Uluslararası Komplo üzerinden 27 yıl geçti. Uluslararası Komplo’nun nasıl geliştiği ve amaçları üzerine çokça duruldu. Bu yönlü bir bilinç oluştu. Zira kesintisiz ve sürekli büyüyen mücadele, Uluslararası Komplo gerçeğinin anlaşılması ve bu yönlü oluşan bilincin sonucudur. Bununla birlikte vuku bulan gelişmeler çerçevesinde Uluslararası Komplo’yu yeniden ele almak, günümüzde Uluslararası Komplo’nun hangi güçler tarafından ve nasıl sürdürüldüğünü anlamak çok önemlidir.
Uluslararası Komplo, yapılan ve sona eren bir olay değildir. Stratejik bir plandı ve Ortadoğu’nun yeniden dizaynı temelinde geliştirilen ve halen sürdürülen bir süreçtir. Ortadoğu’nun kapitalist modernite güçleri tarafından yeniden dizaynı komplonun sürdürülmesi temelinde olmaktadır. Kapitalist modernite güçlerinin Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesinde PKK’ye ve Önder Apo’ya yönelmesinin nedenleri üzerinde de çokça durulmuştur. PKK’nin ve Önder Apo’nun geliştirdiği çizgi kapitalist modernitenin çıkarlarını, bununla da kalmayıp söz konusu çıkarları sağlayan düzeni tehlikeye atıyordu. Çünkü PKK ve Önder Apo giderek alternatif bir çizgi geliştiriyordu. Daha Filistin-Lübnan sahasındayken PKK çizgisinin tehlikesi kapitalist sistem tarafından görülüp anlaşılmıştı. PKK’nin Filistin-Lübnan sahasında işgal ve soykırıma karşı takındığı devrimci tutum, ilişki ve mücadele tarzı bu işaretleri fazlasıyla veriyordu. Daha sonraki gelişmeler bu gerçeği doğrulamıştır. Bu, kapitalist modernite güçlerinin PKK çizgisini ve Önder Apo’yu hedeflemesini getirmiştir. Dolayısıyla Uluslararası Komplo ile Ortadoğu’nun kapitalist modernitenin çıkarları temelinde yeniden dizayn edilmesi arasında yakından bir ilişki vardır. Uluslararası Komplo sürdürülerek Ortadoğu’nun kapitalist modernitenin çıkarları temelinde yeniden dizaynı gerçekleştirilmektedir. Dolayısıyla bir oluşum, dinamik bir süreç vardır. Zira Uluslararası Komplo’ya karşı mücadele de bu sürecin bir parçasıdır. Uluslararası Komplo’nun sürdürülmesi karşısında Uluslararası Komplo’ya karşı mücadele, Ortadoğu’nun demokratik ulus temelinde yeniden inşasını gündeme getirmekte ve pratikleştirmektedir.
27 yıldır sürdürülen Uluslararası Komplo’ya karşı 27 yıldır gelişen bir mücadele de vardır. Bu mücadele Uluslararası Komplo’nun 27 yıldır amacına ulaşmasını engellemektedir. Aynı zamanda bu mücadele Ortadoğu’nun demokratik inşasını, giderek krizi derinleşen kapitalist moderniteye karşı küresel özgürlük ve demokrasi mücadelesinin gelişmesini ve dünyanın demokratik modernite devrimiyle tanışmasını sağlamaktadır. Küresel Özgürlük Hamlesi’ni bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Küresel Özgürlük Hamlesi, Uluslararası Komplo’ya karşı mücadelenin ulaştığı bir düzeydir. Bu aynı zamanda bu mücadelenin zirveye ulaşmasını ifade eder. Çünkü Uluslararası Komplo’ya karşı mücadelenin sonuca ulaşması, komplonun tümüyle boşa çıkarılması, mücadelenin bu düzeye ulaşmasıyla mümkündü. Uluslararası Komplo’ya sığdırılan amaçlar ve komplonun kapitalist modernite güçleri tarafından sürdürülüp yürütülmesi böyle bir düzeye ulaşmayı zorunlu kılıyordu. Yine Önder Apo’nun kapitalist moderniteye karşı geliştirdiği demokratik modernite devriminin gelişmesi de bunu gerektiriyordu. Eğer Uluslararası Komplo kapitalist modernitenin çıkarları kapsamında gerçekleştirilmişse, komployu boşa çıkarmak, kapitalist moderniteye alternatif geliştirmeyi gerektirir ki, bu da demokratik modernitenin geliştirilmesi olmaktadır. Önder Apo, demokratik moderniteyi bu amaçla geliştirmiştir. Dolayısıyla Küresel Özgürlük Hamlesi stratejik bir adımdır. Kapitalist modernist yaşama karşı demokratik modernite devriminin geliştirilmesini ifade etmektedir. Tecride veya komploya karşı mücadelenin dostlar tarafından sahiplenilmesi ve artık onlar tarafından yürütülmesi biçiminde anlaşılmaması gerekir. Böyle anlamak çok yanlış, eksik ve aynı zamanda mücadeleyi zayıflatan tehlikeli bir yaklaşım olur. Buna düşmemek, ifade ettiği anlamı derinden kavrayarak, mücadeleyi yaşamın her alanına ve anına sığdırarak yükseltmek gerekir.
Hamlenin ikinci yılına daha güçlü bir planlamayla giriliyor
10 Ekim 2023 tarihinde başlayan Küresel Özgürlük Hamlesi ikinci yılına girdi. Hamle, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü ve Kürt sorununun çözümü hedefiyle gelişti. Bu hem Uluslararası Komplo’ya karşı mücadelenin hem de özgürlük mücadelemizin ulaşmak istediği hedeftir. Dolayısıyla giderek özgürlük mücadelesinin Küresel Özgürlük Hamlesi kapsamında gelişmesi oldukça doğru ve anlamlıdır. Birçok bakımdan böyle ortaya koymak mümkündür. Devrimimizin öngörüsü ve aynı zamanda gidişatı böyle bakmamızı gerektiriyor. Kürdistan devrimi artık bir Ortadoğu ve giderek dünya devrimine dönüşüyor. Kapitalist modernitenin derinleşen krizi karşısında Önder Apo’nun demokratik modernite devrimini ön gören demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü toplum paradigması gittikçe dünyada en ciddi ve sahiplenilen mücadele olarak gelişmektedir. Böylece mücadelemiz Küresel Özgürlük Hamlesi’nin belirlediği hedefler temelinde ifadesini bulmakta ve bu temelde gelişmektedir.
Bir yıllık zaman zarfında Küresel Özgürlük Hamlesi kapsamında büyük bir mücadele gelişti. Çok önemli gelişmeler yaşandı. Dünyanın dört bir yanında halklar, kadınlar, eşitlik, özgürlük, demokrasi mücadelesi verenler hamleye katıldılar. Bu kadar güçlü bir katılım ve sahiplenme bizleri hem çok şaşırttı hem de çok sevindirdi. Şaşkınlığımızın kaynağında paradigmayı yeterince kavrayamamamız vardır. Benzer şaşkınlığı Önder Apo üzerindeki tecridin kısmen zayıfladığı ve Önder Apo’nun sınırlı da olsa dışarıyla bağının geliştiği süreçte Türkiye ve Bakurê Kurdistan’da ortaya çıkan gelişmeler karışışında da yaşamıştık. Yine Rojava Devrimi sürecinde ortaya çıkan sonuçlar bizleri fazlasıyla şaşırtmıştı. Çünkü Rojava Devrimi tahminlerimizin ötesinde sonuçlar yarattı, bütün dünyayı etkileyen bir devrime dönüştü. Yine son olarak Rojhilatê Kurdistan’da gelişen ve İran’ın tümüne yayılan Jin Jiyan Azadî serhildanı böyle olmuştur. Rojhilatê Kurdistan ve İran’da yaşananlar kelimenin tam anlamıyla devrimdi. Bu, kadının en çok görünürde olduğu ve özne olduğu bir süreçti. Bu yönüyle denilebilir ki özgürlük bilincinin ve çizgisinin en ileriye ulaştığı süreç olma özelliğini taşır. Öte yandan şimdiye kadar ortaya çıkan sonuçlarla bu sürecin tamamlandığı düşünmemek gerekir. Henüz tüm yönleriyle bunun sonuçları ortaya çıkmamıştır ve uzak olmayan bir süreçte bunun büyük sonuçlarıyla karşılaşacağımızı bilememiz gerekir. Tüm bu örnekler bir yandan paradigmayı anlama, paradigmada derinleşme ve buna göre çalışma konusunda yetersiz kaldığımızı, diğer yandan da bu yetersizliğimizi aştıkça büyük gelişmeler yaratacağımızı ortaya koyuyor.
Küresel Özgürlük Hamlesi’yle gelişen bir yıllık mücadele süreci birçok bakımdan ele alınması ve değerlendirilmesi gereken bir süreçtir. Şimdiye kadar bunun anlamı ve önemi üzerinde çokça duruldu. Şüphesiz üzerinde daha da durmak, anlamak ve bu temelde güçlendirmek gerekir. Çünkü Uluslararası Komplo’ya karşı mücadele artık Küresel Özgürlük Hamlesi kapsamında gelişiyor. Şimdi hamlenin ikinci yılına daha güçlü bir planlamayla giriliyor. Bu temelde değerlendirirsek bir yıllık mücadele şu gerçeği ortaya koymuştur. Güçlü bir toplumsal, siyasal, hukuki mücadeleyle Önder Apo üzerindeki mutlak tecrit kırılabilir, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüne giden yolda önemli mesafeler alınabilir ve bu hedefe ulaşılabilir. Bir yıllık mücadelenin sonuçlarına baktığımızda bunları belirtmemiz mümkündür. Nitekim son olarak Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin aldığı karar bunun göstergesidir. Her ne kadar Bakanlar Komitesi sorumluluğunu yerine getirmeyip Türk devletine bir yıllık zaman tanısa da gittikçe artan siyasal ve toplumsal baskı altında İmralı sistemini meşrulaştırma görevini daha fazla sürdüremeyeceğini ortaya koymuştur. Bu, komplonun ve İmralı sisteminin en hassas noktasıdır. Çünkü İmralı işkence ve soykırım sistemi Avrupa kurumları eliyle hem sürdürülüyor hem de meşrulaştırılıyor. Avrupa kurumlarının bu yönlü olumsuz rolü olmazsa Türk devleti mutlak tecridi sürdüremeyeceği gibi Uluslararası Komplo’yu da yürütemez. Unutmamak gerekir ki Uluslararası Komplo ABD, İsrail, NATO ve Avrupa devletlerinin bir planı olarak gerçekleşmiştir. Komplonun sürdürülmesi anlamına gelen İmralı sisteminin sürdürülmesi görevi de Avrupa kurumlarına verilmiştir. Geçen 26 yıllık süreç AİHM, CPT, Bakanlar Komitesi vb. kurumların buna göre yaklaştıklarını ispatlamıştır. Avrupa kurumları işkenceyi önleyen, hak ihlalini gideren, adaleti sağlayan değil, tamamen bunun tersi bir rol oynamış, işkenceyi, hukuksuzluğu, hak gaspını meşrulaştıran bir işlev görmüştür. Türk devletinin yaptığı bunca hukuksuzluğa meşruiyet üretmiştir. Kendi kararlarını bile uygulamaması, bunların yerine getirilmesi için çaba içerisinde olmaması, bu misyonundan kaynaklıdır. Örneğin Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin umut hakkı kapsamında aldığı karar gerçekte 2014 yılında alınan bir karardır. Şimdi üzerinden on yıl geçmişken ve Türk devleti hiçbir şey yapmamışken, üstüne de bunca hukuksuzluğu, insanlık suçunu bundan cesaret alarak işlemişken, Bakanlar Komitesi, Türk devletine bir yıl daha süre tanımıştır. Dolayısıyla hukuku, adaleti, hakikati sağlayacak olan kesinlikle özgürlük ve demokrasi mücadelesidir. Özgürlük ve demokrasi mücadelesi kapsamında yürütülecek hukuki mücadele de bu yönüyle anlamlı ve sonuç alıcı olabilir. Uluslararası Komplo ve buna karşı 27 yıldır verilen mücadele bu tarihsel gerçeği ispatlamıştır. Kürt halkının ve bütün halkların artık böyle bir deneyimi ve bilinci vardır.
Sonucu belirleyecek olan mücadeledir
Küresel Özgürlük Hamlesi’nin gelişimi ve yol açtığı sonuçlar birçok boyutuyla ele alınabilir. Fakat Küresel Özgürlük Hamlesi özünde iki stratejik boyutta gelişiyor. Birincisi, Önder Apo üzerindeki mutlak tecrit ve İmralı soykırım sisteminin dünyada gündeme girmesidir. Bir yıllık süreçte hamle kapsamında gelişen mücadele ve eylemlerle bu konuda önemi bir mesafe alındı denebilir. Mutlak tecrit ve İmralı soykırım sistemi, bu temelde 26 yıldır işlenen korkunç hukuksuzluklar, insanlık suçları bütün dünyada daha fazla görünür oldu. Bu geliştikçe Uluslararası Komplo gerçeği de tartışılmakta ve kavranmaktadır. Zira kapitalist modernite güçleri Uluslararası Komplo’yu sürdürüyor. Buna karşı mücadele de sürüyor. Özgürlük Hareketi bu mücadeleye öncülük ediyor. Ortadoğu’da hızlanan gelişmeler bu mücadelenin, yani komployu sürdürme ile bunu boşa çıkarma çabasının artarak ve derinleşerek sürdüğünü ortaya koymuştur. Kesinlikle Ortadoğu’daki gelişmeler bu pencereden ele alınırsa doğru kavranabilir. Aksi halde Uluslararası Komplo gerçeği bilinmeden ve dikkate alınmadan gelişmelerin anlamı ve gidişatı doğru anlaşılamaz. Bu temelde geliştirilecek politikalar da başarılı olamaz. Örneğin Suriye’nin içerisine düştüğü durum bunun kanıtıdır. İran’ın, Türkiye’nin, Irak’ın ve başka güçlerin içerisine düştüğü durum da Suriye’nin durumundan farklı değildir. Şüphesiz bu güçler bunu görecek ve buna göre politika yapacak durumda değiller. Çünkü Uluslararası Komplo’nun parçasıdırlar ve ortaya çıkardığı sonuçlar temelinde yürümeye çalışıyorlar. Küresel Özgürlük Hamlesi tüm bu gerçekleri daha görünür kılmıştır. Ortadoğu ve Ortadoğu’nun yeniden dizaynı kapitalist modernite sistemi açısından için en önemli konuysa, bunun niteliğini, iç yüzünü ortaya koymak en temel çalışma olmaktadır.
Öte yandan Kürt halkına ve Önder Apo’ya karşı yürütülen soykırım politikaları ortaya konulurken adına hukuk denen kuralların hiçbir şekilde işletilmediği, adalet diye bir şeyin gözetilmediği, bırakalım bunların gözetilmesi ve uygulanması, bunların bütünüyle ortadan kaldırılıp yok edildiği gözler önüne seriliyor. Önder Apo’ya ve Kürt halkına yönelik uygulamalar, yürütülen politikalar hukuk, ahlak, vicdan, hakkaniyetle açıklanabilir mi? Dört yıldır sürdürülen mutlak tecrit ve 26 yıldır İmralı işkence ve soykırım rejimi hangi değerlerle bağdaştırılabilir, açıklanabilir? Yine bir asrı aşkındır Kürt halkı üzerinde yürütülen soykırım siyasetinin insanlık nazarında bir yeri var mıdır? Bu durumun hiçbir insanlık değeriyle bağdaşmadığı kesindir. Bu gerçeğin ortaya konulması çok önemlidir. Şunu çok iyi gördük ki, Önder Apo üzerindeki mutlak tecridi ve 26 yıllık İmralı işkence ve soykırım sistemini görüp de buna tutum almayan yoktur. İmralı gerçeği ve Kürt halkının mücadelesi çağımızın hakikat ve doğruluk ölçüsü olmuştur. Nemrutlara karşı İbrahim’in, İsa’nın, Muhammed’in safında yer almak gibi tarihsel bir hakikate dönüşmüştür. Bu tarihsel hakikati gören herkes Önder Apo’ya sahip çıkıyor. Bu idrak ve tutum geliştikçe düşmanlar bile bunu görmezden gelemiyorlar, çok zorlanıyorlar. Bakanlar Komitesi’nin on yıldır sürüncemede bıraktığı kararı yeniden ele alması işte bunun sonucudur. Yoksa bütün unsurlarıyla kapitalist modernite sisteminin olumluluk adına herhangi bir gelişmeye imza atması söz konusu değildir ve olamaz. Bu bilinçle mücadele çizgisini geliştirmek, mücadeleyi büyütmek gerekir.
Bakanlar Komitesi’nin Türk devletine bir yıllık süre vermesi yürütülen tasfiye ve soykırım planıyla yakından ilişkisi vardır. AKP-MHP iktidarı herkese PKK’yi bitireceğini, Kürt soykırımını sonuca ulaştıracağını söylüyor. Bunu dayatıyor herkese dayatıyor, herkesi buna göre hareket etmeye zorluyor. Bakanlar Komitesi’nin bir yıl süre tanıması bu dayatmanın sonucudur. Eğer özgürlük mücadelesi zayıflar, soykırımcı politika sonuç alırsa Bakanlar Komitesi bu karara hiçbir şekilde sahip çıkmayacaktır. Tersi olursa, mücadele gelişir, büyür, faşizm daha da geriletilirse o zaman Bakanlar Komitesi yeni bir tutuma gidebilir, verdiği bu karara sahip çıkmayı tartışabilir. Benzer bir yaklaşım Irak’la varılan anlaşmada da vardır. Anlaşmanın süresi bir yıl olarak belirlenmiş. Bir yıldan sonra duruma bakılacak, bir yıl daha uzatılıp uzatılmayacağına karar verilecek. Çünkü Türk devleti ve Barzaniler Irak hükümetine gerillanın bir yıla kadar ezileceğini ve PKK’nin tasfiye edileceğini belirtmişler. Irak buna bakacak ve buna göre tutumunu belirleyecektir. Bu gerçekleşmezse anlaşmayı uzatmanın zeminini bulamayacaktır. Dolayısıyla sonucu belirleyecek olan mücadeledir.
Savunmalarım neredeyse ben de oradayım
Küresel Özgürlük Hamlesi’nin ikinci önemli boyutu, paradigmanın yayılması ve geliştirilmesidir. Bu sürecin başlatılmasıyla gördük ki Önder Apo’nun paradigması tüm dünyada çok büyük bir etki yaratmış. Zaten Küresel Özgürlük Hamlesi de oluşan bu etkinin sonucu olarak gelişti. Fakat esasında hareket olarak paradigmanın geliştirilmesi, yayılması, örgütlendirilmesi konusunda bugüne kadar yaptığımız çalışma çok sınırlı kalmıştır. Şu an gördüğümüz düzey hareket olarak yaptığımız çalışmanın sonuçlarından çok Önder Apo’nun savunmalarının ortaya çıkardığı bir sonuçtur. Yani bizzat Önder Apo’nun çabalarının sonucudur. Şüphesiz paradigmayı geliştirme, örgütleme çalışmaları hiç yapılmamış, bunun çabası verilmemiş değil. Ancak paradigmanın bağrında taşıdığı anlam, potansiyel karşısında yapılanlar son derece sınırlı ve yetersizdir. Bu da bizlerin yetersiz kaldığı bir diğer önemli noktadır. Paradigmanın örgütlendirilmesi ve geliştirilmesi esas olarak hamle kapsamında gelişen eylem ve çalışmalarla olmuştur. Önder Apo’nun paradigması geniş bir kesime ulaşmıştır. Denilebilir ki bir yıllık süreçte gelişen paradigma çalışmaları önceki bütün yılların toplamından fazla olmuştur. Bu yönlü birçok çalışmanın yanında özellikle “Özgür Okumalar” adıyla Önder Apo’nun savunmalarının okunması bunda önemli bir rol oynamıştır. Bununla paradigma ve savunmalar akademik kesimlerin dışında başta gençlik ve kadın olmak üzere topluma yayılması sağlanmıştır. Hamlenin toplumsallaşmasına önemli bir katkısı olmuştur. Bu açıdan savunmaların okunmasına ve tartışılmasına daha fazla ağırlık vermek ve bunu yaygınlaştırmak gerekir. Paradigmanın örgütlendirilmesinin en etkili yolu şüphesiz savunmaların okunup tartışılmasıdır. Önder Apo “savunmalarım neredeyse ben de oradayım” diyerek bunun önemini ortaya koymuştur. Bu açıdan savunmaların okunması ve paradigmanın yayılmasını en stratejik çalışma olarak ele alıp geliştirmek gerekir.
Bir yıllık süreç içerisinde hamlenin ortaya çıkardığı önemli sonuçlar olmuştur. Her şeyden önce Küresel Özgürlük Hamlesi güçlü bir mücadele temeli üzerinden gelişmiştir. Güneşimizi Karartamazsınız eylemleriyle başlayan Uluslararası Komplo’ya karşı mücadelenin büyük yaratımları hamleyi güçlü bir temel oluşturmuştur. Hamle bu güçlü temel üzerinden gelişmiş ve bu mücadeleyi daha da geliştirip ilerletmiştir. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü amaç edinerek Uluslararası Komplo’yu sonlandırmayı hedeflemiştir. Bu kapsamda Kürdistan’da ve yurtdışı alanlarında önemli toplumsal, siyasal, ideolojik, kültürel, hukuki gelişmeler yaşanmıştır. Önder Apo ve mutlak tecrit dünya kamuoyunda önemli bir gündem olmuştur. Dünyanın dört bir yanında halklar, kadınlar, gençler, işçi sınıfı, emekçiler, ekoloji hareketleri, aydın, yazar, sanatçı, filozof, sol, sosyalist, demokratik kesimler, inanç çevreleri daha da sayılacak geniş kesimler hamleye katılarak söz konusu sonuçların ortaya çıkmasında önemli bir rol oynamışlardır. Bu aynı zamanda paradigmanın yayılmasına da büyük bir katkı sağlamıştır. Tanınan, sözlerine değer verilen birçok aydın, yazar, sanatçı, filozof savunmalardan pasajlar okuyarak hem mutlak tecridin gündemleşmesi hem de Önder Apo’nun paradigmasının yayılması açısından önemli bir katkı sağlamışlardır. Bunu çok önemli bir çalışma olarak görmek ve bu temelde değer vermek gerekir. Nobel ödülü almış 69 insanın geliştirdiği tutum da çok önemlidir. Bu hem takdir edilmesi hem de daha geliştirilmesi gereken değerli bir çalışmadır. Toplumsal eylem ve entelektüel çalışmaların yanı sıra güçlü bir hukuki çalışma da açığa çıkmıştır. Son olarak Avrupa sahasında 1500’e yakın avukat ve hukuk kurumu Önder Apo üzerindeki mutlak tecride karşı tutum geliştirmişlerdir. Hukuk tümden ortadan kaldırılarak geliştirilen İmralı işkence ve soykırım sistemine karşı hukuk mücadelesi vermek son derece anlamlı ve önemlidir. Üstü örtülmesi en zor şey İmralı’daki hukuksuzluktur. O kadar açıktan bir hukuksuzluk vardır ki, bunun üstünü örtmek son derece zordur. Dolayısıyla hukuk mücadelesi ilk sonuç alınacak alan olmaktadır.
Hamleyi Ortadoğu sahasında geliştirmek çok önemlidir. Denilebilir ki bu sürecin en zayıf halkası Ortadoğu sahası olmuştur. Ortadoğu’daki savaş ve bunun yanında yeterince örgütlenememek bu sonucun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Halbuki Önder Apo’nun geliştirdiği çözümlere en çok Ortadoğu’da ihtiyaç duyuluyor. Ortadoğu, demokratik ulus çözümü temelinde paradigmanın en çok hayat bulacağı alandır. Bunu bilerek Ortadoğu sahasında hamleyi hem toplumsal örgütlenme ve eylem hem de paradigmanın yayılması bakımından geliştirmek gerekir.
Hamle kapsamında bundan sonra temelde iki boyutta mücadeleyi geliştirmek gerekir. Birincisi, hamleyi daha fazla toplumsallaştırmaktır. Hem Kürdistan’da hem yurtdışında bunu sağlamak gerekir. Artık milyonların Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için harekete geçirilmesi gerekir. Hamlenin böyle bir amacı olmalı ve bu temelde çalışılmalıdır. Şimdiye kadar yapılan çalışmalar, eylemler bunun için güçlü bir zemin oluşturdu. Büyük Köln mitingiyle yurtdışında, son olarak 13 Ekim’de Amed’te yapılan Özgürlük Mitingi’yle de Bakurê Kurdistan’da bu zeminin çok güçlü olduğu ortaya çıktı. Bundan sonra bunun pratikleşmesi için çalışılmalı ve bu başarılmalı. Rojava’da zaten açığa çıkan güçlü bir toplumsal eylem var. Diğer parçalarda da bunu geliştirmek gerekir. İkincisi, paradigmanın yayılmasına daha fazla önem vermek ve bunu hızlandırmaktır. Bunun için örgütlü ve hedefli bir çalışma planlamasına gitmek ve bunu pratikleştirmek gerekir. Hem toplumsal eylemlerin geliştirilmesi hem de paradigma çalışmalarının daha fazla geliştirilmesi için örgütlü ve planlı çalışmaya ihtiyaç vardır. Bunların yanı sıra tabi hukuk mücadelesini de daha fazla geliştirip güçlendirmek gerekir. Bunu hem yurtdışında hem de Kürdistan ve Ortadoğu sahasında yapmak gerekir.
Kürdistan Özgürlük Gerillası’nın direnişi soykırımcı sömürgeciliğin planlarını bozmuştur. Gerillanın direnişini kıramayan AKP-MHP faşist rejimi, bunun sonucu olarak krize girmiştir. Esasında faşist AKP-MHP iktidarı gerillayı ezerek ve bu temelde PKK’yi tasfiye ederek Kürt soykırımını gerçekleştirmeyi hedeflemişti. Bunu cumhuriyetin ikinci yüzyılına girmeden evvel gerçekleştirmek istiyordu. Böylece cumhuriyetin ikinci yüzyılına Kürt soykırımını tamamlayan muzaffer bir güç olarak girmeyi planlamıştı. Bunu başardıktan sonra yönelimini Ortadoğu’ya vermeyi, Misak-ı Milli sınırlarını işgal ederek İran’ın bölgedeki hakimiyetini kırmayı, Suriye ve Irak üzerinde hegemonya geliştirerek Ortadoğu’da ABD’nin ve kapitalist modernite güçlerinin en güçlü müttefiki durumuna gelmeyi amaçlıyordu. Ancak gerillanın direnişi bu planı bozdu. AKP-MHP iktidarı gerillanın direnişi karşısında başarısız olunca içeride ve dışarıda umduğu sonuçlara ulaşamadı. Zaferini ilan edip toplum üzerinde mutlak hakimiyet geliştiremedi. Bu, demokratik siyasete geniş bir alan açtı, siyaset yapacak bir alan yarattı. Sistem içi muhalefet de buna dayanarak ayakta kaldı ve siyaset yapma imkanı buldu. 31 Mart yerel seçimlerinde demokratik siyaset bu durumu değerlendirerek Kürdistan ve Türkiye’de önemli bir başarı kazandı. Kürdistan’da halk kayyumları gönderdi, kendi adaylarını yerel yönetimlerde iş başına getirdi. Yine etkili siyasi taktiklerle Türkiye’deki belediyelerin iktidarın elinden çıkıp sistem içi muhalefete geçmesini sağladı. CHP bundan faydalanarak birinci parti konumuna yükselirken faşist AKP-MHP iktidarı büyük bir hezimet yaşadı. Bu durum adına cumhur ittifakı denilen ırkçı, faşist, gerici ittifakın kriziyle sonuçlandı.
Bundan sonra AKP-MHP iktidarı dışarıdan ABD, NATO ve Avrupa devletlerinden ve içeriden ise KDP’den aldığı destekle gerilla karşısında başarılı olamayacağını, Kürdistan Özgürlük Gerillası’na karşı daha geniş desteklere ihtiyacının olduğunu görerek daha geniş ittifak arayışlarına girmiştir. Irak’la girilen ilişkiler ve varılan mutabakat bu arayışın sonucudur. Bu temelde Türkiye-KDP-Irak anlaşması ortaya çıkmıştır. Bu anlaşmasının ortaya çıkmasında başat rol oynayan güç Barzaniler olmuştur. Barzaniler kaderlerini bütünüyle Kürt soykırımına ve bunu yürüten AKP-MHP iktidarına bağladığından bütün gücüyle PKK’nin tasfiyesi ve Kürt soykırım planının işlemesi için çalışmaktadır. İşbirlikçilik ve ihanette bu kadar derinleşmesinin kaynağında bu vardır. Irak hükümetinin böyle bir ittifaka çekilmesi için Barzaniler var güçleriyle çalışmışlardır. Irak hükümeti ve Iraklı güçler üzerinde baskı kurmuş, tehdit etmiştir. Neticede Irak devleti buna gelmek durumunda kalmıştır. Şüphesiz Irak’ta başta hükümet olmak üzere bazı çevreler Türkiye ile ilişkiler geliştirerek ekonomik ve siyasi kazanç sağlanacağına inanıyorlar. Kalkınma Yolu Projesi’yle ekonomik-ticari alanda gelişmeyi, Türkiye üzerinden dışarıya açılmayı umuyorlar. Bu ittifakın gelişmesinde bu yaklaşımın da payı vardır. Ancak belirleyici olan KDP’nin baskısı ve tehditleridir. KDP Türkiye sopasıyla Irak’ı tehdit etmiştir. Irak, Türk devletinin emellerini bildiğinden ve bununla başa çıkamayacağını bildiğinden yumuşak yaklaşmayı esas almış ve ekonomik ilişkiler karşılığında bu ilişkiye girmeye razı olmuştur. Yine İran’ın bu süreçte yaşadığı sıkışma ve Türkiye’den duyduğu tedirginlik, Türkiye ile Irak arasında böyle bir ilişkinin gelişmesine yeşil ışık yakmıştır.
Türk devleti Irak ve İran’ı yeniden Kürt soykırımı eksenine çekmek istiyor
Ancak sonuçların ne İran’ın ne de Irak’ın beklediği gibi çıkmayacağı çok açıktır. Bu ilişkinin ne ekonomik-siyasi getirisi olur ne de bununla Türk devletinin arz ettiği tehlike ortadan kaldırılabilir. Kalkınma Yolu Projesi ekonomik-ticari bir proje değil, tamamen askeri bir projedir. Hedefinde Kürt Özgürlük Hareketi’nin tasfiye edilmesi vardır. Bir taraftan PKK tasfiye edilecek, Rojava boğdurulacak, diğer taraftan Güney Kürdistan kuşatılıp tümden teslim alınacak. Amaç budur. Dolayısıyla adına kalkınma denilen bu proje kalkınma planı değil, savaş ve soykırım plandır. Bunun Barzaniler dışında ne Irak’a, ne İran’a ne de bölgedeki başka güçlere bir getirisi yoktur. Esasında Türk devleti tıpkı tarihteki Sadabat Paktı, Bağdat Paktı gibi antlaşmalarla Irak ve İran devletlerini yeniden Kürt soykırımı eksenine çekmek istiyor. Suriye’yi de bu eksene çekmeye çalışıyor. Böylece Türkiye-İran-Irak-Suriye devletleri olarak Kürdistan üzerinde ortak egemenlik ve ortak yönetim kurulması hedefleniyor. Türk devleti böyle bir eksen geliştirmek istiyor. Özellikle Ortadoğu’daki gelişmelerin başta İran olmak üzere Irak ve Suriye üzerinde yarattığı tehlikeyi fırsata çevirerek böyle bir eksenin gelişmesi için çalışıyor. Şüphesiz böyle bir eksenin gelişmesi çok tehlikelidir. Bununla Türk devleti sonuca ulaştıramadığı Kürt soykırım planını tamamlamak istiyor. Bu, hem AKP-MHP’nin Kürt soykırım planını yürütmede yaşadığı zorlanmanın hem de aynı zamanda soykırımda ısrarının bir göstergesidir. Ancak ABD, İsrail, NATO olmadan Ortadoğu’da böyle bir eksenin gelişemeyeceği açıktır. Dolayısıyla bu eksenin gelişmesi ancak ABD, İsrail, NATO’nun Ortadoğu planı çerçevesinde olabilir. Nitekim tarihteki benzer antlaşmaların arkasında kapitalist modernite güçleri olmuştur. Öte yandan Türkiye’nin Kürt soykırımı için değerlendirmeye çalıştığı bu antlaşmaların Ortadoğu’yu nasıl kamplaştırdığı, kapitalist modernite güçlerinin saldırısına nasıl açık hale getirdiği biliniyor. Özellikle İran, Irak, Suriye’ye zararı çok olmuştur. İran bu antlaşmayla elli yıl kapitalist modernitenin uydusu olarak kaldı ve kullanıldı. 1979 Devrimi’yle ancak bundan çıkabildi. Irak ise buna iki yıl tahammül edebildi ve ancak askeri darbeyle bundan kurtulabildi. Suriye’nin ise Adana Mutabakatı adıyla nasıl bir tuzağa çekildiği biliniyor. Suriye operasyonu esasında Uluslararası Komplo kapsamında yapılan Adana Mutabakatı’yla başlatılmıştır. Suriye bunun acı deneyimini yaşamıştır. Dolayısıyla Kürt karşıtı cephenin sadece Kürt halkına değil, bütün Ortadoğu halklarına nasıl zarar verdiği, bunun sadece kapitalist modernite güçlerine ve onların Ortadoğu planına hizmet ettiği açıktır.
Şimdi de Türk devleti Adana Mutabakatı’nın güncellenmesi biçiminde Suriye’yi yeniden buna çekmeye çalışıyor. Kesinlikle bu Suriye için bir çıkış olamaz, Suriye’nin sorunları bununla çözülemez. Tam tersine bu Suriye’deki durumun daha da ağırlaşmasına, çatışma ve bölünmenin derinleşmesine yol açar. Türk devletinin esas amacı Suriye’deki işgalini kalıcılaştırmak, buna dayanarak Suriye’yi hegemonyası altına almaktır. Bu Suriye için en tehlikeli, en yanlış yoldur. Suriye’de sorunların çözümü Kürtlerle anlaşmaktan, Suriye’nin demokratikleşmesinden geçer. Suriye’ye karşı en büyük tehdit Türk devletidir. Bu tehdit de ancak Suriye’de Kürt sorununun çözümüyle ortadan kaldırılabilir. Kürtlerle ve Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’yle Suriye’nin bütünlüğü temelinde diyalog ve müzakereyle sorunlar çözüldüğünde Türk devletinin oluşturduğu tehdit de ortadan kalkacaktır.
Kapitalist modernitenin krizi 3. Dünya Savaşı olarak yansımasını buluyor. Bu kapsamda kriz, kaos ve savaş gittikçe derinleşiyor. Ortadoğu bu savaşın merkezinde bulunuyor. Ortadoğu’da yaşanan son gelişmeler bu gerçeği bir kez daha ispatlamıştır. Şüphesiz dünyanın başka sorunlu alanları ve üzerinde kapışmanın olduğu önemli jeopolitik coğrafyaları da vardır. Zira krizin ve sorunlu durumun nedeni dışsal değil, içseldir. Sorunlar kapitalist moderntienin bünyesinden kaynaklanıyor. Ancak sorunların en fazla düğümlendiği yer Ortadoğu’dur. Önder Apo, Ortadoğu’nun yeniden dizaynı yapılmadan ve bu temelde planlanan müdahaleler gerçekleşmeden sistemin durmayacağını belirtmiştir. Şimdi olanlar Önder Apo’nun bu tespitini doğruluyor.
3. Dünya Savaşı’nın özellikleri, daha önceki dünya savaşlarıyla arasındaki farklar üzerinde duruluyor. Biz de üzerinde duruyor, buna göre anlamaya ve yaklaşmaya çalışıyoruz. 3. Dünya Savaşı kapitalist modernite güçleri arasında gerçekleşen ve dünyanın zenginliklerini paylaşmaktan kaynaklanan bir savaştır. Dünyanın kaynaklarının paylaşılamaması bu savaşın temel nedenidir. Daha önceki dünya savaşlarının nedeni de budur. Ortadoğu’nun bu kadar önemli olması hem sahip olduğu kaynaklardan hem de jeopolitiğinin öneminden kaynaklanıyor. Yine Ortadoğu’nun hem güçlü tarihsel toplumsal varlığı ve hem iktidar-devlet gücünün varlığı Ortadoğu’yu önemli bir merkez yapıyor. Önder Apo, Ortadoğu’nun merkez olma gerçeğini belirtirken bu özellikleri de ortaya koyuyor. Önder Apo İsrail’in varlığını da ayrıca vurguluyor. Tüm bu özelliklerden dolayı Ortadoğu 3. Dünya Savaşı’nın yoğunlaştığı yer oluyor. 3. Dünya Savaşı esas olarak halkları etkilese de ve özünde toplumu hedeflese de halklar savaşan güçler arasında taraf değildirler. Halkların bu savaşın gelişmesinde çıkarı yoktur. 3. Dünya Savaşı karşısında halkların pozisyonu barışın sağlanmasından yanadır. Dünya halkları, kapitalist moderniteye karşı küresel demokrasi cephesinin geliştirilmesinin mücadelesini veriyor. Halkları kapitalist modernite güçlerinin kendi aralarında yaptığı 3. Dünya Savaşı’na taraf yapmak yapılacak en büyük yanlış olur. Bu savaşın tarafı olan güçler halkları buna iterek siyasi, ekonomik, jeopolitik fayda sağlamaya çalışıyor. Bu güçlerin başında soykırımcı sömürgeci Türk devleti geliyor. Türk devleti böyle bir politikayla Ortadoğu’daki konumunu güçlendirmeye, Kürt soykırım planını yürütmeye çalışıyor. Hamas’ın 7 Ekim 2023 tarihinde İsrail’e saldırtılması Türk devletinin geliştirdiği bu politikanın bir sonucudur. Hamas burada kullanılmıştır. Filistin halkı ise yeni bir soykırım saldırısına maruz kalarak bundan büyük zarar görmüştür. Öte yandan İsrail’in 7 Ekim saldırısına karşı geliştirdiği karşı saldırı Ortadoğu’da yeni bir süreç başlatmıştır.
Böyle bir karşı hamle beklemeyen Türk devleti, Hamas’ın ezilmesiyle umduğu sonuçları alamamıştır. Böylece İsrail’in gücünü kırarak Ortadoğu’da başat aktör olma planı boşa çıkmıştır. Denilebilir ki Türk devletinin umduğunun tersi sonuçlar çıkmıştır. Türk devleti İsrail’in gücünü kırarak kendi gücünü artırmayı ve böylece Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesinde ABD’yi kendine muhtaç hale getirmeyi planlarken, ABD inisiyatifi İsrail’e vermiştir. Çok açıktır ki ABD böyle bir hamleye önceden hazırlık yapmıştır. Hamas’ı yönlendirdiğini sanan Tayyip Erdoğan esas olarak ABD tarafından yönlendirilmiştir. ABD yeni planını uygulamak için Tayyip Erdoğan’ı kullanmıştır. Bundan sonraki süreçte Türk devleti özellikle İran’ı savaşa çekerek ve bölgedeki Arap devletlerini İsrail’e karşı pozisyon almaya sevk ederek içerisine düştüğü kötü durumu telafi etmeye çalışmıştır. Ancak bundan da sonuç alamamıştır. Belki İsrail’in karşı saldırıya geçtiği ilk süreçte İran’ı İsrail’e karşı savaşa çekebilseydi bundan kısmen fayda sağlayabilirdi. Ancak üzerinden bunca zaman geçtikten sonra ve dengelerde önemli değişimler olduktan sonra böyle bir durumdan ne kadar fayda sağlayacağı tartışmalıdır. Türk devletinin gittikçe artan endişeli ruh hali gelişmelerden duyulan kaygının sonucudur. Türk devleti hiç olmadığı kadar güçsüz ve çaresiz bir durumu yaşıyor. İran, Ortadoğu’nun kapitalist modernitenin çıkarlarına göre yeniden dizayn edilmesinde esas hedeflenen güç olsa da Ortadoğu’daki mevcut dengelerin değişmesinden en çok etkilenen güç soykırımcı sömürgeci Türk devleti olacaktır. Nitekim Türkiye ABD’nin çizdiği yeni enerji ve ticaret rotasının dışında bırakılmıştır. Bu, Türkiye’nin jeopolitiğini zayıflatan bir gelişmedir. Zaten bu projenin dışında bırakılmanın yarattığı tepkinin sonucu olarak Türk devleti Tayyip Erdoğan eliyle Hamas’ı İsrail’e saldırtmıştır. Bununla esas hedef IMEC projesi denilen ABD projesini bozmaktı. Türk devleti hiç olmazsa bu projeye dahil olmayı, rotasında değişiklikler yaptırarak Türkiye’den veya Türkiye’nin kontrolünden geçmesini sağlamayı hedeflemişti. Ancak bunda başarılı olamamıştır.
Sistemin hedefindeki iki statükocu ulus-devlet: Türkiye ve İran
Önder Apo, başta Türkiye ve İran olmak üzere Ortadoğu’daki statükocu güçlerin değişim dönüşüm sürecini geliştirmemeleri durumunda mevcut haliyle varlıklarını sürdüremeyeceğini, er ya da geç sistemin müdahalesine maruz kalacaklarını çok önceden belirtmiştir. Nitekim Ortadoğu’da süreç bu şekilde gelişmiş ve değişim dönüşüm sağlayamayan statükocu ulus-devletler ABD’nin çeşitli biçimlerde müdahalelerine maruz kalmışlardır. Şimdi savaş Türkiye ve İran’a doğru yayılıyor. İran’a nasıl bir müdahale olacağı, Türkiye’ye nasıl yaklaşılacağı belirsiz olsa da Ortadoğu’nun yeniden dizaynı temelinde bu iki statükocu ulus-devletin sistemin hedefinde olduğu açıktır. Şüphesiz Türkiye ve İran’ın hedef olmaması ancak demokratikleşme temelinde dönüşüm geliştirmeleriyle, Kürt sorununun demokratik çözümüyle mümkünken bu tercih edilmemiştir. İran, Kürt sorununun çözümünü öteleyerek, kendisine bağlı güçlerle dışarıda geliştirdiği savunma kalkanıyla varlığını koruma yoluna başvurmuştur. Bir nevi türevlerini yaratarak kendini sağlama almaya yoluna başvurmuştur. Türk devleti ise AKP-MHP iktidarı eliyle Kürt soykırımını gerçekleştirerek çıkış yapma ve bu temelde Ortadoğu’da etkili güç olma yolunu seçmiştir. Fakat şimdi her iki yaklaşımın başarısız olduğu, arzuladıkları sonuçları doğurmadığı net bir şekilde ortaya çıkmıştır. Dışarıda İran için kalkan rolü oynayan bölgeler ABD tarafından hedeflenmiş durumdadır. Lübnan, Yemen, Irak, Suriye hedefleniyor. Bu yönelimin yakın süreçte İran’a uzanıp uzanmayacağı tartışılıyor. Türk devletinin kurulan yeni denklemlerden dışlanması ise esasında Kürt soykırımı ekseninde geliştirdiği politikanın ortaya çıkardığı bir sonuçtur. Türk devletinin Kürtleri bitirme, Kürtleri her şeyin dışında tutma siyaseti sonuçta Türkiye’yi denklemlerin dışında kalmaya götürmüştür.
Suriye ve İran’ın geleceğini Kürtlere karşı yaklaşımları belirleyecektir
Bölgenin başat güçleri olarak Türkiye ve İran gelişmelerden en çok etkilenen devletler olmakla birlikte bu aşamada Suriye çok zayıf konumda olması itibariyle durumu en kritik devlettir. ABD, İsrail ve NATO başlangıçta İhvan hareketini desteklese de daha sonra bu politikalarını değiştirdikleri, İhvancı, El Kaideci selefi güçlerin Suriye’de başa gelmelerini istemedikleri biliniyor. Türk devletini Suriye’de boşa düşüren de ABD’nin değişen bu politikasıdır. Suriye rejimi bundan faydalanıp yıkımın önünü almıştır. Rusya ve İran da bundan faydalanıp Suriye üzerinde etkili olmuşlardır. Rusya askeri, teknik, ekonomik güç olarak etkili duruma gelirken İran askeri-ekonomik güç olmanın yanında toplumsal olarak da etkinliğini artırmıştır. Ancak şimdi İran’ın hedeflenmesiyle birlikte Suriye’de nasıl bir durumun ortaya çıkacağı ve Suriye devletinin geleceğinin nasıl olacağı belirsizleşmiştir. Türk devletinin beslemesi ve yönlendirmesi altında olan güçlerin bu durumdan faydalanarak Beşar Esad’ı devirip devleti ele geçirmek isteyecekleri çok açıktır. Bu fırsatın oluşması durumunda Türk devleti ya çeteleri saldırtıp rejimin yıkılmasını hedefleyecek ya da yıkım tehdidiyle kendisine teslim olmasını isteyecek. ABD ise öncelikle İran’ın etkisini kırmak ve İran’ı tümüyle Suriye’den çıkarmak temelinde bir strateji izliyor. Ancak bunun ardından Suriye’ye nasıl yaklaşacağı, devletin yıkımına yönelip yönelmeyeceği bilinmemektedir. Görüldüğü gibi değişen koşullarda Suriye’nin geleceği kritik ve belirsiz bir hal almıştır. Suriye, bir süredir Arap devletleriyle ilişkilenmeye yöneliyor. Bu özünde İran’dan uzaklaşma isteminin yansımasıdır. Bunun ABD’nin bir planı olduğu söylenebilir. Suriye’nin yönü Arap devletleriyle ilişkilere verilerek İran’dan uzaklaşması amaçlanıyor. Fakat bu da Suriye için var olan belirsizliği ortadan kaldırmıyor. Türk devletiyle ilişkilenme ise Suriye için tam bir bitiş olacaktır. Suriye’nin varlığını koruması, Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesi sürecinde kapitalist modernite güçlerinin yeni operasyonlarına maruz kalmaması ancak demokratik çözüm temelinde Kürt sorununu çözmesiyle mümkündür. Suriye için tek çıkış yolu budur. Eğer Suriye buna yönelirse sorunlarını çözebilir, tehlikeleri atlatabilir ve bu bütün Suriye halkları için kurtuluşu sağlayabilir. Bu durum İran açısından da geçerlidir. İran ancak içeride demokratik dönüşümü gerçekleştirerek, Kürt sorununun demokratik çözümünü sağlayarak, toplumun demokratik taleplerini yerine getirerek bu süreçten çıkabilir, kapitalist modernite saldırına karşı kendisini koruyabilir. Aksi halde kapitalist modernitenin saldırıları karşısında kendisini koruyamaz.
Orta ve uzun vadede Türk devletinin durumu diğer devletlerin durumundan çok daha fazla kritiktir. Türkiye’de geliştirilen ve büyütülen yeni sermaye sınıfı büyük enerji ve finans kaynaklarına ihtiyaç duymaktadır. Yeterli enerji ve finansın olmaması büyük ve hızlı bir iflas tehlikesine yol açmaktadır. Bu devleti ve iktidarı çok fazla zorlamakta, sıkıştırmaktadır. Eğer devleti yöneten AKP-MHP iktidarı buna kalıcı bir çözüm bulmazsa Türkiye’de ciddi bir çöküşün gelişeceği belirtilebilir. Şu an ekonomik kriz denen durum gerçekte ekonomik kriz olmayıp, bütün kaynakların sermayeye peşkeş çekilmesi olayıdır. Yoksa gerçekte Türkiye’de bir ekonomi kriz yoktur. Çünkü ekonominin krize girmesine yol açan bir durum yoktur. Şüphesiz Türk devleti Kürt halkıyla yürüttüğü savaşa büyük bir kaynak ayırıyor. Savaşa büyük bir harcama yapılıyor. Ancak ekonomik kriz olarak yansıtılan durumun asıl sebebi halkın elindeki kaynakların alınıp sermayenin büyümesine ayrılmasıdır. Yani toplumdan alınıp sermayeye veriliyor. Fakat bununla da yeni sermaye sınıfının ihtiyaçları karşılanamıyor.
Özgürlük Hareketi Türk devletinin yüzyıllık hevesini boşa çıkarmıştır
Türk devleti, 3. Dünya Savaşı koşullarından yararlanarak yeni hegemonya heveslerine kapılmıştır. Bu amaçla Misak-ı Milli sınırlarını işgal ederek Ortadoğu devletleri üzerinde hegemonya geliştirmeye yönelmiştir. Bunun için İhvan hareketleriyle ittifaklar kurmuştur. Bu amaçla daha sonra güçlenen El Kaideci hareketlerle de ittifaklar geliştirmiş. DAİŞ’i vurucu güç olarak saldırtarak önündeki engelleri yıkmayı amaçlamıştır. Türk devletinin hegemonya hevesleri başta Osmanlı Sultanı Abdülhamit’in, daha sonra ise İttihatçı Enver, Talat, Cemal paşaların arzulayıp başaramadıkları ve bu uğurda Osmanlı devletinin yıkımına yol açtıkları eski bir hevestir. Türk devleti Tayyip Erdoğan ve AKP-MHP iktidarı eliyle yeniden bu hevese kapılmıştır. Ancak DAİŞ’in Kürt Özgürlük Hareketi karşısında yenilmesi ve ABD-İsrail-NATO’nun başlangıçta destekledikleri İhvan hareketini desteklemekten vazgeçip politika değişikliğine gitmesi Türk devletinin neo-Osmanlı hayali olarak belirtilen hegemonya heveslerinin boşa çıkmasına ve kırılmasına yol açmıştır. Eğer Türk devleti PKK’yi tasfiye edip Kürt soykırımını gerçekleştirseydi ve bu temelde neo-Osmanlı politikaları kapsamında belirlediği hedeflere ulaşsaydı, bugün Ortadoğu’da İsrail’in yerini alacak, İsrail’in Ortadoğu’da yaptığı müdahaleleri kendisi yapacaktı. Böylece Türk devleti Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesinde ABD’nin en fazla dikkate aldığı güç olacaktı. Ancak Türk devleti PKK ve Kürt halkı karşısında yenilen bir güç durumuna düşünce ABD bu inisiyatifi İsrail’e vermiştir. Türk devleti ise bırakalım Ortadoğu’nun başat aktörü olmasını, Ortadoğu için oluşturulan yeni denklemlerin dışında kalmıştır. Bu rol İsrail’e verilmiştir. AKP-MHP iktidarının İsrail’e karşı tepkisinin altında bu vardır. Şimdiye kadar çeşitli girişimlerle İsrail’in gücünü kırarak bu denklemi bozmaya ve kendisinin etkili olduğu yeni denklemler geliştirmeye çalışsa da bunların tümünde başarısız olmuştur. Hamas’ın İsrail’e saldırtılması bunlardan biriydi.
Gerillanın direnişi karşısında başarılı olamayıp Kürt soykırım planını sonuca ulaştıramayan ve bunun sonucunda bütün planları boşa çıkan AKP-MHP iktidarı, yeni taktikler geliştirerek yenilgili durumu aşmayı ve bu temelde tasfiye ve soykırım konseptini sonuca ulaştırmayı amaçlıyor. Faşist parti MHP liderinin parlamentoda DEM Parti vekillerinin yanına gitmesi ve ardından yaratılan gündem bu planın gereği olarak gerçekleşmiştir. Bu plan şüphesiz AKP-MHP’nin ortak planıdır ve Tayyip Erdoğan tarafından yürütülüyor. Bununla amaç mücadele alanları arasında çelişkiler yaratmak ve bu temelde özgürlük mücadelesini zayıflatmaktır. Bu bir tasfiye planıdır ve yürütülen konseptin bir parçasıdır. Zaten bu gizlenmiyor, açık bir şekilde dillendiriliyor. Bu planın hedefinde özellikle demokratik siyaset vardır. Bununla demokratik siyasette kafa karışıklığı yaratma, beklenti yaratılarak pasifleştirme, çizgisinden saptırma, parçalama ve sonuçta zayıflatıp etkisizleştirme amaçlanıyor. Demokratik siyasetin AKP-MHP iktidarının bu planını görmesi ve buna göre hareket etmesi önemlidir. İktidarın bu çıkışını Ortadoğu’daki gelişmelerin yarattığı tehlikeden dolayı ülkeyi ve toplumu koruma refleksi olarak görmek ve bu bakımdan olumlu değerlendirmek son derece yanlış ve tehlikelidir. Bu yaklaşım AKP-MHP iktidarını ülkeyi ve toplumu düşünen, bu kaygıyla siyaset yapan bir güç olarak yansıtır ki, bu kesinlikle doğru değildir. AKP-MHP iktidarı ve Tayyip Erdoğan bilinçli bir tercih olarak Kürt soykırımına yönelmişlerdir. Kürtlere yönelmenin ülkenin ve toplumun yararına olmayacağını, doğru olanın Kürt sorununun demokratik çözümünü sağlamak olduğunu, bunun Türkiye’nin faydasına olduğunu bilmelerine rağmen bunu esas almamışlardır. Bu temelde İmralı’daki tecridi sıkılaştırmış, Önder Apo’nun dışarıyla olan fiziki bağlarını tümüyle kesmiştir. Oysa devlet de iktidar da Kürt sorununun çözümü bakımından Önder Apo’ya yaklaşımın nasıl olması gerektiğini iyi biliyor. Ancak AKP-MHP iktidarının Önder Apo’ya nasıl yaklaştığı ortadadır. Bütün bunlar dikkate alınarak yaklaşıldığında ortada bir oyun olduğu, AKP-MHP iktidarının bununla Kürtlerin birliğini ve mücadelesini zayıflatmayı amaçladığı rahatlıkla anlaşılmaktadır. Yine bu planın hedeflerinden biri de Kürdistan’da ve Türkiye’de önemli sonuçlar yaratan ortak mücadele zeminini zayıflatmaktır. Dolayısıyla bu planla aynı zamanda Kürtlerin yalnızlaştırılması amaçlanıyor. Böylece Türkiye demokratik sosyalist hareketinin ve sistem içi muhalefetin de zayıflatılması amaçlanıyor.
Gelişmeyi ve başarıyı getirecek olan mücadeledir
Şüphesiz Ortadoğu’daki gelişmeler karşısında Türk devleti ve AKP-MHP iktidarı çok zorlanıyor. Nasıl bir çıkmaz ve tıkanma içerisine düştüğünü görüyoruz. Ancak AKP-MHP iktidarı soykırım amacından vazgeçmiş değildir. İktidarın demokratik bir zihniyeti ve yaklaşımı söz konusu değildir. Her türlü özel savaş ve imha saldırıları bütün şiddetiyle sürüyor. Tasfiye ve soykırım konseptinin başarısız olması gerillanın ve halkın sergilediği direnişin ve verilen mücadelenin sonucudur. Dolayısıyla yaratılan bütün gelişmeler mücadeleyle olmuştur. Bundan sonra da gelişmeyi ve başarıyı getirecek olan mücadeledir. Özellikle demokratik siyasetin bu gerçeği iyi görmesi, bilince çıkarması gerekir. Demokratik mücadeleye dayanmayan hiçbir adım olumlu sonuç doğurmayacağı gibi, mücadeleyi tavsamadan geliştirecek adımlarla gelişmeler yaratmak mümkündür. Şunda çok net olunmalıdır; demokratik siyasetin esas aldığı çizgi doğru ve başarılı bir çizgidir. Bundan taviz vermek düşünülemez. Yine Kürt sorununu çözümsüz bırakan, Türkiye’yi sorunlar yumağına dönüştüren AKP-MHP iktidarıdır. Burada adım atması gereken, siyasetini ve çizgisini değiştirmesi gereken devlet ve iktidardır. Dolayısıyla özel savaşın yarattığı basınca dikkat etmek gerekir. Öte yandan bilinmelidir ki devlet bu türden planlar geliştirirken mücadelenin zorluklarına gelmeyen, mücadelenin zorlukları altında ezilen, mücadelenin başarısını değil de daha çok zorlukların sona ermesini bekleyen anlayışların varlığını dikkate alarak hareket ediyor. Bu anlayışların etkili olacağını düşünerek bu planları geliştiriyor. Bu bakımdan demokratik siyasetin en çok buna dikkat etmesi gerekir. Hem bu tür anlayışların önü alınmalı hem de ortak üslup ve yaklaşımın gelişmesi sağlanmalı. Eğer tüm bunlara dikkat edilir ve mücadele çizgisi gevşetilmeden hareket edilirse oynanmak istenen her türlü oyun boşa çıkarılacağı gibi, doğru taktik adımlarla gelişme yaratmak da mümkün olabilir.
İsrail’e destek Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesine verilen destektir
5 Kasım’da yapılacak ABD seçimleriyle birlikte gelişmelerin hızlanacağını belirtmek mümkündür. Özellikle Ortadoğu’daki gelişmelerin hızlanacağı söylenebilir. Çünkü ABD kapitalist modernitenin hegemonik gücüdür. Hem dünyada hem Ortadoğu’da sorunlar o kadar birikmiş, çelişkiler o kadar keskinleşmiş ki, kimin seçimi kazanmasından çok seçimin gerçekleşmesi önemli hale gelmiştir. Şüphesiz kimlerin neyi planladığını bilemeyiz. Ama her halükarda 3. Dünya Savaşı’nın daha da derinleştireceği belirtilebilir. Çünkü kapitalist modernite güçlerinin savaşı derinleştirmekten başka bir çözümleri yoktur. Dolayısıyla dünyanın sorunlu alanları olarak belirlenen yerlerde savaşın daha da derinleşmesi kaçınılmazdır. Ortadoğu, Asya, Rusya, Kafkasya bu alanların başında gelmektedir. Başka alanlarda da savaş gelişebilir. Dolayısıyla halklar ve demokrasi güçleri açısından ABD seçiminden ortaya çıkacak sonuçların önemi olmazken, kapitalist modernite güçleri açısından durum bu şekilde değildir. Örneğin Türk devleti cumhuriyetçilerin adayı olan Trump’ın kazanmasını istiyor. Çünkü Trump’ın başkan olması durumunda Kürt soykırımında ABD’den daha fazla destek alacağını düşünüyor. İran ise Trump yerine demokratların adayı Harris’in kazanmasını istiyor. Çünkü Trump’ın iş başına gelmesi durumda ABD’nin İran’a daha sert yaklaşacağı sanılıyor. Ortadoğu açısından ele alındığında sonuçlar ne olursa olsun Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesinin devrede olacağı belirtilebilir. İsrail’e destek olma konusunda aralarında ton farklılığı olsa da hangisi başa gelirse gelişin İsrail’in planına tam destek verileceği anlaşılıyor. İsrail’e destek ise özünde Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesine verilen destektir.
Halklar ve demokrasi güçleri için ise ABD seçimlerinde kimin kazanacağı değil, kapitalist moderniteye karşı mücadelenin nasıl geliştirileceği ve güçlendirileceği önemlidir. 3. Dünya Savaşı koşullarında dünya halkları ve demokrasi güçleri ancak küresel demokrasi mücadelesini geliştirerek kapitalist moderniteye karşı durabilir ve başarılı olabilirler. Önder Apo çağımızın ihtiyaç duyduğu bu mücadeleyi görerek demokratik modernite kuramını ve Dünya Demokratik Konfederalizmini geliştirmiştir. Bu stratejik projeyi gerçekleştirmek önümüzde duran en temel görev olmaktadır. Küresel Özgürlük Hamlesi ile bu yolda önemli bir adım atılmıştır. Bundan sonra yapılması gereken Küresel Özgürlük Hamlesi’ni daha da geliştirerek bu hedefe ulaşmaktır.