Önderlik kendi tarzını asla bir dayatma içinde olmadı. Kendi tarzına katılımın büyük bir inanç ve bilgelikle beslendiğini dile getiridi. Bu yönlü gücü bulunmayanların, yani inançsızların ve yaşamına anlam katamayanların bu Önderlikten uzak durmaları gerekir. Önderliğin dediği gibi, çağımızın hasta ettiği bireyler -ki çağımız kapitalizm çağıdır, hastalığı yayan yine odur- bu tarz Önderliğe katılamazlar; katılsalar bile sonuç alamazlar. Katılımın nasıl olması gerektiği ve neye katılım sağlanacağı Önderlik tarafından net olarak ortaya konulmuştur: “Benim bedenen diri veya ölü olmam belirleyici değildir. Belirleyici olan ulaşılan anlam, irade ve ahlaktır. Bu yalnız ben değil, bende dile gelen tüm bir evren, var olan insanlık ve toplumsal gerçekliğimizdir. Ona dayalı halkımızın demokratik, özgür ve eşitlik içinde yeniden yapılanmasıdır.” Demek ki Önderlik gerçeği salt fiziksel bir olguya indirgenemez. Belirleyici olan Önderlikte ulaşılan anlam düzeyi, yaratılan irade ve yakaladığı ahlaktır. Bunlar belirleyicidir. Bizim de kendimiz açısından esas almamız gereken budur.
Sistem yenilmiştir
Önder Apo uygarlık sistemini yenmiş insandır. Önderlik bu sistemi herhangi bir meydan savaşında yenmemiştir. Öncelikle onu kendi bütünlüğü içerisinde çözerek çirkinliğini ve insanlıktan sapmışlığını tüm insanlığın gözleri önüne sermek, buradan yola çıkıp onu aşan bir sistemi ortaya çıkarmak, şimdiye kadar bu sisteme tattırılmış en ağır yenilgidir. Sistem yenilmiştir ve bu yenilgi sistemin ölümünün ilanıdır. Sistem kaostadır ve kaos aslında sistemin çözümsüzlüğünün kanıtlanması, artık onun eskisi gibi yaşayamayacağının anlaşılmasıdır. Artık kapitalizm mevcut biçimiyle yaşayamaz. Ancak yine de kapitalizm her şeye rağmen kendisini yaşatmak istiyor. Zor kullanarak, eğlenceye dayalı bayağı türden bir kültür ve sanatı geliştirerek, insanı insanlıktan çıkaran bir kültürü tüm topluma pompalayarak, sanatçıyı da bunun aktörü haline getirerek kaos ortamında ömrünü uzatmaya çalışıyor. Şiddeti en üst noktaya çıkarıyor, bu tarzla varlığını sürdürmek istiyor. Uygarlığın köleci karakterine asla dokunmadan, onun özünü hiç değiştirmeden, biçimde bazı değişimlere giderek kendisini uzun ömürlü kılmayı deniyor.
Burada kutsal insanlık gerçeğiyle yeniden buluşmayı Önderlik çözümünde buluyoruz. Önderlik sistemin bu insansızlaştıran karakterini ortaya koymuş, insanı yeniden tanımlamış, insanın insan olarak içinde yaşayabileceği özgür toplum sistemini kurmuş ve bütün insanlığa sunmuştur. Belki günümüzde bu sistem bütün insanlığa mal olmamıştır. Belki bugün Önderlik çözümüne katıldıklarını söyleyenler o çözümü yeterince doğru anlamanın uzağındadır. Ama yine de sistem yenilmiştir. Bu sistem için sonun başlangıcıdır. Devrimcilerin görevi yeni yaşamı kurarak alternatif dünyayı ortaya çıkarmak, sistemin kokuşmuş cesedinin daha fazla mikrop yaymaması için onu bir an önce mezara gömmektir. Bu anlamda Apocu sistemin gerçek mezar kazıcısı olan bir harekettir. Onun ölümünü ilan etmiş ve mezarını kazmaya girişmiştir. Onun mezarı üzerinde yepyeni bir dünya kurulacaktır.
Önderlik çözümse eğer, böyle söylüyor ve söylediğimize inanıyorsak, çözüm de orta yerdedir. Çözüm nettir. Özgür topluma ve bireye götüren bu çözümü anlamıyorum demek, ben insan olmaktan bir şey anlamıyorum demektir. O açıdan Önderliğin çözümüne hem evet denilmeli, hem de o çözüm en ince detayına kadar bilince çıkarılmalıdır. Önderliğin çözümü sadedir. Önder Apoşunu söyledi: “İnsanlığın geçmişi daha gerçektir. Ben oraya döneceğim, insanı orada arayacağım ve orada bulup yeniden başlatacağım. Gelecek bu çabaların işleyiş halinden başka bir şey değildir.” Dolayısıyla başlangıca dönüp aradığınız insan en sade insandır. Bugünün insanından çok daha sade ve net olan, anlaşılır olan, zihniyeti kirlenmemiş olan, bilinci tecavüze uğramamış olan insandır. Devletçi toplum zihniyeti, egemen erkek zihniyeti, devlet odaklı sistem zihniyeti insanın düşünme gücünün tecavüze uğradığı bir zihniyeti anlatır. Bu kirlenmiş ve yalana dayalı bir zihniyettir. Öncelikle ondan kurtulmak gerekir. Bilinçlenme ve aydınlanma bu işin başıdır.
Önderlik, hiyerarşik ve devletçi sistemi yendi. Bu yenilginin de öfkesiyle sistem Önderlikten tamamen kurtulmak istiyor. 9 Ekim komplosu öncesinde mücadelede gösterdiğimiz gevşeme Önderliği İmralı’ya, ikinci gevşeme ise zehirlemeye götürdü. Önderliğin yaşamını mümkün olduğu kadarıyla kısaltma ve en erkenden bedensel çözülüşe sürükleme tarzındaki bu uğursuz girişimde kendi sorumluluğumuzu görmemiz gerekir. Demek ki yetersiz yoldaşlık hala devam ediyor ve Önderliğin yaşadığı zehirlenme biçimindeki trajedinin kaynağında da yine yetersiz yoldaşlık bulunuyor.
Dağ ve gerilla zemininde verilen zorlu mücadele yetersiz yoldaşlığı aştırmada önemli bir mesafe kat etti. Partimizin 10. Kongresi yetersiz yoldaşlığa son verip Önder Apo ile zafer kişiliği temelinde doğru bir yoldaşlığın yakalanmasında büyük bir kararlaşma düzeyini ortaya çıkardı. Kongremiz bu kararlaşmayla birlikte ve bundan da aldığı güçle kendisini Önderliğin Özgürlüğü Kongresi olarak tanımladı. Bu büyük bir iddiadır ve bunun sadece bir iddia olarak kalmaması için bütün Parti kadrolarının Önderliğin özgürlüğüne kenetlenmeleri şarttır. Önderliğin özgürlüğü halkımızın özgürlüğüdür. Bunun gerçekleşmesi zamana yayılamaz; bu hedefe ulaşmaya ayların sorunu olacak şekilde bakılmadan Önderlik özgürleştirilemez. İmralı’daki işkencenin dehşet verici boyutlara ulaşması, Önderliğin özgürlüğünü sürece yaymanın sakıncalarını görmek için yeterlidir. Orta yerde bedeninden kanlar akan bir yaralı varken yapılması gereken neyse, Önderliğin özgürlüğü için de yapılması gereken odur. Burada bizi sonuç almaya götürecek olan şey amaca kilitlenmek, tarzımızı yetkinleştirmek ve tempomuzu arttırmaktır. Önderlik, “Kişi amacında güneş kadar netse, onu gerçeğe dönüştürecek yolu ve yöntemi mutlaka bulur” dedi. Demek ki, bize öncelikle gerekli olan bu amaca bağlılık, bunun mümkün olduğuna inanmak ve bu temelde mücadele vermektir.
Gerilla zemini dışındaki alanlarda yetersiz yoldaşlıkla mücadelede tam bir başarı çizgisinin yakalandığı söylenemez. Sözü edilen bu alanlarda hala ciddi sorunlarımız vardır. Legal zeminlerde orta sınıf etkileri son derece güçlüdür. Yetersizlik aslında bir orta sınıf özelliğidir. Yetersiz yoldaşlık da gerçekte orta yolculukla aynı anlama gelir ve dolayısıyla orta sınıflara dayanmayı ifade etmektedir. Mücadelemizi tehdit eden en büyük tehlike budur. Çünkü orta sınıflara dayanan bir kadro öncülük vasıflarını kaybetmiş demektir. Çokça dile getirildiği gibi, kararsızlık orta sınıfların en temel özelliğidir. Bunun da ötesinde bu sınıf kapitalizmin en temel dayanaklarından biridir. Egemen sistemin temel dayanağı olan bu sınıfla tutarlı bir demokrasi mücadelesi verilemez. Özgürlük ve demokrasi mücadelesinin en sağlam ve en büyük dayanağı yoksullardır. Çünkü onların kölelikten başka kaybedecekleri bir şeyleri yoktur; emekçi yoksul kesimlerin demokrasi ve özgürlük mücadelesindeki kararlılığı ve tutarlılığı da buradan gelir. PKK Hareketinin gerçek tabanı budur ve yeniden bu tabanla buluşturulması zorunludur.
Önder Apo Kürt yoksullarının temsilcisi olduğunu söyledi. PKK’nin kuruluşu sürecinde yer alan kadroların tümü işçi ve yoksul köylü kökenli insanlardı. İlk gruplaşma sürecinde harekete katılan orta sınıfa mensup bazı kişiler grup içinde etkili olamayacaklarını anlayınca, kısa bir süre içinde çekip gittiler. Bu tür kopuşlar hareketi zayıf düşürmedi, tersine daha da güçlendirdi. O dönemde Kurdistan’da orta sınıfa dayanan bazı gruplar vardı. Bunlar tamamen yasal sınırlar içinde hareket ediyorlardı. Bu yüzden Apocu Hareket haklı olarak bunları reformist-teslimiyetçi küçük burjuva milliyetçi akımlar biçiminde tanımlıyordu. Bunların halka gitme, halk içinde örgütlenme gibi bir dertleri yoktu. Çünkü beklentilerine cevap olmasını bekledikleri güç halk değil devletti. Devlet kendilerine ne kadar hak verirse o kadarına razı olacaklardı. Onlara göre Apocular Kurdistan’da devlete karşı mücadele yolunu seçmekle yaşam koşullarını daha da ağırlaştırmaktan başka bir şey yapmıyorlardı. Bu anlayış kendilerini Apocu Harekete karşı şiddet kullanmaya kadar götürdü. Sömürgeci güçlere ve halkımızın düşmanlarına bir fiske dahi vurmayan bu akımlar, 12 Eylül darbesi öncesinde onlarca devrimci ve yurtseveri alçakça katlettiler.
Orta sınıf belli bir örgütlenme ve yönetme geleneği olan bir sınıftır. Bu sınıf sömürücü egemen sisteme karşı ezilenlerin geliştirdiği mücadelenin sonuçlarından yararlanmasını çok iyi bilir. Mücadele gelişip bazı mevziler kazandıkça, bu doğrultudaki eğilimi daha da güçlenir. Mücadelenin kazanımlarını kendine mal etmek için müthiş bir hırsla çalışır. Bunun için örgütlenme ve yönetme yeteneğini çok iyi değerlendirir. Buna karşılık yoksullar örgütsüzdür, zaten yoksulluğun asıl nedenini de bu örgütsüzlük oluşturmaktadır. Orta sınıflar yoksullar ve ezilenlerin örgütlü bir güç haline gelmelerini istemezler. Çünkü bunlar örgütlendiklerinde yürüttükleri mücadelenin kazanımlarına da sahip çıkarlar; kan, acı ve gözyaşı pahasına elde ettikleri değerleri orta sınıflara yedirmezler. Bu da elbette kendi çıkarlarını her şeyin üstünde tutan orta sınıfın işine gelmez.
Orta sınıf zeminine dayanan devrimcilik kendisini ölüme yatırmış demektir
Orta sınıf bir bakıma olanak demektir. Bu sınıf devrimcileri avlamak için sahip olduğu olanakları iyi değerlendirir. Olanak iyi bir yemek, sıcak bir yatak, hediye niyetine verilen bir giysi, bir yerden bir başka yere giderken kadronun emrine tahsis edilmiş bir araba olabilir. Zayıf kadro bütün bunları birer sadakat gösterisi olarak algılar. Orta sınıftan insanlar kadroyu esas alacaklarına, kadro giderek onlara benzeşir. Orta sınıf mensupları art niyetle kadroyu kendilerine benzeştirmeye çalışmazlar. Hatta iyi niyet onların meziyetlerinin köşe taşıdır denilebilir. Ancak bu kesimlerin yaptıklarıyla ulaştıkları sonuç kadrodaki radikalizmin törpülenmesi ve giderek yok edilmesidir. Kısacası orta sınıf zeminine dayanan bir devrimcilik kendisini ölüme yatırmış demektir. Önderliğimizin “Olanak başa bela getirir” sözü bu gerçeği çarpıcı bir biçimde dile getirmektedir.
Burada sorun orta sınıfın devrimci mücadeleden dışlanması değildir. Tersine, ezilenlerin ve yoksul emekçilerin örgütlülüğü gelişip partinin mücadeledeki öncülüğü sağlamlaştıkça, bu kesimler devrime daha ciddi hizmetlerde bulunabilirler. Bu açıdan temel sorun yoksulların örgütlü güç haline getirilmesi ve bu temelde örgütlü bir mücadelenin geliştirilmesidir. Her bitki kendi kökleri üzerinde yeşerir derler. Ezilenler ve emekçi yoksullar da Apocu Hareketin köklerini teşkil etmektedir. Halkımızın ezici çoğunluğunu oluşturan bu kesimlerin dışlanması ve aynı anlama gelen örgütsüzlüğü, Hareketimizi köklerinden koparmakla aynı anlama gelmektedir. Hareketimiz söz konusu olduğunda sistemin sözcülerinin sözünü ettikleri ‘kök kazıma’ çabası da sonuçta aynı kapıya çıkmakta, son tahlilde orta sınıf eğiliminin egemen olma girişimleriyle örtüşmektedir. Hiç kimsenin buna hakkı yoktur. Bunda ısrar etmek sistemin objektif ajanlığına soyunmaktır.
Önder Apo, Kurdistan’da çalışmalara başlarken, halkın ilk kadroların ne söylediklerinden çok, ne yaptıklarına ve nasıl yaşadıklarına bakarak karar verdiğini söyledi. Hiç kimse Önderliğin bu sözlerini kendine göre yorumlayamaz. Kuruluş döneminin kadroları sahip oldukları olanaklara bakarak orta kesimlerin güdümüne girmeye tenezzül etmediler. Onları başkalarından farklı kılan buydu. Belki aç kaldılar, susuzluk çektiler, yatacak yer bulamadılar; buna rağmen yoksullarda ısrar etmekten vazgeçmediler. Ezilenlerin kalplerini ve kafalarını kazanmaları bu ısrarları ve inatlarının ürünüydü. Onların bu kesimlerle ilişkisi bir aşk ilişkisiydi. Aşık aşk ilan ettiğine hizmet etmekle yükümlüydü ve onlar bunu çok iyi biliyorlardı. Kaldı ki, soylu duygular her zaman ezilenlerin zemininde gelişir. Sevgi, bağlılık, ölümüne sadakat, adanmışlık, cesaret gibi soyluluk belirtisi olan duygular, kendisi başlı başına bir direnme ortamı olan yoksulların zemininde büyüyüp çoğalır. Dayanışma olgusu acılarla yüklü olan yoksulların ortamında en çarpıcı anlamını kazanır.
Daha iyi anlaşılması açısından edebiyattan bir örnek vermek isterim. Shakespeare’in hala üstünde duran asalet giysileri içinde sokağa atılmış Kral Lear’ı her şeyini kaybetmiştir. Tahtı elinden gitmiş, krallığı kayıplara karışmıştır. Artık sokaklarda, yatacak yeri ve yapacak işi olmayan yoksul insanlar arasında onlar gibi bir insandır. Soğuğun ve yağmurun altında aç olduğunu fark etmekte ve üşümektedir. Yanındaki insanlardan tek farkı, hala üzerinde taşıdığı krallık giysileridir. Bu emanetleri de defettiğinde artık yalnızlığını aşmış, gerçek dostları olacak insanların sıcaklığını hissetmeye başlamıştır. Kendi deyimiyle Kral Lear ancak şimdi ‘her karışına kadar kral’ olmuştur. Maskeler kaldırılıp bir kenara atılmış, altındaki canlı insan açığa çıkmıştır. Evet, yukarıda belirtilenler dünya edebiyatının büyük dehası Shakespeare’nin söyledikleriyle tamamen örtüşüyor. Kim ne derse desin, insanlığı en derinden duyumsama ve insan olmaktan gurur duyma zemini yoksulların zeminidir. Zengin maldan, yoksulsa candan verir. Bu yüzden bir devrimci bir yoksulun kuru şiltesini bir zenginin kuş tüyü yatağına asla değişmez. Dervişlik işte budur. Bugün de Kürt yoksullarının böylesi dervişlere ihtiyacı vardır. Yeryüzündeki taçsız ve tahtsız Kürt krallığı işte böylesi kadroların örgütleyip ayağa kaldırdığı yoksullar ve ezilen emekçilerin eylemiyle vücut bulacaktır.
Önderliği yaşa ve yaşat! Êdi Bes e Hamlesinin bu emredici şiarı bize hem kenetleneceğimiz hedefi, hem de bu hedefe nasıl ulaşacağımızı gösteriyor. Ancak Önderlik gerçeğini yaşayarak Önderliğimizi yaşatabilir ve özgürleştirebiliriz. Önder Apo özgürleşmeden başka türlü bir yaşamı kendimize haram saymalıyız. Yetersiz yoldaşlığımız yüzünden tutsak düşmesine yol açtığımız için işlediğimiz bağışlanmaz suçu ancak böyle hafifletebilir, bizi özgür insanlık gerçeğiyle tanıştıran bu güzel insana olan vefa borcumuzu ancak böyle ödeyebiliriz.