Ortadoğu’da özellikle de üzerinde yaşadığımız Kurdistan ve Anadolu coğrafyasında baharın gelişine hep büyük umutlar yüklenmiştir. Bunun tarihsel bir temeli olmalı, toplumsal hafızada ilk cemrenin havaya düşmesi sadece toprağa bereketin gelişi değil toplumsal canlanışın, hareketliliğin, bir araya gelişlerin, dayanışmanın, zorluklara karşı birlikte durmanın habercisi olarak görülmüştür. Binlerce yıla dayanan toplumsal hafıza, asla yanılmayan duygusal zeka ve gözlem gücü ile kutsallıklarını oluşturmuştur. İşte Mart ayı ve bu ay içerisinde yakın tarihimize de damgasını vuran olayların böyle bir bağlantısının olduğu tartışmasızdır. Dikkat edilirse baharın bu ilk ayı toplumsal mücadeleler açısından derin izler bırakan olaylarla dopdoludur. Ana kadın kültürünün takviminde bu aya verilen önem, bereket törenleri, kutsal birliktelikler çeşitli ritüellerle günümüze kadar ulaşmıştır. Erkek egemenliğine, zulmüne ve yalanına dayalı uygar dünya, bu gerçekliği sürekli baskılamış ve mümkünse ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Belki de bu nedenledir ki toplumsal çatışma ve uygarlık tanrılarının kılıcını kuşanan yerdeki temsilcileri baharın bu toplumsallaştırıcı etkisini katliamlarla engellemek, ortadan kaldırmak istemişlerdir. Bu yorumu şunun için ifade ediyorum. Mart ayında biriken bu kadar gelişme bir tesadüf olamaz. Toplumlar açısından evrensel yaşam ve ölüm döngüsünün tamamlanarak yeniden yaşama dönüşün takvimini içeren bir zaman diliminde bu kadar saldırının olması gerçekten tesadüf müdür? Anlamlı insan yaşadığı zamanlara da anlam verebilendir. Mekan ve zamandan muaf bir var oluş hele hele toplum ve insan var oluşu düşünemediğimize göre anlam gücümüzü zorlamalıyız. Bu temelde 2023 baharını 8 Mart’ta kadınların ‘Jin, Jiyan, Azadî’ kavramlaştırması ile karşılaması temelinde selamlıyor, 21 Mart Newroz’unu binlerce şehidin oluşturduğu ateşten köprüde yürüyerek özgürleşen halkımıza kutluyorum.
2023 yılının baharını da ancak mitolojik anlatımlarla izah edebileceğimiz korkunç bir yıkım sonrası karşıladık. Adeta zalim bir tanrı toprağı ikiye böldü ve insanları tüm değerleriyle hallaç pamuğu gibi havaya savurdu, böldüğü toprağın içine gömdü. Toplumsallığın ilklerinin yaşandığı ve insanın insan olduğu bu coğrafyada binlerce yıldır tekrar eden bir doğa olayında bu kadar ağır bir yıkımın, can kaybının yaşanmasının sebebi bu mekanı yurt edinenlerde değildi elbette. Her türlü kutsallığa temel teşkil etmiş, bereket ve sevgi dolu yaşamın inşa edildiği bu güzelim yurtta da hiçbir sorun yok. Toplumsal sorunlara kaynaklık eden iktidar gerçekliği oluyor. Toplumu hafızasız ve kendi doğasını oluşturan olgulardan kopararak çaresiz kılan, toplumsal akılda yol açtığı sapmalarla yolunu kaybettiren, maddi ve manevi tüm değerlere köleci, mülkiyetçi devlet formları ile hükmeden iktidar, yaşananların tek ve gerçek sorumlusudur. Bu vesileyle bir kez daha 6 Şubat’ta gerçekleşen deprem felaketini anıyor, güçlü sonuçlar çıkararak doğru toplumsallaşmanın gerekçesi haline getireceğimizi belirtiyoruz. Newroz ruhuyla özgür halk olarak gerçekleştirdiğimiz inşayı, demokratik uluslaşma süreci ile sisteme kavuşturacağız.
HBDH halklarımızın öz özgürlük sistemini geliştirme hareketidir
Halkların Birleşik Devrim Hareketinin 8. Kuruluş Yıl Dönümü’ne bu tarihsel ve güncel gelişmeler ışığında bakmak ve değerlendirmek gerektiği açıktır. Gerçekten halkların birlikte mücadele etmesine en fazla ihtiyaç duyduğumuz bir gerçekliğin içindeyiz. Türkiye ve Kurdistan halkları, cennet olarak insanlığın hafızasında yer alan bir coğrafyada azap içinde yaşıyor. Her geçen gün bir karabasan gibi akla hayale gelmeyen bir siyasi, askeri, ekonomik, kültürel ve sosyal kabusu yaşam diye göğüslemeye çalışıyor. Çare diye önüne sunulan tüm çözümler yaşadığı sorunlara cevap olmadığı gibi başta ulus devlet olmak üzere milliyetçi, dinci ideolojilerin ağır etkisi ile sorunlarının daha da ağırlaştığını ciddi bir çaresizlikle karşılıyor. Bu kendi ‘iyisini, doğrusunu ve güzelini’ kaybetmiş, ahlaki-politik tablo karşısında nasıl yeniden toplumsal faydayı, yararlılığı, üreticiliği ve yaratıcılığı açığa çıkaracağını bilemeyen gerçekliğimize en radikal yanıtı oluşturan bir devrimci çıkıştan, Halkların Birleşik Devrim Hareketi’nden bahsediyoruz. Üzerinde yaşadığımız mekanları birer cehenneme dönüştüren, zaman gibi oluşturucu, inşa edici bir olguyu her geçen en yıkım ve acı ile yoğuran Türk ulus devletinin radikal değişimi için oluşturulan bir hareketten bahsediyoruz. Bu vesileyle HBDH’nin kuruluşunda eşsiz emeklere sahip olan büyük şehidimiz Delal Amed yoldaşı ve yine her türlü riski göze olarak HBDH’nin gelişimi için ağır savaş koşullarında bir saniye bile durmayan Sinan Dersim yoldaşı saygı, sevgi, özlem ve minnetle anıyoruz. Anılarına bağlılığın gereği olarak Halkların Birleşik Devrim Hareketi’nin devrim ve mücadele programını hayata geçirmedeki ısrarımızdan vazgeçmeyeceğimizi, halk ve hareket olarak her türlü fedakarlığı ve emeği sarf etmekten çekinmeyeceğimizi bir kez daha belirtiyoruz. Başta bu yoldaşlarımız olmak üzere Ulaşların, Alperlerin, Aynurların, Baranların ve Ahmetlerin başlattıkları ve geliştirmek için titizlikle, büyük bir disiplin ve cesaretle adım attıkları Halkların Birleşik Devrim Hareketi, faşizmin her türden gerici ittifakına karşı halklarımızın kendi öz özgürlük sistemlerini geliştirmenin umut hareketi olmuştur. Yoldaşlık, bayrak yarışı gibi bir mücadele ve şehidin kaldırdığı özgürlük bayrağını asla yere düşürmemektir. Bu temelde 9. HBDH yılında, mücadele pratiğimizle Türkiye ve Kurdistan halklarının devrimci ittifakının, ilk yılların hassasiyetlerini, kırılganlıklarını, bilinmezliklerini aşarak sadece halkların değil devrimci sosyalist örgütlerin de gerektiğinde ayrı ama en vazgeçilmez konularda birlikte mücadele edebileceğinin en güzel örneğini açığa çıkarmış olmanın gururunu, onurunu yaşıyoruz.
Devrim bir örgütlenme ve ittifak sorunudur
Tüm devrimcilerin çok iyi bildiği bir gerçeklik vardır. İdeolojik-politik çizgilerinde farklılıklar olsa da tüm devrimciler, sosyalistler usta Lenin’in ifade ettiği örgüt konusunda hem fikirdir. Önder Apo, iktidar ve devlet odaklı toplum paradigmalarına yönelik çözümlemelerini gerçekleştirir ve bunları reddederken Lenin’de olduğu gibi ‘örgüt, örgüt, örgüt’ ilkesinin, özellikle özgürlük mücadeleleri ve ezilenlerin kurtuluşunda vazgeçilmez olduğunu vurgulamaktadır. Örgütlenme sorunu bu anlamda tüm stratejik Önderlerin üzerinde bıkıp usanmadan yoğunlaştıkları konu olmuştur. Güncel olduğu kadar tarihsel bir sorundan bahsediyoruz. Ellerinden her şeyi alınmış geniş kitleler nasıl bir araya getirilecek ve var olacaklar? Yazımızın konusu olmadığı için bu tartışmayı farklı şekillerde sürdürmenin önemini belirterek geçiyorum. Fakat konumuzla bağlantısı Türkiye ve Kurdistan halkları başta olmak üzere dünya halklarının, ezilenlerinin, yoksullarının, kadınlarının, işçi ve geniş işsiz topluluklarının kapitalist sömürü sistemi altında örgütlenme sorunlarının azalmadığı, arttığı tespitidir. En az 5 bin yıllık bir geçmişi olan iktidar oluşumlarının ve devletçi geleneğin günümüze kadar yetkinleşerek getirdiği en klasik ama bir o kadar da etkili politikası ‘böl-yönet’ olmaktadır. Toplum, bir araya gelerek kendi öz örgütlerini kurdukça sömürü mekanizmaları asla rahat çalışamaz. Neo-sömürgecilik politikalarının tavan yaptığı finans kapital çağında iktidar ve sömürü güçleri kendilerini başta devlet kurumları olmak üzere her düzeyde katı örgütlenmelere kavuşturur ve kendilerine bağımlı bürokrasiyi dev gibi büyütürken toplumlar atomlarına kadar parçalanmışlığı yaşamaktadır. Burjuva yaşam özlemleri sanki olabilirmiş gibi özgürlük ölçülerinin yerine geçirilmekte ve toplum sahte hayallerle, içi boş beklentilerle ve yine ‘spor, seks ve sanat’ endüstrileri ile manipüle edilmektedir. Sadece birkaç özelliği ile dikkat çektiğimiz bu gerçeklik, özgür, eşit, ‘herkesin ihtiyacına, herkesin emeğine göre’ olacak adil bir sosyalist yaşam için örgütleri daha ciddi bir şekilde mücadele sorunları ile yüzleşmeye çağırıyor. Günümüzde ütopya bile diyemeyeceğimiz bir duruma düşürülen ‘sosyalizm’ yani toplumculuk ideolojisine yeniden can suyunu vermek ve yeşertmek gerekir. Sadece modern zamanlarda değil insanlık tarihi kadar eski olan demokratik komünal değerlere bağlılığımız bunu şart kılmaktadır. Ağaç benzetmemizi sürdürürsek, sosyalizm ağacı tüm saldırılara rağmen ayakta kalmış ve direnmişse bu tarihsel toplumla kurduğu bağ ile mümkün olmuştur. Güncelde bu ağacı büyütmek ve yeşil kalmasını sağlamakla görevli devrimcilerin görevlerine yeterince sahip çıkmamasının getirdiği sonuç, kendisinden beklenen ürünü, meyveyi, çiçeklenmeyi yeşertememesidir. İşte tüm bu nedenlerle devrim bir örgütlenme sorunudur. Sadece toplumların örgütlenme sorunu değil devrimcilerin kendilerini örgütleme ve ittifak sorunudur.
Türkiyeli devrimcilerin Kürt halkının meşru mücadelesinin yanında yer alması ölçü haline gelmiştir
Bu durum, Türkiye’deki devrimci mücadele için ele alındığında çok daha geçerli olmaktadır. 2023 yılıyla birlikte Cumhuriyetin 100. yılını karşılıyoruz. Bu süreç devrimci demokratik güçler açısından da birçok yönüyle değerlendirmeyi gerekli kılıyor. Dünya sistemi olan kapitalist sömürü sistemine tam bir bağımlılık içerisinde var olan ve günümüze kadar da bu sisteme sunduğu katkılarla önemini gösteren bir ulus-devlet olgusunun kurumlaşmış olduğu tartışma götürmez bir gerçekliktir. Dikkat edilirse I. Dünya Savaşı sonrası inşa edilen bölgedeki ulus devletler, örneğin Irak ve Suriye yıkımla, birçok Arap devleti uygulanan neo liberal politikalarla teslim alınmıştır. İran’ın geleceği meçhuldür. Kafkaslar ve Balkanlar’da çelişki ve çatışmalar durdurulamamıştır. Bölge halkları kapitalist sömürü sisteminin politikaları ile tam bir kuşatılmışlık yaşarken uluslararası güçler, emperyalist yapılar gerek ulusal gerekse küreselci kanatlarıyla Türkiye’de sistem değişikliğini değil iktidar değişikliklerini bile göze alamamaktadırlar. Bu durum Türkiye’deki devrim sorununun hiçbir coğrafyadaki gibi değerlendirilemeyeceğini gözler önüne sermektedir. Jeo-stratejik, jeo-politik gerçekliği, bu coğrafyadaki kültürleri, geleneği, tarihsel gelişim süreci içerisinde yaşadığı değişimleri ve farkları göz önünde tutmadan çeşitli ülke devrimlerini esas alan modellemelerin yanıt olmadığı çoktan görülmüş durumdadır. Kurdistan ve Türkiye halklarının birlikte, toplumsal varlıklarını daha ileriye taşımak için inşa ettiği Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren halklara karşı komplo ve darbe dinamiği ile çalışmış, 100. yılında bu ulus devlet Türkiye’deki tüm topluluklar açısından taşınamaz bir yük haline dönüşmüştür. Tüm bu süreçler boyunca M. Suphilerden başlayarak hatta belki biraz daha gerilerden getirirsek Prens Sabahattinlere kadar sistem tartışmaları ile demokrasi ve özgürlük arayışı içerisinde olmuşsa da daha örgütlü olan kesimler tarafından Anadolu ve Kurdistan halklarının direnişi ile açığa çıkardığı başarı gasp edilmiştir. Türk ulus devletinin hakim sınıfları, halklara karşı giriştikleri ihanetin bilinciyle bir hainin ruh haliyle hareket etmeyi sürdürmüş ve Türkiye halkları sistematik baskı ve katliamlarla kontrol altında tutulmak istenmiştir. Cumhuriyetin kurucu unsuru olan Kürt halkının öz yönetim hakkı tanınmadığı gibi varlığı soykırım sürecine alınarak inkar ve imha politikaları ile tarihinin en acılı sürecini yaşaması gündeme gelmiştir. Gerçek demokrasi ve yurtseverlik ölçülerini temsil eden devrimci sol-sosyalist güçler Kürt halkına benzer bir biçimde sistematik saldırılarla sürekli budanmış ve etkili olmasının önüne geçilmiştir. Bu durum Kürt halkının varlık ve özgürlük mücadelesini yürütürken doğal olarak devrimci pozisyon kazanmasına, Türk ulus devletinin dönüştürülmesine, bunun eşitlik ve adalet başta olmak üzere özgürlük ideolojileri etrafında gelişmesine yol açarken devrimcilerin ise esas olarak Kürt halkının yürüttüğü en meşru mücadelenin yanında yer almasını ölçü haline dönüştürmüştür. Kuşkusuz her iki olguda da belirttiğimiz bu gerçeklikten sapmalar çıkabilir. Kürt halkının kimlik ve özgürlük mücadelesini kapitalist dünyanın neo liberal politikaları ile yürütmek isteyenler çıkabileceği gibi Türkiye devrimci mücadelesinde de Kürt halkının mücadelesinden kaçan, bunu milliyetçilikle özdeşleştiren, Kürt halkının kapitalizme entegrasyonu ile proleterleşeceğini ve özgürleşeceğini savunarak Türkiye’de kapitalizmin Türk renginde yürütüldüğünü görmek istemeyen sosyal şoven çizgiler de vardır. Tüm bu sorunlarına rağmen Türkiye’de devrim sorunu bu gerçeklikten kaçamaz, ikinci plana atamaz ve Kürt halkının özgürlük mücadelesine yanıt oluşturmadan Türkiye’de devrimci gelişmeyi açığa çıkaramaz. Bu tarihsel çakışma ve yüz yıla varan demokrasi ve özgürlük mücadelesi HBDH’nin oluşumunda köşe taşlarını oluşturmaktadır.
Bu tarihsel gerekçeleri çoğaltmak mümkündür. Önder Apo’nun PKK’yi oluştururken dayandığı zihniyet ve duygu dünyası, bunun çözümlenmesi ve çıkan sonuçlar üzerinden ulaştığı sonuçlar Kurdistan özgürlük hareketinin karakterini belirler. Türkiye’de büyük heyecan yaratarak, hafızamızda derin yer edinen 68 kuşağı hareketliliği, devrimci hareketin gençlik önderleri, onlara duyulan bağlılık ve verilen sözler PKK’nin başlangıcından itibaren sadece bir Kurdistani hareket değil, Türkiye devrim gerçekliğinin başat gücü olarak şekillenmesine yol açtı. Bu durum mücadelemizin ilk yıllarında çok daha belirgin bir gerçeklik olarak PKK’ye gerçekleşen Türkiyeli arkadaşların katılımında gözlemlenir. Sadece Kemal PİR ve Haki KARER şahsında atılan ilk adımlarda, ilk yol arkadaşları olma onuru değil grup dönemi başta olmak üzere partileşme ve ordulaşma süreçlerinde de bu gerçeklik onlarca, yüzlerce Türkiyeli devrimcinin PKK saflarında mücadele etmesi ile ifadesini buldu. Türkiye devriminin Kurdistan devriminden geçtiği, Kurdistan’da özgürlük ve varlık mücadelesinin sosyalizm ideolojisi ile yürütülmesi, iki halkın öncülerinin tarihsel ittifak arayışının da hangi zeminde gerçekleşmesi gerektiğini belirginleştirdi.
HBDH, devrimci önderlerin dile getirdikleri hakikati pratikleştirme kararlılığıdır
PKK’nin bir grup olarak şekillenmesinde en önemli yol ayrımını teşkil eden 12 Mart askeri darbesinin gerçekleştiği günün, Halkların Birleşik Devrim Hareketinin ilanında tercih edilmesinin çok yönlü anlamı vardır. Bu darbe esas olarak dönemin gençlik hareketi önderlerinin engellenemeyen gelişimi karşısında gerçekleşmiş, devrimci gençlik hareketinin önderlerini katlederek amacına ulaşmıştır. Bu nedenle 12 Mart askeri darbesiyle, henüz çok taze ve ancak bir arayış olarak kabul edilebilecek gençlik hareketinin, boy vermeden ezilmesi hedeflenmiştir. Türkiye’de 68 Gençlik Hareketi’nin en temel özelliği TC’ye yönelik geliştirdiği radikal eleştiri gücüne sahip olması, Türkiye halklarının özgür, eşit ve birlikte yaşamasının önünde engel olan kurumlarına karşı mücadeleyi göze almasıydı. Acımasızca ezilmesi Türkiye halklarının, ezilenlerinin, yoksullarının tarihi bir şansı kaybetmesine yol açmış, günümüze kadar gelen kriz ve kaosun derinleşmesine neden olmuştur. Bu darbe engellenebilse ya da amaçları boşa çıkarılabilseydi günümüzdeki Türkiye başka bir Türkiye olurdu. Türkiye ve Kurdistan halklarının mücadelesi durmazdı fakat mecrasının farklı olacağı rahatlıkla söylenebilir. Bu anlamda 12 Mart tarihinde ilan edilen HBDH, devrimci gençlik hareketinin önderlerini tasfiye eden darbeye karşı gecikmiş de olsa tarihsel bir cevap olduğunu gönül rahatlığı ile belirtebiliriz. Şüphesiz aradan geçen 45 yıl boyunca Türkiye’de devrimci hareket durmamıştır. Fakat devrimci önderlerin katledilmesinin çok ağır bedelleri olmuş, devrimci önderlik parçalı, dağınık çoğu zaman var olan fırsatları değerlendiremeyen bir konuma düşmüştür. Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin son mesajları ise adı bile yasaklanan Kürt halkının özgürlük mücadelesi ile Türkiye devrimci mücadelesinin birlikte yürütülmesi ve sonuç alacağına yöneliktir. HBDH, devrimci önderliğin son nefeslerinde dile getirdikleri bu hakikati yüksek bir bilinç, sarsılmaz bir irade ve aynı onlar gibi fedai bir cesaretle pratikleştirme kararlılığı olarak şekillenmiştir.
HBDH Kızıldere direniş geleneğinin sahiplenilmesidir
12 Mart askeri darbesi, devrimci demokratik gelişmeye karşı gerici karşı devrim olarak geliştirilirken, Türkiye’de ezilenler ve halklar lehine devrim koşullarının olgunlaşmış olduğunu görmüştü. Türkiye halkları gençlik önderlerinin öncülük ettiği devrimci gelişmeyi büyük bir umutla, heyecanla ve elbette ki kaygı ile karşılıyordu. Toplumun hafızasında Türk egemen sınıflarının kendi iktidarları için göze alamayacağı hiçbir zalimliğin olmadığının bilinci vardı. Kaygı duyulan, gençliğin arayışı ve mücadelesi değil, Türk egemen sınıfının tarihsel gerçekliğiydi. Kendi iktidarı için tüm kardeşlerini kılıçtan geçiren bir geleneğin mirasçıları, halkın, yoksulların, onların deyimiyle ‘ayak takımının’ çocuklarına neler yapmazdı ki? 12 Mart askeri darbesi ve sonrasında yaşanan katliamlar halkların kaygılarının yersiz olmadığını da gösterdi. Mahirlerin, Denizlerin idamını engellemek için içine girdikleri eşsiz mücadele yoldaşlığı çabası, Kızıldere’de katliamla sonuçlanınca bir dönem kapandı. 30 Mart 1972’de Mahirlerin katledilmesi ve Denizlerin idamlarının engellenemeyişi, devrimci mücadelenin sonu değil Önder Apo ve PKK şahsında, bu gençlik önderlerinin mücadelelerini yeni bir aşamaya taşıma süreci oldu. Bununla birlikte TC’nin egemen sınıfları ve iktidar bloklarının temsilcileri çıkardıkları sonuçlardan hareketle Türkiye’de sol, demokratik gelişmeye fırsat vermeyecek bir dizi tedbir geliştirdiler. Dönem dönem gerçekleştirilen toplu katliamlar, muhalif kesimlerin sistematik baskılanması, devrimci hareketleri parçalama ve bir araya gelişlerini engelleme, Mahirlerin, Denizler için sergiledikleri benzersiz tutumun tekrarlanmamasını sağlama bunlardan bazılarıdır. HBDH tüm bu süreçleri bilince çıkararak, Türk egemen sınıflarından, halklara, ezilenlere, onların devrimci önderlerine yönelik geliştirilen katliam saldırılarına karşı hesap sorma ve intikam hareketi olarak kendisini tanımlamıştır.
Dikkat edilirse Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan’ın idam kararını durdurmak için harekete geçen Mahir Çayan ve arkadaşları aynı örgütten değillerdi. Fakat devrime gidecek yolun tercihinde yaşanan ayrışmayı stratejik bir ayrışma olarak görmeyerek önemli olanın devrimci ahlak ve politika olduğunu, kültür olduğunu bilecek kadar erdemliydiler. Sadece söylemleri değil, kişilikleri özgür ve ahlaklı insan özellikleriyle dopdoluydu. Önemli olan devrimciliğin özüne bağlanmaktı ve Türkiye devrimci güçlerinin farklılıklara rağmen birlikte, birbirinin başarısı için canlarını siper etmekten geçtiğinin örneğini teşkil ettiler. Halkların Birleşik Devrimci Hareketi’nin mayasını işte bu devrimci ahlak oluşturdu. HBDH, Mahir Çayan ve arkadaşlarının Kızıldere direnişinin yarattığı geleneği sahiplenerek gelişme gösterdi. Özetle Türkiye ve Kurdistan devriminin yolu konusundaki farklı düşünceler asla devrimci örgütlerin köklü ayrışmasına, karşıtlığına yol açamaz. Devrimci hareketlerin üzerinde ortaklaşacağı, ittifak yapacağı, birlik oluşturacağı devrim programıdır ve tüm güçler eğer bilinçli olarak provoke edilmiyorlarsa böyle bir devrim programı için çalışacaklardır. İktidar ve egemen sınıf temsilcilerinin en küçük çıkarları için nasıl birlikler kurduğu göz önünde tutulursa, Demokratik devrim, sosyalist devrim gibi radikal konularda bir araya gelemeyenler toplum karşısında sorumsuzlukla yargılanmaktan kurtulamazlar. Halklara bunu hiçbir gerekçeyle anlatamaz ve içine girdikleri mücadelede ciddi olduklarını söyleyemezler. Bu nedenle devrimci güçlerin birlik sorunu stratejik bir konudur ve hiçbir şekilde oynanamayacak olan görevdir. Sadece ülkemiz açısından değil dünya devrimlerinin de bu soruna yanıt oluşturdukça gelişmeye yol açtıklarını vurgulamak gerekir. Bu konuda incelenmeye değer bir pratik gerçeklik vardır.
HBDH, radikal demokrasinin atom çekirdeğidir
Tüm ilgili çevrelerin yakından bildiği gibi HBDH’nin kuruluşu aynı zamanda Qamîşlo Katliam’ının 12., Gazi Katliamı’nın 21. yıl dönümüne denk gelmiştir. Türk egemen sınıflarının oluşturduğu Türk ulus devletinin Kurdistan ve Türkiye halklarına, çeşitli inanç gruplarına, başta işçiler olmak üzere yoksul ve ezilen sınıflara yönelik katliamcı politikaları bu iki olayla sınırlı değildir. En küçük bir demokrasi kırıntısının bile yerleşik hale gelmemesi için özel savaş rejimi olarak inşa edilen Türk iktidar biçimi, günümüzde AKP-MHP faşizmi ile en çıplak, zorba, despot ve tecavüzcü karakterine ulaşmış durumdadır. Bu durum halkçı, emekçi Türklüğe ahlaken küfür olduğu gibi politik olarak tasfiyesi anlamına gelmektedir. Jeo-kültürel yönden halklar bahçesi, mozaiği olarak bilinen, tüm inanç biçimlerinin tarihsel ve güncel olarak izlerinin yaşandığı bu coğrafya soykırım sistemi altında yakılıp kül edilmektedir. Yahudi, Hristiyan halklar, Rum ve Süryaniler, Ermeniler binlerce yıllık ülkelerini terk edip giderken kültürel İslam’ın renkleri siyasi, iktidar İslam saldırıları ile asimile edilmekte, edilemeyenler yok olmayla karşı karşıya kalmaktadır. Kuzey’in çocukları Lazlar, Gürcüler nereden geldiklerini bile neredeyse unuttular. Kürtler zaten soykırım kıskacı altındalar ve varlık mücadeleleri tüm şiddeti ile sürüyor. Kabaca sıraladığım bu tablo sadece Türk ulus devletinin soykırımcı karakterini hatırlatmak içindir. Ve soykırım halklar, topluluklar hatta bireyler için asla bir seçenek olamaz. Bunu kabullenmek varlık olmaktan çıkmayı kabullenmek demektir. Bu soykırımcı gerçekliğe HBDH olarak yanıt vermek hem çok anlamlıdır hem de gereklidir. İster etnik ister inanç kimliği olarak direnmek ve varlık savaşı vermek çok değerli ve olması gerekendir, fakat tüm inançlar ve kimlikler adına mücadele yürütmek daha anlamlı ve sonuç alıcıdır. HBDH bu anlamda Türkiye ve Kurdistan’da radikal demokrasinin atom çekirdeğidir.
HBDH, halkların özgürlük savaşını yürütme kararlılığıdır
HBDH’nin 12 Mart 2016 yılında Medya Savunma Alanları’nda gerçekleşen kuruluşu, ana hatlarıyla yukarıda belirttiğimiz sorunlara aranan yanıt ve tarihsel bir özeleştirinin sonucunda açığa çıkmıştır. HBDH’nin 8. yılı tamamlamış ve 9. yılına girilirken, kuruluş amacı ve anlamı açısından ana başlıklarda bu hususlara dikkat çekmek istedik. Bununla birlikte eklenecek güncel, pratik, taktik birçok husus vardır. Bunları da daha fazla gündeme getirmek ve tartışmak gerekir. Doğru tartışıldığında görülecektir ki bu tür hususlarda da tarz ve yöntem farklılıkları, ayrışma değil, daha fazla tamamlayıcılık yaratacağı için zenginlik ve başarı tarzının açığa çıkmasına hizmet edecektir. Türkiye ve Kurdistan’ın özgürlük ve demokrasi mücadelesine gönülden bağlı olan, bunun ihtiyacını ekmek ve sudan daha fazla hisseden tüm devrimci yapılar, Türkiye devriminin Halkların Birleşik Devrim Hareketi ile beraber mücadele etmekten geçtiğini görecektirler, görmektedirler.
Geride kalan 8 yıllık süre içerisinde, HBDH kuruluşundaki söylemlerine bağlı kalmış, 71 askeri darbesi sonrası Türkiye ve Kurdistan devrimci güçleri arasında sürekli yaşanan ayrışmanın önüne geçmiştir. Başlangıçta bir iddia olan bu çıkış, 8 yıllık devrimci pratiği ile tüm alanlarda kendisini oluşturmuş ve etkili hale getirmiştir. Tüm tarihsel çıkışlarda olduğu gibi HBDH açısından da başlangıçta nicelik değil nitelik önemli olmuş, hakikate yakın olma ve bilince çıkarılmış gerçekliklerde ısrar etme, başarılı olma gücünü oluşturmuştur. Başta Kurdistan ve Türkiye dağlarının çeşitli mevzilerinde mücadele çizgisi gelişmiş, Rojava Devrimi’nde DAİŞ ve Türk sömürgeciliğinin faşist saldırganlığına karşı sınavını vermiş, Türkiye metropollerine bu radikal devrimci duruş taşınmıştır. Yurt dışı alanlarında ve yine meşru mücadele alanlarında, devrimci önderliklerin birlikte mücadele anlayışı yansımasını bulmuş tüm mücadele sahalarında ortak devrimci duruş geliştirilmiştir. Başlangıçta var olan kaygılar bu pratik süreçlerle önemli oranda aşılmış ve devrimci güçlerin kendi çizgilerini koruyarak aynı hedefe doğru ilerleyebileceği anlaşılmıştır. HBDH’nin bir yılı aşkın bir süredir yürüttüğü hamlenin sloganı bu gerçekliği ifade etmektedir. ‘Faşizmi Yıkacağız, Özgürlüğü Kazanacağı. İleri Daha İleri’ olarak tanımlanan hamle yakalanan gelişmenin farkında olarak bunu devrim ile taçlandırmayı ifade etmektedir.
HBDH’nin kuruluş ve ilanının zamanlaması mücadele karakterine ve tarzına özellik kazandırmıştır. 2015 yılında soykırımcı TC’nin Kürt halkının varlık ve özgürlük mücadelesine, Kürt halkının örgütlü demokratik gücüne ve Kürt halkına karşı ‘çöktürme eylem planı’ çerçevesinde cumhuriyet tarihinin gördüğü en kanlı, komplolu, yüksek yoğunluklu topyekun savaş stratejisini devreye koyduğu bir dönemde kurulan HBDH, bu nedenle kendisini askeri-politik bir ittifak olarak tanımlamıştır. Yani soykırımcı, faşist savaşa karşı halkların özgürlük ve varlık savaşını yürütme kararlılığı ile oluşmuştur. Yine katı ulus devletçikler içinde bir Önder Apo ve PKK mucizesi olarak açığa çıkan Rojava demokratik toplum devriminin yarattığı insanlık ve bölge halkları açısından taşıdığı büyük umut ve anlamın farkında olan Türkiyeli devrimci güçler, Rojava Devrimi’ne yönelik saldırılara karşı, devrimi savunma ve inşa etme görevini, Türkiye’de demokratik devrimi gerçekleştirme olarak tanımlamıştır. Yani HBDH bir Türkiye devrim hareketi olarak şekillenmiş, bölge halklarının devrimci gelişmesine kapitalist sömürgeciliğin, emperyalizmin bu en çok tahkim edilmiş mekanından cevap verilmek hedeflenmiştir.
Bilindiği gibi çöktürme eylem planı denilen, Kürt halkına ve demokrasi güçlerine karşı topyekün soykırım savaşını yürütme planlaması 8 yıldır aralıksız sürdürülmektedir. HBDH, soykırımcı TC tarihi boyunca en yaygın ve en yoğun şiddet, zor yöntemlerinin devrede tutulduğu bir savaş ikliminde mücadele etti ve şekillendi. İmralı soykırım sisteminin tüm Türkiye halklarına dayatıldığı, tecrit ve işkence yöntemleriyle gözaltında tutulduğu, güvenlik politikaları adı altında her köşe başının tutulduğu kara faşizm döneminde, tüm bu zor koşullara rağmen mücadele etmenin yol ve yöntemlerini açığa çıkardı. Sadece dağlarda değil özellikle şehirlerde düşmana korku saldı. Hiçbir eylem yapılamaz denilen dönemlerde Türkiye metropollerini eylem alanına çevirerek AKP-MHP faşizminin yenilmeye mahkum olduğunu hep gündemde tuttu. Türk gladyosunun emniyet teşkilatı merkezli örgütlendirilmesi ile birlikte halklara karşı en gerici pozisyona ulaşmış olan polislerin hedeflenmesi, halklar açısından nefes aldırıcı bir etki yarattı. 7-24 topluma şiddet gösterisi yaparak hiçbir demokratik talebin, etkinliğin, sesin çıkmasına izin vermeyen emniyet teşkilatı özel savaş mekanizmasının omurgasıdır. HBDH milislerinin başta bu mekanizma ve buna dayanarak işçi ve emekçiler üzerinde emek sömürüsünü görülmemiş bir düzeye çıkarmış olan sermaye güçlerinin mekanlarına yönelik eylemleri, kuzuların sessizliğini arayan faşist rejime anlamlı bir cevap oluşturdu. Faşist iktidar ile iş birliği içinde olan ajan ve işbirlikçi yapıların hedeflenmesi de halklar açısından moral ve motivasyon oluşturdu. Toparlarsak geride kalan 8 yıl ve özellikle 2022 yılı HBDH pratiği ile devrimci ciddiyet ve kararlılığını göstermiş, geliştirdiği pratikten çıkardığı derslerle yetkinleşmiştir. Bu vesileyle 2022 yılında, yani 8. HBDH yılında etkili ve yaygın eylem geliştiren tüm milis birimlerini, metropol eylemleri nedeni ile kutluyoruz. 2023 yılının çok daha etkili bir savaş yılı olacağını belirtiyoruz.
Çalışmalardaki yetersizliklerimizi gidermek için çalışıyoruz
Birçok kişi ve çevre HBDH’nin mücadelesini ve ortaya koyduğu eylem gücünün yeterliliğinin olup olmadığını soruyor, sorguluyor. HBDH içinde yer alan devrimci örgüt ve güçler olarak bizler de bu soruyu soruyoruz. Fakat soruyu hangi amaçlarla sorduğumuz önemlidir. Yetersizlikleri öne çıkarıp ‘olmaz’ mı demek isteniyor yoksa yetersizliklerin giderilmesi için yol ve yöntem arayışları mı gündeme getiriliyor? HBDH’deki tüm sol, sosyalist, devrimci örgütler olarak gerçekleştirdiğimiz toplantılarda yapabildiklerimizi ve yapmamız gereken ama yapamadıklarımızı tartışıyoruz. Bu sorunun cevabını ancak görevler kapsamında verebiliriz ki görevimiz Türkiye’de devrimin gerçekleştirilmesidir. Faşizmin yıkılarak Türkiye halklarının layık olduğu özgür, demokratik, adil bir sistemin inşa edilmesidir. Bu görev yerine getirilmemiş olduğuna göre yürüttüğümüz çalışmalarda hala yetersizlikler vardır. Türkiye ve Kurdistan’da devrimci durum denilen objektif ve sübjektif koşulların gelişmiş olması bu görevi hangi gerekçe ile olursa olsun ertelenemez bir düzeye ulaştırmıştır. Dikkat edilirse başta ABD ve AB olmak üzere kapitalist sömürü sisteminin yürütücü güçleri Türkiye ve Kurdistan’daki gelişmelere karşı oldukça duyarlıdırlar. Aslında hiçbir koşul altında iktidarda durmaması gereken güçlerin iktidardaki varlıklarına tahammül gösteriyorlar. AKP-MHP iktidarı birçok konuda Batılı güçlerin çıkarlarına ters düşse de yine de ayakta tutuluyorlar. Bunun nedeni Kurdistan ve Türkiye’de devrimci potansiyelin çok yüksek olmasıdır. Dünya emperyalizmi korkuyor. Türkiye’de demokratik devrim olacak ve kontrol ellerinden çıkacak diye özel bir siyaset ile yaklaşım gösteriyorlar. Çünkü gerçekten bu topraklarda gelişecek bir devrim, birleşik kaplar misali bölgenin, kadim Ortadoğu’nun tarihte birçok kez yaşandığı gibi kapitalist modernite dışı yeni bir sistem çıkışına yol açacaktır. Kapitalist sömürü sisteminin yaşadığı yapısal krizden dolayı kaçınılmaz olan bu gelişmenin yaşanması için devrimci örgütlerin tarihi rolleri vardır. Rolleri ile bu süreç ya halkların lehine olacak ya da tarihsel özgürlük fırsatı başka bir yüzyıla devrolacaktır. Tekrar belirtmek gerekirse Önder Apo ‘devrim bir ittifaklar sorunudur’ demektedir. HBDH geliştirdiği tarihsel ittifak ile bu devrim sorununa yanıt oluşturduğunda yeterli olduğundan bahsedebilir.
Diğer bir husus ise devrimci gelişmenin, düşünce tarzının nasıl olacağına ilişkindir. Türkiye ve Kurdistan’da faşizmin uyguladığı soykırım siyaseti ve yıkım o kadar ağır sonuçlara yol açıyor ki herkes bir an önce bu faşizimden kurtulmak istiyor. Bunun en kestirme, en kolay, acısız, bedelsiz yolları aranıyor. Biz bu durumu anlıyoruz. Bir güç çıksın, kılıcını çeksin ve kötüleri ortadan kaldırsın isteniyor. Dıştan kurtarıcı arama mitolojik ve dinsel düşünüş tarzının etkisi altında şekillenen zihniyet dünyamızın bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Devrim dönemlerinde stratejik hamleler yapmak önemlidir, fakat daha önemlisi hamlelerin sürekliliği ve yaşam tarzının açığa çıkarılmasıdır. Bunun için küçük-büyük demeden soykırımcı sömürgeci devlet ve iktidar formlarına karşı mücadele etmek, yıkmak ve alternatifini yaratmak gerekir. Hiçbir zaman unutmamalıyız ki kriz ve kaos dönemlerinde küçük girdilerin büyük çıktıları olur. Kimileri buna kelebek teorisi de diyor. Kelebeğin kanat çırpınışlarının başka bir yerde büyük bir fırtınaya dönüşmesi teorisi yani. Demek ki devrimci gelişme sadece bir hamle değil hamlelerin bütünlüğü ve sürekliliği ile yaratılabilir. Bu anlamda HBDH’nin kuruluşu ve 8 yıllık pratiğinin ortaya çıkardığı sinerjiyi doğru okumak ve süreklileştirmek gerekir. Yine 2023 yılı HBDH’nin başta metropoller olmak üzere soykırımcı sömürgeci TC faşizminin bulunduğu her yerde eylemlerini yaygın bir şekilde gerçekleştirecektir.
Diğer netleşmesi gereken bir konu HBDH’nin örgütlenme tarzına ilişkindir. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi HBDH Türkiye’de demokratik sosyalist devrimi hedefleyen güçlerin ittifak alanıdır. Askeri ve politik görevlerini tanımlamıştır ve ağırlıkta bu alanlarda eylem perspektifine sahiptir. Yani HBDH adına doğrudan örgütlenme faaliyeti yoktur. Örgütlenmeyi HBDH içinde yer alan örgütler kendi adına yapmaktadırlar. Doğru olan da budur. PKK, bu ittifakta yer alırken örgütlediği kesimleri HBDH mücadelesi çerçevesinde eylem planları için harekete geçirir. MLKP ve DKP açısından da benzer bir durum geçerlidir. Halkların, öğrencilerin, gençlerin HBDH’de yer alması devrimci örgütlerin bu kesimleri örgütleyerek harekete geçirmesi ile gerçekleşebilir ki bu konuda Kurdistan Özgürlük Hareketi yani PKK olarak yetersizliklerimizin olduğunu, bu durumun HBDH’nin eylem çalışmalarına olumsuz yansıdığını belirtebiliriz. Bunu özeleştiri kapsamında dile getiriyoruz. HBDH çalışmaları kapsamında ise HBDH’nin propagandasını yapma, ne anlama geldiğini anlatma, özellikle Türkiye halkları, emekçileri, işçileri, işsizlerine taşırma konusunda zayıflıklar vardır. Bu anlamda halkla, toplumla iç içe olması gereken HBDH güçlerinin bunun tarz ve üslubunu tutturmada yaşadığı eksiklikleri gidermesi gerekmektedir. Bu konuda yaşanan yetersizliklerin aşılması Türkiye ve Kurdistan devrimci güçlerinin Önder Apo’nun dediği gibi kendilerinde günde kırk devrimi yapmaları ile gelişebilir.
Sonuç olarak oldukça dinamik ve tarihi bir süreçten geçerken HBDH’nin görevi devrimi gerçekleştirmektir. Bunun için kendisini sürekli olarak yenileyecek, diyalektik gelişmeye uygun olarak karşısına çıkacak olan her değişime devrimci yanıtlar oluşturacaktır. Bunun için yeterli deneyimi olduğu gibi artık toplumlara hiçbir şey sunmayan ideolojileri ve onların temsilcilerini tarihin çöp tenekesine atacaktır. Bilimsel sosyalizm, halklarımızın yaşadığı tüm sorunlara yanıt oluşturma gücüne sahiptir. Her şeyden önce bilimsel gelişmeleri referans almaktadır. Bu anlamda yenilikçi, değişken, akıcıdır. Sosyalizmi esas almaktadır ki merkezinde toplumsal gelişme vardır. Toplumun çıkarlarını, dar sınıf çıkarlarının önüne koyarak çağdaş kölelik sistemlerine meydan okumaktadır. Kadın özgürlük mücadelesi ile toplumun büyük çoğunluğunun yanında durmaktadır. KBDH’nin öncülük ettiği HBDH pratiği, toplumsal eşitsizliklerin ve mülkiyet düzenlerini oluşturan kadınların toplumsal statüsünü değiştirerek toplumsal özgürlüğü sağlayacaktır. TC’nin 100. yılı olan 2023 yılında HBDH, Kurdistan halkının özgürlük ve kimlik mücadelesi ile birlikte Türkiye’de demokratik toplum devrimini gerçekleştirecek iddia ve kararlılığa sahiptir. Bu temelde bir kez daha Türkiye devrim şehitlerini saygı ile anıyor, HBDH saflarında mücadele ederken ölümsüzleşen yoldaşlarımıza minnet borcumuzu belirtiyor, zafer sözümüzü bir kez daha veriyoruz.