Değerli Yoldaşlar!
Hareket ve halk olarak yeni bir Kasım ayına girdik. Kasım ayı parti ayımız oluyor. PKK ile 44’üncü Kasım ayını yaşıyoruz. Partimiz PKK’nin 27 Kasım 1978’de resmen kuruluşunun 44’üncü yılına girişini kutluyoruz. Partimizin 44’üncü resmi kuruluş gününün, Parti bayramımızın başta Önder Apo olmak üzere tüm yoldaşlara, yurtsever halkımıza ve dostlarımıza kutlu olmasını diliyoruz. Büyük şehidimiz Haki Karer Yoldaşla başlayıp bugün Xalifan, Mam Reşo, Zendûra ve Werxelê şehitlerine kadar uzanan ve partimizi var eden tüm kahraman şehitlerimizi, Kasım ayının büyük şehitleri Delal Amed, Reşit Serdar, Kerim Şırnak, Yılmaz Dersim, Azê Malazgirt ve Şilan Kobani Yoldaşlar şahsında derin özlem, sevgi ve saygıyla anıyoruz. Amaçlarını başarma ve anılarını yaşatma sözümüzü bir kez daha yineliyoruz. 44’üncü PKK yılında özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürüten herkese üstün başarılar diliyoruz.
Değerli Yoldaşlar!
PKK’nin resmi kuruluşunun 44’üncü yılı, aynı zamanda Önderliksel Doğuşun da ellinci yılına girişi oluyor. Tabi bu durum, PKK’nin temellerinin atılışının da ellinci yılına girişi ifade ediyor. Partimiz PKK’nin bir grup olarak temellerinin atılışının 1973 Newrozunda Çubuk Barajı Toplantısı ile gerçekleştirildiğini iyi biliyoruz. Dolayısıyla 2022 Newrozunda Önderliksel Doğuşun ve PKK’nin örgütsel temellerinin atılışının ellinci yılına gireceğiz. Yani Özgürlük Hareketimiz elli yıllık bir büyük hareket haline gelecek. Önder Apo öncülüğündeki büyük özgürlük yürüyüşümüz yarım asırlık bir kahramanlık yürüyüşü olacak. Bu vesileyle, Önderliksel Doğuşun ve PKK’nin temellerinin atılışının ellinci yılını da daha şimdiden kutluyor, ikinci elli yılda partimize ve halkımıza üstün başarılar diliyoruz.
Hiç kuşkusuz Önderliksel Doğuşun ve PKK’nin temellerinin atılışının ellinci yılına giriş çok önemli ve anlamlıdır. Bu durum, kesintisiz elli yıllık bir Önderliksel yürüyüşü gerçekleştirmek ve kesintisiz elli yıllık bir Özgürlük Hareketi olmak demektir. Elli yıl kesintisiz süren bir özgürlük direnişi anlamına gelir. Geçmiş Kürt direnişlerinin ömürlerinin en fazla bir-iki yılı geçmediği dikkate alınırsa, Önder Apo öncülüğündeki PKK direnişinin kesintisiz elli yıl sürmesinin anlam ve önemi çok daha iyi anlaşılır. Kürt halkı ilk defa Önder Apo ve PKK ile elli yıl süren özgürlük direnişinin zengin birikimine sahip olmuştur.
Kuşkusuz önümüzdeki ellinci yılda Önder Apo ve PKK gerçeği çok daha derin tartışılacak, tarihsel anlam ve öneminin bilincine çok daha güçlü ulaşılmaya çalışılacaktır. Önder Apo ve PKK’nin tarihsel rolü ve misyonu, Kürt halkına, kadınlara ve gençlere, Ortadoğu halklarına ve insanlığa kazandırdıkları tüm boyutlarıyla ve açıkça ortaya konacaktır. Deyim yerindeyse Sezar’ın hakkı Sezar’a verilecektir. Her türlü umut ve inancını kaybetmiş, tamamen teslim olmuş ve sinmiş, çok çeşitli gericiliğe ve kötülüğe alet olan Kürt’ten, bugünkü bilinçli, örgütlü, iradeli, umutlu, coşku ve heyecanlı, özgürlük mücadelelerine ilham veren ve öncülük eden cesur ve fedakâr Kürde nasıl gelindiği ve ulaşıldığı tüm yönleriyle ortaya konacaktır.
Önder Apo ve PKK, yarım asırlık büyük mücadele ile Kürt halkını büyük bir felaketten korumuştur
Kürdistan’da yürütülen özgürlük mücadelesinin ve bu temelde sağlanan gelişmelerin Türkiye, Ortadoğu ve insanlık açısından nasıl bir aydınlatıcılık olduğu ortadadır. Kürt gerçeği ve özgürlükçü demokratik talepleri ortaya kondukça korku ve yalan çemberinin nasıl parçalandığı, gerici maskelerin nasıl düştüğü, soykırımcı zorbaların kirli yüzlerinin nasıl açığa çıktığı görülmektedir. Başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu’da ve tüm dünyada bugün yaşanan en çarpıcı gerçeklik budur. İnsanlık adeta kirli çıkar dünyasının yarattığı gaflet uykusundan uyanıp yalan ve demogojiden kurtulmakta, özgürlük ve adalet temelinde insanlık yeniden doğmaktadır. Bütün bunların insanlığın geleceği açısından ne kadar büyük önem arz ettiği ortadadır.
Elli yılda Önder Apo ve PKK’nin yarattıklarını doğru ve yeterli anlamak için, bir de bunların hiç yaşanmamış olduğunu düşünelim. Peki o zaman ne olacaktı? Açık ki Kürt halkı soykırıma tümden uğramış ve tarihte izi kalmamacasına Kürtlük tarihten silinmiş olacaktı. Bu da başta Türkiye olmak üzere tüm Ortadoğu’da ve dünyada soykırım suçu işlemiş ve soykırımı esas alan kapkara bir sömürgeci-faşist diktatörlük zihniyetinin ve siyasetinin egemen hale gelmesini ifade edecekti. Umutla aydınlık ve hakikat için özgürlük mücadelesi yürüten bir insanlık değil, tamamen teslim olmuş, kirli nefsine yenilmiş, adeta birbirini yercesine her şeyi tüketen bir insanlık ortaya çıkacaktı.
İşte bütün bunların da Kürt halkı ve tüm insanlık için ne kadar büyük bir felaket anlamına geldiği açıktır. Önder Apo ve PKK, yarım asırlık büyük mücadele ile Kürt halkını ve tüm insanlığı işte böylesine büyük bir felaketten korumuştur. Onları gelecek umutları olan, özgürlük iradesine sahip bulunan, özgürlük için mücadele verecek cesaret ve fedakârlığa sahip bir güç haline getirmiştir. Bütün bu gerçekler ellinci yılda çok daha fazla açığa çıkacak, Önder Apo ve PKK’nin tarihsel anlam ve önemi birçok çevre tarafından çok daha iyi anlaşılacaktır.
Değerli Yoldaşlar!
Çok açık ki, her zaman olduğu gibi 43’üncü yılda da PKK güçlü savaşmış ve büyük kazanmıştır. Partimizin her mücadele yılı zaten olağanüstü koşullarda geçmiştir. Bu durum 43’üncü yılda da değişmemiş, 43’üncü yıl mücadelesi her bakımdan önceki yılları aşar düzeyde olmuştur. ABD-TC-KDP ittifakı, PKK’yi imha ve tasfiye amaçlı ve planlı topyekûn saldırılarını yıl boyu sürdürmüş, bu konuda hiçbir ahlaki ve hukuki kural tanımamıştır. Buna karşı hareket ve halk olarak devrimci halk savaşı stratejisi temelinde yürüttüğümüz topyekûn direniş, faşist-soykırımcı planları parçalayarak tarihi sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen Dem Dema Azadiyê hamlesine önemli bir düzey kazandırmıştır. Şimdi bütün bunları değerlendirerek yeni mücadele yılını planlama zamanıdır.
Bilindiği gibi, 43’üncü mücadele yılının ayırt edici yanlarından biri, bu yıl gerçekleştirdiğimiz Merkez Komite Toplantımızın her alan için ortaya koyduğu çizgi düzeltmesidir. Bu çerçevede ideolojik, politik, örgütsel, toplumsal ve askeri tüm mücadele alanlarında Demokratik Modernite Çizgisinin gereklerine göre bir düzeltmeyi ve bu temelde topyekûn devrimci halk savaşı direnişini geliştirmeyi MK toplantımız öngörmüş ve somut görev olarak önümüze koymuştur. Çizgi düzeltmesini gerçekleştirdikçe pratik devrimci çalışma ve mücadelede başarılı olacağımızı, pratikte başardıkça çizgi düzeltmesini sağlayacağımızı belirtmiştir.
İşte geçen bir yıl boyunca tüm PKK olarak en başta bu esas üzerinde çalıştık ve mücadele ettik. Önderlik çizgisine göre geride kalan, çizgiyi doğru ve etkili bir biçimde uygulamayan, dolayısıyla devrimci imkân ve fırsatların heba olmasına yol açan hata ve eksiklerimizi bulup gidermeye, ideolojik-örgütsel duruşta düzeltmeler yapmaya çalıştık. Kuşkusuz belli bir gelişme de sağladık. Şimdi yürüttüğümüz bu ideolojik-örgütsel çizgi mücadelesinin sonuçlarını doğru bir biçimde değerlendirmek ve ulaşılan düzeyi ortaya koymak durumundayız. Kuşkusuz, sanki böyle bir görev yokmuş gibi davranamayız, bu durumada dar ve yüzeysel yaklaşamayız. Tüm parti kadroları ve komiteleri olarak mevcut duruşumuzu bu temelde doğru ve yeterli bir biçimde değerlendirmek zorundayız.
Diğer yandan, 43’üncü mücadele yılına Şubat ortasındaki Garê savaşı ile girdik ve yıl boyu 23 Nisan’dan itibaren AKP-MHP faşizminin Metîna, Zap ve Avaşîn’e yönelik işgal saldırılarına karşı direndik. Kuşkusuz bu direniş, özgürlük mücadelesi ve savaş tarihimizin en kapsamlı ve zorlu direnişiydi. ABD ve KDP desteğini alan AKP-MHP faşizmi, söz konusu alanlardaki gerilla varlığımızı ezebilmek ve Medya Savunma Alanları üslenmesini ortadan kaldırabilmek için tüm gücüyle ve hiçbir kural dinlemeksizin saldırdı. Söz konusu saldırılarda kimyasal silah kullanımı dahil her türlü savaş suçunu işlemekten geri durmadı. TC devleti tüm iç ve dış imkânlarını seferber ederek sonuç almak istedi.
İşte Mam Reşo, Zendûra, Werxelê, Tepê Sor direnişleriyle anılan tarihi kahramanlık direnişi böyle bir saldırganlığa karşı gelişti. Garê’de kazanılan büyük başarıdan alınan güçle girilen söz konusu bu direnişlerle de faşist-soykırımcı saldırganlığın gücü büyük ölçüde kırıldı. Alanı tümden işgal edip gerillayı ezmesine izin verilmedi ve bu temeldeki saldırı planı boşa çıkartıldı. Bu da 37 yıllık gerilla direnişimiz açısından yeni ve çok önemli bir gelişme durumu oldu. Bu temelde planları bozulan AKP-MHP faşizminin çöküş süreci iyice hızlandı. ‘Cenga Xabûr ve Bazên Zagrosê Devrimci Hamleleri’nin kazandığı askeri başarılar çok önemli bir siyasi durum ortaya çıkardı.
Şimdi TC siyaseti ve tüm dünya bu sonucu anlamaya ve buna göre yeni siyasetler oluşturmaya çalışıyor. Kuşkusuz herkesten daha çok bizim bu gelişmeleri doğru anlamamız ve gereken siyasi ve askeri tutumları geliştirmemiz gerekiyor. Yıl boyu süren Medya Savunma Alanlarındaki direnişin ideolojik, siyasi ve askeri sonuçlarını çıkartarak, kendimizi bu dersler temelinde yenileyip yeniden yapılandırmamız gerekiyor.
Yeni parti yılının İmralı tecrit sisteminin kırıldığı bir yıl olmasını istiyoruz
Ayrıca 43’üncü yıl boyunca ‘Tecride, Faşizme ve İşgale Karşı Özgürlük Zamanı’ direniş hamlemizi sürdürdük. Zindanlardan yurtdışına kadar dört parça Kürdistan’da halkımız ve dostlarımız Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen yoğun bir eylemlilik içinde oldu. Kadınlar ve gençler öncülüğünde süren bu mücadele önemli bir gündem oluşturdu ve ciddi bir düzey kazandı. TC devletinin ve AKP-MHP faşizminin soykırımcı uygulamaları ciddi ölçüde teşhir ve tecrit oldu.
Şimdi söz konusu hamleyi 44’üncü parti yılında çok daha güçlü yürütmeyi ve kalıcı sonuçlar elde etmeyi hedefliyoruz. Yeni parti yılının AKP-MHP faşizminin yıkıldığı ve İmralı tecrit sisteminin kırıldığı bir yıl olmasını istiyoruz. Kuşkusuz bunun için de çok daha örgütlü, planlı ve etkili bir mücadele yürütmemiz gerekiyor. Bu da geçen yılın mücadelesinin derslerini doğru ve tam çıkarmamızı ve yeni yıl mücadelesine taşırmamızı gerektiriyor. Bu temelde PKK’nin 43’üncü yıl mücadelesinin eleştirel ve özeleştirel değerlendirmeye tabi tutulması ve Apocu çizgide derslerinin doğru ve tam olarak çıkartılması hayati önem taşıyor. Her alandaki tüm yoldaşların, parti komite ve örgütlerinin Önderlik çizgisi temelinde bunu yapacağına ve 44’üncü mücadele yılına daha örgütlü ve hazırlıklı olarak gireceğine inanıyoruz.
Kapitalist modernitenin yaşadığı kriz ve kaos, ‘kanserleşme ve sistemsel çürüme’ olarak sürüyor
Değerli Yoldaşlar!
Partimiz PKK’nin 44’üncü resmi kuruluş yılına girerken hem dünya genelindeki ve hem de Kürdistan etrafındaki siyasi ve askeri gelişmeleri kısaca değerlendirmekte yarar vardır. Zira son birkaç ayda kayda değer bazı siyasi ve askeri olaylar ve gelişmeler yaşanmıştır. Örneğin Afganistan’da tüm yönetimi Taliban’ın ele geçirmiş olması söz konusudur. ABD-İran görüşmeleri yeniden başlamış ve yapılan son Irak seçimlerinden bölge ile Kürdistan’ı etkileyen bazı önemli sonuçlar çıkmıştır. Libya, Yemen ve Karabağ savaşları ile Doğu Akdeniz ve Suriye üzerinde bazı gelişmeler yaşanmaktadır. ABD’nin Çin ve Rusya ile ilişkileri zaman zaman gerginleşmekte, AKP-MHP faşizminin ABD ile Rusya arasında gidip gelen politikaları iyice tıkanmış bulunmaktadır. Bunlar çerçevesinde bazı önemli noktalara parça parça dikkat çekmek, 44’üncü parti yılında başarmamız gereken politik ve askeri görevleri belirlemek yararlı olacaktır.
Her şeyden önce, esas olarak Ortadoğu üzerinde yaşanan üçüncü dünya savaşının yayılarak sürdüğünü belirtmemiz gerekiyor. Söz konusu siyasi ve askeri gelişmeler üçüncü dünya savaşı içinde gelişen ve yaşanan olaylar oluyor. Savaş önemli ölçüde yayılmış ve derinleşmiş ve otuz yılı aşmış olsa da henüz savaştan çıkış için ciddi bir ipucu gözükmüyor. Yani kapitalist modernite sisteminin derin krizi ve kaosu devam ediyor. Önder Apo’nun deyimiyle ‘kanserleşme ve sistemsel çürüme’ sürüyor. Ekolojik yıkım ve doğanın tahribi ve tüketilişi dolu dizgin gidiyor. Bu çerçevede tedbir adına söylenen ve yapılanlar gerçekte bir oyalama ve aldatma olmaktan öte bir anlam ifade etmiyor. Kadın üzerindeki köleci baskı ve sömürü, taciz, tecavüz ve katliam uygulamaları günlük olarak artarak ve yayılarak devam ediyor. Tekelleşme had safhaya ulaşmış durumda. Öyle ki sömürü ve talanla bir tekel çevresinin ulaştığı maddi gücün dünyadaki tüm yoksulluğu gidermek için yeterli olduğu belirtiliyor.
Çok açık ki böyle bir sistemin insanlığa verebileceği hiçbir şey yoktur. Tersine bu sistem tarafından insanlık ve doğa fazlasıyla kirletilmiştir. Kuşkusuz bu durum halkların, kadın ve gençlerin, işçi ve emekçilerin, tüm ezilenlerin her gün artan tepkisine yol açmaktadır. Demokrasi mücadelesinin zeminini güçlendirmektedir. Bu temelde Kadın Özgürlükçü, Ekolojik, Demokratik, sistem karşıtı düşünce ve eylemler giderek daha çok gelişmektedir. Önümüzdeki süreçte söz konusu mücadelelerin daha çok gelişeceği ve tekelci sistem tarafından engellenemeyeceği kesindir.
Kapitalist modernite sisteminde artan çürüme, derinleşen kriz ve kaos durumu sistem içi ilişkilere de yansıyarak, çıkar, çelişki ve çatışmalarını artırıyor. İngiltere’siz AB ciddi biçimde huzursuz ve yeni arayışlar içinde. Çin ve Rusya, artan güçleri oranında dünyanın çeşitli yerlerinde etkin hale gelmek istiyor. ABD’nin gittikçe gerilemekte olduğu artık çıplak gözle bile görülebiliyor. İran’la görüşmelere yeniden başlaması, Afganistan’da yaşanan durum, Irak ve Suriye’de yaşananlar bunu açıkça gösteriyor. ABD zorla egemenlik altına alamadığı güçlerle uzlaşma içine girme eğilimi gösteriyor.
Tarih Önder Apo’yu doğruluyor
1990’ların başında Sovyetler Birliği çözülürken birçok çevre bunun bir ABD zaferi olduğunu ve dünyada ABD imparatorluğunun kurulacağını söylemişti. Bu görüşe Önder Apo itiraz etmiş, ABD’nin Sovyetler Birliği karşısında güçlü olduğunu, dolayısıyla çözülen Sovyetler Birliği’nin gerileyen ABD olacağını belirtmişti. Şimdi Önder Apo’nun bu görüşleri gerçekleşiyor ve tarih Önder Apo’yu bir kez daha açıkça doğruluyor. Çünkü; ABD, zorla bastıramadıklarıyla uzlaşma yolunu seçiyor. Çeşitli sorunlarda AB’nin daha etkili hale gelmesini istiyor ve birçok konuda Rusya ile anlaşmalı hareket ediyor. En son Suriye konusunu bile Rusya’ya havale etme eğiliminde olduğu gözleniyor.
Sovyetler Birliği’nin çözülüşüyle başlayan üçüncü dünya savaşını değerlendirirken Önder Apo, savaşın uzun süreceğini ve savaştan çoklu çıkış ihtimalinin bulunduğunu belirtmişti. Bu ihtimaller arasında savaşan taraflardan birinin kesin zafer kazanmasının mümkün olduğu gibi, tarafların zafer kazanamayarak uzlaşmaya gitmelerinin de mümkün olduğunu ifade etmişti. Hatta en güçlü ihtimal olarak da bu sonuncusunu, yani savaşan tarafların bir tür uzlaşmaya varmalarını göstermişti. Şimdi savaşın sonuna gelinmese de, başta Afganistan olmak üzere bazı alanlarda yaşanan gelişmeler bu görüşün gerçekleşmekte olduğunu ortaya koyuyor. Yani bu konuda da Önder Apo doğrulanıyor ve tarih Önder Apo’nun görüşlerini haklı çıkartıyor.
Kısaca Üçüncü Dünya Savaşı yayılarak devam ediyor ve sistem içinde çoklu çıkar karşıtlıkları ve mücadelesi sürüyor. ABD, AB’yi daha çok olayların içine çekmeye çalışırken, Rusya ile ilişki ve mücadeleyi belli bir dengede götürüyor ve Çin ile gerginliği ise daha çok artıyor. Bazıları ABD-Çin çatışmasının gelişeceğini, dolayısıyla ABD’nin yönünü Pasifik alanına verdiğini belirtiyor. Burada ABD-İran ilişkilerinin nasıl seyredeceği hususu da önemli bir konu oluyor. Çünkü Dünya Savaşı çerçevesinde en önemli çatışma durumu ABD-İran arasında yaşanandı. Bu çatışma Kasım Süleymani cinayetiyle uç noktaya ulaşmıştı. Fakat ABD’nin yeni yönetimi çatışma kapısını açık tutmakla birlikte nükleer görüşmeleri yeniden başlatarak uzlaşma kapısını da açmış oldu. Şimdi söz konusu durumun nasıl seyredeceği hususu en çok merak edilen konu olmaktadır. Çünkü bu durum tüm dünyayı ve en çok da Ortadoğu’daki gelişmeleri etkilemektedir.
Değerli Yoldaşlar!
Açık ki hem kapitalist sistem içi çelişkilerin artması ve hem de sistem karşıtı mücadelelerin gelişmesi en çok bölgemiz Ortadoğu’yu etkilemektedir. Çünkü çelişkiler en çok bu bölgede yoğunlaşmıştır ve Üçüncü Dünya Savaşı esas olarak bu bölgede yaşanmaktadır. Mevcut çelişkili ve çatışmalı durum bölgeyi sürekli germekte ve daha büyük patlamalara hazır bir fıçı haline getirmektedir. Bu da yeni arayışları ve artan mücadeleleri ortaya çıkarmaktadır. Böyle bir durum da en etkili çözüm gücü olarak Önder Apo’nun Demokratik, Ekolojik ve Kadın Özgürlükçü Toplum Paradigmasını öne çıkarmaktadır. Önder Apo’nun geliştirdiği Kürt özgürlüğüne dayalı ‘Demokratik Ortadoğu Konfederalizmi’ fikri giderek bölgede daha çok yayılıp taraftar bulmaktadır.
Çünkü; adeta kangrenleşmiş olan Ortadoğu sorunlarına uygulanabilir çözüm üreten ciddi ve bütünlüklü bir görüş ve proje yoktur. Kapitalist modernite sisteminin iki yüzyıldır Ortadoğu’ya getirdikleri ortadadır. Parçalanma, savaş, kan, göz yaşı, acı, baskı ve sömürüden başka bir şey vermemiştir. Bunun son adımı olan ABD’nin BOP’u da herhangi bir şey üretememiştir. Kapitalist modernite sisteminin yerli işbirlikçisi konumunda olan ulus-devlet milliyetçilikleri de bir dönem gelişme yaratıyormuş gibi görünse de, aslında sistemin bir uzantısı ve ajanı konumunda oldukları kısa sürede görülmüş ve iflas etmiştir. Ulus-devlet projesinin çözüm değil çatışma ürettiği açıkça görülmüştür. Kendilerine “Radikal İslam” denen hareketlerin de aslında kapitalist sistemden kopuk olmadıkları ve çözüm yerine sorunları daha da ağırlaştırdıkları açıkça ortadadır. İşte böyle bir çözümsüzlük ortamında Önder Apo’nun geliştirdiği “Demokratik Ortadoğu Konfederalizmi” projesi bölgenin sorunlarına çözüm getiren uygulanabilir tek projedir. Ortadoğu’daki siyasi gelişmelerin bir kez daha kanıtladığı gerçeklik budur. Güncel olarak ifade edebileceğimiz birinci gelişme bu olmaktadır.
Savaşta teknik güç önemli olmakla birlikte belirleyici olan insanın bilinci ve inancıdır
İkinci olarak, Afganistan’da yaşanan son olayları belirtmek gerekir. Taliban’ın ideolojik duruşundan öteye, Afganistan’daki son gelişmeler bölgede yaşanan önemli bir siyasi-askeri durum olmaktadır. İdeolojik açıdan da Taliban’ın İran ve benzeri güçlerden pek bir farkı yoktur. Bu temelde ideolojik farklılığı ve gereken ideolojik mücadeleyi dikkate almakla birlikte, Taliban’ın Afganistan’da başarılı olmasının politik ve askeri sonuçlarını daha yakından inceleyip anlamamız bizim açımızdan çok önemlidir. Her şeyden önce, Afganistan örneği ve Taliban deneyimi, dünyanın en etkili siyasi ve askeri gücü olan ABD’ye karşı direnilebileceğini, sonuç alınabileceğini, ABD’nin başarısız kılınabileceğini herkese göstermiştir. Yine siyaseti sadece Avrupalı güçlerin değil, Ortadoğulu güçlerin de yapabileceğini ortaya koymuştur. Savaşta teknik güç önemli olmakla birlikte, belirleyici olanın savaşan insanın ideolojik bilinci ve inancı olduğu bir kez daha kanıtlanmıştır. Ortadoğu’da Afganistan’a dayalı radikal çeteciliğin gelişme şansı, bazılarının belirttiği kadar fazla değildir.
Üçüncü önemli durum, başta Libya ve Suriye olmak üzere Ortadoğu savaşında AKP-MHP faşizminin yenilmiş olmasıdır. Tabi tüm bunların temelinde de AKP-MHP faşizminin Kürdistan’da yenilmiş olması vardır. Bu durumun TC üzerindeki etkisi, düzenli ordunun iyice etkisiz hale gelmesi ve klasik devlet yapısının parçalanarak adeta bir faşist çete yönetiminin ortaya çıkmasındandır. Nitekim DAİŞ, El Kaide ve İxvanı Müslümin çeteciliği mevcut haliyle AKP-MHP faşizminin elinde kalmış ve Türkiye toplumunun başına bela haline gelmiştir. Başlangıçta bu güçleri kimler türetmiş ve beslemiş olurlarsa olsunlar, şimdi ortaya çıkmış olan sonuç budur. Bunun da Türkiye’nin geleceği açısından en ciddi sorunu oluşturduğu açıktır.
Dördüncü konu, Irak’ta 10 Ekim günü yapılan genel seçim ve ortaya çıkardığı sonuçlardır. Bir defa erken seçimi sokaklara dökülen kitleler istemişler, fakat mevcut seçime katılmayarak yüzde yetmiş oranında boykot etmişlerdir. Demek ki Irak toplumunun istediği seçim esas olarak bu değildir. Bunun da temel iki nedeni vardır; Birincisi bu tarzda yapılan seçimin ortaya çıkartacağı yönetimin dış güçlere çok fazla bağlı olmasıdır. İkincisi ise, TC’nin işgalci saldırıları altında gerçekleşen seçime katılanların söz konusu bu işgal konusunda hiçbir şey söylememesidir. Belli ki sükût ikrardan gelir. Yani sessizlik işgali onaylamak demektir. Irak ve Başûrê Kurdistan toplumu işte bu anlayış ve siyaseti reddetmiştir.
Irak’ta 10 Ekim seçimi istikrar yaratmamış, tersine çatışma etkenlerini daha çok artırmıştır
Yüzde otuzun altında bir katılımla gerçekleşse de sonuçta yine de bir meclis seçilmiştir ve bu temelde yeni hükümet kurulmaya çalışılmaktadır. Öncelikle belirtelim ki, söz konusu seçimin kazananı yoktur, tersine çok fazla kaybedenler yanında az kaybeden ve bu temelde kazandığını sananlar vardır. Şimdi mevcut mecliste yeni hükümetin nasıl kurulacağı ciddi bir bulmaca konumundadır. Her şeyden önce, ABD, İran, Arap devletleri ve TC dengesi nasıl sağlanacaktır? Mevcut haliyle ABD tarafının Kazımi, Sadr Hareketi, Sünniler ve KDP’den oluşacak bir koalisyon hükümetini istediği ifade edilmektedir. Kuşkusuz İran tarafı da Şii partilerin katılımıyla yeni hükümetin kurulmasını istemektedir. Belli ki kendi aralarında nükleer silah konusunu müzakere eden ABD ile İran, yeniden Irak üzerinde çatışma konumundadır. Zaten Kazımi’nin evine saldırı yapılarak gereken mesaj verilmeye çalışılmıştır.
Açıkça görülüyor ki, 10 Ekim seçimi Irak’ı istikrara kavuşturmamış, tersine çatışma etkenlerini daha çok artırmıştır. Bu durumda Irak’ın yeni süreçte yeni çatışmalara sahne olması olasılığı güçlüdür. Bu durum hem Başûrê Kurdistan’ı ve hem de Kürdistan bütünlüğünü yakından etkilemektedir. Eğer hükümet ortağı olur ve de fırsat bulursa, mevcut KDP Yönetiminin Şengal ve Medya Savunma Alanlarını daha fazla askeri olarak hedefleyeceği, YNK’yi ise yakın geçmişin Goran’ı gibi yedekleyerek etkisiz hale getirmek isteyeceği açıktır. Bu bakımdan, mevcut seçim sonuçları hem Irak ve hem de Kürt siyaseti açısından ciddi olumsuzluklar içermektedir.
Irak seçimlerinin Suriye üzerinde de olumsuz etkileri olacaktır. Özellikle Kuzey ve Doğu Suriye KDP tarafından daha fazla hedeflenecektir. Nitekim bunları ilk günden değerlendiren AKP-MHP faşizmi, ABD veya Rusya’dan onay çıkartarak Kuzey ve Doğu Suriye’ye saldırmak istemiş, fakat şimdiye kadar ihtiyaç duyduğu onayı alamamıştır. Rusya verdiği söz gereği AKP-MHP faşizminin İdlib’den çıkmasını isterken, ABD Yönetimi QSD ile ilişkilerine daha fazla sahip çıkıyor görünmektedir. Bunun sonucunda AKP-MHP faşizminin saldırı tehditleri gerilemiş görünmektedir. Ancak bu konuda hem ABD-Rusya ilişkilerini dikkatle takip etmek ve hem de AKP-MHP faşist diktatörlüğünün son bir çırpınış olarak çılgınca yapabileceği saldırılara karşı hazırlıklı olmak gerekir. Çünkü faşist-soykırımcı diktatörlüğün ömrünü uzatmasının savaştan başka yolu yoktur.
Değerli Yoldaşlar!
Kuşkusuz bizim açımızdan daha önemlisi Kürt sorunu etrafında yaşanan gelişmeler olmaktadır. Nitekim Hareket ve halk olarak Devrimci Halk Savaşı Stratejisi temelinde yürüttüğümüz özgürlük mücadelesi eski zihniyet ve siyasetleri değiştirmekte ve önemli gelişmelere yol açmaktadır. Açık bir kültürel soykırım dayatması olduğu için Kürt sorunu ağır bir sorundur ve söz konusu sorunun çözümü doğrultusundaki gelişmeler de hızlı ve kısa sürede olmamaktadır. Ancak bu temelde yürütülen mücadelenin de değiştirici etkisi güçlü, yaygın ve derin olmaktadır. Nitekim Kürt Özgürlük Mücadelesi günümüzde açık bir dünya devrimi haline gelmiş durumdadır.
TC devleti, Kürtlere karşı saldırıda eskisi kadar destek almakta zorlanmaktadır
Çok iyi bildiğimiz gibi, Kürdistan özgürlük mücadelesine öncülük eden Önder Apo ve PKK’ye karşı ABD, TC ve KDP arasında somut bir ilişki ve ittifak vardır. Ortak planlamayla çalışan bu ittifak, mücadelenin iyice yoğunlaştığı ve keskinleştiği son yıllarda daha açık ve de çıplak gözle görülebilir hale gelmiştir. Çok açık ki, söz konusu ittifakın temel amacı Önder Apo ve PKK gerçeğini tasfiye etmek ve izlerini tarihten silmektir. Söz konusu güçler bu amaç doğrultusunda sürekli görüşüp tartışmakta, ortak plan ve projeler hazırlayıp iş bölümü yapmakta ve PKK’yi imha ve tasfiye saldırılarını ortak bir biçimde ve sıkı dayanışma içinde yürütmektedirler. Düşmanlık düzeyindeki Önder Apo ve PKK karşıtlığı bu üç gücü bir araya getirmekte ve sıkı bir ittifak halinde tasfiye saldırıları yürütmeye yöneltmektedir.
Fakat yine çok iyi gözlemlediğimiz gibi, söz konusu üç gücün PKK’nin imha ve tasfiyesinden sonraki amaçları ortak değildir. Herkes biliyor ki, TC Devletinin ve AKP-MHP faşizminin tek amacı Önder Apo ve PKK’nin tasfiyesi değildir; onunla birlikte ve ona dayanarak Kürt soykırımını tamamen gerçekleştirmek ve Kürt halk varlığını tarihten silmektir. Kendileri buna “Kök kazıma” diyorlar ve çok açık bir biçimde Kürt halkına karşı kök kazıma savaşı yürütüyorlar. Kürt halk varlığını bu temelde bitirmek, yok etmek istiyorlar. Kürtler üzerinde böyle bir soykırım saldırısı yürütüyorlar. Günümüzde bu saldırıyı AKP-MHP faşizmi en üst düzeyde sürdürüyor. CHP ve İyi Parti gibi devlet partileri de adeta “Biz daha etkili yürütürüz” diyerek AKP-MHP ile yarışıyorlar. Kısaca bu bir devlet politikası ve devlet partilerinin hepsi esas olarak bu politika temelinde kuruluyor ve pratik yapıyor.
TC Devletinin Kürtleri yok etme zihniyeti ve siyaseti, içinde yer aldığı sistem tarafından eskisi kadar desteklenmiyor. Kapitalist modernite sisteminin öncüsü olan ABD, Önder Apo ve PKK’ye karşı saldırıda TC devleti ile ortak görüş ve politikayı esas alıyor, fakat TC devletinin Kürt halkını tümden yok etme zihniyet ve politikasına olduğu gibi katılmıyor. Kürtlerin Ortadoğu’da önemli bir güç olduğunu artık görüyor ve kendi çıkarı doğrultusunda bu güçten yararlanmak istiyor. Bunun için de Kürt bağımsızlık ve özgürlük çizgisini temsil eden Önder Apo ve PKK’nin tasfiye edilmesi temelinde işbirlikçi Kürtlüğün geliştirilmesi için çalışıyor. Bir çizgi olarak Önderlik ve PKK’yi tasfiye edip, bunların yarattığı gelişmeleri işbirlikçilik temelinde kendi çıkarı doğrultusunda kullanma çabası yürütüyor. Yani bağımsızlıkçı ve özgürlükçü Kürt olarak Önder Apo ve PKK gerçeğine karşı çıkıp düşmanlık yaparken, işbirlikçi Kürtlüğü ise destekliyor ve besliyor.
ABD’nin öncülük ettiği küresel kapitalist hegemonyacılıkla TC sömürgeci-soykırımcılığı arasında Kürtlere karşı işte böyle bir görüş ayrılığı bulunuyor. Kürt özgürlük mücadelesinin gelişimi ve kalıcı başarılar kazanması söz konusu görüş ayrılığını büyütmüş ve açık hale getirmiş durumdadır. Özellikle son dönemde Kuzey ve Doğu Suriye’ye yaklaşımda ABD ile TC arasındaki görüş farklılıkları ve tartışmalı durum bunu açıkça göstermektedir. Bu temelde TC devleti, Kürtlere karşı saldırıda eskisi kadar destek almakta zorlanmaktadır. Bir NATO üyesi olarak on yıllardır Kürtlere karşı soykırım uygulamalarında NATO’nun desteğini sonuna kadar kullanmıştır. Ancak bunun da sonuna doğru gelindiği, TC devletinin eskisi gibi NATO desteği alamayacağı gözleniyor. TC’nin soykırımcı zihniyet ve siyasetinin geleceğinin olmadığı açıkça görülüyor. Tarih Kürt özgürlüğü için adeta göz kırpıyor.
İşbirlikçi ihanet bu düzeyde olmasaydı tarihin seyri kesinlikle farklı olurdu
Kuşkusuz burada en olumsuz rolü KDP’nin temsil ettiği işbirlikçi ihanet çizgisi oynuyor. KDP Yönetimi kendi varlığını PKK’nin yok edilmesi üzerine iyice oturtmuş bulunuyor. Bu temelde Önder Apo ve PKK’nin yok edilmesi için TC ve ABD ile her türlü ilişki ve ittifak içine giriyor. Sonrasında ise TC ile ABD’nin arasındaki bir yerde duruyor. Kendisinin tam egemenliği dışında kalan Kürtlüğün yok edilmesinde TC zihniyet ve siyasetiyle birleşiyor. Kürt varlığını sadece kendisinin mutlak denetimi ve egemenliği altındaki varlık olarak öngörüyor. Böylesi bir tekçi ve antidemokratik zihniyet ve siyaset, pratikte ise her türlü işbirlikçi ilişki ve ittifaklar içine girebiliyor. Dahası kendi dışında hiçbir farklı düşünce ve siyasetin özgürce var olmasını da istemiyor. On yıllardır diğer Kürt parti ve örgütlerine hep böyle yaklaştı ve bugün de hem PKK’ye hem de YNK’ye yaklaşımı yöntemde farklı olsa da aynı amacı ifade ediyor.
Şunu hiçbir zaman unutmamalıyız: Kürdistan’daki tüm olumsuzlukların, Kürtlerin böyle bir sömürgeci-soykırımcı saldırı altına alınmasının ve bundan kurtuluşun bu kadar ağır ve zor gerçekleşmesinin baş sorumlusu KDP ve koruculuk sisteminde somutlaşan işbirlikçi ihanettir. Eğer söz konusu işbirlikçi ihanet bu düzeyde olmasaydı, o zaman tarihin seyri kesinlikle farklı olurdu ve özgürlük mücadelesinin gelişimi ve sonuçları daha farklı seyrederdi. Eğer Kürtler için tarih bu kadar ağır şekillenmişse ve özgürlük mücadelesi bu kadar zorluklarla yürütülüyorsa, bütün bunlar her şeyden çok işbirlikçi ihanetten kaynaklanıyor. Dolayısıyla faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı mücadele işbirlikçi ihanete karşı mücadeleden ayrılmıyor.
Çok açık ki, bütün bunlar 2021 yılı mücadelesi içinde bu kadar açık ve net hale geldi. ABD-TC-KDP ittifakının 2021 yılı için hazırladığı PKK’yi imha ve tasfiye planının gerilla ve halk direnişi temelinde başarısız kılınıp boşa çıkartılması sonucunda söz konusu tutum ve duruşlar bu kadar açık görülür oldu. Kısaca bütün bunların altında öncelikle gerillanın Garê zaferi ve Metîna, Zap, Avaşîn direnişi var. Cenga Xabûr Devrimci Hamlesi ile Bazên Zagrosê Devrimci Hamlesi’nin başarısı var. TC işgal saldırılarının Medya Savunma Alanlarındaki yenilgisi ve AKP-MHP faşizminin çöküşü bütün bunların böyle açığa çıkmasını ve görülür olmasını sağlıyor. Yine bu sonucun ortaya çıkmasına tecride, faşizme ve işgale karşı yürütülen Özgürlük Zamanı Direniş Hamlesi yol açıyor. Kadınlar ve gençler öncülüğünde Kürt halkının ve dostlarının dört parça Kürdistan ve yurtdışında gösterdikleri demokratik direniş işte bu sonuçların ortaya çıkmasına yol açmış bulunuyor.
Bunlar temelinde şu hususları somut olarak ifade edebiliriz: 2021 yılında gelişen gerilla ve halk direnişi, ABD-TC-KDP’nin PKK’yi imha ve tasfiye planını başarısız kılmıştır. Bu, son derece açıktır ve kendileri dahil herkes bu gerçeği ifade etmektedir. Bunun sonucunda AKP-MHP faşist diktatörlüğü kesin çöküş içindedir. Çünkü; ABD ve kapitalist sistemin kendine verdiği görevi başaramamıştır. Artık AKP-MHP faşizmi gidicidir. Sadece bunun ne zaman ve nasıl gerçekleşeceği üzerinde durulmakta ve tartışılmaktadır. Daha şimdiden yerine neyin konacağı yönündeki arayışlar ve mücadeleler başlamış durumdadır. Kapitalist sistem tarafından düzen içi muhalefet partileri bir araya getirilerek alternatif yapılmak istenmektedir. Fakat HDP’nin yürüttüğü ‘Demokrasi İttifakı’ da çok ciddi bir alternatif olma konumuna sahiptir. AKP-MHP faşizminin tüm saldırılarına karşı direnmesi ve ayakta kalması HDP bloğunu çok daha güçlü ve etkili hale getirmiş durumdadır. Kuşkusuz sonucu bundan sonraki mücadele ve izlenen politikalar belirleyecektir.
Kürdistan özgürlük mücadelesindeki ısrar ve başarı, ABD ve öncülük ettiği sistem güçlerinde kısmi bir zihniyet ve siyaset değişimi yaratmıştır. Geçmişte Kürt varlığını inkâr ve imha etmeyi öngören zihniyet ve siyaseti tüm yönleriyle desteklerken, şimdi kendi sistemleriyle çelişmeyen Kürt varlığını kabul eder noktaya gelmişlerdir. Ayrıca Afganistan ve benzeri örnekler göstermektedir ki, mücadelede ısrar eden karşıtlarıyla uzlaşma eğilimi içine de zaman zaman girmektedirler. Bu noktada doğru politikalar izlenir ve özgürlük mücadelesinde ısrar edilirse Kürt iradesini daha ileri düzeyde tanır hale getirilmeleri mümkündür.
Açık ki esas yara Kürt ulusal demokratik birliğini yaratamama olmaktadır. Bunda da temel sorun işbirlikçi-hain zihniyet ve siyasettir. Aileci ve aşiretçi çıkarları ulusal demokratik çıkarların önüne geçirmektir. KDP’de somutlaşan bu çizgi, günümüzde belli bir pratik-maddi güce sahip olsa da, gelişen özgürlük mücadelemiz tarafından iyice teşhir ve tecrit edilmiştir. Başta Başûrê Kurdistan olmak üzere tüm Kürdistan parçalarında işbirlikçiliğin kitle desteği iyice zayıflatılmıştır. Son Irak seçimlerinde yaşadıkları ciddi oy kaybı da bu durumun açık göstergesi konumundadır. Doğru ideolojik ve politik yaklaşım temelinde etkin mücadele edilirse işbirlikçi ihaneti daha da daraltmak ve Kürt ulusal demokratik birliğini yaratmak mümkündür.
Egemen güçler arasındaki çelişkilerden yararlanmak önemlidir
Değerli Yoldaşlar!
Buraya kadar yapmaya çalıştığımız kısa değerlendirmeler bile göstermektedir ki, doğru bir ideolojik ve politik yaklaşım gösterme ve etkin mücadele etme temelinde Kürt sorununun özgürlükçü demokratik çözümü için gereken verileri ortaya çıkarmak mümkündür. Hem küresel düzey ve hem de Ortadoğu’nun ve Kürdistan’ın durumu bunun için gereken imkân ve fırsatları sunmaktadır. Ancak bunları işletebilmek için kuşkusuz doğru politikalar izlemeye ve yaratıcı mücadele etmeye gerek vardır. Yani ideolojik, politik ve pratik görevlerin doğru tespiti ve başarılı uygulanması gerekir.
Peki, mutlaka başarılması gereken söz konusu görevler nelerdir? Çok genel ve kısa olarak ifade etmek istersek, bir çırpıda şunları sıralayabiliriz: Bu süreçte yürütülecek devrimci görevlerin başında AKP-MHP faşizmini yıkacak bir devrimci savaşı başarıyla geliştirmek gelir. Dört parça Kürdistan’da gerilla ve halk direnişini böyle bir amacı gerçekleştirecek düzeye ulaştırmak esastır. Bunun için, bütün alanlardaki devrimci çalışma ve mücadelenin durumunu bu amaç ve devrimci halk savaşı stratejisi temelinde yeniden düzenlemek ve yaratıcı taktiklerle yeterli hale getirmek gerekir. Kuşkusuz baş düşman olan AKP-MHP faşizmine karşı savaşırken, her türlü pasifist ve işbirlikçi eğilimi etkisiz kılmak ve AKP-MHP iktidarının yerine soykırım politikalarını yürütecek başka güçlerin gelmesine de izin vermemek gerekli ve önemlidir. Bu çerçevede daha bilinçli, örgütlü ve planlı bir mücadeleye ihtiyaç vardır. Yine başta Türkiye halkları olmak üzere komşu halklarla ve devrimci-demokratik güçlerle stratejik düzeyde devrimci ittifakları daha da geliştirip güçlendirmek esastır.
Elbette böyle bir mücadeleyi esas olarak halkımızın öz gücüyle ve komşu halklarla stratejik ittifaklar temelinde geliştirmemiz gerekir. Fakat egemen güçler arasındaki çelişkilerden yararlanmak da önemlidir. Bu anlamda TC içi siyasetin yaşadığı çelişik durumları değerlendirmek kadar, taktik düzeyde TC devletinin komşu devletlerle çelişkilerinden yararlanmak da gereklidir. Bu çerçevede TC-Şam Yönetimi arasındaki çatışmalı durum devam etmektedir. Her ne kadar Kazımi Yönetimi AKP-MHP faşizmiyle hareketimize karşı ittifak yapmış olsa da, Irak içi çelişkili ve çatışmalı durum birçok açıdan imkân ve fırsat sunmayı sürdürmektedir.
Küresel düzeyde başta kadın ve gençlik, işçi ve emekçi hareketleri olmak üzere sistem dışı tüm güçlerle ilişki ve dayanışmayı sürekli güçlendirmek, mümkün olan yerde bu ilişkileri stratejik düzeye vardırmak en temel görevlerden biri durumundadır. Yine sistem güçleri arasındaki çelişkilerden yararlanmayı mutlaka başarmak gerekir. Özellikle bu güçlerin AKP-MHP faşizmiyle yaşadıkları çelişik durumları ustaca değerlendirmek esastır. Fakat burada dikkatli olmak, taktik düzeydeki ilişki durumunu stratejik ilişkiyle karıştırmamak, yine söz konusu ilişkide atıl ve etkisiz kalmamak önemlidir. Kısaca mevcut gelişmeler yeni değerlendirmeler yapmayı, ortaya çıkan yeni görev durumlarını belirlemeyi ve birçok alanda örgütlenme ve çalışma tarzında yenilik ve yeniden yapılanma gerçekleştirmeyi gerektirmektedir.
Değerli Yoldaşlar!
Hem dışımızdaki gelişmeler hem de yürüttüğümüz mücadelenin sonuçları bize bir kez daha ve çok açık bir biçimde faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı mücadele etmenin ve kazanmanın mümkün olduğunu göstermektedir. Nereden bakarsak bakalım ve olayları nasıl ele alırsak alalım, ortaya çıkan gerçek durum budur. AKP-MHP faşizmini yıkmak, sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyaseti ortadan kaldırmak, İmralı tecrit ve işkence sistemini parçalayarak Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlamak mümkündür. Fakat bunun için de doğru, örgütlü ve sonuç alıcı mücadele gereklidir. Tabi bu da tüm görevleri başarıyla yürüten bir partileşme, gerillalaşma ve demokratik uluslaşma ile olur. Dikkat edilirse bütün başarıları doğru partileşme yaratırken, başarısızlıklar da partileşmedeki zayıflıklar sonucunda ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle partileşmenin neresinde olduğumuzu her zaman kendimize sormalı ve doğru cevaplar vermeliyiz. Önderlik savunmaları ve çözümlemeleri temelinde kendimizi eğiterek doğru partileşmeyi mutlaka geliştirmeliyiz.
Apocu ruh, bilinç, irade ve örgütlülükle başarılamayacak görev, yenilmeyecek düşman yoktur
Partimizin 43’üncü yıl mücadelesi bir kez daha kanıtlamıştır ki, koşullar ne kadar zor ve ağır olursa olsun ve imkânlar ne kadar az bulunursa bulunsun, Apocu ruh, bilinç, irade ve örgütlülükle başarılamayacak görev, yenilmeyecek düşman yoktur. Medya Savunma Alanlarındaki kahramanca direniş bunu binlerce kez kanıtlamıştır. Her şeyin belirleyicisi Apocu ruh, bilinç, irade ve örgütlülüktür. Bu da doğru partileşmek ve öncülük görevlerini başarır hale gelmek demektir. Bunun için de her zaman ve her yerde partileşme üzerinde durmalı ve çareyi burada aramalıyız. Kuşkusuz politik ve pratik koşulların değerlendirmesini yaparız, somut koşulların özelliklerini inceleriz. Bunlardan düşmanın durumunu ve neler yapılabileceğini kestirmeye çalışırız. Elbette her zaman bunu yapmak da gereklidir. Fakat belirleyici olan her zaman partileşme durumumuzdur. Bu da ideolojik-örgütsel çizgi gerçeğini anlamak ve çizgi mücadelesine girmek, doğru askeri çizgide, yani gerilla ve öz savunma çizgisinde gerillalaşmak, demokratik ulus çizgisinde halk eğitim ve örgütlenmesini yaparak savaşan halk gerçekliğine ulaşmak demektir. Yani devrimci savaşa göre örgüt ve devrimci savaşa göre halk yaratmayı bilmektir.
Bunun içindir ki, her toplantı ve eğitim yoğunlaşmasında bu sonuca ulaşıyoruz. Nitekim bu yıl yaptığımız Merkez Komite toplantısında da bu sonuca ulaştık. On günü aşkın süre yürüttüğümüz yoğun tartışmalar bizi sonuçta çizgi sorunlarına ve bunların çözümünün gereğine götürdü. İdeolojik, politik, örgütsel ve askeri çalışmalar düzeyinde Önderlik çizgisinin, yani Demokratik Modernite Kuramının neresinde olduğumuzu sorgulamak durumunda kaldık. Sonuçta birçok bakımdan çizgi dışılıklar yaşadığımızı ve bunları mutlaka düzeltmemiz gerektiğini tespit ettik. Hepsini madde madde yazılı karar ve plan haline getirerek sizlere sunduk. Tüm parti komitelerine ve kadrolarına dağıttık. Bunlar temelinde gereken düzeltmenin yapılmasını ve yeterli hale gelinmesini istedik.
Şimdi bütün bunlar arkadaşlarımızın bilgisi dahilindedir. Kararlardan öteye yapılan geniş tartışmalar da sunularak anlayış düzeltmesine katkı sunulmak istenmiştir. Peki, bütün bunlar üzerinde ne kadar yoğunlaşıldı? Gereken düzeltmeler ne kadar yapıldı? Apocu çizgide doğru pratikleşme ne kadar geliştirildi? İdeolojik-örgütsel çizgi mücadelesi ne kadar verildi? İşte bu sorular temelinde geçen yıl pratiğinin sonuçlarını değerlendirmek ve derslerini çıkarmak gerekir. Zira bütün o tartışmalar ve kararlaşmalar bu yıl içinde pratikleşmek içindi. Yani sonraya ertelenen görevler durumunda değillerdi. Tersine 2021 yılı pratiğini çizgi temelinde doğru ve yeterli geliştirebilmek içindi. O halde pratiği sorgulamalı ve Merkez Komite toplantımızın aldığı kararları pratikte ne kadar uygulamış olduğumuzu ortaya koymalıyız. Tabi uygulamadıklarımızın nedenlerini de izah etmeliyiz.
Kuşkusuz tüm yoldaşlar ve parti komitelerimiz bu temelde çalışma yürütüp yoğunlaşma yaşadılar ve belli gelişmeler de sağladılar. Birçok alanda bazı düzeltmeler de yaşandı. Fakat bir bütün olarak mücadelede ortaya çıkan sonuç gösteriyor ki yaşanan düzeltme ve gerçekleştirilen pratik yetersiz olmuştur. Çünkü; mücadelede önemli gelişmeler yaratmış olmakla birlikte esas amaçladıklarımıza tam ulaşamadık. Faşizmi yıkma, tecridi kırma ve Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlamada belli bir gelişme olsa da bunlar pratikte tam olarak gerçekleşmiş değildir. O halde pratik mücadelede yetersiz kalınmıştır ki, bunun da partileşmedeki zayıflıklardan kaynaklandığı kesindir.
Kolektif çalışamama durumlarını mutlaka aşmalıyız
Açık ki partileşme üzerinde durmamız ve yaşanan sorunları mutlaka aşmamız gereklidir. Bireyciliği, kendini beğenme ve kendinde ısrarı, komünal yaşayamama ve kolektif çalışamama durumlarını mutlaka aşmalıyız. Unutmayalım ki bizdeki bireyciliğin anlayış boyutları vardır ve küçük-burjuva sınıf temeline dayanmaktadır. Yani hepimizde kendimize göre anlayışlar oluşuyor ve bunları tek doğrular olarak partiye dayatıyoruz. Kendi doğrularımızda ısrar ediyoruz. Dahası parti komiteleri hangi kararları alırsa alsın, biz kendi doğrumuzu, anlayışımızı esas alıp uygulamaya koyuyoruz. Yani parti imkânlarıyla kendi anlayışımızın pratikleştirilmesini istiyoruz. Bu da örgütsel yaşamda komünalizmi ve örgütsel çalışmada kolektivizmi ortadan kaldırıyor.
Belli ki böyle olmaz ve böyle yaklaşıp davranmak doğru değildir. “Benim görüşüm” diyerek parti içinde ayrı görüş sahibi olarak kalamayız. Bireylerin değil, partinin görüşü vardır ve her kadro da işte bu görüşü esas alır. Bu görüşü de Önderlik ve parti toplantıları belirler. O halde Önderlik görüşlerini partinin doğru görüşleri olarak görüp özümsemek gerekir. Yine kendi görüşümüzle çelişse bile kendi doğrumuzdan vaz geçerek örgütün aldığı kararları doğru kabul edip uygulamamız gerekir. Ancak böyle Önderlik gerçeğine ve parti kolektivizmine katılınabilir. Ancak bu biçimde parti iradesiyle bütünleşilebilir. Partileşmek de böyle bir anlayış ve irade bütünlüğü içinde erimek demektir.
Diğer yandan devrimci çalışma ve mücadelede darlık ve tutuculuk devam etmektedir. Açılım yapamama ve yaratıcı olamama yaşanmaktadır. Bu durum ideolojik, politik, toplumsal ve askeri tüm çalışma alanlarında yaşanan bir durum olmaktadır. Bu nedenle askeri alan çalışmalarında var olan imkân ve fırsatlar yeterince pratiğe sevk edilememektedir. Toplumsal alanda eskiyi tekrar eden ve propaganda ile yetinen bir çalışma düzeyi bir türlü aşılamamaktadır. Bazı ideolojik çalışma alanları ise, darlığı aşıp değişim yaşayacağım diye tersine dönmekte ve partiden uzaklaşarak liberalize olmaktadır. Darlık ve tutuculuk parti pratiğimize yapışmış kötü bir hastalıktır. Bu nedenle sayısız devrimci imkân heder olup gitmektedir. Parti ve cephe düzeyi aşılarak demokratik uluslaşma içine bir türlü yeterince girilememektedir. Belli ki bir hastalık düzeyinde yaşadığımız darlık ve tutuculuğu her alanda mutlaka aşmamız gerekiyor.
Parti içinde sorundan korkmamak, tersine sorunları çözememekten korkmak gerekir
Hareket olarak savaşa göre olma ve Devrimci Halk Savaşı Stratejisinin gereklerine göre kendini yapılandırıp pratikleşmede eskiye oranla bazı gelişmeler olsa da hala ciddi bir yetersizlik ve strateji dışılık durumu devam etmektedir. Var olan devrimci imkânların savaşa sevk edilmesinde ciddi yetersizlikler vardır. Etkili eylem planlama ve pratikleştirme zayıftır. Bir bütün olarak savaşa yaklaşımdaki yetersizliklerimiz aşılmış değildir. Bu da gerillanın gelişimini ve öz savunma savaşının örgütlenmesini zayıf bırakmaktadır. Partide gerillalaşma, halkta öz savunma temelinde savaşan halk gerçekliği zayıf kalmaktadır. Oysa gerillaya göre parti, öz savunmaya göre halk haline gelmemiz gerekir. Demokratik Modernite Çizgisinin gereği budur. Kürdistan’da özgürce var olmak ancak bununla mümkündür.
Benzer başka birçok husus üzerinde durulabilir ve mevcut duruma ilişkin eleştiri ve değerlendirme yapılabilir. Fakat şimdiye kadar bunlar fazlasıyla yapılmıştır ve de bilinmektedir. Çok fazla tekrarın da düzeltici olmadığı görülmüştür. Geriye bilinenin doğru ve etkili bir biçimde pratikleştirilmesi kalmaktadır ki, tüm parti kadroları işte böyle yaparsa o zaman mevcut partileşme sorunları kesinlikle çözülür ve aşılır. Peki, o zaman hiçbir sorun kalmaz mı? Partide elbette sorun olur ve sorunlar hiçbir zaman tümden bitmez; fakat eski sorunlar çözümsüz kalıp devam etmez, var olan sorunlar çözülerek aşılır ve bu da devrimci gelişmeye hizmet eder, bu temelde de ortaya yeni sorunlar çıkar. Demek ki parti içinde sorundan korkmamak, tersine sorunları çözememekten korkmak gerekir. Tüm yoldaşlar bu bilinçle hareket ederse de çözülmeyen sorun kalmaz.
Değerli Yoldaşlar!
Partimizin resmi kuruluşunun 43’üncü yıldönümü vesilesiyle sizleri kutlamak ve bazı hususları bir kez daha kısaca değerlendirmek istedik. Gördük ki Önderlik ve şehitler çizgimize uygun bir savaş yılı yaşamışız ve PKK’nin kahramanlık çizgisini Metîna, Zap ve Avaşîn direnişleriyle daha da geliştirmişiz. Fakat bu da yetmemiş ve hedeflediğimiz sonucu vermemiştir. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü gerçekleştirebilmek için daha güçlü, planlı, örgütlü ve etkin bir eylemliliğe ihtiyacımız vardır. Böyle bir mücadeleyi geliştirebilmek için de yeterli imkân ve fırsata sahibiz. Gerisi bize kalıyor, söz konusu imkân ve fırsatları doğru görüp yeterince örgütleyerek pratiğe sevk edecek parti öncülüğünün işi oluyor. Bir kez daha önümüze Apocu çizgide doğru partileşme, gerillalaşma ve demokratik uluslaşma görevi çıkıyor. İşte 44’üncü PKK yılına girerken bu gerçeği net olarak görmemiz ve yeni parti yılını daha büyük bir savaş ve zafer yılı haline getirebilmek için kendimizi yenilememiz gerekiyor. Parti Yönetimi olarak tüm yoldaşları ve parti komitelerini bu temelde kendilerini yenilemeye ve yeni PKK yılını bu temelde karşılayıp büyük başarı yılı haline getirmeye çağırıyoruz!
Yine görüyoruz ki, PKK’nin 44’üncü resmi yılı, aynı zamanda Önderliksel Doğuşun ve PKK’nin örgütsel temellerinin atılışının ellinci yılı oluyor. Önümüzdeki Newrozda ellinci Önderlik ve PKK yılına giriyoruz. Çok açık ki, ellinci yılda Önderlik ve şehitler çizgisinde parti ve mücadeleyi çok daha fazla geliştireceğiz. Tecridi kırıp faşizmi yıkarak, ellinci yılı Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünün gerçekleştiği bir yıl haline getireceğiz. İlk yarım asrın son yılını özgürlük mücadelesinde gerçek bir final yılı olarak değerlendireceğiz. Bunlar temelinde de ikinci yarım asra Önderlik ve parti olarak başarıyla gireceğiz. Önder Apo öncülüğünde PKK olarak ilk yarım asırda yaptıklarımız, ikinci yarım asırda yapacaklarımızın aynası olacak.
Bu inançla bir kez daha Önder Apo’nun, tüm yoldaşların, halkımızın ve dostlarımızın Parti Bayramını kutluyor, Haki Karer Yoldaş şahsında tüm kahraman şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyor, tüm parti komite ve kadrolarını 44’üncü PKK yılında daha doğru ve güçlü partileşerek ‘Önder Apo’ya fiziki özgürlük’ hamlesini başarıya yürütmeye çağırıyoruz!
PKK’nin resmi kuruluşunun 43’üncü yıldönümü kutlu olsun!
Kahrolsun Faşist-Sömürgeci-Soykırımcı Diktatörlük!
Yaşasın Özgürlük ve Demokrasi Mücadelemiz!
Yaşasın Devrimci Halk Savaşımız!
Yaşasın Özgürlük Öncümüz PKK-PAJK!
Bijî Rêber Apo!
PKK Yürütme Komitesi