İçinde yaşadığımız dünya gerçekliği gözler önündedir. Liberalizmin, küresel sermaye gücünü de arkasına alarak, halkları, toplumları ve insanlığı nasıl bir duruma düşürdüğünü anbean yaşamakta ve görmekteyiz. Kapitalist modernite, insanlığın geleceğini adeta körelten bir sisteme dönüşmüştür. Hegemonik sistem insanlığı ideolojisiz bırakarak, geleceğini karartmak istemektedir. İdeolojisiz, ütopyasız ve örgütsüz bir gelecek olmaz zaten. Makineleştirilmiş insanın eleştiri, sorgulama, değiştirme ve dönüştürme gücü ne olabilir ki! Yozlaşmış birey ve çürümüş toplum hedeflenmektedir. İdeolojik tekelleşme, sermayede tekelcilik, uluslararası askeri güç, uluslararası siyasi örgütlenme, bütün bunların hepsi sistemin insanlığı kuşatması, nefessiz ve soluksuz bırakmasıdır. Medya tekelciliği, bir ordu gibi insanlığa karşı savaşmaktadır. Kültürel başkalaşım, beyinsel sömürgecilik, ahlaki erozyon, ruhsal kurumuşluk, hegemonik sistemin tam da yaratmak istediği tablo olmaktadır.
Kapitalist modernitenin toplum, birey, çevre ve cins kırım politikaları en acımasız biçimde Ortadoğu da sürmektedir. Halklar için birer zenginlik olan farklı inanç, mezhep, dil, kültür ve uluslaşmalar çok ahlaksız bir biçimde kullanılmaktadır. İradesiz ve örgütsüz bırakılan halklar, çok usta ve sinsi bir biçimde birbirini boğazlayan çelişki ve çatışmalara zorlanmaktadır. Tarihte çokça görülen “böl-parçala-yönet” stratejisi, bugün Ortadoğu halklarına dayatılan neredeyse tek politika olmaktadır. Buna karşın halkların demokrasi ve özgürlük ekseninde, Ortadoğu halklar federasyonu esprisiyle mücadelelerini yükseltmekten başka bir seçenekleri bulunmamaktadır.
Tarihsel sürecin tarihsel örgütlülüğü ortak ve büyük olmak zorundadır
Türkiye ve Kürdistan, tarihsel, toplumsal, uluslararası hegemonik siyaset ve kapitalist moderniteden kaynaklı neredeyse tüm çelişki ve açmazların odak noktası haline gelmiştir. Demokratik uluslaşma sürecini kendi öz dinamikleriyle tamamlamayan bir Türkiye gerçekliğiyle yüz yüzeyiz. Oligarşik, milliyetçi, ırkçı ve faşist bir devlet yapılanması ve bunun hükmünü icra eden bir AKP iktidarı söz konusudur. Çözümünü en yakıcı bir biçimde dayatan, devasa bir Kürdistan, Kürt sorunu orta yerde durmaktadır. Birçok inanç ve etnik topluluklar; aleviler, Ezidiler, Ermeniler, Lazlar ve Çerkezler inkar edilerek kimlik hakları yok sayılmaktadır. Özgürlüklerini yaşayamayan bu topluluklar büyük bir baskı ve hak gaspı altında tutulmaktadır. İşçi ve emekçiler inanılmaz bir baskı ve sömürüye tabi tutulmakta; örgütlenme, yürüyüş ve eylem özgürlüğü adına hiçbir şeye sahip bulunmamaktadırlar. Kadın özgürlüğü şurada kalsın, dayatılan tam bir kölelik olmaktadır. Aydın, sanatçı, öğrenci, düşünen ve eleştiren, sorgulayan hiç kimseye hayat hakkı tanımamaktadır. Özgür medya ve eleştiren medya her gün baskılanmakta, tasfiye edilmektedir. Özetle AKP iktidarı ideoloji, siyaset, ekonomi, medya ve yargı alanında tam bir tekleşme ve tekkeleşmeye gitmiştir. Bunun anlamı, tek kelimeyle diktatörlüktür. AKP iktidarı, bugün sadece Türkiye ve Kürdistan halklarına karşı değil, aynı zamanda bölge halklarına karşı da bir hegemonik, işgalci politika izlemektedir. AKP bir imparatorluk, Erdoğan ise kendisini halifeliği sürdüren son Osmanlı Sultanı olarak görmektedir. Bütün bunları belirtmemizin nedeni, hayatın her alanında bu kadar tekleşen ve ceberut bir karakter sahibi olan AKP’nin, bir avuç kesim ve kendi yandaşları dışında hiç kimseye hak, eşitlik, demokrasi ve özgürlük adına ufak da olsa hiçbir şey vaat etmediğidir. Aynı şekilde kapitalist moderniteye ve onun azgın temsilcisi olarak tekelleşen AKP zihniyeti ve iktidarına karşı demokratik modernite paradigması temelinde, en geniş yelpazede bir demokrasi ve özgürlük mücadelesini geliştirmenin doğru ve anlamlı tek seçenek olduğu gerçekliğidir.
Fakat paradoks da şuradadır ki, tüm elverişli koşullara rağmen AKP iktidarı kendisini halen muhalefetsiz ve alternatifsiz görmektedir. CHP’den demokrasi ve özgürlük adına, iktidar ve düzen karşıtı muhalefet ve alternatif olmayı beklemek doğru ve mümkün olmadığına göre, olması gereken halklarımızın tüm sosyalist, devrimci ve demokratlarının ortak örgütlenme, ortak irade ve mücadele birlikteliğini geliştirerek gerçek alternatif olmasıdır.
Özgürlük hareketi ile demokrasi güçlerinin buluşması zafer değerindedir
Ortadoğu kaosunda boğdurulmak istenen halklarımızın direnişini demokratik muhtevayla ve birlik esprisiyle örgütlemek özgürlük seçeneği açısından vazgeçilmedir. Bunun içindir ki, küresel güçlerin hem jandarması hem de Truva atı rolünde olan AKP faşizmi karşısında birleşik bir direniş cephesi adım adım örülmektedir. Tam da bu nokta da Kürdistan özgürlük hareketinin tarihsel önemde bir rol ve misyon sahibi olduğunu görmek gerekmektedir.
Kürt özgürlük hareketi, kararlı ve dinamik olduğu kadar, rejimi temellerinden sarsan, adeta sıkboğaz edip seçeneksiz bırakan bir mücadele sahibidir. Bu mücadele tartışmasız olarak büyük bir moral güç, ciddi bir sinerji ve güven unsuru olmaktadır. Fakat TC sömürgeciliğinden ve AKP iktidarından zarar gören, çıkarları kesinlikle demokratik bir toplum ve özgür bir gelecekte olan birçok etnik ve inanç topluluğu, birçok sosyal kesim bulunmaktadır. Aynı şekilde rezerv ve potansiyelinin büyük ama yeterince ortaya çıkarılmadığı; var olanın da yeterince iradeleşip örgütlenmediği belirtilebilir. Ancak yine de mücadelede istekli ve iddialı olan sosyalist, devrimci ve demokratik güçlerin Kürt özgürlük hareketiyle birlikte ortak amaca doğru aynı mecrada mücadele birliğinde buluşmaları muhteşem bir gelişmeye yol açacaktır.
İşte, HDK böyle bir ihtiyaç ve zorunluluktan ortaya çıkan, halklarımızın ortak mücadele örgütü olmaktadır.
Aslında, HDK’nin örgütlenme çalışmaları yeni olmadığı gibi, bu noktaya da kolay gelinmemiştir. Türkiyeli ve Kürdistanlı sosyalist, devrimci, demokratik örgüt, parti ve şahsiyetlerin birlik ve ortak mücadelesi birçok tartışma, platform ve denemelerden sonra bu noktaya gelmiştir. Hemen belirtelim ki, ortak mücadele ve örgütlenme perspektifi Reber Apo’nun önemli bir projesi ve önerisi olarak gelişmiştir. Bunun için çatı partisi denemelerinden tutalım, birçok tartışma, platform ve arayışlara gidilmiştir. Öyle ki, bu minvalde neredeyse tüketilmeyen bir tartışma ve arayış, denenmeyen bir yöntem kalmamıştır. Bütün bunlar muazzam bir emek, iddia ve ısrar sonucu olmuştur. Netice itibariyle HDK gibi bir örgütlenme üzerinde ortaklaşma sağlanmış ve HDK’nin kuruluşuna bu temelde ulaşılmıştır.
HDK bugün çok sayıda parti ve örgütlerin, otuzu aşkın sivil toplum örgütü ve çok sayıda şahsiyetin içinde yer aldığı ve temsil edildiği bir oluşum düzeyini kazanmıştır. Bunda ısrar etmek ve sorumlu yaklaşmak kesinlikle olması gerekendir.
HDK stratejik bir örgütlenme olarak görülmelidir. Geçici mücadele ittifaklarıyla sınırlı kalıp, dönemsel ve taktiksel yaklaşmak en büyük yanlışlık olur. Stratejik olduğu kadar, her türlü kişisel, grupsal ve partisel çıkarların üstünde yaklaşmak gerekmektedir. Halklarımızın derinden ihtiyaç duyduğu böyle bir örgütlenmeye başka türlü yaklaşmak kesinlikle kabul edilebilir bir durum olmayacaktır. Denilebilir ki, HDK, Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin ve Kemal Pirlerin rüyasının gerçekleşmesidir. Halklarımız AKP’nin zulmüne karşı mücadele edecekse, bu topraklara gerçekten demokrasi ve özgürlük gelecekse, bunun yolu baskıya, sömürüye, cins ayrımcılığına ve her türden yok sayılmaya karşı olan tüm örgütlü ve örgütlü olmayan herkesin HDK içinde yer alarak mücadelenin yükseltilmesine omuz vermesinden geçmektedir. AKP’ye karşı gerçek anlamda bir muhalefet ve iktidar alternatifi ancak böyle ortaya çıkacağı açıktır.
Burada özellikle sol, sosyalist, devrimci güçlerin soruna gerçekten yüksek bir duyarlılıkla yaklaşması, tarih ve haklarımızın ortak geleceği karşısında sorumluluklarının gereğine uygun bir tutum sergilemesi büyük önem taşımaktadır. Bilinmektedir ki, hiçbir grup, örgüt ve parti, AKP zulmüne karşı tek başına bu tarihsel sorumluluğun gereklerini yerine getirebilecek durumda değildir. Zira unutmamak gerekir ki, oligarşik rejim, AKP iktidarı, gücünü esasen dağınık, yeterince örgütlenmeyen sol, sosyalist, devrimci, demokratik güçlerin bu mevcut durumundan almaktadır. Oysa AKP’ye karşı büyük bir toplumsal kesim, milyonlar hatta on milyonlar vardır. Hatta AKP’ye oy vermiş olan önemli bir kesim bile aydınlatılarak kazanılabilir. Bu anlamda rejime karşı bu büyük toplumsal kesim örgütlendirilmez ve ortak mücadele iradesi ortaya çıkarılmazsa, bunun vebali ve sorumluluğu hiç kuşkusuz tüm devrimci, sol ve sosyalist güçlerin olacaktır. Buna karşın HDK’nin rolünü oynamasıyla ise, Türkiye’de ve Kürdistan’da devrimsel önemde bir toplumsal hareketin gelişeceği ve bunun kısa sürede iktidar alternatifi durumuna geleceği kesindir; bunun hem güçlü bir zemini vardır hem de bu gerçekten mümkündür.
Kongre ve parti, demokratik uluslaşmanın ortak örgütlenmeleridirler
Tarihin öğretici derslerinin başında, mücadele edilen güce benzeşmenin kaybedişlerin esas sebebi olduğu gelmektedir. Farkını yaratmadan hiçbir kazanım kalıcı olamaz. Bunun için devletli sistemin alternatifi olarak toplumsal kültür ve onun çağdaş örgütlenme formu olan demokratik uluslaşma esas alınırsa tarihsel bir fark yaratılmış olunur. Toplumsal kültürü yok etme operasyonu olarak şekillenen kapitalizm ve onun en etkili silahı olan ulus devlet kültürü karşısında kendisini demokratik uluslaşma temelinde örgütleyen güçler gerçek bir özgürlük değeri kazanarak yenilmez hale gelirler. İşte HDK bu bilinç ve iddiayla ortaya çıkmış ve politik sahada kendisini bir partiyle de ifade etme kararlılığına ulaşmıştır.
HDK büyük emeklerle küçümsenmeyecek bir düzey yakalamıştır. Partileşme kararını zaten almış ve bu, Halkların Demokrasi Partisi biçimde somutluk kazanmıştır. Partileşmek için yapılan başvuru ile birlikte, HDP önümüzde ki aylarda Türkiye ve Kürdistan siyasal mücadelesinde resmen ve fiilen yer alacaktır.
Kongre ve parti, Türkiye’de bir ilk olmaktadır. Yani kongre ve partisi diyeceğiz buna. Kongre; fikir üreten, perspektif oluşturan, tüm toplumsal kesimleri bir araya getiren, halkın demokratik ve ortak iradesi olurken, kongre partisi ise, ülke yönetimini, siyasal iktidarı hedefleyen bir mücadele içerisinde olacaktır. Kongre ve kongre partisi, Türkiye’de ve Kürdistan’da tüm inanç ve etnik toplulukları, işçileri, emekçileri, işsizleri, kadınları, gençleri, aydın ve sanatçıları ekolojist ve feminist hareketlerden tutalım, düzenden hoşnutsuz, ezilen, sömürülen, baskı gören, hak gaspına uğrayan, ret ve inkar edilen herkesi ve tüm güçleri bir araya getirecek, örgütleyecek ve harekete geçirecektir. Bu anlamda demokratik uluslaşmanın ortak bir çizgide inşa edilmesini sağlayacaktır.
Kürt sorununun demokratik çözümünden tutalım, Türkiye toplumunun demokratikleşmesi ve halklarımızın kendi özgür geleceğini kendilerinin belirlemesi, kendi ortak mücadele ve demokratik iradesi olan HDK ve HDP’nin gerçek anlamda rolünü oynamasıyla yakından bağlantılıdır. Bu nedenle partisini de kuran HDK, haklarımızın birlik, mücadele ve ortak çatı örgütü olmaktadır. Bunda ısrarlı ve iddialı olmak ve mutlaka başarmak tarihsel bir görev ve sorumluluk olarak önümüzde durmaktadır.
HDK ve HDP daha şimdiden toplumda büyük bir etki, heyecan, moral ve beklenti yaratmıştır. Bu hareketin gelişeceği ve başaracağı kesindir.
Avrupa sahasında da ortak örgütlenerek gücümüze ivme kazandırabiliriz
Günümüz koşullarında başarılı bir örgütlenme çalışması yurtiçinde olduğu kadar yurtdışında da yapılabilir ve hatta buna vazgeçilmez gözüyle bakılabilir. Bu anlamda HDK ve HDP’nin yurtdışında ve özellikle de Avrupa’da örgütlenmek gibi bir sorumluluğu da bulunmaktadır. Hem yoğun bir diplomasi çalışmasını yürütmek hem de milyonları bulan Türkiyeli ve Kürdistanlıları ortak mücadelede bir araya getirmek, oldukça önemlidir.
Avrupa’da halklarımızın her kesiminden büyük bir potansiyel yaşamaktadır. Örneğin Kürt ya da Türk olsun, güçlü bir alevi potansiyelinin bulunduğu bilinmektedir. CHP gibi bir düzen partisinin alevi inancını halen bu kadar sömürmesi ve suiistimal etmesi kabul edilebilir bir durum değildir. Bu anlamada Avrupa’daki öncelikli görevlerin başında alevi topluluğunu mücadele ve devrim cephesinde örgütlemek gelmektedir. Benim alevim, senin alevin demeden ortak mücadele perspektifiyle hareket edilirse ortaya büyük bir güç çıkar. Aynı perspektifi tüm farklı inanç, kültür, diplomasi, örgütlenme, eylem ve basın çalışmalarına taşırdığımızda mücadelenin kazanacağı ivme devrimsel değerde olacaktır.
Yine, Türkiyeli ve Kürdistanlı tüm aydınların, sanatçıların, iş çevrelerinin ve demokrasi mücadelesine katkı yapabilecek herkesin kendi özgün ve genel örgütlülüğüne kavuşması HDK ve HDP çalışmalarına büyük güç katacaktır.
Tam bir yürek, akıl ve el birliğiyle, yine adeta seferberlik ruhuyla Avrupa’da AKP’nin kirli yüzünü açığa çıkarmak ve maskesini düşürmek, çok önemli bir çalışma ve mücadele biçimi olacaktır. Ayrıca Avrupalı aydın, akademisyen, yazar, sanatçı ve sivil toplum örgütlerinin desteğini HDK ve HDP mutlaka kazanmalıdır. Bu çalışmalar sayesinde dar sınırlar aşılmış olacağı gibi küresel saldırılara karşı küresel demokratik direniş mevzisi de örülmeye başlanacaktır.
Büyük iddiayla büyük amaçlar başarılabilir
Halklarımız tarihte belki de ilk kez, bu nitelikte önemli bir ortak mücadele örgütüne kavuşmuşlardır. Dar yaklaşımlara düşülmez ve demokratik uluslaşma perspektifiyle hareket edilirse sadece AKP karşısında değil kapitalist modernite karşısında da başarılı bir alternatif haline gelinebilir.
Kapitalizm gelişme ve büyüme evrelerini değil, en çürümüş dönemini yaşamaktadır. Toplum üzerindeki hakimiyetini eskisi kadar kolay sağlayamamaktadır. Çünkü karşısında uyanan, bilinçlenen ve eyleme geçen halklar gerçekliği bulunmaktadır. İnsanlığın evrensel birikimi ve mücadele deneyimlerini arkasına almış ve sistem sınırlarını aşmış olan bir hareketin iddiası da büyük olur. Elbette “kapitalizmi hemen yıkmak” gibi eskinin dogmatik ve sloganik kalıplarıyla değil, hem direnerek hem de alternatifini oluşturarak kapitalizmin halklarımız üzerindeki hegemonyasını kırabilir ve insanlık adına kalıcı özgürlüksel kazanımlara dönüştürebiliriz. Yeter ki temel dayanağımız toplumsal kültür zemini olsun, halktan kopuk, bireyci, dar ve grupsal yaklaşımlara düşülmesin, o zaman başarılmayacak hiçbir hedef olamaz.
Toplumsal kültür demek ortak örgütlenmeyi bilmek demektir. Toplumsal kültür zemininde, siyaseten güncel çözüm kabiliyetini sergilemek kadar gelecek vizyonu güçlü olan bir hareket haline gelinmemesi için hiçbir sebep yoktur. Tüm koşullar bu ortak hareketi, tarihsel öncülük misyonunu üstlenmeye davet etmektedir ve bunun başarılması her zamankinden daha çok mümkündür. Bunun için halka dayalı güçlü ve yaygın bir örgütlenmeye sahip olmakla birlikte siyasetin gerektirdiği havayı da yaratmak gerekir. Siyasetin sinerji yaratan havası için umut yüklü ve içerikli sözler, etkili hitabet ve gündemi belirleyen etkili sunumlar devrede olmalıdır. Bunun için, öncülük yapacak kadronun yetişeceği siyaset akademisi ihtiyaca yanıt olabilir.
Siyaset ve toplum biliminin öğrettiği en büyük hakikat, zihniyette kazanmadan hiçbir alanda kazanımın olamayacağıdır. Dolayısıyla ortak örgütlenmenin önemini, amacını, yöntemlerini herkese iyi kavratmak ve propagandayı ustalıklı tarzda yürütmek gerekir. Zihinlerde ve yüreklerde özgürlük aşkını ve başarı inancını umudunu çok güçlü canlandırmak başarının yarısını yaratmak demektir. Özcesi siyasetin tüm araçları etkili şekilde devreye konulmalıdır. Eğitimden propagandaya, toplantıdan mitinge, örgütlenmeden eyleme her alanda yürütülecek çalışmalar planlı programlı tarzda geliştirildiğinde etkisi ve sonuç alıcılığı tartışmasız olacaktır.
Ortak bir hareket örgütlemek ne kadar zorsa onu başarıya götürecek olan politikaları belirlemek de o kadar zor ve önemlidir. Çünkü algı, ihtiyaç, öncelik farkları ve daha birçok farklılık bir arada olacaktır. Zaten demokratik uluslaşmanın mantığı da farklılıkların ortak örgütlenmesine dayanmaktadır. Dolayısıyla farklılıkların bir dezavantaj olarak değil, toplumsal çeşitliliğin gereği olarak anlamlı bir şekilde karşılanması gerekir. Dar bir ideolojik partide değil hem kongre zemininde hem de siyasal partide buluşma gerçekleşmiştir. Bu tarz bir örgütlenmenin gerektirdiği ortak akıl ve planlamalara ulaşmak ve farklılıkları ortak çıkarlar temelinde örgütlemek demokrasinin de gereğidir. Aksi halde tüm farklılıklar kendisini farklı söylem ve farklı gündemlerle dayatır ki bu da ortak örgütlenme mantığını boşa çıkarır. Ortak gündemler etrafında harekete geçen örgütlü ve disiplinli bir gücün toplumsal etkileri ise, tarihsel kazanımlar yaratacak kadar büyük olur.
Tarih ile güncelin, yerel ile evrenselin, teori ile pratiğin, birey ile toplumun ortak dilini yakalayan bir öncülük, siyasette sadece gündemleri takip etmekle kalmaz, kendisi gündem yaratır ve bu sayede sonucun belirlenmesinde aktif öğe durumunda olur.
Bu temelde tarihten, toplumdan alınan güçle, direniş kültürü ve özgürlük ahlakıyla önümüzdeki görev ve sorumlulukların hakkını verebilir ve özgürlük tarihinin parçası haline gelebiliriz.