Devrimci Halk Savaşı’nda tarz ve taktiğin ne olacağı üzerinde de durmak gerekiyor. Bizde “savaş” denilince ilk akla gelen bu oluyor. Bunun dışındaki başka yönler çok fazla düşünülmüyor. Sadece eylem biçimi ne olacak ve biz ne yapacağız yaklaşımı içinde olunuyor. Böyle düşünmek, sormak, sorgulamak hatalı değildir. Doğru cevaplar verebilmek de gerekli, ama sadece oraya sıkıştırıldı mı, bu, savaş gerçeğini çok daraltmış oluyor. Bizi, dar ve yüzeysel ele almaya götürüyor. Bu biçimde bu soru sorulursa, cevap aransa da yeterli cevap verilemiyor.
Çok hata yapıyor ve eksiklik gösteriyoruz. Çoğunlukla “tarzdan, taktikten kaybettik” diyoruz ama aslında önceden kaybetmiş oluyoruz. İdeolojik, stratejik kaybetmeler var. Hedefleri belirlerken kaybediyoruz. Yani yaşamda ve kararda kaybediyoruz. Dönüp “işte taktikte kaybettik, yanlış yaptık” diyoruz, fakat öyle değildir.
Bu nedenle hata ve eksikliklerin nereden ortaya çıktığını, kayıpların nereden kaynaklandığını doğru tespit etmemiz lazım. Her şey tarza, taktiğe bağlanıyor, güya çözüm oradan aranıyor. Onun için de “yanlış yapmışım, bir daha doğru yapacağım” deyip geçilmeye çalışılıyor. Çoğunlukla yanlış yapıldığı da kabul edilmiyor ve “ancak böyle olurdu” deniliyor. Savaşı sadece bir taktik olay olarak ele almak, onun stratejik, ideolojik, siyasi, hatta felsefik boyutlarını görmemek ciddi bir dar ve yüzeysel yaklaşımı ifade ediyor. Böyle bir yaklaşımın da başarı kazanması, işleri başarıyla yapması mümkün değildir. Savaşın yerinde, zamanında, doğru tarz ve taktiklerle yürütülmesi mümkün değildir. Taktik ve tarzdaki hata ve eksikliklerin kaynağında, zihniyet duruşu, ideolojik durum ve politik yaklaşımlar vardır. Bunları görmeden, düzeltmeyi oradan yapmadan yalnız başına taktik ve tarz tartışması ile eksiklikleri bulup doğru bir şekilde gideremeyiz ve yeterli sonuç alamayız. Savaşı iyi anlayan ve uygulayan haline gelemeyiz. Başarılı bir taktikçi olabilmek, doğru tarz uygulayan haline gelebilmek, karar ve uygulamada başarılı konuma ulaşılabilmek için felsefik, ideolojik, siyasi, stratejik olarak savaş gerçeğini doğru anlayacağız. Doğru taktik ve tarz uygulamanın ideolojik politik bilincine, zihniyetine ulaşmalıyız. Çünkü her uygulama bir zihniyetin, ideolojik, politik yaklaşımın yansıması oluyor. Doğru bir ideolojik politik bilincin, zihniyetin yanlış, hatalı taktik yansımaları, uygulamaları olamaz. Bizim de hatalarımız tesadüfen veya belirsizlikten doğmuyor, zihniyetimizin yansıması oluyor. Bu bakımdan da tarz ve taktik konularını ele alabilmek için öncelikle savaşın teorisini, stratejisini, ideolojik politik öncülüğünü, çizgisini doğru tanımlamamız gerekmektedir. Doğru tanımlamamız, doğru ele almamız şarttır. Ancak Önderlik çizgisini doğru anlayanlar, özümseyenler, savaş gerçeğini doğru anlayabilir, iyi ve başarılı taktisyenler haline gelebilirler.
Böyle bir savaşın tarzı, taktikleri neler olabilir sorusunu da ele alabiliriz. Bu konular kuşkusuz kesinleştirilemez, ancak genel bir yaklaşım oluşturulup bir perspektif ortaya çıkartılabilir. Bazı temel ölçüler konulabilir. Gerisi uygulama konusudur. Yerinde, zamanında koşullara bağlı olarak ortaya çıkar. O nedenle de “şu olmalı, her yerde ve her zaman öyle yapılmalı” şeklinde ele almak, taktik ve tarzı anlamamak demektir. Kesinlikle yanlış bir yaklaşımdır. O konuda hiç kimse mutlak bir arayış içerisinde olmamalıdır. Bir de bizde yaşanan kolaycı anlayıştan kaynaklı, yapmadan, uygulamadan, onun sorumluluğunu duymadan, onu kararlaştırma zahmetine katlanmadan, kolayca işin olmasını arama yaklaşımımızdan doğmaktadır. Ne yapacağımız belirlensin, hiç ona kafa yormayalım ya da söylensin, sanki yapılmış sanılsın gibi bir arayıştan kaynaklanmaktadır. Kendimizi görevlere göre doğru ve yeterli hazırlayamayışımızdan kaynaklanmaktadır. Söylendiğinde uygulandı sanılıyor, kazanılacağına inanıyor. Bu, doğru değildir.
Önemli olan her şeyin yerinde zamanında ve yaratıcı uygulanmasıdır
Savaşçılık; düşünmeyi, yoğunlaşmayı, sorumluluğu gerektiriyor. Savaş, dünyanın en ciddi işidir. İnsan türünün yaptığı en tehlikeli ve ciddi iş savaştır. O halde yoğun olmak, düşünmek, sorumluluk duymak lazım. Hiç sorumluluk duymadan savaşçı olmak mümkün değildir. Birileri karar verdikten sonra “ben de yaparım” demek savaşçılık değildir. Öylelerine savaşçı denmez, kendini teknik bir araca dönüştürmek savaşçı olmak, komutanlaşmak olarak ele alınamaz. Çok dar ve tekniki bir yaklaşım olarak görülebilir. O anlamda da insana çok fazla ihtiyaç yoktur. Şimdi zaten başka savaş araçları fazlasıyla yaratılmış, insanlar onu kullanırlar. O halde kendini sadece teknik bir savaş aracına dönüştürmek iyi bir durum değildir. İyi bir savaşçılık da değildir. Biz de çok hayranlık duyulmaya, öyle olunmaya özenilse bile bu doğru ve gerçek değildir. Bu konuda herkes kendi duruşunu düzeltmeli, kimse örgütten kendini teknik bir araç gibi kullanmasını istememelidir. Felsefik ve düşünce olarak anlayan, amaçta bağlanan, doğruyu bilen, pratikte de isteyerek yapma gücünü gösteren, sorumluluk duyan ve bu işe başarı temelinde giren insanlar olmalıdır. Doğru katılım budur, doğru savaşçılık böyle olur. Diğeri kolaya kaçmaktır, insan unsurunu daraltmak, geriletmek, sadece teknik bir araca dönüştürmektir. Orada ne kadar gözü peklik olursa olsun, fedakarlık bulunursa bulunsun, onun Apocu çizgi tarafından doğru bir savaşçılık olarak kabul edileceğini sanmak, büyük bir yanılgıdır. O cesaret ve fedakarlığın hiçbir faydası yoktur. Onu başka teknik araçlarla da sağlayabilir. Silah ve bomba bulmak, bunların büyüğünü veya küçüğünü yapmak zor değildir. Taşıma araçları da bulunabilir, taşımayı da çok fazla marifetmiş gibi örgütün karşısına çıkartmamız doğru değildir. O halde savaşçılık bunlar değildir. O duruma gelmek, iyi savaşçı olmak, kendini iyi eğitmek anlamına gelmiyor. Aslında savaştan, sorumluluktan, düşünceden, zorluklarından kaçmak anlamına geliyor. Bu bir atımlık barut gibi kendini bitirmek oluyor. Önderlik, her zaman bu zihniyeti, bu tutumu, bu katılım tarzını eleştirdi. Bunun Önderlik tarzı olmadığını hep söyledi. Apocu tarzın, kanını damla damla akıtmak, uzun süreli bir savaşı yürütmek, mum gibi erime tarzı olduğunu ifade etti. Böyle olması zordur, büyük zorluklara, acılara, çabalara katlanmayı gerektirmektedir. Düşünmeyi, yoğunlaşmayı, araştırmayı, sorumluluk duymayı istemektedir. Diğeri ise bütün bunlardan kaçıp barut gibi patlayıp, acısı neyse ona katlanıp bitmeyi ifade ediyor. Bu da doğru bir katılım değildir. Burada gösterilen cesaret ve fedakarlık, Apocu bir militanın ulaştığı cesaret ve fedakarlık değildir. Zîlan çizgisinin bununla hiçbir alakası yoktur. Fedai çizgisinin öyle olduğunu kimse sanmamalıdır. Yine Bêrîtan, Kemal Pir ve Agît çizgisinin bunlarla hiçbir alakası yoktur. O çizgiyi doğru anlamamız gerekmektedir.
Bunları belirtmemizin nedeni, taktik ve tarzın gelip buraya dayanıyor olmasındandır. Kavram olarak klişeleşmiş bazı hususları söyleyebiliriz, ama önemli olan onların yerinde ve zamanında doğru, yaratıcı uygulanabilmesidir. Bunu yapacak olan da, savaşçının kendisidir. Savaşçı bunu bilirse, taktik ve tarz odur. İstediği zenginliği, yaratıcılığı ortaya çıkarabilir, yerinde ve zamanında en doğruyu bulup yapabilir. Ama onu gösteremezse, istediği kadar ezberlese bile yapamaz. Çünkü hiçbir zaman hiçbir şey tekrar değildir. Sürekli yeni şeyler oluyor, değişiklik içeriyor. Yeni olan, değişene göre doğruyu bulmak savaşı yapanın, savaşçının işidir. Onun için de savaşçının kafa yorması, buna hazır olması, açık olması gerekmektedir. Bu da doğru anlamayı ve doğru katılmayı gerektirmektedir. Bizde en çok kaçılan, ama savaş olarak da en çok gerekli olan husus burasıdır. Kendimize, katılımımıza ve anlayışımıza bakarsak niye iyi taktik ve tarz geliştiremediğimizi, başarılı olamadığımızı orada görebiliriz. Bu nedenle de katılımımızı ve kadrolaşmamızı, komutanlaşmamızı, doğru ele almalıyız. Eğer amaca bağlanmışsan, amacında netsen, tutarlıysan, bu konuda kendini kandırmıyorsan gerisi bitmiştir ve sen o zaman en iyi tarzsın, en iyi taktiksin. Her şeyi yapabilirsin. Yeter ki doğru katıl, kendini kandırma. Taktik güç olmanın, tarz haline gelmenin yolu odur.
Öyle olamamanın da altında doğru katılmamak, amaç bağlısı olmamak ve kendini kandırmak yatıyor. Ruhuyla, duygusuyla, inancıyla çizgiye ve onun hedeflerine bilinçli olarak kendini katmamayı, onunla bütünleştirmemeyi içeriyor. Öyle olduğumuz müddetçe istediğimiz kadar eğitim görelim, istenildiği kadar bize taktik ve tarz dersleri verilsin, gittiğimiz yerde çizginin gereklerine uygun, doğru kararlar alamayız. Doğru bir tarz tutturamayız, başarılı taktik yapamayız.
O halde taktik ve tarz konusunda sorunu doğru koymamız gerekmektedir. Sorunu yanlış ortaya koyup çözümü başka yerlerde aramaya kalkmamak gerekiyor. Sorun, katılım ve kadrolaşma sorunudur. Çözüm de burada düzeltmeyle olur. Tarz ve taktik konusundaki çözüm kesinlikle budur. Eğer amacında tutarlıysan, kendini inandırmışsan sen artık her şeyi yapabilirsin. Öyle birisini hiçbir güç engelleyemez, hiçbir ortam zayıflatamaz, her işi yapabilir, gittiği her yeri fethedebilir. Ama amaca bağlılığında tutarlı değilsen, kararsızsan, kendine göreysen, ikircikliysen, kaygılıysan o zaman sen istendiği kadar eğitimlerden geç, önüne plan konsun, taktik tarz hakkında laf öğren, yine de gittiğin yerde çizgiyi değil kendini uygularsın. Dolayısıyla da çizginin değil, kendinin tarzı ve taktiği olursun. O durumda da başarılı iş yapamazsın. Başarısızlıkların, yanlışların, hataların kaynağında bu vardır. Sorunu başka yerde aramamak gerekiyor. Gerçekçi olup, doğruya gelmeliyiz, kendimizi kandırmaya, yanıltmaya gerek yoktur. Sorunu başka yerlerde bulup çözüm aramaya da gerek yoktur. PKK olayı, çok saf, açık, duru bir olaydır. Önderlik hareketi, felsefe ve ideolojiyle yüklüdür. Bu nedenle buna katılmak, anlamak, özümsemek, onunla birleşmek meselesidir. Öyle olursan yaparsın, öyle olmazsan yapamazsın. İstediğin kadar cesur, fedakar ol ve istediğin kadar çaba harca, ama doğru katılamamışsan, amaçta net değilsen, bütünleşememişsen doğru taktik ve tarz uygulayamaz, başarılı olamazsın.
Onun için de “taktik, tarz ne olacak?” diye, üç ay sonra Kürdistan’ın neresinde, ne yapılacağını tespit edelim diye tartışmak ve araştırmak yerine kendini netleştirip “ben, yeri geldiğinde her şeyin doğrusunu görürüm, bilirim, karar veririm, yaparım, yeter ki bana bu şans verilsin” deyip yürüyüşe geçmek en doğrusudur. Taktik ve tarz kazanmak böyle olur. Taktik sorunları örgütün çözmesinin birinci yolu budur. Böyle kadroları olmazsa, böyle insanlar eğitemezse kitaplar yazarak, kararlar alarak pratik yapamaz. Onlar sadece perspektif vericidir, yön belirleyicidir. Ama esas olan uygulayıcının durumudur. Uygulayıcı da bu konuda sonsuz yaratıcılığa ve inisiyatife sahiptir. PKK’de var olan inisiyatif dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir örgütte yoktur. Bu açık bir gerçektir. Yani taktik ve tarz sorunlarını çözmenin birinci yolu, kendi katılımımızı gözden geçirmemiz ve düzeltmemizdir.
Boş avare dolaşmak gerillacılık yapmak değildir
Bununla birlikte Devrimci Halk Savaşı’nda izlenebilecek olası taktikler ve tarz konusunda bazı hususlar belirtilebilir. Savaş zemini olarak farklı zeminler belirttik. Yine savaşın görevleri kapsamında çok değişik görevler ortaya koyduk. Tarzımız ve taktiklerimizin de bunlara göre şekillenmesi gerekiyor. Eylem biçimlerimizin, eylem yöntemlerimizin buna göre oluşması lazım. Bu hususlardan uzak, kopuk bir eylem yapamayız. Tarz ve taktiklerimizin bu özelliklere, zemine, görevlere bağlı gelişmesi gerekmektedir.
Bu çerçevede kırsal zeminde, dağlık alanda, kır gerillacılığında savaş tarzımız, ona dayalı taktiklerimizin neler olması hususunda Önderlik, Cudî için bir örnek verdi. Önderliğin bu savaş için öngördüğü bir tarzdır. Biz onu sadece bir alan için değil de, kırda, dağda yürüteceğimiz savaşın bir tarzı olarak öngörebiliriz. Önderlik, geçmişte de böyle bir yaklaşım, tarz geliştirmeye, planlayıp uygulamaya çalıştı. Örneğin, 1997 yılı için öngörülen planlama da biraz böyleydi. Fakat bu pratikleşme gerçekleştirilemeden, düşmanın 14 Mayıs operasyonu oldu ve bu durum biraz boşa çıkartıldı, farklılıklar geliştirildi. O zamanın koşullarına uygun bir tarzdı, ama kısmen uygulandı ve uygulanabildiği kadar da gelişme sağladı. Yeterince uygulanmamasının bir nedeni de, içteki çeteciliğin sabote etmesiydi. Sonuçta da istenen başarı elde edilemedi, kayıplar yaşandı.
Bu bakımdan kırsal alan için araziye dayalı savaş tanımlaması genel savaş tarzımız için en uygun tanımlama olabilir. Araziyi iyi kullanmaya, arazide mevzilenmeye, arazi tutmaya dayalı bir savaş anlamına geliyor. Elbette bunu esas alırken de, gerillacılığı dıştalayan, açık üstlenerek düşman tekniğinin hedefi olma durumuna düşmemek gerekmektedir. Eğer düzenli ordu mevzilenmesi gibi açık bir biçimde arazi tutmayı esas alırsak, bu yanlış olur. Ama öyle değil de, gizli yaparsak, gerillaca yaparsak, hem teknik saldırılar karşısında savunma yapabiliriz, hem de öyle bir mevzi çatışmasına düşmeyiz. Arazi savunmasını gerilla tarzıyla, yarı hareketli pozisyonda yapabiliriz. Gizliliğin yetmediği yerde, gerektiğinde derhal harekete geçerek savunmamızı gerçekleştirebiliriz. Mevcut durumda kırsal alanda en doğru savaş tarzı bu olacaktır. Bunun için de alan alan, mıntıka mıntıka, dağ dağ planlama yapmamız gerekmektedir. Var olan gücümüze, dağın özelliklerine göre gücümüzü çoğaltarak mevzilendirmeliyiz. Böyle bir planlama dahilinde mevzilenerek, boş alanları bu temelde gerilla mevzilenmesiyle doldurarak, daha fazla alan, arazi denetleyebilen, dolayısıyla da üslenmesini oldukça güçlendirmiş bir duruma gelebiliriz. Böylelikle kırı orduyla paylaşan, en az ordu kadar kırsal alanda hakimiyet kuran, etkinlik geliştiren bir düzeye ulaşabilmeliyiz.
Ancak biz bunu yapmıyoruz. Gerilla birçok yerde dolaşıyor, gidip geliyor, yoruluyor, yıpranıyor ve sonuçta çöküyor. Oysa her şeyin bir hesabı, bir hedefi olmalıdır. Ufak şeyler için git gel, yorul, zaman tüket. Bu iyi bir çalışma tarzı değildir. Bu, gerillacılık değildir. Boş, avare dolaşmak gerillacılık yapmak değildir. Gerillacılık görev yapmayı, çalışmayı gerektirmektedir. Öyle oluyor ki, bazen gerillacılık eşittir gezmek olarak algılanıyor, tanımlanıyor ve buna göre de hareket ediliyor. Ne kadar çok gezilirse, o kadar çok gerillacı olunur, iyi olunur sanılıyor. Bu yaklaşımlar doğru değildir.
Doğru tarz topyekun savunma direnişidir
İkincisi, bu temelde hareket edildi mi savaşma imkanı bulamıyor. Boş, avare gezilirse düşmanı bulamaz, taktik yapamaz, düşmanı sıkıştıramaz ve sonuçta eylem gerektiğinde gözü hangi tepeyi görüyorsa oraya vurmak kalır. Sadece o tarzda sıkışıyor ve taktik açıdan sabit hedeflere vurmak kalıyor. Biz savaş halindeyiz, otuz senedir savaşıyoruz, savaşa göre hazırlanıyoruz. Karşımızdaki güç de savaş gücüdür. Türk ordusunu da küçümsememek gerekir. Onlar da savaşa göre hazırlanıyorlar ve hazırlıklıdırlar. Oraya gitmek demek, hazırlıklı düşmanın üzerine atlamak demektir. Hazırlıksız yakalamışsan, yanıltmışsan, ateş gücün fazlaysa, karşı tarafa hata yaptırabilirsen başarı kazanabilirsin. Tam kazanabileceğin gibi çoğunlukla da biraz vurursun, biraz da vurulursun. Fakat böyle hassasiyetler göstermemişsen de, o tarzla başarılı olamazsın. Mutlaka kaybedersin. Çünkü karşı taraf hazırlıklıdır. Sen onun mevzisine gireceksin, sen mevzilenmiş olanı vuracaksın da, o seni vuramaz mı? Kendini kurşungeçirmez, yanmaz, darbe yemez şeylerle mi kapatmışsın? Öyle bir durumumuz yoktur. O halde o tarzın ve öyle bir eylem taktiğinin, planlamasının başarı şansı yoktur. Kendi yerinde duran bir hedefin bize nasıl bir zarar verdiği de tartışma konusudur. Zaten doğruluğu da yoktur.
Onun için belirttiğimiz tarz, eylem taktiklerini, biçimlerini zenginleştirmede de bizi güçlendiriyor, doğru hedef seçmemize de fırsat veriyor. Doğru hedeften kastımız, bize saldıran hedeftir. Doğru tarz ise topyekun savunma direnişidir. Bu, tarzımıza da uygundur, hazırlıklı olmamıza da imkan vermektedir. Savaş, karşı tarafın hazırlıklı olduğu yerde değil de, bizim hazırlıklı olduğumuz yerde yapılıyor. Böyle bir savaşta üstün olacağımız gibi hem doğru ve haklı hem de hazırlıklı konumda oluruz. Başarı şansımız daha güçlü, daha fazla olur. Önderlik, “ben olsam Cudi,’yi tutarım, mevzilenirim, mevzimi genişletirim, savaş hazırlıklarımı derinleştiririm ve gerekli diğer çalışmalarımı da yaparım. Mevzilenmemi de bir yerle sınırlı tutmam, sürekli ilerletirim. Düşman gelmezse bile ne kadar boş yer varsa hepsini denetim altına alırım” dedi. Kırda araziyi denetlemek, şehirlere ve yönetime hükmetmek açısından temel kuvvettir. Kim ne kadar çok arazi denetler, kendisini kırda sağlam üslendirirse, şehir savaşında da o kadar dayanakları güçlü olacaktır. Gerillanın kırda üslenmesi, sağlam mevzilenmesi şehir savaşı yapmasına fırsat, imkan verecektir.
Bunun bilinciyle, her dağın, her coğrafyanın özelliğine uygun olmak üzere, bu tarzı her yerde gerçekleştirebiliriz. Kendimizi buna göre mevzilendirebilir, bütün çalışmalarımızı bu temelde planlayıp yürütebiliriz. Boş kaldıkça, düşman üzerimize gelmedikçe, adım adım üslenmemizi, arazi denetimimizi geliştiririz, genişletiriz. Bu, bizi güçlendiren bir çalışmadır. Ordu üzerimize gelirse de, mevzilerimizin üzerine gelir. Bu durumda da bize saldırana karşı etkili bir savunma direnişi gösterebiliriz. Hem düşmanın saldırı gücüne ve araçlarına, taktiklerine göre hem de hazırlık düzeyimize, silah gücümüze, askeri gücümüzün nicelik durumuna göre en iyi hangi biçimde düşmana darbe vurabileceksek, o şekilde hareket edebiliriz. O da, o zaman belli olur ve tuzak kurabiliriz; sabotaj tuzakları kurabiliriz, pusular atabiliriz, suikastlar yapabiliriz, varsa büyük silahlarımızla vurabiliriz. Arazide kıstırdığımızda baskın yapabiliriz. Bunların hepsini yapabiliriz, ama hangisinin ne düzeyde yapılacağı asıl orada belli olur. Şimdiden bir şey belirtemeyiz. Bunun için hiçbir şey tekrar değildir.
Savaş yaratıcılık işidir. Askeri sanattan boşuna söz edilmiyor. Bu işin de bir sanatı vardır. Bir zanaatçılık durumu değildir. Hiçbir zaman bir yaptığını ikinci sefer yapamazsın. Mutlaka bazı şeyler değişir. Çünkü koşulları değişiyor. Onun için de, “bir şeyler söylensin, ezberleyeyim, gittiğim yerde hep onu uygulayayım ve başarı elde edeyim” yaklaşımı doğru değildir. Herkes yerinde, zamanında doğru olanı bulmalıdır. Savaşçı, komutan, gerilla bunu anlamalı, kafa yormalı, uygulamalıdır. Gerillanın yaratıcılığı ve inisiyatifi bunun için vardır. Öyle olmayan gerilla da, gerillacılık yapamaz. Dolayısıyla saldıran hedeflere vurmalıyız. Bizimle savaşmak istemeyen, sabit olan, operasyon yapmayan hedefleri vurmama, savaşa pasif yaklaşanları pasifize etme imkanı verir.
Kırsal zemin için bunlar geçerlidir. Bu hususlar gerillanın üslenmesini, hakimiyetini güçlendirir. Kırda yönetim paylaşılmadan, şehirde yönetim olunamaz. Kırda paylaşmak demek de, üslenme alanlarını genişletmek, araziyi denetlemek, karşıt gücün etkinliğini, hareket alanını daraltmak, onu kuşatmak demektir. Bazı yerlerde eğer gücümüz varsa, karakolları kuşatıp orduyu karakoldan çıkamaz hale getirebiliriz. Karakol dışındaki bütün coğrafya bizim etkinliğimizde olabilir. Bu coğrafyaya dayanarak her işi yapabiliriz; eğitim, toplantılar, araç gereç temini ve üretim yapabiliriz. Şehirde yapmak istediğimiz savaşların büyük çoğunluğunu oraya dayandırabiliriz. Şehir gerillasını alıp, eğitip örgütlendirebiliriz. Karargahlar kurarak oradan yönetebiliriz. Sürekli bir irtibat durumumuz olabilir. Kırı bu hale getirerek, şehri etrafından kuşatmış oluruz. Biz etrafında güçlü olursak, içindeki savaşı da daha iyi yapabiliriz. Bunu bilmek ve önemsemek gerekmektedir. Böyle bir tarzı her yerde de uygulayabiliriz.
Şehirde savaşın tarzı daha farklı olmalıdır. Kırdaki gizlilik, hareketlilik, gerillanın mevzilenmesi daha farklıdır. Yeri görünmese de varlığı bilinir. Şehirde ise gizlilik daha fazla olmak zorundadır. Onun için de insan seçimi, eğitimi, silahlandırılması, örgütlenmesi, savaş tarzı şehre göre olmalıdır. Her şeyden önce, eğitimini buna göre vermeli ve kişiyi buna göre seçmeliyiz. Örgütlenmesini yaparken gizliliği ne kadar koruyabileceğini esas almalıyız. Bazen bir kişi, bazen iki kişi, bazen üç dört kişi ya da bir takım olabilir. Öyle sabit, kesin bir model yoktur. Bu, büyük bir yaratıcılık gerektirmektedir. Daha fazla hassas olunmalıdır. Çünkü orada bir toplum var ve topluma zarar vermememiz gerekmektedir. Bir de düşman yoğunluğu orada daha fazla ve çarpışacağız. Bu anlamda düşmana darbe vurmak, kendimizi korumak gerekmektedir. Vur kaç taktiğini en iyi orada uygulamalıyız. Bazı yerlerde onu uygulayacağız, bazı yerlerde de öyle bir savaş yürüteceğiz ki, şehri de buna dayalı olarak bölüşeceğiz. Gerekirse bazı sokakları biz kontrol edeceğiz ve oralara polis ve düşman giremeyecek. Bazı yerlerde biz çok gizli, sinsi gireceğiz, zor gireceğiz, düşmanın egemenliği olacak. Yarı yarıya bölüşülen yerler olacak. Şehirleri sokak sokak, mahalle mahalle paylaşacağız. Yönetim paylaşımı da budur. Savaşın da bunu sağlayacak tarzda yürütülmesi gerekmektedir.
Şehirlerde böyle bir savaşı, gerillayı örgütleyip yürütebilmek için dağ olmazsa olmazımızdır. Bu koşullarda dağa dayanmak zorundayız. Bu bakımdan dağda üslenmeyi etkili geliştirmemiz, dağ gerillacılığını güçlendirmemiz önemlidir. Buna, sadece kırdaki çalışmaları yapmak için değil, şehir savaşını örgütleyip yürütmek için de ihtiyacımız vardır. Bu, şehirleri yalnızca şehirden örgütleyen, şehir gerillacılığını kırdan kopararak örgütleyen bir tarzla olmamalıdır. Çünkü kendini eğitemez, askeri eğitimini yapamaz ve kendisini koruyamaz. Onun için kırda yapılacak olan onu eğitmek, örgütlemek ve desteklemektir.
Yine her şehre, kasabaya, hatta her mahalleye, semte, sokağa göre savaş planları yapabilmeliyiz. Kırdan, şehirde yapılacak savaşı örgütleyecek görevlendirmemiz olmalıdır. Şehrin eğitim, örgütleme ve yönetim çalışmalarını kırsal alandan planlamalıyız. Bunun için de görevlendirme yapmalıyız. Nasıl ki dağda komutanlarımız, birliklerimiz, karargahlarımız varsa, şehir içinde komutanlarımız, karargahlarımız, savaşçı eğitme ve örgütleme çalışmalarımız olmalıdır. Böyle yapmazsak şehir içinde tutunamayız. Dağdaki gibi elimize cihazı alıp talimat veremeyiz. Emir verilecek, ama ona göre bir irtibat ve iletişim sistemi, kurye sistemi veya haberleşme sistemi geliştirilmelidir. Bu konularda çok yaratıcı olmamız gerekmektir. Bir kişi biraz eğitilince, eline silahı verip “savaş hedefleri şunlardır” diyerek, kendi başına bırakılamaz. Böyle bir durum bir cinayettir. Böyle denetimsiz, kontrolsüz üç beş kişi görevlendirsek, orada kıyamet kopar. Kontrolümüzün, denetimimizin olması için iletişimi sürdürecek, yönlendirecek bir karargah komutası olmalıdır. Onların da inisiyatifi olacak, ama aynı zamanda kırdan şehir gerillasının yönetilmesi, eylemlerin belirlenmesi, bilgi toplanması, istihbaratın örgütlenmesi gerekmektedir. Kırdaki karargahın yapacağı işler bunlar olmalıdır. Şehirde de yönetim olmalıdır. Bu yönetim bir kişiyse bile inisiyatifli olmalıdır. Üç kişiyse bir komutan, bir takımsa komutanı ve yardımcıları olmalıdır.
Devlet yönetimini etkisizleştirip kurumlarını dağıtmalıyız
III. Konferans’tan sonra 2005’te öz savunmayı örgütlemek temelinde şehre bir sürü insan gönderildi. Bunların hepsi tutuklandı. Kır için hazırlanmış, eğitilmiş birisini şehre göndermek, onu ateşe atmak demektir. Bu, cinayet işlemek oluyor ve ne olursa olsun suçtur. Bu yasaktır ve sorumlu tutulmalıdır. Bu şekilde şehirde ne eğitim, örgütlenme yapılabilir ne de o biçimde savaşçı girebilir. Bu işler şehre göre yapılmalıdır.
Fakat her şeyi Güney’e bağlayarak da olmaz. Yerinde yapmalıyız. Bir şehrin çevresinde, en uygun zeminde, arazide eğitim ve örgütlenme yerleri, karargahlar oluşturabiliriz. Şehri yönetecek, şehir savaşını yürütecek karargah, komutanlık ve güç görevlendirebiliriz. Ama bunlar şehre koşmamalıdırlar. Kırda mevzilenip üslenirler, imkanlarını yaratırlar, ondan sonra şehir üzerinde çalışabilirler. Örgütleyecekleri, eğitecekleri insanları tanıyabilir, diğer örgütlerle ilişki kurabilirler ve gençleri alabilirler.
Hedefimize hangi yöntemle ulaşıyorsak o yöntemi uygulamalıyız. Karşı taraf silahlı ve iktidarını öyle kolay bırakmayacaktır. Savaş da bu nedenle ortaya çıkmaktadır. Buna göre de bir savaş örgütlemeliyiz. Ne kadar gizli kalacaksa, o kadar gizli olmalıdır. Bir kişi olarak görevlendirecekse kişi olarak eğitmeli, üç kişi olarak görevlendirecekse üç kişi olarak eğitmelidir. Kırdaki gibi otuz kişiyi bir araya toplayıp birlikte eğitip ondan sonra gönderilmez. Şehir örgütlenmesi öyle olmaz. Kimse kimseyi tanımamak durumundadır. Her savaş birliği sadece kendisini bilmeli, kendisine göre bir hazırlık ve hareket tarzı olmalıdır. Zor bir iştir, sabırla ve ısrarla yürütmek gerekmektedir. Hem ideolojik hem de askeri olarak eğitilmeliler. Hiç ideolojik eğitim vermeden, “sadece askeri eylem yap” demekle yapılamaz. Askeri olarak da, göreve göre eğitim verilmelidir. Yine gideceği şehre göre örgütlenmesi yapılmalı ve daha sonra yakından yönetilmelidir. Sürekli irtibat kurulmalı, hedefler konulmalıdır. Bu biçimde şehirlerde oluşturulacak timlerin çoğalması durumunda düşman hedeflerine vurulabilir.
Şehir açısından halkın durumunu, şehrin yapısını, düşmanın gücünü de öğrenmek gerekmektedir. Ne kadar dost, ne kadar düşman, ne kadar dayanağın olduğu öğrenilmelidir. Bir de düşman hakkında bilgi toplamak, istihbarat ve keşif yapmak çok önemlidir. Bu keşif ve istihbarat temelinde, düşmanı tanımak, sömürgeci iktidarın nerede ve kimi dayanak aldığını bilmek, kimin beyin, kimin kol bacak, pratik uygulayıcı olduğunu öğrenmek gerekmektir. Düşmanı iyi tanımayıp sadece sırtında üniforma olanı düşman bilmek, sadece askeri karakol veya polis karakollarını düşman yeri olarak görmek hatalıdır. Öyle olursa düşman da üniformayı atar, silahını gizler, karakoldan da çıkıp bir evde kalır ve böylelikle senin tüm bilgilerini sıfırlar. Düşman öyle örgütlenir, önüne yem atar, yemlerle uğraştırır ve kolaylıkla boşa çıkartır.
Onun için tanımak, bilgi toplamak önemlidir. Bizim şimdiye kadar hiç öyle bir faaliyetimiz olmamıştır. Oysa taktik ve savaşı geliştirmek için nereye darbe vurulacağını bilmek için bu gerekmektedir. Düşmanı nereden vuracağını ve dağıtacağını bilmek önemlidir. Bu anlamda beyin ve merkezin neresi olduğunu iyi tespit etmek gerekiyor. Yoksa uçtan vursan da beyin kaldığı sürece kendini yeniler, yeniden örgütler ve seni tüketir. Onun için akıllı tarz, kol ve kanatlara vurmak değil, beyinden vurup dağılmayı sağlamaktır. Çok insan vurmaya değil, karşı örgütlenmeyi geliştirmeye, iktidarı dağıtmaya çalışmalıyız. Savaş tarzımızın en temel bir özelliği bu olmalıdır. Dağılmalı, tasfiye olmalı, parçalanmalı, etkisizleşmeli, kaçmalı ya da sıfırlanmalıdır. Bizim istediğimiz budur. Hiç kan akıtmadan ya da bir kişiyi vurarak bunu yapabiliyorsak öyle yapmalıyız. Beş kişiyle oluyorsa, beş kişiyle yapmalıyız. Ama nasıl oluyorsa onu öngörebilmeliyiz. Hedefimiz çok insan vurmak değil, devlet yönetimini etkisizleştirmek olmalıdır. Devlet yönetimini etkisizleştirip kurumlarını dağıtmalıyız. Bunun yerine KCK yönetimini kurmalıyız. Sokaklar elimizde olsun, onu da savunalım. Esas savaş alanı şehirdir, düşman hedefleri, kurumları şehirlerdedir. Onları savunan ve halka baskı yapan, demokratik toplumu, kurumları kapatan, tutuklayan güçlerin hepsi şehirlerdedir. Onların hepsini etkisizleştirmeyi öngörebilmeliyiz ve demokratik toplum örgütlülüğünü de koruyabilmeliyiz. Bütün sokağı denetim altına almışsak, hepsi bizdense, savunmasını da örgütlemeliyiz. Bu şekilde devletin içeride hiç etkinliği kalmayacaktır. Bizim ulaşmak istediğimiz çözüm budur. Yoksa çok kan akıtmak değildir.
1979 yılında Hilvan’da asfalt üzerinde bir karakol vardı. Karakol iki katlıydı ve askerler üst katta kalıyorlardı. Askerler balkonda oturup gelip gidenleri seyrediyorlardı. Onun dışındaki devlet kurumlarının hepsi isim olarak vardı. Hepsi bizim elimizdeydi ve tüm daireler bizim istediğimiz gibi işliyordu. Şehir içinde asayişi bizim kurumlarımız, milislerimiz düzenliyordu. Açık bir biçimde örgütlenmişti. Yaşam işlerini ve halk çalışmalarının hepsini örgütlüyorlardı. Halk örgütlenmemiz vardı. Devlet ve ordu adına bazı kurumlar vardı, ama halkla herhangi bir bağlantısı yoktu. Onun dışında polis tümüyle etkisizleşmişti. Geçmişteki mücadeleyle, böyle sistemler yarattık. Hiç yaratılmamış, tümden tecrübesiz durumda değiliz. O dönemde birçok köy, mahalle bu duruma geldi. Yani en çatışmalı olan yerlerde; Urfa’da, Elazığ’da böyle yerler vardı. Bazı mahalleler devrimcilerin elindeydi, bazıları faşistlerin, devletin elindeydi. Devrimcilerin olduğu sokaklara, mahallelere polis giremiyordu. Oraları devrimciler örgütleyip yürütüyorlardı. O zaman da şehirlerde böyle iç içe bir çatışma, ikili yönetim durumu vardı.
Halk üzerinde sürekli baskı uygulayan, operasyon yapan gizli-açık polis güçleri şehirlerdedir. Savaş bu anlamda esas olarak şehirlerde olmalıdır. Önemli olan nasıl bir gösteri yapacağımız değil de, karşı hedefi nasıl etkisizleştireceğimizdir. Bir suikastla, bir kişiyi vurarak, birkaç kişiyi etkisizleştirerek, bir karakolu tahrip ederek, nasıl iyi olacaksa öyle yapabilmeliyiz. Gerektiğinde içeriden örgütleyebilmeliyiz, gerektiğinde büyük şehirlerde otuz kırk kişi kendi alanında çatışmaya da girebilmelidir. Dıştan daha profesyonel savaşçı gerekiyorsa ona katılmak ve yönetmek üzere kırdan o zaman üç beş kişi girebilmeli, eylem gerçekleştikten sonra tekrar kıra dönmelidir. Kırdan şehirdeki savaşa katılım ancak o zaman olabilecektir. Ama esasen şehirde örgütlenenler yapmalıdır. Şehirdeki yaptığı müddetçe kırdaki gerillanın şehre girmesine gerek yoktur. Önderlik, “Amed’de iki bin kişi bir gecede polisle çatışmaya girer” dedi. Örgütleyip hazırladığımız, donattığımız güçler olursa her biri bir yerden şehrin önemli bir kesimini denetim altına da alabilirler.
Şehir savaşında gösteriş, propaganda için değil de, düşmanı daha fazla etkisizleştirecek yöntemleri seçmek önemlidir. Yanlış hedeflere vurmamak gerekiyor. Sivil hedefler zarar görmemeli, sivillere karşı savaş yapmamalıyız. Silahı, elinde silah olan ve bize saldıranlara karşı kullanacağız. Öyle olmayanlara karşı silahlı eylem yapılmamalıdır. Savaşın önemli bir özelliğini görmemiz gerekir. Buradaki mücadele sadece silahlı eylem vurma üzerine kurulmayacaktır. Askeri, silahlı hedeflere dönük bu durum kullanılırken, silahlı olmayan, askeri olmayan hedeflere karşı da farklı savaş türleri, eylem biçimleri kullanılmalıdır. Mesela ekonomik hedeflere dönük etkisizleştirmenin yöntemlerini bulmalıyız. Askeri eylemlerle ekonomik hedefler yok edilemez. Yakabilirsin, bozabilirsin ve kaçırtıp çalışmasına izin vermezsin.
Sivil, siyasi hedeflere yönelik hukuku harekete geçirebilmeliyiz. Mücadelenin askeri, siyasi ve hukuksal yöntemleri vardır. Bunları kullanmak gerekiyor. Yargı olayını, tutuklamayı, mahkemeyi, hukuku etkili bir biçimde kullanmalıyız. Çok önemli bir mücadele alanıdır. Tutuklayacağız, yargılayacağız, alacağız, tehdit edeceğiz, kaçırtacağız, uyaracağız, etkisizleştireceğiz. Bazı hedeflere dönük bu tür yöntemler de kullanılmalıdır.
Sivil hedeflere askeri eylemler yapılamaz
Her hedefin niteliğine, karakterine uygun bir eylem biçimi geliştirmek gerekmektedir. Sivil hedeflere askeri eylemler yapılamaz. Ekonomik, kültürel kurumlara askeri saldırılar gerçekleştirilemez. Amaç hedefi etkisizleştirmektir. Ama bunda ucuz yöntem, vurup imha etmek olmamalıdır. Fakat çoğunlukla öyle görünüyor. Kesinlikle böyle yapılamaz. Yapıldığı takdirde de bu suçtan sayılır. Her hedefin karakterine uygun eylem biçimi, tarzı geliştirebilmeliyiz. Hedef çoktur. Bu nedenle eylem zenginliğimiz de olmalıdır. Devrimci Halk Savaşı, en zengin bir savaş tarzıdır. Öyle dar, sınırlı değildir; zengindir, geniştir, yaratıcılığa açıktır ve inisiyatif gerektirmektedir. Bunların hepsi yaratılır, öngörülürse buna göre bir savaş yapılabilir.
Şehirdeki durum, şehir gerillacılığı bazı bakımlardan yeterince hazırlıklı ve örgütlü olmadığımız bir durumdur. Yoksa öyle çok yeni olduğumuzu söylemek doğru olmaz. PKK dağda değil, şehirlerde kuruldu. Şehir çalışmalarıyla ortaya çıktı ve şehir direnişiyle var oldu. Bu nedenle önemli bir tecrübesi vardır. 1970’li yıllar sadece bir ideolojik duruş, ideolojik grup olma, propaganda dönemi olarak algılanırsa, bu yetersiz bir anlama olur.
Hilvan-Siverek adı altında gelişen mücadele, Kuzey Kürdistan’ın kentlerinde gelişen bir silahlı mücadele durumudur. Onun da çok önemli bir pratiği vardır. Neredeyse birçok şehirde sokak sokak, mahalle mahalle etkinlik geliştiren, içinde şehirlerin de yer aldığı belediyeleri seçimlerde kazanacak kitle gücüne ulaşan bir direniş pratiğiydi.
İkincisi, 1990’lı yılların pratiğidir. Ağırlıklı yönü köylerde, kırsal alanda milis örgütlenmesiydi. Çünkü o zaman köylülük yaşıyordu. Topyekun savaş tarafından tasfiye edilmemişti. Fakat o zaman da şehirlerle de sınırlı ilişkiler vardı. Şehirlerde kitle örgütlenmeleri olarak Koma-Gel çalışmaları oldu. Serhildanlar biraz öyle gelişti. Kırsal alan belli ölçüde tasfiye edildikten sonra da, kısa da olsa şehirlerle bir tür ilişki devam etti. Köyde olsun, şehirde olsun bir milis örgütlenmesi tecrübemiz kısmen vardır. Birebir aynı sayılmaz, tam hedeflediğimizi karşılamasa da o da bir pratik tecrübeydi.
Yine 2005-2006 pratiği var. Çok gelişme olmadıysa da, fakat yine de önemli bir pratikti. Çeşitli eylemlilikler de oldu. Ana karargahtan itibaren, öz savunma karargahı oluşturuldu ve bu süreçte İbrahim arkadaşın önemli bir çabası oldu. İstenen sonucu vermedi, tarzı iyi değerlendirilemedi, yetersiz oldu, ama bunlar da bir tecrübe ve dersti.
Son iki yıldır çok yoğun olarak tartışmaktayız. Özellikle V. Konferans’tan bu yana daha fazla tartışılmaktadır. Bu konuya ilişkin 2009 yılının aralık ayında bir konferans da yaptık. HPG bünyesinde öz savunmanın örgütlendirilmesini, öz savunmanın kapsamını, silahlı boyutunu, bunun yürütülmesini tartıştık ve bu yönlü anlayış birliği oluşturduk. Bu temelde bir netleşme yaşandı ve kararlara gittik. Bir yılı aşkın süredir de, bu konferans temelinde pratik faaliyetler yürütülüyor. 2010 Haziran-Temmuz savaşlarında bazı denemeler de oldu. Çok sınırlı oldu, ama yine de ders çıkartmayı içerecek düzeyde şehir girişimleri gerçekleşti.
Tüm bu yaşananlardan ders çıkarılabilir. Nelerin sonuç vermediği, hata içerdiği, zarar verdiğini çokça gördük. Özellikle son dönem pratiklerinde bu çok fazla açığa çıktı. Geçmişte oluşmuş, olumlu sonuçlar vermiş bir tecrübe de var. Kırda gerilla tecrübemiz var. Bütün bunları değerlendirerek, bir çalışma geliştirmemiz gerekmektedir. Elimizdeki veriler bunlardır.
Bütün bunlar bir temel, ama kırı, dağı esas alarak şehri tanımlamaya çalışmak yanlıştır. Kırdaki tecrübeye göre bir şehir tanımlaması, örgütlemesi yapmak istemek, “biz zaten biliyoruz, gerilla tecrübemiz vardır, kır şehir fark etmez” demek yanlıştır. Çünkü şehrin koşulları çok ayrıdır. Şehrin denetimi çok daha fazla, çok daha farklıdır. Onun için şehir savaşının tarzı, taktiği ayrı olmak durumundadır. Tedbirleri ayrı olmak durumundadır.
Şehirler üzerinde yoğunlaşmak, uzman olmak gerekmektedir. İçimizde şehir savaşına dönük “biz gerillacılığı biliyoruz, ha kır, ha şehir ne fark eder” deyip düz ve kaba bir yaklaşım çıkabiliyor. Bu eğilim olarak var ve içten içe taşınıyor. Bu yanlıştır ve bu durumu kesinlikle aşıp düzelmek gerekiyor. Bu bakımdan şehir için özel bir yoğunlaşma olmak durumundadır. Her şey daha farklı ve yeniden ele alınmak, şehir koşullarına göre örgütlenmek ve yenilenmek durumundadır. En profesyonel hırsızlar bile bir kalem bile çalamıyor, polis derhal yakalıyor. Öyle sanıldığı gibi boş bir alan değildir. Keşif uçağıyla keşfedilen bir yer gibi de değildir. O bakımdan da çok farklı yöntemler, tedbirler gerekecektir. Öyle kırdaki ölçülerle şehirde bir kişi kalamaz, gerillacılık yapamaz, kendini koruyamaz. O nedenle çok titiz bir tarzda ele alınıp yürütülmesi gereken bir çalışma olmaktadır. Eğer iyi örgütlenmezse insanın başına bela getirip ağır kayıplara yol açabilir. Toplumun katliamlarına zemin de yaratılabilir. Bir provokasyon gücü haline bile gelinebilir. Düşman buna dayanarak bir sürü katliam, provokasyon düzenleyebilir. Hata yapma, dolayısıyla hareketin halk ilişkilerine, kitle ilişkilerine zarar verme boyutu çok fazladır. Bazıları bu durumu kendi çıkarları ve imkanı için kullanmak isteyebilir. Koruculuk kontrol altına alındığı halde yozlaşıyor. Toplumun içinde bir örgütlenme yaptığımız zaman, onu çok sıkı denetleyemezsek benzer durumlar bizde de ortaya çıkabilir.
O nedenle şehir çalışmalarında nicelik çalışmasından daha çok, niteliğine önem vermemiz gerekecek. Savaşçı seçiminde daha titiz davranmalı, önemli kıstaslarımız olmalıdır. Yine eğitimin de, bu çerçevede daha etkili, göreve göre hazırlayacak düzeyde olması gerekmektedir. Şehir koşullarına uygun eğitimler yapmalıyız. Sadece düşmana vurmak değil, düşmanın saldırı yöntemlerinden kendini koruyup savunacak bir bilince, kurnazlığa ulaştıracak, tecrübe edindirecek eğitimlerle kişiyi donatmalıyız. Yoksa saf duruşlar, o ortamda ayakta kalmaya fırsat vermez. Yine örgütlenmede de çok daha duyarlı, titiz olmak gerekiyor. Çok denetimli, kontrollü olmak gerekiyor ki, hata yapmayalım, yozlaşma olmasın.
Üçüncü bir kol olarak, serhildanları tanımladık. Onlar da bu mücadelenin bir parçasıdırlar. Fakat dikkat edilirse, HPG parçası değiller. Bu halkın mücadelesinin parçasıdırlar, ama HPG dışındaki parçasıdırlar. Bu anlamda silahlı olanla, silahsız olanı ayırabilmeliyiz. Bunlar mümkün olduğu oranda birbirlerine destek vereceklerdir, ama birbirine karışmayacaklar. Birbirini olumsuz etkilemeyecekler. Silahlı mücadele gereksiz yere silahlı olmayan serhildanı, mücadeleyi deşifre edici, düşman saldırılarıyla yüz yüze getirici durumlara kesinlikle düşmemelidir. Bunun için de çok hassas olmak gerekiyor. Çok duyarlı olunmaz, dikkatli davranılmazsa her an böyle bir duruma düşülebilir.
En küçük bir gevşeme derhal darbe yemeye yol açar
Diğer yandan, silahsız örgütlenmenin ölçülerine, davranışlarına, tutumlarına bakarak o anlayışları, tutumları gerillanın içine taşımayacaklar. Gerilla eğitimi en çok onların üzerinde olacak. Silahlı öz savunma çalışması, yerel birlik çalışması gevşemeyecek. Bunun adını “Yerel Birlik” olarak ifade ettik. Bu silahlı öz savunma olarak anlaşılmalıdır. O halde silahsız serhildanın ölçüleri, özellikleri yerel birlik çalışmalarına yansımamalıdır. Öyle oldu mu, “o da şehirdedir, aynı alandadır” diye yerel birlik çalışmalarını gevşetir, ölçülerini aşındırır. En küçük bir gevşeme derhal darbe yemeye yol açar. Çünkü düşman en fazla böyle bir süreçte yerel birliklerin üzerinde duracak ve takip edecektir. En büyük güçle, yoğun olarak şehir gerillasını bulmaya, açığa çıkartmaya ve etkisiz kılmaya çalışacaktır. Öyle basit, üstünkörü, ciddiyetten uzak yaklaşmayacaktır. Onun için bizim de, bu şehir gerillacılığını, yerel birlik çalışmalarını çok özgün, kendi ölçülerine, kurallarına göre çok disiplinli ve sistemli ele alıp yürütmemiz gerekmektedir.
Bunun yanında serhildanın da bu mücadelede oynayacağı önemli roller vardır. Onu örgütleyen, yürüten güçler de var. Bu konuda da önemli bir tecrübemiz vardır. Kır gerillasından sonra, en çok tecrübeli olduğumuz mücadele alanı şehirlerdeki serhildanlardır. Bunun yasal biçimlerinin de nasıl olacağını biliyoruz. Yasal olmayan, meşruiyet içinde gelişen direniş biçimlerini de biliyoruz. Uzun süredir de çeşitli gençlik ve kadın örgütleri tarafından uygulanıyor. Bu bakımdan bu mücadele de sürüp gelişecektir. Kendi kulvarında yürüyecektir. Silahlı olanla karışmayacak, ama aynı alanda, aynı zeminde yürütülen mücadele olarak birbirine güç ve destek verecektir. Silahsız serhildanın rolü ve görevi en yasal eylemler, kutlamalar, bir moral ve coşku kaynağı, irade, tutum beyanı oluyor. Düşman uygulamalarını, katliamları, soykırımı, faşist gerici uygulamaları protesto, teşhir oluyor. Kürt iradesini, ulusal tutumunu ortaya çıkarıyor. Diğer yandan sivil itaatsizlik eylemleri kapsamında, devlet yönetiminin işleyişini bozuyor, engelliyor ve zayıflatıyor. Polis otoritesini zayıflatıyor. Polis egemenliğini kırıyor, denetim ve istihbarat çalışmalarını bozuyor. Belli ölçüde gerici güçleri zorlayıp sıkıştırıyor. Özellikle sivil istihbarat, özel tim gibi gizli istihbarat çalışmalarını korkutuyor, açığa çıkartıyor ve teşhir ediyor. Devlet kurumları üzerinde baskı oluşturuyor. Böyle önemli görevleri vardır. Bunun araçları ve yöntemleri de belirlenmiştir. Ateşli silah denen, mermiyi içermeyen silahlar kullanıyorlar. Esas olarak yakıcı aletler kullanılıyor. Bunlarla yürütülen bir mücadeledir. Belli bir örgütlülüğü de vardır.
Amacı, devlet yönetiminin, polisin şehirlerde ve sokaklarda toplum üzerindeki denetimini, kontrolünü dağıtıp zayıflatmaktır. Bunlar önemlidir ve genel tepkiye dönüşebiliyor. Önümüzdeki süreçte bütün bunlar yaygınca kullanabileceği gibi, daha da ileriye gidebilir ve genel bir tepkiye kadar varabilir. Bunlar şimdiden oluyor. Öyle bazı gericileri, provokatörleri bulup açığa çıkartınca linç etme, öylece korku salma gerçekleşmektedir. Polisi etkisiz kılma, püskürtme, sokağa çıkamaz hale getirme, polisin şiddet uygulamaları karşısında direnme, giderek polisi çalışamaz kılma, polis görevlerini üstlenecek bir örgütlülüğü de kendi içinden çıkarma, polis karakollarını bile etkisizleştirerek, kuşatarak, asayişi kendisinin sağlayacağı bir düzeye kadar ulaşabilir. Bu alandaki örgütlülük ve eylemliliğin de çerçevesi böyledir. Bu durumda kitlenin ister geniş bir nicelik olarak tutum koyması, isterse sivil itaatsizlik olarak devlet sistemini işletmemesi için uygun zemin yaratmaktadır. Hem düşmanın, suçlunun açığa çıkartılmasının hem de onun etkisizleştirmesinin zeminini güçlendirir.
Serhildan alanında önemli bir tecrübe vardır. Özellikle gençlik örgütünün geliştirdiği bir birikim, tecrübe, örgütlülük düzeyi söz konusudur. Bunlar rahatlıkla yapılabilir. Önümüzdeki süreçte de bu biçimde rol oynayabilir.
Mevcut eylemler içerisinde dayanışma, ortaklıklar olabilir. Daha zengin, yaratıcı taktikler olabilir. Herkesin kendi alanında görevlerini yerine getirmesi, birbirine büyük bir destek vermeyi ve dayanışmayı ifade ediyor. Ama onun ötesinde de dayanışmalı, fırsat bulduğunda ortak eylemliliği ifade eden girişimler olmalıdır. Serhildan, halkı ve gençliği iyice ateşler, örgütler, sokağa döker. Böylece halkın aktivitesi artar, devletin yönetim etkinliği zayıflar ve parçalanır.
Kısaca eylem biçimleri yoğun, taktik zenginlik fazladır. Ama burada yaratıcı olmayı bilmek, işin üzerinde çok yoğunlaşmak, gelişmeleri doğru değerlendirerek, doğru kararlar verebilmek önemlidir. Neyi nerede yapmak gerektiğini doğru bilerek, ona göre eylem biçimi, taktik gelişmeyi kararlaştırabilmek ve gerçekleştirebilmek önemlidir. Bu da pratikte yaratıcılık istiyor.
Bunlara ekleyebileceğimiz bir diğer husus da, alanları birbiriyle kıyaslamamak, mücadeleleri eşitleştirmemek önem taşımaktadır. Bunu, 1 Haziran 2004’ten sonraki alan pratiklerinde de kısmen gördük. Şimdi böyle bir mücadele sürecine girersek, bu tür yetersiz yaklaşımlar çok fazla görülecektir. Örneğin eyaletler birbirini taklit eder duruma düştüler. Şimdi mevcut mücadele içerisinde de mahalleler, şehirler, kasabalar, oralarda yapılanların birbirini taklit etmesi, birbirine benzemesi gibi durumlar ortaya çıkabilir. Bunlar yanlıştır. Birbirinden tecrübe edinmek, onun pratiğinden ders çıkartmak doğrudur, ama ona olduğu gibi benzemek, onu taklit etmeye çalışmak yanlıştır. Onun yerine, yaratıcı olmak gerekmektedir.
Diğer yandan böyle bir mücadele içinde eşit bir gelişme olmayacaktır. Bazı alanlar öne çıkacak, birinci alanlar olacaklar. Biz yüzde altmış, yetmiş, seksen etkili olacağız, devlet yüzde otuz, kırka düşecek. Bazı yerlerde yarı yarıya etkinlikler olacak, bazı yerlerde ise devlet yüzde yetmiş, seksen etkili olacak. Biz yüzde yirmi, otuz etkinlik içinde bulunacağız. Bir şehrin bazı mahallelerinde demokrasi etkin hale gelecek, bazı mahallelerinde devlet etkili olacaktır. Böyle eşitsiz, dengesiz, ama aynı zamanda iç içe bir gelişme olacak. Bu bakımdan da hepsi aynı olsun, eşitleşsin, bir bütünlük ve denge içinde gelişsin demeyeceğiz. O halde nerede imkan varsa oradan tutarak, orada ulaşabileceğimiz en ileri gelişme düzeyine ulaşmak için mücadele edeceğiz. Önderlik de savunmalarında “nerede fırsat varsa değerlendireceksin, nerede iş yapılabiliyorsa orada iş yapacaksın. Fırsat buldukça iş yapacaksın. İş yaptıkça, yaşayacaksın, daha fazla mücadeleye kendini hazırlayacaksın” dedi. Tarz ve üslup budur. Mücadele de böyle sürecektir. Belli bir pratik süre içerisinde farklı farklı düzeyleri olan bölgeler ortaya çıkacaklar. Bazı yerlerde, biz çok etkili olacağız, bazı yerlerde devlet etkili olacak. Bu durum bir şehrin mahalleleri arasında da olabilecek. Bu durum bütün Kürdistan genelinde olabilir. Botan’da, Zagros’ta mevcut kitle gücü var, coğrafyası buna uygundur, bu nedenle mücadele biraz daha öne geçebilir. Orta saha, Dersim biraz farklı özelliklerle gelişebilir. Ya da Amanos, Serhat ve diğer alanlar biraz daha farklı pozisyonda olacaktır. Elbette her yerde temel görevleri, amaçlarımızı hayata geçirmek için mücadele edeceğiz, ama bunu koşullara göre yapacağız. Bir yerde yüzde yetmiş imkanımız varsa onu kullanacağız. Bunu, yüzde seksen, doksana çıkartmaya çalışacağız. “Diğer yerde yüzde otuzdur, onlar da yüzde kırk, elliye çıksın, biz ondan sonra burada hareket edelim” demeyeceğiz. Bir yerde yüzde yirmi etkinlik kurabiliyorsak, bunu artırmak için, ona göre bir mücadele yürüteceğiz. Ama “burada yüzde yirmide kaldık, diğer yerde yüzde seksene çıkmış, o zaman biz geride kaldık” diyerek orada mücadeleyi bırakmayacağız.
Hiç kimse birbirine benzemeye birbirini taklit etmeye çalışmayacak
Genel planlamalarımız çerçevesinde, kırsal alan, dağ, mıntıka, şehir, kasaba, mahalle, her yerin özgün planlaması olacak. Oradaki düşman durumuna, bizim durumumuza, koşullara, güçler dengesinin içinde bulunduğu duruma göre amaçlarımızı daha fazla hayata geçirebileceğimizin, düşmanı daha fazla nasıl gerileteceğimizin planını yapacağız. Ona özgü plan çıkartacağız ve orada o temelde mücadele edeceğiz. Bu bakımdan da her yerin özgün, yaratıcı planlamaları gerekecek. Her yerin kendi koşullarına ve planlamasına göre özgün mücadeleleri, çalışmaları olacak. Hiç kimse birbirine benzemeye, birbirini taklit etmeye çalışmayacak. Hiçbir yer diğeriyle kıyaslanarak bir eleştiriye, değerlendirmeye tabi tutulmayacak. Kendi koşullarına göre ele alınıp değerlendirilecek. Kendi koşullarına göre başarı veya başarısızlık durumu değerlendirilecek.
Bu bakımdan da hem çalışmaların planlanıp yürütülmesinde, hem de sonuçlarının değerlendirilmesinde öyle genellemeci, düz yaklaşım olmayacak. Planlamalarımızı ona göre oluşturmalıyız. Taktiklerimizi ona göre belirleyip örgütlemeliyiz, pratiğimizi de bu çerçevede geliştirmeliyiz. Bu anlamda yapılabilecek her çalışma doğru, etkili, yeterli çalışma olacaktır. Bir yerdeki çalışma düzeyi ne olursa olsun, diğer yerdekinden daha önemli ya da daha geri olmayacak. Eğer oranın koşullarına uygun, o koşullarda yapılabilecek bir çalışma ise onun yapılması aynı oranda değer taşıyacak, önemli olacak ve mutlaka yapmak gerekecek.
Bu çerçevede böyle bir mücadeleyi yürütürken, her zaman ikili bir durum içinde olmalıyız. Şimdiye kadar böyle bir pratik mücadele yürütürken, üçüncü stratejik dönemde, 2010 Haziranı’na kadar olan süreçte, bütün mücadeleleri, çalışmaları, diyalog ve siyasi görüşmelerin önünün açılmasına bağladık. Şimdi artık kendi gücümüzle, mücadelemizle halkı örgütleyip, Demokratik Konfederalizmi yaratmayı esas alıyoruz. Mevcut savaş anlayışımız, Devrimci Halk Savaşı, böyle bir mücadeleyi ifade etmektedir.
Fakat biz böyle bir mücadele yürütür, mevcut hedefleri bu çerçevede esas alırken, elbette ki uygulamak istediğimiz, hayata geçirmek istediğimiz program, devlet artı demokrasi programıdır. Bu da demokrasiyle devletin bir yerde uzlaşmasını ifade eder. Eğer en sonunda, biri diğerini tümden yok etme noktasına gelmemişse, öyle bir düzeye gelene kadar ikili durum varsa, uzlaşma koşulları, zemini de vardır demektir. O nedenle her zaman bu güçler arasında bir uzlaşma, diyalog gündeme gelebilir. 1 Haziran 2010’da Yürütme Konseyi’nin yapmış olduğu açıklamada bu net bir biçimde vardı. Biz Devrimci Halk Savaşı temelinde kendi inisiyatifimizle, irademizle, kendi gücümüzle direnerek KCK sistemini örgütleyeceğiz, hayata geçireceğiz ve Kürt sorununu kendimiz çözeceğiz. Kürtler açısından çözdük, siyasi sistem açısından da çözeceğiz diyoruz. Bu temelde kendimizi örgütleyip mücadeleye giriyoruz. Fakat bir yerde, böyle bir gelişme içerisinde devlet tarafının siyasi görüşü değişebilir. Demokratik siyasetin etkileri daha fazla gelişebilir. Demokratik siyaset hakim hale gelebilir. Çözüm siyasetleri üretip ortaya çıkabilir. Bu çözümsüz, gerici, faşist siyasi duruş aşılabilir. Öyle bir durumda elbette ki uzlaşma, müzakere zemini, Demokratik Özerlik temelinde çözüm zemini ortaya çıkabilir. Böyle bir durum olduğunda da ona açık olacağız.
Önder Apo bu duruşu temsil ediyor. Barış içinde, siyasi çözüm stratejisini, çizgisini temsil ediyor ve hep o çizgide olacak. Önderliğimiz öyle bir çözümün stratejik temsilciliğini yapıyor. Biz ise Devrimci Halk Savaşı temelinde, Demokratik Konfederalizmi inşa edip iç içe bir mücadeleyle kendi çözümümüzü, kendi öz gücümüzle yaratmayı esas alıyoruz. Biz savaş ve mücadele gücüyüz. Önderlik barış, diyalog ve uzlaşma gücüdür. Eğer Kürt sorunuyla ilgili taraflardan bu yönlü uzlaşmaya dayalı çözüm arayışı gelişirse ve Önderliğimiz buna ikna olur, bizden de böyle bir talepte bulunursa biz ona da açık olacağız. Öyle bir talebe, çağrıya olumlu yanıt vereceğiz. Böyle bir tutum içinde olduğumuzu baştan taahhüt ediyoruz.
Bundan sonraki pratiğimizi, ideolojik, siyasi, askeri çalışmalarımızı sırf “böyle bir durum ortaya çıksın, Önderlikle diyalogun önü açılsın, diyalog gelişsin” diye yapmıyoruz. Biz devleti geriletip Demokratik Konfederalizmi kendi öz gücümüzle örgütlemenin mücadelesini esas alıyoruz. Yaklaşımımız bu temeldedir ve planlamamızı buna göre oluşturup, pratiğimizi buna göre geliştiriyoruz. Böyle bir durumda olmak diğerini reddetmiyor. Diğerine kapalı olmak anlamına gelmiyor. Fakat bizim çabalarımız artık oraya bağlı ve endeksli değildir. Tam tersine, öz gücümüzle devleti geriletip Demokratik Konfederalizmi örgütleme hedefine bağlıdır. Ama böyle bir mücadele içerisinde de karşıt taraflar eğer farklı çözüm arayışına girerlerse, KCK sistemini kabul edip Kürt halkının varlığını, iradesini, örgütlülüğünü tanırlarsa, bu temelde de bir çözüm ararlarsa, illa kavga ederek değil demokratik siyasi çözüm halinde yürütmeyi de bileceğiz. Buna da hep açık olacağız. Ama böyle bir beklenti içinde de olmayacağız. Bunu beklemeyeceğiz. Kendi mücadelemizi öz gücümüzle yürüteceğiz. Fakat böyle bir durum ortaya çıkarsa, onu değerlendirmeye de hazır olacağız.