Soykırımcı sömürgecilik, ihanetçilik ve kapitalist modernite güçleri PKK’yi ne kadar sürede tasfiye edeceklerini hesaplayarak ona ömür biçerken, Önder Apo da PKK’ye bir ömür biçmektedir: “Kapitalist modernite koşullarında toplum kendi kendini yönetir duruma gelinceye kadar PKK gereklidir.” Bunun gerekçesini de şu şekilde ortaya koymaktadır: “Örgüt ve mücadele söz konusu olduğunda kadro sorunu öne çıkmaktadır. Modern toplumda önderler ve kadrolar önemlerini yitirmezler. Tersine, toplum daha da karmaşıklaştığı için rolleri daha çok önem kazanır. Burada önemli olan, yine hangi perspektifleri esas aldıklarıdır.” Böylelikle kapitalist modernite koşullarında genelde toplumun öncülük sorunlarına, özelde ise Kürtlerin varlık ve özgürlük sorununa Önder Apo’nun bulduğu çare PKK’nin kuruluşu ve mücadelesi olurken, bu öncülüğün ne zamana kadar süreceği de ortaya konmuş oluyor.
Kapitalist modernite güçlerinin hegemonya iddialarından ve başta soykırımcı TC olmak üzere sömürgeciliğin Kürtlere dayattığı soykırım politikalarından vazgeçmeyeceği gözetildiğinde, PKK’ye ve onun öncü militan kadrosuna ne denli ihtiyaç duyulduğu kendiliğinden açığa çıkar.
Düz çizgisel ilerlemeci mantıkla günümüz insanının geçmiş insana göre daha bilinçli, kendine güvenen ve yeten olarak düşünülmemesi gerekir. Zira hakikat öyle değildir. Kapitalist modernite beş bin yıllık hiyerarşik devletçi sistemin en son halidir ve onun tüm birikimini taşır. Tarih boyu egemenlerin toplum, insan ve yaşam karşıtı buldukları tüm kirlilikleri bağrında taşıdığı gibi onlara yenilerini de eklemiştir. Bu yönüyle tarihin en kapsamlı, tehlikeli ve sistematik hegemonyasıdır. Toplumu lime lime edip dağıtırken, bireyi temel güç kaynağı olan toplumdan, komünal yaşamdan kopararak tarihte hiç görülmediği kadar zayıf, kendine güvensiz ve çaresiz kılmıştır. O nedenle öncüye tarihin hiçbir aşamasında olmadığı kadar günümüzde ihtiyaç vardır. Hem parti-örgüt şeklinde öncüye hem de özgür bireyler-önderler biçimindeki öncülere fazlasıyla ihtiyaç vardır.
Bu tüm insanlık için genel bir doğru olurken, aynı şey daha yerel düzeyde Kürtler için de fazlasıyla geçerlidir. Kürtler de tarihlerinin en örgütsüz halini kapitalist modernite döneminde, ulus-devletlerce soykırım kıskacına alındıkları dönemde yaşamaktadırlar. Mevcut durumda Kürtlerin varlık ve özgürlük sorunları derinlemesine yaşanmaktadır ve mücadeleleriyle varlıklarını garantiye alıp özgürlüklerini sağlamamaları halinde yok olmaları kaçınılmazdır. Bu yönüyle Kürtler açısından da gerek parti-örgüt, gerekse özgür birey-önder kadro şeklindeki öncülüklere ihtiyaç hayati önemdedir.
İşte PKK’nin ve onun militan kadrolarının varlık gerekçesi de budur. Amaç, kapitalist modernite koşullarında genelde insanı, toplumu ve yaşamı, özelde ise Kürtleri savunmak; insan ve toplumun doğasına uygun varoluşu mümkün kılmak, yaşamı ise özgür ve eşit olan doğasına uygun olarak yeniden inşa etmektir. PKK bu amaçlarından vazgeçmediği müddetçe, kendisine ihtiyaç duyulacaktır. Bu insan olmak ve insan kalmak için bir zorunluluktur. Bu durum aynı zamanda PKK’yi bir insanlık hareketi, verdiği mücadeleyi de insan olma ve insan kalma mücadelesi haline getirmektedir. Yine bu, PKK’nin ve mücadelesinin hem yerel (Kürtler bağlamında) hem de evrensel (genel insanlık bağlamında) karakterini ortaya koymaktadır.
PKK öncüllerinden farklı olarak sistem içileşmemenin yolunu bulmuştur
Hiç kuşku yok ki bu çok tarihi ve yerine getirilmesi oldukça güç bir görev ve sorumluluktur. Çünkü kendisi gibi genelde iktidarcı-devletçi sisteme, özelde ise onun günümüzdeki versiyonu kapitalist moderniteye karşı mücadele eden onca örgüt, önder, parti gerçek anlamda amaçlarına ulaşamamıştır. Siyasi ve askeri anlamda amacına ulaşsa da yaşamı özgür ve eşit kılmada başarısız olmaktan ve sistemiçileşmekten kurtulamamıştır. Kapitalist modernite çağında dünyanın tüm ezilenlerini birleştirmeyi amaçlayan, onların ideolojik ve politik sesi olan Marksizm’in sosyal demokrasi, ulusal kurtuluşçuluk ve reel sosyalizm versiyonlarına bakıldığında da bu rahatlıkla görülebilir. Dünyanın neredeyse yarısında siyasi ve askeri olarak kontrol sağlamalarına karşın, ideolojik ve kültürel olarak modernite aşılamamış ve sistemin bir dişlisi olmaktan kurtulunamamıştır.
Demek ki salt egemenlikçi sisteme karşı mücadele etmek, dahası ona karşı olan mücadeleyi askeri ve siyasi olarak kazanmak yetmiyormuş. Esas olarak ideolojik düzlemde, duyguda, düşüncede, yaşam tarzında yenmek gerekiyormuş. Siyasi ve askeri kazanımlara karşın özgür yaşamın inşa edilememesinin, dolayısıyla ezilenlerin dünyasının yaratılamamasının nedeni tam olarak budur. Benzer örnekleri tarihin farklı dönemlerinde ve mekanlarında fazlasıyla görmek mümkündür.
O halde PKK kendisinden önceki tüm eşitlikçi, özgürlükçü mücadelelerin deneyiminden dersler çıkarmak, onların nerede hata yaptıklarını doğru tespit etmek, büyük çaba ve bedellere karşın başarısızlığa götüren yoldan gitmemek ve amaca uygun yol ve yöntemler bulmak durumundadır. İşte PKK’nin mücadele tarihinde bu, 2003 yılı ve sonrasıdır.
2003 yılı Önder Apo açısından ‘üçüncü doğuş’, hareketimiz ve tüm sistem karşıtı hareketler açısından da yeni paradigma diye adlandırdığımız dönemdir. Bu adından da anlaşıldığı gibi yeni bir doğuştur. Doğurtulan olmaktan çıkıp; özgürce, amaca uygun ve bizzat doğuran hale geliştir. Bu dönem o güne kadar etkisinde kalınan reel sosyalizmden dolayı esas alınan devletçi paradigmadan kesin bir kopuşun sağlandığı ve yeni bir paradigmaya ulaşıldığı bir dönemdir. Demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü bu yeni paradigmayla eşitlikçi, özgürlükçü mücadeleleri devlete taşıma pratiğine son verilmiş; ezilenlerin özgürlükçü, eşitlikçi amaçlarına uygun demokratik özerkliğe dayalı demokratik konfederalizm sistemine zihinsel düzeyde ulaşılmıştır. Böylelikle amaç kadar aracın da temiz olduğu bir düzeye bütün insanlık adına ulaşılmıştır. Nitekim Önder Apo da bu gerçekliği “genelde devlet odaklı, özelde kapitalist modernist yaşamdan kopuşu üçüncü doğuşum olarak adlandırıyorum” ve “hiyerarşik-devletçi sistemden tam kopuş en büyük özeleştiridir” şeklinde ifade etmiştir.
Demek ki üçüncü doğuş, genelde devlet odaklı olmaktan kurtulmak anlamına geliyormuş.
Demek ki Önder Apo’nun önderlik ettiği PKK ve Önder Apo’ya katılmış militanların devleti amaçlamaması, devletçi sistemden, yani onun duygusundan, düşüncesinden, ruh halinden, istemlerinden ve bir bütün halinde onun yaşam tarzından kopması gerekiyormuş. Aksi taktirde tıpkı kendisinden önceki eşitlik ve özgürlük arayışçıları gibi sistemiçileşmekten ve devletçi sistem tarafından yutulmaktan kurtulmak mümkün olmuyormuş.
Tanımdan devam edersek, demek ki kapitalist modernist yaşamdan kopmak gerekiyormuş. Beş bin yıllık iktidarcı-devletçi sistemin son hali olan kapitalist modernist yaşamdan, kapitalist sistemden, onun ruh halinden, duygusundan, düşüncesinden, en genel anlamıyla da bireyciliğinden kopmak gerekiyormuş. Aksi taktirde insanlık tarihinin bu en vahşi, saldırgan, değer tanımaz ve her şeye düşman sisteminin içinde erimekten, sistemin basit bir nesnesi olmaktan kurtulmak mümkün değilmiş.
Demek ki tüm toplumsal sorunları ve var oluş sorunu yaşayan Kürt halkının varlık ve özgürlük sorunlarını çözmek isteyenlerin tıpkı Önder Apo’nun yaptığı gibi hiyerarşik devletçi sistemden tam bir kopuşu yaşaması gerekiyormuş.
Demek ki bu yapılmadığı müddetçe özeleştiri verilemiyor ve sisteme karşı mücadele eden tutarlı, başarılı bir devrimci haline gelinemiyormuş.
Tam da bu noktada genelde devletçi sistemden, özelde de kapitalist modernist yaşamdan kopmuş, kendisini yeniden doğurmuş ve mevcut durumda da kapitalist moderniteye karşı en güçlü savaşı yürüten Önder Apo gerçekliğine rağmen, onun Önderlik ettiği partisi ve ona bağlı olan militanları olarak bizim sistem karşısındaki duruşumuzun Önder Apo gerçekliğine ne kadar uygun olduğunu ele almaya ihtiyacımız var.
Öncü parti ve kadro zor olanı başarmak için vardır
Kuşkusuz hem kapitalist moderniteyi hem de soykırımcı sömürgeciliği alt etmek, özgür yaşam sistemini inşa etmek kolay değildir, yaşamın her alanında çok büyük ve çok yönlü bir savaşı gerektirmektedir. Bu yönüyle devrimi geçmişteki gibi kısa süreli bir süreç, dahası askeri-siyasi zafer olarak ele almak doğru olmayacaktır. Devrim, insan ve toplum doğasına uygun demokratik komünal yaşamın ve özgür bireyin anı anı inşa edilmesi ve böylelikle beş bin yıllık iktidarcı-erkek egemenlikçi-devletçi sistemin kişide ve toplumsal yaşamda geriletilmesi, giderek ortadan kaldırılmasıdır. Günümüzde ‘demokratik ulusun inşa edilmesi’ diye tanımladığımız bu süreç, yaşamın her anında ve yerinde sürekli savaşı gerektirmektedir. Çünkü bu mevcut olandan farklı bir inşadır ve bunun için yeni duygular, düşünceler, duruşlar, temsiller gereklidir.
Önder Apo, bunu: “PKK’nin yeni dönemdeki temel görevi eski dönemlerdekinden farklıdır. Grup dönemindeki ideolojik etkiyle eylem ve savaşın esas olduğu dönemdeki politik etkiyi yine yaşamak ve yaşatmakla birlikte, kazanılmış Kürt kimliğini ve özgür yaşam arzusunu demokratik ulus inşasına çevirmek durumundadır. İlk iki aşama demokratik ulus inşası için çok değer biriktirdi. Ama demokratik ulus inşası halen bir görev olarak önünde durmaktadır. Dolayısıyla yeni dönemin program, strateji ve taktik bütünlüğü bu inşayı gerçekleştirmekle yükümlüdür” şeklinde ele almaktadır.
Demek ki yeni paradigma döneminde, bir başka deyişle adı demokratik uluslaşma süreci olan üçüncü partileşme döneminde temel görevimiz demokratik ulusu inşa etmekmiş. Bu da demokratik ulusun yaşamın tüm boyutlarında demokratik konfederalizm sistemi temelinde örgütlendirilmesi anlamına gelir. Önder Apo’nun demokratik konfederalizmi 2005 Newroz’unda ilan ettiği ve bu sistemin hali hazırda yeterince inşa edilmemiş olduğu gerçeğini gözettiğimizde parti ve kadrolar olarak gerçek çalışmamızı ne kadar yürüttüğümüz de anlaşılır. Açık ki çok büyük bir yetersizlik içindeyiz ve güncelde yaşanan tüm sıkıntıların ana nedeni de budur.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi kapitalist modernite koşullarında, toplumun bu kadar dağıtıldığı, bireyciliğin bu kadar geliştirildiği, ideolojik hegemonyanın bu kadar hakim olduğu bir ortamda özgür yaşamı yeniden inşa etmenin zorlukları oldukça fazladır. Ama zaten öncü partiye ve önder kadrolara ihtiyaç duyulması da tam olarak bundandır. Bu durumda beş bin yıldır iktidarcı-erkek egemenlikçi-devletçi sistemin etkisine maruz kalmış toplumun tümü birlikte değiştirilemeyeceğine, toplumsal yaşamın olduğu her yerde özgür yaşam birlikte örülemeyeceğine göre, bunu öncelikle öncü partinin ve kadronun kendinde gerçekleştirmesi bir zorunluluktur. Bu da öncü partiyi ve kadroyu inşa edilmek istenen özgür yaşamın, demokratik ulusun prototipi haline gelmesini gerektirmektedir. Bu da partinin ve öncü kadronun savunulan teorik ve pratik çerçevenin özeti olan demokratik modernite kuramı temelinde kendisini oluşturması anlamına gelir. Öncü parti PKK ve onun öncü kadrosunun nasıl olması gerektiği, hangi hallerde başarılı olabileceği böylelikle ortaya çıkar. Yine başarıya ulaşılmamışsa bunun nedeninin ne olduğunu da gösterir. Demek ki 2005 yılında ilan edildiği halde bugüne kadar Kürt demokratik uluslaşması anlamına gelen KCK’nin henüz yeterince örgütlendirilmemesinin temel nedeni, bu sistemi inşa etmeye öncülük edecek olan PKK’nin ve onun öncü kadrosunun kendisini demokratik ulus haline getirememiş oluşudur.
PKK ve öncü kadro toplumda gerçekleştirmek istediği değişimi, yaratmak istediği devrimi her şeyden önce kendi bünyesinde sağlamak durumundadır. Zira başkasını özgürleştirmek isteyenlerin, öncelikle kendilerini özgürleştirmek durumunda oldukları açıktır. Önder Apo bu konuda yaşayan bir hakikattir. Kendisinde gerçekleştirmediğini, başarmadığını, görünür kılmadığını başkasından istememesi, en temel Önderlik özelliklerindendir. Önder Apo’nun partisi ve onun militanları da onun gibi olmak durumundadır. O halde demokratik moderniteyi tüm unsurlarıyla parti olarak bünyemizde, kadrolar olarak da kişiliklerimizde gerçekleştirememiş olmamız, temel tespit olmak durumundadır. Demek ki kapitalist modernitenin alternatifi olan demokratik moderniteyi bünyemizde ve kişiliklerimizde yeterince temsil edemiyoruz.
Demek ki kapitalist modernitenin etkisinden tam kurtulmuş değiliz. Onun ruh hali, yarattığı duygular, düşünceler, yaşam tarzı bizi etkiliyor; bizi alternatifi temsil etmekten alıkoyuyor. Bu da demokratik uluslaşmayı, bu temelde üçüncü partileşme döneminin görevlerinin başarılmasını engelliyor. Açık ki kendimizi bu durumdan kurtarmak durumundayız, aksi taktirde çok büyük ihtiyaç olduğu halde öncü parti ve öncü kadro tartışmalık hale gelir, toplumsal sorunlar çözülmez, Kürtlerin soykırımın kıskacındaki hali süreklilik kazanır ve yok oluşa doğru gidilir.
O halde kendimizi her iki moderniteyi (kapitalist ve demokratik modernite) aynı anda yaşayan olmaktan çıkarmalıyız. Önder Apo’nun yaptığı gibi genelde devlet odaklı, özelde de kapitalist modern yaşamdan kopmalıyız. Kendimizi demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü toplum paradigması temelinde inşa etmeliyiz. Bu paradigmanın her bir kavramının ne anlama geldiğini derinden anlamalı, içini doldurmalı, kavramalı ve her şeyden önce kişiliklerimizde oluşturmalıyız. Yine demokratik modernitenin, ahlaki – politik toplum boyutu, eko-endüstriyel toplum boyutu ve demokratik konfederalist toplum boyutu, şeklinde özetlenen boyutlarının ne anlama geldiğini kavramalı ve kişiliklerimizde bunu yaşatmalıyız. Açık ki tüm bunların derinlemesine incelendiği ve Önder Apo’nun deyimiyle bize ‘süzülmüş bal kıvamında’ verildiği savunmaları çok daha fazla okumalı, anlamaya çalışmalı ve kişiliklerimize, çalışma ve yaşam tarzımıza yedirmeliyiz.
Partiyi savunma görevi başkasına devredilemez
Kuşkusuz kendimizle mücadelemiz var, ama kapitalist moderniteden tam kopamayan halimiz, yürüttüğümüz iç mücadelenin yetersiz olduğunu gösteriyor. Demek ki kişilik devrimini yapabilmemiz, hiyerarşik devletçi sistemden tam kopuşu sağlayabilmemiz için daha fazla ideolojik mücadele yürütmemiz gerekiyor. Sınıf ve cins mücadelesi şeklinde özetlenebilecek olan bu mücadelenin çok daha yeterli verilmesine kesinkes ihtiyaç vardır. Bizi kapitalist moderniteye açık ve parti içinde onun işbirlikçisi haline getiren özellikler, ruh halleri, duygular, düşünceler, istemler üzerinde yoğunlaşmalıyız. Bizi kapitalist moderniteye karşı başarı temelinde mücadele etmekten alıkoyan şeyler üzerinde durmalı, kişiliğimizi daha derinlemesine ele almalıyız. Bir taraftan kendimizle kişilik devrimi yapma temelinde uğraşırken, öte yandan parti içinde çok keskin bir ideolojik – örgütsel mücadele yürütmeliyiz. Zira dıştan etkilenmeler, farklı ideolojilerin etkisine girmeler, farklı sınıf anlayışlarını içe taşıyarak parti içini muğlaklaştırmalar çok fazladır.
Hiç kuşku yok ki parti içi ideolojik-örgütsel mücadeleyi yürütme düzeyimizi, her bir kadronun kendisiyle parti çizgisi temelinde girdiği iç mücadelenin düzeyi belirleyecektir. Yani bir kadro kendisinde demokratik modernitenin gerektirdiği ideolojik, politik duruşu geliştirdiği ölçüde parti içinde de bunun mücadelesini verecektir. Mevcut durumda partiye yapılan ideolojik saldırıların karşılık bulmasının nedeni, parti kadrosunun partiye yeterince sahip çıkmaması, çözümü hep başkasında, yönetimlerde aramasıdır. Halbuki öncü kadro partinin çizgisi temelinde partiyi savunmaktan sorumludur. Bu öyle bir sorumluluktur ki bir başkasına devredilemezdir. Açık ki kadro duruşundaki yetersizlik, partiyi sahiplenmede de yetersizliklere neden olmaktadır. Öyle ki pek çok alanda çok aleni parti suçları işleniyor, ama buna karşı düzeltici bir mücadele verilmiyor. Bizi farklı kılan yaşamımıza, ilkelerimize saldırılar oluyor, ama buna karşı yeterince mücadele edilmiyor. Demek ki mücadele ederek gerekli düzeltmeleri yapması gereken kadroda ölçüde kaymalar, liberalizm etkili ki bunlar oluyor. Aksi taktirde bunların olması mümkün olamaz.
Bu kapsamda sınıf ve cins mücadelesini mutlaka en yetkin ve yeterli şekilde yapmak durumundayız. Sınıflaşmayı insanlıktan düşme olarak tanımlayarak, sınıflı uygarlığa karşı mücadele eden, sınıfsız topluma ulaşmayı amaç edinen bir partinin kadrolarının başta küçük burjuva olmak üzere iktidarcı sınıf etkilerine karşı en keskin duruşu sergilemesi gerektiği açıktır. Sınıf mücadelesi parti içinde geliştirilmek istenen iktidarcı, maddiyatçı, bireyci, özel mülkiyetçi, oportünist duruşların aşılması için bir zorunluluktur. Sınıf mücadelesinin yürütülmesinde yetersiz kalınırsa, partinin fedai çizgisinde, yaşamında ciddi aşınmalar olur; bireysel hesaplar, farklı yaşam arayışları ortaya çıkar ki, bu da partinin özünü yitirmesine sebep olur. O açıdan sınıf mücadelesini yeterince yapmak mutlaka gereklidir.
Önder Apo’nun toplumun salt sınıflarla izah edilemeyeceğini söylemesi ayrıdır, sınıf mücadelesini yürütmek ayrıdır. Kuşkusuz sınıflaşmak yukarıda da belirttiğimiz gibi insanlıktan düşmedir ve sağlıklı-doğal toplum sınıflaşmayan veya sınıflaşmaya kapalı toplumdur. Ama ne yazık ki iktidarcı-devletçi sistemin gelişmesiyle birlikte sınıflaşma da yaşayan bir realiteye dönüşmüştür. O açıdan sınıflar vardır ve etkileri de her yerdedir. Devletli çağda yaşadığımızdan bizi de etkilemektedir. Bu nedenle de partimizi, yaşamamızı ve kendimizi bu sınıf etkilerine karşı korumak durumundayız.
Parti içinde sınıf mücadelesi yürütmek demek, parti içinden kapitalist modernite, feodalizm vb iktidarcı-devletçi sistemin varyantlarının etkilerini atmak, kendimizi temizlemek demektir. Zira kapitalizm küçük burjuvalık, orta sınıfçılık, liberalizm, bireycilik, maddiyatçılık, özel mülkiyetçilik üzerinden partiye saldırıyor. Benzer şekilde feodalizm daha zayıf bir şekilde ağa vari ve yontulmamış iktidarcılık şeklinde kendisini hissettirmeye çalışıyor.
Özel mülkiyetçi eğilimler partiyi özünden saptırma çabasıdır
Burada özenle üzerinde durulması gereken bir konu, kimi alanlarda parti ve kimi parti kadrolarında özel mülkiyete olan eğilimdir. Varoluşsal olarak toplumsal olan insan türünün yaşadığı en büyük sapma bireyciliktir. Bu yönüyle bireycilik tüm kötülüklerin ata babasıdır. Bireyciliğin de kendisini en açık ve iştahlı şekilde görünür kıldığı alan özel mülkiyet alanıdır. Kadın da dahil kendine özeller oluşturma ilk bireyci-iktidarcıların en büyük çabasıydı. Nitekim önüne geçilemeyen ve sonu gelmez bu iştahları sonucu insanlık tarihi, hiyerarşik-devletçi sistem şeklindeki tarihin sapmasını yaşadı ve hala da bu sapkınlığın yarattığı yıkımlarla uğraşıyor. O açıdan bireyciliği ve onu besleyen özel mülkiyeti çok önemsemek, en toplum karşıtı şey olarak görüp ona karşı sonuç alıcı bir ideolojik mücadele yürütmek gerekir.
Uzun süredir Bakur’da, Rojava Devrimi’nin ardından da Rojava’da imkanların artması, parti kadrolarında maddiyatçı, mülkiyetçi yaklaşımları önemli ölçüde geliştirmiştir. Varoluşsal olarak fedai bir hareket olan, yaşam felsefesi olarak ise ‘bir lokma bir hırka’ şeklindeki dervişane yaşamı esas alan bu hareketin kadroları, ne yazık ki gelinen aşamada özel mülkiyet gibi şeylere de tenezzül etmeye başlamışlardır. Halbuki bu harekete katılan herkes, başta özel mülkiyet olmak üzere bireyciliğin her türünü reddederek fedai çizgide harekete katılır. Ama kendisini parti çizgisi temelinde eğitmeyenler, kişilikte devrimi gerçekleştiremeyenler, kadro duruşunda fedai duruştan düşenler imkanlar oluştukça parti çizisinden sapabilmektedir. Bu anlayış halkın yaşam standartlarının üzerine çıkılması, hesapçı yaklaşımla kendisine maddi imkan sunan kişilere göre olunarak partinin imkanlarıyla bir orta sınıfın oluşturulması, partinin kitle çizgisinden kopulması gibi ciddi etkilere neden olmaktadır.
İmkân devrimciliği dış kaynaklı bir çizgi saldırısıdır
Öte yandan ‘imkân devrimciliği’ gibi partinin kimyasıyla uyuşmayan yeni bir gerçeklik ortaya çıkarmaktadır. En az imkanla en çok iş yapma veya yoktan var etme anlamına gelen gerilla tarzının yerini, bazı yerlerde giderek maddi imkanlara dayalı iş yapma anlayışı almaktadır ki, bu da çalışmaların parti tarzıyla yapılmamasına neden olmaktadır. ‘İmkân devrimciliği’ne alışan, bunun temsilini yapanlar giderek imkanların bol olduğu alanların dışında çalışmamak ve bu alanlardan kopmak istememektedir. Açık ki tüm bunlar partinin ideolojik çizgisine yapılan birer saldırıdır ve kaynağında kapitalist modernite etkileri vardır.
Bu duruma düşmemek kadar, düşmüş kişilere karşı parti çizgisinde mücadele yürütmek de bir o kadar önemlidir. Bu konuda da yeterli ve sonuç alıcı ideolojik-örgütsel mücadele yoktur. Kuşkusuz yaşanan bu yetersizliklerden çok ciddi düzeyde rahatsız olan, bunu kabul etmeyen kadro duruşları oldukça fazladır ve hakimdir. Aksi taktirde zaten partinin varlığını özüne uygun şekilde sürdürmesi mümkün olamazdı. Bu yönüyle parti kadrolarının ezici çoğunluğunun maddiyatçılıktan, özel mülkiyetçilikten uzak ve fedai çizgide olduğunu belirtmek mümkündür. Yetersizlik, kadronun sorunların çözümünü sürekli üstten, örgüt yönetiminden beklemesidir. Halbuki doğru olan her parti kadrosunun bulunduğu her yerde son derece açık ve net olan parti çizgisinin fedailiğini yapması, parti dışı tüm anlayış, duruş ve tutumlara karşı sonuç alıcı bir mücadele yürütmesidir.
Açık ki parti, kadrosu üzerinden gerekli düzeltmeleri yapacaktır. Kadro bulunduğu yerde partiyi temsil etmek durumundadır ve partinin savunulmasını bir ikinci kişiye bırakmamalıdır. Bu yönüyle parti kadrosu üstten, örgüt yönetiminden bekleyen değil yapılması gerekenleri bizzat kendisi yapan olmalıdır. Bunu yapmalı ki parti çizgisi söz konusu yerde başarıyla uygulansın ve hakim olsun. Aksi taktirde parti kadrosunda gerçekleşecek olan sızlanma, şikayetçilik ve serzeniş olacaktır. Önü alınmazsa bu önce negatif üsluba, giderek de parti yönetimine tepkiye dönüşecektir. Çünkü yaşanan onca sorunun parti yönetimi tarafından neden çözülmediğini sorgulayıp duracaktır. Halbuki doğru olan parti kadrosunun parti çizgisi temelinde yapılması gerekenleri bizzat yapması, partiyi bulunduğu her yerde temsil etmesi ve sonucu partiye aktarmasıdır. Bu görevlerin başarıyla yerine getirilmesi için de fazlasıyla örgütsel mekanizmamız mevcuttur. Bir kez daha Önder Apo’nun Mazlum arkadaş için “Mazlum partidir” sözünün neden söylendiğini idrak etmemizi gerektiren bir durumla karşı karşıyayız.
‘İmkân devrimciliği’nin öz güç ilkesinden uzaklaştıran, uzaklaştırdıkça işbirlikçileştiren bir karakteri de vardır. Bu yönüyle oldukça tehlikeli ve çizgiden saptırıcı bir özelliği vardır. Gerilla mücadele tarzı esas olarak imkan yaratmaya, öz güce ve yaratıcılığa dayanır. ‘İmkan devrimciliği’ ise imkanlarla iş yapmak, maddiyatçılık anlamına geldiğinden gerillacılıktan, gerilla yaşam tarzından kopmak anlamına gelir. Bu ise, gerçekte parti yaşamından ve partiden kopmak anlamındadır. Çünkü parti tarzı gerilla tarzıdır.
Bu yeni ama çizgi dışı anlayışta mücadele ve çalışma imkanlar varsa olur, yoksa olmaz. Yani mücadele etmeyi iradi duruşa, eğitime, yetkinleşmeye, ideolojik temsile, parti ve toplumun örgütlülük düzeyine değil; maddi imkanların olup olmadığına, diplomasiye, dış güçlerin destek verip vermemesine bağlar. Bu yönüyle gerçekte yaşanan bir iradi kırılma olur. Bu duruş, Devrimci Halk Savaşı stratejisinin, örgütlü toplumun ve uzmanlaşmış gerillanın savaşarak kazanacağına değil, tıpkı KDP gibi dış güçlerin vereceği destekle sonuç alınabileceğine inanır. Bu nedenle de Devrimci Halk Savaşı stratejisi kapsamında üzerine düşen görev ve sorumlulukları başarıyla yerine getirmez, toplumu Kürtlerin varlığını ve özgürlüğünü garantileyecek yegane yol olan savaşa hazırlamaz; neredeyse tüm zamanını ciddi bir toplumsal örgütlülüğe ve hazırlığa dayanmadan dış güçlerle olan ilişkilerde harcar. Efrîn, Serêkaniyê, Girê Spî’nin işgalinde bu anlayışın çok büyük etkisinin olduğunu söylemek, yanlış olmayacaktır. Çünkü bu üç yerde de savaşma kapasitesinin çok azı kullanılmıştır.
Çok açık ki bu halkın, PKK kadrolarının ve hemen herkesin alıştığı PKK tarzı değildir. PKK varlığını öz güce dayanarak ve toplumu örgütleme düzeyi temelinde korudu ve tüm gelişmeleri de bu duruşu sayesinde yarattı. Bunun tersi olan çizgiyi ise, Kürtlerde KDP temsil etmektedir. Bu siyasete göre başarının ölçüsü en fazla devlet tarafından muhatap alınmak ve bu devletlerden maddi imkan elde etmektir. Önder Apo ABD’nin Kobanê’deki büyük savaşa dahil olduğu süreçte, yaptığı tarihi uyarılar asla unutulmamalıdır. Önder Apo, ABD’nin tükürüğünü bile bedavaya vermediğini, belirterek bu konuda azami düzeyde dikkat edilmesi gerektiğini belirtti. Aradan geçen zamanda ABD’nin verdiği yardımların, yarattığı imkanların Rojava devrimcilerinde önemli aşınmalar yarattığı görülmüştür. Bu nedenle Kurdistan’da kazandıran tek çizgi olan Apocu çizginin dışındaki her türden gelişme ve eğilimi önemsemek ve devrimin demokratik komünalizm temelinde ve gerilla tarzında varlığını sürdürmesini sağlamak hayati önem taşır.
PKK’de yaşam komünaldır her şey komüne aittir
Özel mülkiyet bir de toplum içinde çalışma yürüten parti kadrolarına verilen fonlar üzerinden geliştirilmektedir. Gerçekte tasfiyeciliğin uzun süre boyunca hareketin içine yerleştirmek için mücadele ettiği kadroya bireysel fon verilmesi hususu, gelinen aşamada bazı alanlarda yaşamın normali haline gelmiştir. Ne kadar verildiğine bakılmaksızın partinin kadrosuna bireysel fonun verilmesini, parti tüzüğü yasaklar. Parti tüzüğünde parti kadrolarına bireysel fonun verileceği maddesi olmadığı gibi, parti yaşamının kurulduğu günden bugüne böyle bir geleneği de yoktur. Bu yönüyle bir yerde mülkiyet ya özel olur ya da kamusal. Tepeden tırnağa toplumsal bir hareket olan PKK’de mülkiyet olacaksa, bu ancak ve ancak kamu mülkiyeti olur. Yani her şey komüne ait olur. O açıdan bireysel fon adı altında verilen para, ne kadar olduğuna bakılmaksızın özel mülkiyete ve bağlantılı olarak bireyciliğe kapıyı ardına kadar açmaktadır. Bu da komünal yaşamı dinamitlemektedir ki, yaşam felsefemiz yaşamın ancak ve ancak komünal olduğunda özüne uygun ve özgür olacağını belirtir.
Verilen bireysel fonlarla yaşamımız biraz komünal biraz da özel oluyor. Yani kapitalist modernite ile demokratik moderniteyi aynı anda, aynı yaşamda ve kişilikte buluşturuyoruz. İşte demokratik modernite bu nedenle inşa edilememektedir. Zira demokratik modernite parti kadrosunun yaşamında inşa edildiği kadar inşa edilir. PKK kadrosunun kendisinde gerçekleştirdiği devrim düzeyi, toplumda oluşturacağı düzeydir.
Kadronun kendisinde yaşattığı her iki moderniteyi harmanlama hali, toplumsal çalışmalarda da kendisini olduğu gibi göstermektedir. Bu açıdan Kurdistan’ın her yerindeki demokratik moderniteyi inşa çalışmalarına bakıldığında hep karşımıza bir kargaşa ve her iki modernitenin bir karması çıkar. Gerçekte bu PKK kadrosunun kendisinde yarattığı ve yaşattığı kargaşadır, karma haldir. Bunun arılaşması ancak öncü kadronun kendisini kapitalist modernite etkisinden kurtarması ve demokratik modernite temelinde inşa etmesiyle gerçekleşecektir.
Yaşam tarzında komünal olmama, bireycilik beraberinde çalışma tarzında da kolektivizmin gelişmemesine neden olmaktadır. Nitekim pek çok çalışma alanında parti yönetimi olan kadroların yeterince kolektif olamadıkları, birlikte çalışamadıkları yönünde bilgiler gelmektedir. Önder Apo ‘komünal olan demokratiktir, demokratik olan komünaldir’ dedi. Demek ki demokratik olabilmek, dolayısıyla kolektif çalışabilmek için komünal olmak yetiyormuş ve bu gerekliymiş. Zaten komünal olan birisi, bireycilikten kurtulmuş ve toplumsal olduğundan demokratik olacak ve bağlantılı olarak kolektif çalışmayı becerecektir.
Dolayısıyla hemen her alanda yaşanan kolektif çalışma sorununu aşmanın tek yolu, komünal yaşayabilmektir. Bu yönüyle her yerde kolektivizm kapsamında yaşanan sorunun temel nedeni, bireyciliktir. Kolektivizm sorunu komünallik ve bireycilik arasındaki savaşın sonucuna göre ya ortaya çıkmakta ya da aşılmaktadır. Bu açıdan yönetimlerin birlikte çalışma sorunu eş deyişle kolektivizm sorunu yaşadığı her yerde anlayış ve duruş bireycilik olurken, edinmeleri gereken anlayış ve duruş ise komünallik olmaktadır. Zira demokratik komünalizmin olduğu bir yerde iktidarcılığın, bireyciliğin, özel mülkiyetçiliğin, erkek egemenlikçi yaklaşımların olması mümkün değildir. Bunların olmadığı yerde de kolektivizm olur, birlikte yaşam ve çalışma olur.
Cins mücadelesi en rafine ideolojik mücadeledir
Cins mücadelesini ise ideolojik mücadelenin en rafine şekli olarak ele alıp yürütmek gerekmektedir. İnsan yaşamında ezen-ezilen, özne-nesne ilişkilerinin çıkış noktası olan cinsler arasındaki ilişki eşit ve özgür temele yani fabrika ayarlarına döndürülemezse, insanlığın yaşadığı hiçbir toplumsal soruna çözüm bulunamaz. Bu yönüyle tüm toplumsal sorunların temel kaynağı cins sorunudur. Tüm sorunlardan kurtulmak da özne-nesne cenderesine alınmış olan kadın ve erkeğin eşit ve özgür temelde tekrardan ilişkilenmesi, yaşamı bu temelde kurmasıyla mümkün olacaktır. O açıdan parti içindeki kadın-erkek ilişkileri salt partiyi değil, tüm insanlığı ilgilendirmekte ve etkilemektedir. Kendimizi prototip haline getirme zorunluluğumuz en fazla da burada kendini göstermek durumundadır. İnsanlığın uğraştığı en büyük sorun olması, kadınlar başta olmak üzere tüm özgürlükçü insanlığı büyük bir arayış içine koymuştur. Kürt kadınının ve bağlantılı olarak Kürt erkeğinin yaşadığı sınırlı değişim ve devrimin dünya kadınları başta olmak üzere tüm insanlığı bu denli etkilemesi de bundan kaynaklanmaktadır. Evrensel ve en temel bir sorundur, dolayısıyla ona bulunacak çözüm de evrensel bir çözüm anlamına geleceği gibi, partiyi tüm insanlık içinde çok büyük bir güce dönüştürecektir. O nedenle kadın-erkek ilişkilerinin özgür-eş yaşam temelinde kurulması, hayati önemdedir. Bu hem tüm kişilik sorunlarımızı çözmemiz hem yürüttüğümüz çalışmalarda başarılı olmamız hem de mücadelemizin zafere ulaşması için her şeyden önce gelir.
Kadın-erkek ilişkilerinin ne denli önemli olduğunu bilen kapitalist modernite, bu nedenledir ki en fazla kendisini bu alanda örgütlemekte, kadına en sistematik saldırıyı geliştirirken, erkekliği ise alabildiğine hortlatmaktadır. Kapitalist moderniteden mutlak kopuşu sağlayacak olan esas alandır, bu alandır.
Kapitalist modernitenin değil, demokratik modernitenin kadınları ve erkekleri olmamız halinde etkileyemeyeceğiz bir kişi ve başaramayacağımız bir görev olamaz. O açıdan alabildiğine bastırılmış, nesneleştirilmiş, kendisine güveni yok edilmiş kadının özüyle buluşması, yaşamın öncüsü haline gelmesi; kadına tüm bunları yaşatan ve bir şekilde erkek egemenlikçi sisteme ortak edilen erkeğin de erkekliğini her an sorgulaması, bu erkekliği mutlak surette öldürmesi, her iki cinsin ‘Xwebûn’luğunu bulması ve özgür yaşamı birlikte kurması için zorunlu. Özgür yaşam kadın ve erkeğin eşit ve özgür ilişkilerini geliştirebildikleri ölçüde gerçekleşecektir. Özgürlüğe niyet etmiş, yaşamın her anını özgür kılmak için çabalayan kadın ve erkek olmadan bir özgür yaşamın kurulması söz konusu olamaz. Çünkü insan yaşamı toplumsal bir yaşamdır ve toplumsal yaşam kadın ve erkeğin ilişkileri üzerine kuruludur. Toplum ne salt kadından ne de salt erkekten oluşabilir. Sağlıklı ve özgür toplum özgür kadın ve erkeğin yaşamı birlikte kurduğu yaşamdır.
Parti ortamımız bu açıdan özgür yaşamın en yoğun yaşandığı ortam olmak durumundadır. Parti yaşamını yaşayan kadınlar ve erkekler olarak kadrolar ideolojik yoldaşlık temelinde her anlarını birbirini güçlendiren, güzelleştiren, büyüten kılmak durumundadır. Bunun olabilmesi için de her iki cinsin esas olarak erkek egemenlikçi sistemle çok keskin ve mutlak kopuşu amaçlayan bir mücadele içine girmesi gerekiyor. Yani erkeklik öldürülmeden, onun yarattığı etkilerden kopulmadan ne sağlıklı kadın ne erkek olunabilir.
Açık ki bu konuda da çok yoğun yetersizlikler yaşanmakta ve mutlaka aşmayı gerektirmektedir. Kendisiyle yüzleşmeyen, ne yaşadığını tam anlamayan, buna yoğunlaşmayan, kendisini bastıran, biyolojik sınırlarda seyreden duruşlar görülmektedir. Cins çelişkisini, mücadelesini hem kişisel hem de örgütsel düzlemde merkeze almak, sorunların çözümünü burada aramak doğrudur ve oldukça da gereklidir. Zira hem kişisel hem de örgütsel düzlemde her şeyi cins mücadelesindeki düzey belirleyecektir. Diğer bir deyişle her şey, erkek egemenlikçi zihniyet ve sistemin erkek ve kadında yarattığı etkilerden kurtulmaya bağlıdır. İnsan toplumsallığının, bağlantılı olarak parti yaşamının genetiğini oluşturduğundan kadın-erkek ilişkileri her şeyi belirlemektedir.
Rahatlıkla denilebilir ki PKK’nin diğer örgütlerden farklı olarak toplumsal yaşamda devrimsel gelişmeler yaratmasının ve büyük güç haline gelmesinin en temel nedeni kadının potansiyelini bir nebze de olsa açığa çıkarabilmiş olmasıdır. Kadın erkek egemenlikçi zihniyet ve sistemle mücadele edip kendi özüyle buluştukça, geliştikçe, güçlendikçe bu en başta da parti içindeki erkeği değiştirmiş, onun da özgürlük ölçülerinde gelişme yaşamasını sağlamıştır. Hem kadındaki hem de erkekteki bu değişim bir taraftan hiçbir örgütte olmayan bir sinerji yaratarak partiyi güçlendirirken, öte yandan toplumsal yaşamı da önemli ölçüde etkilemiş ve toplum yaşamında da önemli değişimler yaratmıştır.
PKK’deki tüm gelişmeler buna bağlı olarak gerçekleşmişse de bu henüz kapitalist moderniteyi kesinkes aşacak, demokratik moderniteyi hem ideolojik-politik hem de kültürel olarak inşa edecek bir düzeye gelmemiştir. Demokratik modernitenin gerçek anlamda inşa edilememesinin esas nedeninin bu konuda yaşanan yetersizlik olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu yönüyle önemli bir düzey yakalanmış olsa da henüz devrime yetecek ve devrimi kalıcı kılacak düzeyde değildir.
Toparlarsak her parti kadrosunun önünde kendisindeki özgürlük düzeyini yükseltecek, kendisini başarılı kılacak cins mücadelesini erkek egemenlikçi zihniyet ve sistemi aşacak düzeyde geliştirme görevi bulunmaktadır. Bunun olmadığı ortamlarda ve kişiliklerde ciddi aşınmalar olmakta ve sistemin içinde erimeler yaşanmaktadır. Kuşkusuz bunun tersi de doğrudur. Kadın-erkek yoldaşlığında, kadın özgürlük çizgisi temelinde yaşanan gelişme hem özgür yaşamın inşasını hem de özgür kadın ve özgür erkeğin hakikate dönüşmesini sağlamaktadır. O açıdan cins mücadelesi ne kadar önemsense ve üzerinde durulsa yeridir.
Hem çok hem de doğru çalışmak gerekir
Kuşkusuz öncü kadrolar olarak çalışıyoruz, büyük emek veriyor ve her an kendimizi özgürlük davası uğruna feda etmekten geri durmuyoruz. Zaten bu kadar büyük saldırıya rağmen bizi bugüne kadar mücadele eder halde tutan da bu emek ve fedai çizgideki duruş olmuştur. Böyle de olsa, Önder Apo’nun hala İmralı tabutluğunda bulunuyor oluşu, Kürtlerin hala varlık ve özgürlük sorunu yaşıyor olması ve arzulanan özgür yaşamın henüz inşa edilememiş olması, yürüttüğümüz mücadelenin yeterli olmadığını da ortaya koymaktadır. Toplamda devrimci çabalarımızın, çalışmalarımızın yetmediği görülüyor.
Peki, az mı çalışıyoruz? Kuşkusuz az çalışıldığından da bahsedilebilir, ama esas olarak sorun doğru çalışmama konusunda yaşanmaktadır. Evet, çalışıyoruz ama ne kadar sonuç alıyoruz, çalışmamız ne kadar partinin bize verdiği görevler temelinde ve parti tarzında, ne kadar kendimize göre? Açık ki bu konuda da ciddi yetersizlikler, dahası büyük yanlışlıklar yaşanmaktadır. Bu da partiye göre olunması gerektiği halde, kendine göre olma gibi bir gerçeklik anlamına gelmektedir.
Normal koşullarda herhangi bir partinin kadroları, üyesi oldukları partinin program esaslarına göre ve parti tarzında çalışırlar. Bu partimiz açısından Kurdistan’da demokratik ulusu inşa etmek anlamına gelen KCK’yi örgütlemektir. Stratejik olarak ise Devrimci Halk Savaşı stratejisi temelinde çalışmaktır. Yine bu stratejinin nasıl başarılacağına ilişkin belirlenmiş bir taktik çerçeve de vardır. Çizgiden sapmamak kaydıyla her türden yaratıcılığa da sonuna kadar açıklık vardır. Tarz ve tempo olarak da Önderlik gerçekliği Kurdistan’da sonuç alıcılığı ispatlanmış bir hakikat olarak gözler önündedir. Kısacası program esasları, strateji, taktik ve tarz her yönüyle net ve açık olduğu halde partinin örgütlü olduğu her yerde ve tüm parti kadroları bu temelde çalışmamaktadır.
Parti ideolojikleşme dönemi olarak ele aldığımız birinci partileşme dönemi, askerileşme dönemi dediğimiz ikinci partileşme döneminden sonra, yeni paradigma ışığında demokratik uluslaşma dönemi dediğimiz üçüncü partileşme dönemini yaşamaktadır. Yukarıda da belirttiğimiz 2003 yılı sonrası, partileşmemizin üçüncü dönemi anlamına gelmektedir. Demek ki günümüzde birinci ve ikinci partileşme döneminin yarattığı kazanımlara ve buradan çıkarılacak derslere dayanarak üçüncü partileşme döneminin görev ve sorumluluklarını yerine getirmemiz gerekiyor. Bu da kendisini kabul ettirmiş, herkese tanıtmış, dirilmiş Kürt gerçekliğini demokratik ulus zihniyetine uygun olarak demokratik konfederalizm temelinde yeniden inşa etmektir. Yani Kürtlerin varlık ve özgürlük sorunlarını çözmek üzere toplumsal doğadan çıkarılmış teorik çerçeveyi demokratik özerkliğe dayalı demokratik konfederalizm şeklinde bir bedene kavuşturmaktır. Böylelikle var oluş için gerekli olan zihniyet ve beden birlikteliğini oluşturmak ve Kürt soykırımını hedefleyen politikaları kesin yenilgiye uğratarak Kurdistan’da özgür yaşamı inşa etmektir.
Çerçevesi çok net olarak belirlenmesine karşın, parti kadrosu bu temelde çalışmamaktadır. Yukarıda demokratik ulusun neden inşa edilmediğine yer vermeye çalıştık. Gördük ki Rojava da dahil Kurdistan’ın hiçbir yerinde henüz demokratik ulus inşası özüne uygun şekilde inşa edilmiş olmaktan oldukça uzaktır. Bu nedenle de bugün Kurdistan’ın her parçasında hala varlık ve özgürlük sorunu yaşanmaktadır. Açık ki bu düşmanın yönelimleriyle izah edilecek bir konu değildir, zira Önder Apo demokratik ulusun düşmanın saldırmadığı, rahat koşullarda inşa edileceğini hiç belirtmedi. Tam tersine demokratik ulusun inşasıyla varlık ve özgürlük savaşının aynı anda yürütüleceğini belirtti ve demokratik ulusun inşasıyla savaşmanın doğru orantılı olduğunu söyledi. Yani ne kadar inşa o kadar devrimci halk savaşı, ne kadar devrimci halk savaşı o kadar inşa diyalektiği işlemeliydi. Ama gerçekleşen bu olmadı ve gelinen aşamada ne yeterince inşa yapılabilmiş ne de yeterince savaşılabilmiştir. İşte bu kendine göre çalışmadır.
Düşmanın saldırmadığı, rahat koşulların ve imkanların çok fazla olduğu dönemlerde inşa çalışmalarına ağırlık verildi ama bu inşa da kendine göre gerçekleşti. Önder Apo’nun belirttiği öz savunmayı içermedi. Düşmanın hiç saldırmayacağı düsturuyla hareket edildi ve tüm inşa öz savunmasız yapılmaya çalışıldı. Düşman yönelince de inşa denilen şeyin pek de inşa olmadığı, düşman saldırıları karşısında tutunamadığı ortaya çıktı. Bu açıdan inşanın Önder Apo’nun demokratik ulusun boyutları olarak belirttiği tüm boyutlarda ama esas olarak da soykırım gerçekliğinden dolayı öz savunma temelinde yapılması gerekiyor. Bu yönüyle öz savunmaya dayanmayan bir inşa çalışmasının gerçek anlamda inşa çalışması olması mümkün olmadığı gibi, kalıcılaşması da mümkün olamaz.
Devrimci Halk Savaşı yeterince verilmeden hiçbir gelişme yaratılamaz
Öz savunma çalışmalarının ise strateji temelinde yürütülmesi gerekir. Kürt sorununu çözme, Kürt halkı için hayati önemdeki siyasi statüyü elde etme ve demokratik ulusu inşa etme Devrimci Halk Savaşı stratejisi temelinde yapılacak çalışmalarla mümkün olacaktır. Devrimci Halk Savaşı yeterince verilmeden ne Kürt sorunu çözülür ne siyasi statü elde edilir ne de demokratik ulus inşası gerçekleşir. Bu yönüyle her şey Devrimci Halk Savaşı’nın ne kadar başarıyla verildiğine, verileceğine bağlıdır.
Kürt sorununun özgünlüğü, Kürt halkının soykırımın kıskacına alınmış olan bir halk olmasından dolayı, PKK soykırımcı sömürgeci rejime karşı savaşmak durumunda kalmıştır. Kürt sorununun özgünlüğü, kapitalist modernitenin hegemon güçlerince çıkarılmış olması, soykırımcı TC’nin NATO’nun üyesi olması, Kürt Özgürlük Hareketi’nin demokratik sosyalizmi temsil etme düzeyi gibi nedenlerle PKK benzerlerinden çok daha farklı bir savaşı vermek zorunda kalmıştır. Güncelde Medya Savunma Alanları’na yönelik gerçekleştirilen saldırılar, Önder Apo üzerindeki mutlak tecrit, Hareketimizin tasfiyesinin uluslararası bir konsept temelinde yürütülüyor oluşu, bunu gözler önüne sermektedir. Fedailikte zirve olarak tanımladığımız savaşımımız bu yönüyle tarihidir, büyük kahramanlıklarla doludur. Ancak fedai çizgide yürütülebilecek bir savaştır. Savaşımızın bir yönü bu olurken, diğer yönü ise yürütülen savaşın Devrimci Halk Savaşı stratejisine yeterince uygun olmamasıdır. Hareketimiz ve halkımız için hayati önemine rağmen hala yürüttüğümüz savaş Devrimci Halk Savaşı stratejisine tam uymamaktadır. Yani savaşan profesyonel gerilla olurken; soykırımcı rejimin düşman olarak görüp soykırıma uğratmaya çalıştığı Kürt halkı henüz savaşın bir tarafı olamamıştır. Hala pozisyonunu askerileşme olarak tanımladığımız ikinci partileşme dönemindeki gibi ele almaktadır. Yani kendisini savaşan bir halk haline getirmek yerine, özgürlük savaşını destekleyen, lojistik imkan sunan bir pozisyonda tutmaktadır. Ama halkın bu şekilde davranmasının temel nedeni ise halka öncülük eden parti kadrolarıdır.
Öncülük yani parti ve kadro, halkı savaşması gerektiği, zaferin Devrimci Halk Savaşı stratejisi kapsamında verilecek topyekün bir savaş temelinde elde edileceği konusunda yeterince eğitmemiştir. Hala söylemde Devrimci Halk Savaşı varsa da pratikte halkın sunacağı lojistik destek, halkın içinden çıkan milis savaşçıyla bu büyük savaşın kazanılacağı yaklaşımı esas alınmaktadır. İşte bu da stratejiye göre değil de kendine göre çalışmadır. Savaşın bu kadar uzamasının, bu kadar büyük bedeller ödenmesinin, soykırımcı rejimin hareketimizi tasfiye edip Kürt soykırımını başaracağına dair umutlanmasının nedeni işte bu kendine göreliktir. Savaşı stratejiye göre yapmamaktır.
Gelinen aşamada üzerinde özenle durulmasından dolayı Devrimci Halk Savaşı stratejisi daha fazla gündem olabilmiş, halkın öz savunma temelinde eğitilip hazır hale gelmesinde belli mesafeler alınabilmiştir. Ancak bu konu üzerinde de ne kadar durulsa o kadar yeridir ve hayati önemdedir.
Kadro toplumun öz yönetimini sağlayan olmalıdır
Önder Apo insanın varoluşsal olarak ahlaki ve politik bir varlık, toplumsal doğanın da ahlaki-politik toplum olduğunu belirtti. Politikayı toplumun sorunları üzerinde kafa yormak, çözüm yollarını araştırmak ve bulmak olarak tanımlarken; ahlakı ise politikayla toplumun güzelleşmesi ve gelişmesi için bulunanı uygulamak olarak ele aldı. Hem bulma hem de yapma işini toplum içinde birilerinin değil toplumun tüm üyelerinin işi, dahası insan olmanın temel kıstası olarak ele aldı. Diğer bir deyişle insan varoluşsal olarak politik ve ahlakidir. Yanı sıra insanın ‘evrenin özeti’, ‘mikro-kosmos’, ‘ikinci doğa’ vb olduğu yönündeki bilimsel-felsefi tespitler insanın varoluşsal olarak ne denli potansiyelli ve güçlü bir varlık olduğunu ortaya koyar. İnsan ve toplum hakkında yapılmış bu tespitler insan ve topluma egemenlerin yaptığı gibi sıradan ve basit yaklaşılamayacağını ispatlar. İnsan ve toplum varoluşsal olarak güçlüdür ve her şeyi yapabilme kapasitesine sahiptir.
İnsana ve topluma yaklaşımı bu temelde olduğundan Önder Apo insan ve toplum açısından öz yönetim, doğrudan demokrasi kavramlarını ve bunlara dayalı demokratik konfederalizm sistemini insanın ve toplumun doğasına uygun sistem olarak gördü. Doğrudan demokrasinin sistemi olan demokratik konfederalizmin bizim açımızdan yaşanan tüm toplumsal sorunların çözüm anahtarı olması, böylesi bir hakikat rejimine dayanmaktadır.
Tüm bunlar PKK kadrosunun insana ve topluma nasıl yaklaşılması gerektiğini de ortaya koyar. Yani PKK kadrosu egemenlerin yaptığı gibi değil, Önder Apo’nun yaptığı gibi yaklaşmak durumundadır. Yani insandaki ve toplumdaki gücü görmeli ve bunun açığa çıkması için çalışmalıdır. PKK kadrosu yöneten değil, toplumun kendi kendisini yönetmesini sağlayan olmak durumundadır. Zira insan ve toplum ahlaki ve politiktir. O hem bulabilir hem yapabilir hem de kendisini yönetebilir.
Eski paradigmamız devletçi paradigma olduğundan, birinci ve ikinci partileşme dönemlerinde öncü parti tıpkı kendinden öncekiler gibi iktidarı hedeflemekteydi ve toplumu yönetecek olan da parti ve onun kadrosuydu. Ama üçüncü partileşme dönemi böyle olmayıp yeni paradigmaya dayanmaktadır. Bu paradigma ise devletçi paradigmanın tam zıt kutbunda yer almakta ve yönetimin öz yönetim temelinde olmasını zorunlu kılmaktadır. Bu paradigmaya göre öncü parti ve kadronun temel görevi toplumun kendi kendisine yetmesini sağlamanın, kendisini yönetmesinin önündeki engelleri kaldırmak, insan ve toplumda varoluşsal olarak bulunan büyük gücün açığa çıkmasını sağlamaktır. Bunun için de halkı eğitmektir. Eğitilen halk örgütlenecek, örgütlenen halk da eyleme geçecektir. Bu açıdan parti kadrosunun toplum çalışmalarındaki en büyük ve öncelikli görevi toplumu eğitmek, örgütlemek ve eyleme kaldırmaktır.
Ne yazık ki pek çok alanda yürütülen demokratik toplumu inşa çalışmalarının bu şekilde olmadığı görülmektedir. Eski ERNK tarzı çalışma hayli yaygın ve hatta hakimdir. Halbuki temelinde paradigma değişiminin olduğu üçüncü partileşme döneminin toplumsal örgütlenmesi KCK’dir. Bu niteliksel olarak farklıdır. Öncü parti ve kadroya, topluma, toplumsal çalışmaya, toplumun örgütlenme biçimine, iktidar ve yönetim olgularına ve daha pek çok konuya ilişkin tespitlerde farklılaşma yaşanmıştır. Bu durumda KCK’yi örgütleme görevi bulunan PKK kadrolarının kaynağında devletçi paradigmanın olduğu eski alışkanlıklarına göre değil, üçüncü partileşme döneminin gereklerine göre çalışma gibi bir zorunluluğu vardır. Aksi taktirde ne kadar koşturulsa, çalışılsa ve emek verilse de bunun sonuç alması mümkün olmaz. Nitekim mevcut durumda hiç kimse parti kadrolarının çalışmadığını belirtemez. Bu konuda hiçbir parti ve örgütle kıyaslamayı bile kabul etmeyecek düzeyde bir çalışma yürütülmektedir. Ama dikkat edelim, hala örgütlü demokratik toplum; kendi kendini yöneten, kendini savunan, kendine yeten bir toplumsal gerçeklik oluşabilmiş değildir. Yani KCK henüz inşa edilmiş değildir.
Demek ki sorun çok çalışmakta değil, doğru çalışmaktadır. Doğru çalışabilmek için de hem örgütsel olmak, yani parti işleyişi temelinde partinin verdiği görevleri parti tarzıyla yapmak hem de zihniyette doğru olmak gerekir. Gerekli zihniyeti de Önder Apo vermektedir. O halde sıkıştığımızda, başımız dara düştüğünde, daraldığımızda, neyi nasıl yapacağımızı kestiremediğimizde dönüp dolaşıp Önder Apo’yu okumalı, Önder Apo’nun ne dediğine ve nasıl yaptığına bakmalıyız. Bunun için de yine kendine göreliği aşmalıyız, zira Önder Apo’nun militanlarının zaten yapması gereken budur.