PKK’nin Tüm Kadro ve Sempatizanlarına!
Değerli Yoldaşlar!
Kürdistan Özgürlük Hareketi ve Kürt halkı olarak 8 Mart ve Newroz çıkışı temelinde yeni bir 1 Mayıs’a ve Şehitler Ayı’na hazırlanırken, 17 Nisan akşamından itibaren faşist-soykırımcı düşmanın Zap ve Avaşîn’i hedefleyen yeni bir planlı işgal, imha ve tasfiye saldırısıyla yüz yüze geldik. Bu temelde üç haftadır Zap ve Avaşîn’de tarihimizin en kapsamlı ve derinlikli bir savaşı yaşanıyor. Zap ve Avaşîn merkez olmak üzere söz konusu savaş giderek Kürdistan ve Türkiye’nin her alanına yayılıyor. Üç haftadır her gün 24 saat boyunca aralıksız ve keskin biçimde süren yoğun savaş içinde faşist-soykırımcı düşman, tarihinin en ağır kayıplarını verirken, bizim de kahramanlık destanları yazarak şehit düşen yoldaşlarımız bulunuyor. Yeni 1 Mayıs’ı ve Mayıs Şehitler Ayını böyle kader belirleyici bir savaş içinde yaşıyoruz.
AKP-MHP faşizmi, söz konusu savaşı hem kendisi için ve hem de faşist-soykırımcı TC için bir ölüm-kalım savaşı olarak tanımlıyor. İktidar ömrünü uzatmayı ve Kürt düşmanı TC sisteminin devamını bu savaşın sonucuna bağlamış bulunuyor. Bunun için de tüm gücünü, iç ve dış imkânlarını savaşa seferber ediyor. Başta ABD olmak üzere tüm kapitalist modernite güçlerinin ve başta KDP olmak üzere tüm Kürt işbirlikçiliğinin ve ihanetinin desteğini arkasına alıyor. Yıllardır Suriye, Libya, Irak ve benzeri alanlarda eğittiği çete güçlerini ve örgütlediği köy korucularını savaş cephesine sürüyor. Türkiye’nin kaderinin ve geleceğinin söz konusu savaşın sonuçlarına bağlı olduğu anlaşılıyor.
Kuşkusuz söz konusu savaşın sonucu, Hareket ve halk olarak bizim için de kader belirleyici niteliktedir. Elli yıldır yürüttüğümüz Kürt varlık ve özgürlük savaşının seyri, bu savaşın sonucuna göre belirlenecektir. Bu nedenle, biz de Newroz’da başlattığımız 50. Yıl Zafer Hamlemizi seferberlik düzeyinde geliştiriyor ve söz konusu savaşı mutlaka kazanmak istiyoruz. Bu temelde, tüm parti, gerilla, kadın, gençlik ve halk güçlerimizi Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen söz konusu savaşı kazanmaya seferber ediyoruz. Zap ve Avaşîn’de, tüm Medya Savunma Alanları’nda ve Kürdistan’ın her tarafında kahraman gerilla güçlerimiz bu amaçla tarih yazan bir direnme savaşı yürütüyor. Dört parça Kürdistan’da ve dünyanın dört bir yanında halkımız ve dostlarımız, kadınlar ve gençler öncülüğünde yirmi dört saat direniyor.
Öncelikle tarihi İmralı Direnişi öncülüğünde gelişen söz konusu gerilla ve halk direnişini selamlıyor, başarılarını kutluyoruz. Özellikle Zap ve Avaşîn başta olmak üzere tüm Kürdistan’da tarih yazan, başta Kürdistan olmak üzere Ortadoğu ve insanlığın kaderini belirleyen kahraman gerilla güçlerimizi, HPG ve YJA-Star’ın kahraman komutan ve savaşçılarını selamlıyoruz. Tüm yurtsever Kürt halkının ve devrimci-demokratik insanlığın kalbinin kendileriyle attığını bilmelerini istiyoruz. 17 Nisan Direnişinin ilk şehitleri olan Şaristan ve Agir yoldaşlar şahsında tüm kahraman şehitlerimizi saygı, sevgi ve minnetle anıyoruz. 50. Yıl Direnişinin bu kahraman şehitlerinin anılarını yaşatma ve amaçlarını başarma sözümüzü bir kez daha yineliyoruz. Açık ki yeni Şehitler Ayımız böyle bir tarihi mücadele içinde yaşanıyor. Önderlik ve Şehitler çizgisinde mücadele edip tarihi zafere yürüyen herkese üstün başarılar diliyoruz.
Değerli Yoldaşlar!
Hareket ve halk olarak yeni bir Mayıs Şehitler Ayına girdik. Önder Apo’nun ‘Benim gizli ruhum gibiydi’ dediği ölümsüz devrimci Haki Karer yoldaşın 45. şehadet yıldönümünü yaşıyoruz. Böylece kırk altıncı şehitler yılına giriyoruz. 18 Mayıs 1977 tarihinde Haki Karer yoldaşın Antep’te şehit edilmesi, Hareket ve halk tarihimizde yeni bir süreci başlattı. ‘Haki Karer’in anısının örgütlenmesi’ olan partileşme süreci ve devrimci intikam mücadelesi içine bu temelde girildi. Önder Apo öncülüğünde hareket ve halk olarak 45 yıldır bu temelde örgütlendik ve mücadele ettik. Bütün gelişmeler bu temelde yaratıldı, tüm kahraman şehitler böyle bir direniş içinde verildi, yeni özgürlük tarihi böylesi bir direnişle yazıldı. Şimdi aynı anlayış ve iradeyle yeni şehitler yılına giriyoruz ve yeni yılda da Önderlik ve şehitler çizgisinde mücadele ederek büyük başarılar kazanacağımıza inanıyoruz.
Bu temelde, öncelikle büyük devrimci Haki Karer yoldaşı, şehadetinin 45’inci yıldönümünde saygı, sevgi ve minnetle anıyoruz. Haki Karer yoldaş şahsında tüm kahraman şehitlerimizi saygıyla anıyor, amaçlarını başarma sözümüzü yineliyoruz. 45’inci şehitler günü ve Şehitler Ayı’nda tüm yoldaşları ve yurtsever halkımızı şehitler gerçeğini doğru anlamaya ve şehitler çizgisinde özgürlük mücadelemizi başarıyla geliştirmeye çağırıyoruz!
Şehitler en büyük güç kaynağımızdır
Değerli Yoldaşlar!
46’ncı yıla girişte de Hareket ve halk olarak şehitler çizgisinde yaşıyor ve savaşıyor olmak bize kıvanç veriyor. Çünkü PKK ve PAJK şehitler partisidir ve şehitlerin komutası altında ve şehitler çizgisinde savaşmaktadır. Önder Apo dedi, ‘PKK şehitler partisidir’, ‘şehitler PKK biçiminde yaşamaktadır’. Yine PKK’nin, Haki Karer’in anısının örgütlenmesi ve eylemli kılınması olduğunu söyledi. Şehitlerin en büyük güç kaynağımız olduğunu belirtti. Şimdiye kadar partimiz bu temelde var oldu, mücadele etti ve kazandı; bundan sonra da aynı çizgide var olacak, savaşacak ve kazanacaktır. Her zaman şehitlerimizin amaçlarını ve ölçülerini esas alacaktır. PKK bir şehadet çizgisi olarak var olmuştur ve bundan sonra da böyle olacaktır. Demek ki PKK’yi doğru anlamak, bir Önderlik ve şehitler partisi olduğunu çok iyi bilerek ona göre katılmak gerekiyor.
Yine Hareket olarak baştan beri bir şehitler günümüzün ve Şehitler Ayı’mızın olması çok anlamlıdır. Bu durum partileşme ile şehitler gerçeği arasındaki bağı ifade etmektedir. Mayıs ayının ‘Kürdistan Şehitler Ayı’ olarak tanımlanmış olması çok önemlidir. Kuşkusuz bu durum sadece bir kararla gerçekleşmemiştir, tersine her gününde onlarca kahraman şehidin varlığıyla gerçeklik bulmuştur. Unutmayalım ki, 6 Mayıs 1972’de Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan Mamak cezaevinde idam edilirken, Önder Apo da söz konusu cezaevinde tutuklu bulunmaktaydı.18 Mayıs 1973’te İbrahim Kaypakkaya Diyarbakır Zindanı’nda işkencede katledilirken, Önder Apo da daha yeni Apocu Gurubu örgütleme çabası içindeydi. 1972 Nisanında, Mahir Çayan ve arkadaşlarının Kızıldere’de katledilişini protesto eylemi düzenlediği için cezaevine girmişti. Neticede Apocu Önderliksel çıkış işte bu devrimci önderlerin anılarına sahip çıkmak ve amaçlarını başarmak temelinde olmuştur.
18 Mayıs 1977 tarihinde Haki Karer yoldaşın Antep’te şehit düşmesi ise Önderliksel yürüyüşün yönünü ve PKK gelişimini belirlemiştir. Zaten daha bir yıl önce gruba yeni katılan Suruçlu devrimci Fevzi Aslansoy Ankara’da faşistler tarafından 18 Mayıs günü vurulup katledilmiştir. 1 Mayıs 1977 tarihinde ise Türk kontrgerillası Taksim’de tarihin en vahşi katliamlarından birini gerçekleştirmiştir. Söz konusu Taksim Katliamı ile Antep’te Haki Karer yoldaşın katledilmesi arasında kopmaz bağlar vardır. Taksim’de 40 kadar devrimci ve demokratı katledenler, Antep’te de Haki Karer yoldaşı katletmişlerdir.
Kısaca Mayıs ayının her gününde onlarca devrimci ve yurtseverin şehadeti vardır. Bu söylem sadece bir iddia değil, tersine bir gerçeğin ifade edilmesidir. Aslında Mayıs ayının her gününde şehit düşenleri belirleyip, Şehitler Ayı’nı bu temelde anmak daha doğru ve anlamlı olur. Burada bazı şehitlerimizi ifade edersek, gerçek durum bununla bile yeterince anlaşılır. 1 Mayıs 1982’de Beyrut’ta Abdulkadir Çubukçu yoldaş, 1 Mayıs 1985’te Garzan’da ise Ramazan Kaplan ve grubu şehit düşmüştür. 2 Mayıs 1983’te Kandil’de Mehmet Karasungur ve İbrahim Bilgin yoldaşlar, 2 Mayıs 2016’da ise Amed’de Azad Siser ve Çekdar Amed yoldaşlar şehit düşmüşlerdir. 4 Mayıs ‘Dersim Soykırım Günü’ olarak ifade edilmektedir ki, tüm soykırım şehitlerini bugünün şehitleri olarak anmak gerekir.
9 Mayıs 2010 tarihinde Şirin Elemhuli ve grubu İran’da idam edilmiştir. 11 Mayıs 1992’de Garzan’da Ozan Mizgin yoldaş şehit düşmüştür. 16 Mayıs 1997 Hewlêr katliamının tarihidir; Salih, Hêlin ve Ozan yoldaşlarla birlikte 70 civarı hasta ve yaralı devrimci KDP tarafından katledilmiştir. 17 Mayıs 1982 akşamı Ferhat Kurtay öncülüğündeki ‘Dörtler’ Diyarbakır zindanında bedenlerini ateşe vermişlerdir. 19 Mayıs 1978 tarihinde Halil Çavgun yoldaş Hilvan’da vurulup şehit edilmiştir. 25 Mayıs 2012 tarihinde Êriş ve Andok yoldaşlar Kayseri-Pınarbaşı’nda fedai eylem gerçekleştirmişlerdir. 27 Mayıs 2020 tarihinde Kasım Engin yoldaş düşman tarafından vurularak şehit düşürülmüştür. Mayısın son günü Nurhakların ilk gerillacıları Sinan Cemgil ve arkadaşlarının şehadet tarihidir.
Bunlar bir anda insanın sıralayabildiği olaylardır. Bunlar gibi, Mayıs ayının her gününde onlarca kahraman şehidimiz vardır. Örneğin 21 Mayıs 1985’te Sabri Gözübüyük yoldaş, 1 Mayıs 1988’de M. Emin Aslan yoldaş, 25 Mayıs 1988’de Ahmet Kesip yoldaş şehit düşmüştür. İşte bu şehitlerimizin kahramanca direnişi ve döktükleri kan, mayıs ayını Şehitler Ayı yapmıştır. Haki Karer yoldaş şahsında tüm mayıs ayı şehitlerimizi bir kez daha saygı ve minnetle anıyor ve mayıs ayının her gününü Haki Karer ruhuyla yaşayıp mücadeleye dönüştüreceğimizi belirtiyoruz. Bu mayıs ayında da başta Zap ve Avaşîn olmak üzere Kürdistan’ın her tarafında düşmana karşı savaşıyor ve şehitler vermeye devam ediyoruz. Şehitlerimiz bize doğru yaşamın ve zaferin yolunu gösteriyor. Tüm kadro ve sempatizanlar olarak bu kutlu yolda tam bir kararlılıkla yürüyeceğiz ve mutlaka başaracağız. Mayıs direnişi içinde toprağa düşen her yoldaşı Apocu çizgide kahramanca savaşmanın ve kazanmanın andı yapacağız.
İmralı’da tarihin en yoğunlaşmış savaşı yaşanmaktadır
Değerli Yoldaşlar!
Geçen süreçte Önder Apo’ya ve İmralı’daki duruma ilişkin olarak somut hiçbir bilgi almış değiliz. Bütün çabalara rağmen aile ve avukat görüşü olmamaktadır. Hukuki çaba ve mücadele ile görüşme imkânı yaratılamamaktadır. Bu konuda sadece özel savaş yönetiminin bazı açıklamaları ile kulaktan yayılan bilgiler olmaktadır. Bunlar da çoğunlukla Önder Apo ile görüşmelerin olduğu, fakat anlaşmanın olmadığı yönündedir. Kuşkusuz bu tür bilgileri değerlendiririz, fakat ciddiye alınacak bilgiler olmadığı da açıktır. Ciddiye alınacak doğru bilgi ise, İmralı’da tarihin en yoğunlaşmış savaşının yaşandığıdır.
Evet, özgürlük mücadelesinin en yoğun ve keskin biçimi İmralı’da yaşanmaktadır. Zap ve Avaşin savaşına kadar uzanan dışardaki mücadele ise, esas olarak İmralı’da yaşananın dışa yansıması olmaktadır. Önder Apo üzerinde özellikle psikolojik baskının en ileri düzeyde olduğu, dıştaki saldırılarla da esas itibariyle Önder Apo’ya teslimiyetin dayatılmaya çalışıldığı, tüm bunlara karşı ise Önder Apo’nun özgürlük ve demokrasi çizgisinde müthiş bir direniş yürüttüğü açıktır. Bizim açımızdan Önder Apo’ya dair dikkate alınacak gerçeklik budur. Önder Apo’nun duruşunun özgürlüğü kazanma ve bunun için sonuna kadar direnme duruşu olduğu ortadadır. İşte bizim de esas alacağımız ve başarıyla hayata geçireceğimiz temel duruş budur. Bu temelde bizim üzerimize düşen ise özgürlük mücadelesini dağda, ovada, şehirde, ülkede ve yurtdışında, propaganda, savaş ve kitle eylemiyle başarılı bir biçimde geliştirmektir. AKP-MHP faşizmini yıkarak zafere ulaşmaktır. Ancak bu biçimde Önderlik duruşunu ve İmralı mücadelesini doğru anlamış ve başarıyla temsil etmiş oluruz.
Kısaca Önderlik duruşu ve İmralı mücadelesi bize, devrimci halk savaşı stratejisini zafere ulaştırmayı, bunun için seferberlik düzeyinde özgürlük savaşını yürütmeyi emretmektedir. Zap ve Avaşîn öncülüğünde süren kutsal özgürlük savaşını zafere ulaştırmamızı emretmektedir. Kuşkusuz parti ve halk olarak bu emri doğru anlayacağız ve başarıyla uygulayacağız. Bunun dışındaki bir durumu asla kabul etmeyeceğiz. Bu temelde de AKP-MHP faşizmini ve TC soykırımcılığını Zap ve Avaşîn’e, Kürdistan’a gömeceğiz.
Zap ve Avaşîn’e dönük saldırılar NATO-TC-KDP ittifakınca planlanıp yürütülmektedir
Değerli Yoldaşlar!
Aslında AKP-MHP faşizmi 2021 yılında Gare’de, Metina, Zap ve Avaşîn’de önemli ölçüde yenilmiş ve iradesi kırılmıştı. 17 Nisan’da başlayan Zap ve Avaşîn’e dönük işgal saldırısı gibi bir saldırıyı geliştirmesi zordu. Nitekim hem doğrudan kendisi ve hem de ABD ve benzeri çevreler üzerinden yeni bir hile ve oyun arayışına yöneldi. Sonuçta bize teslimiyeti dayatacak olan yeni sahte süreçler geliştirmeye çalıştı. Çok net bir biçimde anlaşılıyor ki, bunu öncelikle Önderlik üzerinden yapmak istedi. Başarılı olamayınca da aynı şeyi örgüt ve yönetim üzerinden gerçekleştirmeye çalıştı. İşte bunda da başarılı olamayınca, AKP-MHP faşizminin tüm hile ve oyunları boşa çıkartılınca, iktidar ömrünü uzatabilmek için son çare olarak mevcut Zap ve Avaşîn saldırısına yöneldi.
Burada şu hususu görmek ve değerlendirmek durumundayız. Evet 2021 yılı direnişi ile AKP-MHP faşizmine çok ciddi bir darbe vurup imha ve tasfiye planını boşa çıkardık. Bu durum inkâr edilemez bir gerçektir. Fakat açıkça görülüyor ki, Kürt varlığını inkâr ve imha etme üzerine kurulmuş olan küresel kapitalist modernite sisteminin iradesini yeterince kıramadık. Bu nedenledir ki, Kürt’ü inkâr ve imha zihniyet ve siyaseti değişmedi. Yediği ağır darbe sonucunda yeniden hile ve oyuna yönelerek durumu kurtarmaya çalıştı. Önderlik ve Hareket olarak buna fırsat vermeyince, son çare olarak gündeme Zap ve Avaşîn’e dönük işgal saldırısı geldi.
Kuşkusuz bu duruma Ukrayna üzerinde yaşanan savaşın ortaya çıkardığı sonuçlar da eklendi. Açıkça görülüyor ki, Ukrayna ciddi bir zarar görüp adeta bir harabeye döndü. Rusya ise birinci ve ikinci planlarında başarılı olamayarak adeta bir çıkmaz içine girdi. Bu durum Ukrayna savaşını uzattı ve kapitalist modernite sistemini ciddi biçimde zorlar hale geldi. Bu zorlanma sonucundadır ki, ABD ve NATO, Rusya’ya karşı AKP-MHP faşizmine daha çok ihtiyaç duyar ve yeni krediler açar hale geldi. AKP-MHP faşizmi de küresel kapitalist modernite sisteminden elde ettiği bu yeni krediyi Zap ve Avaşîn’e yönelik yeni işgal saldırısında kullanmak istedi. Böylece gerillayı ezme ve PKK’yi imha etme amaçlı yeni saldırı planı hazırlayıp uygulamaya koydu.
Elbette bu durumun enerji krizi ve ihtiyacıyla da bağı vardır. Ukrayna savaşının uzaması, başta Almanya, İngiltere ve Amerika olmak üzere Avrupa devletlerinin doğal gaz ihtiyacını çok acil ve ciddi düzeye çıkardı. Yeni doğal gaz kaynakları ve yolları arayışına giren söz konusu çevreler, bir çare olarak Ortadoğu’nun doğal gaz kaynaklarını daha fazla işletme ve bunu KDP ve TC üzerinden Avrupa’ya taşıma planına yöneldi. Tam bir kaçakçı şebekesi biçiminde hareket eden bu çevreler, aralarındaki yoğun görüşmeler sonucunda ortak anlaşmaya vardılar. Tabi böyle bir enerji kaçakçılığı önündeki en büyük engel olarak da PKK’yi gördüler. İşte bu da PKK’ye karşı yeni saldırı imkânları peşinde olan AKP-MHP faşizmi için yeni bir fırsat sundu. Bu fırsatın değerlendirilmesi de 17 Nisan Zap ve Avaşîn işgal saldırısını ortaya çıkardı.
Demek ki 17 Nisan Zap ve Avaşîn işgal saldırısını AKP-MHP faşizmi yürütürken, başta ABD, Almanya ve İngiltere olmak üzere NATO ve KDP de söz konusu işgal saldırısını etkin bir biçimde destekliyor. Aslında gerçekten sadece destekliyorlar mı, yoksa teşvik edip söz konusu saldırıya yönlendiriyorlar mı, bu da tam belli değildir. Fakat kim kimi ne kadar yönlendiriyor ve de kullanıyor olursa olsun, mevcut Zap ve Avaşîn’e dönük soykırımcı işgal saldırısını NATO-TC-KDP ittifakının planlayıp yürüttüğü kesindir. Bu konuda hiçbir tereddüt olmamalıdır. Yine ABD üzerinden Irak Yönetiminin de söz konusu saldırıya onay verir duruma getirildiği ortadadır. Nitekim Irak Yönetiminin ve siyasi çevrelerinin işgale karşı yaptıkları cılız açıklamaların zevahiri kurtarma amaçlı olduğu net biçimde görülmektedir. Dikkat edilirse, faşist TC çetelerinin Zap ve Avaşîn işgaline karşı hiç kimseden çıt bile çıkmamaktadır. Rusya’nın Ukrayna işgaline karşı Berlin ve Washington sokaklarını dolduran yüzbinler, adeta suspus olmuş durumdadır.
Zap ve Avaşîn saldırısının ‘Çöktürme eylem planı’ ile de kopmaz bağı var
Değerli Yoldaşlar!
Güncel nedenleri böyle olsa da, kuşkusuz 17 Nisan Zap ve Avaşîn saldırısının başka nedenleri ve tarihsel boyutları da vardır. Söz konusu işgal saldırısının yüz yıllık Kürt soykırımıyla bağı olduğu ve bu temelde geliştirilen işgal ve katliamların son halkasını oluşturduğu açıktır. Yine Zap ve Avaşîn saldırısının ‘Çöktürme eylem planı’ ile de kopmaz bağı vardır. Aslında faşist Tayyip Erdoğan yönetimi, öngördüğü diz çöktürmeyi DAİŞ’in 15 Eylül 2014 tarihinde başlattığı Kobanê saldırısı ile gerçekleştirmek istiyordu. Ancak DAİŞ Kobanê’de tarihi bir yenilgi yaşayınca, 2015 yazında AKP yönetimi ABD ve MHP ile anlaşıp 1 Kasım 2015 sahte seçimiyle iktidarı yeniden gasp ederek, DAİŞ’in yapamadığını yapmayı hedefleyen saldırıya hazır hale geldi. Tarihi saldırı ise 26 Ağustos 2016 tarihinde Cerablus’a ve Medya Savunma Alanlarından Çelê’ye yönelik olarak başladı. Tarih uygundu, yer uygundu; Tayyip Erdoğan kendisini, Mercidabık savaşı ile Ortadoğu’yu ele geçiren Yavuz Selim’in yeni versiyonu olarak görüyordu.
Kısaca bugün Zap ve Avaşîn’i işgal saldırıları biçiminde süren AKP-MHP faşist yönetiminin ve TC devletinin sınır ötesine geçip işgale yönelmesi 26 Ağustos 2016 tarihinde başladı. Rojava ile Medya Savunma Alanlarına dönük işgal saldırıları birbirine paralel olarak ve eş zamanlı yürütüldü. AKP-MHP faşizmi, söz konusu işgal saldırılarını dar alanlara yönelik olarak parça parça yürüttü; gücünü böylesi dar alanlarda yoğunlaştırarak işgali başarmayı hedefledi. Sonuçta Efrin, Girê Sipî ve Serîkanî’yi işgal etmeyi ve Haftanin, Qaşura, Zap, Avaşîn ve Xakurkê’nin bazı tepelerini tutmayı başardı.
Yani AKP-MHP faşizminin sınır dışına, Kürdistan’ın Rojava ve Başûr parçalarına yönelik olarak işgal saldırıları, Zap ve Avaşîn’e dönük 17 Nisan 2022 saldırısı ile ortaya çıkmamaktadır. Söz konusu saldırı 26 Ağustos 2016 tarihinde başlamıştır ve altı yıldır sürmektedir. Geçen altı yıl boyunca parça parça geliştirdiği planlı saldırılarla AKP-MHP faşizmi, Rojava Kürdistan’ı ve Medya Savunma Alanlarını işgal etmeye çalışmaktadır. 17 Nisan’da başlayan Zap ve Avaşîn’e yönelik yeni saldırı, işte bu altı yıllık işgal saldırılarının bir parçası ve son halkası olmaktadır. Bu bir gerçektir ve yanlış değerlendirme yapmamak için bu gerçeğin görülmesi gerekir.
Fakat böyledir diye de 17 Nisan’da başlayan Zap ve Avaşîn’i işgal saldırısının ayırt edici yönlerini, öncekilerden farkını ve içerdiği farklı önemleri görmezden gelmek elbette olamaz. Dikkat edilirse, özellikle Medya Savunma Alanları’na yönelik önceki saldırılar hep uç noktalardan olmuş ve gerillayı daraltmayı ve zayıflatmayı hedeflemiştir. Fakat 17 Nisan saldırısı, tıpkı 20 Şubat 2008 saldırısı gibi merkeze yönelmekte ve gerillayı tümden ezmeyi ve bu temelde PKK’yi bitirmeyi hedeflemektedir. Eğer saldırmakta olduğu Zap ve Avaşîn alanını tümden işgal ederse, bu temelde tüm Medya Savunma Alanları’nı işgal edebileceğini hesaplamaktadır. Bu bakımdan, önceki saldırılara göre çok daha fazla tehlike içermektedir. Dolayısıyla mevcut Zap ve Avaşin savaşının ölüm-kalım savaşı olarak değerlendirilmesi hatalı değildir.
Burada iki hususu daha aydınlatmak gerekir. Birisi söz konusu işgal saldırılarının amacı konusudur. Altı yıllık işgal saldırıları da dahil tüm saldırıları ile TC devletinin, özgür Kürt varlığını ve iradesini hedeflediği ve bunları yok etme amacı temelinde saldırı yürüttüğü açıktır. Çok sık bir biçimde ‘hedef sadece PKK değil’ denilmektedir. Evet özgür Kürt varlığının ve iradesinin hedefleniyor olmasını vurgulamak açısından bu ifade doğrudur. Fakat sanki PKK’den başka da Kürt varlık ve özgürlük savaşı yürüten, bu iradeyi temsil eden örgütler varmış gibi bir izlenim yarattığı için de doğru değildir. Bu nedenle, çok dikkatli konuşmak gerekir. Keşke böylesi örgütler olsaydı ve PKK’den daha fazla varlık ve özgürlük savaşı yürütseydi. Fakat böyle bir örgüt yoktur, örgüt olarak ismi sayılanların PKK’nin imhası durumunda esamelerinin bile okunmayacağı tartışmasızdır.
Evet, TC devletinin tüm saldırıları Kürt varlığını ve özgürlük iradesini yok etmeyi hedeflemektedir. Kürt varlığını ve özgürlük iradesini de Önder Apo ve PKK temsil ettiği için, bugün tüm saldırılar Önder Apo’yu ve PKK’yi hedeflemekte ve yok etmek istemektedir. AKP-MHP faşizminin Rojava ve Başûr’a yönelik işgal saldırılarının amacı da budur. Önder Apo ve PKK etkisiz kılınıp yok edilirse, o zaman Kürt varlığı ve özgürlük iradesi de yok edilmiş ve Kürt soykırımı tamamlanmış olacaktır. Durum bu kadar ciddi ve önemlidir. AKP-MHP faşizminin ve sömürgeci-soykırımcı TC devletinin gerillayı ezerek PKK’yi imha ve tasfiye etmek istediği açıktır. TC sınırları içinde ve dışındaki tüm saldırıların hedefi budur. PKK’yi imha ve tasfiye ederse, bu temelde Kürt varlığını ve özgürlük iradesini de yok edip Kürt soykırımını tamamlamış olacaktır. Bu, Uluslararası Komplo’nun amacıydı; Önder Apo’nun imhası üzerinden PKK’nin tasfiyesi, PKK’nin tasfiyesine dayanarak da Kürt soykırımının tamamlanması hedefleniyordu.
Eğer PKK imha ve tasfiye edilirse, o zaman Kürt soykırımı tamamlanmış ve Kürdistan tamamen TC’nin eline geçip Türkiye’nin bir parçası haline getirilmiş olacaktır. Bu da Misak-ı Milli denen stratejinin tamamlanmasını ifade etmektedir. Yani TC devleti Kürdistan’ın Başûr ve Rojava parçalarını da işgal ederek, buraları da soykırımcı denetim altına almak istemektedir. Bu söylem bizim bir iddiamız değil, AKP-MHP yalakalarının her gün tartıştığı ve binlerce kez ifade ettiği sözlerdir. Yani AKP-MHP ittifakıyla birlikte TC devleti Kürdistan’ın Başûr ve Rojava parçalarını ele geçirmek istediğini açıkça söyler ve bu temelde politika ve pratik yürütür hale gelmiştir. Fakat AKP-MHP’nin söylemi bununla sınırlı da değildir. ‘Osmanlı topraklarının yeniden alınması’ amacından söz edilmektedir. Yani TC devleti Kürdistan’ı işgal ettikten sonra, fırsat bulursa başta Suriye ve Irak olmak üzere Arap topraklarını da işgal etmeyi ve bu temelde Osmanlı’yı yeniden diriltmeyi hedeflemektedir. Geçmişte karşıtlarının bir iddiası konumunda olan bu durum, şimdi artık AKP-MHP’nin açık ve somut söylediği bir hedefi haline gelmiş bulunmaktadır. Artık Kürtlerin de, başta Araplar olmak üzere Ortadoğu halklarının da ve hatta tüm insanlığın da bu durumu görmesi ve politikasını buna göre belirlemesi gerekir.
Bu çerçevede üzerinde durulması gereken diğer husus ise, AKP-MHP faşizminin bu planına ve bu temeldeki saldırısına ABD ve KDP’nin verdiği destektir. Nitekim Kürdistan’ı işgal saldırılarının TC-ABD-KDP ittifakı temelinde yürütüldüğü açıktır. Bunu artık kör gözler bile görebilmekte ve herkes anlayabilmektedir. Zaten 26 Ağustos 2016 tarihinde Türk Ordusu sınırı geçip Cerablus’a girerken, dönemin ABD Başkan Yardımcısı Biden ile KDP Başkanı Mesut Barzani de Ankara’daydı. Türk ordusunun sınır dışında işgal saldırısına başlamasını TC yöneticileri Biden ve Barzani ile birlikte gerçekleştirdi. 6 yıldır da TC’nin Rojava ve Başurê Kürdistan’a dönük işgal saldırıları TC-ABD-KDP ittifakı temelinde yürütülüyor. Bunu da herkes biliyor. Nitekim son Zap ve Avaşîn işgal saldırısının da bu üçlü ittifak tarafından yürütüldüğünü herkes görüyor.
Burada şu sorular gündeme geliyor: Acaba Kürdistan’ın Başûr ve Rojava parçaları ABD ve KDP tarafından TC’ye mi verilmiş? Yine TC’nin eski Osmanlı’yı yeniden canlandırmasına ABD ile KDP evet mi demektedir? İran ve Arap dünyası bu kadar mı zayıf ve günlük maddi çıkara boğulmuştur? Kuşkusuz sorular çoğaltılabilir ve bu durum için çok şey söylenebilir. Fakat ABD’nin KDP’yi ayakta tutabilmek için TC’ye fazlasıyla taviz verdiği görülmektedir. Aslında bir KDP iradesinin var olmadığı, her şeyi ABD ve İsrail’in belirlediği çok daha net olarak açığa çıkmıştır. KDP’yi ulusa ve topluma bağlı bir güç olarak değerlendirmemek gerekir. Çıkarı için her şeyi yapan ve satan, her an kaçmaya hazır bir çıkar şebekesi olarak görmek en doğrusudur.
Kürdistan’da yaşanan savaş ve en son 17 Nisan Zap-Avaşîn işgal saldırısı maskeleri düşürmüş ve herkesin gerçek yüzünü net bir biçimde açığa çıkarmıştır. Küresel kapitalist modernite sisteminin hukuk ve ahlakla hiçbir ilişkisi olmayan, toplum ve insanlık düşmanı bir çıkar şebekesi olduğu net bir biçimde görülmektedir. Bu sistemin ayakta tuttuğu Kürt işbirlikçiliği ve ihanetinin de son kozlarını oynadığı açıkça görülmektedir. Daha da zayıf olan, aslında AKP-MHP faşist diktatörlüğü ve sömürgeci-soykırımcı TC devletidir. Aslında AKP-MHP faşizmini sömürgeci-soykırımcı TC devletinin son yönetimi olarak tanımlamak hatalı değildir. AKP-MHP yıkıldıktan sonra Kürt düşmanı TC devletinin olduğu gibi başka bir yönetimle devam edeceğini sanmamak gerekir. Açık ki mevcut Zap ve Avaşîn savaşı da AKP-MHP faşizminin son savaşı olmaktadır. AKP-MHP faşizmi bu savaşı kazanırsa sanıldığı gibi seçim yapıp iktidarı başka bir güce bırakmaz, tersine kendini başbuğ ilan ederek ‘Kızıl elma’ hayalinde koşan yeni bir Hitlercilik ortaya çıkar. Zap ve Avaşîn savaşında AKP-MHP faşizminin yenilgisi ise, Ankara’daki Kürt düşmanı faşist-soykırımcı zihniyet ve siyaseti çökerterek Türkiye’nin demokratikleşmesinin önünü açar.
Bu bakımdan Zap ve Avaşîn savaşı AKP-MHP faşizmi ve sömürgeci-soykırımcı TC devleti için de kader belirleyici niteliktedir. Bunun içindir ki Türkiye’nin tüm iç ve dış imkânlarını seferber etmekte ve her türlü çete artığını kullanarak sonuç almaya çalışmaktadır. Fakat iç çelişkileri fazla ve imkânları tükenme noktasındadır. Türkiye ortamı yıllardır süren savaşın sonuçlarını artık taşıyamaz hale gelmiştir. Kahramanlık çizgisinde süren gerilla ve halk direnişimiz, faşist-soykırımcı sisteme görünenden çok daha ağır darbeler vurmaktadır. Bundan dolayı Türkiye ve Kürdistan’ın elli yıllık devrimci-demokratik mücadelesi Zap-Avaşîn merkezli devrimci direnişle zafere götürülmelidir.
Şingal, KDP yönetimi için bir kuyruk acısı durumundadır
Değerli Yoldaşlar!
AKP-MHP faşizminin Zap ve Avaşîn’e yönelik işgal saldırısına paralel olarak ve eş zamanlı bir biçimde Irak devletinin de Şingal Demokratik Özerk Yönetimi’ne karşı bir imha saldırısı gündeme gelmiştir. Kuşkusuz her iki saldırı birbirinin kopmaz parçasıdır ve birbirinden ayrı olarak ele alınamaz. Zaten 9 Ekim 2020 tarihli TC istemli Bağdat-Hewlêr sözde anlaşmasının uygulanması olduğu kendilerince de ifade edilmektedir. Fakat bir bayram günü Irak ordusunun Êzidi Kürt toplumu üzerine saldırtılması hiç de akıllıca bir tutum olmamıştır. Buradan bakınca, Irak yönetimini Şingal’e saldırmaya yönelten çok daha büyük güçlerin olduğu görülmektedir. Tabi bu güç de ABD’dir. Ancak ABD’nin isteği sonucunda Irak ordusu Şingal’e böyle saldırabilirdi. Öyle anlaşılıyor ki, gerçek de böyle oldu.
Mevcut Irak yönetimini bir Êzidi Bayramında Şingal’e saldırtan ABD olmuştur. Kuşkusuz ABD’yi de buna zorlayan KDP’dir. Şingal, KDP yönetimi için bir kuyruk acısı durumundadır. Şingal’den kaçtığını itiraf edememekte ve 3 Ağustos 2014’te yaşananları tarihten silmeye çalışmaktadır. Bu çerçevede, ‘TC Zap ve Avaşîn’den saldırırken, Irak devletinin de Şingal’e saldırmasının sonuç alıcı olacağı’ hesap edilmiştir. Böylece Şingal’e PKK desteğinin olamayacağı ve Şingal Özerk Yönetimi’nin zayıf kalacağı öngörülmüştür. KDP-TC-ABD üçlüsü tarafından yok edilmesi gereken bir alan olarak da Şingal Demokratik Özerk Yönetimi görülmekte ve bu temelde hedeflenmektedir. Irak yönetimi de çeşitli biçimlerde zorlanarak bu temelde kullanılmaya çalışılmaktadır.
Fakat Ankara ve Hewlêr’de yapılan hesap Şingal’de bozulmuştur. Êzidi Kürt halkı ve Şingal Direniş Birlikleri, halkların manevi desteğini de alarak söz konusu işgal saldırısına karşı yiğitçe direnmiş ve soykırımcı-hain hesapları bozmuştur. Halkın ve kadınların direnme gücünün her türlü işgal ve soykırım saldırısını kırmaya muktedir olduğu bir kez daha görülmüştür. DAİŞ soykırımcılığı ardından bu saldırının da kırılması Şingal’in demokratik özerkliğinin kazanılmasında çok önemli bir adımı oluşturmuştur. Bu temelde Şingal halkımızın kadınlar öncülüğündeki direnişini ve YBŞ’nin yiğit duruşunu selamlıyoruz.
Henüz somut bilgilerimiz olmasa da bir KDP-TC provokasyonunun daha bozulmuş olduğu gözükmektedir. Özgür irade ve direniş temelinde Êzidi Kürt halkımızın demokratik özerk yaşamını geliştirmek için Irak’la çözüm arayışları olumludur. Böyle bir sürece girildiği de gözlenmektedir. Fakat daha önemlisi, kendi demokratik özerk yönetimini geliştirmek ve öz savunmasını yaratmaktır. Bu temelde komşu halklarla demokratik ilkelere dayalı kardeşlik ilişkileri geliştirmeye çalışmaktır. Êzidi Kürt toplumunun demokratik özerk yönetime kavuşması ve kendi güvenliğini sağlaması ancak bu temelde gerçekleşir.
Zap ve Avaşîn’de yaşadıkları yenilginin izleri yüzlerinden okunuyor
Değerli Yoldaşlar!
Çok açık ki, 2022 yılına Hareket ve halk olarak biz de büyük bir hazırlık içinde girdik. Her düzeyde yönetim toplantıları yaparak 2021 yılı pratiğini çok yönlü olarak değerlendirdik ve zengin derslerini çıkardık. Bu temelde 2022 yılı görevlerini, Apocu Hareketin 50. yıl görevlerini ideolojik, siyasi, toplumsal ve askeri bakımdan kapsamlı bir kararlaşmaya ve planlamaya kavuşturduk. Bunları tüm kadro ve sempatizan yapımıza sunarak ve halka taşırarak, tüm Hareket ve halk olarak 50. yılın zaferi için kendimizi hazır hale getirdik. Bunun ilk denemesini ve çıkışını da 8 Mart ve Newroz’da yaptık. Bunlar temelinde yılın hamlesini aslında biz başlattık. Ortaya çıkan kadın ve halk iradesi gerilla eylemleri ve halk direnişleriyle pratiğe geçmeye başladı. Düşmanın 17 Nisan Zap ve Avaşîn saldırısı aslında bizim hamlemizin önünü alabilmek ve etkisini azaltabilmek için gelişti. Hakikatin belirleyici bir yanı da budur ve bu gerçeğin iyi görülmesi gerekir.
Kısaca Hareketimiz de, halkımız da, gerillamız da hazırlıklıydı ve düşmandan böyle bir saldırı bekliyordu. Düşman saldırısı da gerillamızın en hazırlıklı olduğu zemine yapıldı. Dolayısıyla baştan itibaren düşman saldırısına karşı aktif ve etkin bir gerilla direnişi ortaya çıktı ve düşman saldırıları birçok alanda püskürtüldü. Düşman planladığı yerlerin çok büyük bir kısmına indirme yapamadı. Başka yerlere indirdiği güçlerle karadan sızma girişimleri birçok alanda darbelenip etkisiz kılındı. Her düşman saldırısına karşılık verildi ve her yerde düşmana darbe vuruldu. Böylece düşman planları boşa çıkartılıp önemli ölçüde başarısız kılındı. AKP-MHP’nin akıl hocaları, dar alanda güç ve teknik yoğunluğuyla yapacakları saldırının gerillayı boğacağını ve kaçırtarak etkisiz kılacağını hesap etmişlerdi. Kuşkusuz bu hesap Zap ve Avaşîn dağlarına ve buralarda mevzilenmiş olan gerillaya uymadı ve ilk andan itibaren bozulmaya başladı.
Şimdi Kürdistan ve Türkiye’nin bu en ağır savaşı üçüncü haftasını dolduruyor ve somut bilançolarla önemli sonuçlar ortaya çıkıyor. Merkez Karargahımız savaş bilançolarını günlük, haftalık ve aylık olarak yayınlıyor. Kuşkusuz bu amansız direnişte gerilla da büyük şehitler veriyor. Hepsini bir kez daha saygı ve minnetle anıyoruz. Onların Kürtlüğün ve insanlığın yaşayan özü olduğunu çok iyi biliyor ve bu temelde anlamlandırıyoruz. Üç haftalık bilançoda düşman kaybı 400’ü aşıyor ve neredeyse 500’e yaklaşıyor. Çelê’den Gever’e kadar morgların ve hastanelerin dolup taştığı yerel halk tarafından belirtiliyor. Tabi saldırgan çeteler kırıldıkça AKP-MHP faşizminin de çöküşü hızlanıyor. Şimdiye kadar kayıplarını titizlikle gizlemeye çalışan AKP-MHP faşizmi, şimdi bazılarını ilan edip cenaze törenleri yapıyor. Belli ki ırkçı, şoven, milliyetçi propagandaya ihtiyaç duyuyor. Zindanlarda ve sokakta halkımıza dönük baskı ve işkenceyi artırıyor. Öyle ki, işi HDP Genel Merkezini basmaya kadar götürdüler. Zap ve Avaşîn’de yaşadıkları yenilginin izleri yüzlerinden okunuyordu.
Açık ki Zap ve Avaşîn de gerillamız başarılı bir sınav vermiş ve faşist-soykırımcı düşmana tarihinin en ağır darbesini vurmuştur. Hepsini bir kez daha kutluyor, başarılarının devamını diliyoruz. Yine başta Xakurkê ve Botan olmak üzere diğer Medya Savunma Alanları’nda ve Bakur’da belli bir eylemlilik gelişmiştir. Faşist-soykırımcı düşmana karşı askeri eylemler Efrin’den Bursa’ya kadar Kürdistan ve Türkiye’nin birçok kentinde yapılmıştır. Böylece düşmanın Zap ve Avaşîn’e sıkıştırmak istediği savaş tüm Kürdistan’a ve Türkiye metropollerine yayılmıştır. Bunların hepsini de kutluyor ve başarılarının devamını diliyoruz. Tabi başta yurtdışı ve Rojava olmak üzere kadınlar ve gençler öncülüğünde halkımızın ve dostlarımızın da kitlesel eylemleri gece-gündüz demeden sürüyor ve tarihi gerilla direnişiyle birleşiyor. Halkımızın bu eylemliliğini de selamlıyor ve daha etkin ve zengin yöntemlerle gelişeceğine inanıyoruz.
Elbette ortaya çıkan sonuç önemlidir ve doğru anlamlandırmak gerekiyor. Buradan çıkan dersler temelinde de bundan sonraki savaşı daha doğru ve etkili bir biçimde, yaratıcı tarz, kazanımcı üslup ve yüksek tempoyla geliştirmek gerekiyor. Çok açık ki düşman bizi cepheden karşısına almak, dar alanda kuşatmak, güç ve teknik yoğunluğuyla darbeleyip ezmek istiyor. Zap ve Avaşîn’e yönelik saldırı bu çerçevededir. Bunu alandaki gerilla güçlerimiz anlamakta ve gereken taktik yaratıcılığı ve ustalığı geliştirerek, düşmanı bu alanda da yenilgiye uğratmaya çalışmaktadır. Esasta tim ve tünele dayalı olarak geliştirilen bu savaş düşmana büyük darbeler vurmaktadır. Savaşın bu temelde süreceği ve gerillanın bu alanda da düşmanı yenilgiye uğratacağı kesindir. Bu sahalardaki arkadaşlarımızda bunun iradesi, morali, bilinci ve kudreti vardır. Her daim başarılı sonuç alacaklarına inanıyoruz.
Devrimci Halk Savaşı’nı Kürdistan ve Türkiye’nin her alanına yaymamız gerekiyor
Fakat bir kez daha ifade etmemiz gerekiyor ki, düşman sadece Zap ve Avaşîn’de bulunmuyor ve savaş sadece burada yaşanmıyor. AKP-MHP faşizmi Kürdistan ve Türkiye’nin her alanındadır ve her yerde de faşist-soykırımcı saldırı yürütmektedir. Dolayısıyla antifaşist direniş ve savaş görevi hepimizindir ve her yerde yürütülmek durumundadır. Madem düşman savaşı Zap ve Avaşîn’de sınırlandırmak istiyor, o halde bizim de devrimci savaşı Kürdistan ve Türkiye’nin her alanına, dağına, ovasına, şehrine, kasabasına yaymamız gerekiyor. Cepheden değil, düşmana içten, arkadan ve yandan vurmayı ve habersiz yakalamayı bilmemiz gerekiyor. Gerillanın doğru ve her zaman zafer kazanan tarzı budur. Hepimiz bu tarzla savaşmak ve kazanmak durumundayız. Bunun için görevli ve inisiyatifliyiz. Yönetimimiz başta gençlik olmak üzere tüm yurtseverleri bulundukları yerlerdeki imkânları değerlendirerek AKP-MHP faşizmine karşı eylem yapmaya çağırdı. Gün, durup seyredecek gün değildir, tersine her türlü imkânı kullanarak faşist-soykırımcı düşmana darbe üstüne darbe vurma günüdür.
Kısaca Zap ve Avaşîn dışında da kısmi bir eylemlilik geliştirilmiş ve bunlar son derece anlamlı olmuştur. Fakat savaşın Kürdistan ve Türkiye’nin her alanına yayılışı zayıftır. Gerilla da Bakur eyaletlerinde fazla harekete geçmiş değildir. Mevsim koşulları zorlayıcı olsa da bu durumun aşılması ve aktivite kazanılması gerekir. Savaşın Kürdistan ve Türkiye kentlerine yayılması yetersizdir. Oysa bu alanlarda düşman hedefi çoktur; ekonomik, siyasi, askeri birçok kolay hedef vardır. Bu hedeflerin vurulması, örneğin turizme zarar verilmesi AKP-MHP faşizmine ağır darbe indirmektedir. Hedef çok, vurmak için de imkân fazladır.
Kuşkusuz bunları en başta parti ve gerilla güçlerimiz yapacaktır. Partimizin ve gerillamızın esas işi savaştır, imkânları kullanarak düşmana vurmaktır. Tabi sadece kendisi savaşmayacak, başta gençler olmak üzere tüm yurtseverleri örgütleyip savaştırmaya çalışacaktır. Seferberlik bunu gerektiriyor. Yine hiç kimsenin AKP-MHP faşizmine hizmet etmemesi için çaba harcamak gerekir. Örneğin gençler askere gitmemeli, askerdekilerin ise düşmana zarar verici eylemeler gerçekleştirmesi gerekir. Bunun için çok fazla imkânımız vardır. Yine bu dönemde gerillaya katılımı da seferberlik düzeyinde ele alıp tüm parçalarda ve yurtdışında yürütmek gerekir. Türkiye devrimci örgütleriyle geliştirdiğimiz HBDH çerçevesinde Türkiye gençliğinin antifaşist direnişe sevk olması için yoğun çaba harcamak temel bir görevdir. Başurê Kürdistan halkımızın işgale ve ihanete karşı tutumunu ve direnişini geliştirmek, sonuç alıcı bir duruma yol açar. Yine dört parça Kürdistan’daki ve yurtdışındaki halkımızın kitlesel eylemliliğini zengin yöntemlerle daha da geliştirmek, bunlara dünyanın dört bir yanındaki devrimci-demokratik dostlarımızı katmak mutlaka gerekir. Özellikle KDP dışındaki tüm Kürt parti ve örgütlerinin işgale ve ihanete karşı tutumunu ve birliğini geliştirmek için çok dikkatli bir çaba içinde olmak zorunludur.
Şu gerçek hiçbir zaman unutulmamalıdır: Stratejik müttefiklerimiz olan dostlarımız bütün dünyada bilinçli ve örgütlü değildir. Bunların eğitilip örgütlendirilmesine de bizim önemli katkı sunmamız gereklidir. Dış ilişki faaliyetlerimiz en başta da bunu gözetmek ve esas almak durumundadır. Yine propaganda faaliyetlerimiz gereken eğitim ve bilinçlenmeyi mutlaka yaratabilmelidir. Tabi bu durum, bizim açımızdan taktik ilişki ve ittifakları da önemli kılmaktadır. Özellikle karşıt cephe içindeki çelişkileri doğru görüp değerlendirmek, bunları sürekli büyütüp kullanabilmek önemli olmaktadır. Bu süreçte Irak’ın TC işgaline karşı çıkan siyasi çevreleriyle ilişki kurup ittifak geliştirmeye çalışmak gerekir. Aslında faşist-soykırımcı TC tehdidi Kürtlerden sonra Arapları hedeflemektedir. Zor da olsa Arap devletlerini bu yönlü etkilemeye çalışmak, özellikle de Arap toplumuna ulaşıp bu bilinci aktarmak önemli sonuçlar verir.
Ne kadar ideolojik ve örgütsel çizgi mücadelesi, o kadar siyasi ve askeri mücadele
Değerli Yoldaşlar!
Görülüyor ki, faşist-soykırımcı düşmanın hayalleri geniş ve amaçları büyüktür. Faşist şefler Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli ikilisi TC devletine böyle bir ufuk ve hedef kazandırmaya çalışmaktadır. Fakat koşulları zor ve imkânları azdır. Daha çok da Kürt işbirlikçiliğine ve ihanetine dayanarak yürüme çabasındadır. Dolayısıyla kendi hayalleri içinde boğulmaları mümkündür. Bunu da esas olarak Kürdistan özgürlük mücadelesi yapabilir. Bu yeni Hitlerciliğin ve Osmanlıcılığın önü Kürdistan’da kesilebilir. Bunun imkân ve fırsatları ziyadesiyle vardır. Şimdiye kadar Önder Apo öncülüğünde yürütülen mücadele bu gerçeği açığa çıkarmıştır. Zaten Önder Apo da şimdiye kadar yapılanın esas olarak bir aydınlanma ve hazırlık olduğunu, esas ve kalıcı gelişmelerin bundan sonra ortaya çıkartılacağını belirtmiştir.
Kısaca AKP-MHP faşizmini yıkmak ve TC’nin yeni hayallerini kırmak mümkündür. Ancak bunun için çok yaratıcı, hamleci, çok yönlü bir siyasi ve askeri mücadeleye ihtiyaç vardır. Siyaset ve askerlikteki darlığın, sınırlılığın, tutuculuğun, korumacılığın, savunmacılığın ve yetinmeciliğin aşılması gereklidir. Bunun için de yeterli bir zihniyet ve ideolojik-örgütsel çizgi duruşu ve mücadelesi gerekir. Geçen dönemde yaptığımız toplantılar ve yürüttüğümüz tartışmalar göstermiştir ki, küçümsememekle birlikte, esas olarak düşmanın teknik gücü ve destekçilerinin çokluğu nedeniyle zorlanmıyoruz; tam tersine kendi zihniyet ve tarz yetersizliklerimiz sonucunda zorlanıp zayıf kalıyoruz.
Aslında yaptığımız yönetim toplantılarında siyasi ve askeri durum ve olası gelişmelerle birlikte partileşme durumunu, ideolojik-örgütsel çizgi mücadelesini yürütme düzeyimizi de çok yönlü tartışıp önemli sonuçlara ulaştık. Bu tartışma durumunu bahar sürecinde de devam ettirdik ve özellikle ideolojik-örgütsel çizgi sorunları üzerinde durup çözümler geliştirmeye çalıştık. Tüm bunlar bize açıkça gösterdi ki, ideolojik ve örgütsel çizgi mücadelesine yeterince önem verilmiyor. Dolayısıyla da partileşmeye yeterince önem verilmemiş olunuyor. İdeolojik-örgütsel çizgi mücadelesinden kopuk, dar siyasi ve askeri yaklaşım bizde çok güçlü.
Parti bir zihniyet ve ideolojik-örgütsel çizgi olarak ele alınmıyor; tersine siyasi ve askeri güç olarak görülüyor. Başa siyasi ve askeri durum ve mücadele alınıyor; ideolojik ve örgütsel çizgi gerçeği ise bunlara uyarlanmaya ve hizmet eder kılınmaya çalışılıyor. Yani ideolojik-örgütsel çizgi mücadelesi, siyasi ve askeri mücadeleye hizmet etmesi oranında ele alınıyor. Öncelik siyaset ve askerliğe veriliyor, ideolojik-örgütsel durum ise bunlara uyarlanmaya çalışılıyor. Böyle yaklaşınca, elbette PKK ve PAJK’ın bir Önderlik Partisi olma gerçeği tam olarak anlaşılmıyor ve doğru bir biçimde örgütlenip eyleme geçirilemiyor.
Oysa biz bir Önderlik partisiyiz. Önderlik demek, en başta bir zihniyet ve ideolojik-örgütsel çizgi gerçeği demektir. Kuşkusuz Önderlik gerçeğimiz eylemi de içermektedir; fakat eylemi, zihniyetin ve ideolojik-örgütsel çizginin hayata geçirilmesi için gerekli görüp uygulamaktadır; yoksa önce eylemi belirleyip zihniyeti ve ideolojik-örgütsel çizgiyi ona göre ele almamaktadır. Önderlik doğrumuz şudur: Ne kadar ideolojik ve örgütsel çizgi mücadelesi, o kadar siyasi ve askeri mücadele! Yani ideolojik-örgütsel çizgi mücadelesindeki başarının düzeyi siyasi ve askeri mücadeledeki başarı ve zaferi yaratır. Yani ideolojik-örgütsel çizgi mücadelesi önce gelir ve siyasi-askeri mücadelenin düzeyini belirler. Yoksa siyasi ve askeri mücadele, ideolojik-örgütsel çizgi mücadelesinin düzeyini belirlemez.
Nitekim Önder Apo, hep savaştaki zaferin yaşamda kazanıldığını belirtti. Savaştaki kayıplarımızın yaşamdaki kayıplardan kaynaklandığını söyledi. Yaşam tarzı, zihniyet ve ideolojik duruşu ifade etmektedir. Yaşamda özgürlük savaşta zaferi yaratmaktadır. O halde söz konusu yanlış anlayışı tamamıyla düzeltmek gerekir. Siyasette ve savaşta kazanabilmek için, ideolojik-örgütsel çizgi mücadelesinde kazanmamız gerektiğini bilmemiz gerekir. Tabi bu temelde de ideolojik-örgütsel çizgi mücadelesinden kaçmamamız, bu mücadeleyi başkalarına havale etmememiz, tersine günün yirmi dört saatinde yürütmemiz gerekir. Siyaset ve askerliğin, yani pratik çalışma ve mücadelenin ideolojik-örgütsel çizgimizi, onun ilke ve ölçülerini hayata geçirmek için olduğunu bilmemiz gerekir.
Sınıf mücadelesi bizde gerektiği kadar yürütülmüyor
Değerli Yoldaşlar!
Çok konuşulup yazılıyor, fakat ideolojik mücadele bizde açık ve somut olarak yürütülmüyor. Ya teori ile karıştırılıp düşünce düzeyinde ele alınıyor, ya da toplantıdan toplantıya, platformdan platforma yapılan bir iş olarak görülüyor. İdeolojinin yaşam tarzıyla bağı, dolayısıyla yaşam somutluğu görmezlikten geliniyor. Bunun sonucunda birçok parti dışı anlayış ve davranıştan söz ediliyor, bunlar raporlara da işleniyor, fakat ciddi bir düzeltme yaşanmıyor; tersine aynı durum tekrarlanıp gidiyor. Kuşkusuz söz konusu tekrar da yozlaşmayı ve çürümeyi ortaya çıkartıyor.
Örneğin yanı başımızda her türlü bireycilik ve maddiyatçılık gelişiyor, özel mülkiyetçilik oluşuyor, Önder Apo’nun geliştirdiği komünal yaşam ve fedai çizgisi yok ediliyor, her şey para ile ve para karşılığı yapılır hale geliyor; ama bunlara karşı çoğumuzdan çıt bile çıkmıyor, iki yüzlüce bir görmezlikten gelme durumu yaşanıyor, dahası sözde karşı çıkılıyor görünse bile içten içe adeta haklılık payı veriliyor. Bu belirttiklerimize abartı demeyelim; şöyle bir etrafımıza bakalım, hatta kendimize biraz daha eleştirel bakabilelim, o zaman bunların hepsinin birer gerçek olduğunu göreceğiz. Devrimci mücadelemizin en çok geliştiği Bakur’a, Rojava’ya, diğer alanlara bakalım; küçük-burjuva bireyciliğinin en ileri düzeyde yaşandığını görürüz. Kuşkusuz bu da liberalizm ve dolayısıyla kapitalizm demektir. ‘Sosyalizm’ diyerek kapitalizmi yaşamak, ‘demokratik moderniteden’ söz ederek kapitalist moderniteyi yaşamak adeta bir kader halini almış gibidir.
Öyle anlaşılıyor ki, Önder Apo’nun sınıflaşmaya ve sınıf mücadelesine ilişkin görüşlerine yanlış yaklaşılıyor. Ya da bu durum bilinçli olarak çarpıtılıyor. Evet, Önder Apo toplumun sınıflarla ve toplumsal gelişmenin de sınıf mücadelesi ile tanımlanmasını dar ve yetersiz buldu. Bu temelde Marksist değerlendirmeleri eleştirdi. Toplumsal var oluşu esas olarak politik ve ahlaki ilişki ve işleyiş ile tanımladı; toplumsal gelişmeyi politika ve ahlakın işlerliğine bağladı. Fakat toplum içindeki sınıflaşmayı reddetmedi, yine sınıf mücadelesinin olmadığını belirtmedi. Tersine kentlerdeki iktidar ve devletleşmenin önemli bir dayanağının sınıflaşma olduğunu ifade etti. Önder Apo’nun doğru bulmadığı, toplumu salt sınıfla ve toplumsal gelişmeyi de salt sınıf mücadelesi ile ifade etme yaklaşımlarıydı.
Ancak şimdi bizde görünen, Önder Apo’nun bu yaklaşımına dayanarak adeta toplumdaki sınıflaşmayı ve dolayısıyla sınıf mücadelesini tümden reddetme oluyor. Kitle çalışmasına yönelirken, adeta sınıf çizgimiz yok sayılıyor. Bir işçi ve emekçi hareketi olduğumuz adeta unutuluyor. İşçi ve emekçilerle, yine kadın ve gençlerle, diğer toplumsal kesimler adeta eş tutuluyor. Toplum içindeki sınıf farklılıkları ve bundan doğan sınıf mücadelesi görülmüyor ve toplumsal çalışmalar bu temelde ele alınmıyor. Toplum içinde ideolojik mücadele yürütme ve toplumu ideolojik çizgi temelinde örgütleme gerçekleşmiyor.
Kuşkusuz bu durum da etkisini olduğu gibi parti içindeki ideolojik mücadeleye yaklaşımda gösteriyor. Parti içi ideolojik mücadelenin çok önemli bir yanı olarak sınıf mücadelesi ele alınmıyor ve esası liberal bireycilik demek olan küçük-burjuva sınıf özelliklerine ve etkilerine karşı yeterince mücadele edilmiyor. Oysa pratikte yaşanan darlık, tutuculuk, liberalizm, oportünizm, örgüte gelmeme, disiplinsizlik, kısaca her türden bireycilik küçük-burjuva sınıf özelliği oluyor. Çokça yaşanan orta yolculuklar küçük-burjuvalıktan kaynaklanıyor. Kuşkusuz küçük-burjuva sınıf özelliklerine karşı mücadele edip onları yenmeden de parti içinde ve birey şahsında doğru sınıf çizgisi hayat bulmuyor.
Bu nedenle hem parti içinde ve hem de toplumsal zeminde ideolojik mücadelenin temel bir boyutu olarak sınıf mücadelesini mutlaka yürütmemiz gerekiyor. Özü kaypaklık ve her renge girme demek olan küçük-burjuva sınıf özelliklerinin tüm görüntülerine karşı parti içinde yoğun bir sınıf mücadelesi vermemiz şart oluyor. Bu temelde bireyciliğin ve maddiyatçılığın tüm görüntülerini ortadan kaldırmamız gerekiyor. Tam bir komünal yaşamı ve kolektif çalışmayı ortaya çıkarmamız gerekiyor. Çok küçük gibi görünse de özel mülkiyetçiliğin tüm belirtilerini yok etmemiz gerekiyor.
Kuşkusuz ideolojik mücadelenin temel bir boyutu da cins mücadelesi oluyor. Bu da esas itibariyle erkek egemen zihniyet ve ölçülere karşı mücadele etmeyi içeriyor. Kadınlar için, bu durumun kadın üzerindeki etkilerine karşı mücadele etmek de ekleniyor. Ancak bu noktada da ‘cins mücadelesi’ denip geçiliyor ve bu mücadelenin pratik gerekleri yeterince yerine getirilmiyor. Özellikle erkek arkadaşlar, sorun kendi egemen anlayış ve tutumları olmasına rağmen, bu mücadeleyi kendi işleri ve görevleri olarak görmüyorlar. Yani özeleştiri verip, özgürlük çizgisinde kendilerini doğru eğitmeye yanaşmıyorlar. Bu durum olduğu gibi toplumsal çalışmaya da yansıyor. Cins mücadelesi adına çok soyut ve kaba-dar şeyler yaşanıyor. Basit yaşam arayışı içimizde gelişme gösteriyor.
Çok açık ki, bu hususları da birer abartı olarak değerlendirmemek lazım. Şöyle etrafımıza bir bakalım, bu konuda ne denli şekilsizliğin ve yozlaşmanın yaşandığını sayısız örneklerde görebiliriz. Cins mücadelesi yürütmeyen, erkek egemen zihniyet ve ölçüleri aşmayan bir kişinin asla doğru devrimci militan olamayacağını ve pratikte başarı kazanamayacağını Önder Apo çok net olarak belirtti. Parti ve toplum içindeki ihanetlerin temel bir nedeninin bu olduğunu belirttiği gibi, pratik başarısızlıkların temel bir nedeninin de bu durum olduğunu açıkça ifade etti. Bakur’da parti çizgimiz bu temelde eridi ve “İki PKK’linin bile olmadığı” bir duruma bu temelde geldik. Şimdi Rojava’nın yaşadığı en temel zorlanma ve parti içi erime de bu temelde yaşanıyor.
Açıkça belirtelim ki, PAJK Koordinasyonu ve YJA-Star Merkez Karargah Komutanlığı bu durumu ve özellikle erkek arkadaşların, hem de çok eski olan erkek arkadaşların yaşadıkları geri durumları şiddetle eleştiriyor, yaşanan bazı olayların acınacak ve de öfke duyulacak bir durumu ifade ettiği ni belirtiyorlar. Elbette biz de aynen katılıyoruz ve söz konusu eleştiriler herkes tarafından ciddiye alınması gerekiyor. Bu durumun fedailikte zirve yapan gerilla içinde yaşanması, dünyaya ışık tutan bir devrimi geliştiren coğrafyada yaşanması elbette üzerinde çok daha fazla durmayı gerektiriyor. Hem erkek egemen zihniyet ve ölçülere karşı kadın özgürlük çizgisinde mücadele etmeyen anlayış ve tutumları ve hem de bu mücadeleyi çeşitli biçimlerde sulandırıp zayıf düşüren yaklaşımları doğru bir eleştiri ve özeleştiri ile mutlaka aşmamız gerekiyor.
Örgütlenme ancak eğitim temelinde gerçekleşir
Değerli Yoldaşlar!
İdeolojik-örgütsel çizgi mücadelesinde yaşanan çok önemli bir hata da, ideolojik-örgütsel mücadeleyi sadece parti ve gerilla içinde yaşanan, ama toplum içinde yaşanmayan bir durum olarak görme yaklaşımıdır. Parti yönetimimizin son dönemlerde yürüttüğü yoğun tartışmalar, bu durumun da yaşadığımız sorunların çok önemli bir nedeni olduğunu göstermiştir. Esas olarak bu nedenle toplumu eğitemiyor ve de örgütleyemiyoruz. Demokratik ulus inşasının gelişimi ve demokratik konfederalizmin örgütlenmesi bu nedenle zayıf kalıyor. Bu durumu da mutlaka doğru çözümleyip ve erkenden aşmamız gerekiyor.
Dikkat edilirse, 1970’li yıllarda, yani birinci partileşme döneminde temel görev ideolojik-siyasi çizginin yaratılması ve bu temelde öncü devrimci hareket olarak partinin örgütlendirilmesiydi. Bu nedenle de eğitim ve ideolojik mücadele sadece parti kadroları düzeyindeydi ve parti örgütlenmesi içindeydi. Yoğun ideolojik mücadele ile kadroları eğitip parti örgütünü açığa çıkarmaya çalışıyorduk. Çünkü eğitim, ideolojik-örgütsel çizginin özümsenmesi ve benimsenmesi demektir. Örgütlenme de ancak eğitim temelinde gerçekleşir. Yani ancak eğittiğimiz insanları örgütleyebiliriz ve disiplinli yaşam ve çalışma içine alabiliriz.
1980 ve 1990’lı yıllarda, yani 2. Partileşme Dönemi’nde temel görev 12 Eylül faşist-askeri rejimine karşı gerilla savaşı yürütmekti; bunun için de gerilla ordusunun eğitimi ve örgütlenmesi gerekiyordu. Kuşkusuz gerillanın örgütlenmesi de ancak parti öncülüğüyle mümkün oluyordu. Bu nedenle, birinci dönemin temel görevi olan parti örgütlenmesi çalışması 2. Partileşme Dönemi’nde de devam ediyordu. Ancak parti öncülüğü, gerillayı örgütleyip yönettiği ölçüde var olabiliyor ve de pratikleşebiliyordu. Dolayısıyla ideolojik mücadele parti ve gerilla içinde yürütüldü; dönemin temel örgütlenmesi ve mücadelesi bu temelde geliştirildi.
Açık ki, 2004’ten bu yana 3. Partileşme Dönemi’ndeyiz. Dönemin temel görevi demokratik konfederalizmin örgütlenmesi ve demokratik ulus inşasıdır. Bunun için de toplum içinde ideolojik mücadelenin ve bu temelde eğitimin geliştirilmesi gerekir. Çünkü ancak toplumu özgür birey ve demokratik komün çizgisinde eğittiğimiz oranda örgütleyebilir, örgütlü görev ve sorumluluk içine çekebiliriz. Elbette bu görev de parti ve gerilla öncülüğünde gerçekleştirilir. Yani partiyi ve gerillayı eğitip örgütleme görevi üçüncü partileşme döneminde de devam etmektedir; ancak bunlara bir de demokratik ulus çizgisinde toplumun eğitilmesi ve örgütlenmesi görevi eklenmektedir. 3. Partileşme Dönemi’nin önceki dönemlerden temel farkı bu olmaktadır.
Toplumun demokratik ulus çizgisinde örgütlenebilmesi için, güçlü bir ideolojik-örgütsel eğitimden geçirilmesi gerekir. Yani ancak ideolojik olarak eğittiğimiz kadar toplumu örgütleyebiliriz. Demokratik ulusun ideolojik çizgisi de özgür birey ve demokratik komündür. O halde, 3. Partileşme Dönemi’nin temel görevi olan demokratik ulus inşasını gerçekleştirebilmek için, toplumun özgür birey ve demokratik komün çizgisindeki ideolojik eğitimini sürekli ve yeterli düzeyde geliştirmemiz gerekir.
Fakat bizde yapılmayan da budur. Eğitim denince sadece parti ve gerilla akla gelmekte ve eğitim sadece bunlar için gerekli görülmektedir. İdeolojik mücadele denince yine sadece parti ve gerilla akla gelmekte, sadece parti ve gerilla içinde ideolojik mücadele yürütülür sanılmaktadır. Toplum için eğitim ve ideolojik mücadele gerekli ve yapılabilir görülmemektedir. Bu nedenle ve toplum ideolojik çizgi temelinde eğitilmediği için de örgütlenememekte ve bu da demokratik ulus inşasının sözünü etmeyi, ama pratiğini yapamamayı ortaya çıkarmaktadır. Bu da toplumsal ve siyasal sistem olarak KCK’nin örgütlendirilmesini engellemektedir.
Bizim kitle pratiğimiz incelendiğinde somut olarak görülen şu oluyor: Eğitimsiz toplumu örgütleme yaklaşımı. İdeolojisiz demokratik ulus inşası çabası. İdeolojik çizgisiz ve eğitimsiz bir KCK anlayışı. Bunların da yanlış olduğu ve bu temelde herhangi bir pratiğin geliştirilemeyeceği açıktır. Nitekim pratikte yaşanan da bu olmaktadır. Çok açık ki, özgür birey ve demokratik komün çizgisine dayanmayan bir toplum örgütlenmesi hiçbir zaman KCK olmayacak, olsa olsa yeni bir ulus-devlet inşası olacaktır. Ücretli işçi ve memur çizgisi temelinde KCK değil, ancak bir ulus-devlet inşa edilebilir.
Demek ki ideolojik-örgütsel çizgi sadece parti ve gerilla için gereklidir, fakat demokratik ulus için, yani KCK için gerekli değildir demek doğru değildir. İdeolojik-örgütsel çizgi mücadelesini sadece parti ve gerilla içinde gerekli görüp, toplum içinde, demokratik ulus içinde gerekli görmemek doğru değildir. Bu konulardaki yanlış anlayışlar, sahiplerini PKK’siz de KCK olur ya da KCK’yi örgütlemeden de 3. dönem PKK’si var olabilir gibi yanlış bir anlayışa götürmektedir. Bu da PKK ile KCK’yi aynılaştırma veya karşıtlaştırma gibi yanlış anlayışları ortaya çıkarmaktadır ki bu, çok sayıda PKK kadrosunu, sanki KCK’yi örgütlemek kendi işi ve görevi değilmiş gibi yanlış bir anlayış içinde tutmaktadır. Oysa PKK ruh, KCK bedendir; Önder Apo böyle tanımladı. O halde ruhsuz beden olamayacağına göre, PKK’siz KCK de olamaz. Yine bedenleşemeyen ruhun bir varlığı olamayacağına göre, KCK’yi örgütlemeden PKK de gerçek anlamda var olamaz.
Açık ki bu alanlarda yaşanan tüm yanılgıları ve kafa karışıklıklarını aşmak gerekiyor. Yine bilinçli karıştırmalara ve çarpıtmalara da fırsat vermemek gerekiyor. İşler zor ve karmaşıktır diyerek 3. dönem partileşmesinin temel görevlerinden kaçmamak gerekiyor. Parti ve gerilla içinde sınıf ve cins mücadelesine dayalı ideolojik-örgütsel çizgi mücadelesini geliştirmek kadar, demokratik ulus çalışmaları içinde de söz konusu ideolojik mücadeleyi geliştirip toplumu doğru ve yeterli eğiterek demokratik ulus inşasını gerçekleştirmek gerekiyor. Toplumsal eğitim ve örgütlenmede bireyciliği, maddiyatçılığı, özel mülkiyetçiliği aşarak, özgür birey ve demokratik komün çizgisinde kooperatif komünal mülkiyeti ve özgür yaşamı geliştirmek gerekiyor. Ancak bu temelde 3. Partileşme Dönemi’ne girilip, öngördüğü temel görevler yerine getirilebilir. Ancak bu biçimde paradigma değişimi gerçekleştirilip, demokratik modernite paradigması temelinde eğitim ve örgütlenme çalışması yürütülebilir.
Komitelerin işleyişini gerçek parti yönetimleri haline getirmeliyiz
Değerli Yoldaşlar!
Son dönem yönetim tartışmalarımızın ortaya çıkardığı önemli bir sonuç da parti komitelerinin kolektif çalışmadığı, gerçek anlamda bir parti komitesi haline gelemediği ve yüklendiği görevleri başarıyla yürüten bir yönetim olamadığı hususudur. Evet, hemen her alanda komitemiz var ve parti kadrolarının büyük çoğunluğu da bu komitelerde örgütlü. Eskisi gibi sadece merkezi komiteler düzeyinde değiliz ve parti kadrolarının çoğu komiteler dışında bireyciliği yaşar durumda değil. Fakat biçimsel olarak komiteleri oluşturmak da gerçek parti komiteleri haline gelmeyi ifade etmiyor. Bir parti komitesinde şeklen yer almak da bir kadroyu parti kolektivizmine katmıyor ve gerçek anlamda örgütlü kılmıyor. Bu noktada biçimle özü uyumlu ve bütünlüklü hale getirmemiz gerekiyor.
Pratiğe baktığımızda somut olarak şunu görüyoruz: Evet her alanda parti komiteleri var ve görünüşe göre komite düzeninde yaşanıp çalışılıyor. Fakat bu durum biçimsel ve yüzeyseldir, içi tam olarak doldurulmuyor. Örneğin parti komiteleri komünal yaşamıyor, yaşamda bireycilik fazlasıyla hakim. Yine parti komiteleri kolektif çalışmıyor, herkesin kendine göre pratikleşmesi durumu yaşanıyor. Parti komiteleri kendi içinde yeterli toplantı yapmıyor ve ideolojik, örgütsel ve pratik sorunları yeterince tartışmıyor. Toplantılar esas olarak dar ve şeklidir, çoğunlukla bir pratik tekmil toplantısı biçimindedir. Toplantılarda pratik tekmil tutulup, ardından hemen dağılma yaşanmaktadır. Tabi her arkadaş da gittiği yerde kendi bireysel anlayışına göre çalışıp kendi düşüncelerini parti adına pratiğe geçirmektedir. Komiteler bünyesinde ve arkadaşlar arasında yeterince tartışma, görüş alışverişi ve görüş birliği yaratma yaşanmamaktadır. Sonuçta herkes kendi anlayışını esas almakta ve bizde bireycilik ve parçalılık anlayış düzeyinde yaşanmaktadır.
Şimdi gerçek durumumuz şudur: Önder Apo ve parti hepimizi eğitmiş ve belli bir anlayış düzeyi kazandırmıştır. Olayları bir ölçüde anlama, yorumlama ve düşünce üretme gücümüz var. Buna dayanarak hemen her konuda düşünce üretebiliyor ve görüş belirtebiliyoruz. Ama bu, şu anlama gelmiyor: Hep kendi bireysel görüşümüzü esas alacağız ve sadece onu uygulayacağız. Hayır, böyle olmaması gerekiyor. Böyle olursa herkes kendi anlayışını uygular ve o zaman da parti parçalanır. Halbuki Önderlik ve parti, bizi, partiyi parçalayalım diye eğitmedi; tam tersine parti anlayışını zenginleştirelim ve partiye güç katalım diye eğitti. Fakat kendi düşüncesinde ısrar, bulunduğu ortama onu dayatma, pratikte örgüt kararı yerine kendi anlayışını uygulama fazlasıyla yaşanıyor. Bu da parti birliğini ve eylemini parçalıyor.
Şu hususu da ekleyelim: Özgürlük Mücadelesi gelişmiş ve önemli imkân ve fırsatlar ortaya çıkarmıştır. Bu da devrimciler olarak hepimizi etkilemekte ve bu temelde çok şey yapmak istemekteyiz. Örneğin arkadaşlar pratiğe gidiyorlar ve ortaya çıkan imkân ve fırsatları görüyorlar. Bunlara bakıp birçok düşünce ve tasarı oluşturuyorlar. Ondan sonra da ‘benim düşüncem var, projem var, bunu uygulayacağım’ diyorlar. İyi de söz konusu imkân ve fırsatları parti ortaya çıkardı, partinin de düşünce ve projeleri var, bu imkân ve fırsatları parti düşünce ve projeleri temelinde kullanmak istiyor, sana verir mi, sana niçin versin? Fakat arkadaşlar buna bakmıyorlar, yaşanan gelişmeleri görünce heyecanlanıyorlar ve ‘ben düşüncelerimi uygulayacağım, buna fırsat verilsin’ diyorlar. Sadece kendi düşünce ve projeleri olduğunu sanıyorlar. Halbuki her kadronun benzer düşüncesi ve projesi var. Peki hepsi kendi bildiğini yaparsa, ortada parti bütünlüğü ve ortak çalışması diye bir şey kalır mı?
Belli ki böyle olmaz, işler bu biçimde yürümez. Kendi düşüncemizi dayatarak, kendi projemizi uygulayarak parti birliğini ve devrimi geliştiremeyiz. Peki bu durumda ne yapmalıyız? Hiç düşünmemeli miyiz? Yoksa hiç proje, tasarı üretmemeliyiz? Tabi ki böyle de doğru değildir. Parti bizi düşünmeyelim ve proje üretmeyelim diye değil, tersine bunları yerinde ve zamanında gerektiği kadar yapalım diye eğitti. Söz konusu imkân ve fırsatları, onları mücadeleye dönüştürerek daha da büyütelim diye ortaya çıkardı. O halde ne yapacağız? Belli ki bireysel düşünce ve projelerimizde ısrar etmeyecek ve onları dayatmayacağız; tersine onları parti düşünce ve kararlarının zenginleşmesi için kullanacağız. Bireysel düşünce ve projelerimizi esas alır ve onları dayatırsak, o zaman partiyi parçalarız. Hiç düşünce ve proje üretmezsek, o zaman da parti gelişimine katkı sunmamış oluruz. Açık ki bu iki durum da yanlıştır. Peki doğrusu nedir? Parti kadroları olarak sürekli düşünüp yoğunlaşarak yeni düşünceler ve projeler üretmeliyiz, ancak bunları bireysel olarak esas alıp dayatmamalı, tersine parti kolektivizmi içinde tartışarak görüş birliğine ulaşıp partiye katkı yapmalıyız.
Peki, Parti içinde anlayış birliği nasıl yaratılacaktır? Esas sorunumuz bir de bu noktada yaşanmaktadır. Kuşkusuz benim düşüncem var, herkes gelip benim düşünceme katılsın diyemeyiz. PKK ve PAJK’ta hiç kimse bir başkasına katılmaz, herkes sadece Önderliğe katılır. O halde, demek ki birliği Önderlik çizgisini anlamada yaratmalıyız. Bunun için de kendi bireysel görüşlerimizi sonuna kadar esas almamalıyız, sonuna kadar dayatıcı olmamalıyız. Böyle yaparsak parti birliğini parçalarız. Unutmamalıyız ki, diğer yoldaşların da görüşleri vardır, onlar da düşünüp yeni görüşler üretiyorlar. O halde onları da dinlemeyi bilmeliyiz. Bu temelde yoldaşlarla yapıcı tartışmaya, sonunda ikna olmaya ve ikna etmeye her zaman hazır olmalıyız. Tartışma da esas olarak parti kongre ve konferanslarında yapıldığı gibi, parti komitelerinde, yani yönetimlerde, onların toplantılarında yapılır. Komite, yani yönetim toplantılarını işte bu düzeyde ele alıp önemsemeli ve pratikte de böyle işlevsel kılmalıyız.
Açık ki kendi görüşünde dayatıcı olmak partiyi parçalayıcı etki yapar. Yoldaşlarla tartışarak ortak görüşte birleşmek ise partinin düşünce ve karar düzeyini geliştirir. Bu temeldeki bireysel düşünce ve öneriler, partinin düşünce ve karar gücünün geliştirilmesi açısından zenginlik olma işlevi görür. Doğru ve gerekli olan budur. Bunun da parti toplantılarında ve esas olarak yönetim toplantılarında sağlanması gerektiği açıktır. O halde tüm komite toplantılarımız bu düzeye getirilmelidir. Toplantılar tekmil düzeyini aşarak, gerçek yönetim toplantıları haline getirilmelidir. Hem gündem ve hem de içerik bakımından böyle bir düzeye ulaşmak, söz konusu komiteleri gerçek yönetimler haline getirir. Yoksa biçimsel bir yönetim durumu ortaya çıkar ki, bu da pratikte darlığı ve yüzeyselliği doğurur. Pratikte yaşanan sorunların esasının da bu tarz bir yönetim duruşundan kaynaklandığı açıktır. O halde komite işleyişlerini düzeltip gerçek parti yönetimleri haline getirmeyi bilmeliyiz. Yönetimlerimizi her bakımdan devrimci pratiğe başarıyla öncülük eder hale getirmeliyiz. Yönetimlerin sorun üreten veya çözemeyen durumdan çıkıp, sürekli başarı kazanan yönetimler haline gelmesi ancak böyle sağlanır. Demek ki esas olarak komite işleyişinde ve yönetim tarzında da değişiklik ve düzeltme yapmamız gereklidir.
Rojava’da Hakikat Devrimi çok daha kapsamlı ve derinlikli olarak yaşanacaktır
Değerli Yoldaşlar!
Kuşkusuz burada belirttiğimiz ideolojik, örgütsel, siyasi ve askeri görevler, gereken değişim ve düzeltme en çok da Rojava alanını ilgilendirmektedir. Çünkü bu alanda on yıldır dünyayı etkileyen büyük bir devrim yaşanmaktadır. Önümüzdeki 19 Temmuz itibariyle söz konusu özgürlük devrimi onuncu yılını tamamlayacaktır. Böylece ikinci on yıla giriş yapılacaktır. Elbette ilk on yılı tamamlamak ve ikinci on yıla girmek Rojava Özgürlük Devrimi açısından büyük önem taşımaktadır. İnanıyoruz ki devrimin onuncu yıldönümü vesilesiyle Kuzey-Doğu Suriye özgürlük güçleri ve halkları ilk on yıl pratiğinin kapsamlı ve derinlikli değerlendirmesini yapacak, eleştirel ve özeleştirel bir yaklaşımla geçen on yılın zengin derslerini çıkartacak ve yeni mücadele sürecine taşıyacaktır. Daha şimdiden bu durumu gündem yaparak, tarihi devrimin onuncu yıldönümünü büyük hazırlıklarla karşılayacak ve ikinci on yılı genel hatlarıyla planlayacaktır.
Çok açık ki, devrimin ilk on yılında büyük bir mücadele yürütülmüş ve tarihi önemde gelişmeler yaratılmıştır. Bunun için halkların gücü seferber edilerek, on binden fazla şehit verilmiştir. Bu temelde de hiç kimsenin beklemediği ve hesap etmediği olaylar ve sonuçlar ortaya çıkartılmıştır. Bundan dolayı Kuzey-Doğu Suriye halklarını daha şimdiden bir kez daha kutluyoruz. Kahraman şehitlerini saygı ve minnetle anıyor, ikinci on yılda da üstün başarılar diliyoruz.
Çok iyi biliniyor ki, devrimin ilk on yılı daha çok siyasi ve askeri mücadele ağırlıklı geçti. Kuzey-Doğu Suriye halkları böyle bir mücadele ile faşist DAİŞ çetelerini yenme ve insanlığı bu beladan kurtarma onurunu kazandı. Bu temelde AKP-MHP faşizmine karşı da çok önemli bir mücadele yürüttü. Fakat böyle bir mücadele Efrin, Girê Sipî ve Serêkanî’nin işgalini önleyemedi. Şimdi devrimin ikinci on yıl hedefleri içinde işgal edilmiş olan bu toprakların kurtarılması görevi var. Öncelikle bu görevin doğru anlaşılıp iyi planlanacağına ve gereklerinin de pratikte başarıyla yerine getirileceğine inanıyoruz.
Kuşkusuz ikinci on yılda Rojava Özgürlük Devrimi esas olarak devrimin yayılması ve derinleştirilmesi hususu üzerinde yoğunlaşacaktır. Özgürlük devriminin Kürdistan’ın diğer parçalarındaki mücadelelerle daha çok birleştirilmesi kadar, tüm Suriye’ye ve ora üzerinden tüm Arabistan’a yayılması görevi ortada durmaktadır. Başta kadınlar ve gençler olmak üzere tüm Suriye halkları içinde Önder Apo’nun düşüncelerinin yayılması, demokratik modernite çizgisinde toplumların eğitilip örgütlendirilmesi ve kardeşlik temelinde demokratik ulus yaşamının inşa edilmesi görevleri, en temel devrimci görevler olarak başarılmayı beklemektedir. Somut duruma uygun planlı ve örgütlü bir çalışma ile böyle tarihi bir devrimci görev mutlaka başarıyla yerine getirilebilir.
Elbette Kuzey-Doğu Suriye’de özgürlük devriminin derinleştirilmesi ve daha fazla topluma mal edilmesi görevi de başarılması gereken en temel devrimci görev durumundadır. İlk on yılda devrimin siyasi ve askeri boyutları öne çıkarken, kuşkusuz ikinci on yılda da devrimin ideolojik ve kültürel boyutları öne çıkacaktır. Dolayısıyla Kuzey-Doğu Suriye’de ikinci devrimci hamle bir zihniyet devrimi, ideoloji ve kültür devrimi hamlesi olacaktır. Bu temelde Önder Apo’nun tanımladığı Hakikat Devrimi bu alanda çok daha kapsamlı ve derinlikli olarak yaşanacaktır. Bu da toplumun zihniyet ve vicdan yapısında derinlikli bir toplumcu değişimi, yaşam tarzı ve ölçülerinde her türlü bireyci-liberal etki aşılarak komünalizmin yaşanılır hale gelmesini ifade edecektir.
Kuşkusuz Rojava Kürdistan’da ve tüm Kuzey-Doğu Suriye’de devrimin ilk on yılı içerisinde de çok önemli bir zihniyet değişimi ve ideolojik dönüşüm yaşanmıştır. Halkların kardeşliğini sağlayan demokratik ulus yaşamı bu değişim ve dönüşümün çok önemli bir boyutu olmaktadır. Rojava Devrimini bir kadın devrimi yapacak kadar özgürlük çizgisinde kadın bilinçlenmesinin, örgütlenmesinin ve devrime katılımının sağlanması diğer önemli değişim ve dönüşüm boyutunu oluşturmaktadır. Kürt bireyinde ve toplumunda yaratılan öz güven ve irade yine önemli bir değişim ve dönüşüm boyutunu ifade etmektedir.
Geçen on yılda Kuzey-Doğu Suriye’de yaşanan temel devrimci değişiklikler daha da çoğaltılabilir. Elbette tüm bunlar tarihi öneme sahip değişikliklerdir ve asla küçümsenemezler. Ama hem bu devrimci-özgürlükçü değişim ve dönüşümlerin daha da derinleştirilerek kökleştirilmesine ve hem de yeni ideolojik ve kültürel değişim ve dönüşümün birer devrim düzeyinde yaşanmasına ihtiyaç vardır. Bu temelde iktidar ve devlet sisteminin ve kapitalist modernite düzeninin toplumu tüketen, toplum üzerinde her türlü baskı ve sömürüyü geliştiren, bireyciliği ve özel mülkiyeti kutsayan anlayış ve pratiğine karşı özgür birey ve demokratik komün çizgisinde demokratik modernite inşasının gerçekleştirilmesi gereklidir. Her türlü sömürü, yokluk ve yoksulluk ortadan kaldırılarak özgür yaşamın ve demokratik yönetimin inşasını sağlamak gerekir. Ekonomiden siyasete kadar tüm toplumsal yaşam alanlarında yaşanacak bu değişim ve dönüşümün toplumsal öz savunmayla da tamamlanması kuşkusuz devrimi yenilmez kılar. Uzun süredir bu konularda yapılan tartışmaların ortaya çıkardığı sonuçlar temelinde gereken yenilenmenin, devrimci değişim ve düzeltmenin sağlanacağı kesindir.
Değerli Yoldaşlar!
Bu biçimde yeniden bütünlüklü bir değerlendirme yapmaya ihtiyaç duyduk. Yaptığımız toplantıların ve yürüttüğümüz tartışmaların sonuçlarını bu biçimde tüm parti yapısına aktarmayı gerekli gördük. Zap ve Avaşîn direnişi temelinde içine girdiğimiz varlık-yokluk mücadelesi bir kez daha böyle yapmamızı gerekli kılmıştır. Umut ediyoruz ihtiyaç duyulanı karşılamıştır. Doğru anlaşılır ve doğru uygulanırsa tüm yoldaşların her alanda yürüttükleri özgürlük ve demokrasi mücadelesine gereken gücü katar. Böylece her alanda mücadele zafer çizgisinde yürütülür ve bu da Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen Dem Dema Azadiyê ye hamlemizi zafere taşır.
Şu gerçeği çok iyi biliyoruz ki, her türlü devrimci mücadelede zaferi yaratan esas şey, Önderlik ve şehitler çizgisinde partileşmektir. Ancak böyle bir parti öncülüğü bize zaferin yolunu gösterebilir ve bizi zafere taşıyabilir. Her alandaki tüm yoldaşların da zafer yaratan böyle bir partileşmeyi esas alacakları, Önderlik ve şehitler çizgisine bu temelde katılarak zafer yaratan olacakları kesindir.
Bunlar temelinde, şehadetinin 45’inci yıldönümünde büyük devrimci Haki Karer yoldaşı ve şahsında tüm kahraman şehitlerimizi bir kez daha saygı ve minnetle anıyor; yaşadığımız şehitler günü ve Şehitler Ayı’nda tüm devrimci ve yurtseverleri Önderlik ve şehitler gerçeğini daha doğru anlamaya ve uygulamaya, 50. Yıl Zafer Hamlemizi her alanda başarıyla yürütmeye çağırıyoruz!
Kahrolsun Faşist-Sömürgeci-Soykırımcı Diktatörlük!
Yaşasın Özgürlük ve Demokrasi Mücadelemiz!
Yaşasın Devrimci Halk Savaşımız!
Yaşasın Zap ve Avaşîn Direnişimiz!
Şehît Namirin!
Bijî Rêber Apo!
PKK YÜRÜTME KOMİTESİ