Biz bu durumu baştan itibaren değerlendirerek 2012’yi Kürdistan özgürlük mücadelesi açısından en büyük hamle ve kazanım yılı haline getirmeyi hedefledik. Ve bu doğrultuda da önemli bir çaba yürüttük. 2012 yılının en aktif hazırlıklı, planlı ve örgütlü gücü bizdik. Diğer güçlerin tıkanmış, çözümsüz konumda bulunmalarından da yararlanarak Ortadoğu’daki düğümü halklar lehine özgürlük ve demokrasi çizgisinde çözmek üzere büyük bir mücadele içine girdik. Bu mücadelede tam istediğimiz sonuca ulaşamadığımız açık. Kesinlikle doğru, etkili ve yeterli mücadele edebilseydik, gelişecek olan Kürdistan’a dayalı bir Ortadoğu Demokratik Devrimi olacaktı. Kürt sorununun demokratik çözümü temelinde Ortadoğu’daki tıkanmışlıkların önü açılacak, demokratik halk devrimleri gittikçe mayalanıp gelişim yaşayacaktı.
Bu konuda pratik tam Önderlik değerlendirmelerine ve plan, hedeflerimize uygun gelişmese de, yine de önemli bir mücadele yürütüp tarihi önemde kalıcı sonuçlar elde etmeyi başardık. Kuzey Kürdistan’da gelişen Devrimci Halk Savaşı düzeyiyle, Batı Kürdistan özgürlük devriminin ulaştığı düzey bunu net bir biçimde gösteriyor. Şimdi bu gelişmelere dayanarak 2013 yılında da bölgenin en aktif politik askeri gücü olma, özgürlük devrimini 2013 yılında da zengin tarz ve taktiklerle geliştirme şansına ve imkanına sahip bulunuyoruz. 35. PKK yılında bunu değerlendirerek 35 yaşın anlamına uygun bir büyük sonucu da almak istiyoruz. Fakat burada şu hususu bilmemiz gerekiyor: Artık 2012’nin o tıkanmış dengede olan durumu aşılmış bulunuyor. Özellikle ABD seçimlerinin yapılması ve Obama’nın yeniden ABD başkanı seçilmesi ardından giderek süreç yeni adımlarla karmaşık bir biçimde gelişme gösteriyor. Suriye üzerindeki arayışlar, diplomatik görüşmeler, ittifak kurmalar, çatışmaların yoğunluğu daha büyük askeri hazırlıklar, Türkiye’nin patriot füzeleri almasında görüldüğü gibi benzeri biçimlerde devam ediyor.
2012’de savaş düşük yoğunluklu olarak sadece Suriye’de, Kürdistan’daydı. Şimdi giderek Güney Kürdistan’a, Irak’a, İsrail-Filistin hattına yayılma gösteriyor. Aslında Suriye’de savaşamayanlar İsrail-Filistin hattında savaşı tırmandırır duruma düşüyorlar. Şu husus net bir biçimde gözüküyor: Taraflar Suriye üzerinde ve ona bağlı olarak Ortadoğu’da daha şiddetli bir savaşa girmekten korkuyorlar, çekiniyorlar. Özellikle küresel güçlerin yaklaşımı bunu gösteriyor. Bu bakımdan Suriye’de düşük yoğunluklu çatışma içerisinde sorunlara diplomatik siyasi yöntemlerle çözüm bulma çabasını sürdürüyorlar. Küresel ve bölgesel düzeyde çok yoğun ve kapsamlı bir diplomatik trafik yaşanıyor, derin bir mücadele sürüyor. Eğer bu yolla çözüm bulabilirlerse başta Suriye olmak üzere Ortadoğu sorunlarında bir uzlaşmaya varabilirlerse önümüzdeki süreç düşük yoğunluklu çatışmalar ortamında sorunların siyaset yoluyla çözüldüğü bir süreç olabilir. Fakat böyle bir çözüm bulunamazsa daha şiddetli savaşlar gündeme gelecektir. 2013 yılı başta Suriye olmak üzere bütün bölgede savaşın geliştirildiği bir döneme tanıklık edecektir. Eğer Suriye’de savaş derinleşirse, dış güçlerin müdahalesi ortaya çıkarsa bunun Irak’ı, İran’ı, Türkiye’yi de içine alarak bir bölgesel savaş haline geleceği tartışmasızdır. Bu durumda Kürdistan böyle bir savaşın merkezinde yer alacaktır.
Suriye’de yaşanan küresel bölgesel bir çatışmadır
Bu bakımdan bizim bütün olasılıkları dikkate alan bir yaklaşım içinde olmamız, diplomatik, siyasi çözüm durumuna göre Kürt halkının özgürlük iradesini temsil edecek bir siyasi duruş göstermek kadar ortaya çıkabilecek büyük bir bölgesel savaşta Kürt halkının varlığını ve özgürlüğünü savunacak bir askeri duruşa ve güce de sahip olmamız şarttır. Suriye üzerindeki çatışma durumu küresel ve bölgesel düzeyde yeni bir bloklaşmanın ortaya çıkmasını sağlamıştır. Aslında Suriye üzerindeki çatışma bir iç çatışma olmaktan çok küresel ve bölgesel bir çatışmayı ifade etmektedir. Küresel düzeyde çatışan taraflar; ABD ve Rusya olurken, bölgesel çatışma güçleri de; Türkiye ve İran öncülüğünde ortaya çıkmaktadır. Bütün güçler böyle bir bloklaşma, kutuplaşmaya göre kendi durumlarını ayarlar konuma gelmiştir. Pratikte bölgesel ve yerel güçler çatışıyor olsa da aslında esas çatışmayı belirleyen etken ABD-Rusya bloklaşmasıdır. Bugün Suriye ve Ortadoğu çatışması kesinlikle böyle bir küresel ve bölgesel blok düzeyine ulaşmıştır. Biz hareket olarak böyle bir bloklaşma içerisinde üçüncü gücü temsil ediyoruz, üçüncü bir stratejik duruş gösteriyoruz. Ne ABD ve Avrupa’nın geliştirdiği blok ne de Rusya’nın öncülük ettiği bloktan yanayız. Bölgesel düzeyde de Türkiye ve İran bloklaşmasının kesinlikle dışındayız. Bizimki halkların özgürlük ve demokrasi duruşunu ifade ediyor. Halkların özgürlük stratejisini temsil ediyoruz. Bu çerçevede herhangi bir blokun kuyruğuna takılmadığımız ve yana olmadığımız gibi, herhangi bir blokla da çatışamaya girmek istemiyoruz. Bu konuda stratejik olarak kendi bağımsız, özgür duruşumuzu sağladığımız gibi taktik açıdan taraflarla çatışmaya girmeyen, ama halkların demokratik devrimi için yararlanılacak taktik, ilişki ve diyalog içerisinde olmaktan kaçınmayan bir siyaset izliyoruz. Mevcut çelişkilerden yararlanmak kadar ilgili taraflarla gereksiz çatışmalardan kaçınıp halkların demokratik devrimine hizmet edecek ilişki ve ittifaklar geliştirmeye çalışmaktan geri durmuyoruz. Mevcut politik yaklaşım daha öncesinde ve özellikle 2012 yılında özgürlük hareketimize ve Kürt halkına büyük kazandırdı. Önümüzdeki süreçte de aynı politik duruşun daha çok kazandıracağına, Kürdistan özgürlük devrimini zafere ulaştıracağına inanıyoruz.
Bu konuda stratejik duruşumuzu üç ana unsur üzerine oturtuyoruz: Bir; doğru, tarafsız, bağımsız, özgürlük ve demokrasi çizgisinde bir siyaset yürütmek. Bunun dıştaki şekillenmesi mevcut kutuplaşmalar içerisinde yer almayıp üçüncü bir stratejik duruş olmayı göstermeyi, aynı zamanda hiçbir güç ve çevreyle gereksiz çatışmalar içerisine girmeden halkların demokratik devrim mücadelesini yararlandıracak ilişki ve ittifak çalışmasını yürütmeyi ifade ediyor. Bu çerçevede özellikle Kürt halkının iç içe yaşadığı komşu halklarla demokratik birlik çerçevesinde bir arada yaşamayı öngören stratejik ittifaklar kurmayı ifade ediyor. Bu Türkiye, Suriye, İran, Irak’ta yaşayan tüm halklar ve ideolojik, siyasi güçler açısından geçerli oluyor. Diğer yandan bu politikanın önemli bir boyutu, Kürtlerin ulusal demokratik birliğini tüm parçalarda ve Kürdistan genelinde esas almak oluyor. Bu anlamda hareket olarak şimdiye kadar ulusal demokratik çizgide Kürt birliğinden yana olduk, bu birliğin geliştirilmesi için büyük çaba harcadık. Buna zarar veren tutumlara karşı da duyarlı ve mücadele eder konumda olduk. Bundan sonra da tutumumuz bu çerçevede derinleşerek ve gelişerek sürecektir.
Üçüncü çizgi olma stratejik duruşunun oturduğu ikinci boyut; kendi özgücüne, Kürt halkının örgütlü gücüne dayanmak, güvenmek, onu açığa çıkartarak hareket etmektir. Bu anlamda demokratik toplum örgütlülüğünü geliştirebilmek için her türlü çabayı harcıyoruz. Demokratik Konfedaralizmi bütün parçalarda, tüm boyutlarıyla gençlik ve kadın hareketi öncülüğünde geliştirip, oturtabilmek, Kürt halkının özgür ve demokratik yaşamını Demokratik Konfedaralizm sistemi içinde sağlamak, halkın gücünü bu temelde açığa çıkartmak için her türlü çabayı sürdürüyoruz. Bizim temel güç kaynağımız halkımız oluyor, demokratik toplum örgütlülüğü oluyor. Dolayısıyla tamamen özgüce, halkın gücüne dayalı yaşayan, mücadele eden bir hareket konumunda bulunuyoruz. Bunu da şimdiye kadar bu temelde geliştirdik. Baştan beri PKK hareketi hep böyle şekillendi, son yıllarda bunu çok daha planlı, örgütlü, aktif hale getirdik. Önümüzdeki süreçte de bu çizgiyi devam ettireceğiz. Özgüce dayalı, halkın örgütlü gücü temelinde yaşayan ve savaşan, direnen bir güç olma özelliğimizi sürdüreceğiz.
Suriye’deki savaşın belirleyici gücü ABD ve Rusya’dır
Üçüncü boyut olarak da; tabii savunmanın toplum güvenliğinin önemini belirtmemiz gerekli. Doğru siyaset ve demokratik toplum örgütlülüğü temel güç kaynakları olmakla birlikte bunların güvenceye kavuşması, sağlam yürütülebilmesi, ayakta kalabilmesi de toplumsal savunmanın yapılmasına bağlı oluyor. Yani toplumun öz savunmasının örgütlü, eğitimli ve yeterli düzeyde geliştirilmesini gerekli kılıyor. Öz savunma olmadan bunu sağlayacak bir gerilla eğitimi, örgütlülüğü geliştirmeden Kürdistan’da ne siyaset yapma, ne de demokratik toplumu örgütleme imkanı bulunuyor. Bu gerçek her geçen gün kendini daha yakıcı bir biçimde gösteriyor. Bize silahlı savunmanın zamanın geçtiğini söyleyenler şimdi daha çok silaha sarılmak, güç örgütlemek zorunda kalıyorlar. Sözlerinin ne kadar hayali, gerçek dışı, aldatıcı olduğu şimdi çok daha net biçimde açığa çıkıyor, görülüyor. Bu bakımdan PKK hareketi olarak, Kürt halkı olarak bu konuda asla yanılmıyoruz, aldanmıyoruz. Baştan beri PKK’nin Kürdistan gerçeğinde açığa çıkardığı bir olgu oluyor ki bu temel duruşu hiçbir biçimde kaybedecek ya da zayıflatacak konuma kesinlikle girmeyiz. Bu bakımdan da toplumun güvenliğinin sağlanması, yani öz savunmasının örgütlendirilip geliştirilmesi tüm parçalarda halk savunma güçlerinin eğitilmiş, örgütlü, donanımlı, her türlü saldırıya, savaş durumuna göre Kürt halkını ve Kürdistan’ı savunacak konuma getirilmesi büyük önem arz ediyor. Bu çalışmaya önem veriyoruz, değer biçiyoruz. İlk defa gerilla bu temelde Kürdistan’ın tüm coğrafik alanlarına yayılmış ve mevzilenmiş bulunuyor. Gerçekten de bütün Kürdistan’ı kaplayan temel bir savunma gücü konumuna ulaşmış durumdadır. Bu konumda sadece PKK gerillası var, Halk Savunma Güçleri var. Ulusal güç olan, demokratik savunma gücü olan, Kürt varlığını ve özgürlüğünü bütün Kürdistan’da fedai çizgisinde koruyup savunan yegane güç halk savunma güçlerimiz oluyor. Bu gerçeği görmek, bu güçlerin eğitimini, örgütlenmesini önemsemek, görevlerini başaracak düzeyde güçlendirilmesi, büyütülmesi, donatılması için çalışmak da temel bir duruşumuz oluyor. Bu önümüzdeki süreçte de aynı çizgide, aynı yoğunlukta devam edecektir.
Bu üç temel boyutta gerekli eğitim, örgütlenme ve donanım çalışmalarını yürüttükçe mevcut koşullarda ister siyasi konum gelişsin, isterse bölgesel savaş tırmandırılsın, Kürt halkını ve Kürdistan’ı savunmak ve Kürt sorununun Kürt halkının özgürlüğü temelinde çözümünü sağlatmak kesinlikle mümkün olacaktır. Nereden bakarsak bakalım bütün koşullar bunu net bir biçimde gösteriyor, buna şans veriyor, imkan ve fırsat sunuyor. İlk defa belki de bu düzeyde Kürt sorununun Kürt halkının özgür iradesiyle çözmesinin dış koşulları ve yine özgürlük hareketimizle birlikte de iç koşulları aynı anda oluşmuş bulunuyor. Bu durumu değerlendirmek ve tarihi sonuç almak Önderliksel duruşumuzun, parti hareketimizin varlık gerekçesi, tarihsel rolü olarak önümüze çıkıyor. Bunu bu süreçte kesin sonuca götürmek, başarıya taşımak istiyoruz.
Bölgemiz Ortadoğu’da yaşanan III. Dünya Savaşı’nın genel mevzilenişi ve bizim bunda yer alışımız genel çerçevede böyle olmakla birlikte tabii ayrıntıda çok farklı, değişik, karmaşık durumlar da söz konusu. Özellikle yerel bazda çok karmaşık bir durum ve netsizlik söz konusudur. Örneğin Suriye’nin iç yapısı çok karmaşıktır; kim nedir, ne değildir, hangi güç kiminle ilişkili, neyi temsil ediyor belli bile değildir. Onlarca, belki de yüzlerce grup var, güç var. Karmakarışık bir durum yaşanıyor.
Böyle bir tarihi süreçte bütün çabamıza rağmen Kürdistan parçalarında ve Kürdistan genelinde ulusal demokratik birliği yaratmış olmaktan uzak bulunuyoruz. Bu konuda bazı adımlar atılmış olmakla birlikte Kürdistan Ulusal Kongresi toplanamamıştır. Dolayısıyla ulusal demokratik çizgide bu ortak yönetim ve savunma mevzilenmesi yaratılamamıştır. Eskisi gibi yoğun iç çatışmalı durum yaşanmasa da fakat güçlerin heba olmasına yol açan, zaman zaman çatışmalara götüren, parçalı, birliğe gelmeyen durumlar da devam etmektedir.
Yine hem Suriye içindeki savaş hem de İsrail-Filistin savaşının bölgesel ve uluslararası yansımaları gösteriyor ki küresel ve bölgesel bloklaşma her sorunda bir ve aynı değildir. Kendi içinde karmaşık politik durumlar ifade edebilmektedir. Örneğin İsrail-Filistin savaşında Türkiye-İran birlikte ve ABD-İsrail karşısında yer alıyor görünürken Suriye savaşında Türkiye-ABD birlikte İran-Suriye’ye karşı savaş konumunda bulunuyor. Ama dışımızdaki blokların çok güçlü ittifak halinde olmadıklarını, kendi içlerinde de önemli bir çelişki ve zaman zaman da çatışma durumunu yaşadıklarını da göstermektedir. Bu da dikkatle değerlendirmemizi gerektiren, bizim için avantaj ifade eden bir konum olmaktadır.
Bu çerçeveden baktığımızda Suriye savaşının ve ona dayalı Ortadoğu savaşının tırmanmasında belirleyici gücün ABD ve Rusya olduğunu ifade etmek gerekiyor. Bölgesel ve yerel güçler ne kadar çelişki ve çatışma içinde olurlarsa olsunlar belirleyici etkenin bu küresel güçler olduğu tartışmasızdır. O bakımdan bölgesel savaş mı yaşanacak yoksa düşük yoğunluklu savaş içerisinde siyasi diplomatik çözüm mü gelişecek, bunu ABD ve Rusya arasındaki pazarlıklar, diplomatik çalışmaların sonucu belirleyecektir. Bunu net bir biçimde görmek gereklidir. Bu noktada Rusya Suriye üzerinde Ortadoğu’daki gücünü koruma çabasını sürdürürken, ABD de Rusya’yla çatışmaya girmeden Suriye sorununu çözmek ve Tunus’tan Mısır’dan Libya’da gelişen bölgesel avantajını Ortadoğu’nun tümüne yayıp bu temelde Büyük Ortadoğu Projesi’ni sonuca götürmek istemektedir. Bu anlamda ABD-Rusya çelişki ve çatışmasının (Avrupa’yı ABD bloku içinde, Çin’i de Rusya bloku içinde görmek gerekir) bir yönüyle nereye varacağı, bir uzlaşmamı yoksa savaşa mı dönüşeceği henüz net değildir. Önümüzdeki süreç, özellikle 2013 yılı bu konuda bir somutlaşma ve netleşme süreci olacaktır.
Bölgenin en çok zorlanan sıkışan gücü AKP hükümeti ve TC yönetimi
Diğer yandan bölgenin hegomonik güçleri aslında ciddi bir zorlanmayı ve çıkmazı yaşar konumdadır. Hem İran’ın öncülük ettiği cephe bu konumda bulunuyor hem de Türkiye’nin öncülük ettiği cephe benzer konumdadır. Aslında İran 2012’de Suriye’nin yaşadığı zorlanmanın sonucunda umudunu önemli ölçüde kaybetmiş gibiydi. Fakat özellikle Suriye üzerinde küresel güçlerin anlaşamaması, dolayısıyla muhalefetin birleşememesi sonucunda Beşar Esad yönetiminin direnmede karar vermesi, bu tutumunun ömrünü uzatmasına yol açması İran cephesini yeniden umutlandırdı. Savaşı Irak-Lübnan-Filistin hattıyla birleştirerek Suriye savaşına daha çok sarılma gibi bir tutuma götürdü. İran bu anlamda ilk ölümü yırttıklarını düşünüyorlar. Kendi etkinliklerini bu çerçevede geliştireceklerini umut ediyorlar. Fakat bunun uzun vadeli olması, bölgeye egemen hale gelmesi mümkün değildir. Çünkü bu gerçekten de bölgenin 20. yüzyıl ulus devlet statükoculuğunun korunmasını ifade ediyor. Her ne kadar Beşar Esad yönetimi mevcut koşullarda ömrünü uzatmış bulunsa da bunun kalıcı olması mümkün değil. Savaşla olmazsa savaşsız yöntemlerle yine de bu yönetim önümüzdeki süreçte kesinlikle aşılacaktır. Bu bakımdan da İran cephesinin mevcut çizgiyi olduğu gibi koruması ve sürdürmesi mümkün değildir. Ya küresel güçlerle, ABD sistemiyle uzlaşarak değişim dönüşüm yaşayacak ya da çatışmayla aşılacaktır. Bunun nasıl olacağını da büyük oranda Suriye’deki gelişmeler belirleyecektir.
Diğer yandan Türkiye bloku her ne kadar sırtını ABD ve NATO’ya dayıyor olsa da bölgesel konumda çok daha zayıf ve zor durumu yaşamaktadır. Bir yönüyle mevcut bölgesel bloklaşma mezhep çelişki ve çatışmasını andırır hale gelmiş durumdadır. Bu çelişki ve çatışma şii ve sünni kutuplaşmasına giderek daha çok oturmaktadır. Bu da tarafları dar anlamda güçlendirse de bölgesel anlamda zayıflatmaktadır. Bundan en çok zorlanan güçlerden birisi Türkiye olmaktadır. Diğer yandan Türkiye mevcut bölgesel savaşta kendisini örnek alınacak model gibi sunmaya çalışmaktadır. Adeta blokların kendi üzerinde uzlaşmasını, özellikle ABD ve NATO blokunun Türkiye’yi esas alan siyaset izlemesini istemektedir. Bu da hem bölgesel çatışma gerçeğine ters düşmekte hem de ABD-NATO siyasetini daraltıcı, zayıflatıcı rol oynamaktadır. Bu bakımdan ABD ve Avrupa siyaseti Türkiye’nin ve AKP hükümetinin siyasal duruşuyla her bakımdan örtüşmemektedir, aralarında önemli bir çelişki ve çatışma konumu yaşanmaktadır.
Özellikle Önderlik ve PKK öncülüğünde gelişen Kürdistan özgürlük mücadelesinin Türkiye’nin faşist diktatöryal yapısını açığa çıkartarak Kürt sorununun çözümünü ve Türkiye’nin demokratik dönüşümünü dayatması Türkiye ve ABD-Avrupa arasındaki çelişkileri daha çok artırmaktadır. Küresel kapitalist sistem mevcut konumuyla Türkiye’nin uyguladığı soykırım statükosunu artık daha fazla taşıyamamakta, kaldıramamaktadır. Böyle yaparsa demokratik olma iddiası, herkese demokratikleşme çağrısı yapması boşa çıkmakta, gerçek dışı bir konum arz eder duruma düşmektedir. Bu da kürsel sistemi ciddi biçimde zorlamaktadır. Özellikle 2012 yılında İmralı’da, zindanda, Kürdistan’ın kentlerinde, kasabalarında ve dağda bütünlüklü olarak gelişen topyekun halk direnişi AKP hükümetinin maskesini düşürerek gerçek faşist şoven milliyetçi karakterini açığa çıkartıp bölgenin ulus devlet statükosunu en ileri düzeyde temsil eden diktatöryal bir güç olma gerçeğini herkese göstermiştir. Dikkat edilirse bölgesel bloklaşmada; İran-Türkiye bloklaşmasında ulus devlet diktatöryasını temsil etme ve ona karşıt olma gibi bir ayrım söz konusu değildir. İki statükocu ulus devlet gücü bölge üzerinde hegemonya kurmak üzere çelişki ve çatışma içindedir. Milliyetçi ideoloji, diktatöryal sistem ve faşist karakter bakımından birbirlerinden çok fazla farkları yoktur. Özellikle Kürt sorunu, Kürt halkının özgür ve demokratik talepleri karşısındaki tutumları bu iki gücün özelliklerinin birbirine çok yakın olduğunu net bir biçimde ortaya çıkartmış durumdadır.
Bir yandan 2012 hamlemizin Türk ordusunu işlemez kılması ABD-AKP hükümetini ciddi bir biçimde darbeleyerek politik planlarını, hesaplarını boşa çıkartıp başarısız kılması, diğer yandan AKP’nin maskesini düşürerek soykırımcı yüzünü açığa çıkartıp sistem tarafından taşınamaz hale getirmesi AKP’yi ciddi biçimde daralır, sıkışır, zorlanır bir konuma sokmuştur. Şimdi bölgenin en çok zorlanan, sıkışan gücü AKP hükümeti ve TC yönetimi olmaktadır. Bu nedenledir ki, hep dışa karşı saldırgan davranmakta, sorunları dışarıya atarak kendi içinde sorunlar yokmuş gibi göstermeye çalışmaktadır. Ancak böyle yapsa da AKP hükümeti hem Kürt halk direnişinin gücünü kıramayacağını anlamış hem de müttefikleriyle içine girmiş olduğu çelişki durumu onu ciddi bir biçimde korku, telaş içine sokmuş durumdadır. Nitekim Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan “sıra bize gelecek” diye adeta feryat etmektedir. Doğrudur, elbette sıra giderek TC’ye, onu olduğu gibi sürdürmeye çalışan, basit rötuşlarla toplumu ve kamuoyunu kandırarak faşist TC gerçeğini yaşatmak isteyen AKP’ye de gelecektir. TC ve AKP hükümeti ABD ve NATO sisteminin şımarık çocuğu değildir. Her istediğini sisteme kabul ettirecek, sistemi kendisi belirleyecek konumda bulunmamaktadır. Mevcut gelişmeler çerçevesinde sistemle içine düştüğü çelişki konumunu daha çok görmekte, bu çerçevede sistem desteğinden mahrum kalarak artık aşılma konumunu yaşayacağını hissetmektedir. İşte AKP’yi ve onun başkanı Tayyip Erdoğan’ı korkutan, büyük bir telaş içerisinde herkese saldırtan, adeta herkesi eleştirerek her yere akıl vermeye çalışan bir konuma düşürten gerçeklik budur. Dolayısıyla TC’nin mevcut oligarşik diktatöryal sisteminin iç dayanakları gittikçe yok olduğu gibi, dış ittifaklarından da istediği desteği alamayan, giderek onlarla çelişkileri derinleşen bir konum yaşanmaktadır. Bu da mevcut Türkiye yönetiminin tarihin en zayıf, en çelişkili konumunu yaşar hale gelmesine yol açmaktadır. 2012 yılında AKP hükümetinin yaşadığı gerçeklik bu olmuştur.
2013 yılında bu durum çok daha fazla derinleşerek devam edecektir. Bunun sonucundadır ki AKP’nin 12 Haziran 2011 seçimleri ardından geliştirmeye çalıştığı hem Kürt politikası, PKK’yi imha ve tasfiye planları boşa çıkmış hem de Suriye politikası Suriye’ye savaş açarak Beşar Esad’ı savaşla düşürme politikası boşa çıkmış, başarısız kalmıştır. Adeta inek sağar gibi tüm küresel güçler Türkiye’yi Suriye’yle çatışmalı hale getirip bu politikadan ekonomik siyasi kazanç sağlar bir durumu yakalamışlardır. Bu biçimiyle Türkiye kendisi çıkmaza giren, başkalarına hizmet eden bir jandarma, bir askeri güç konumuna düşürülmüştür. Bu konumdan çıkabilmesi mevcut politikalarla artık kesinlikle mümkün değildir. Ya uzlaşma yoluyla, reform yöntemiyle Türkiye demokratikleşecek, AKP hükümeti aşılacak ya da bölgede gelişecek savaş durumuna göre Türkiye sonunun ne olacağı belli olmayan, şimdiden kestirilemeyen bir çatışma ve savaş içine sürüklenecektir.
Gerilla öncülüğü tarihi bir fırsatı ele geçirmiş konumdadır
İşte bu noktada Önder Apo ve hareketimiz geliştirdiği özgürlük mücadelesiyle kendi sorunlarını kendi içinde çözüp, Kürt sorununun demokratik çözümünü ve Türkiye’nin demokratikleşmesini geliştirip böyle tehlikeli bir süreçten Türkiye’yi kurtarmayı istemektedir. Fakat şoven Türk milliyetçiliği küresel sermayeyle birleşmiş Kürt soykırımını öngören güçler kendi baskı ve sömürülerinin daralacağı bir gelişme olacağını değerlendirerek bu duruma karşı çıkıp, faşist özel savaşçı bir çizgide Türkiye’nin derinleşmesi için çaba harcamaktadırlar. İçte Kürt halkına karşı özel savaşı derinleştirme, dışta bölge halklarıyla çelişki ve savaş içinde olmayı artırmaya dönük bir politika izlemektedirler. Eğer hareketimizin ve halkımızın mücadelesi Türkiye’yi demokratik reformlarla dönüşüme uğratmayı başaramazsa Türkiye’nin tehlikeli bir savaş konumu içine sürükleneceği görülmektedir. İşte bu noktada yürüttüğümüz mücadele; Kürdistan özgürlük ve demokrasi mücadelesi Kürt halkının varlığını koruma, özgürlüğünü kazanma, özgür geleceğini sağlama, bu temelde Kürt sorununu çözme mücadelesi olduğu kadar, bölgede küresel güçlerin de içinde olduğu bir büyük savaşı önleme, başta Türkiye olmak üzere bölge devletlerinin halklara zarar verecek, küresel sermayeyi ve savaş tekellerini güçlendirecek bir büyük çatışma içine girmelerini engellemeye çalışmaktadır. Bu boyutuyla yürüttüğümüz mücadele Kürdistan özgürlük devrimi olduğu kadar aynı zamanda Türkiye’nin, İran’ın, Irak’ın, Suriye’nin tüm Ortadoğu’nun demokratik halk devrimleri olma özelliğine sahip bulunmaktadır. Kürdistan özgürlük devriminin bölgesel karakteri bu biçimde çok daha net ve somut bir tarzda açığa çıkmış bulunmaktadır.
Bu konuda Kürt halkının özgürlük iradesinde en küçük bir azalma olmadığı gibi tam tersine gelişen Devrimci Halk Savaşı’nın bu iradeyi daha da güçlendirme ve perçinleme konumu yaşanmaktadır. Halkımızın bu mücadeleye onay verdiği, şehitlere her gün binler ve on binler halinde sahip çıkmasıyla ve meydanlarda intikam çağrısı yapmasıyla kendini netçe göstermektedir. Bu bakımdan Kürdistan özgürlük devrimini başarıya götürme, Devrimci Halk Savaşı stratejisini hayata geçirmede Kürt halkının mevcut koşullarda isteminde ve gücünde bir azalma kesinlikle söz konusu değildir. Tam tersine bir güçlenme ve pekişmeden söz etmek gerekiyor. Mevcut durumuyla başta Kuzey ve Batı Kürdistan olmak üzere tüm Kürdistan’da ve yurtdışında Kürt halkı bilinçlendirilir, örgütlendirilir ve birleştirilir ise ister savaş olsun ister siyasi çözüm olsun bütün bu konumlarda Kürt halkının özgür iradesini temsil edecek bir duruşu ve mücadeleyi her koşulda yürütecek güce kesinlikle sahiptir. Halkın özgürlük arzusu, talebi durdurulamaz düzeydedir. Cesaret ve fedakarlığı sonsuzdur, potansiyeli büyüktür. Gerisi bunu örgütleyecek ve öncülük edecek güçlere kalmaktadır. Bu bakımdan hem sömürgeci faşist rejimin durumu itibariyle hem de Kürt halkının özgürlükçü duruşu konumu itibariyle süreci belirleyici olan özgürlük hareketimizin öncülük görevlerinin doğru ve başarılı bir biçimde yerine getirip getirmemesi olacaktır.
Eğer hareketimiz 2011 ve 2012 pratiğinin derslerini derinliğine çıkartır, hata ve eksikliklerini giderir, Devrimci Halk Savaşı’nı doğru bir tarz ve zengin başarılı taktiklerle hayata geçirir konuma kendini getirirse, bu durumda partimizin 35. yılı, yani 2013 yılı Kürdistan’ın tüm parçalarında özgürlüğü elde etme, Önder Apo’nun özgürleşme ve Ortadoğu’nun demokratikleşme yılı olacaktır. Bu gerçek şimdiden net bir biçimde görülmektedir. Bunun Kuzey Kürdistan’daki yolunun Devrimci Halk Savaşı’nın stratejisini doğru tarz ve taktiklerle geliştirip hayata geçirmek olduğu, benzer bir durumu Batı Kürdistan’daki özgürlük devriminde daha dikkatli bir biçimde yürütmeyi ifade ettiği açıktır. Aynı konum Güney ve Doğu Kürdistan açısından da geçerlidir. Mevcut haliyle Batı ve Kuzey Kürdistan’da gelişen devrimci direniş, Kürdistan’ın diğer parçalarını da Güney ve Doğu Kürdistan’ı da birebir etkilemekte ve onların da bir özgürlük ve demokrasi mücadelesi olmaktadır.
Bu noktada ifade ettiğimiz üç boyut üzerinde derinleşmek, Apocu ideolojik politik çizgi ve tarzı her alanda pratiğe doğru bir biçimde geçirmek sonucu belirleyici olacaktır. Doğru siyaset, demokratik toplumu örgütleme ve halkın özgücüne dayanma ve öz savunmayı geliştirip güçlendirme 2013 yılında her türlü tehlikeye karşı Kürt halkının varlığını korumak kadar özgürlüğünü elde etmesini sağlama özgürlük devrimini başarıya götürmede de temel rol oynayacaktır. İşte bu noktada temel politikalarımızı doğru anlama ve her cephede başarıyla uygulama hayati öneme sahiptir. Dikkat edilirse biz böyle bir konuma hareket olarak sahibiz. Küresel ve bölgesel koşullar özgürlük mücadelesini geliştirmemize büyük imkan, fırsat sunuyor. AKP hükümetinin içine düştüğü durum, özgürlük mücadelesini güçlü bir biçimde geliştirmemizin önünü açıyor. Kürt halkının özgürlük talepleri, bu anlamdaki büyük direnişi ve desteği her türlü mücadeleyi güçlü bir biçimde örgütleyip yürütmeye imkan veriyor. Gerisi öncüye kalıyor. Propaganda, örgütleme ve eylem çalışmalarını doğru politik çizgide, doğru tarz ve zengin taktiklerle başarılı yürütmeye kalıyor. Parti ve gerilla öncülüğünün rolünü doğru ve başarılı oynaması süreç açısından belirleyici rol oynayacak konumda bulunuyor.
İşte bu noktada gerilla öncülüğü tarihi bir fırsatı ele geçirmiş konumdadır. Bunu pratiğin zengin derslerini çıkartarak başarılı bir biçimde yerine getirme tarihi göreviyle yüz yüzedir. Bu görevi başarıyla yerine getirmek istiyoruz. Her bakımdan mücadeleyi örgütleyip başarıyla yürütmenin fırsat ve imkanlarına sahip bulunuyoruz. Özellikle 2012 yılı pratiğinin ortaya çıkardığı birikim eğer hata ve eksikliklerden ders çıkartılarak düzeltme sağlanırsa, 2013 yılında Batı Kürdistan’daki özgürlükçü gelişmelerin zafere gitmesi yanında Kuzey Kürdistan’da demokratik özerklik devrimini de zafere taşıyacaktır. Dolayısıyla bir bölgesel uzlaşma durumunda özgür Kürt iradesini bu sürece dayatıp onu temsil edecek, yine tersine bir bölgesel savaş çıkarsa da böyle bir savaş içerisinde Kürt halkının varlığını ve özgürlüğünü koruyacak bir savunma savaşını başarılı bir biçimde yürütecek bir güce, konuma kesinlikle sahiptir. Bu bakımdan zaferi elde edene kadar Devrimci Halk Savaşı stratejisi temelinde topyekun direnişi Kuzey Kürdistan’da sürdürme, Batı Kürdistan’daki özgürlük devrimini derinleştirerek kalıcı kılma, Güney Kürdistan’la dikkatli bir ilişki temelinde bu gelişmelerle çelişmeyen, çelişip çatışmayan ama onlarla mümkün olan en ileri düzeyde ittifak yapıp birbirini destekler konumu sürdüren düzeyi yakalayan, Doğu Kürdistan’da ise mevcut çatışmasızlık ortamından da yararlanarak konumumuzu her türlü olasılığı karşılayabilecek bir düzeyde tutan bir çalışmayı içinde bulunduğumuz süreçte etkili bir biçimde yürütmek temel görevimiz olmaktadır. Eğer parti ve gerilla öncülüğümüz bu görevleri başarıyla yerine getirir, Kürt halkının özgürlük iradesini ve talebini doğru bir biçimde örgütleyerek mücadeleye seferber ederse 2013 yılı, PKK’nin 35. yılı her türlü tehlike karşısında Kürt halkının güvencede yaşadığı hem de özgürlük devrimini parça parça da olsa birçok alanda zafere götürdüğü büyük bir özgürleşme yılı olacaktır.