Öncelikle başta Önder Apo olmak üzere tüm yoldaşların, halkımızın ve dostlarımızın Newroz’unu kutluyorum. Ulusal kahramanlarımız Mazlum Doğan ve Mahsum Korkmaz şahsında tüm Newroz şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyorum.
Tarih olarak 2635. Newroz’un kutlandığı ifade ediliyor. Bu yıl da Newroz gerçekten anlamına uygun, özünü temsil eden düzeyde coşku, heyecan, umut içinde kutlanıyor. Dört parça Kurdistan’da ve yurtdışında Kürt halkı ve dostları, tüm ezilenler ayakta. Zindanda ve dağda özgürlük savaşçıları büyük bir heyecan içinde. Bu Newroz’u, Önderliksel çıkışımızın 50. yıldönümünde büyük bir coşku ve heyecan içinde yaşıyoruz.
Gerçekten Newroz yeni bir başlangıç, değerlendirme, tartışma, yeni bir kararlaşma oluyor. Özellikle de Türkiye’deki durum, Partimiz öncülüğünde yürütülen mücadele, Önder Apo’nun 25 yıldır İmralı işkence ve tecrit sistemi içindeki direnişinin hareketimiz ve halkımız üzerindeki etkileri bu Newroz’u her zamankinden daha güçlü ve anlamlı kılıyor. Daha ciddi bir başlangıç yapıyor. Bu herkesin değerlendirmesi ve temennisidir.
Herkes bu Newroz yılında daha büyük mücadele edip daha büyük kazanacağını değerlendiriyor. Bu Newroz’un Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüne, Kürt sorununun çözümüne, Türkiye’nin demokratikleşmesine vesile olmasını diliyoruz. “Newroz ateşiyle özgürlüğe yürüyoruz” şiarı temelinde kutlanıyor. “Her der Newroz, Her dem Azadî” şiarıyla tüm Kurdistan kentleri, kasabaları hatta köyleri, Kürtlerin bulunduğu her yer büyük coşku, umut ve heyecanın yaşandığı Newroz alanları haline getiriliyor. 8 Mart’la başlayan bu hareketlenme Newroz’da belli ki tarihin en önemli zirveleşmelerinden birini ortaya çıkardı. Bu 4 Nisan’dan 1 Mayıs’a taşınacak. Umut ediyor ve inanıyoruz ki Mayıs ortasında Kurdistan ve Türkiye’de köklü bir demokratik devrim ve değişim olacaktır.
Önder Apo, “yaptıklarımızın hepsi bir hazırlıktı, esas pratik bundan sonra gelecek, değişim ve dönüşüm bundan sonra yaşanacak” dedi. Umudumuz ve inancımız önümüzdeki Mayıs ortasında böyle büyük bir devrimci değişimin başlayacağı yönündedir. Birçok veri bunu net bir biçimde gösteriyor. Bunun gerçekleşmesi için imkan ve fırsat bulunuyor, hem de en ileri düzeyde.
Kuşkusuz, böyle bir durum mücadele istiyor, süreci doğru anlamayı, doğru yürütmeyi, yönetmeyi gerekli kılıyor. Bunu gerçekleştirdiğimiz ölçüde bu Newroz’la başlayan sürecin 2635 yıl öncesine benzer bir sonuç vereceğine, günümüzün zalim Dehaklarını yıkarak Kurdistan dağında yanan özgürlük ateşini bütün dünyaya yayacağına inanıyoruz. Büyük coşku, heyecan, umut her alanda kitlelerin binler, on binler, yüz binler hatta milyonlar halinde Newroz meydanlarını doldurması, söylediklerimizin bir temenni, hayal değil gerçekleşebilecek bir durum olduğunu bize net bir biçimde gösteriyor. Bu bakımdan gerçekten bu Newroz’da her şey daha güzel, daha heyecanlı, daha coşkulu. Şu açıkça ortaya çıkıyor ki Önder Apo’yla, PKK’yle, kadın özgürlük mücadelesiyle Newroz’lar çok daha güzel, çok daha anlamlı, çok daha umut ve heyecan verici. Önder Apo, “Newrozlaşan halk yarattık, her günü Newroz günü haline getirdik, özgürlük için umudun ve direnişin gerçekleştiği gün yaptık. Özgür geleceği umutla öngören bir bilinç ve irade yarattık” dedi. Bunların gerçekleştiği, pratikleştiği, yaşandığı gerçeği bu Newroz’da daha iyi görülüyor, daha çok anlaşılıyor. İnanıyoruz bu umut, coşku, heyecan artarak sürer, mücadeleye dönüşür ve büyük bir zaferin yaratıcısı olur.
Halkımız 50 yıldır özgürlük umudunu Newroz’larla yaşatmayı bilmiştir
Newroz zafer bayramı, aynı zamanda kahramanlık bayramı, büyük direniş, mücadele günü olduğu kadar büyük birlik, irade günü, aynı zamanda büyük bir zafer günü olmaktadır. Dolayısıyla bu Newroz tarihi anlamına uygun olarak günlere yayılmış bir biçimde büyük zaferin başlatıcısı oldu. İsteğimiz, temennimiz, umudumuz bu. Böyle bir umudu yeşertmek için de hareket ve halk olarak, tüm yoldaşlar topluluğu olarak Apocu çizgide kuşkusuz üzerimize düşen tüm görevleri başarıyla yerine getirmeye çalışacağız. Halkımızın bu umutlu, heyecanlı duruşunu örgütlü ve eylemli kılacağız, zafere taşıyacağız. Kırılmasına, dökülmesine kesinlikle meydan vermeyeceğiz. Bu kadar yıl özgürlük umudunu, iradesini Newroz’larla yaşatmayı bilmiş bir halkı eğitip örgütleyerek, doğru tarz ve taktiklerle mücadeleye yönlendirerek tarihi zaferi yaratan, büyük zafer yürüyüşlerinin öncüsü olan halk haline getirmeyi bileceğiz. Bu bizim andımız. Önderlik çıkışıyla halk olarak içtiğimiz anttır. Partileşmeyle, gerillalaşmayla, büyük kadın ve gençlik mücadeleleriyle 50 yıldır adım adım gerçekleştirdiğimiz ve bu 50. yıldönümünde de zirvede yaşadığımız bir kararlılık durumu, bir ant içme durumudur.
Bu Newroz’un bazı özellikleri var. Bir tanesi, 6 Şubat’ta Batı Kurdistan ve Çukurova’da tarihin en ağır depremlerinden birisinin yaşanmasıdır. Deprem ağır bir hasara yol açtı ve sonrasında yaşanan sel toplumsal yaşama zarar verdi. Bunların hem 8 Mart hem de Newroz etkinlikleri üzerinde belli bir etkisi oldu. Fakat şunu da gördük; yaşananların bilincine vararak bir daha öyle şeyler yaşanmaması için halk ve toplum olarak daha güçlü değerlendirme ve yeni bir irade oluşturma tutumu da var. Bu gelecek açısından oldukça önemli, umut verici.
Eğer doğru değerlendirilebilirse bu sonuca yol açan etkenler büyük ölçüde ortadan kaldırılabilir. Çünkü şu çok açıktır, felaket deprem ya da selden değil, bunların zarar vermesini engelleyecek şekilde bir yaşamın inşa edilmemesinden dolayıdır. Bu rantçı, savaşçı soygun düzeni toplum ve doğa değerlerini yağmalayarak hiçbir hesaba, kitaba gelmeyen tarzlar ortaya çıkardı. Yaşam tarzındaki felaketi bu yaratıyor. Böyle bir yaşam örgütlülüğünü de iktidar ve devletler yaratıyor. Neden yaratıyorlar? Bu sorunun cevabını biliyoruz. Çünkü çok anlaşılırdır, onların derdi toplumun zarar görmemesi değil, kârlarına kâr katmaktır.
Diğer yandan Kürt toplumuna karşı uyguladıkları soykırım savaşını daha da güçlendirmektir. Bunun dışında sömürgeci-soykırımcı devlet sisteminin başka bir amacı yok. Bu kesin. O halde şu çıkıyor ortaya; devletten bir şey beklenemez, devlet zaten başka türlü olmaz. Toplum ancak bilinçli, örgütlü olduğu ve kendi yaşamını özgürce demokratik bir biçimde örgütlediği zaman bu tür felaketlerin önünü alabilir. Gördük ki toplumumuz böyle bir bilinç ve örgütlülükte değil; birincisi doğal olayların zararını önleyecek şekilde yaşamını örgütlememiş. İkincisi ise, devletten medet bekliyor. Bu durumu devletin yarattığını bile bile “devlet bizi kurtarmıyor, bize yardım etmiyor” diye yakınıyor.
Deprem demokratik toplumun ne kadar zayıf olduğunu da gösterdi
Aslında deprem bazı gerçekleri ortaya çıkardı. Kurdistan’daki soykırımcı savaş gerçeğini en açık biçimde teşhir etti. AKP-MHP faşist diktatörlüğünün sömürücü, soyguncu, rantçı yüzünü ortaya koydu. TC’nin soykırımcı-sömürgeci yüzünü gösterdi. Bu açık! Fakat demokratik toplumun varlığının da ne kadar zayıf olduğunu, mücadelemizin toplumsal düzeyinin henüz ne kadar az olduğunu, toplumun hala kaderini iktidar ve devlet sistemine, yani celladına bağladığını da açıkça gösterdi.
Devlet, deprem ve sel felaketlerine bakarak AKP-MHP faşizminin, TC sömürgeci-soykırımcılığının ne olduğunu değerlendirelim, eleştirelim. Çünkü maskeleri düştü, gerçek yüzlerini gösterelim, teşhir edelim. Ama bu olay bir gerçeği daha gösterdi. Biz de toplumu eğitip örgütlemede çok zayıf ve geriyiz. Toplumun kaderi kendi elinde değil.
Demek ki toplum kendi bilinciyle, kendi örgütlülüğüyle kendi yaşamını yaratamıyor. Çok büyük oranda devletin egemenliği, denetimi altında. Kaderini devlete bağlamış. Adeta her şeyi ulus devletçi sisteme bağlı hale gelmiş. Özgür bilinç, demokratik yönetim, kendi yaşamı üzerinde, kendi kaderi üzerinde söz sahibi olmada çok zayıf, geri durumda. Aslında demokratik toplum, özgür birey denecek bir durum yok ortada. Hem fiili zayiat hem de devletten beklentiler, yakınma, sızlanma, ağlayıp durma bu gerçeği gösterdi.
Bu durumun suçlusu sömürgeci-soykırımcı devlet, AKP-MHP faşist diktatörlüğüdür. Fakat aynı zamanda bizim de aynamız olmaktadır. Bizim ne kadar doğru, yeterli, etkili mücadele yürüttüğümüzün, toplumu eğitip örgütlediğimizin, demokratik toplum haline getirdiğimizin de aynası. Sonuçlar gösterdi ki bu konuda çok zayıf ve gerideyiz.
Özgür birey ve demokratik toplum neredeyse yok denecek kadar az. Eğer deprem sonrası gösterilen yardımlaşma durumu da olmasaydı özgür birey ve demokratik toplum hiç kalmamış diyebilirdik. Mevcut yaşam tarzının deprem karşısındaki durumu net olarak bunu gösterdi. Fakat sonrasında gelişen dayanışma, paylaşma, yardımlaşma AKP-MHP’nin her türlü oyunla felaketi daha çok ağırlaştırma tutumuna karşı demokratik siyasetin, kadın ve gençlik örgütlerinin, bütün toplumsal kesimlerin çok ileri düzeyde bir yardımlaşma, paylaşım içerisine girmeleri bu durumu biraz düzeltti. Fakat şunu da gösterdi; demek ki çalışılırsa özgür birey ve demokratik toplum yaratmanın imkanları, fırsatları var. Toplumsal zemin buna açık.
Felaketten sonra bu yapılmayabilirdi, öncesinden yapılıp tedbir başta alınabilirdi. Ama dikkat edelim böyle olmadı. Neden? Sorumlusu biziz, yürüttüğümüz çalışmalar. Mücadelemizin özgür birey ve demokratik komün temelindeki demokratik toplum, demokratik ulus inşa çalışmalarımızın ne kadar zayıf, parçalı, geri düzeyde olduğunu ortaya koydu. Bunu da gördük. Başkalarını eleştirdiğimiz kadar bunun sorumluluğunu duyan bir öz eleştirel yaklaşımın da içindeyiz. Bu durumu, öz eleştirel yaklaşımı kuşkusuz daha da derinleştireceğiz. Derler ya bir musibet bin nasihatten iyidir. Yaşanmış olumsuzlukları gerçekten de bin nasihatten daha çok aklımızı başımıza getirecek sonuçlar, olaylar olarak değerlendirip bu temeldeki derin sorgulamayla, öz eleştirel yaklaşımla derslerini çıkartarak özgür bireyi, demokratik toplumu yaratma çalışmalarımızı daha örgütlü, planlı, daha güçlü kılacağız. Bu Newroz, bir de bu gerçeklerin bu biçimde açığa çıktığı ve bizim hareket olarak böyle bir kararlaşmayı yaşadığımız bir Newroz oluyor.
Önder Apo’yla başlayan yarım asırlık Newrozlaşma
Kuşkusuz, başta değerlendirmemiz gereken diğer bir yön Önderliksel çıkışın 50. yıldönümü olması durumudur. Yarım asır tamamlandı. Önder Apo’nun yarım asır önce başlattığı özgürlük yürüyüşü bugün Kurdistan’ın dört bir yanında, dünyanın her yerindeki Kürt halkının elinde büyük bir zafer yürüyüşü, büyük bir coşku ve heyecan haline gelmiş bulunuyor. Önder Apo’yla başlayan Newrozlaşma 51. yılına girerek ikinci yarım asra adım attı. Tabi Önderliksel çıkışın Newroz’la bağını, bu büyük mücadelenin öncüsü olan partimizin Newroz’la bağını bu vesileyle doğru anlamalı, iyi değerlendirmeliyiz.
Önder Apo boşuna “biz bu güne PKK’yle başlamadık” demedi. PKK’nin temellerini atmaya yönelirken ne yaşadığımızı, hangi günde bulunduğumuzu, böyle bir kararlılığa ulaştığımız zamanın tarihsel olarak derin anlamını biliyorduk. Öyle bir bilince sahiptik. Bizi PKK kararlaşmasına Newroz bilinci, iradesi, coşkusu, kararlılığı götürdü. Bu gayet açık ve anlaşılır bir durum. Böylece Önderliksel çıkış bir Newroz çıkışı oluyor. Önder Apo bir Newroz önderliği oluyor. PKK temelleri Newroz’da atılan bir Özgürlük Partisi oluyor. Bunlar dikkat edilirse tarihsel çıkış olarak da sabit bir durum. Bir değerlendirme değil, yorumlama değil, sonradan anlama ya da anlamlandırmaya çalışma da değil. Tam tersine daha başta, zamanında anlaşılan, bilinen, yaşanan bir durum. Demek ki PKK’yle Newroz gerçekten daha anlamlı ve güzel hale geldi. Tarihsel anlamına kavuştu. Anlamına daha uygun olarak yaşanır kılındı.
Bunlar birer gerçek, fakat PKK çıkışında, Önderlik çıkışında da bir Newroz bilinci vardı. Newroz etkisi vardı. Önder Apo değerlendirmesiyle bunu net ortaya koyuyor. Newroz’u Newroz yapan -Önder Apo’nun Çağdaş Kawa olarak tanımladığı- Mazlum Doğan yoldaşın Newroz bilincinin de bu temelde olduğunun tanığı olarak çok yakından biliyoruz.
O halde ne PKK’nin bir Newroz zamanında temelinin atılışı bir tesadüftür ne de bu tarihi büyük direnişin Amed Zindanı’nda bir Newroz günü başlatılışı bir tesadüftür. Bunları tesadüf sananlar Önderliği ve PKK’yi kesinlikle doğru anlayamazlar. Dolayısıyla da doğru katılıp, başarılı mücadele eden devrimciler ve yurtseverler haline gelemezler. Bunu iyi bilmemiz lazım. Bu nedenle de hiçbir şeyin tesadüf olmadığını görmeliyiz. O halde Newroz bilincinin, iradesinin, kararlılığının Kürt toplumu, Kürt insanı, Kürt aydını üzerinde ne kadar etkili olduğunu, Önderliksel çıkışa, PKK’nin kuruluşuna, Mazlum Doğan yoldaşın direnişine bakarak anlamalıyız. Bu direniş ki her şeyin başlatıcısı oldu. Önder Apo, “Parti Mazlum’dur” dedi. Parti çizgisini en doğru ve yeterli biçimde hayata geçiren zindan direnişidir.
Newroz’la Önder Apo ile Mazlum direnişçiliği ile gelişen tarih bilinci
Gerçekten bir Mazlum direnişçiliği var. Çünkü Newroz’la belirginleşen kahramanlık Mazlum direniş çizgisi olarak sürdü. Mart ayını tarihin en büyük direniş aylarından, kahramanlık aylarından birisi haline getirdi. Zekiyeler, Rahşanlar, Bêrîvanlar, Ronahîler, Semalar, yine Sinan, Navdar ve Serhat yoldaşlar günümüze kadar bu kahramanlık çizgisindeki yürüyüşün geçen 40 yılı aşkın süre içindeki temel temsilcileri oldu.
Newroz’un öncesi ve sonrasında, bu geçen 40 yıl boyunca yürütülen o kadar çok mücadele, içine girilen o kadar çok savaş, kahramanlık var ki onların hepsi aslında bir Newroz direnişiydiler. Newroz bilinciyle gerçekleştiler. Newroz’un zafer çizgisi temelinde düşmana öldürücü darbeler vurdular. Newroz kahramanlığının devam ettiricileri, geliştiricileri oldular. Bu gerçeği hiçbir zaman unutmamalıyız. Dolayısıyla tarih bilincinin önemli olduğu gerçeği ortaya çıkıyor. Dikkat edelim, tarih bilinci ne kadar güçlü bir bilinç, yenilmez, sarsılmaz bir irade, ne kadar büyük bir cesaret ve fedakarlık, ne denli büyük bir coşku ve heyecana sahip.
Önder Apo çıkışını bir Newroz zamanında yapıp PKK’nin temellerini atarken böyle bir kahramanlık yürüyüşünü başlattığını çok iyi biliyordu. Bunun derin bilincine ve kararlılığına sahipti. O bilinç ve kararlılık bu 50 yıllık kesintisiz, yenilmez, zaferden zafere koşan büyük özgürlük ve Önderlik yürüyüşünü ortaya çıkardı. Bundan hiçbir biçimde kuşku duymamalıyız. Böyle bir durumun tarihi anlamına derinden ulaşmalıyız.
Yine Mazlum Doğan yoldaş Amed Zindanı’nda bir Newroz günü eyleme kalkarken ne yaptığını, ne yapmak istediğini, yaptığının sonuçlarının neler olacağını çok ileri düzeyde bilen, kestiren durumdaydı. Her zaman ifade ettik, bu olmasaydı zaten öyle bir adımı atamazdı. Sonrasını, bugünleri, yaşanan bu kadar özgürlükçü ve demokratik gelişmeyi öngöremeseydi, bunun gerçekleşeceğine yürekten inanmasaydı hiç öyle bir direniş içine girebilir miydi? Onun cesaretini ve fedakarlığını gösterebilir miydi? Öyle bir yiğitlik ve kahramanlık duruşunu gerçekleştirebilir miydi? Mümkün değil. O halde hem Newroz gerçeğini hem de tarih bilincini çok önemsemeliyiz.
Bizi, bugünü anlamlı yaşar kılan, geleceğe hazırlayan ve güç sahibi haline getiren kesinlikle tarih bilincidir. Tarihin insana güç veren, insanı insan yapan temel adımları, özellikleridir. İnsanın yaşamı nasıl başardığını, özgür kıldığını, ne tür tehlikelerle karşı karşıya bulunduğunu dolayısıyla onları aşabilecek bir bilincin, gücün gelişmesine yol açtığını görüyoruz. Bunların hepsini tarih bilinci ortaya çıkarıyor. O halde Newroz’la aslında bir tarih bilinci, tarihin hem de en anlamlı, en güçlü bilincine ulaşılmış oluyor.
Şimdi 50 yıldır böyle bir bilinçle, iradeyle yürüyen bir Önderlik, Önder Apo gerçeği var. PKK olarak 50 yıldır böyle yürüyen bir partiyiz. 50 yıldır Önder Apo öncülüğünde böyle büyük özgürlük direnişi içindeyiz. Özgür yaşam tutkumuz çok güçlü bir biçimde gelişti, direniş azmimiz, cesaretimiz ve fedakarlığımız tarihin en yüksek düzeyine ulaştı. Newrozları Newroz yapan bu kadar büyük direnme ve coşkuyla yaşanma zamanına dönüştüren bu gelişmedir.
Önder Apo’nun başlattığı büyük özgürlük yürüyüşünün 50. yıldönümü oluyor, 51. yılına giriyoruz. Şunu doğru anlayıp yeterince değerlendirmemiz lazım: 50 yıllık Önderlik yürüyüşü nasıl oldu, nasıl gerçekleşti, nereden başladı, hangi adımları attı ve günümüzde nereye ulaştı? Bu yürüyüş nelere yol açtı, neleri değiştirdi, ne tür gelişmeler, güçlenmeler ortaya çıkardı? Kurdistan’da ne yaptı? Ortadoğu’da nelere yol açtı? Dünyada insanlık anlamında ne ifade ediyor? Çünkü 50 yıllık bu yürüyüşün Kurdistan’da çok büyük altüst oluşlar yarattığını biliyoruz, bunu herkes kabul ediyor. Kürt tarihinin en bilinçli ve anlamlı yaşanan döneminin Önder Apo öncülüğünde geçen bu 50 yıllık dönem olduğu çok açık.
Bu dönemin de en etkili olayının Önder Apo öncülüğü, PKK direnişçiliği olduğu, kahraman şehitlerimizde temsilini bulan mücadelecilik olduğu açık bir gerçek. Şimdi insanlığı bile bu kadar derinden etkileyen bir hareket, onun bilinci, iradesi, kadrosu, yurtseveri, kitlesi, eylemi nasıl ortaya çıktı? Nasıl gelişti? Hangi bilinç ve iradeyle oldu? Nasıl bir cesaret ve fedakarlığa dayandı? Nasıl bir yaşam ve çalışma tarzının sonucunda ortaya çıktı? Bunları değerlendirmeliyiz. İşin sırrı gerçekten bu soruların cevabına ulaşmakta oluyor.
Diğer yandan şunu iyi biliyoruz, bu 50 yılda hiçbir şey kendiliğinden olmadı. Her şey insanın yaratıcı emeğinin, cesaret ve fedakarlığının, bilincinin ürünü olarak gerçekleşti. Yine her şey çok büyük zorluklar, olumsuzluklar ve engeller, karşı saldırılar ortamında yaşandı ve gerçekleşti. Hiçbir şey kolay olmadı, büyük imkana dayanmadı, kendiliğinden ve rahatça gerçekleşmedi. Her şey engelleri aşan, zorlukları yenen, saldırıları kıran büyük bir mücadeleyle yaratıldı, kazanıldı. Derler ya “tırnakla sökülüp alırcasına” gerçekten de düşman gerçeği darbelenerek, geriletilerek yaratıldı. Bu bir gerçek. Bu özelliklerini, tarzını doğru anlamalıyız. Bize en büyük gücü bu geçen 50 yılın dersleri veriyor, verecek.
Kuşkusuz bir bütün olarak halk tarihimizin, insanlık tarihinin derslerinden öğreneceğiz, onları da bileceğiz. Ama en canlı olan, en yakın olan, en derin olan bilinç bu elli yılın derslerinden oluşuyor. Bu dersleri iyi çıkarmalıyız. Dolayısıyla da 50 yıllık Önderlik yürüyüşünün anlamını, değerini iyi fark etmeliyiz. Basit yaklaşmak kesinlikle olmamalı. Kürt tarihinde böylesi yoktur. Az bulunur değil, hiç yoktur. Hiçbir zaman 50 yıllık kesintisiz bir mücadele yürüterek onun sonuçlarını bir yok edilemeyen kazanıma dönüştürüp toplumsal yaşama armağan eden bir Önderliksel gelişme yaşanmadı. Olanlar bunun çok gerisinde ve çok parçalı oldu. Böyle bir arayış, mücadele içine girenler uzun süreli ve kesintisiz bir mücadele yürütemediler. O nedenle de tarihte az mücadele edildi, hiç mücadele edilmedi ya da zayıf mücadele edildi değil. Böyle uzun süreli mücadele edilemedi, sürekli mücadele edilemedi.
O nedenle tarih içinde yürütülen o büyük mücadelelerin sonuçları yeterince toplumsal kazanıma dönüşmedi, kalıcı olmadı, tarihe mal olmadı. Kürt toplumunu bu yakın dönemde son yüzyıllarda en çok zorlayan gerçekliğin bu olduğunu çok iyi biliyoruz. O kısa süreli, parçalı, birbirinden kopuk, kesik direnişlerin süreklilik arz eden, birbirinin üzerine eklenen kazanımlarının olmaması, hep Kürt halkının kazandığını ardından kaybettiği, dolayısıyla büyük kazanımları ortaya çıkaramadığı bir tarihsel gelişmeye yol açtı.
Şimdi bunu ilk defa Önder Apo değiştirdi. Bu gidişi Önder Apo kırdı. Derler ya “makus talihini yenmek.” Gerçekten de Kürt’ün “makus talihini” yendi. Kürt tarihinde olmayanı olur kıldı, başarılamayanı başardı. O nedenle kendini sürekli etkisini sürdürecek, işlevli olacak, zafer kazanacak bir hakikat haline getirdi. Kimse bu hakikati artık değiştiremez, gelişimini engelleyemez. Hiçbir oyun, hile bu hakikatin toplumsallaşmasının önüne geçemez. Bunlar birer gerçek.
Uzun süreli kazanımla sonuçlanan Önderliksel yürüyüşler çok az
Dolayısıyla şunu iyi bilmeliyiz: Önderlik yürüyüşünün her anının anlamı, kazanımı çok büyük olduğu gibi kesintisiz 50 yıllık yürüyüşün anlamı, önemi de çok büyük. Çünkü yarattığı değerler çok büyük. Önder Apo, değiştirilemez, sürekli hükmünü sürdürür, gelişme yaratır bir ruh, duygu, düşünce, yaşam tarzı oluşturdu. Bir bilinç ortaya çıkardı. Kürt halkının onlarca hatta yüzlerce yıllık geleceğinin aydınlatılmasını, kazanılmasını, planlamasını yarattı. Bunlar da büyük gerçekler.
Aslında insanlık tarihinde de benzer durumlar azdır. Hiç yok değil. Aslında bu iktidar ve devletçi tarih içerisinde onların değer biriktirmelerinde böyle sürelerin etkisi var. O büyük süreli kralların, krallıkların, padişahlıkların, hanedanların birikim yaratan güçler olduğu açık, biliniyor. Fakat halk adına özgürlük ve demokrasi çizgisinde böyle bir mücadele yürüten, bu kadar uzun süreli mücadele yürüterek sonuçlarını kazanıma dönüştüren Önderliksel yürüyüşler çok az.
Peygamberler tarihine bakalım, sınırlıdır. İsevi çıkış, Muhammedi çıkış çok sınırlı ve kısa sürelidir. Aslında kendilerini yeterince tanımlayamadan yok oluyorlar. Dolayısıyla işin özünün saptırılması, değiştirilmesi durumu yaşanıyor. Evet, adları yaşıyor, onlar adına yüzlerce, binlerce yıldır her şey yapılıyor. Ama yapılanın ne kadar onların olup olmadığı her zaman tartışma konusu. Ortada ciddi saptırmaların olduğunu çok sınırlı tarihi bilgilerimize dayanarak çok rahatlıkla bilebiliriz.
Diğer özgürlük çıkışları açısından da durum farklı değil, filozofik çıkışlarda da benzer durum yaşanıyor. En son, en iddialı çıkış olan sosyalist hareket, onun Rusya versiyonunun sonuçları da biliniyor. En iddialı olan, en gözü kara, risk üstlenerek mücadele eden ve gerçekten kendi çizgisinde zaferler kazanan kişilik Rus Devrimi’nin önderi Lenin’dir. Lenin’in hareketinin başına neler geldiği, Lenin’in kendi düşüncelerini örgüt ve eyleme dönüştürme imkan ve fırsatını ne kadar bulduğu, bunu ne kadar zaman yapabildiği açık. Çok kısa sürededir. Dolayısıyla tez elden çok kısa sürede önderlik yaşamından uzaklaşıyor. Onun adına mücadeleyi sürdürmek isteyenler de her ne kadar adını kullansalar da içerik olarak revize ediyorlar, değiştiriyorlar? Sonuçta bu durum nelere yol açıyor, bunu en trajik biçimiyle Sovyet Rusya deneyiminde gördük. Çok iddialı çıkışı vardı. Göz kamaştırıcı gelişmeler ortaya çıkardı ama sonuçta dışardan fiske bile vurulmadan kendi hata ve yanılgıları üzerinde çözülüp çöktü ve tarihe karıştı.
Bu neyi gösteriyor? Yapılanın amaçtan, arayıştan ne kadar kopuk olduğunu, somutlaşanın ilkeden, düşünceden ne kadar farklı olduğunu gösteriyor. Herhalde Lenin böyle olsun da sonra öyle kimsenin anlayamayacağı bir biçimde çöken bir sistem ortaya çıksın diye bu kadar kafa yormadı, mücadele etmedi, bu kadar risk üstlenmedi. Bütün bunları tarihin akışını değiştirmek için yaptı. Yaptıklarıyla böyle bir şeyin gerçekleşeceğine de gerçekten derinden inandı, iman etti. Az kafa yoran, çaba harcayan, çalışan bir konumda kesinlikle olmadı.
Şimdi bütün bunlar temelinde ele alıp baktığımızda tabii Kurdistan’da kesintisiz yarım asır süren Önderliksel yürüyüşün nasıl tarihi bir olay olduğunu daha iyi anlarız. Bunun bilincine iyi varmalıyız. Bu temelde ortaya çıkan sonuçları, değerleri, kazanımları, birikimi iyi anlamalıyız.
Bu, tarihin en önemli olayı, Kürt insanının ve halkının en büyük hazinesidir. Eğer bu hazineye doğru sahip çıkar iyi kullanılırsa önümüzdeki 50 yılı da, yüzlerce yılı da özgürce ve demokratik yaşayabiliriz. Kendimizi insanlığa öncü kılan, örnek yapan bir toplum haline getirebiliriz. Bu kesin. İşte Önderliksel yürüyüşle elde edilen kazanımın anlam ve düzeyi budur.
Önder Apo savunmalarında ortaya çıkan sonuçla Kürtlüğün ve özgür yaşamın garantilendiğini, ebedi hale getirildiğini ilan etti. Bu oldukça önemli ve anlamlıydı. 50 yıllık bu birikim, onun zengin dersleri kesinlikle hazine değerindedir. Doğru kullanılırsa geleceğin, özgür ve demokratik yaşamın garantilenmesi anlamına geliyor. Bunu da böyle ifade etmeliyiz. Bu bakımdan 50. yıldönümünü doğru anlamalıyız. 50. yıldönümünde 50 yılın birikiminin dersleri üzerinden Apocu militanlar ve yurtseverler olarak bu birikimin derslerine daha çok yoğunlaşmalı, daha fazla derinlikli bir yaklaşım içinde olmalıyız.
Çünkü büyük hakikat burada, cesaret ve fedakarlık verecek güç burada, özgür ve demokratik yaşamı yaratacak gerçeklik burada, kadın özgürlük çizgisinde demokratik modernite kuramıyla özgür ve demokratik yaşamın en güçlü bir biçimde inşa edilmesini gerçekleştirecek ilkeler, ölçüler, her şey burada. Bunu doğru anlamamız, doğru ve yeterli bir biçimde temsil etmemiz gerekiyor.
Önder Apo hepimize şunu söyledi: “Her günü hakikati sağlamlaştıracak, değişmez yetkinlikte yaşamak.” Baştan itibaren bu tarihi adımları attığında hep “ben rolümü oynadım” dedi. Çok iyi hatırlıyorum, manifestoyu yazdığında öyle demişti. PKK’nin kuruluşunu gerçekleştirildiğinde öyle demişti. Yurtdışında hazırlıklar yapılıp, 12 Eylül faşizmine karşı mücadelenin yol, yöntemleri aydınlatıldığında öyle demişti. Uluslararası komploya karşı mücadelenin çizgisini, yol-yöntemleri aydınlatılıp hareket ve halk böyle bir mücadele içine çekildiğinde de öyle dedi. Savunmalarda bu var.
İktidarcı ve devletçi bakış açısının yanılgıları iyi görülmeli
Demek ki bütün bu tarihi hep böyle bir bilinçle yaşadı. Her dönemi aslında geleceği garantilenmiş olarak yaşadı, gerçekleştirdi. Şimdi böyle kaç dönem geçti, ne kadar gerçekleşme var? Bu 50 yıla ulaştı. Gerçekten ortaya çıkan gelişme 50 yılda büyük bir Önderliksel düzey, parti öncülüğü, gerilla tecrübesi, direnişini ortaya çıkardı. Kadın özgürlük hareketi, Kürt gençliğinin kazandığı özellikler, Kürt toplumundaki bilinç ve örgütlülük durumu, bir de Kürt halkının ve özgürlük mücadelesinin dünya tarafından tanınma, kendini dünyaya yayma, demokratik insanlığın desteğini alma durumu gerçekten de tarihin hiçbir döneminde yaşanmamış bir düzeyde, kolay kolay hiçbir özgürlük hareketinin ulaşamadığı düzeye ulaştı.
Şöyle bakıp da kendimizi yanıltmamalıyız: Ne kadar siyasi kazanım elde etti, ne kadar iktidar ve devlet yıktı, ne kadarını kurdu diyerek bakmamalıyız. İktidarcı ve devletçi bakış açısı gerçekten de yanlış. Gelişme onunla belirlenmiyor, temsil edilmiyor.
Bazıları öyle değerlendiriyor. İktidarcı-devletçi zihniyetin egemenliği altında olanlar sonuçlara öyle bakıyor. Önder Apo ve PKK karşıtları, onun yeminli düşmanları, Kürt işbirlikçiliği, ihaneti PKK’ye karşı saldırılarını; “ne kazandı, nereyi yıktı, hiçbir devlet yıkamadı, bir devlet kuramadı. İktidar yaratamadı. O halde bu mücadele sonuçsuzdur, etkisizdir. Bir şey yaratmadı” gibi propagandalarla halkı aldatmaya, Kürt halkı nezdinde Önder Apo ve PKK’nin etkisini azaltmaya çalışıyorlar. Böyle bir saldırıyla karşı karşıyayız. Haberimiz var. Yaygın olarak böyle bir saldırı yürütülüyor.
Bizim de buna karşı örgütlü, etkili bir mücadelemiz kuşkusuz olmalı. Onu yapabilmek için de kazanımın, gelişmenin ne olduğunu bileceğiz. Neye kazanım, neye gelişme deniliyor, ne güçlenmedir? Saraylar yapmak, para ve silah sahibi olmak mıdır büyüme ve güçlenme, yoksa gerçekten bilinçli, örgütlü, komünal yaşayan, kolektif çalışan, dayanışmacı topluluklar haline gelmek midir büyük bir gelişme?
Önder Apo ve PKK bu ikincisini benimsedi ve onları yarattı. Hem de dünyaya öncülük edecek düzeyde yarattı. Bugün Kürt Özgürlük Hareketi’nin, Kürt Kadın Hareketi’nin, Kürt Gençlik Hareketi’nin, Kürt gerillasının yaşadığı düzey kesinlikle böyledir. Gerisi iktidar ve devletçi zihniyet ve siyasetin gereği oluyor. Onları ifade ediyor. Biz onlara gelişme ve güçlenme olarak bakmıyoruz. Tam tersine bozulmuş yaşam çizgisindeki bir büyüme, şişmedir. Gereksiz, öldürücü, urlaşma gibi bir durumdur.
Kürt İşbirlikçiliğinin yaygınca bu durumu yaşadığı ortadadır. Aslında PKK’nin, Önder Apo’nun yürüttüğü mücadelenin dolaylı sonuçları olarak bunu yaşamasına rağmen, bunun da farkında olmayıp “ben yarattım” diyerek PKK’yi bu tür gelişmeler yaratamamış olmakla itham etmesi bir tutarsızlığı ifade ediyor.
O tür saldırılara karşı doğru ve yeterli bir biçimde kendi gerçeğimizi Önder Apo ve PKK mücadelesiyle ortaya çıkan gelişmeleri propaganda edersek, rahatlıkla o tür saldırıları kırarız. Onların hiçbir hükmü, etkisi olmaz.
Bizim için de karşıtlarımız için de tarihi bir dönemeç söz konusu
Newroz’la birlikte içine girdiğimiz siyasi sürecin temel bazı özellikleri neler? Kuşkusuz bu sürece Newrozla girmedik. Aslında bir süredir siyasi ve askeri bakımdan yaşanan yeni durumlar var. Daha doğrusu karşıtlarımız da, biz de bu tarihi süreci bir dönemeç olarak görüyorduk. Bu tarihi süreç neydi? PKK’nin ellinci, TC’nin yüzüncü ve Kürt soykırımını başlatan, Kürt halkını yok sayan ve yok edilmesinin önünü açan Lozan Antlaşmasının yüzüncü yıldönümüydü. Mücadele edip ortadan kaldırmak, değiştirmek istediğimiz, yüz yıllık Kürt soykırımını öngören zihniyet ve siyasetin ne olacağı üzerine bir karar alma, bunun için yeni bir dönemeç oluşturmaydı.
Unutmayalım ki uluslararası komplo bir yönüyle böyle bir durumu planlayarak ortaya çıktı. Tayyip Erdoğan’la uzlaşarak, onu teslim alarak çöktürme eylem planı temelinde 24 Temmuz 2015’ten itibaren başlatılan imhacı-soykırımcı saldırı da böyle bir tarihsel dönemeci hedefliyordu. Düşman yaklaşımlarında bu bariz olarak vardı. Şunu öngörüyorlardı: Cumhuriyetin yüzüncü yıldönümünde bu cumhuriyete karşı mücadele eden, onu faşist-sömürgeci-soykırımcı olarak değerlendirerek değişimini dayatan, demokratikleşmesini zorunlu kılan, bunu da Kürt ve kadın özgürlüğü, Türkiye’nin demokratikleşmesi temelinde yapmak isteyen bütün zihniyet ve siyasetler, örgüt ve eylemler ortadan kaldırılacak, tasfiye edilecek. Çöktürme eylem planı saldırısıyla hedeflenen buydu.
2023 yılı düşman cephesinden daha o zamandan, 8 yıl önce planlandı. Onların umutları, hesapları şuydu: Bütün bu cumhuriyeti zorlayan, varlığını tehdit eden, engelleyen gelişmeleri ortadan kaldırabilmek için o gelişmelere temel teşkil eden Kürt Özgürlük Hareketi, onun Önderliği, partisi etkisiz hale getirilecek. Böylece yeni bir yüzyıla cumhuriyetin aynı zihniyet ve siyaseti temelinde girişi sağlanacak. Yüzüncü yıldönümünde cumhuriyet kendi zihniyet ve siyasetinde tam başarı, zafer kazanmış olacak.
24 Temmuz 2015’ten itibaren bu temelde saldırıyor. Tayyip Erdoğan’ın MHP ve Kürt düşmanı soykırımcı güçlerle bu kadar uzlaşması, bütünleşmesi bu temelde yaratıldı. Bunun için ABD, NATO, AKP-MHP faşist diktatörlüğünün 8 yıldır bu temelde yürüttüğü saldırılara bu kadar destek verdi. Kürt işbirlikçi ihaneti, KDP AKP-MHP’ye bu amaçla bu kadar destek verdi. Dikkat edilirse, küresel düzeyde bir karşı devrim cephesi var. Sömürgeci-soykırımcı bir cephe var. Küresel soykırımcı güçler de, TC Devleti, AKP-MHP faşist diktatörlüğü ve KDP ihaneti de bunun içinde. Bu kadar geniş bir birlik halinde saldırı yürüttüler.
Biz İmralı, gerilla, kadın ve gençlik direnişi öncülüğünde, bir bütün hareket ve halk olarak böylesi topyekun faşist-sömürgeci-soykırımcı saldırılara karşı direndik. Son direnişi böyle görmek lazım. Yaşanan olayları bu temelde anlamak gerekli.
Şimdi tüm sürecin finaline geldik
Şunu görmeliyiz: İçinde bulunduğumuz günler öyle günübirlik yaşanan durumlar değil. Çok öncesinden öngörülmüş, planlanmış ve güçler buna göre hazırlanmaya çalışılmış. Özellikle de sömürgeci-soykırımcı sistem tarafından sürecin böyle yönetildiği kesin. Biz de bunu biraz anlamaya, buna karşı direniş yürütmeye çalıştık. Belki tarihsel olarak yeterince anlamadık. Bu kapsamda bilince varıp zamanında yeterince hazırlık yapıp, örgütlenerek etkili direniş geliştiremedik. Ama saldırıların tehlikesini gördük, bu saldırıları kırmak için başta gerilla olmak üzere kadın ve gençlik öncülüğünde tüm toplumsal direnişi seferber ettik. Biz de topyekun bir direniş içinde olduk.
Bu geçen direniş belki çok yaratıcı olmayabilir, bazı bakımlardan dar olabilir, sahip olduğumuz imkan ve fırsatların hepsini değerlendirmemiş olabiliriz, içinde hata ve eksiklikleri çok olabilir. Bunlar ayrı bir konu. Varsa tartışılıp, değerlendirilip özeleştiriyle dersleri çıkarılmalı. Böyle bir bilinç oluşmalı ki bundan sonra benzer durumlarla karşılaştığımızda o tür hata ve eksiklikleri göstermeyelim. Bu ayrı bir durum. Bu da yapılabilir. Ama bütün bunlara rağmen AKP-MHP ittifakı 2023 yılında Kürt gerillasını ezerek parti öncülüğünü bu temelde yenilgiye uğratıp Kürt Özgürlük Hareketi’nin örgütlülüğünü tasfiye edip Önderliği yenilgiye uğratma amaçlı, programlı bir saldırı yürüttü. Bu 8 yıllık mücadele böyle planlı bir saldırı ve ona karşı bir direnişti.
Şimdi bu sürecin finaline geldik. Yakın geçmişi çöktürme eylem planı saldırısıdır. Daha ötesi uluslararası komplo planlamasıdır. Dahası PKK’nin çıkışına karşı 1977 Mayısından itibaren başlatılan imha ve tasfiyeci saldırıdır. Daha gerisi de Kürt halkının yokluğu ve yok edilmesi üzerine kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, ona dayalı olarak İran, Irak ve Suriye’de yaratılan ulus devlet sistemlerinin Kürt halkına karşı yürüttüğü imha ve tasfiye saldırılarıdır. Oraya kadar dayanıyor. Bunu daha da geriye götürebiliriz. İktidarcı-devletçi sistem tarihiyle de bütünleştirebiliriz. Kürt halkına karşı tarihsel olarak yürütülen katliam ve imha saldırılarıyla da bağlantısını kurabiliriz.
Şimdi bütün bu konularda yeni bir sürecin ortaya çıkacağı dönemeçteyiz. Bu Newroz böyle bir dönemeçte özgürlük ve demokrasi zihniyet ve siyasetinin güçlü bir hamle yapmasını ifade ediyor. Bir kararlaşması, bir gövde gösterisi, zafer kazanması için bir çıkış yapması, kadınlar ve gençler başta olmak üzere bütün ezilenleri, işçi ve emekçileri uyararak özgürlük ve demokrasi cephesine çağırması oluyor.
Tam bir dönemeçteyiz. Final durumundayız. Bu düşmanlarımız, inkarcı ve imhacı zihniyet ve siyaset açısından da böyle, Kürt varlık ve özgürlük mücadelesi açısından da böyle. Bu denli tarihi öneme sahip, kritik, karmaşık özellikler taşıyan bir tarihsel süreç yaşanıyor. Bir süredir böyle bir süreci yaşıyoruz. Newroz’la birlikte özgürlük ve demokrasi güçleri bu sürecin finalinde zafer kazanmanın startını veriyor. Önderliksel çıkışın 50 yılına giriş ve ellinci yıl mücadelesini biz başta böyle tanımladık. Şimdi ellinci yıldönümünü ve bu final sürecine girişi de böyle tanımlıyoruz. Bu temelde değerlendirmeler, çağrılar, tartışmalar, toplantılar var. Planlamalar yapıyoruz.
Dışımızdaki siyaset de bütün saldırı ve benzeri durumlara rağmen böyle bir sürecin final düzeyinde bir dönemeç olduğunu kabul etmek durumunda kaldı, kalıyor. Özellikle AKP-MHP faşist yönetiminin ne yapacağı uzun bir süre çok belirgin değildi. O ortamı karmaşıklaştırıyordu. Çeşitli olayları, süreci belirsiz kılmak için engel teşkil edecek hale getirmeye çalışıyordu. Askeri saldırganlığı geliştirerek süreci sabote etmek için engeller yaratmaya çalışıyordu. En son deprem faciasından bile bu amaçla yararlanmaya çalıştı. Sonuç olarak öyle sabote edici bir durumu geliştiremedi. Süreci ve mücadeleyi olduğu gibi kabul etmek zorunda kaldı. 14 Mayıs’ta seçim kararı verip ilan etmesi bunu gösteriyor. Böylece aslında sürecin planlanması netleşti. Ama sonuçlarının ne olacağı tam belli değil.
Dikkat edelim, Türkiye ve Kuzey Kurdistan’da siyasi mücadele çok yoğun, çok karmaşık, hareketli. İttifaklar kendilerini güçlendirmeye çalışıyor. AKP-MHP ittifakı kendini genişletmeye çalışıyor. Tayyip Erdoğan’ı yeniden cumhurbaşkanı adayı gösterdi. Rusya ve bazı Arap ülkelerinden destek alıyor. NATO sisteminden mümkün olduğu kadar destek almaya çalışıyor. İsveç-Finlandiya gibi ülkelerin NATO’ya girişini, Ukrayna savaşının sonuçlarını kendi başarısı için kullanma çabası içerisinde bulunuyor. Bu şekilde çok yönlü bir çaba içerisinde. Kullanabileceği bütün imkanları seferber ediyor.
Bunun karşısında sistem içi muhalefetin durumu da ortada. Aslında bu muhalefet bir süredir önce iki partili millet ittifakıydı. Daha sonra altılı masa ittifakı olarak kendini genişletti. Uzun bir süredir düzenli toplantılarla böyle bir ittifakı yürütüyordu. Türkiye’nin egemen siyasi tarihi açısından belli önemi olan bir olaydı. Öyle çok benzeri görülen bir durum değildi. Bu kadar farklı düşünceye sahip partilerin bu düzeyde bir araya gelmesi dikkate, ciddiye alınması, dikkatle değerlendirilmesi gereken bir olaydı. Kesinlikle böyle görmek lazım. Basite almamak gerekli.
Altılı Masa’da yaşanan krizin güçlü nedenleri de vardı
Tabii bunu ortaya çıkartan nedenler vardı. AKP-MHP faşist diktatörlüğünün durumu, bu diktatörlükle Kürt Özgürlük Hareketi’ni ve Türkiye’nin demokratik güçlerini ezme amacının başarılamaması, AKP-MHP faşizmine karşı mücadelenin Türkiye’de daha radikal bir demokratik devrim geliştirme ihtimali, iç ve dış egemen güçlerin bundan duydukları korku aslında böyle bir ittifakın gerçekleşmesini, destek ve ortam bulmasını, sağlıyordu. Böyle bir muhalefet bütünlüğü de oldu. Anayasa ve yasal düzenlemeler de Türkiye siyasetinde ittifak yapmayı meşru hale getirince böyle iki iktidar blokunun ortaya çıkması gerçekleşti. Muhalefet de AKP-MHP faşizmine karşı kendini alternatif bir iktidar bloku haline getirdi.
Onların içinde Meral Akşener’in başkanlık yaptığı İYİ Parti’de bir dalgalanma oldu. Aslında çok anlaşılmadı. Hala birçok cepheden anlaşılmaya ve değerlendirilmeye muhtaç. Aslında popülaritesi vardı. Taraftar buluyordu. Hem AKP-MHP ile çelişkili-çatışmalı durumu hem altılı masa ittifakı içinde yer alması gerçekten kendisine puan kazandırıyordu. Belli bir kitle desteği yaratıyordu. Böyle bir ortamda neden bunlara ters düşecek bir hareket yaptı? Tam anlaşılmış değil. Çünkü kendisini zayıflattı.
İşte “sıkıştırıldım, gırtlağıma basıldı, boğuluyorum, o nedenle böyle yaptım” demek bu durumu öyle çok anlatmıyor, izah etmiyor. Öyle bir sıkılma durumu yoktu. Aslında sıkılan, zorlanan duruma, kazandığını kaybettiği duruma şimdi düştü. Niye böyle yaptı, kim böyle yaptırdı? Kendi partisi içinden mi kaynaklandı ya da ne kadar oradan kaynaklanıyor? Altılı masa ortamından mı kaynaklandı, yoksa AKP-MHP ittifakının bir müdahalesi mi oldu ya da Türkiye siyaseti üzerinde etkili olan çeşitli derin güçlerin muhalefete dönük bir siyasi müdahalesi mi yaşandı? Bilemiyoruz. Bunların her hangi biri ya da birkaçı da olabilir. Fakat öyle can sıkıntısıyla yaşanmış bir durum olmadı. Öyle değerlendiremeyiz. Çünkü kendini zayıflattı. Kişi olarak Meral Akşener’i zayıflattı. Herkes Tayyip Erdoğan’ın yarattığı sistemi yürütebilecek bir kişi aranırsa bulunabilecek makul kişi olarak onu görüyordu. Meral Akşener’e böyle yaklaşan önemli bir iç ve dış çevre vardı. Bu beklentiyi önemli ölçüde yıktı. Partisinin zayıflamasına yol açtı. Muhalefeti biraz zayıflattı.
Muhalefetin zayıflaması elbette AKP-MHP faşizminin güç kazanması anlamına geliyor. Şimdi bu zayıflığı gidermeye, yeniden eski düzeni yaratmaya çalışıyorlar. Ama bir defa olan oldu. Kaybedilenleri yakın zamanda geri getirmek zor olacağa benziyor.
Başlangıçta insan biraz tereddüt duydu. Yoksa derin güçler, Kürt düşmanı, sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyaset mevcut durumda Tayyip Erdoğan yönetiminin değişmesini istemiyor mu biçiminde bir soruyu akla güçlü bir biçimde getirdi. Biz de tartışıp böyle değerlendirmeler yaptık. Bunlar anlaşılırdı. Öyle basit değerlendirmeler değildi. Böyle bir durumun güçlü nedenleri de vardı.
Bunlar nelerdir? Öncesini bir yana bırakırsak son 8 yıldır çöktürme eylem planı temelinde cumhuriyetin yüzüncü yıldönümüne gelmeden, Lozan’ın yüzüncü yıldönümüne ulaşmadan PKK’yi imha ve tasfiye etmek üzere yürütülen saldırı biraz etkili olmuştu. Bazı sonuçlar almıştı ama başarılı olmamıştı. Hedeflediği başarıyı ortaya çıkarmamıştı. Tam tersine PKK buna karşı direnmişti. Öncelikle İmralı direnişi süreci tayin etmişti. Zap, Avaşîn ve Metîna’da, Medya Savunma Alanları’ndaki kahraman gerilla direnişi yaşadığı bütün daralmalara rağmen, imkansızlık ve zorluklara rağmen faşist-sömürgeci saldırganlığa tarihinin en ağır darbelerini vuran büyük direniş olarak ortaya çıkmıştı. Kürt Kadın Hareketi, Gençlik Hareketi mücadelesini sürdürmüş, bazı bakımlardan zayıflasa da gelişme sağlamış ve güçlenmişti. Kadın ve gençlik öncülüğünde Kürt halkı Kurdistan parçalarında ve yurtdışında gerçekten durmamış, yememiş, içmemiş 24 saat eylemlilik halinde olmuştu. AKP-MHP faşist saldırganlığına karşı durmuş, İmralı işkence ve tecrit sistemini teşhir etmiş, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için büyük bir kampanya yürütmüştü. Bunlar canlı gerçekler.
Şu açık bir durumdu: Çöktürme eylem planı amaçlarına ulaşmadı. Dolayısıyla Lozan’ın yüzüncü yıldönümü için yapılan planlama, ortaya konulan hedef tutturulamadı. Ama zaman ilerliyor, yüzüncü yıla geliniyor. Ne olacak? Farklı politikalar izleyecek bir durum söz konusu değil. Savaşı yürütmek gerekecek. Böyle bir savaş sistemini de başka partilerin, başka kişilerin zordur. Dolayısıyla denildiği gibi “köprüden geçerken at değiştirilmez” misali bu durumda yönetici değiştirilmemeli biçiminde bir yaklaşım gösterebilirlerdi. Bu savaşı sürdürmekte kararlı olabilirlerdi. Onun için AKP-MHP iktidarının sürmesini isteyebilirlerdi.
Meral Akşener’in davranışı başlangıçta buna güç vermeye dönüktü. İnsan bunu net olarak değerlendirebilir. Başka sonuçları olacak şekilde değerlendirmek imkansız. Belli ki Türkiye’nin ve kapitalist modernitenin derin güçleri böyle bir değerlendirme, yaklaşım içerisindedir diye biz de tartıştık, değerlendirdik. Öyle yorumlamaya çalıştık. Çünkü gerçekten de öyleydi.
Birincisi amaçlarına ulaşamamışlardı, o halde savaşı sürdürmeleri gerekiyordu. İkincisi böyle bir ortamda politika değiştirmeye yönelseler PKK’nin çok etkili olacağı, PKK’nin öngördüğü Özgür Kurdistan temelinde çok radikal bir Türkiye demokratik devriminin ve demokratikleşmesinin gelişebileceği kaygısını ve korkusunu kapitalist modernite sistemi, ABD ve NATO çevreleri derinden yaşıyordu. Zaten uzun süredir böyle bir yaklaşım içerisindeler.
Taktik nükleer silah da dahil bu kadar kimyasal silah kullanacak şekilde savaş kurallarını, siyasi kuralları, insanlık kurallarını ihlal eden bir saldırıyı AKP-MHP faşizminin yürütebilmesi o güçlerin desteği ve yaklaşımıyla oldu. KDP ihanetinin AKP-MHP faşizmine bu kadar destek vermesinin arkasında da onlar var. Kesinlikle ABD ve NATO’nun yönlendirmesi olmadan KDP’nin AKP-MHP ile bu kadar bir ve bütün olması mümkün değil. Onlar da biraz hesap yapabilirlerdi. Kendi kaderlerini AKP-MHP faşizminin kaderiyle bu kadar birleştirmeyebilirlerdi. Bunu milliyetçilikleri açısından değil, siyasi-maddi çıkarları açısından yaparlardı.
Çünkü Türkiye’de AKP-MHP iktidarı düşerse yeni gelen yönetimden destek almak durumundalar.
Alamazlarsa yenilen AKP-MHP, yenilen KDP olur. O yüzden böyle olmak istemezler. Kendilerini biraz daha alternatifli kılabilirlerdi. Ama dikkat edilirse böyle yapmadılar. Bunu neden yaptılar? Demek ki büyük güçler, efendileri yönlendirdi. Kesinlikle ABD ve NATO yönlendirmesi olmadan kendi başına böyle bir siyaseti belirleyip öngörmesini mümkün görmemek lazım.
Emek ve Özgürlük İttifakı siyasi gücüyle kendini anahtar konumuna getirdi
Şimdi sistem içi muhalefet kendini yeniden toparlamaya çalışıyor. Üçüncü ittifak olarak Emek ve Özgürlük İttifakı bir süredir oluştu. Daha önce HDP’de oluşan bir ittifak ve blok durumu vardı. Geçmiş seçimlerde de seçim ittifakı olarak bu yaşandı. Cumhur ve Millet İttifaklarının dışında üçüncü siyasi çizgi olarak Emek ve Özgürlük İttifakı biçiminde Kürt özgürlük güçleri, Türkiye’nin sol-sosyalist, demokratik güçleri bir araya geldi. Demokratik siyaset cephesi ittifakı oluştu. Bu da önemliydi. Üçüncü siyasi çizgi duruşunu etkin olarak geliştirdi. Öyle ki örgütlülüğüyle, siyasi gücüyle iki iktidar blokunun başarısında da kendini anahtar konumuna getirdi.
Şimdi onlar da hareketliler. Dinamik konumdalar. Üzerlerindeki baskıya rağmen direniyorlar. Kapatma davasına karşı alternatif geliştiriyorlar. Kendi birliklerini daha çok geliştirmeye çalışıyorlar. Varlıklarını ve etkinliklerini zayıflatmadılar. İzledikleri politikayla biraz daha da güçlü kıldılar. Şimdi sürecin en dinamik, aktif değerlendirilen siyasi gücü konumundalar.
Bunun dışında kitle mücadelesi, devrimci direniş sürüyor. Aslında deprem ardından biz bir eylemsizlik açıklamasında bulunduk. Daha çok şehirlerdeki eylemlerin durdurulması yönünde bir çağrı oldu. Gerillaya saldırılmadıkça gerillanın saldırı eylemi yapmamasını içeriyordu. Böyle bir süreçte bunun da kısmi bir etkisi oldu. Fakat AKP-MHP faşizminin askeri olarak buna göre davranma durumu yok. Saldırılarını sürdürüyor. Dolayısıyla gerilla da meşru savunma kapsamında kendi savunma tedbirlerini alıyor, direniş gösteriyor.
Çatışmalı durum bu çerçevede sürüyor. Süreç böyle gideceğe de benziyor. Çünkü biraz herkes kendisiyle uğraşıyor. Savaştan doğrudan zarar görenler bununla ilgili, görmeyenler kendi dertleriyle uğraşıyorlar. Bu hem dış güçler hem de Türkiye siyaseti açısından böyle. Kısmen Emek ve Özgürlük İttifakı tarafından dile getirildi. Bazı insan hakları kurum ve kuruluşları, Avrupa Parlamentosu belli değerlendirmeler yaptı, yapıyor. Bazı siyasi çevreler önemli bulduklarını ilan ettiler ama böyle bir durumda kendi politikaları ne olacak, ne tür bir inisiyatif geliştirecekleri yönünde herhangi bir şey yok.
Açıklamalarla durumu netleştirmeye, herkesi bu çerçevede tutum almaya, tutumunu açıklamaya, ilan etmeye zorluyoruz. Konumumuzu da sürdürüyoruz, saldırılar karşısında mücadelemizi de. PKK ve HBDH olarak mücadelesiz bir konumda değiliz. Şimdiye kadar antifaşist direnişin motor gücü olduk, öncülüğünü yaptık. Bundan sonra da AKP-MHP faşizminin yıkılmasında böyle bir motor güç olma görevini yürüteceğiz.
Mücadele sürüyor, sürecek. Şimdi final nasıl geçecek? Gelişmeler nasıl olur? Kuşkusuz bu yaşanan olaylara, yürütülecek mücadeleye bağlı. Mevcut haliyle AKP-MHP faşizmi daha geri ve zayıf görünüyor. Fazlasıyla deşifre, teşhir oldu. Yıprandı. Güç kaybı yaşadı. Planlarında başarılı olamadı. Uluslararası komplonun PKK’yi imha ve tasfiye etme yönünde yirmi yıldır önüne koyduğu, çeşitli planlamalara da kavuşturduğu görevleri yürütmeye çalıştı ama sonuçta başarılı değildir.
Sistem artık başarıyı burada görmüyor. Bununla başarılı olacağına çok kani değil. Ama değiştirmekten de korkuyor. İnisiyatifi PKK daha güçlü bir şekilde ele alır, Kürt özgürlüğünü ve Türkiye demokratikleşmesini çok daha radikal bir biçimde geliştirerek gerçekten Orta Doğu devriminin sürecini başlatır, kapitalist modernite sistemini ciddi bir tehditle yüz yüze getirir korkusu ve kaygısını yaşıyorlar. Bunun derin hesabı içindeler.
Muhalefet Kemal Kılıçdaroğlunu aday olarak gösterdi. Meral Akşener krizini biraz aştı. Kılıçdaroğlu eskiye göre biraz daha aktif. En önemli başarısı beş partiyi kendi etrafında tutabilmesi, CHP içerisinde denetimi sağlamış olması. Bu kendisi için bir güç kaynağı. Tabii bu durum Tayyip Erdoğan karşısında seçilme durumunu güçlendiriyor.
HDP ile görüştüler. Emek ve Özgürlük İttifakı’ndan da destek almaya çalışıyor. O da şimdiye kadar çok az olan bir tutum. Ne görüştüklerine dair ayrıntıları bilmiyoruz. HDP Eşbaşkanları fazla bir açıklama yapmadılar. Önümüzdeki süreçte sonuçları değerlendirip ittifak olarak açıklama yapacaklarını söylediler. O anlaşılır bir durumdur. Fakat Kemal Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları şimdiye kadar olanın ötesinde biraz cüret içeriyordu. Kürt sorununa, demokratikleşmeye ilişkin, AKP-MHP faşizminin saldırıları karşısındaki mücadele ve kadın özgürlüğüne ilişkin söylemleri şimdiye kadar olanın ötesinde. CHP, tüm millet ittifakı böyle bir çizgiyi destekleyecekse önemli. HDP bu söylenilenleri desteklerse acaba İYİ Parti tabanının durumu ne olur, oyları nasıl oluşur? Cumhurbaşkanlığı seçimi bu anlamda nasıl olur? Herkes bunu tartışıyor. Önümüzdeki süreç bunu gösterecek.
14 Mayıs AKP-MHP faşizminin yıkılış günü olabilir
Normal olarak Kılıçdaroğlu’nun oy oranı çok daha yüksek bir noktada. Bu da anlaşılır bir durum. Fakat derler ya Osmanlı’da oyun çok. AKP-MHP mevcut durumda iktidar. Devlet gücünü elinde tutuyor. Bir sürü çete örgütlenmesi oluşturdu. Ne tür hileler, baskılar geliştireceği, oyunlar tezgahlayacağı belli değil. Farz edelim ki hile ve oyunları bozuldu, seçimi kaybetti. Ama kaybettiğini kabul edecek mi? Öyle bir durumda iktidarı bırakacak mı? Bunlar netleşmiş sorular değil. Kolay olacağı da belli değil. Kuşkusuz olmaz bir durum değil. Ama öyle çok kolay gerçekleşir bir durum da değil. Onu bilmek ve ona göre yaklaşmak gerekli.
Kuşkusuz direnecek. İktidarı elde tutmak isteyecek. Ama muhalefet dış ilişkilerini yeterli kurar, örgütlü, bütünlüklü hareket eder, tedbirler geliştirirse oyun ve hileleri bozabilir. 14 Mayıs AKP-MHP faşizminin yıkılışında önemli bir gün haline gelebilir. Önemli bir sonuç ortaya çıkabilir. Bu önemli. Bazı çevreler mecbur olduğunu, kabul etmek zorunda kalacağını belirtiyor. Hatta Tayyip Erdoğan’ın ülkeden kaçmak, sığınmak için hazırlıklar yaptığını söyleyenler de var. Neler doğru, neler yanlış insan bilemiyor. Karmaşık bir ortam var. Hepsini duymak, bilmek lazım. Değerlendirmek de gerekli ama öyle gerçek olarak görmemek lazım.
Şimdi bu sürecin sadece 8 yılın finali değil, yüz yılın finali olduğunu ifade ettik. 14 Mayıs’ta ortaya çıkacak sonuç 24 Temmuz’daki Lozan yıldönümünün üzerinde belirleyici bir etki yapacak. 29 Ekim’de Cumhuriyet’in yüzüncü yıldönümü üzerinde de belirleyici bir etkisi olacak.
Aslında TC’nin kaderi üzerine tartışmalar, mücadeleler oluyor. Yeni yüzyıllık kaderi çiziliyor. Mevcut faşist diktatörlük 21’inci yüzyılı Türkiye yüzyılı olarak ilan etti. Faşist-askeri-oligarşik diktatörlüğün gelişerek devam edeceğini, Kürt soykırımını sürdüreceğini söyledi. Onların iddiası bu. Fakat bu ne kadar gerçekleştirilebilir? Bu ayrı bir konu. Buna karşıt olan mevcut sistem içi muhalefet de ikinci yüzyılı, cumhuriyetin demokratikleşmesi yüzyılı haline getirmek istediğini ifade etti. Zaten Özgürlük ve Demokrasi blokunun temel hedefi bu. Ama bunu radikal demokrasi biçiminde, temelinde gerçekleştirmek istiyor.
Her gün yeni olaylarla karşı kaşıya gelebiliriz. Çok karmaşık durumlar ortaya çıkabilir. Çok çelişkili ve çatışmalı durumlar yaşayabiliriz. 14 Mayıs’a doğru her şey daha karmaşık olabilir. Bu gerçekleri görüp bunun gereklerine göre mücadele yürütmeyi bilmemiz lazım.
Aslında yüzyılın kaderi diyoruz. TC’nin kaderi belirlenecek, ikinci yüzyılda TC nasıl olacak? Unutmayalım ki kapitalist modernite sistemi küresel hegemonik bir güç haline mevcut TC sistemiyle, TC ile uzlaşarak geldi. Bu BM sistemi TC temelinde kuruldu. Dolayısıyla TC sisteminde zihniyet ve siyaset olarak yaşanacak her değişiklik küresel düzeyi, küresel kapitalist modernite sistemini etkileyecek. AKP-MHP faşizminin iktidarda kalması çok daha faşist-diktatoryal bir sistemi beraberinde getirirken, yıkılması ise yetersiz de olsa Türkiye’de kısmi bir demokratikleşme adımının atılması, demokratikleşmenin önünün açılması, hem Türkiye hem de dünya küresel sistemi açısından oldukça önemli sonuçlar doğuracak. Mevcut dünyada değişiklikler yapacak. İzlenen siyasetler, taşınan zihniyetler üzerinde etkili olacak. Demokratikleşmeyi geliştirecek. Bütün dünyayı etkileyecek. Bunu kesinlikle böyle görmeliyiz.
Bu kadar tarihi öneme sahip bir süreci yaşıyoruz. Yaşadığımız final bu kadar kritik ve karmaşıktır. O halde bunu doğru anlamak, iyi yönetmek gerekli. Biz hareket olarak tabii çok yönlü değerlendiriyoruz. O konuda tutumumuz nettir. Şunu ilke edindik: Birincisi, AKP-MHP faşizmine karşı en güçlü, en öncü mücadeleyi biz yürüttük. Hem PKK olarak hem de HBDH olarak neredeyse her gün onlarca şehit vererek bu mücadeleyi sürdürdük. İkincisi, AKP-MHP faşizminin yıkılmasını böyle bir dönemeçte büyük bir demokratik devrim olayı olarak gördük. Var olan sadece bir iktidar değişimi, bir partinin seçimle gidip yeni bir partinin iktidara gelmesi durumu değil. Bir demokratik devrim olayı olacak. Faşist zihniyet ve siyasetin AKP-MHP’de ifadeye kavuşmuş bölümü yıkılacak. Türkiye’de demokratik devrimin önü açılacak. Bu düzeyde önemli görüyoruz.
İktidar bloklarına yedeklenmek istemiyoruz ama 20 yıldır süren bir AKP iktidarı, günümüzde ise bir AKP-MHP faşist diktatörlüğü var. Çok büyük bir tehdit. Zaten büyük katliamlara yol açtı. Kürt soykırımını geliştirmede bu kadar saldırgan oldu. Kürt ihanetini, işbirlikçiliğini bu kadar besledi. Onun yıkılması Kürt özgürlüğü açısından önemli bir adım olacak.
O bakımdan da tabii ki hedefimiz bu faşist diktatörlüğün yıkılması. Seçimi, bu faşist diktatörlüğü yıkma mücadelesinde önemli bir parça olarak görüyoruz. Sadece seçim mücadelesi yürüten bir hareket değiliz. AKP-MHP faşizmine karşı devrimci halk savaşı temelinde bu mücadeleyi yürüttük. Stratejimiz devrimci halk savaşıdır. Devrimci savaş yürütüyoruz. AKP-MHP faşist terörüne, savaşına, saldırganlığına, soykırımına karşı silahlı şiddet kullanıyoruz.
Faşizmin sadece oyla yıkılması mümkün değil
Demokratik kitle eylemliliğini, halk direnişlerini de en ileri düzeyde geliştirdik. Seçimi de bu yürüttüğümüz mücadele stratejisinin bir parçası olarak görüyoruz. Önemsiyoruz da. Hedefimiz, AKP-MHP faşist diktatörlüğünü yıkma, Türkiye’de demokratikleşmenin, Kurdistan’da Kürt sorununun özgürlükçü çözümü önündeki engellerin aşılmasıdır. AKP-MHP faşizminin yıkılmasının böyle bir süreci başlatacağını düşünüyoruz. O bakımdan da bu hükümetin yıkılmasını, hepsi olmasa da demokratik devrimin böyle bir özgürlük ve demokrasi devriminin başlangıcı olacağını değerlendiriyoruz. Ondan sonrası ortaya çıkan koşullara göre değerlendirilip yürütülecek mücadelelere bağlı. Ama öyle bir noktaya gelebilmek için önce AKP-MHP faşizminin yıkılması lazım.
O bakımdan da AKP-MHP faşizmini yıkmaya dönük her türlü demokratik mücadeleyi, demokratik girişimi, demokratik gücü destekliyoruz. Hareket olarak durumumuz böyle. Somutta Emek ve Özgürlük İttifakı’nın oluşmasını önemsedik. Daha geniş kapsamda sol-sosyalist güçleri birleştirmesinden yana olduk. Çağrılar yaptık. Hala da yapıyoruz. İttifakın zihniyet ve siyasetini, açıkladığı politikaları gerçekleştirmesini önemli buluyoruz. Fakat şu da var; bu konuda dikkatli olmak lazım. AKP-MHP faşizmi oyun yapmada da, süreci sabote etmede de her türlü yola başvurabilir.
Uygun politika ve taktik yürütmek lazım. Bu bir mücadele işi. Kolay değil. Oyunlarını bozan, AKP-MHP iktidarının yıkılmasını sabote edecek durumlara girmesine fırsat vermeyen yaratıcı politik bir yaklaşım lazım. Taktik yaratıcılık gerekli. Bunu çok önemsiyoruz. Yoksa istiyoruz, oyumuz da var. Ama oy her şey değildir. Faşizmin sadece oyla yıkılması mümkün değil. Faşizm halka ve demokratik güçlere karşı topyekun bir saldırıdır. Dolayısıyla topyekun bir mücadeleyle faşist diktatörlük, faşist zihniyet ve siyaset ancak yıkılabilir. Biz böyle bütünlüklü bir mücadele yürütüyoruz. Demokratik siyasetin, seçimin de böyle bir mücadeleye bağlı olarak doğru yürütülmesi halinde başarı getireceğine inanıyoruz. Öyle olmasını da istiyoruz. Bu mücadelenin ittifaklara yaklaşımının bir boyutu da budur.
Yani dikkatli olacağız. Süreci sabote etmesi için AKP-MHP’ye fırsat vermemek gerekecek. Tersine onun oyunlarını bozma gücünü, iradesini, öngörüsünü gösterebilmeliyiz. Diğer boyutu da tabii faşizme karşı kararlı olmak lazım. Faşizme karşı bütünlüklü topyekun bir mücadele olmalı. Anti faşist demokratik ittifaka dayanıyor. Böyle bir ittifakla yürütülüyor. Dolayısıyla AKP-MHP faşist diktatörlüğüne karşı en geniş demokratik ittifakın kurulmasından da yanayız. Antifaşist demokratik devrim yürüten bir hareket olarak böyle olmak durumundayız. Bu anlamda da ittifakların daha geniş olmasından yanayız. Emek ve Özgürlük İttifakı’nı sol, demokratik, kadın özgürlükçü, anti-kapitalist güçlerin yanı sıra farklı ideolojileri, dini eğilimleri de kapsamasını önemsedik ve bunu sürekli dile de getirdik.
Dikkat edelim 1993 pratiğini Önder Apo nasıl eleştirdi? “Devletle cepheden savaşıyorduk. Dolayısıyla devlet güçlerini bir bütün, bize karşı bir cephe olarak gördük. Söylense bile onların içinde farklı eğilimlerin olacağını çok fazla öngörmedik. Dolayısıyla o eğilimlerin çatışmasını da öngörmedik. Kürt sorununun çözümünü dillendiren çevreleri bu nedenle yeterince destekler olmadık. Kısmen destekledik ama çeteci eğilimin onları da yok ederek saldırabileceğini tahmin edip çözüm isteyen eğilimi güçlendirmek için yeterince destek veren, davranış gösteren olamadık” dedi. “Onlar yapıp kendi sorunlarını çözsünler, biz anlaşmayla çözelim” dedik. Sonunda devlet içinde çeteci eğilim güçlü oldu. Çözüm isteyen eğilimi bastırdı. Süreç öyle sabote oldu. Tümüyle aynı durum olmasa da şu an benzer bir durum olabilir. Tabii AKP-MHP faşizmine karşı mücadele yürütürken bu millet ittifakının durumunu, onlara yaklaşımı bu temelde değerlendirmemiz gerekli. Dikkate almalıyız.
Devrimci zafer elde etme imkanları mevcut
Sonuç itibariyle AKP-MHP kazanırsa, Tayyip Erdoğan yönetim olursa savaş derinleşir. Böyle bir ihtimal yok dememeliyiz. Bu ihtimal olacakmış gibi öngörmeli, kendimizi de hiçbir zayıflık, gevşeklik göstermeden buna göre hazırlamalıyız. Hem bu süreci mücadele süreci yapmalıyız hem de AKP-MHP’nin seçimi kazanma ihtimaline göre hazırlık yapıp seçim sonrası böyle bir durum olursa bunu karşılamayı bilmeliyiz.
Eğer AKP-MHP yıkılırsa yeni durumlar çıkar. O zaman değerlendiririz. Kurdistan, Türkiye ve hatta dünya için çok önemli bir adım olur. Yeni durumlar ortaya çıkar. Her bakımdan bizim manevra alanımız, siyaset yapma gücümüz, eylem kapasitemiz artar. Bu çok önemli. Onu da dikkate alıp değerlendirmeli ve ona göre de hazırlıklı olmalıyız. Ama orada önemli olan süreci doğru yönetmektir. İyi takip etmek, seçim sonuçlarını anında değerlendirip gerekli politik adımları atabilmeliyiz.
Buna göre diğer gelişmeler ne olur? Türkiye’deki böyle bir mücadele ve onun sonuçlarının kuşkusuz Kuzey ve Doğu Suriye’de, Rojava’da, Başûr’da, Irak’ta, Rojhilat Kurdistan’da etkileri çok olur. Bu çok açık. AKP-MHP kazanırsa mevcut politikayı derinleştirip savaşı yayarak sürdürecek. Çünkü başka türlü iktidarını sürdüremez. O zaman Suriye’ye müdahaleleri de artar. Olası saldırılarına karşı direnişi Kuzey ve Doğu Suriye genelinde daha çok ittifak yapmamızı gerekli kılıyor. Aslında mücadele edersek mücadele etmenin önü bu şekilde açılıyor.
Diğer yandan muhalefet kazanırsa o cephe daha çok karmaşık hale gelecek. Ortada o kadar çete var. Türkiye’nin işgal ettiği yerler var. Rusya, İran var. Suriye cephesi epeyce karmaşık olacak. Ama çeteciliği aşmak, bir tür istikrar aramak kuşkusuz Kuzey ve Doğu Suriye sorununa daha yakından, doğru yaklaşımı gerektirir.
Sürecin temel karakteri, Newroz’un startını verdiği, final süreci olarak tanımlanan yüz yıllık siyasi yapılanmalarda, hem TC hem Kurdistan, hem Ortadoğu hem de küresel kapitalist modernite sisteminin siyasi yapılanmasında önemli değişiklikler yaratmaya aday gelişmeleri beraberinde getirecektir. Çeşitli olasılıklar var. Her şey net değil. Ama hiçbir zaman da olmadığı kadar devrimci zafer elde etme imkanları da mevcut. Özgürlük ve demokrasi hareketinin önünün açılması, büyük başarılar kazanması ihtimali var. AKP-MHP faşist diktatörlüğü şahsında faşist-sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasetin yıkılma ihtimali var. AKP-MHP yüz yıldır oluşan bu zihniyet ve siyasetin doruğudur. Onlar yıkılırsa hiç kimse onların bıraktığını onlar gibi devam ettiremez. O artık ortadan kalkar. Yüz yılın Kürt düşmanı faşist-ırkçı-milliyetçi-soykırımcı-Türkçü-Turancı-Kızıl Elmacı zihniyet ve siyaseti yıkılacak. Dikkat edilirse bu çok heyecan verici. Çok önemli ve anlamlı bir süreçteyiz. Doğru anlamalı ve yönetmeliyiz. Her alanda doğru yürütmeliyiz. Sadece bu sürecin doğru yönetilmesini üst yönetimden beklememeliyiz. Bütün kadrolar, yurtseverler ve halkımız bunu anlamalı, kadın ve gençlik hareketi bunu görmeli, bunun gereklerine göre hem tutum geliştirmeli, karar alabilmeli hem de yaratıcı pratikler içinde olabilmeli. Her alanda bu süreci zafere götürecek bir tutum ve mücadele içinde olmalıyız. Newroz bize bunları gösteriyor.
Aslında bu durum bize büyük bir devrim olacağını, zafer kazanma ihtimalinin çok güçlü olduğunu müjdeliyor. Bu 2023 Newroz’u, 50. Önderlik Newroz’u gerçekten bize büyük bir zaferin imkan dahilinde olduğunu, hatta olmazsa olmaz haline geldiğini müjdeliyor. Gerisi müjdeyi doğru anlamak, süreci doğru yürütmek ve zaferi yaratmaktır. Bu Newroz’u bu temelde yaşıyoruz.
Bir kere daha başta Önder Apo olmak üzere yoldaşların, halkımızın, dostlarımızın, tüm insanlığın Newroz’unu kutluyor, “Bijî Newroz, Bijî Serok Apo” diyoruz.