KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık ile ABD’nin Ortadoğu politikalarına yönelik yapılan röportaj.
– ABD 2003 yılında Irak’ı işgal etmesinin üzerinden tam 21 yıl geçti. Saddam Hüseyin rejimi devrildi. Irak, uzun süre istikrarsızlıkla mücadele etti. Etnik ve mezhepsel gerilimler arttı, terör olayları yaşandı. 20 yıllık başarısız Afganistan işgali ardından son dönemlerde ABD’nin Irak ve Suriye’den de çekileceği belirtiliyor. Özellikle Gazze savaşından sonra Kızıldeniz’de ABD gemilerine yönelik saldırılar arttı ve ABD’nin Suriye ve Irak’tan çekilmesi yönünde tartışmalar var. ABD, Suriye ve Irak’tan yakın süreçte çekilir mi? Çekilirse bölgede ne tür sorunlar yaşanır? Özelde KDP, çekilmeye neden karşı çıkıyor?
Cemil Bayık: ABD’nin Irak’taki varlığını ve çekiliş tartışmalarını ABD’nin buraya geliş amacıyla birlikte ele almak gerekir. Sadece güncel gelişmeler çerçevesinde yaklaşmamak gerekir. Böyle yaklaşımlar vardır ve bundan dolayı yanlış sonuçlara gidiliyor. Öncelikle bundan sıyrılmak gerekir.
Irak, soğuk savaş sonrası ABD müdahalesine uğrayan ilk ülkedir. Öte yandan Irak’a yapılan müdahale özünde Ortadoğu’ya yönelik yapılmıştır. Irak’a yönelik müdahalenin askeri işgal biçiminde gerçekleşmesinin da nedenleri vardır. Yoksa büyük askeri varlığa başvurmadan da ABD birçok yere müdahalede bulunabiliyor veya müdahale olmaksızın da birçok yerde etkinlik sağlayabiliyor. Ama söz konusu Irak ve Ortadoğu olunca durum biraz farklılaşıyor. Ortadoğu’da askeri güç olmaksızın etkinlik sağlamak mümkün olamıyor. Belki günümüzde bu biraz farklılaşmış, askeriyenin niteliği değişmiştir. Fakat güç olmak hala önemli ve geçerlidir. ABD’nin çekilmesi konusunda tartışmaların uzamasının nedenlerinden biri budur. Eğer bir yerleri bırakma, vazgeçme olarak anlaşılacaksa ABD herhangi bir yerden çekilmesi diye bir şey yoktur. Böyle bir şey olsaydı tartışmalar bu kadar uzamazdı. Belirtildiği gibi ABD çekilir ve bu türden tartışmalar da sonlanmış olurdu. Fakat böyle olmamaktadır. Bununla birlikte ABD’nin soğuk savaştan hemen sonra ve akabinde 2000’li yılların başında Ortadoğu’ya, önce Afganistan, ardından Irak’a yönelik müdahalelerle istediği sonuçları tümüyle yaratamadığı, zorlandığı ve hatta tavizler verdiği de bir gerçektir. Afganistan buna örnek verilebilir. Ancak tartışıldığı şekliyle ABD’nin Afganistan’dan çekildiği ve şimdi de Irak ve Suriye’den çekileceği doğruyu yansıtmamaktadır. Bu tartışmalar küresel kapitalizmin ve onun hegemonik gücü ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik politikalarından yalıtık tartışmalar olmaktadır. Sanki Ortadoğu dünya siyaseti açısından önemini yitirmiş gibi ele alan yaklaşım vardır. Bu tarz tartışmalar kaynağını bu bakış açısından alıyor. Fakat bu yanlış bir bakış açısıdır. Gerçekte ise Ortadoğu dünya siyaseti için var olan önemini korumaktadır. Ortadoğu olmadan dünyayı kurgulamak her açıdan mümkün değildir. Kapitalist modernite ve küresel kapitalizm için de Ortadoğu var olan önemini koruyor. Ortadoğu büyük bir jeopolitiktir. Bugün kullanılan enerjinin merkez coğrafyasıdır. Aynı zamanda büyük bir jeokültürdür. Dolayısıyla Ortadoğu merkez olma rolünü sürdürmektedir. ABD Ortadoğu’da etkinliğini azaltmaya değil, arttırmaya çalışmaktadır. Askeri açıdan da böyle yaklaşmaktadır. En büyük üsleri Ortadoğu’dadır. ABD dünyanın en büyük savaş gemisine sahiptir ve bu savaş gemisini Ortadoğu’ya konuşlandırmıştır. ABD’nin Irak ve Suriye’den çekileceğinin tartışıldığı bir dönemde en büyük savaş gemisini Ortadoğu’ya konuşlandırması oldukça manidardır. Bunun sadece İsrail’in savunulması için olmadığı aşikardır. Kaldı ki İsrail devleti, kapitalist modernitenin Ortadoğu dizaynının bir parçasıdır. Şimdi İsrail’in Ortadoğu’daki rolü daha da merkezi hale getirilmek isteniyor. Bu açıdan da İsrail’i korumak bir nevi kapitalist modernitenin Ortadoğu’da kurduğu ve kurmak istediği düzeni korumak demektir.
ABD, küresel sermaya ardına Ortadoğu’ya müdahale etmiştir
ABD’nin Irak’a müdahalesi özünde eski statükonun değişmesi için gerçekleşmiştir. Soğuk savaş süreci sona erince yeni bir siyasetle dünyayı yönetme ve şekillendirme ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bunun için eski siyasete göre oluşmuş statükonun değişmesi gerekmiştir. Yapılmak istenen değişime karşı en çok direnç gösteren Ortadoğu’daki statüko olmuştur. Bundan dolayı ABD öncülüğünde kapitalist modernite sistemi Ortadoğu statükosuna müdahale etmiş ve bu müdahale Irak üzerinden olmuştur. Müdahalenin Irak üzerinden olmasının birkaç temel nedeni vardır. Öncelikle Irak çok önemli bir enerji bölgesidir. Aynı zamanda önemli bir jeopolitiktir. Soğuk savaştan sonra Baas rejiminin böyle bir bölgede egemen olması kapitalist modernitenin çıkarlarına tehlike oluşturuyordu. Soğuk savaşın kuşatıcı baskısı sona erince Saddam bölgesel güç olma hesapları da yapıyordu. Zaten Baas rejimi Ortadoğu ulus-devletçiliğini temsil ediyordu ve statükonun değişmesi için Baas rejiminin etkisinin kırılması gerekiyordu. ABD yaklaşık on yıl arayla yaptığı iki müdahaleyle Baas rejimini yıkmıştır. Bunu yapmakla ABD kendisi açısından tehdit teşkil eden bir yapıyı ortadan kaldırmıştır. Bu olmakla birlikte ABD Irak’ta hedeflediği sonuçları yaratmış değildir. Esasında Irak bir model olarak düşünülmüştü. Eyalet sistemine yakın federatif model temelinde bir Ortadoğu dizaynı geliştirilmek isteniyordu. Irak, Afganistan ve akabinde Tunus, Libya, Mısır, Suriye’deki müdahale ve gelişmelerle ulus-devlete dayalı Ortadoğu’daki statüko önemli bir darbe almakla birlikte yeni bir model geliştirilerek Ortadoğu dizaynı tamamlanamamıştır. Bugünkü sorunlu ve çatışmalı durum bunun sonucudur. Yani kapitalist modernite açısından Ortadoğu hala dizayn edilmeye çalışılan ve bunda zorlanma yaşanan bir bölgedir. Bu durumun yaşanmasında da birkaç önemli neden vardır. Birincisi, Türkiye ve İran gibi iki önemli gücün varlığı Ortadoğu’da statükonun değişmesini zorlaştırmış ve hatta önlemiştir. İkincisi, Ortadoğu’da biriken din, mezhep, etnisite sorunları radikal bir değişimi gerektirirken, kapitalist modernite güçlerinin toplumu daha fazla sistem içine almayı amaçlayan müdahale ve politikaları sonucu daha da ağırlaşan bir hal almıştır. Üçüncüsü, ABD Ortadoğu’daki statükoyu hedeflemekle birlikte bunu demokratik gelişmenin önünü almak temelinde yapmıştır. Bir taraftan ulus-devlet statükosunu değiştirmeye çalışırken öbür taraftan demokratik gelişimi önleyen bir politika izlemiştir. Baştan beri kapitalist modernite güçlerini Ortadoğu’da başarısız kılan esas faktör budur. Bu yaklaşım ABD’yi de başarısız kılmıştır. Zaten kapitalist modernite özü gereği bu yaklaşımı aşamaz.
Bu yaklaşıma verilecek en iyi örnek Ortadoğu’ya yapılan müdahale kapsamında PKK’ye yönelik geliştirilen yaklaşımdır. Öncelikle şunu bilmek gerekir ki, ABD, küresel sermaye ve küresel sermayenin çıkarları adına Irak ve Ortadoğu’ya müdahale etmiştir. Bugün de ABD’nin yaklaşımı ve politikaları bu kapsamdadır. Dolayısıyla Ortadoğu’ya müdahale edilirken sadece mevcut statükoya değil, küresel sermayenin çıkarlarını tehlikeye koyan, buna göre olmayan her şeye müdahale edilmiş, hedeflenmiştir. Bu temelde hedeflenen güçlerin başında PKK gelmiştir. Soğuk savaşın ardından Körfez Savaşı’yla ABD’nin Irak ve Ortadoğu’ya müdahalesiyle paralel olarak PKK’ye karşı da müdahale başlatılmış ve bunu çeşitli aşamaları olmuştur. Bu müdahalenin ilki ’92 Güney Savaşı olarak adlandırdığımız koalisyon güçlerinin (ABD-İngiltere-İsrail-TC-KDP) PKK’ye saldırmasıdır. Güney’deki federe oluşumu da bu planın bir parçası olarak ortaya çıkmıştır. Bundaki amaç PKK’nin tasfiye edilmesidir. Önder Apo’ya karşı gerçekleşen uluslararası komplo da Ortadoğu’ya müdahale kapsamında olmuştur. PKK’nin varlığından ve ortaya çıkan durumdan yararlanacağı kaygısından dolayı Saddam rejimi yıkılabilecekken 12 yıl boyunca ayakta tutulmuş, ancak uluslararası komployla PKK’nin gücünün kırıldığına kanaat getirildikten sonra Saddam rejiminin yıkılmasına karar verilmiştir. Öte yandan ABD ve kapitalist modernite güçlerinin bu yaklaşımı bugün de sürmektedir. Bugün de ABD ve kapitalist modernite güçleri Ortadoğu’yu dizayn ederken etkisizleştirmeyi hedefledikleri güçlerin başında PKK ve Önder Apo gelmektedir. Çünkü ABD ve bir bütün kapitalist modernite güçleri Önder Apo’nun paradigmasını kendilerine alternatif olarak görüyor ve bu yüzden de tehlikeli bulup hedefliyorlar. Bu gerçeklik iyi anlaşılmadan Irak’la başlayan Ortadoğu’nun dizayn süreci ve bunun sonucunda ortaya çıkan gelişmeler doğru anlaşılamaz.
ABD’nin Irak’tan çekilmesi Irak’ın Türkiye ve İran arasında bölünmesi anlamına gelir
Irak’a yönelik müdahalenin önemli bir diğer nedeni de İran’dır. Bilindiği gibi Saddam 1980’de henüz rejimin yeni değiştiği İran’a savaş açmış ve başta ABD olmak üzere NATO güçleri tarafından desteklenmiştir. Ancak Saddam İran’daki rejimi yıkmayı başaramayıp ardından kapitalist modernitenin çıkarlarına aykırı tutumlar içerisine girince ABD ve kapitalist modernite güçlerinin hedefi olmuştur. Bundan da anlaşılıyor ki Saddam’a böyle bir görev verilmiştir. Bunu başaramayınca da tasfiyesine karar verilmiştir. Fakat 2003 yılında Saddam rejimi yıkıldıktan sonra ortaya çıkan durumdan en fazla yararlanan güç İran olmuştur. Zaten İran, Irak harekatında ABD’nin yanında yer almıştır. Dolayısıyla Irak üzerinde İran’ın gittikçe gelişen etkisi ABD müdahalesinin bir sonucudur. ABD müdahalesi olmasaydı böyle bir durum da ortaya çıkmazdı. Bu gerçeği gözden kaçırmamak gerekir. Şüphesiz ABD ve İran arasında çelişkiler vardır. Bu çelişkinin en önemli nedenlerinden biri de İran’ın başta Irak olmak üzere Şia ideolojisine dayalı dışarıda kurduğu etkinliktir. Şimdi Irak, ABD ve İran arasında bir çekişme ve etkinlik alanıdır. ABD sadece Irak’ta değil, diğer yerlerde de İran’ın gücünü kırmak, İran’ı kendi içine itmek istiyor. Rejimi doğrudan hedeflemek yerine böyle bir politika izlediği görülüyor. Bir nevi ABD İran’ı buna razı ederek karşılığında İran’ı sisteme dahil etmeyi tasarlıyor. Özellikle yeni enerji planı çerçevesinde böyle bir politikasının olduğu söylenebilir. İran ise başta Irak’ta olmak üzere dışarıda kurduğu etkinliği korumak ve buna dayanarak güçlü bir siyaset yapmak istiyor. Fakat görüldüğü gibi bu durum gittikçe bir çatışma sebebi oluyor. İsrail üzerinden yapılan saldırıları böyle anlamak mümkündür. Bu saldırılarla İran’ın bölge üzerindeki etkinliği hedefleniyor. Bir nevi İran’a İran olarak kalması dayatılıyor.
Öte yandan sanıldığı gibi Kurdistan ve mevcut Iraklı güçler bir bütün ABD’yle ilişkilerin kopmasından yana değillerdir. ABD’nin çekilişini dayatan İran’dır. Irak’ta da bunu isteyenler olmakla birlikte devlet ve ana akım güçler ABD ve İran arasında belli bir denge siyaseti izleyerek işleri yürütüyorlar. Bunu ABD’nin varlığı sayesinde yapabiliyorlar. Bugünden yarına ABD’nin Irak’tan çekilişi ise Irak’ın Türkiye ve İran arasında nüfuz alanına bölünmesi anlamına gelir. Bu da Irak’ı daha fazla bağımlı hale getirir. Zaten şimdi de böyle bir realite vardır. Iraklı güçler İran ve Türkiye’ye göre pozisyon alıyor, bu ikisinden birine dayanarak güç oluyor, siyaset yapamaya çalışıyorlar. ABD’nin çekilişiyle bunun daha da derinleşeceği öngörülebilir. Böyle bir süreç Irak açısından parçalanmayla sonuçlanabilir. Zaten Irak parçalı bir durumdadır. Siyasi ve toplumsal bölünmüşlük çatışma zeminini de güçlendiriyor. Bundan dolayı Iraklı güçler ABD’nin çekilişinden çok bağımlılıktan kurtulmanın yollarını bulmaya çalışıyorlar. Hatta ABD’nin çekilişinin Türkiye ve İran’ın Irak üzerindeki etkinliğinin artacağını düşünerek bunu istemiyorlar. Birçok Iraklı güç ABD’nin çekilmesini söylüyor, ama gerçekte kararlı, net bir tutumları yoktur.
ABD ve kapitalist modernite güçleri Ortadoğu’daki çıkarları için KDP’yi destekleyor
ABD’nin çıkmasını istemeyen güçlerin başında ise KDP geliyor. Çünkü KDP ABD’ye dayanarak var oluyor, ayakta kalıyor. Zaten ABD’nin Irak’a müdahalesinden en fazla yararlanan güçlerin başında KDP gelmiştir. Bundan dolayı ABD’nin varlığıyla oluşan dengelerin değişmesini istemiyor. KDP tümüyle dış güçlere dayanarak varlığını sürdüren bir güçtür. KDP’nin genel olarak dış güçlerle ve özelde de ABD ve İsrail’le ilişkileri normal ilişkiler olarak ele alınamaz türdendir. KDP’nin dış güçlerle, ABD ve İsrail’le ilişkileri toplumsal yapıdan kopuk, tümüyle bağımlılık ve çıkar temelinde bir ilişkidir. Kürtlük KDP için tamamen bir malzemedir. Malzeme olmaktan öte bir anlamı yoktur. Türk devletiyle içerisine girdiği ilişkiler bu gerçeğini açıkça ortaya koyuyor. Şu an KDP’nin Türk devletiyle girdiği ilişkiler işbirlikçilikten de öte tamamen bir ajan pratiğidir. Bu özelliğiyle ABD, İsrail, TC ve diğer dış güçler tarafından kullanılmaktadır. Esasında Kurdistan özgürlük devriminin gelişmesiyle birlikte KDP’nin ilkel milliyetçi işbirlikçi çizgisi ideolojik ve siyasi olarak yenilmiş ve tükenmiştir. Fakat ABD ve kapitalist modernite güçleri Ortadoğu’daki çıkarları için KDP’yi destekleyip ayakta tutuyor. Kurdistan’da özgülük çizgisinin gelişmesini önlemek açısından da KDP’nin varlığı ayakta tutuluyor. Türk devleti de Kürt soykırımı politikaları temelinde KDP’yi destekleyip kullanıyor. KDP bu şekilde iki taraftan gelen destekle var oluyor ve ayakta kalıyor. Biri ABD-İsrail-kapitalist modernite güçlerinden, diğeri de Türk devletinden gelen destek. Güney Kurdistan’daki federe oluşumu da bu şekilde ortaya çıkmıştır. Ona verilen misyon kapitalist modernitenin çıkarlarına göre hareket etmek ve Kurdistan özgürlük devriminin gelişmesini önlemektir. KDP’nin tutumu kendisine verilen bu misyona göre olmaktadır. ABD-İsrail’e olan bağımlığı, Türk devletiyle girdiği ilişkiler bunun sonucudur. Bu ilişkiler olmaksızın KDP bir saniye bile ayakta kalamaz. Çünkü toplumla, halkla hiçbir ilişkisi yoktur. Toplum aleyhine bile olsa çıkar için her türlü ilişkiye girebiliyor. Böyle bir gerçekliği vardır. Bundan dolayı dış güçlerin desteğinin azalmasına yol açan gelişmeleri kendisi için hayati tehlike olarak görüyor.
ABD açısından da durumun nasıl göründüğüne bakmak gerekir. ABD planladığı gibi Ortadoğu’da bir düzen kuramamışsa da bazılarının belirttiği gibi Irak, Suriye ve Ortadoğu’dan çekilip gitmesi gibi bir durum yoktur. Bu, kapitalist modernitenin Ortadoğu’dan vazgeçmesi anlamına gelir ki bunun söz konusu olması düşünülemez. Bu türden değerlendirmeler değişen şartları dikkate almamaktan kaynaklanmaktadır. Dar ve bütünlükten kopuktur. Bu bakış açısına göre Ortadoğu’nun önemi azalmış, ABD ağırlığı Pasifik’e ve Asya’ya vermiştir. Ortadoğu’nun öneminin azaldığı doğru olmadığı gibi, küresel kapitalizm sürecinde önemi azalan hiçbir yer yoktur. Tam tersine küresel kapitalizm bağımlılığı geliştirmekte, bu da merkezlerin önemini daha da arttırmaktadır. Pasifik ve Asya’nın öneminin daha da artması bunun sonucudur. Buna bakarak Ortadoğu’nun öneminin azaldığını düşünmek yanlıştır. Ortadoğu çok önemli bir merkezle olmanın yanında Ortadoğu olmadan Avrupa ve Asya arasındaki ilişki de olamaz. Hindistan’dan başlayıp Avrupa’ya uzanan yeni enerji yolunun (IMEC) oluşması bakımından Ortadoğu’nun ne kadar önemli olduğu yaşanan çatışmalı durumdan açıkça anlaşılmaktadır. ABD savaşı göze alarak ve bizzat yürüterek bu süreci yönetmektedir. İkincisi; gelişen savaş tekniği savaş tarzını değiştirmiştir. Günümüzde savaş eskisi gibi doğrudan askeri işgalle, ordunun sayı fazlalığıyla değil, teknik gelişmişlikle olmaktadır. Teknik gün geçtikçe savaş tarzını, niteliğini değiştirmektedir. Özellikle devletler açısından böyle olmaktadır. Örneğin hava üstünlüğü ve hava koridorlarındaki etkinlik güç olma ve savaş üstünlüğü üzerinde belirleyici bir nitelik kazanmıştır. Eskisi gibi yüz binlik ordulara ihtiyaç kalmamıştır. Dolayısıyla bundan dolayı ABD güçlerini önemli oranda azaltmıştır. Irak’ta da ABD’nin sayı bakımından gücü sınırlıdır. Bu duruma bakarak ABD’nin etkinliğinin azaldığını düşünmek yanlış olur. Zaten ABD etkinliğini daha da artırma çabasındadır.
Eğer Irak’ın doğrudan işgal edildiği 2003’ten sonraki gelişmelere bakarak bir sonuca ulaşacaksak, 21 yıllık işgalden sonra şu gerçeklik kanıtlanmıştır; kapitalist modernite Ortadoğu’daki sorunlara çözüm bulamadığı gibi sorunları daha da ağırlaştırmaktan öte bir sonuç yaratmamıştır. Kapitalist moderniteyle statüko aşılamadığı gibi, yeni bir sitemin geliştirilmesi de mümkün değildir. Ne statükocu güçler ne de ABD ve kapitalist modernite güçleri çözüm olabilirler. Ortadoğu’daki sorunlardan çıkış ancak Önder Apo’nun ortaya koyduğu demokratik ulus çözümüyle olabilir.
– Tahran ve Ankara ikilisinin, Irak gibi zayıf bir ülkeye müdahalesi konusunda neler belirtebilirsiniz? İran’ın siyasi ve askeri güç olarak Irak’ta etkili olduğu biliniyor. Yine Türkiye’nin Irak’ın resmi topraklarında askeri üsleri var. Iraklı yetkililer Türkiye’nin bu işgalinden rahatsız, fakat zayıf konumlarından dolayı tepkileri açıklamalarla sınırlı kalıyor. Bu konuya ilişkin neler belirtebilirsiniz?
Cemil Bayık: Türkiye ve İran bölgesel güç olma stratejisi olan iki güçtür. Bundan dolayı her iki devlet de Irak üzerinde etkinliğini arttırarak hem güçlerini pekiştirmek hem de birbiri üzerinde üstünlük kurmak istiyorlar. Irak, bulunduğu coğrafya bakımından tarihten beri devletlerin üstünlük elde etmek için etkinlik kurmak istedikleri bir coğrafya olmuştur. Basra’yı, Bağdat’ı kontrol etmek üstünlük elde etmede önemli olmuştur. Tarih boyunca Irak bu çekişmeye sahne olmuş ve bundan dolayı da sürekli çatışma ve istikrarsızlık hüküm sürmüştür. Yakın tarihte ise enerji kaynaklarından dolayı Irak’ın önemi daha da artmıştır. Bu da Irak üzerinde çekişmelerin daha da artmasına neden olmuştur. Türkiye ve İran’ın Irak üzerinde etkinlik kurmak istemesinin en önemli nedenlerinden biri budur. Yine Irak’ın jeopolitiği de çok önemlidir. Bir ucu Kurdistan’a, bir ucu Körfez’e dayanıyor. Öte yandan Irak, Kürt soykırımı politikalarının kırıldığı yerdir. Bundan dolayı hem Türk devleti ve hem de İran bu durumdan fazlasıyla tedirginlik duyuyor. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Ortadoğu dizayn edilirken bunun merkezine Kürt soykırımı alındı. Bunun için ortak yönetim oluşturuldu. Kürt soykırımı sömürgeci rejimler tarafından ortak yönetim mekanizmasıyla yürütülüyordu. Bu temelde aralarında mutabakatlar vardır. Bağdat Paktı, Cento, Sadabat Paktı, ikili ve üçlü anlaşmalarla bu yönetim hep yenilendi ve mekanizmalara kavuşturuldu. Saddam rejiminin yıkılmasıyla bu ortak yönetim bloğu da dağılmış oldu. Bu süreçten sonra Kürt soykırımına kaynaklık ve hamilik eden Türk devleti bunun Kurdistan’ın bütününü etkilememesi ve Kurdistan özgürlük devriminin gelişmesine hizmet etmemesi temelinde politika izlemiştir. Türk devletinin Irak’a yaklaşımı bu temele dayanmaktadır. Güney’de oluşturulan federe yapıyla ve KDP’yle ilişkileri de bu temelde olmaktadır. Türk devleti, Özgürlük Hareketi’nin tasfiyesi karşılığında Güney’deki federe oluşumu kabul etmiştir. KDP’ye de böyle bir rol oynatıyor. KDP bu rolü oynayarak kendisine bir iktidar alanı oluşturmuştur. On yıllardır bununla ayakta kalıyor. PKK’nin tasfiyesi için Kürt düşmanı soykırımcı sömürgeci Türk devletine işbirlikçilik yapmaktadır. İşbirlikçilikten de öte bir ajan örgütü olarak çalışmaktadır. Şimdi Türkiye ile Irak arasında ilişkiler geliştirilmek isteniyor. Kurdistan ekonomik sebeplerden dolayı bu ilişkileri önemsediğini belirtiyor. Fakat dikkat edilirse Türk devleti PKK’ye karşı ortak mücadele şartını koşuyor. Türkiye için öncelikli olan Kürt soykırımıdır. Ekonomi ve diğer konular bundan sonra gelir. Eğer Kürt soykırımına hizmet etmezse, Türk devleti hiçbir ilişkiye girmez. Türk devletinin politikasının ve diplomasisinin temelinde bu vardır. Şimdi kurulmaya çalışılan Türkiye-Irak ilişkileri Kürt soykırımına dayalı olmaktadır. Bu tarz bir ilişki ise Irak’ın çıkarına değildir. Ne Irak devleti ne Irak toplumu bundan fayda sağlar. Bundan sadece soykırımcı sömürgeci Türk devleti ve ona işbirlikçilik eden KDP’ye fayda sağlar. Irak’a ise kaybettirir.
Irak’a kazandıracak olan Kürt sorununun demokratik çözümündeki adımlara katılmak, ilişkilerini bu temele dayandırmaktır.
Türk devleti Güney Kurdistan’ı kendi toprakları olarak görüyor
Türk devletinin tarihsel olarak Irak toprakları üzerinde hak talebi vardır ve buna yönelik politika izliyor. Bu gizli, saklı bir durum değildir. Türk devletinin resmi Irak politikasıdır. Türk devleti tarihsel Musul vilayeti olarak anılan Güney Kurdistan’ı kendi toprakları olarak görüyor. Güney Kurdistan, Türk milliyetçilerinin Türk yurdu olarak belirledikleri Misak-ı Milli sınırlarının içindedir. Türk devleti şartlardan dolayı Misak-ı Milli alanlarını alamamış olsa da buraları işgal edip almak temel politikası olmuştur. Şimdiye kadar Kürt soykırımı politikalarının sürdürülmesi, Kürtlerin varlık ve statü sahibi olmaması karşısında bu duruma razı olmuştur. Fakat PKK’nin çıkışı ve Kurdistan özgürlük devriminin gelişmesiyle Türk devleti yaklaşımını değiştirmiş, Misak-ı Milli sınırlarını işgal etme politikasını başat politika haline getirmiştir. Rojava Devrimi’nden sonra Türk devleti bunda kesin karar kılmıştır. AKP-MHP-Ergenekon ittifakı bu amaç doğrultusunda kurulmuştur. AKP-MHP-Ergenekon iktidarının temel amacı Musul ve Kerkük’ün işgal edilmesi ve Kürt soykırımının gerçekleştirilmesidir. Bu temelde Irak’a yaklaşıyor, Irak devletiyle ilişkileniyor. Bunun hiçbir şekilde Irak’a yararı, katkısı yoktur.
İran devletinin yaklaşımları da Irak’ı güçlendiren temelde değildir. Irak’tan yararlanmaya dayalı bir politika izliyor. Irak’ın Türk devletiyle girdiği ilişkilerde İran’ın oluru vardır. İran’ın oluru olmadan Irak’ın Türk devletiyle bu tarz bir ilişkiye girmesi mümkün olamazdı. Bilindiği gibi Irak’ta İran taraftarı gruplar etkilidir. Devleti onlar yönetiyorlar. Bu gizli saklı bir durum değildir. Şimdi Türk devletiyle ilişki geliştirenler, bu ilişkinden ötürü Hareketimize karşı olumsuz tutumlara girenler bu güçler olmaktadır. Halbuki bu güçler Türk devletinin zihniyetini, yaklaşımlarını çok iyi biliyorlar. Bundan dolayı da geçmişte Tayyip Erdoğan yönetimine açıktan tutum almışlardı. Fakat Türk devleti aynı tutumunu sürdürmesine rağmen Tayyip Erdoğan’la bu tarz bir ilişkiye girmeleri anlaşılır bir durum değildir. Demek ki burada gözetilen Irak’ın, Irak devletinin ve toplumunun çıkarları değil, pragmatik politikalardır. Bunu bir daha vurgulamak gerekir ki bu politika Irak’ın aleyhinedir, Irak’a faydası yoktur.
Irak devleti güçsüz olduğundan Türk devletinin saldırı ve işgaline karşı çıkamadığı doğrudur. Özellikle KDP’nin tutumu, Türk devletiyle girdiği ilişkiler Irak’ı Türk devleti karşısında güçsüz bırakmaktadır. Irak devletini güçsüz kılan temel faktör KDP’dir. Eğer KDP işbirlikçi ihanetçi tutum içerisinde olmasaydı, asgari demokratik zihniyete ve yaklaşıma sahip olsaydı Irak’ı olumlu etkiler, güçlendirir ve doğru politika izlemesini sağlardı. Bu hem Arap halkının hem de Kürt halkının yarına olurdu. Türk devleti de Kürt soykırımı politikalarını yürütemez duruma düşerdi. Çünkü Türk devleti Kürt soykırımını KDP’yle kurduğu ilişkilerle sürdürüyor. KDP Kürt soykırımına hem en büyük desteği veriyor hem de Türk devletinin soykırım politikalarını meşrulaştırıyor. Öte yandan Irak kendi içinde de parçalıdır. Irak devletini güçsüz kılan nedenlerden biri de budur. Fakat tüm bunlara rağmen Türk devleti karşısında Irak’ın pozisyonu zayıf değildir. Irak’ın meşru haklı talepleri vardır. Türk devleti açıkça Irak’ın topraklarını işgal ediyor, işgal ettiği yerleri ilhaka çeviriyor. Sadece Güney Kurdistan topraklarını işgal etmekle kalmıyor, her yerde açık gizli üsler kuruyor, Irak içerisinde örgütleniyor, kendine yakın gruplar devşiriyor. Bu, ne Kürt halkının ne de Arap toplumunun ve diğer Iraklı halkların kabul edeceği bir durumdur. Irak devleti toplumun desteğine dayanarak her türlü duruşu sergileyebilir. Öte yandan Irak devleti ekonomik sıkıntıları olsa da Tayyip Erdoğan çok daha fazla sıkışık ve çaresiz durumdadır. Gerçekte Irak Türkiye’ye değil, kendileri Irak’a muhtaç durumdadırlar. Irak, hiçbir şarta bağlamadan Türk devletine işgal ve ilhakı sonlandırmasını belirtmelidir. Bu olduktan sonra kurulacak ilişkilerden Irak devleti ve Irak toplumu fayda görebilir. Aksi halde şu anki haliyle Irak’ın aleyhine bir durum oluşur.
– İran ve Türkiye Irak ile ticari ilişkilerini de en üst düzeyde sürdürüyorlar. Türkiye Kalkınma Yolu Projesi ile Irak’ın güneyindeki büyük el-Fav Limanı’ndan kuzeyde Türkiye sınırına kadar ulaşım hattı gerçekleştiryor. Bu hattın amacı Irak ile Körfez ülkeleri arasındaki ticareti ve seyahati teşvik etmek ve doğrudan Türkiye üzerinden Avrupa’ya ve Orta Asya’ya sevkiyat yapmak.
Türkiye’den sonra İran ile Irak arasındaki Şalamca sınır kapısından Basra’ya uzanan 32 kilometre uzunluğunda ikinci bir demiryolu hattı için İran ile de anlaşma imzalandı.İki ülkenin Irak ile yaptıkları bu anlaşmalar Irak’ın iç işlerine daha fazla müdahale etmesini beraberinde getirmez mi?
Cemil Bayık: Türk devletinin Irak’la ilişkilerinin temelinde Kürt soykırımı vardır. Türk devleti Irak’ın en zengin enerji bölgesi olan Musul ve Kerkük’ü kendine ait görüyor, burayı işgal etmeye yönelik planlar yapıyor. Politikası bu temeldedir. Böyle emelleri olan bir gücün Irak’ın yararına işler yapmayacağı açıktır. Dolayısıyla Irak’ın Türk devletiyle yaptığı enerji ve ticaret anlaşmaları Irak’ın güçlenmesine yol açmaz. Irak’ın daha fazla bağımlı hale gelmesine, sizin de sorunuzda belirttiğiniz gibi Irak’ın iç işlerine daha fazla müdahale etmelerini beraberinde getirir. İran için de benzer bir durum geçerlidir. Çünkü mevcut yaklaşımıyla Irak toplumuna faydalı olmayan tutumlarda rol oynuyor veya bunu engellemeye yönelik tutum sahibi olmuyor. Bunların başında Hareketimize karşıtlık temelinde geliştirilmeye çalışılan Türkiye-Irak ilişkileridir. Bu ilişkiler Irak’a faydalı olmadığı gibi İran’a da faydalı değildir. Türkiye bir taraftan Musul-Kerkük’ü işgal edip Irak’tan koparmak istiyor, diğer taraftan da Sünni mezhepçiliğine dayalı politikalarla Irak’ın iç işlerine karışmaya, Irak üzerinde siyasi baskı kurmaya ve Irak üzerinde etkinlik sağlamaya çalışıyor. Bununla Irak’ı İran karşıtı bir çizgiye çekmeye çalışıyor. Zaten DAİŞ başta olmak üzere her türlü dinci çeteci vahşi grupları besliyor ve hedeflediği yerlere salıyor. Kirman’daki saldırının arkasında da Türk devleti vardır. Çünkü DAİŞ’i yönlendirenlerden biri Türk devletidir. Dolayısıyla Türk devletinin izlediği politikaların İran’ın zararına olduğu çok açıktır. Öte yandan İran’ın da kendine göre bir Irak politikası vardır ve bu politika Irak’a, Irak toplumuna zarar vermektedir. İran mezhepçi bir politika izliyor. Bu mezhepçi politika Irak tarihine, sosyolojisine uymuyor. Irak’ın bu kadar bölünmüşlük, parçalanmışlık içerisinde olmasında, zayıf olmasında İran’ın bu yaklaşımının payı belirleyicidir. Halbuki demokratik ve bütünlükçü bir yaklaşım olsa bu hem Irak’a hem de İran’a fayda sağlar. Fakat böyle yaklaşım esas alınmıyor, hegemonik yaklaşımlar esas alınıyor.
Irak bir sömürge konumundadır
Enerji kaynakları bakımından Irak dünyanın en zengin ülkelerinden biridir. Fakat Irak toplumu dünyanın en yoksul ülkelerinin başında gelmektedir. Aynı zamanda en sorunlu ülkelerden biri olmaktadır. Çünkü ihtiyacı duyulun asgari demokratik zihniyetten mahrumdur. Her ne kadar Irak yasa, anayasa bakımından temel demokratik teamüllere sahip bir ülke konumunda olsa da zihniyet olarak böyle bir durum yoktur. Milliyetçi, dinci, mezhepçi zihniyet egemendir. Bu zihniyet var olduğu sürece var olan sorunlar aşılamaz ve gelişme kaydedilemez. Enerji kaynaklarına sahip olmakla, bunun satışını yapmakla gelişme sağlamak mümkün değildir. Dolayısıyla Irak’ın Türkiye ve İran’la geliştirdiği ekonomik ve ticari ilişkilerden Irak toplumunun yararlanması beklenemez. Irak bir sömürge konumundadır. Türkiye’nin, İran’ın nüfuzu altındadır. Sermaye ve çıkar gruplarının ekonomik ve ticari tekelleri vardır. Yapılan enerji ve ticaret yolları bu güçlerin ve tekellerin çıkarları doğrultusunda olmaktadır.
Enerji ve ticaret yolları dünyada temel gündem durumundadır. Mevcut yollar ve tedarik biçimi ihtiyacı karşılayamamaktadır. Fakat burada toplumun ihtiyacından çok küresel kapitalizmin tüketim ve kar ihtiyacı söz konusudur. Bunun için daha büyük ve daha hızlı tedarik sağlayacak yollar açılmak isteniyor. 2023 Eylül’ünde Hindistan’da yapılan G-20 toplantısında Hindistan’dan Arabistan’a, İsrail’e ve oradan Yunanistan’a ve Avrupa’ya uzanacak bir yol üzerinde mutabakat kuruldu. Böylece Rusya ve Çin’in geliştirmek istediği yollar engellendi. Zaten Ukrayna savaşına çekilmekle Rusya’nın planları işlemez duruma getirildi. G-20 toplantısında alınan kararla da Çin’in İpek Yolu projesi önlendi. Türkiye oluşturulan yeni enerji yolu projesinin dışında tutulduğu için sert bir reaksiyon gösterdi. Türkiye kendisinin enerji istasyonu olmasını istiyordu ve bunun için hem ABD ve Batı’yla hem de Rusya ve Çin’le anlaşmalar yapmaya çalışıyordu. Yani enerji hatlarının Türkiye’den geçmesini bekliyordu. Fakat bunun olmadığını görünce aksi tutum içerisine girmiştir. Hamas’ın İsrail’e saldırısının arkasında Türk devletinin bu tutumu vardır. Tayyip Erdoğan Hamas’ı İsrail’e saldırtarak kendisinin dışında tutulduğu enerji yolu projesini sabote etmeye girişti. Şimdi Türk devleti Irak’la geliştirmeye çalıştığı kalkınma yolu projesiyle alternatif yol kurduğunu, ABD’nin güneyden geçirmek istediği yolun yerine geçeceğini belirtmektedir. Irak’ın yanı sıra bazı Körfez ülkelerinin de bu hat üzerinden Avrupa’ya enerji tedariki yapmak istediği anlaşılıyor. Fakat bunun nasıl olacağı net değildir. Türk devletinin ve medyasının belirttiği düzeyde bir durumdan bahsetmek zordur. Bu daha çok propaganda amaçlı söylemlerdir. Belki bu yol projesiyle ABD’nin Türk devletini sisteme dahil ettiği belirtilebilir. Bunun karşılığında Kürt soykırımı politikalarına Türk devletine verilen desteği sürdürmek, Türk devletinin de ABD’nin politikalarına uyumlu hareket etmesi olabilir.
– Irak Federal Mahkemesi, 21 Şubat 2024’te Kurdistan Bölgesi parlamento seçimlerine ilişkin bir dizi karar aldı. KDP’nin aleyhine olan bu kararlar sonrası KDP boykot etme vb şantajlar yapıyor. Irak hükümetinin bu kararları alma nedeni nedir? Bu Kararlar uygulanırsa KDP başta olmak üzere Kürt örgütlerini nasıl etkiler? Bu Kurdistan bölgesinin statüsünün zayıflaması anlamına gelmiyor mu?
Cemil Bayık: Irak’ta ulus-devlet sistemi yıkıldı, fakat ulus-devletçi zihniyet varlığını koruyor. Milliyetçilik, mezhepçilik olarak kendisini sürdürüyor. KDP’nin zihniyeti ulus-devletçidir. İlkel milliyetçiliği esas alıyor. Irak’ta ulus-devletçi zihniyetin aşılamaması, parçalanmışlık ve bölünmüşlüğün hakim olmasında KDP’nin zihniyeti ve siyaseti önemli bir paya sahiptir. Eğer KDP demokratik bir yaklaşıma sahip olsaydı, dar milliyetçilik yerine demokratik ulus yaklaşımını esas alsaydı Irak mevcut sorunlu, parçalı durumdan kurtulabilir, bütünlüklü ve demokratik bir yapıya kavuşabilirdi. Iraklı gruplar da ulus-devletçi zihniyete sahiptirler. Mezhepçiliği esas alıyorlar. İlkel milliyetçilikle birlikte mezhepçilik ulus-devletçi zihniyetin en dar biçimleridir. Bu iki yaklaşım Irak’ı mevcut sorunlu durumda tutuyor, dışarıya bağımlı hale getiriyor.
KDP, iktidar alanı zayıfladığı için Irak Federal mahkemesinin kararlarına tepki gösteriyor
Güney Kurdistan’da oluşturulan federe statüsünün ne olduğunu iyi bilmek gerekir. KDP tümüyle tekeline aldığı için bu yapının bozulmasını istemiyor, buna yönelik gelişmeleri Kürtlerin statüsünden olması biçiminde işliyor. Fakat gerçeklik bu şekilde değildir. Bu statü Kurdistan halkının mücadelesinin gelişimini önlemek, Güney Kurdistan halkını ve Güney Kurdistan’daki devrimi Kurdistan’ın diğer parçalarından koparmak, böylece Kurdistan özgürlük devriminin gelişmesini engellemek için oluşturuldu. Oluşumunda kapitalist modernite güçleri ve Türk devleti yer aldı. Kapitalist modernite güçleri Irak ve Ortadoğu’daki çıkarları için böyle bir oluşumu geliştirdi. Türk devleti de Kurdistan devriminin yayılmasını önlemek, Bakur’da gelişen devrimle Başûr’daki mücadelenin buluşmasını önlemek için bu statüyü kabul etti. Bu statünün oluşmasında koşulan temel şart Güney’in diğer parçalardan koparılması ve özellikle Bakur’da gelişen mücadeleye karşı durması olmuştur. Zaten bundan dolayı federe yapı oluşur oluşmaz KDP Türk devletiyle birlikte PKK’ye saldırmıştır. ’92 savaşı ve daha sonraki saldırılar bu şekilde olmuştur. KDP’nin bu tutumu değişmeden günümüze kadar devam etmiştir. Şimdi de soykırımcı sömürgeci Türk devletinin yanında yer almakta, Kürt düşmanlarına işbirlikçilik, ajanlık yapmaktadır. Dolayısıyla KDP’den ötürü Güney’deki federe oluşumu gerçek anlamda Kurdistan halkının statüsüne dönüşmemiştir. Tam tersine KDP bunu Kurdistan halkının aleyhinde işletmiştir. Bunun en açık örneği Rojava Devrimi karşısında KDP’nin takındığı tutumdur. KDP, Güney Kurdistan’ı Rojava’ya kapattığı gibi, Türk devletinin Efrîn, Serêkaniyê, Girê Spî işgalinde yer almıştır. Rojava Kurdistan’ının işgal edilen bu alanlarında demografi yapı değiştirilerek açıkça Kürt soykırımı gerçekleşmesine rağmen KDP bu yokmuş gibi hareket etmekte, bunu gizleyip meşrulaştırmaktadır. Böyle bir karaktere ve zihniyete sahip olan KDP’nin tekelinde olan bir statü Kurdistan davasına nasıl hizmet edebilir, buna Kürtlere ait statü denilebilir mi hiç? Elbette denilemez. Ancak KDP zihniyetinin aşılmasıyla söz konusu statü halka ait olabilir, Kürt halkına ve Kurdistan devrimine hizmet edebilir. Şimdi Irak devletiyle KDP arasındaki anlaşmazlıklar tamamen hakimiyetle ilgilidir. KDP, iktidar alanı zayıfladığı için Irak Federal mahkemesinin kararlarına tepki gösteriyor. KDP’nin gösterdiği tepkiler Kürt halkının çıkarlarının tehlikeye girmesinden, Kürt kazanımlarının ortadan kalkmasından dolayı değil, kendi konumu ve iktidar alanı içindir. Kürt varlığına ve kazanımlarına en büyük tehlike soykırımcı sömürgeci Türk devleti ve Kürt soykırımını yürüten faşist AKP-MHP iktidarıdır. Fakat KDP’nin Türk devletiyle, AKP-MHP iktidarıyla hiçbir sorunu yoktur. Kürt soykırımı için onlara her türlü ajanlığı yapmaktadır.