Dış ilişkiler en genel anlamda taraflar arasında karşılıklı menfaatler üzerine kurulan ve geliştirilen ilişkilerdir. Bunun siyaset terminolojisindeki diğer adı diplomasi olmaktadır. Diplomasi, aynı zamanda dış ilişkilerin daha örgütlü geliştirilmesi demektir. Halklar, topluluklar ve devletler düzeyinde olan bu ilişkilerin tarihi neolitik dönem sonrasına kadar uzanmaktadır. Neolitik dönemde yoğunlaşan toplumsallaşmayla birlikte, topluluk birimleri arasındaki komşuluk ilişkilerinin geleneksel ifade edilişi de diplomasi kapsamındadır.
Artık ürünün ortaya çıkmasıyla birlikte ezen ezilen, sömüren-sömürülen, iktidar olan ile olmayanlar arasındaki çelişki ortaya çıktığından günümüze kadar farklı tarihsel dönemlerde, farklı düzey ve boyutlarda, farklı araç ve biçimlerde de olsa süregelen temel bir uğraş olmaktadır.
Dış ilişki ve diplomasi devletler düzeyinde söz konusu olurken buna her zaman karşılıklı menfaatler üzerinde kurulan ilişkiler denilmektedir. Bunun her şeyden önce bir yanılsama ve yanlış tanımlama olduğunu belirtmek gerekmektedir. Doğrusu şudur ki, dış ilişki ve diplomasinin rengini, içeriğini ve düzeyini belirleyen aslında güç olgusu olmaktadır. Güçten kastımız ise hiç kuşkusuz ekonomik, siyasi ve askeri olgulardır. Daha anlaşılır olması için basit bir örnekle izah etmek yararlı olacaktır. Bugün kapitalist modernitenin süper gücü durumunda olan ABD’nin Ortadoğu’da veya dünyadaki herhangi bir uydu rejim ile kurduğu ilişki, karşılıklı menfaat ilişkisi olarak tanımlanabilir mi? Örneğin Kuveyt ile içerisinde olduğu bir ilişki ve diplomasi söz konusudur. Kuveyt devletiyle ABD arasında ne ekonomik, ne siyasi, ne askeri ne de hiçbir alanda hiçbir biçimde kıyaslanmayacak kadar muazzam derinlikte bir güç orantısızlığı ortadayken sözü edilen iki devlet arasında gerçekten hangi eşit ve karşılıklı menfaatler üzerinde kurulan bir ilişki ve diplomasiden söz edilebilir? Açık ki, böyle bir şey mümkün değildir. O halde olan nedir diye soracak olursak; besbelli ki bunun cevabı ABD’nin Kuveyt devleti üzerindeki tartışmasız hegemonyasıdır. Taraflar arasında bazı durumlarda hukuken ve sözde belki karşılıklı temsiliyet ve çıkarlardan söz edilebilir. Ancak gerçek olan belirttiğimiz gibi bunun tam tersidir. Taraflardan hangi devlet daha güçlüyse şekillenen ilişki ve gelişen diplomasinin düzeyi buna göre olmaktadır. Demek ki kapitalist modernite zihniyetine göre ve onun sistemi içerisinde dış ilişki ve diplomasi sorunu özünde bir hegemonik güç olma sorunudur. Devletlerarasında kurulan ilişki ve geliştirilen diplomasiye kimi zaman stratejik ilişki, stratejik ortaklık, birlik vs denilse de bu tür adlandırmalar genellikle hegemonik ilişkiyi gizleme amaçlıdır. İlişkinin özü belirttiğimiz gibi güç olgusu olmaktadır.
Güç olgusu bu ilişkilerde bu kadar belirleyici olurken esas amaç aşırı kar olgusundan başka bir şey değildir. Yani daha fazla sömürü ve daha fazla kar Bunun için her şey mubah, her şey makul ve geçerlidir. Yoksa bırakalım dünyayı ve tarihte olup bitenleri, günümüzde sadece Ortadoğu’da aktüel yaşananları dahi nasıl anlamlandırabiliriz? İnsanlığın, kültürlerin, doğa ve çevrenin katledilmesi ve kirletilmesi pahasına da olsa burada azami kar amacı ve hırsı belirleyici olmaktadır. Devletlerarası kurulan ve geliştirilen tüm ilişki ve diplomasi bundan ibarettir. Bunun içindir ki, dünün vazgeçilmez olan sözüm ona stratejik ortak ve ittifak güçleri bugün kapitalist modernite tarafından rahatlıkla firavun olarak değerlendirilmekte (sanki dün de firavun değillerdi!) ve yine aynı rahatlıkla istediği yere yönelebilmekte, egemenlik kurabilmektedir. Bu tarz ilişki ve diplomasinin özünde insanlık, moral ve manevi değerler, hakkaniyet ve hukuk adına hiçbir şey söz konusu değildir. Bu aynı zamanda kapitalist modernitenin özü ve onun sahip olduğu gücün ne anlama geldiğini ortaya koymaktadır.
İlkeler adına kaba retçilik doğru değildir
Kapitalist modernite günümüzde her ne kadar egemen sistem ise de, tarihsel olarak gelişme ve olgunlaşma aşamalarını geride bırakmış, çözülüş ve kaos sürecini yaşamaktadır. Bunun karşısında sistem dışı ya da çıkarları sistemde olmayan, bu anlamda sistem karşıtı devletsiz halklar ve toplulukların yanı sıra birçok sivil toplum örgütleri, devrimci ve sosyalist güçler bulunmaktadır. Kapitalist modernitenin kirlettiği, çürüterek özünden boşaltmak istediği her şeye karşı bir de demokratik güçlerin politik ahlak eksenli bir hakikat arayışı ve bu temelde gerçekleştirmek istedikleri bir dış ilişki ve diplomasi çalışması söz konusudur. Demokratik modernite güçlerinin; yani, devletsiz halklar ve toplulukların yanı sıra çeşitli sivil toplum örgütlerinin, sosyalist ve devrimci güçlerin sahip oldukları paradigma ve geliştirdikleri zihniyet hiç kuşkusuz farklı olmak zorundadır. Her şeyden önce halkların gerçek demokrasilerine ve özgürlüklerine kavuşmasını esas alan, maddi çıkarlardan çok moral ve manevi değerleri öne çıkaran, gerçekten hukuka dayalı, eşit ve onurlu ilkeler temelinde, ortak çıkarları savunan ve bunun mücadelesini veren bir ilişki, ittifak ve diplomasi anlamlı olmaktadır.
Demokratik modernite güçleri, demokrasi, özgürlük ve eşitlik ilkesi temelinde hareket ederken, aynı zamanda gerçekçi de olmak zorundadırlar. Kapitalist moderniteyi lanetlemek ve karşı çıkmak ayrı bir şeydir. Onun bir olgu ve gerçeklik olduğunu bilerek buna göre bilenen ilkeleri esas alıp mücadele etmek; bazı ilişki ve çelişkilerden istifade ederken bunları devrim mücadelesinin hizmetine sunmak ayrı bir şeydir. İlkeler adına kaba ve retçi bir yaklaşım elbette doğru olmayacaktır. Aynı şekilde kapitalist modernitenin azami kar hırsı temelinde çıkarları uğruna her türlü zulmü, vahşeti ve soykırımı mubah sayan gerçek yüzünü bilerek, bu anlamda asla ona endekslenmeden, bilakis her ilişki ve ortamı bir karşı mücadeleye dönüştürmeyi esas alarak hareket etmek ayrı bir şeydir. O halde bu bilinç ve duyarlılıkla yaklaşmak, ilişki, çelişki ve mücadele sistematiğini buna göre kurmak daha doğru olacaktır.
Konu Kürdistan ve Kürdistan özgürlük mücadelesi olunca, dış ilişki ve diplomasi açısından durum daha da değişmekte ve başka farklılıklar kazanmaktadır. Kürt tarihinde diplomasinin yerini Reber Apo şu şekilde ifade etmektedir: “Kürtlerin tarihinde olumlu veya olumsuz yönde, çok sayıda diplomatik ilişki süreci varlığını hep sürdürmüştür. Çok parçalanmışlık ve topluluklar arasındaki yalıtılmışlık, elçilik faaliyetlerine yüksek değer biçilmesine yol açmış, doğru ifa edildiğinde toplumsal yaşama değerli katkılarda bulunmuştur. Kötü niyetle ve farklı kişisel ve zümresel çıkarlar peşinde ifa edildiğinde ise, düşmanlıklara ve çatışmalara hizmet etmiştir.” Daha yakın tarihlerde devletlerarası diplomasiyle Kürt halkına yaşatılan gerçekliği ise reber Apo şöyle özetlemiştir; “yakın dönemde, kapitalist modernite sürecinde belki de dünya da en çok diplomatik oyunlara kurban edilen halk Kürtler olmuştur. Bütün 19. ve 20. yüzyılda Ortadoğu’nun parçalanmasında ve kapitalist sistemin hegemonyası altına alınmasında Kürtler kurbanlık rolü oynamıştır. Özellikle I. ve II. Dünya Savaşlarının en trajik kurbanları olmuşlardır. Ortadoğu diplomasisinde (ulus devlet diplomasisi) Kürtlere biçilen rol hep piyonluk olmuş ve bu durum çok ağır sonuçlar doğurmuştur. Kürtler soykırıma varan acı tablolarla karşılaşmışlardır. Bunda şüphesiz Kürt işbirlikçileri kadar Kürt direnişlerinin modern yöntemlerden kopukluklarının da önemli payı vardır.”
‘Kürtler küresel çapta anlamlı bir diplomasiye şiddetle ihtiyaç duymaktadır’
Kürdistan, tarihsel olarak sömürgeci güçler tarafından dörde parçalanmış, halkımız da tarihsel olarak devletsiz bir halk olma özelliğini taşımıştır. Bunu şunun için belirtiyoruz: Kapitalist modernitenin dünyamızda parselleyip, paylaşmadığı bir toprak parçası ve etkileyip nüfuz etmediği bir halk neredeyse yok gibidir. Sistemin bu kadar güçlü olduğu işbirlikçi sömürgeci devletlerin ise bu denli acımasız ve her türden soykırımı zalimce uyguladıkları, uluslararası ilişki, devlet ve aslında milletler birliği değil de devletler birliği olan ‘BM’nin hakkında yok hükmü kararını verdiği Kürdistan halkı adına mevcut sistem içerisinde dış ilişki ve diplomasi yapmanın hiç de öyle kolay olmadığı anlaşılırdır. Kürdistan’ın insafsız ve hukuksuz bir biçimde uluslararası anlaşmalarla dört başı mamur bir sömürge durumuna getirildiği bir olgudur. Sömürgeci güçler Kürdistan’ı nasıl dörde bölüp halkımızın üzerinde her türlü soykırımı gerçekleştirdilerse, bugün de her türlü kirli çıkarlarının kurbanı yapmaya devam etmektedirler. Dolayısıyla halkımızın kimliksiz ve giderek kişiliksiz bir duruma getirilmek istenip, dünyada benzeri olmayan bir biçimde statüsüz bırakılmasının asıl sorumlusu kapitalist modernitedir. Çözülmeyen Kürt sorununun ve bundan kaynaklı yaklaşık kırk yıldır süre gelen savaşın asıl nedeni de kapitalist modernite olmaktadır. Yine Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ı uluslararası bir komployla TC sömürgeciliğine teslim eden ve bugün İmralı’da insafsız, hukuksuz ve ahlaksız bir biçimde ona uygulanan işkence, izolasyon ve her türden insanlık dışı muamelenin asıl sahibi de kapitalist modernite ve onun ajan devleti olan TC sömürgeciliği olmaktadır.
Burada ulaşmak istediğimiz sonuç şudur: Kürdistan halkı ve hareketimiz karşısında bu kadar suçlu, halkımıza statüsüzlük dayatan ve İmralı sisteminin akıl hocası ve mimarı durumunda olan kapitalist modernite ve onun ajan devleti olan ulus devletlerle hangi politik ahlak, hangi insani değerler ve ortak çıkarlar adına bir ilişki ve diplomasi geliştirilebilir? Kapitalist modernite zihniyeti ve ulus devletçiliğin menfaatleri uğruna pazarlayıp satmayacakları ve ayaklar altına alıp yok saymayacakları hiçbir değer yoktur. Bu bir gerçeklik ise gerçeğin diğer bir yüzü de şudur: Egemen sistemin kendi iç çelişkilerinden istifade etmek veya bu ülkelerde halkların mücadeleleri sonucu kazanılan demokratik bazı mevzi ve değerleri sahiplenmek, bu anlamda bazı ilişkiler geliştirip dost çevreler edinmek; şayet olacaksa bu temelde diplomatik bazı kanallar açmak gerekli ve zorunludur. Reber Apo’nun dediği gibi; “günümüzde Kürtler gerek kendileri ve komşuları arasında, gerek küresel çapta anlamlı bir diplomasiye şiddetle ihtiyaç duymaktadır. Varlıklarını korumada ve özgürlüklerini sağlamada olumlu diplomatik faaliyetlerin büyük rolü vardır.” Bu kapsamda bölge ve dünya genelinde geliştirilecek diplomasi faaliyetinin nitelik ve hedeflerinin doğru belirlenmesi önem kazanmaktadır.
Örneğin; AB’nin günümüzde temsil ettiğini iddia ettiği bazı değerler ve bu temelde kullandığı bazı argümanlar olmaktadır. Tam da sözü edilen değerler ve kullandıkları argümanlar üzerinden hem onların gerçek yüzünü ortaya çıkarmak hem de halklarla doğru ilişkiler geliştirerek devletler üzerinde baskı kurmak doğru bir yaklaşım biçimi olacaktır. Ancak devletlerle ilişkilerden halkımızın hayrına ve özgürlük mücadelesinin çıkarlarına hizmet edebilecek stratejik bir diplomasinin geliştirilebileceğine inanmak kesinlikle bir safdillik ve ham hayalcilik olacaktır.
Konjonktürel bazı durumlarda bazı devletler çıkarları gereği daha çok uzak ve düşmanca yaklaşırken bazıları da daha yakın ve ilişki kurmaya açık olabilmektedir. Bunu somut koşullarda yine ilkeleri korumayı esas alarak değerlendirmek doğru bir yaklaşımdır. Bazı ülkelerde (devletlerde) iktidar veya muhalefette olan birçok dost ve şahsiyetler her zaman olabilir. Bütün bunlara kaba ve retçi yaklaşmadan hepsini özgürlük mücadelesinin hizmetine çekmek, ilişki ve diplomasi adına en doğrusudur.
Kapitalist modernitenin egemen olduğu dünyamızda adı bağımsız da olsa özünde bağımlılık ilişkisi içerisinde olmayan hiçbir uluslararası örgüt ve kurum bulunmamaktadır. Sınır Tanımayan Doktorlar, Gazeteciler Birliği, Uluslararası Af Örgütü, Uluslararası İnsan Hakları Örgütü vb hepsinin sınırlı bir özgünlükleri olsa da özünde kapitalist modernitenin imaj düzelten birer versiyonu olmayı aşamamaktadırlar. Fakat bütün bu kuruluşların kullandığı argüman ve literatür, aslında demokratik modernitenin, devrimci sosyalist güçlerin kullandığı ve esas aldığı argüman ve literatürdür. Dolayısıyla adı geçen ve benzeri durumda olan kurum ve örgütlerle mümkün olan en geniş ilişkileri geliştirmek kesinlikle yanlış değildir. Yanlış olan kendi devletleri ve halkları üzerinde belli bir etki ve ağırlığa sahip olan bu gibi kurum ve örgütlerle dar ve dogmatik zihniyet sonucu yeterli bir ilişki geliştirmemek, diplomasi yapmamaktır.
Diplomaside dengeleri gözetmek önemlidir
Ortadoğu’daki temel politik ilişkilerin büyük etkileyicisi olan ve aynı zamanda diyalektik olarak objektif etkilenme durumunda bulunan Kürdistan özgürlük mücadelesinin dış ilişkiler ve diplomasi konusunda çok daha bilinçli ve yaratıcı olması gerektiği açıktır. Ortadoğu’daki politik dengeler oldukça hassas bir zemin üzerinde yürüyen ve son derece değişken olan dengelerdir. Öyle dengeler vardır ki, dönemsel olarak birçok ilişki, kanal ve imkanlar ortaya çıkmakta; bazen de tam tersine zorlayıcı dengeler oluşmaktadır. Burada yaratıcı, bilinçli ve inisiyatifli olunmazsa bırakalım dış ilişki ve diplomasi geliştirmeyi, kısa bir süre içerisinde tasfiye olmak işten bile değildir. Ortadoğu’da sadece kendi öz gücüne dayanarak ilkeli ve bağımsız politika yapmak ve buna rağmen ayakta kalıp mücadeleyi sürdürmek gerçekten büyük ustalık gerektirmektedir. Önder Apo’nun yirmi yıl boyunca çok hassas ve ince hatlar üzerinde kurulan dengelere rağmen kendi kimlik ve ilkelerinden hiç taviz vermeden kişilikli ve sonuç alıcı bir ilişki ve diplomasi geliştirmiş olması her açıdan anlamaya değer bir durum olduğu gibi büyük derslerle dolu bir pratik olmaktadır. PKK gerek kapitalist modernitenin gerekse ikinci bir çizgi durumunda olan bölgenin eskimiş, tutucu, oligarşik ve monark rejimleri karşısında üçüncü bir çizgi olarak halkların devrimci direniş birlikteliğini esas alan bir duruş sahibi olmuştur. Ne herhangi bir gücün yedeğine düşmek ne de herhangi başka bir güç ve iradeyi kendi yedeğine almak gibi bir zafiyeti yaşamıştır. İdeolojik duruş, tarihsel perspektif ve sosyolojik çözümlemeleriyle halkların devrimci ve dayanışmacı iradesini ortaya çıkarma ve bu temelde halklarla birlikte olmayı esas almıştır. Ortadoğu’da büyük alt üst oluşların yaşandığı bugün de aynı bağımsızlıkçı, özgürlükçü ve ilkeli duruşunda ısrar etmektedir.
Dış ilişki ve diplomaside ilkeli ve onurlu duruş önemlidir. Mücadelenin haklılığı ve meşruiyeti kadar kendine olan güvenle, yaratıcı ve koparıcı bir performans sergilemek de bir o kadar önemli olmaktadır. Ezilmişlik psikolojisiyle sürekli mağduriyet üslubunu kullanarak yeterli bir diplomasinin geliştirilemeyeceği açıktır. Maddi olarak büyük güç olmamak, manevi ve iradi anlamda güçlü olmamak anlamına gelmez. Diplomaside bu anlamda mücadelenin haklılığını savunurken, haklı ve meşru davasına olan güvenle kendinden emin, mütevazı ama güçlü durmak da önemlidir.
Önderliğimiz devletçi ve iktidarcı her türlü anlayışı reddettiği gibi diplomasi anlayışımızı da ulus devlet anlayışından ayırmış ve ‘demokratik ulus diplomasisi’ olarak tanımlamıştır: “Hem konjonktürel hem de sınıfsal açıdan birleşik bir Kürt ulus devletinin şansının az olduğu göz önüne getirildiğinde, bu amaçla yürütülen diplomasilerin çözümleyici şansının oldukça az olduğu görülecektir. Son iki yüzyılda bu amaçla yürütülen faaliyetlerden başarılı sonuç alınmadığı bilinmektedir. Kürt sorununun doğası başarılı olmasına el vermemektedir. Kürtlere ilişkin ulus devlet diplomasisi çözümleyici değil tıkayıcı, parçalar arası çelişkiyi artırıcı ve düşman ulus devletlere açık davetiye çıkaran birçok olumsuz role tanıklık etmiştir. Bu nedenle yeni bir diplomasiye, demokratik ulus diplomasisine şiddetle ihtiyaç vardır.”
Demokratik ulus diplomasisi halkların demokratik çıkar ve birlikteliğinden kaynaklı bir diplomasidir. Halklar arasında birlik ve dayanışma, ortak mücadele ve birbirine olanak sunarak diplomasi geliştirmek gerekmektedir. Demokratik ulus diplomasisinde devletsiz halkları ve devlet dışı tüm toplum kesimlerini esas almak doğrudur. Devletli olmayan halklarla ve toplumsal kesimlerle, bölgesel ve küresel düzeyde, devletlerden daha etkili bir güç ortaya çıkarmak mümkündür. Demokrasi, özgürlük, cinsler arası eşitlik, doğanın korunması ve insan hakları prensipleri demokratik modernite paradigmasının özünü teşkil etmektedir. Küresel sermayeye karşı evrensel düzeyde bir mücadele ortaya çıkarmak hem mümkündür hem de zorunludur. Halklarla bu temelde geliştirilen ilişkiler üzerinde birçok diplomatik alan ve kanalların oluşacağı kesindir. Kapitalist modernite ve ulus devletçi diplomasi, savaşların bir parçası, hatta politikası iken, demokratik ulus diplomasisi ise barış, demokrasi ve özgürlük siyaseti ve diplomasisi olmaktadır. İnsanlığın geleceği demokratik moderniteden, ulusların onurlu yaşam ve özgürlüğü ise yine demokrasi ve demokratik uluslaşmadan geçiyor ise bu temelde geliştirilecek diplomasi ve ilişkilerin önü her zaman açık olacaktır.
Özgürlük mücadelesinin bu perspektifle devletlere dayanmayan bir diplomasiyi esas alması gerekmektedir. Ortadoğu’da kapitalist modernitenin çıkarlarına kurban ettiği, büyüklük kompleksiyle aşağıladığı ve horladığı, her türlü katliam ve soykırımlarla güçten düşürüp, iliklerine dek sömürdüğü halklarla birlik ve dayanışma mücadelesini geliştirmenin olanakları her zamankinden daha çok artmış bulunmaktadır. Hangi ulustan ve inançtan olursa olsun Ortadoğu halkları gerek tarihsel gerekse bugün kapitalist moderniteyle yaşadığı ilişki ve çelişkiler nedeniyle dayanışma temelinde demokrasi mücadelesini daha çok yükseltmeye açık bir durum arz etmektedirler. Dolayısıyla Ortadoğu halklarıyla devrimci dayanışma ve ilişkiler temelinde daha ilkeli ve kalıcı bir diplomasi geliştirmek mümkündür. Bugün Ortadoğu’da halkların baskı rejimlerine karşı büyük bir direnişi söz konusudur. Bu direnişlerin kapitalist moderniteye alternatif oluşturma düzeyleri gelişkin olmasa da kalıcı bir halk alternatifinin gelişmesi için hareketimizin öncülük misyonu vardır. Buna uygun şekilde Ortadoğu halklarıyla birlik oluşturmak, bu temelde diplomasimizi geliştirmek durumundayız. Demokratik Ortadoğu Konfederasyonu hedefiyle geliştirilecek olan diplomasi, demokratik uygarlık modernitesinin adım adım yaşamsallaşmasını ve başarı kazanmasını sağlayacaktır.
Diplomasimiz örgütlü gücümüzle paralel değil
Öte yandan Avrupa’da kapitalist modernite karşıtı birçok doğa/çevre, insan hakları ve hümaniter örgütler söz konusudur. Bununla birlikte birçok sendika ve mesleki örgütler vardır. Bütün bunlarla ortak değerler olan demokrasi, özgürlük, emek ve barış mücadelesini vermek en güçlü ve en sonuç alıcı diplomasi olacaktır. Özgürlük mücadelesi devletlerle doğrudan ilişkilenerek onları etkilemek yerine sivil toplum örgütleri ve doğrudan halkla ilişkilenerek daha çok etkileyici olacaktır. Bir taraftan halklar arasında ortak değerler ve ortak geleceğin mücadelesi verilirken, öbür yandan kapitalist modernitenin ikiyüzlülüğünü olanca gücüyle teşhir etmekle ancak etkili ve sonuç alıcı bir ilişki ve diplomasi imkanı ortaya çıkarılacaktır.
Özgürlük mücadelesi bugün hiçbir dönemle kıyaslanmayacak düzeyde diplomasi olanaklarına sahiptir. Özgürlüğü için hiçbir şeyini esirgemeden oldukça ısrarlı ve kararlı, neredeyse her gün ayakta olan bir halkın diplomasisini yapmak kadar onurlu bir şey olmayacağı gibi böyle örgütlü ve iradeli bir halkın diplomasisini geliştirme imkanları da her zamankinden fazladır. Kırk yıllık mücadelesiyle, sahip olduğu politik ahlak ve iradeli duruşuyla, güvenirliğini herkese kanıtlayan özgürlük hareketi gibi bir hareketin ittifak ve diplomasi kanalları asla daraltılamaz ve yok sayılamaz. Sahip olduğu beyin gücü, entelektüel düzey, basın ve medya imkanları diplomasi alanında çok şey kazanmaya olanak tanımaktadır. Avrupa’da yüzlerce derneği ve onlarca federasyonu bağrında birleştiren Kon-Kurd gibi bir konfederasyon varken, Avrupa halklarını ve sivil toplum örgütlerini, hatta devletlerini etkilememek mümkün değildir. TC sömürgeciliğinin halkımız üzerinde uyguladığı her soykırım dünyayı başlarına daraltmak için yeterli bir sebeptir. Öyle ki; Avrupa’da sadece halkımızı değil, Avrupa halklarını bile ayağa kaldıran bir diplomasimiz olmalıdır. Bu kadar örgütlü, iradeli ve etkili bir mücadele geliştiren Kürdistan halkı ve özgürlük mücadelesinin BM gibi bir örgütlenmede halen temsilci bulundurmayacak kadar geri ve yetersiz bir durumda olması ancak bizim yetersizliğimizle ifade edilebilir. En değme devlet terörünü uygulayan, savaşta hiçbir kural tanımayan, tamamen haksız ve ahlaksız yöntemler kullanan, kimyasal silahlar da dahil olmak üzere, uluslararası anlaşmalarla yasaklandığı halde her türlü silahı kullanan TC sömürgeciliğine karşı son derece makul taleplerle ve oldukça meşru bir mücadele geliştiren partimizin halen Avrupa’nın terör listesinde bulunması da ancak bizim yetersizliğimizi ifade etmektedir. Önderliğimiz yıllar önce “devletsiz halklarla dayanışma ve örgütlenme” demesine rağmen bu konuda halen somut bir örgütlenmeye gidemeyişimiz de bizim yetersizliğimizi ifade etmektedir.
Diplomasi çalışması sadece bir enformasyon faaliyeti olarak görülürse, bundan elbette bir şey çıkmayacaktır. Diplomasi çalışmaları adına sadece belli aralıklarla birileriyle görüşmek diplomasi sayılmayacaktır. Diplomasi, hareketimizin ve halkımızın siyasi, askeri, manevi ve örgütlü gücünü ilişkilere taşırmak ve burada etkili ve örgütlü bir ilişki ortaya çıkarmak demektir. Bu bağlamda baktığımızda diplomasimizin kesinlikle örgütlü gücümüzle paralel düzeyde olmadığı açıktır. Hak ettiğimiz düzey, TC sömürgeciliğinin nefes borularını daraltan, haklı mücadelemizi her fırsatta haykıran ve bunun örgütlü gücünü TC sömürgeciliğine hissettiren bir düzey olmalıdır. Diplomasimizin yetersizliği olanaksızlıktan değildir. Doğru değerlendirilir ve gerçekten Önderliğimizin gerilla için “yirmi dört saat gerillacılık” perspektifi bu alana da uyarlanırsa aynı heyecan ve aynı duyarlılıkla yüklenilirse mevcut koşulların ve sahip olduğumuz imkanların var olan diplomasi düzeyimizden çok daha fazlasını ortaya çıkaracağı kesindir.
Diplomasi faaliyetlerimizin esas alacağı öncelikli konu ise, elbette ki, Kürtler arası birliğin sağlanmasıdır. Parçalanmış ve farklı çıkarlar etrafında bölünmüş olan Kürt gerçekliği sadece sömürgeciliğin ömrünü uzatır. Dolayısıyla Kürtler arasındaki parçalanmışlığa, bölünmüşlüğe son verecek ortak bir platform olarak ‘Demokratik Ulusal Kongre’yi gerçekleştirmek diplomasi faaliyetinin merkezine alınmalıdır. Böyle bir kongre Kürtlerin demokratik uluslaşmasında tarihi bir rol oynayabilecektir. Dolayısıyla kongreyi tüm örgütlerin gündemine taşırmak, güncel ve aciliyet arz eden bir hedef durumundadır. Önderliğimiz bu konuda tarihi uyarılarda bulunmuştur: “hiçbir örgüt, hiçbir gerekçeyle bu hayati görevleri erteleyemez, savsaklayamaz. Bu görevleri sürekli erteleyenler ve savsaklayanlar, farklı kişisel ve örgütsel çıkarlar peşinde koşanlardır. Tarihte bu tip zihniyetler ve kişiliklerin yol açtıkları büyük felaketler ve zararlar iyi bilinmektedir, bilinmek durumundadır. Irak Kürt federe devletine dayalı diplomasi önemli olmakla birlikte, bütün Kürtlerin ihtiyacını karşılayamaz. Ne cevap verecek yeteneği vardır ne de koşulları müsaade eder. Bütün Kürtlerin ihtiyacına cevap verecek diplomasi Demokratik Ulusal Kongreye dayalı olarak geliştirilebilir.” Kürtler arası ilişki ve çelişkiler kongre zemininde bir sistematiğe ve çözüme kavuşabilir. Bunun tüm Ortadoğu’ya güçlü yansımalarının olacağı da açıktır.
Demokratik ulus çözümü çerçevesinde Kürt sorununun çözümünde Demokratik Özerkliği esas almaktayız. Yani Demokratik Özerklik, bizim politik çözüm modelimiz olmaktadır. Avrupa gerçekliğine baktığımızda Demokratik Özerklik modelinin çeşitli yansımalarının olmadığı bir ülke neredeyse yoktur. Sadece Avrupa değil, Uzak Doğu, Balkanlar ve Ortadoğu’da Demokratik Özerkliğe benzer modeller oldukça yaygındır. Dolayısıyla TC sömürgeciliğinin hareketimiz için geliştirdiği ayrılıkçı ve bölücü yaftasına karşı, savunduğumuz çözüm modelinin belirttiğimiz dünya coğrafyalarında yaygınca uygulanan bir model olmasından hareketle çok daha ikna edici ve destek alan bir diplomasi geliştirmek pekala mümkündür.
Politik çözüm modelimiz kadar onun dayandığı ideolojik, felsefi anlayışımızı halklara tanıtmak ve mücadele birlikteliğinin harcı haline getirmek diplomasimizin küresel düzeyde etkili olmasını sağlayacaktır. Bunun için tarihin emrettiği sorumlulukları yerine getirebilecek kadro duruşunu sergilemek şarttır. Sorun elbette, sadece kadro gücümüzün yetersizliği ve yetmezliği sorunu da değildir. Sorun gerçekten doğru bir perspektifle, doğru tarzla 24 saat diplomasi yapma sorunudur. Bu temelde hareketimiz ve halkımız olduğu her yerde büyük başarılar kazanırken, diplomasimizin de hak ettiğimiz düzeyde büyük başarılarla dolu gelişeceğine inanıyoruz.