Xebat Andok
Önder Apo: “Kürt toplumu normal bir toplum değildir ki, onun için normal çözümlemeler geliştirelim.” dedi. Evet, Kürtler pek çok özelliğiyle tarihten gelen özgün bir toplum olma karakterindedir. Bu özgünlüğü pek çok olumlu özellikle oluşturduğu gibi, olumsuzluklar da oluşturmaktadır. Kürtleri görece diğer toplumlardan ayıran farklılıklardan bir tanesi de kendi içinden diğer toplumlardakine benzemeyen bir işbirlikçiliğin ortaya çıkmasıdır.
Bu konuda Kürtleri diğer topluluklardan ayıran en temel husus, ilk ihanetin çıkışının fazlasıyla kendilerini ilgilendirmesidir. İnsanın komünal olan özüne ihanet temelinde gelişen hiyerarşik-devletçi sistemin Kürtlerin ana ve atalarının yaşadığı Verimli Hilal’deki toplumcu sisteme karşı gelişmiş olması Kürtlerin ana ve atalarını insanlığa ihanet etmişlerle erkenden tanıştırmıştır. Bu yönüyle Kürtlerin ana ve ataları ilk sömürgecilere, yayılmacılara, zorbalara karşı varlıklarını ve özgürlüklerini korumak amacıyla tarihin ilk direnişlerinin sahibi olmuşlardır. Kürtler açısından en olumsuz olanı ise bu yayılmacı, sömürgeci, istilacı dış güçlerin giderek Kürtler içinde kendilerine işbirlikçi devşirebilmeleridir.
Enkidu tüm ‘Kürt’ hainlerinin hikayesini anlatır
Mitolojideki Enkidu’nun hikâyesi bu yönüyle oldukça öğreticidir ve aslında tüm ‘Kürt’ hainlerinin hikayesini anlatır. İlk Kürt haini olarak sembolize edilebilecek olan Enkidu tüm ‘Kürt’ hainlerinin ata babasıdır; onun karakteri bir genetik kodlama biçiminde kendisinden sonraki tüm hainlerin özü olacaktır. Bu nedenle onu anlamak tüm hainleri anlamada kolaylaştırıcı olacaktır.
Enkidu, ilk devlet olan Uruk’un ölümsüzlük peşindeki ilk kralı olan Gılgameş kendisine el atıp onu sistemiçileştirinceye kadar da doğal bir insandır. O, ‘ya hep ya hiç’ kuralının hakim olduğu kabile toplumunun bir üyesidir. Doğayla bir ve bütündür. Bu nedenle de doğanın dilinden anlamaktadır, tüm hayvanlarla ve bitkilerle konuşabilmektedir. Doğanın dostu Enkidu’yu bitkiler ve hayvanlar kendilerinden sayar ve asla ondan korkmazlar. Öte taraftan Enkidu hayli heybetli ve ‘gamêş’ kadar güçlüdür. Özcesi Enkidu komünal toplumun bir üyesi, doğanın dostu ve oldukça da güçlüdür.
Sonra uygarlık Theptilla’nın suretinde kendisini Enkidu’ya gösterecektir. Sonraları Yunan dünyasında Pandora üzerinden Epimetheus’un başına gelenler, çok önceden Theptilla üzerinden Enkidu’nun başına gelecektir. Enkidu uygarlığın ‘nimetleri’ karşısında kendini kaybedecektir. Uygarlık, şehir onu kendisine çekecektir. O giderek toplumsallığından kopacak, ‘ben’in yürüttüğü bir kişiye dönecektir. ‘Ben’in ruhsallığı, Enkidu’nun bedenini alıp Gılgameş’te sembolize edilen uygarlığa götürecektir. Bu yönüyle Enkidu belki de kendi kabile komününden kopan ilk ‘Kürt’ü anlatmaktadır. Kabileden, eş deyişle toplumdan kopmakla insanın başına nelerin geleceğine de iyi bir örnektir.
İlginç olan, Enkidu’daki bu başkası olma halini birinci doğanın da hissetmesi ve bu haine tavır almasıdır. Öyle ki Enkidu başkalaşıma uğradıktan sonra, kendisiyle daha önce bir ve dost olan hayvanlar ondan korkarak kaçacaklardır. Bu canlılar nezdinde Enkidu artık kire ve kötülüğe bulaşmış ve karşısında tedbir alınması gereken bir düşmandır. Ondan kaçışları bundandır. Dost gitmiş, yerine düşman gelmiştir. Şaşmaz bir duygusal zekâyla yaşayan birinci doğanın bileşenlerinin Enkidu’da yaşanan ruhsal değişimi fark etmeleri ve kendilerini korumaya almaları bu açıdan son derece anlamlıdır. Öyle ya doğa dostu birinin hain olduktan sonra etrafa yaydığı elektronlarının aynı kalmasını beklemek oluşun ya da varolmanın diyalektiğine terstir. Hainin her şeye karşı hain olduğunu ilk fark edenlerin de hayvanlar olması, birinci doğanın canlılığını göstermesi açısından da ayrıca önemlidir.
Böylelikle Enkidu birinci ana olan doğadan ve ikinci ana olan toplumdan kopmuş, köksüzleşerek anasını öldüren ilk Orest olarak iş görmeye koyulmuştur.
Kendi toplumunu bastırmaya, fethetmeye, işgal etmeye yönelen düşman güce itaat etmek üzere, kendi gerçekliğinden kopan, kendi toplumuna ters düşen ve ona karşı savaşan Enkidu, Kürt kabile şefini temsil eden Humbaba’da sembolize edilen kaynak topluma karşı acımasızdır. Ona hainliğini hatırlatan kaynağın kurutulması için elinden geleni yapar. Öyle ki dış düşman Gılgameş’ın durduğu anlarda bile o durmaz, varlığıyla kendisine hain olduğunu hatırlatacak olan kaynak toplumu tümden kurutmaya yeminlidir adeta.
Mayasını Enkidu’nun attığı Kürt hainliği bundan sonra bir gelenek olarak durmayacak ve günümüze kadar gelecektir. Önder Apo bu geleneksel akışı “Gılgameş Destanı’ndaki ilk şehirli işbirlikçi Kurti olan Enkidu, belki de tüm şehirli, sınıflı ve iktidar işbirlikçisi Kurti’lerin ilk atasıdır. Destandaki Humbaba, Dağ Kurti’sidir. Enkidu ihanet ettiği Humbaba’yı öldürmesi için Gılgameş’e âdeta yalvarır. Günümüzdeki işbirlikçi Kürti’yi ne de yaman çağrıştırıyor! Demek ki ikisi arasındaki fark ‘u’ harfi üzerindeki noktalar kadar olabilir derken pek de haksız sayılmayız.” şeklinde değerlendirmektedir.
Kapitalist modernite dönemine kadarki Kürt işbirlikçiliği
Merkezi uygarlık sisteminin yayılması sürecinde Kürdistan’a hakim olan her gücün yanı başında bir Kürt işbirlikçi takımı hemen oluşmuştur. Harpagos gibi kimi özel durumların dışında, aşiret hiyerarşisinde üst tabakada yer alan bu kesimlerin pozisyonu esas olarak dıştan gelen egemenlikle iş birliği yapma temelindedir. Tümden kendi aşiretinden dolayısıyla toplumundan kopma, erime ve başkalaşma gibi bir durum söz konusu değildir. Arap egemenliğine kadar durumun böyle olduğunu söylemek mümkündür. Önder Apo bu durumu şöyle açıklar: “Araplaşma öncesi Kürt hiyerarşik önderleri kabile kültürüyle hâlâ yakın bağ içindeydiler, aynı kabile ve aşiretin mensuplarıydı. Dolayısıyla sınıflaşma zayıftı. Çıkarları sınıflaşmadan ziyade, kabile ve aşiret içinde hiyerarşinin üst tabakası olarak kalmalarını daha yararlı ve gerekli kılıyordu. Aşiret kültürel bağlarını yitirip yalnız birey veya aile olarak yabancı hâkim hanedanlık kültürü içinde erimeleri çıkarlarına uygun değildi. Böyle bir durumda her şeylerini yitirebilirlerdi. Önlerinde bunu kanıtlayan çok sayıda tarihsel örnek vardı. Kürt kabile ve aşiret gerçekliği kendi kültürüne çok katı bir biçimde bağlı olup, dış güçlerle bütünleşmeyi ve asimilasyonu olanaksız veya istisnai kılıyordu. Bunun yanı sıra tarihsel olarak sınıflaşmanın maddi koşullarının fazla gelişmemiş olması (kent ve devlet kültürüyle az karşılaşmış olmaları) ve en önemlisi, dıştan kaynaklı işgalci, fetihçi ve sömürgeci istilalara karşı sürekli mücadele içinde olmaları bunda önemli rol oynamıştı.”
Arapların egemenliğiyle Kürdistan’ın durumunda önemli bir değişim yaşanır. Dört Halife döneminden sonra başlayan Emevi Hanedanlığı, Araplardan başlayarak, başta Kürtler olmak üzere egemenlik altına alınan tüm yerlerde, klasik köle-efendi veya aşiret üyesi-aşiret reisi ilişkisi yerine Avrupa’daki serf-senyör ilişkisini xulam-ağa, bende-derebey biçiminde kurar. Bu yönüyle Emevi Hanedanlığı’nın hem Araplar hem de diğer toplumlar içinde çok yaygın bir aristokratlaştırma politikası geliştirdiğini ve bunda başarılı olduğunu söylemek mümkündür. Kürtler açısından da yaşanan bu olmuştur. Aşiret üyesi-aşiret reisi ilişkisinden xulam-ağa ikilisi doğmuştur. Aşiret bağlarından kopmakla gelişen bu sınıflaşmada, Kürt aristokrasisi kendi cephesini Arap aristokrasisinin yanı olarak belirleyecek ve geleceğini ona bağlayacaktır. Bir taraftan özellikle seyitlik üzerinden soyunu ehl-i beyte bağlamaya çalışırken, diğer yandan hâkim hanedan aristokrasisiyle evlilik bağlarıyla sistemle bir olmaya, çıkar birliği etmeye çalışacaktır. Bundan sonrası Kürt aristokrasisi açısından yaşanan başkalaşarak, kendi dilini, kültürünü hakir görme, Araplaşmaya çalışma olacaktır. Kendi kabile dil ve kültüründen hızla uzaklaşma yaşanacak ve pek çok örneğinde olduğu gibi kullanılan dil bile farklılaşacaktır. Tabi bunu total bir anlayışla ele almamak önemlidir. Bahsedilen gelişme ovalık alanlarda, kentlerde, ağalığın devşirileceği yerlerde ve daha çok da Kürt üst tabakasının içinde gerçekleşmiş, toplumun tümüne yayılma kapasitesinde olmamıştır.
Kapitalist modernite döneminde Kürtlere dayatılan toplu hainlik
Kürtlerin kendi köklerinden kopartılarak, başkalaşıma uğratılması, kültürel soykırım sürecine alınması ise kapitalist modernite döneminde gerçekleşecektir. Kürtler dış güçler karşısındaki özerk duruşlarını 19. yüzyıldan itibaren önemli ölçüde yitirmeye başlasalar da esas olarak Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki ulus-devlet şekillenmelerinden sonra tümden kaybetmiştir. Bu da Kürtlerin hem fiziki hem de kültürel olarak soykırımın kıskacına alınmalarının önünü sonuna kadar açmıştır. Başta İngilizler olmak üzere kapitalist modernite güçlerinin kurduğu Irak, Suriye, İran ve TC ulus-devletlerinin egemenliği altında Kürtler fiziki ve kültürel soykırım cenderesine alınacaktır. Fiziki olarak soykırıma uğratılmış olan zaten uğratılmış olacak, geriye kalan ise kültürel soykırım sürecine alınarak başkalaşıma uğratılacak ve böylelikle kendi özüne, doğasına, köklerine ihanet eder hale getirilecektir. Bu yönüyle kapitalist modernite döneminde Kürtlere dayatılan toplu hain olmadır. Her Kürt’ün kendi köküne, tarihine, tarihsel toplumsal gerçekliğine ihanet etmesi temel amaçtır. Bunun gerçekleşmesiyle Kürt soykırımının başarılması amaçlanmaktadır. İşte bu soykırım savaşında Kürt işbirlikçi kesimine de geçmiştekinden farklı olarak biçilmiş rol, soykırımda ‘araç’ olma rolüdür.
Önder Apo: “Kürt aristokratik geleneğini değerlendirirken Avrupalılarla, hatta dünyanın herhangi bir köşesindeki örneklerle karıştırmamak ve karşılaştırmamak gerekir. Bu konuda kendine özgü bir konumlanma geliştirilmiştir. Bu aristokratik tabakanın rolü, Kürdistan ve Kürtler üzerinde ulus-devletlerin tahakkümünü ve kapitalist sömürü tarzlarını geçerli kılmada araçsal bir konuma indirgenmiştir. Bu konumlanma son iki yüz yılda özenle, başta şiddet ve zorlama yoluyla, giderek tüm toplumsal alanların tahribini hedefleyen ‘özel ve örtülü soykırım’ yöntemleriyle Kürtlüğün tasfiye edilmesinde temel araç olarak değerlendirilmiştir.” demektedir.
Evet, Enkidu’nun Gılgameş’ten yalvarırcasına istediği kök kurutmayı, Enkidu’nun bugünkü çocukları aynı iştahla sömürgeci-soykırımcı güçlere uşaklık ederek gerçekleştirmek için seferber olmuş haldeler.
Bugün Kürtler açısından hainliği temsil edenler yönlerini ve yüzlerini KDP’ye vermiş durumdadırlar. Mevcut durumda KDP, Enkidu ruhunun bedenleşmesi anlamındadır. Tarihten gelen Enkidu ruhu, KDP’de aradığı bedene kavuşmuştur. Bugün Kürdistan’ın dört parçasında var olan ve geliştirilmek istenen hainlik, KDP ekseninde kendini örgütlemeye ve varlığını garantiye almaya çalışmaktadır. Dikkatle bakıldığında Kürdistan’ın dört parçasında sömürgecilikle iş birliği halindeki tüm kesimlerin yönlerini KDP’ye verdikleri, dahası bir şekilde KDP ile direkt ilişkide oldukları görülür. Bu açıdan KDP’yi kendi topluluğundan kopmuş, ona ters düşerek ona karşı savaşanların cephesinde yer alanların bileşkesi olarak tanımlamak yerindedir.
Önder Apo KDP’nin PKK öncesi ve sonrası var olma gerekçesini şöyle açıklamaktadır: “1975’ten sonra grubun bağımsız olduğu anlaşılınca, KDP üzerinden Sterka Sor (Kızıl Yıldız) eliyle müdahalede bulunulduğu, bunda Alaattin Kapan denilen ve en son Haki Karer’i katleden unsurun kullanıldığı bilinmektedir. KDP’nin başından itibaren İsrail paralelinde ve NATO’yla bağlantılı olarak hareket ettiği ve Kürdistan genelinde bir kontrol örgütü olarak destek gördüğü kesindir. Gladio’nun denetiminde olduğu ve özellikle 1961’den itibaren Türk Gladio’sunun da desteğiyle silahlandırılıp ayaklanmaya teşvik edildiği belirtilebilir. Aynı desteğin İran Şahlığı üzerinden sürdürüldüğü çok sayıda belgeyle kanıtlanacaktır. Dolayısıyla KDP üzerinden Kürdistan’daki sol gruplaşmalara yapılan müdahalelerin Gladio’nun dolaylı desteğiyle gerçekliğini görmek önem taşımaktadır.”
Bir gladio örgütlenmesi halinde tasarımlanan KDP’nin Kürdistan genelinde nasıl bir kontrol ve tasfiye örgütü olduğuna dair örneklerin ise haddi hesabı yoktur. Bu konuda herhangi bir tartışmaya yer vermeyecek denli kesin bilgiler o kadar çoktur ki!
KDP Parastin’ı MİT’in bir şubesi haline getirmiştir
KDP’nin Başûr’da ne denli tekçi, otoriter ve büyük parçalanmalara neden olduğunu, rakiplerini veya kendisine boyun eğmeyenleri tasfiye etmek için her türlü hile ve komploya başvurduğunu, Kürdistan’ı sömürge statüsünde tutan Irak ile bile ittifak yapmaktan geri durmadığını biliyoruz. Şimdi ise Başûr’u her yönüyle soykırımcı TC’nin işgaline açtığı bir dönemi yaşıyoruz.
Rojhilat Kurdistan’ındaki özgürlük mücadelesini yürüten Kürt partilerinin sömürgeci İran rejimi tarafından tasfiye edilmesi için KDP’nin nasıl seferber olduğu ve bu yaptıklarından dolayı Rojhilat’ta ‘cahşên sersor’ (kırmızı-beyaz puşi takmalarından dolayı) olarak adlandırıldıkları ve bugün de Rojhilat partilerini kendi çıkarları temelinde kullanmayı sürdüğü herkesin malumudur.
Bakurê Kurdistan’dan çıkmış olan ve dört parçada devrimci-demokratik bir çizgide örgütlenmeyi esas alan T-KDP’nin MİT direktifleri temelinde nasıl tasfiye edildiğini, ‘İki Saitler Olayı’ndan herkes bilmektedir. 1970’lerde Kürt Özgürlük Hareketi’nin ortaya çıkmasından sonra ise gladyonun verdiği görevler kapsamında Stêrka Sor üzerinden Haki arkadaşın ve düşmana tek mermi sıkmayan KUK üzerinden onlarca yoldaşımızın şehadetinde rol aldığını ve Apocu Hareket’in Kürdistan’da gelişmemesi için nasıl seferber olduğunu herkes bilmektedir. Geliştirilmek istenen gerilla mücadelesini gladyo adına nasıl kendi denetimine almaya çalıştığı, Kürtlerin varlığının garantisi olan 15 Ağustos 1984 Atılımı’nı Mesut Barzanî’nin nasıl engellemek istediği, bunun gerçekleşmemesi üzerine de giderek nasıl saldırgan bir tutum takındığı belgeli gerçeklerdendir. Gladyo görevlendirmesi temelinde Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmek, böylelikle sömürgeci-soykırımcı TC rejimini kurtarmak üzere TC ile birlikte 1992 yılında özgürlük gerillasına karşı nasıl savaştığı ve özgürlük gerillası saflarına gönderdiği sızmalar üzerinden gerilla çizgisini nasıl yozlaştırmak istediği bilinmektedir. Gerillaya karşı içine girdiği sürekli savaş halinin yanı sıra Önder Apo’nun esaretiyle sonuçlanan uluslararası komploda oynadığı uğursuz, komplocu rolle ne kadar büyük zarar verdiğini tüm Kürtler bilmektedir. Önder Apo’nun yakalanması, PKK’nin terörist örgüt olarak ilan edilmesi için bizzat Mesut Barzanî imzasıyla pek çok yere mektupların, belgelerin gönderildiği açığa çıkmıştır.
Şimdi de Kürt Özgürlük Hareketi’nin tasfiyesi için oluşturulmuş olan tasfiye konseptinin başarısı için kendisine verilmiş olan rolü oynamayı sürdürmektedir. KDP mevcut durumda, soykırımcı TC’nin PKK şahsında Kürtlere yönelik geliştirdiği tüm saldırıları meşrulaştıran güçtür. KDP’nin sağladığı bu meşruiyet olmazsa, TC’nin hiçbir yerde Kürtlere bu denli saldırması mümkün olmayacaktır. Mesrur Barzanî’nin “TC’nin Kürtlerle değil PKK ile sorunu vardır” sözü, bu kapsamda söylenmiş bir söz olmanın yanında, bu kişinin PKK’yi ve PKK’yi destekleyen on milyonlarca Kürt’ü Kürt olarak görmediğini ortaya koymaktadır. TC’nin soykırım politikalarını bu şekilde meşrulaştıran, TC’nin Kürt düşmanlığını maskeleyen Mesrur Barzanî bu tutumuyla, soykırımcı TC ile ne denli görüş ve tutum birliğinde ve gerçekte Kürtlükle alakası olmayan, sömürgecilerce Kürtlere karşı kullanılan bir aparat olduğunu ispatlamış oldu.
Bununla da yetinmeyen KDP, Başûr da dahil tüm Kürdistan’ın varlığının ve savunmasının teminatı olan özgürlük gerillasına karşı gladyo ve soykırımcı TC adına savaşmaktadır. 2017 referandum fantezisi ardından iyiden iyiye iradesizleşen ve TC’nin her dediğini emir olarak telakki eden KDP o günden beri özgürlük gerillasına karşı TC adına savaş pozisyonu almıştır. Soykırım saldırılarına karşı özgürlük savaşı veren Kürt özgürlük gerillası karşısında operasyonel bir pozisyon alan KDP, Rojava kaçkınlarından devşirdiği ve TC’nin eğitip donattığı roj çeteleri ve PKK düşmanlığı temelinde eğittiği özel birlikleriyle özgürlük gerillasına karşı savaşa girmiştir. Bu kapsamda Xelifan’da toplam dokuz gerilla kalleşçe katledilmiştir. Tıpkı soykırımcı TC gibi davranarak katlettiği gerillaların cenazelerini ailelerine bile vermemektedir.
Dahası TC’nin her defasında “MİT-TSK ortak operasyonu” diye böbürlenerek ilan ettiği saldırıların tümü özünde “Parastin-TSK ortak operasyonu”dur. MİT diye anılan aslında Parastin’dır. KDP’nin istihbarat örgütü Parastin soykırımcıya, sömürgeciye karşı değil özgürlük gerillasına karşı bilgi toplama, noktaları tespit etme seferberliğindedir. KDP örgütlü bir şekilde istihbarat örgütünü bunun için harekete geçirmiş ve Parastin’ı MİT’in bir şubesi haline getirmiştir.
KDP’nin Rojava’da ENKS üzerinden nasıl da soykırım saldırılarını meşrulaştırdığı, dahası Kürt soykırımını gerçekleştirmek isteyen TC ve ona bağlı çetelerle aynı çatı altında nasıl çalıştığı yine herkesin malumudur.
DAİŞ ile iş birliği yaparak Şingal’den nasıl kaçtığı, yüz binlerce Êzîdiyi soykırımın pençesine nasıl attığı başta Êzîdiler olmak üzere tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşmiştir. Mevcut durumda da Şingal’in özerklik iradesinin ortaya çıkmaması için TC ile birlikte çalışmakta, Êzîdi halk önderlerini TC’ye vurdurtmakta, kamplarda rehine olarak tuttuğu yüz bini aşkın Êzîdinin kutsal mekanları Şingal’e dönüşüne engel olmaktadır.
Dünyanın hiçbir yerinde ihanete bu kadar müsamaha gösterilmemiştir
Kısacası KDP’nin yaptığı kötülükler saymakla bitmez. Üstlendiği rol gereği kendisinden daha farklı beklenti içinde olmak safdillik olur. Önderliğimiz zaten yıllardır KDP’nin ne olduğunu ne yaptığını, neyi amaçladığını, kimler adına hareket ettiğini vb her yönüyle ortaya koymuş durumdadır. Xelifan’da katlettiği gerilla cenazelerini vermemesine tepki duyan Amedli bir ananın “xwîna wan bozix e, ew ne ji me ne.” sözü aslında halkımızın da her şeyin farkında olduğunu göstermektedir.
Dolayısıyla gerçekte KDP’ye yönelik yapılan tespitlerde bir yetersizlik yoktur. Yetersizlik daha çok KDP’ye karşı alınması gereken tavırda görülmektedir. KDP’nin Kürt’e saldırırken gösterdiği cesaret, KDP’ye karşı tutum alması gerekenler tarafından yeterince gösterilmemektedir. İhaneti nasıl kendine özgü ise, ihanet karşısındaki tutumda da bir özgünlük söz konusudur.
Dünyanın neresinde olsa, KDP’nin yaptıklarının %1’ini bir örgüt yapsa, o halk veya halkın içinden çıkan örgütlü güçler bu zararlı yapıyı hemen ortadan kaldırırlar. Dünyanın hiçbir yerinde ihanete bu kadar müsamaha gösterilmemiştir. Hatta şu da denebilir Kürdistan’da da herhangi bir parti KDP’nin yaptıklarının çok azını yapmış olsaydı, şimdiye kadar o da yaşatılmazdı. O halde KDP verdiği bu hayati zararlara karşın nasıl oluyor da hala Kürdistan’da varlığını sürdürebiliyor? KDP tüm bu suçları işlerken, soykırımcı güçlere uşaklık edecek düzeyde pervasızlaşırken, bu cesareti nereden alıyor, onu kim yaşatıyor ve daha da önemlisi bundan sonra ne yapmak gerekir?
KDP’ye neden gerekli tavır alınmıyor?
KDP’nin ne Başûr ne de Kürdistan’ın diğer parçalarındaki halkı bir şeyden saymaması, önemsememesi kendisi açısından programsaldır. Programında halka değil, dış güçlere dayanarak zafere ulaşmayı esas alan bir oluşumdur. Halkın verdiği desteği sadece meşruiyeti elde etmek ve dış güçlerden destek almak için önemsemektedir. Bunun dışında KDP nezdinde halkın, halk örgütlülüğünün bir önemi yoktur. Zaten KDP tarihine bakıldığında sömürgeci güçler de dahil dış güçlerin ne denli kontrolünde ve kucağında olduğu hemen anlaşılır. Onlara göre dış güçlerden desteğin alınmadığı anlar, adeta ölüm anlarıdır. Dış güçlerden destek alınan anlar ise en güçlü olunan anlardır. Nitekim silahlı on binlerce peşmergesi ve destekleyen halkı olduğu halde, 1975 Cezayir Antlaşması ile dış güçlerin desteğinin kesildiği anlaşılınca hemen ‘aş betal’ ilan edilerek peşmerge lağvedilmiş ve özgürlük davasının bittiği ilan edilmiştir.
Tabi kendileri açısından bu denli önemli ve hayati olan dış desteğin alınmasının neyin karşılığında olduğu ise ne denli karaktersiz, ilkesiz, iradesiz, işbirlikçi ve ihanetçi hale geldiklerinden anlaşılmaktadır. Dar kişisel, ailesel çıkarları için kendini her yönüyle sömürgeciye, soykırımcıya, kapitaliste peşkeş çekmek; onur, namus, haysiyet, Kürtlük ve insanlık adına bir şey bırakmamıştır. Yüzsüz bir hale gelinmiştir.
KDP’yi belirtilen temelde güç haline getirmeye çalışan kapitalist modernite güçleri böylelikle hem Kürt tarihsel toplum gerçekliğini temsil eden Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmeyi hem de bu oluşumu bölgedeki çıkarları temelinde kullanmayı amaçlamaktadır. Önder Apo kapitalist modernite güçlerinin KDP’yi nasıl kurguladıklarını şöyle belirtmektedir: “Kuzey Irak (Güney Kürdistan)’daki Kürt Federe Devleti’ni yalnızca yörenin burjuva dönüşümü olarak değil, tüm Kürdistan’daki işbirlikçi sınıfın burjuva dönüşümü olarak değerlendirmek gerekir. Kökeni eskidir. Tüm isyanlarda ve milliyetçi örgütlenmelerde bu yönlü çözüm hep hedef olarak belirlenmiştir. Aralarındaki çok parçalanmışlığa ve dağınıklığa rağmen, bu güçlerin yeni konumunu Kürt kapitalist modernitesi olarak değerlendirmek mümkündür.”
Halkın KDP ihanetine tepki göstermesi engelleniyor
KDP de kendisinin ‘Kürt kapitalist modernitesi’ olarak geliştirilmek istendiğinin farkında ve bilincinde olduğundan, bu yönlü dış desteğin kesilmeyeceğini düşündüklerinden bu kadar pervasızlaşmakta, halka düşmanlık etmektedir. Kötülükteki ve ihanetteki cesareti buradan gelmektedir. Halka ihtiyaç duymamalarının nedeni de budur.
Peki, bu bilinmesine rağmen KDP’ye neden yeterli tepki geliştirilmemektedir? Bunda da dış güçlerin verdiği destek, yarattığı algı belirleyici düzeydedir. Soykırımcı, sömürgeci ve kapitalist modernist güçler Kürtler adına KDP’yi öne çıkardıklarından, muhatap aldıklarından, Kürtlere ilişkin geleceği KDP üzerinden kurguladıklarını sürekli dile getirdiklerinden ve bunun karşıt kutbu olan Kürt Özgürlük Hareketi’ni ortak düşman ve geleceği olmayan örgüt olarak ilan ettiklerinden KDP’ye yönelik olması gereken düzeyde bir tepki gelişmemekte, alınması gereken tutum alınmamaktadır. Böylelikle bu güçler, tüm Kürtlerin yönünü ve yüzünü KDP’ye vermeye çalışmaktadır. ‘KDP olmazsa hiçbir yerden destek alınamayacağı, Kürtlerin her şeylerini kaybedecekleri’ gibi bir yalan, sürekli bir şekilde söylem ve uygulamalarla pompalanmaktadır. Bununla halkın KDP ihanetine olan tepkisi engellenmek ve KDP’lileşme yaygınlaştırılmak, ihanet derinleştirilmek istenmektedir. Kürtlük adına yazıp çizen, kendisine milliyetçi diyen, esasında ise çıkarcı, teslimiyetçi ve halka güvensiz olan kimi kesimlerin yukarıda belirttiğimiz temelde KDP’yi Kürt varlığının garantisi olarak gösterme çabaları da halkın daha sert tutum almasına olumsuz etki eden faktörlerden olmaktadır.
Kürt Özgürlük Hareketi’nin çıkışı ihanete vurulmuş en büyük darbedir
Kuşkusuz buraya kadar belirttiklerimiz halk düşmanı cephede yer alanların yapıp ettikleridir. Ama asıl önemli olanı Kürt’ün tarihsel-toplumsal gerçekliği temelinde var oluşunu ve özgürlüğünü savunan, bunun için mücadele eden özgürlük güçlerinin durumudur. Kürt Özgürlük Hareketi’nin çıkmasının bile bu ihanetçi duruşa ve soykırım politikalarına vurulmuş en büyük darbe olduğu tarihsel gerçeklerden bellidir. İhanetçiliğin, soykırımcı rejimin ve kapitalist modernite güçlerinin Önder Apo ve PKK düşmanlığı kaynağını zaten bu çıkıştan almaktadır.
Kürt Özgürlük Hareketi işbirlikçiliği ve ihaneti Kürdistan’da tarihinin en zayıf konumuna düşürmüştür. Varsın KDP ABD, İsrail, İngiltere ve TC gibi güçlerin desteğini alarak güçlü olduğunu düşünsün. Kürt Özgürlük Hareketi’nin büyük bedellerle yürüttüğü özgürlük mücadelesi sayesinde Kürt halkının iradeleşmesi, örgütlenmesi, mücadele eder hale gelmesi KDP’ye ve onun arkasındaki tüm güçlere vurulmuş en büyük darbedir. Özgür Kürt’ün binlerce yıldan sonra tekrardan en güçlü şekilde Kürdistan’da, Ortadoğu’da ve dünyada giderek kendini görünür kılması, karşıt ucu olan işbirlikçiliği, ihanetçiliği alabildiğine zayıflatmıştır.
KDP’nin iddia ettiğinin tersine, temel güç halktır, toplumdur. Örgütlü toplumdan daha büyük bir güç yoktur; halktan kopuk, halkı hakir ve güç kaynağı olarak da dış güçleri gören KDP’nin anlamadığı da budur. Zaten bu nedenledir ki Kürt halkı nezdinde KDP ideolojik, politik, toplumsal ve askeri olarak çoktan miadını doldurmuş, bitmiştir. Onu ayakta tutan Kürt soykırımını başarmak, bölgeyi emperyalist emelleri temelinde dizayn etmek isteyen TC gibi soykırımcı güçlerle bilinen kapitalist modernitenin hegemon güçleridir. Eğer hala ayaktaysa, yaşıyorsa, yaşayabildiğinden değil, yaşatıldığındandır. Onu yaşatan halk değil dış ve soykırımcı güçlerdir. Ama buna rağmen durumu son derece vahimdir. Bu güçlerin desteğiyle, iktidarın tüm olanaklarıyla ve bol hileli bir şekilde girdiği 10 Ekim 2021 Irak seçimlerinde bir önceki seçimlerde aldığı oylarının ancak yarısını alabilmiştir. Bütün Kürdistan’da ve Irak’ta aldığı oy oranı faşizm koşullarında seçime giren HDP’nin sadece Amed’de aldığı oy kadar bile etmemektedir. Gidişat KDP’ye meşruiyet sağlayan sınırlı halk desteğinin de tümden yok olacağı şeklindedir. Son Belarus-Polonya sınırında yaşananlar KDP’nin yönetimindeki Kürdistan’dan bedel ödemiş Kürtlerin nasıl ölümüne koşarcasına kaçtıklarını göstermektedir. İktidar olanaklarından nemalandırdığı çok sınırlı bir kesimin dışında KDP’nin hitap edebildiği, etkileyebildiği bir toplumsal kesim artık kalmamıştır. Varlığını dış güçlerin verdiği destekle, iktidarını da Erdoğan-Bahçeli’den aşırma bir despotlukla sağlayabilmektedir.
Toparlarsak, bir taraftan tüm dış güçlerin saldırdığı Kürt Özgürlük Hareketi ve halkın ona gösterdiği büyük teveccüh öte tarafta ise dış güçlerin tümünün desteklediği KDP ve halkın ona verdiği büyük ders ortadadır.
Kazanan çağdaş Humbaba, kaybeden çağdaş Enkidu olmuştur
Humbaba ve Enkidu’nun ardılları bugün Kürt Özgürlük Hareketi ve KDP olarak büyük bir savaş halindedirler. Kürt kabile kültürünü savunan Humbaba’nın ardılı PKK, bugün kabilenin komünal kültürüne dayanan Demokratik Ulusla Kürt varlığını ve özgürlüğünü fedaice savunmaktadır. İlk kral, ilk sömürgeci Gilgameş’in işbirlikçisi Enkidu; Kürt varlığına ve özgürlüğüne saldıran günümüzün Gilgameşleri soykırımcı TC ve kapitalist modernite güçlerinin basit bir aparatı, işbirlikçisi KDP olarak işini icra etmektedir. Yeni Enkidu da eski Enkidu gibi içinden geldiği toplumun yok olması, kökünün kuruması için can atmakta, teşvik edici olmaktadır. Ama geçmiştekinden farklı olarak o dönem Gilgameş ve onun ihanetçi işbirlikçisi Enkidu Humbaba’yı öldürerek amaçlarına ulaşırlarken, yani dönem Kürt toplumsallığını dağıtmayı başarırlarken; günümüzün Gilgameş ve Enkiduları günümüz Humbabası karşısında güç kaybetmekte ve yenilmektedir. Günümüz Humbabası zaten yenilmiş, dağılmış olan Kürt toplumsallığını özüne ve doğasına uygun bir şekilde yeniden inşa etmeyi başarmış ve Kürtlerin yeniden dirilmesini sağlamıştır.
Halk nezdinde ideolojik, siyasi, askeri ve toplumsal olarak bitmiş olan KDP’nin böylesi bir sonla karşılaşması kaçınılmazdır. Yanı sıra KDP’nin sahibi pozisyonundaki soykırımcı Erdoğan-Bahçeli ikilisi özgürlük mücadelesi karşısında büyük bir çöküş yaşamaktalar. Onların çöküşünün KDP açısından çok büyük bir güç kaynağından mahrum kalmak anlamına geleceği açıktır.
KDP’nin özsel sorunlardan dolayı anlayamadığı şey toplumun en büyük güç olduğudur. Toplum o denli güçlüdür ki, devletler bile onsuz yapamaz. Toplumun onayını almayan bir devletin bile ‘meşuriyeti’ olmaz. Devletler demokrasicilik oyunu diye tanımladığımız seçimlere bu nedenle giderler. Kürtler açısından söylersek, yurtsever ölçüler temelinde örgütlenmiş, birliğini ve bütünlüğünü sağlamış, bilinçlenmiş, dostunu-düşmanını birbirinden ayırt ederek, düşmana karşı varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama savaşı veren bir halktan daha güçlüsü yoktur. Yetersizlikleriyle birlikte Kürt halkının geldiği düzey budur. İşte tam da bu noktada KDP’nin kendisine temel sermaye haline getirdiği ve tüm Kürtleri kendisine bağlamak, kandırmak için kullandığı ‘ben olmasam kimse bizi desteklemez, ben olmasam her şey yok olur’ safsatası da boşa çıkmış oluyor. Örgütlü demokratik toplumu, Kürtlük adına bugüne kadar sadece KDP’yi görmüş ve gözetmiş olan büyük güçler bile dikkate almak durumunda kalır. Nitekim Rojava’da, Bakur’da yaşananlar bunu her yönüyle göstermektedir. Giderek artan bir düzeyde KDP’nin hamiliğini yapan güçlerin KDP dışındaki Kürt varlığını kabul etmeye yanaştıkları görülmektedir. Bu da KDP’nin yok oluşunu hızlandıracak faktörlerden biri olmaktadır.
Tüm gelişmeler ve göstergeler Kürtlerde adeta kansere dönüşmüş olan ihanetçiliğin KDP şahsında artık tükendiğini; özgür Kürt’ün ulusal, bölgesel ve küresel çapta büyük bir özgürlükçü şahlanışı yaşayacağını göstermektedir. Kürtlerin bu tarihi lanetten ne kadar erken kurtulacağını ise özgür Kürt’ün örgütlülüğünü geliştirme düzeyi ve hızı belirleyecektir. Hız lanetten kurtulmayı erkene çekecekken, kapsamdaki genişlik ise ihanetçiliğin çekirdek halde kalarak son bulması anlamına gelecektir.
O halde seferberlik halinde yapmamız gereken soykırıma, soykırımın basit bir aparatı haline getirilmiş olan ihanetçiliğe karşı tavır almak, tutum koymak, örgütlenmek, Devrimci Halk Savaşı Stratejisi temelinde dönem görevlerimize sarılmaktır. Bunu yapmamız halinde insanlığın ikinci beşiği olan Kürdistan’ı lanetten arındırarak olması gerektiği gibi sadece kutsalın toprakları haline getirebiliriz.