok hassas bir meslek. Sizin el, kol, dil hareketleriniz belki bir kaç kişiye bir şeyler verebilir, ama çoğunu kırıyor, kesiyor. En acısı da bunu fark etmemeniz, hatta meşru bir hak bellemeniz. Hele ülkede savaşçıların, bölgelerin, alanların kullanış tarzı cinayetler, kırımlar gibi oluyor. Bir de bunun üzerine “Ben etkili adam oldum” derseniz, ortaya Kürt ağası çıkar.
Keşke Kürt ağasının veya Kürt işbirlikçiliğinin, o korkunç bireyciliğin romanını yazsaydık. Bizde yansımasını bulan veya hortlatılmak istenilen kültür budur.
Bütün bunları çok çözdüm, ama çözme işini de ciddiye almıyorsunuz. Bu konularda da adeta “Sıkıldık” diyorsunuz. “Tokuz” diyorsunuz, ama açlık duyduğunuz şeyler var: Bireycilik! Bu da aç kalmadır. Bireyciliğinizde ısrar ederseniz, kimse size bir parça ekmek vermez, kimse sizin yüzünüze bakmaz.
Bütün bunlardan acaba ne tür bir sonuç çıkarabilirsiniz? Kendinize güveniniz halen var mı? Siz gerçekten bu Önderliğin sistematize ettiği Parti ile yürümek istiyor musunuz? Ve gerçekten bu savaşı anlayıp, ciddiye almak istiyor musunuz? Savaşın kanunları ve dengeleri var, bunların farkında mısınız? Bir de 15 Ağustos Atılımı’nın bu 14 yılını biraz inceleyip, nasıl yürütüldüğünü anlayabilecek misiniz? Sorumluluğuna, ölmek pahasına değil de biraz başarmak pahasına katılmayı düşünüyor musunuz? Gerçekten katılımınızda bir içtenlik var mı? Kendinizi biraz itiraf edip katılma gücü gösterecek misiniz?
Ben bunları söylüyorum, ama ikinci gün yazacağınız raporlar kocaman bir şikayetçilikten ibaret olacak. Ülkede daha vahim oluyor, her hafta diyaloglarımda bana verdikleri örnekler daha da kudurtucu tarzdadır. Ben sistem diyorum, o babadan kalma yönteminden daha bir acayip bir uygulama dayatmış. Haydi gel de çık bu işin altından!
İki keçiye çobanlık edemeyen bizim adam, komutanlık sarhoşluğuyla ucuz bir yiğitlik gösterisi içinde
Savaşımızın en ağır geliştiği yer Botan’dır. Ben, Botan’da sistem nasıl oturtulabilir, diyorum. En sorumlu tutulması gereken komutanlıklarımız ise bir eşkıyanın, bir köylünün içine girmeyeceği sorumsuzlukla, “Uçak gelirse gelsin, ne olacak” diyor. Düşman oldukça planlı geliyor, bunlar “Geleceği varsa göreceği de var” havasından bir türlü kurtulamamışlar. O dağlarda aslında normal bir manga bile sistemli bir gerillacılık yapsa, bu düşman girmez. Bir manganın olduğu yere bir alay giremez. Biraz gizli, biraz görev şuuruna sahip bir grup çalışması aslında kazanır.
Ama iki keçiye çobanlık edemeyen bizim adam, komutanlık sarhoşluğuyla ucuz bir yiğitlik gösterisi içinde. Ve çoğunlukla birimini imhaya yatırıyor. Kendini sahte bir hava ile yaşatma derdinde. İlgili çözümlemelerde bahsettim, herhalde gördünüz: Bu arkadaşlarımızdan yıllardır ünlü bir komutan çıkamadı. Elinde her türlü güç var. Sistemli, planlı bir savaşımı neden düşmana dayatamadı? 5-10 kişilik kaybı gö-ze al, herhangi bir vilayete gir, o vilayetin altını üstüne getirebilirsin. Bir eylemde 50 kayıp verdiğimiz oldu, ama sonuç hiçte hakettiğimiz biçimde değil.
İyi bir dağ savaşımını veya 20 kaybı göze aldın mı, düşmanın bir tugayını rahatlıkla etkisizleştirebilirsin. Ama buna yatan bir kişi bile yok! Ben bu kişiliğe anadan piç doğmuş, piç büyümüş kişilik diyorum: En basit doğruyu uyguluyamıyor. Don Kişot gibi tepeye, karakola saldırıyor. İkisi de yanlıştır, oralar tepeden tırnağa düşmanın donandığı yerlerdir. Sen neden başka bir yere vuramıyorsun? Çünkü düşünmüyor, onun anlayışında doğru savaşma kararı yok.
Ana Karargah pratiğini de inceliyorsunuz; orada sıradan bir düzenleme gerçekten destanlar yaratabilirdi. Yiyeceklerini bile dağda saklamayı bilemediler ve hepsi aç kaldı. Hatta teknik araçlarını bile örgütleyemediler. Halbuki basitti. Bizim öngördüğümüz sisteme biraz anlayışla yaklaşsalar, değer verseler kendilerine de bir şey olmayacak ve çok rahat bir savaş da yürütecekler. Yapmıyorlar, neden? Çünkü ukala, çok bencil, yönetime, kolektivizme gelmeyen, aslında işi-gücü, derdi kendi egosu olan bir kişilik. Burada niyet önemli değil. Ben bilirim havası, yılların doğru olmayan örgüt, yönetim anlayışı sonucunda arkadaşlarımız zafer kazanılacak birçok tarihi çalışmayı yenilginin eşiğine getirdi.
Hangi bölgeye el atıyorsak bu böyle. Kızım, oğlum derdin nedir, diyorum, dinlemeye bile yanaşmıyorlar. Ama git karnını doyur, desem karnını doyuramayacak kadar da zavallı. Böyle olmaz ki! Ciddi ol diyorum, ciddiyet nerede?
Size fazla ezici yaklaşmak istemiyorum, ama işler ciddi. Bu yanıyla siz gerçekten ciddi olarak politik savaşa var mısınız, yok musunuz? Bu kadar sabır size yetmiyor mu, halen çocuk musunuz? Birbirinizle ilişki tarzınız benim tasvip edebileceğim tarzda olabilir mi? Halkla ilişki tarzınız, maddi değerlerle, yaratılan bazı kurumlara yaklaşımınız ne durumda?
Yanı başınızda hatalarınız yüzünden yoldaşlarınız şehit düşüyor yüreğiniz tınmıyor
Örnek vereyim: Görsel kurum diyorsunuz,15 Ağustos Atılımı gelmiş yaklaşmış, işledikleri konulara bakın! Laubalilik! Aylardır çizgimizin nasıl uygulanabileceğini anlatıyorum. Bu, yalnızca orada çalışan birkaç arkadaşın işi değil, hepiniz bu işlerden sorumlusunuz. Büyük bir savaş vermişiz, ama düşmanımızın uyguladığı askeri, yine şovenist programlarla karşılaştırıldığında bizimkilerin çapı neredeyse yüzde bir bile değil. Yani yürüttüğümüz savaşı bile kendi kurumlarımıza yansıtamıyoruz. Bu kadar dar, bu kadar üretkenlikten uzak bir durum. Halbuki 15 Ağustos Atılımı’nın kendisi bir ulusun yeniden yaratılışıdır. Onun toplumsal etkileri yüzyılları kuşatır. Onun toplum üzerindeki değişikliklerinden tutalım askeri, siyasi, diplomatik sonuçları ne kadardır? Bütün dünya bununla uğraşıyor, ama bizim sorumlularımız bunun farkında değil. Sanatçılarımıza, panelcilerimize bakın; nelerle uğraşıyorlar. Hatta habercilerimize bakın!
Ben bu arkadaşlarımızı suçlamak için söylemiyorum, çapları bu kadar. Ama büyük bir savaş verildiği ve bu işin pek de sıradan bir iş olmadığı açıktır. Diğer kurumlar daha da kötü. Bireycilikle adeta birbirlerini yiyip, tüketiyorlar. Neyi yaşayacaksın bireycilikle? Ucuz duygulara bakın, fare kemirmesi gibi birşey. Bunlara biz duygu mu diyeceğiz? Bir de bunu hak belliyorlar. Ben fare kemirmeciliğini nasıl hak olarak kabul edeceğim?
Çoğu bu anlamda kendi durumunu fark etmiyor bile. Bu konu da biraz trajiktir. Dünkü hitapta da biraz dile getirdim: Hasan Akdağ adına… Bu insanın dürüstlüğü, büyüklüğü şurada: Örgüt karşısında suçluluk konumunu anladığında bir özeleştiri, ama çok trajik bir özeleştiri veriyor. Aslında biz o çocuklara fazla birşey vermedik, onların hiçbir kusuru yok. Ama çok çarpıcı, öğretici bir yanı var; PKK’nin büyüklüğüne bir yanıt oluyor. Gerçeklerin doğru anlaşılması için yüreğiniz, vicdanınız varsa- üzerinde düşünmeniz gerektiğini söylüyorum. Biz bir şey vermedik, buna rağmen kendini ne kadar sorumlu hissediyor, hatasını ne kadar bağışlanmaz görüyor ve ne kadar kahramanca bir karşılık veriyor. Bunlar önemlidir ve birçok insanımız da böyledir. Bizim görevimiz bunlara ulaşmak, bunları eğitmek, örgütlemek, düşmana yöneltmek. Bunu yapıyor musunuz? Nerede!
Tabii bunlar yanlız sizin sorunlarınız değil, genelde yaşanan durumlar. Dağ parçası gibi bir yoldaşı yanı başında hatası yüzünden gidiyor, yüreği tınmıyor. En güzel bir değer yanı başında imhaya uğrayacak, vicdanı bile sarsılmıyor. Böyle bir sürü ucube durum var. Yine bir savaşı kazanabilecek fırsatı yakalıyor, değerlendirmiyor. Orada bile toptan bir halk hareketini zafere götürebilecek çok imkanlar olduğu halde, yüzde biri bile değerlendirilmiyor.
Bunun sorumlusu kim? Bunun sorumlusu, politikadaki, Önderlikteki sistematikliği yakalayamama, ona ulaşma gücü gösterememedir. Bunun yerine kendini dünyanın en akıllısı sanar. Bir düşünün, köylüleriniz kazandı mı? O halde siz ne kazanacaksınız? Kesinlikle arada şiddetli bir bağlantı var. Burada Önderlik inkarı da var, hem de en iyi niyetli, duygusal denilen bağlılıklar adına. Bu düzeyi aşmak istiyoruz. Hiçbir arkadaşımızın zoruna gitmesin, çözüm bunu aşmaktan geçiyor. Ve imkansız da değildir. Bunun dışında başka bir seçenek olsaydı, size sunmaya çalışırdım.
Toplantınıza kısaca bu biçimde değinmek istedim. Değişik bir yaklaşımdı, biraz uyarıcı ve doğrulara yaklaştırıcı olur diye düşünüyorum. Genel olarak Parti örgütlenmesi üzerine bu temelde, hatta daha da derinleştirerek durma ihtiyacı duyuyorum. VI. Kongre sürecimizi, daha yaratıcı kılarak gerçekleştirmeye çalışacağız. Bu sefer her zamankinden daha fazla başarılı olunabilir.