Özellikle günlerden beri, düşmanın 1 Ekim’den beri startını verdiği bu yeni süreci biz de Ortadoğu’dan çıkışımızla birlikte yeni bir sürece çevirmek için büyük bir hamle yürüyüşü halindeyiz. Bu yürüyüşümüz, bir halkın yürüşüdür. Bu, dar bir ulusal yürüyüş değil, uluslararası yürüyüştür. Nitekim bunun en parlak ifadesi çarpıcı bir biçimde hala etkileri, yansımaları dünyanın dikkatini çeken anlamlı ve şanlı Roma yürüyüşüdür. Roma’nın tarihine de yaraşır bir yürüyüştür. Her şeyden önce özel olarak tüm zorlukları göze alarak, her türlü fedakarlığı yaparak bu yürüyüşe katılan, gece gündüz demeden, yine soğuğa karşı ayakta günlerce bekleyerek bu yürüyüşe tarihi anlamını veren tüm halkımızı, tüm değerli dostlarımızı, İtalyan halkını ve dostlarını da bu vesileyle kutluyorum, selamlıyorum.
Yine bu süreçte en başta önderliksiz olamamanın acısıyla veya önderliğin tehlikede olduğu, hatta biraz da aşırıya yorumlayarak neredeyse önderliksiz yaşama gibi bir tehlikenin kapıya dayandığını hissederek, en değerli canlarını gerçekten kahramanca ateş topu haline getirerek tarihi rolünü oynayanları da büyük bir minnetle anıyorum ve yaralı olanlara da candan selamlarımı, sevgilerimle birlikte sağlıklarına kavuşmalarını ve gerçek bir mücadele kahramanı olarak tarihi yürüyüşlerine devam etmelerini diliyorum. Ve bu arada yine çok çeşitli nedenlerle yeniden ulusal harekete, insanlık hareketine katılan bütün yeni insanlarımızı bu katılışlarından dolayı kutluyor ve selamlıyorum. Yine Avrupa’ya, Roma’ya gelişimiz münasebetiyle şüphesiz başta İtalyan halkı olmak üzere ilgi duyan bütün Avrupalı dostlarımızı bu yıldönümü dolayısıyla kutluyorum, selamlıyorum.
Şuna her şeyden önce değinme gereği duydum; gerçekten büyük bir felaket hazırlanmak isteniliyordu. Kendi duygu dünyamı bu süreç içinde şunun için çok öz olarak dile getirmek isterim; bir halkın başsız kalmasının vahametini iliklerimize kadar duyduk. Bunu kendimiz, fiziki varlığımız için değil –ki bu hiç umurumuzda bile değildi– gerçekten milyonların bizzat ayağa kalkarak gösterdikleri; önderliksiz olamayız, yaşayamayız durumunu görünce bu en dayanılmaz acı karşısında sarsıldığımı belirtmek istiyorum. Soğukkanlılığımızı yitirmemekle birlikte hiçbir halkın bu duruma düşmemesi gerektiğini ve yine hiçbir halkın da yine böyle mazlum olmaması gerektiğini ve hatta ne kadar olağanüstü olursa olsun hiçbir kişinin böylesine bir duruma dayanamayacağını hissederek, ama yine de iğne ucu kadar bir imkan olursa halklarımız için değerlendireceğimi, en ufak bir sarsıntı geçirmeden, hatta ve hatta bu son şerefli bir ölüm gibi bir şey de olacaksa, biliyordum ki bu en rahat eylem biçimidir.
Önderi olmayan halk felakete sürüklenir
Tekrar vurguluyorum; inanılmaz bir yaşam bağlılığın ve gerçekten de yaşama aşk derecesinde olağanüstü bağlılığın en çok kendini hissettirdiği bu süreçte, tanıdığım en şerefli bir duygunun da hiçbir çare kalmadığında düşmanın alabildiğine ‘yakaladık, teslim alıyoruz, teslim almaya gidiyoruz’ dedikleri koşullar altında tek kelime düşman karşısında söylemeden, şahane bir ölüme gitmenin de şerefli bir eylem olduğunu düşündüm ve kendimi buna da oldukça hazırlamıştım. Ve kesinlikle bunda alınacak, üzülecek bir yan olmadığını belirtiyorum. Hatta bu kahraman direnişçilerimizin yanında bizim yaptığımızın o kadar ahım şahım olmadığını da kendime söylemek durumunda kalmıştım. Ama buna rağmen esas olarak endişem kendimiz için değil, sizin rolünüz içindi. Bir yandan partimiz içinde yıllardan beri oldukça zafere yakın çalışma imkanları verilmesine rağmen bu çalışma imkanlarını zafere dönüştüremeyen geri kadro yapımızın acıları, yarım işleri bizi zorlamıştı. Bunlar bizi çok sarstı. Ve bunların giderilmesinin her şeyden önemli ve öncelikli olduğunu, fırsat bulur bulmaz bunun gereklerini yerine getireceğimize birinci görev planında yer verdik. Yine özellikle halkımızın büyük beklentilerinin çok zor da olsa kesinlikle daha sağlam esaslara bağlanılarak, cevap olunması gerektiği, özgür yaşam imkanlarını bu kadar yakalamışken bunun yarım kalmaması, mutlaka kalıcı, sarsılmayan, düşmanın çılgınca hesaplarına yenilmeyen bir özgür halk hareketinin daimi sürmesi için yaşamak gerektiğini iliklerimize kadar hissetmiştik. Önderliksiz bir halk olmanın çok zor olacağını, felaket olacağını düşünmüştük. Ve bunu bütün yolları, yöntemleri deneyerek önümüzdeki süreçte kesinlikle gidererek ve bir daha zor durumlarda böyle bir halkı bırakmayarak yanıt vermek gerektiğini yine iliklerimize kadar hissettik. Bu göreve sahip çıkacağımızı kendimize bin defa and içme temelinde ve yine sıradan bir imkanı çok iyi değerlendirerek, her sözü, her adımı yerinde atarak geldik. İnanıyorum ki şimdiye kadar hep böyle atmaya çalıştık. Ama bundan sonra daha anlamlı ve başarılı bir biçimde böyle adımların sahibi olmaya kararlılığımız son derece gelişti demek durumundayım.
Bugünlerde kadınlarımızın, kızlarımızın ister açlık grevleriyle, ister yürüyüşleriyle aslında özünde özgür yaşam tutkularının büyük önem arz ettiğini, bu konuda yarım kalan işlerinin tamamlanmasının söz ve eylemlerinin geliştirilmesi gerektiğinin büyük önemini ve mutlaka tamamlanması, başarılması gerektiğini iliklerimize kadar hissederek, bundan sonra gerçekten bu yönlü özgürleşme çabalarımıza kesin başarı derecesinde bir yer vererek daha büyük başarıların ortaya çıkacağının heyecanı içinde de olduk ve bu konuda da özellikle özgür yaşam tutkularının başlı başına büyük bir kuvvet, büyük bir yaratıcılık olduğu olgularına da sonuna kadar ulaştık. Umarım bundan sonra güce de dönüştürürüz.
Düşmanın oldukça küçülen, hiçbir insani sınır tanımayan, yani otuz bin kişinin ölümünden ben sorumluymuşum gibi iddiaları… O kadar utanmaz ve yalancı ki, “sen bu toprakların bin yıldır sahibi olan halkları ne yaptın ey düşman” demek gerekiyor. Sen kendin diyorsun ‘ben 1070’de bilmem Malazgirt zaferiyle Anadolu’yu işgal ettim’. Peki binlerce yıldır bu toprakları kim tarıma açtı, kim uygarlığa açıldı, hangi dilleri vardı, hangi kültürleri vardı, hani o görkemli tarih eserleri, o Roma’nın güçlü tarih eserleri? Hala insan yanına gitti mi ürperir. Bu eserlerin sahipleri kimlerdi? Sen geldin bunları talan etmedin mi, sen geldin bunları işgal etmedin mi, sen geldin bunları yakıp yıkmadın mı? Büyüklük bunun neresinde, şeref bunun neresinde, anlı şanlı Türklük bunun neresinde? Sonuna kadar yakıp yıkmayı, sonuna kadar el koymayı, sonuna kadar işgal etmeyi şeref bileceksin, ama bin yılların en görkemli uygarlık eserlerinin sahiplerini ise katletmeyi, soykırıma uğratmayı hak bileceksin. Bunu nasıl böyle çılgınca insanlığa karşı, şimdi de sana can veren -kendi deyişleriyle bilmem iç elbiselerine kadar bağlı olduğun- Avrupa’ya bile kafa tutacaksın. Haklılık bunun neresinde, izan, şeref bunun neresinde? Sen kendini ne sanıyorsun! Bu topraklara emek verenlere hiç saygın olmayacak mı, bu uygarlığı yaratan halklara hiç saygın olmayacak mı? Hep öldürme, hep yok etmeyi kahramanlık sayacaksın. Yeter diyorum artık buna!
Sınır tanımaz bir çılgınlık gördük
Bu düşman şunu gördü benim şahsımda; ‘bu adam tarihi suçlarımızı yüzümüze vuracak. Avrupa’ya çıktı, orada biraz da teslim olmamış, aklına da, yüreğine de sahip Avrupa’ya anlatacak’ ve burada paniğe kapıldı. Ve bu son çılgınlığa girişecek. Türk halkı, Türk aydını biraz gerçekten kendine gelmeli. Ama düşmanın yaptığı küçüklüğüdür, bizim veya benim büyüklüğümü gösterir. Beni öldürebilir, bu hiçbir şekilde yok olduğumuzu göstermez. Ben şunu gördüm bu düşmanda; plan yapmış güya, Türkiye’yi satmış o efendilerine, bunun karşılığında iki yıldır benim kellemin peşinde. Şu zavallı Mesut’a bakın, yakalanınca çocuk gibi sahaya düşüp bayram ediyor. Başbakanlığı kurtaracakmış, bilmem neyi kurtaracakmış. İnsan bu kadar düşmez. Hani çok eleştirilir, ama Osmanlılar da savaşmışlardı, hatta Mustafa Kemal de savaşmıştı, Helen generali Tirokops’iyi esir de almıştı. Ama Tirokops’in ne bayrağını çiğnedi ne de bilmem işkence yaptı, geri bıraktı. Şimdi bunlar çok kemalist geçinir ama Mustafa Kemal’le de bunların alakası yok. Bunlar gerçekten çok düşmüşler, bunu gördük. Sınır tanımaz bir çılgınlık gördük. Dediğim gibi tarihle ilişkileri yok. Son mafya-çete-siyaset ilişkisiyle böyle bir takım oluşturmuşlar, bunun verdiği çılgınlıkla kurduğu dünya gitmesin elinden diye -çetelerin de belli bir kuralı vardır, onların da çok dışında- bu histeriyle üzerimize geldiler. Bu tabii bizi ürküttü, halkımızı ürküttü. Ama ne yapalım bir düşman türüdür; en gerici, en sınır tanımaz, en aşağılık bir düşman türüdür. Tekrar söylüyorum ne hakla halkların kaderini bu kadar yok edip hiçbir hak onlara tanımayacak? Şimdi bunu gördüm tabii bana göre çok büyük küçüklük. Ne kadar zarda zorda olsam da bu süreçte bende uyanan en büyük duygulardan birisi; insanlar büyük işler için yaşamalılar ve hatta mademki bir düşman seni bu kadar hedeflemiş, haksız ve acımasız o zaman sende de biraz şeref, onur varsa kolay yem olmamanın tedbirlerini alacaksın. İğne ucu kadar bir imkan, bir günlük zamanı iyi değerlendireceksin. Namus, şeref buradadır. Bunu göstermeyene saygımın olamayacağını ve yine ben yaşayacaksam bunun gereklerine göre yaşamam gerektiğini bin defa and içerek, bin defa insan olmanın, yani insan olmanın bir gereği olarak hissettim. Ve en önemlisi halkımız bunu derinliğine hissetti, sarsıldınız, büyük öfkeye bağlandınız ve kendinizi yaktınız. Bu büyük öfkeyi ve acınızı kendini yakarak değil de daha inanılmaz bir halk gücünü, yaratıcı bir örgütü yaratarak göstermenin zamanıdır diyorum. Benden daha çok bu fırsat elinizdedir, bu fırsatı gerçekten değerlendirmelisiniz. Acılarınızın, kin ve öfkenizin büyüklüğüne bağlı olarak -ki bu aynı zamanda zayıflığınızın bir sonucudur- onu güce dönüştürerek yanıtlamalısınız. Bunu derinden hissettim, bağlılığınızın böyle anlam bulmasının büyük önemini hem kendim için bilince çıkarttım, hem de bilince çıkardığımıza dair oldukça umutlandım. Bunun yanında kendi tarihimizi düşündüm; bu kadar direnmenin tecrübesine de dayanarak çok trajik, çok acılı bir tarih olduğunu gördüm. Her Kürt önderliğinin ya çok kötü bir teslimiyet -ki hala günümüzde bunların sahipleri belli- ya hızla darağacında biten bir ömür, ya vahşi katledilme… Tabii benim başıma en büyüğü getirilmek istenildi, yalnız bir bölgesel isyan gibi değil, uluslararası çapta çok amansız hazırlanmış bir komplo şebekesi içinde, nereye adım atıyorsak “yok” diyor. Bu Mesut Yılmaz aslında sanıyorum efendilerine dayanarak söylüyor onu, verdikleri söze göre herhalde konuşuyor; ‘orayı da tuttum, burayı da tuttum, hiçbir yer bulamayacak’. Bu da insanlık dışı bir durum, böyle savaşılmaz. Hiçbir düşman demez ‘bu dünyada senin gireceğin bir delik kalmamıştır’. Şimdi sen kimsin, Allah bile olsa günah işlemiş kullarına karşı bir affedilecek, sığınılacak yer bırakır. Bunlar bu kadar dinsiz, imansız, Allahsız bir kesim oluyor. Sanmıyorum başka yerde, başka tarihte böyle olsun. Ama böyle oldukları ortaya çıktı. En tehlikelisini bizim de başımıza getirmek istediler ve hala da istiyorlar.
Hiçbir şey bitmedi hatta yeni başlıyor
Burada sadece kendim için söylemiyorum, sizler için önemli. Dikkat ederseniz büyük bir bağlılık gösterdiniz, şimdi bu bağlılık bir kişiye bağlılık değildir. Bu kişiye aynı zamanda gösterilen bağlılık, sizin kendi şeref, onurunuza, kimliğinize, özgürlüğünüze gösterdiğiniz bağlılıktır. O halde sanki benim yerimde sizin için de girilecek bir delik bırakılmamıştır ve her an imha ile karşı karşıyasınız. Bunu hissetmenizi, bunu düşünmenizi önemle istemek durumundayım veya bu gerçeği bu vesileyle belirtmek durumundayım. Ve destek de budur. Belki siz bunu hala bilmiyorsunuz, tehlike size o kadar yaklaşmadı veya belki yaklaşmayacak da ama eğer tehlike ulusalsa, onursalsa, özgürlüksel, şerefselse o kadar yakınınızdadır. Odanızda bile sizi rahat bırakmaz. Bunu böyle bilmenizi önemle vurguluyorum. Ama bu her şey bitmiş anlamına gelir mi? hayır. Nasıl ki benim için her şey bitmemişse sizin için de her şey bitmemiştir. Tam tersine birçok şey yeni başlıyor. Ben buraya gelirken ne bir tecrübem vardı, ne bir ilişkim vardı. Vardıysa bile ufak, iyi kurulmuş bir-iki dostluk ilişkisiydi. Hiçbir şey yoktu. Kürdistan’a çıkışı yaparken de öyleydi, Ortadoğu’ya çıkış yaparken gerçekten tek bir ilişkim yoktu. İlişkim yanımdaki kuryemdi. Avrupa’ya çıkış da böyleydi. Sağlam, verdiği sözü yürütecek bir ilişki uğruna gelmedim. Mecburen başlamak zorundaydım bu yürüyüşe. İnancım vardı, kendime güvenim de vardı, çıkış yapmakta tereddüt etmedim. Dikkat edin kimseden rica minnetle bir şey istemem. Bir dostuma söylemişim; ne diyorsun güvenilebilir mi, güvenilemez mi? Davet çıkarmışlardır bazı dostlar, ben dostluğa inanırım, dostluğa güvenirim. Devletlerden daha çok dostlara güvenirim. Ve sağlam dost bildiklerime dayanarak adım atmaktan çekinmedim.
İnanıyorum ki devam edecektir. Biz sağlam basmışız ve sarsılmamacasına yürüyeceğiz de. Roma yürüyüşü devam edecektir. Bunu düşman böyle bilmeli ve bu çılgınlığından vazgeçmeli. Ne yoksul halkları, ne de Ortadoğu halklarını öyle efevari, kükreyerek sindiremez. Sonuç alamayacağını bilmelidir. Ama buna rağmen bizim kendimiz için çıkarmamız gereken derslerin temelinde, mademki bize bir karış bir toprak bırakmıyor, bizi başka şerefli milletlerin toprağında bile kıskaca almak istiyor, biz o zaman ne güne duruyoruz. Namus değildir yani, eğer bu düşmana karşı ben bir karış toprağımı bile sağlam tutamayacaksam, sağlam bir ilişkim, sağlam bir örgütüm olmayacaksa ben o zaman kaç paralık adamım yani. Ve hepinizin böyle düşünmesinin mutlaka gerekli olduğunu, kendinizi yakacağınıza, kendinizi böyle mahvedeceğinize, ayakları yere basmak, sağlam ilişkilere, sağlam bilince, sağlam dostlara, sağlam örgütlere sahip olmak şerefin, namusun tek izahıdır. Bunun dışında her şey yalan.
Zamanın kıymetinin çok iyi bilinmesi gerektiğini, hatta özgür zamanın, özgür günlerin kıymetini çok iyi bilmenin gerektiğini size belirtmek durumundayım. Çünkü ben çok kısa bir süre içinde tek yaşamanın çok zor bir yaşam tarzı olduğunu, her ne kadar kendimle konuşsam, kendimle derin derin düşünsem, gücüme güç katsam da insanlarla ilişkide olmanın, özgür olmanın çok büyük bir değer olduğunu, bunun kıymetini çok iyi bilmeniz gerektiğini söylüyorum. İlişkilerden sıkılmayın, ilişkileri anlamlı kılın, ilişkileri çelikten halatlar haline getirin. Bu diğer her şeyden daha öncelikli gelir.
Kaldı ki tarihten bahsetmiştim. Şimdi bu tarihi artık tersine çevirme gereği duyuyorum. Zaten bu kadar yaşama tutkuyla bağlı olmamın bir nedeni de bu tarihi tersine çevirmek. Şimdi bu tarihi tersine çeviremezsek bütün yüzyıllardan beri amansız katliamların kurbanı olmuş insanların acılarını hiçbir zaman dindiremeyiz. Ve unutursak bizden rezili, bizden alçağı yoktur. Bir halk ne kadar düşerse düşsün bu acı tarihini mutlaka anlayabileceği kadar, duyabileceği kadar bugünlerde yaşayabilmelidir. Bunu sizler de görüyorsunuz. Ama bu yürüyüşü bunu tersine çevirmek, yenilmeyen bir tarihe, acılarını, öfkelerini bilinçlendiren bir tarihi yürüyüşe, her türlü acı yenilgiye, darağaçlarına teslimiyete kapalı bir yürüyüşe mutlaka çevirmeniz her şeyden önce gelir. Kendim de bu yürüyüşün başındayım. En ufacık imkanlarla birlikte bu yürüyüşü düzenleyeceğim. Ama sizlerin de gerçekten bu 21. yılın başlangıcının bir şans olduğunu bilerek, yaşınız başınız ne olursa olsun, bu yeniden girişi bir şans olarak değerlendirmenizi ve hakkını vermeniz gerektiğini önemle belirtiyorum. Partimizin içinde bunlar olacak. Ülkemizin dağlarında da insanlar iyi direnecekler, ama halkımız olarak dünyanın neresinde olursanız olun oldukça yepyeni özgürlük yolunda bir halk olmanın kıvancıyla, bunun gerekli bilinciyle, sürekliliğiyle kendinizi ileriye taşırmalısınız. Ta ki bu acılar, bu lanetli tarih, bu acımasız düşman bu kadar haksız, acımasız, çirkin bir şekilde halkımızın üzerine gelmesin. Bunun başka bir ilacı yok. Ancak özgürlük yürüyüşüyle, başarı yürüyüşüyle düşmanın kabul edilemez bu çılgınlığına karşı gereken cevabı verebilirsiniz.
20 yılda bir çocuk büyür bir delikanlı olur ve yirminci yılında her türlü yürüyüşü yapar. Ne kadar da çocuk da olsanız, bilinçsiz de olsanız, bu 20 yıllık tarihte büyüdünüz, gürbüz delikanlı haline geldiniz. Artık çocuk bir halkı değil, oldukça delikanlı ve hatta olgunluğa doğru seyreden genç bir halkı temsil ediyorsunuz. Yürüyüşünüz bu gençlikle orantılı olmak zorundadır. Çocukluğu bırakın, olgunluğun gereklerini yerine getiren bir yürüyüşün sahibi olun. Partiden bu temelde öğrenmelisiniz. 20 yıl bize ne öğretiyor? En önemlisi de bu yıl. Bu partiye çok şey verdiniz, en değerli kızlarınızı ve oğullarınızı verdiniz. Bunlar toprağın altına girmişlerdir. Ve bu özgür yaşam içindir, ama dersleri var. Onları kendinize mal etmelisiniz. Büyük kahraman şehitler ordusunu mutlaka yaşlı-genç, kadın-erkek, çoluk çocuk hepiniz kendinize nakşetmek durumundasınız. PKK budur. 20 yıllık PKK’yi belki de size tam olarak veremedik, ama siz alabilirsiniz. İşte kitaplar var, işte şehitlerin kendileri, işte düşmanın kendisi bu yılın nasıl öğrenilmesi gerektiğini söylüyor. Eğer bu PKK’yi, 20 yıllık PKK’yi alırsanız kendiniz için bugünlerde hem şerefli yeriniz vardır, hem de hiçbir düşman bu şerefinizi elinizden alamaz. Ama öğreneceksiniz, örgütleneceksiniz, yorulacaksınız. Buna göre hakkını vereceksiniz. Ben de, PKK’liler de çalışsın ama artık yük omuzunuzda, çok sık acı çekiyorsunuz. Kadrolardan daha duyarlı bir haldesiniz. Hatta onlardan daha iyi de yapabilirsiniz. Ben yine yapacağımı yaparım, ama dönem artık kendi özgücüyle yürüyebilen bir halk durumuna gelmenizi gerektiriyor. Öyle olmasa bu acıya ben nasıl dayanacağım diye kendimi yaşatamıyorum. Nasıl yaşatacağım? Milyonlar bana bağlanmış, benim de kaderim şurada burada, bilmem bir kişinin elinde. İki kişi bilmem şu devletin adına beni şöyle de böyle de yapabilir. Onun için diyorum acı çok büyüktür. Bu öyle bilimsellikle aşılmıyor. Dünya böyle bir dünya değil. Yine yaşayacağım, dayanacağım ama bu acılara bir daha düşmemeniz için. Bir kişiye bu kadar bağlı olmanın acılarına bir daha düşmemeniz için diyeceğim “ne siz beni gördünüz, ne ben sizi gördüm”. Bir anlamda böyle. Ama şerefle onurla yürüyecek gücü gösterirseniz buna en çok ben memnun olurum.
Kürtler bu toprakların en eski halkıdır
Bunun yanında Avrupa’ya geldik, gelmem gerekliydi. Aslında düşman en kritik dönemde üzerimize geldiğinde, bana göre çareler tükenmez, panik içinde kalmak veya ‘her şey elden gidiyor’, ‘gelmezse de rahatım’, böyle bir durumumuz yoktu. Nereye gidersek bir hamlenin yolunu açabiliriz. Ama bu seferki gelişi gerçekten büyük bir fırsata, büyük bir şansa dönüştürüyoruz. Şimdiden bunun en önemli adımları atılmıştır. Karşımızdaki gerçeklik kendi kurallarıyla, kendi yasalarıyla, kendi siyasetiyle yürüyor. Bunlara dikkat edeceğim, dikkat etmek zorundayım. Hatta en uygar bir biçimde dikkat edeceğim. Kendimi anlatacağım, sizleri anlatacağım, tarihi anlatacağım, acıyı, zulmü anlatacağım, artık gücüm ne kadar yeterse. Bu vesileyle sadece ben değil, tüm aydınları, tüm enternasyonal yoldaşları da gerçekleri anlatmaya çağırıyorum. Belki istediğimizi, anlatmak istediğimizi tam anlatamayız. Özellikle halklar adına anlatmak istediğimiz çok şey var. Bu kesinlikle benim meselem değildir. Zaten dünya belki de hiç kimseye nasip olmayacak kadar beni tanıdı, tanıttı da. Sizleri tanıtmak gerekiyor, siz halkı; haksızlığa uğramış halkımı tanıtmam gerekiyor. Bunun için hepinizi, dostları yardıma çağırıyorum. Bütün uluslardan enternasyonal yoldaşları, güçleri yardıma çağırmak durumundayım. Onlarla birlikte bu hamleyi yapacağız. İnanıyorum yani Avrupalıların içinde halkımıza yararlı olan kesimler var, onlarla konuşacağız. Güce, kuvvete dönüştüreceğiz, barışa, halk demokrasisine dönüştüreceğiz. Bunun için elimizden geleni yapacağız. Ama peşinen şu kadarını yapacağız diyemem. Çünkü her şey benim elimde değil, ama elimden gelebilecek her şeyin en mükemmelini göstermekte de tereddüt etmeyeceğim. Elimden geleni yeni bir hamle ruhuyla, akıllılıkla, daha çok da kendileri için, amaçları, özlemleri için, daha yüksek bir tempoyla yerine getirmeye çağırıyorum.
Yine son bir kez de Türk halkına bir çağrıda bulunmak istiyorum. Hiçbir halk kendi egemenlerinin elinde böyle kötü bir duruma düşmemeli. Bile bile bu kadar haksızlık karşısında bir halk seyirci kalmaz, onay vermez, vermemelidir. Ve en kötüsü de hiçbir savaş geleneğinde olmayan ahlak, kural dışı yöntemlere başvurarak bir kişiyi hedeflemiş, bir kişi için ittifaklar kurmuş, bütün Türkiye’yi bunun için satmış hem de gizli ve kirli bir biçimde. Bu kabul edilmez, buna sessiz kalınamaz. İşte Mesut, mafyayla ilişkisinden dolayı düştü. Bütün bunların hepsi bir kişinin kellesi için. Türk halkı, hatta ulusu bilemiyorum benim kellemle ne kazanacak. Otuz bin kişi hikayesi var, resmi rakamlar var. 20 bin gerillayı öldürdük diyen Olağanüstü Hal Valiliği’dir. Biraz vicdan, biraz gerçeklere saygı. Dört bin köyü -ki kendileri söylüyor resmi rakamdır- boşaltan kim? Beş bin faili meçhul cinayet var, bu cinayetleri işleyen kim? Çeteler belli değil mi, resmi raporlarda bunlar açık değil mi? Ortada ekonomiye bakın, sosyal yaşama bakın. Tanınmaz hale getiren kimdir? Yaşamlarına bakın, hiç çalışmadan kazananlara bakın, öldürdükleri askerlere bakın, kendi çocuklarına bakın bu egemenlerin. Bunlar kim?
Türk halkı, aydınlar biraz düşünmeli ve mümkünse biraz adalete gelmeliler. Böyle çılgınca bir şovenizme bayrak sallamanın insanlık onuruyla hiçbir alakası yok. Varsa bir Türklük şerefi onunla da alakası yok.
Biz Türkiye’den ne istiyoruz? Türk halkıyla ne yapmak istiyoruz?
Bu toprakların en eski halkıdır Kürtler. İlk bu toprakları tarıma açan, hayvanları evcilleştiren bir halkız. İnsanlığa hizmet eden en eski bir halkız. Kimseye zarar vermemiş, kimseye işgal, talan dayatmamış bir halkız. Tamam geldiniz, vurdunuz, bey, paşa, vali oldunuz, bunlar da sizin olsun. Ama neden bir halkın kimliğini yok ediyorsunuz? Son ulusal varlık ne varsa onu da ortadan kaldırmak istiyorsunuz? Ve yetinmiyorsunuz. Benim bütün yaptığım “yahu bu halkın bir varlığı, adı var, mümkünse biraz şeref, haysiyeti yoksa var edilmeli” bunu söyledim. Siz bunu duymuyorsunuz. Bundan başka da bir şey yaptık mı? Biz bu işe kitapla başlamadık mı? Felsefeyle, siyasetle başlamadık mı? Elimde benim önce topum-tüfeğim var mıydı? Sözle başlamadık mı? Sizde hiç din, iman yok mu? İnsanlıkla gerçek bağlar yok mu? Tepeden tırnağa silahlanan, “dünyanın en büyük ordusuyuz” diyen siz değil miydiniz her gün? “ABD bizimle silah ve teknik güce sahibiz” diyen siz değil misiniz? Ve bu kadar üstün silah gücü olan en çok vurmaz mı? Ve siz vurmadınız mı? Bunları bilmiyor musunuz? Bizim elimizde silah var mı tek tük basit silahlardan başka? Bunlar da savunma silahı değil mi? Şimdi tüm bunların hepsi ortadayken cinayetlerin, katliamların, tarihin… Neden böyle çılgınlaşıyorsunuz? Beni otuzbin kişinin katili diye adlandırmaktan utanmıyormusunuz? Yani gerçekten bu yüzden Türk halkından utanıyorum demeyeceğim, ama kendi egemenlerinden o kadar utanıyor ve onları o kadar çirkin görüyorum ki… Açık söyleyeyim, yarın kuvvet bizim elimize geçse, o güvendiğiniz ittifakları biz de kursak, peki sizin haliniz ne olacak? Kim size sahip çıkacak? Ve mezarından çıkan halklar, jenoside uğramış, insan hakları elinden alınmışlar, tüm faili meçhul öldürülmüşler, yoksul düşürdüğünüz tüm insanlar ayağa kalksa üzerinize gelse, yine bayrağı sallayacak mısınız, yine sokaklardaki o çılgınlığı yapacak mısınız? O zaman kaçacak delik değil, içine girecek hiçbir yer bulamayacaksınız. İnsanlığın içinde tek saygıdeğer bir kelimeye bile layık olmayacak kadar hastalıklı bir kimlik sahibi olduğunuzu göreceksiniz. İşte bu acı sondan kurtulmanız için diyorum ki, sadece istediğimiz bu topraklarda binlerce yıldır doğup büyümüşüz, niye bize o kadar saldırıyorsunuz? Önce biz vardık bu topraklarda, siz sonradan geldiniz. Haydi alabildiğiniz yeri de sürün, gelin yeniden kardeşçe bir yaşamı düzenleyelim. Zorbalık, silah sizde diye sonuna kadar yok etmeyi siz hak mı biliyorsunuz? Kahramanlık bu mudur? Bu kahramanlık değil, en kanlı iştir. Bunu bırakın diyorum size. Ama bir büyük yalanla peşime düşüyorsunuz ve alkış çalıyorsunuz buna. Sayı az olabilir, ama bazıları da suskundur. Hz. Ali de “suskunlar da saldıranların suç ortağıdır” der. Onun için hepinize sesleniyorum, Türk aydınlarına da sesleniyorum. Sağına soluna bakın hepsi bayram ediyor, ‘son isyancı başı da düştü ve isyan da bitti’ diyorlar. Acıyla onların durumuna üzüldüm. Kendi adıma değil, onların adına üzüldüm. Benim düşmem gerçekten eğer sizin ruhunuzu rahat ettirmişse insanlık utansın derim. Düşmanı da olsa, Atatürk bile olsaydı böyle yapmazdı. Ne olurdu, düşmanı da olsa kaybettiği insanlar için üzüntü duyabilirdi. Ama siz yamyamlar ordusunu bile geçecek kadar kendinizden geçtiniz. Buna üzüldüm. O yüzden küçüldüğünüzü gördükçe yüzünüze bile bakamaz hale geldik. Bir halkı tanımak niye bu kadar zorunuza gidiyor. Bir halkla gerçekten kardeşçe yaşamak çok mu zor, neden bu kadar masadan kaçıyorsunuz? Bak ateşkes devam ediyor. Çok sevdiğiniz Türkiye’nin birliği bütünlüğü içinde, çok istediğiniz demokrasi adına, haydi gelin oturalım niye kaçıyorsunuz. Haydi silahlar sizin olsun, ordu sizin olsun. Kimlik hakkımızı verin, silahlar da bir tarafta olsun. Ama neredesiniz, masaya gelecek misiniz, nereye kadar daha kaçacaksınız? Bütün insanlığın önünde ve kurulacak olan Avrupa mahkemesinde bunları dile getireceğim, bu mahkemeyi kurduracağız. Ne yapılacaksa, bu hesabı gereklerine göre vereceğiz. Kim katildir, nasıl katildir onu anlatacağız. İnsanlık eğer düşmemişse herhalde adalet yerini bulacaktır. Ama biz esasen Avrupa adaleti, Avrupa mahkemesi değil, kendi halklarımızın mahkemesinde adaletin sağlanmasını istiyoruz. Türk halkı eğer gerçekten yaşamak istiyorsa biraz kendine gelmelidir. Bu çete hükümeti bitti, kurulacak yeni bir hükümet de dikkat etsin. Uyarımı yapıyorum; Avrupa’dan artık bu zulmü istedikleri gibi sürdürme iznini alamazlar. ABD, İsrail de yakında elinden gider, o kadar güvenmesinler. Daha fazla acılara yol açmak istemiyorlarsa, bir an önce kuracakları hükümet mi olur, kuracakları demokrasi mi olur gelsinler, fazla acılara yol açmadan bu işleri diyalogla tartışmaya açalım. Ve bunun başka bir yolu da yoktur. Devam ederlerse kuvveti biz toplayacağız. Burada önemli bir adım atılmıştır ve mevziler kazanılacaktır. Ortadoğu’da edindiğimiz mevziler duruyor. Bunlar ileride çalıştırılacaktır, ülkede de. Türkiye halkının bağrında da mevziler kazanılacaktır. Ve bu lanetliler tayfası gidecektir, bunun başka yolu yoktur. Benim ölümümle bu önlenemez. Benden bu kadar korkmakla bu korkuyu gideremezler. Aklın yolu, insanlığın yolu budur. Türk halkını da bir kez daha bunlar üzerinde düşünmeye, daha acılı bir savaşla her şeyi kaybetmektense onurunu kurtarmaya, halklarla eşit, barış içinde ve demokratik bir düzen içinde yaşamaya çağırıyorum.
Siz değerli halkımıza bu temelde partimizin 20. yılı ve 21. yıldönümü dolayısıyla seslenirken, dile getirdiğim gerçeklerin özü budur. Gösterdiğiniz bütün bağlılığa teşekkürlerimi belirtmek istiyorum. Çok çok bize ulaşmak isteyen, yürekten ulaşmak isteyenlere, daha büyük bir yürekle cevap vermek durumda olduğumu belirtiyorum. Özellikle bağrı yanık analara, genç kızlarımıza, o gösterdikleri büyük duyarlılığa hepsine tek tek saygı ve sevgilerimi yolluyorum. Gerçekten istediklerinden ve umduklarından daha fazla onların emrinde, hizmetinde bir insan olduğumu belirtmek istiyorum. Her insanın bir ömrü vardır, onu iyi değerlendirme sözüme bağlı olduğumu belirtmek istiyorum. Mühim olan bireyler değil veya bireyler rollerini en iyi oynamak durumunda derken onu da oynamaya çalışma sözümü yineliyorum. Ama kurumlar daha değerlidir, daha uzun ömürlüdür. PKK de en iyi kurumdur. Onun etrafında oluşan birçok kurum da değerlidir. Bizim için rönesanstır. En şerefli bir çağdır. Bu kurumların içinde kendinizi iyi bir yönetici, iyi bir sözcü, iyi bir yürütücü yapmanızı diliyorum.
Hepinizi bir kez daha saygıyla selamlarken geride bıraktığımız ve tarihimizin sayfalarına geçen bu çok önemli 45 günü, başta da büyük minnetle tekrar tekrar andığımız şehitlerin anısına adıyorum. Onların anısını daha büyük yaşatmak için gücüme güç katarak çalışma sözümü yeniliyorum. Yine büyük yürüyüşe kalkan, tüm halkımıza, dostlarımıza özel selamlarımı, şükranlarımı belirtiyorum.
İnanıyorum ki her zamankinden daha fazla PKK yürüyüşü zafer yürüyüşüdür, sosyalizm yürüyüşüdür, kardeşlik yürüyüşüdür!
Böylece bir kez daha 2000’li yıllara doğru elimizde özgürlüğün meşalesiyle daha fazla iradeli, daha fazla birliktelikle, ama mutlaka zafer tarzıyla yürüyeceğiz ve başaracağız.
27 Kasım 1998
Abdullah Öcalan