Değerli Yoldaşlar!
Hareket ve halk olarak uluslararası komplo saldırısı altında 25’inci şubat ayına giriyoruz. Halkımızın “Kara gün” dediği 15 Şubat komplosuna karşı yürüttüğümüz tarihi direnişin 24’üncü yılı tamamlanıyor. Önder Apo’nun 15 Şubat’ı “Kürt soykırım günü” olarak ilan ettiği biliniyor. Böylece komplo ve komploya karşı mücadele çeyrek asra ulaşmış oluyor. Kuşkusuz çeyrek asır çok önemli bir zaman sürecidir. Dolayısıyla komplonun ve komploya karşı mücadelenin 25’inci yılı çok önemli olmaktadır. Komploya karşı 25’inci yıl mücadelesine işte bu öneme uygun yaklaşmamız ve 25’inci yıl mücadelesini tarihi zafer direnişi haline getirmemiz gerekmektedir.
Bunlar temelinde komployu ve komplocuları bir kez daha lanetlerken, komploya karşı 24 yıllık tarihi İmralı Direnişi’ni, bu direnişin yürütücüsü Önder Apo’yu ve 24 yıldır İmralı işkence ve soykırım sistemine karşı Önder Apo öncülüğünde kenetlenerek direnen tüm yoldaşları, yurtsever halkımızı ve demokratik dostlarımızı selamlıyoruz. 24 yıldır “Güneşimizi Karartamazsınız” sloganıyla Önder Apo etrafında ateşten çember oluşturarak direnen tüm kahraman şehitlerimizi saygı, sevgi ve minnetle anıyoruz. 25’inci yılda İmralı işkence ve soykırım sistemini parçalama ve Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlama temelinde yürütülecek tüm özgürlük ve demokrasi mücadelelerine üstün başarılar diliyoruz.
Komploya karşı mücadeleyi kesin zafere taşıma imkan ve fırsatları vardır
Değerli Yoldaşlar!
Çok açık ki, komploya karşı 25’inci yıl mücadelesi her zamankinden çok daha fazla anlamlı ve önemlidir. Bu yılda uluslararası komployu tümüyle başarısız kılma ve komploya karşı mücadeleyi kesin zafere taşıma imkan ve fırsatları vardır. Bunun için de komplo gerçeğini, dayanaklarını, amaçlarını, komployu yürüten güçleri, strateji ve taktiklerini doğru ve yeterli bir biçimde anlamamız ve komploya karşı mücadelede çok daha yaratıcı ve sonuç alıcı tarz ve taktikler geliştirmemiz gereklidir.
Peki, komplo nedir ve nasıl ortaya çıkmıştır? Komplonun amaçları nelerdir? Kimler tarafından örgütlenip yürütülmüştür ve hangi güçlere dayanmıştır? Nasıl bir strateji izlemiş ve hangi taktiklere başvurmuştur? Günümüzde nasıl devam ettirilmeye çalışılmaktadır? Bunlar ve benzeri sorular çerçevesinde uluslararası komplo gerçeğini ve 25 yıllık tarihi mücadelenin özelliklerini bir kez daha özetlememiz yararlı olacaktır. Kuşkusuz bu tür değerlendirmeleri çeyrek asırlık süre içinde birçok kez yaptık ve önemli bir açıklık ortaya çıkardık. En önemlisi de Önder Apo savunmalarında komplo çözümlemelerini tüm yönleriyle ve ayrıntılı bir biçimde gerçekleştirdi. Fakat 25’inci yıl önemlidir ve bizden tam zafer istemektedir. Bu açıdan da komplo bilincimizi tazelememiz ve daha da derinleştirmemiz gerekli ve yararlıdır.
Çok iyi biliyoruz ki, uluslararası komplo, Önder Apo’yu ve şahsında Kürt varlık ve özgürlük iradesini hedefleyen ve bunları imha etmeyi, yok etmeyi amaçlayan bir saldırıdır. Dolayısıyla Kürt soykırım sistemine, bu sistemi işleten zihniyet ve siyasete dayanmakta, yüzyıldır yürürlükte olan Kürt soykırım sistemini sonuca götürmeyi, başarmayı hedeflemektedir. Demek ki Kürt halkına yönelik soykırım sistemiyle bağlıdır ve bu sistemi başarıya götürmeyi amaçlayan bir saldırı olmaktadır. Bunun için de stratejik olarak önce Önder Apo’yu imha edip etkisiz kılmayı, buna dayanarak Kürt Özgürlük Hareketi PKK’yi tasfiye etmeyi, bu sonuçlar temelinde de Kürt soykırımını tamamlamayı öngörmektedir.
İmralı sistemi hakkında bilinç çarpıtılması yaşanmamalı
Öncelikle bu gerçeğin derin bilincine ulaşmamız ve bu bilinci asla kaybetmememiz gereklidir. Komplo ve komploya karşı mücadele 25 yıla yayıldı diye, 25 yıldır komplocu saldırılar esas olarak boşa çıkartıldı diye, İmralı’da Önder Apo ile birçok kez görüşme ve tartışma yapıldı diye, Önder Apo İmralı koşullarında tarihin en önemli zihniyet devrimlerinden birini gerçekleştirmeyi başardı diye uluslararası komplo ve onun 24 yıldır uygulama alanı olan İmralı sistemi hakkında bilinç çarpıtılması yaşamamamız ve doğru komplo bilincini kaybetmememiz gerekir. Komplo başlangıçtaki komplo olmaya ve başlangıç amaçlarını başarma çabasını sürdürmeye devam etmektedir. Söz konusu olay ve gelişmeler tamamen Önder Apo öncülüğünde komploya karşı yürütülen mücadelenin ortaya çıkardığı sonuçlardır. Mücadele ile bu sonuçlar yaratıldı diye uluslararası komplo değişmemiş ve başlangıç amaçlarından vazgeçmemiştir.
O halde 9 Ekim 1998 tarihinde başlayan komplocu saldırı sürecine nasıl gelinmiştir? Bilindiği gibi, Kürtlerin soykırıma uğratılması demek olan Kürt sorunu, Birinci Dünya Savaşı sonunda kapitalist sistemi küresel hegemonik bir yapıya kavuşturan İngiltere ve Fransa tarafından ortaya çıkartılmıştır. Savaşın galipleri olan İngiltere ve Fransa’nın şekillendirdiği dünya devletler sistemi, Kürt halkını yok saymış ve yok edilmesini öngörmüştür. Bu temelde, daha önce ikiye bölünmüş olan Kürdistan’ı dört parçaya bölmüş ve her bir parçayı bir ulus-devletin egemenliği altına vererek soykırımcı sistemi kurmuştur. 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması’yla da bu sistemi hukuki yapıya kavuşturmuştur.
Kürt toplumunun söz konusu soykırım sistemine karşı itiraz ve direnişlerini 1925-40 yılları arasında İngiltere, Fransa ve Kemalist Türkiye birlikte ezerken, bu görev 1945 tarihinden itibaren işbirlikçi ulus-devletler olan Türkiye, İran, Irak ve Suriye devletlerine bırakılmıştır. Fakat her zaman Kürt soykırım sistemini yöneten ortak bir yönetim, küresel kapitalist modernite sisteminin öncü güçleri ile soykırımcı devletler arasında var olmuştur. Sadabat Paktı, Bağdat Paktı, CENTO Paktı, son yıllarda oluşturulan “Irak’a komşu ülkeler topluluğu” işte bu ortak yönetimin adları olmaktadır. Sadece 1980-1988 yılları arasında süren Irak-İran savaşı döneminde söz konusu bu ortak yönetim işlememiştir.
Önder Apo’nun 1973 Newrozundaki çıkışı ve bu temelde PKK’nin kuruluşu, işte bu sömürgeci-soykırımcı sisteme karşı bütünlüklü bir itiraz, reddediş, varlık ve özgürlük direnişine yönelimdir. Bu gelişme 1970’li yıllarda esas olarak zihniyet düzeyinde ve ideolojik mücadele biçiminde propaganda yöntemiyle yaşanırken, 15 Ağustos 1984 Gerilla Atılımı’yla birlikte siyasi ve askeri mücadele halini almıştır. 12 Eylül 1980 faşist-askeri darbesi ile söz konusu gelişmenin Türkiye içinde engellenememesi, 1985 haziranından itibaren devreye doğrudan NATO’nun girmesini getirmiştir. Böylece soykırımı reddederek özgürlük isteyen Kürt’e karşı, Kürt soykırım sistemini yaratan küresel kapitalist devletçi sistem doğrudan saldırı yürütür hale gelmiştir.
Özgür Kürt varlığını ve iradesini temsil eden Önder Apo ve PKK’ye karşı NATO düzeyinde ilk planlı saldırı 1987-88 sürecinde gerçekleştirilmiştir. Bununla istediği sonucu alamayan sömürgeci-soykırımcı sistem, ikinci planlı saldırısını 1991-92 sürecinde devreye koymuştur. Dikkat edilirse, her iki planlı saldırıda da Önder Apo, PKK ve gerilla birlikte hedeflenmiştir. Bu biçimde Kürt Özgürlük Hareketi’nin esas gücü ezilmek ve yok edilmek istenmiştir. 1987-88 saldırısında JİTEM harekete geçirilir ve ‘Olağanüstü Hal Yönetimi’ kurulurken, 1991-92 saldırısında ‘Hewlêr Yönetimi’ kurulmuş ve Kürt ihaneti harekete geçirilmiştir. NATO çerçevesinde oluşturulan ‘Çekiç Güç Operasyonu’, söz konusu yönetimin güvencesi olurken, PKK’nin Güney Kürdistan’a girişini engelleme ve PKK’yi Kuzey’de kuşatma stratejisini de devreye koymuştur.
Dikkat edilirse, daha sonra ‘uluslararası komplo’ olarak adlandırdığımız küresel soykırımcı saldırı esas olarak bu süreçte başlamıştır. Bir ‘Kürt kazanımı’ sanılan Hewlêr Yönetimi, esas olarak özgür Kürt varlığına ve iradesine karşı savaşmak üzere şekillendirilmiştir. 1990’ların başında Sovyetler Birliği’nin yıkılışı ve Körfez Savaşı ile başladığı kabul edilen Üçüncü Dünya Savaşı, bir yanıyla da Kürt varlık ve özgürlük mücadelesine yönelik küresel soykırımcı saldırı ile başlamış olmaktadır.
Buraya kadar belirttiklerimiz iyi bilinir ve doğru anlaşılırsa, o zaman 9 Ekim 1998 komplosunun nasıl ortaya çıktığı da kolayca anlaşılır. ‘Çekiç Güç Operasyonu’ çerçevesinde Önder Apo’ya, PKK’ye, gerillaya ve mücadeleci halka karşı 1990’lı yıllarda yürütülen saldırılar sonuç vermeyince, Kürt varlık ve özgürlük mücadelesinin tüm güçleri birlikte etkisiz kılınamayınca, bu sefer sadece Önder Apo’yu hedefleyen bir saldırı stratejisi ile 9 Ekim 1998 Komplosu harekete geçirilmiştir. Bu biçimde önce Önder Apo’nun imhasını öngören ve ona dayalı olarak PKK’yi tasfiye edip Kürt soykırımını tamamlamayı hedefleyen bir stratejiye ulaşılmıştır. Bu stratejinin hayata geçirilmesinde de PKK’nin Güney Kürdistan’dan kuşatılmasına dayanılmıştır. Sömürgeci-soykırımcı sistemin Önder Apo ve PKK gerçeğini çözümlemesi, onu işte böyle bir saldırı stratejisine götürmüştür.
Açık ki küresel sömürgeci-soykırımcı sistem ve onun saldırı örgütü olan NATO, 9 Ekim 1998 komplo saldırısıyla da Üçüncü Dünya Savaşı kapsamında gelişme sağlamak istemiştir. Komploda Yunanistan’a aktif rol vererek NATO’nun Güneydoğu kanadının güçlendirilmesini hedeflerken, 15 Şubat’ta Önder Apo’yu TC Devleti’ne teslim ederken de Saddam Hüseyin yönetimi karşısında güç toplamak istemiştir. Zira Önder Apo’nun ABD tarafından Türkiye’ye verilmesi, ABD tarafından Saddam yönetimine karşı yapılacak saldırıya TC Devleti’nin destek vermesi karşılığında olmuştur.
Uluslararası komplo Üçüncü Dünya Savaşıile iç içe geliştirilmiştir
Değerli Yoldaşlar!
Demek ki uluslararası komplo saldırısı, bir yönüyle küresel kapitalist sistem içi çıkar kavgası olan Üçüncü Dünya Savaşı ile iç içe geliştirilmiştir. O halde komploya karşı mücadele yöntemleri üzerinde yoğunlaşırken bu durumu da hesaba katmak gerekir. Fakat komplo saldırısının esası Kürt varlık ve özgürlük iradesini yok etmek ve bu temelde Kürt soykırımını tamamlamaktır. Önder Apo’ya saldırı tamamen bunu ifade etmektedir. Bu konuda en küçük bir tereddüt bile kesinlikle yaşamamak gerekir. Adeta dua edercesine her gün ‘komplo bir soykırım saldırısıdır ve özgürlük için komplonun yenilgisi gerekir’ diye tekrarlamak lazım.
Peki, çeyrek asırdır komplo hangi yöntemlerle hayata geçirilmeye çalışıldı, komplocu güçler hangi yöntemlerle saldırdılar? Kuşkusuz bu soruyu da doğru ve yeterli cevaplamamız gerekiyor. Bu çerçevede çok iyi biliyoruz ki, 9 Ekim 1998 Komplosu kimin vurduğu bilinmeyen bir yöntemle Önder Apo’nun imha edilmesini öngörmüştü. Yunanistan’a alınmayarak ve de geri döndürülerek Akdeniz üzerinde böyle bir imha saldırısı gerçekleştirilecekti. Önder Apo’nun geri dönmeyip de Rusya’ya gidişi işte bu planı bozdu ve başarısız kıldı.
ABD öncülüğündeki komplocu güçler, dört ayı aşkın süre tarihin en amansız küresel takibi sonucunda söz konusu yöntemlerle Önder Apo’yu imha edemeyeceğini anlayınca, 15 Şubat pazarlığı temelinde Türkiye’ye vermek ve amaçladıkları imhayı idamla gerçekleştirmek istediler. Fakat Önder Apo’nun doğru tutumu ve komplonun Türkiye’ye ilişkin boyutlarını ortaya koyması komplocuların bu planını da boşa çıkardı. TC Devleti, sonsuz bir Türk-Kürt savaşı çıkartacağından duyduğu korkuyla idamı ertelemeyi ve İmralı işkence ve soykırım sistemi içinde çürütme politikası ile sonuç almayı kendi çıkarına daha uygun gördü.
İşte bu biçimde tarihi İmralı mücadelesi başladı. Önder Apo dışında hiç kimsenin aklı İmralı’da mücadele edilebileceğini ve kazanılabileceğini almıyordu. Sadece Önder Apo bunu öngördü ve kendisine güvendi. Partimiz ve halkımız da Önder Apo’ya inandı ve istediği desteği verdi. TC’nin ve tüm komplocu güçlerin İmralı çürütme politikasına karşı Önder Apo yeni bir yoğunlaşma süreci yaşadı ve “Demokratik Ortadoğu-Özgür Kürdistan” formülüyle Kürt sorununun demokratik çözümünü geliştirerek Ecevit Yönetiminin “Bireysel haklara dayalı” çözüm arayışını yenilgiye uğrattı. Böylece İmralı mücadelesinin kazananı da Önder Apo oldu.
Ardından komplocu güçler dinci AKP’yi iktidara getirdiler ve “İslam Ümmetçiliği” temelinde komployu başarıya götürmek üzere AKP’yi görevlendirdiler. Önder Apo, komplonun bu saldırısını da paradigma değişimiyle karşıladı ve Kürt sorununun demokratik konfederalizm temelindeki çözümünü geliştirerek KCK’yi ilan etti. Bu temelde PKK’nin yeniden inşasını öngördü ve kapitalist moderniteye karşı demokratik modernite kuramını geliştirdi.
AKP ile de sonuç alamayan komplocu güçler, topyekun özel savaş konseptini yeniden devreye koydular ve AKP’yi bu konsepti hayata geçirmekle görevlendirdiler. Buna karşı çıkan güçlerin üzerine giderek TC Devleti’nin içini bu konsepte uygun hale getirdiler. Önder Apo üzerindeki baskı ve işkenceyi daha da artırarak İmralı tabutluğunu ortaya çıkardılar. AKP yönetimine her türlü teknik desteği vererek gerillayı ezmeye çalıştılar. Siyasi soykırım operasyonlarıyla demokratik siyaseti işlemez kılmak istediler. Tüm bunlarla sonuç alamayınca, bu sefer “Açılım” yalanı altında hile ve oyunlara başvurdular. Kısaca ne yaptılarsa olmadı, istedikleri sonucu alamadılar. Bunun üzerine ‘Çöktürme Eylem Planını’ devreye koydular ve AKP yönetimine güç ve destek vermek üzere MHP’yi harekete geçirdiler. En keskin Tayyip Erdoğan karşıtı iken Devlet Bahçeli’nin bir anda Tayyip dostu haline gelmesi böyle gerçekleşti.
AKP-MHP faşist-soykırımcı ittifakı, 24 Temmuz 2015 tarihinden bu yana ‘Çöktürme Eylem Planı’ temelinde topyekun bir imha ve tasfiye saldırısı yürütüyor. İçerde tam bir faşist diktatörlük oluşturdu ve başta Kürtler olmak üzere tüm Türkiye toplumu üzerinde tam bir faşist özel savaş yürütüyor. İşgal etmek üzere Medya Savunma Alanları’na, Rojava ve Başûrê Kurdistan parçalarına saldırıyor. Örgütlediği on binlerce çeteyle tüm insanlığı tehdit ediyor. Kuşkusuz en başta da İmralı tecridini ağırlaştırarak Önder Apo üzerinde mutlak izolasyon uyguluyor. İşte bu mutlak tecrit, komployu başarıya götürmek için başvurulan en son saldırı yöntemi oluyor.
Şu hususlarda hiç yanılmamalıyız ve hiçbir tereddüdümüz olmamalı: Komplo 24 yıldır İmralı işkence ve soykırım sistemi olarak devam ettiriliyor. Mutlak ya da ağırlaştırılmış tecrit, İmralı sistemi altında uluslararası komplonun en son saldırı yöntemi oluyor. Şimdiye kadarki bütün saldırı planlarını Önder Apo, Hareketimiz ve halkımız bozdu. Şimdi en son saldırı yöntemi olarak mutlak tecride başvuruyorlar. Önder Apo ile tüm iletişimi yaklaşık iki yıldır kesmiş bulunuyorlar. Bu biçimde Önder Apo’yu etkisiz kılmak ve Özgürlük Hareketimizi yenilgiye uğratmak istiyorlar.
Hiç kuşkusuz bunu ABD öncülüğündeki komplocu güçler yapıyor ve TC Devleti’ni de bir gardiyan olarak kullanıyorlar. AKP ile MHP’yi bunun için görevlendirmiş, AKP-MHP faşist-soykırımcı ittifakını komployu başarıya götürmek üzere görevli kılmış bulunuyorlar. Bu bakımdan AKP’yi de AKP-MHP ittifakını da birer parti ve sadece TC yönetimi olarak görmemek lazım. Bunlar uluslararası komplo güçlerinin, komployu başarıya götürmek üzere görevlendirdiği ve bu temelde de destek verdiği güçlerdir. Açık ki ortada bir İmralı rejimi vardır ve Türkiye bu rejim tarafından yönetilmektedir. AKP-MHP faşist-soykırımcı diktatörlüğü işte böyle bir yönetim olmaktadır. Bu yönetim sadece Türkiye yönetimi değil, komplo yönetimi olmakta ve etkisini tüm bölgede ve dünyada hissettirmektedir. AKP-MHP faşizminin yasa ve hukuk dinlemez tutumlarına hiçbir gücün karşı çıkmaması ve bu yönetimin sürekli desteklenmesi de işte buradan kaynaklanmaktadır. 24 yıllık İmralı soykırım rejimi işte tüm bu gerçekleri açıkça ortaya çıkarmış durumdadır.
Kendimizi tarihi mücadelenin zengin dersleriyle donatmalıyız
Değerli yoldaşlar!
Hiç kuşkusuz çeyrek asra ulaşan uluslararası komploya karşı tarihin en zorlu ve anlamlı direnişlerinden biri yürütülmüştür. Bu durum hem Önderlik düzeyinde ve hem de Hareket ve halk düzeyinde böyledir. Dolayısıyla bu mücadele çok büyük bir tecrübe birikimi sağlamıştır ve bu birikimin zengin dersleri vardır. İşte bu dersleri çıkarmak, kendimizi ve halkımızı bu dersler temelinde eğiterek yeni mücadele yılına bu temelde yönelmek en büyük başarıyı getirecektir.
Uluslararası komploya karşı mücadelenin derslerini iki düzeyde ele almak gerekir. Birisi Önderlik düzeyinde yürütülen tarihi mücadelenin zengin dersleridir, diğeri ise Hareket ve halk tarafından “Güneşimizi karartamazsınız” şiarı temelinde Önder Apo etrafında ateşten çember oluşturularak yürütülen tarihi fedai direnişinin zengin dersleridir. Dikkat edilirse, komploya karşı mücadelede Önder Apo, ‘Olmaz’ deneni ‘Olur’ kılmış, hiç kimsenin ihtimal vermediği İmralı mücadelesine girerek kazanmayı bilmiştir. Bizim işte bunun sırrına ulaşmamız ve nasılını bilir hale gelmemiz gerekir. “Güneşimizi Karartamazsınız” fedai direnişi ise, herhalde tarihte benzeri olmayan bir direniştir. Bu temelde çeyrek asır boyunca yürütülen mücadele içinde on binlerce şehit verilmiş, cesaret ve fedakarlığın zirvesi yaşanmış ve bağlılığın en güçlüsü gösterilmiştir. Bizim bu tarihi mücadelenin zengin derslerini de çıkartarak kendimizi onlarla donatmamız gerekir.
Öncelikle çok iyi bilelim ki, Önder Apo’nun imhasını hedefleyen uluslararası komplo böyle planlanmamıştı. 9 Ekim 1998 Komplosu bir günlüktü ve Akdeniz üzerinde Önder Apo’nun kim vurduya getirilerek imha edilmesi hedeflenmişti. 15 Şubat 1999 Komplosu altı aylıktı ve Önder Apo’nun birkaç ay içinde idamı ile PKK’nin altı ayda tasfiyesi hedeflenmişti. Fakat bu hedeflerin hiçbirisi gerçekleşmedi, bu planların ikisi de başarıya ulaşmadı. Her ikisi de boşa çıkartılarak komplo saldırısı esasta başarısız kılındı. Peki bu nasıl oldu? Üzerinde yoğunlaşıp derin anlam vermemiz gereken soru işte bu oluyor.
Önder Apo 9 Ekim imha planını nasıl boşa çıkardı? Hiç kuşkusuz başladığı bir işi yarıda bırakmayarak, ‘zorluklar var’ diye geri adım atmayarak ve geri dönüş yapmayarak, her türlü zorluğun ve engelin üzerine yürüme temelinde yeninin peşinde koşarak! Böyle olmasaydı 9 Ekim Komplo planı bozulamazdı. Demek ki Önder Apo’nun komplo karşısında gösterdiği tutum ve izlediği tarzdan çıkartacağımız büyük dersler vardır. Bu tarz ve tutum sayesindedir ki, dört ayı aşkın bir süre tarihin en ağır küresel takibini ve imha amaçlı birçok saldırıyı Önder Apo boşa çıkarmayı bilmiştir. Öyle ki, komplocuların imha amaçlı saldırıları, her türlü yöntemi kullanmalarına rağmen başarılı olmamıştır. Hem de bu durum Önder Apo tarafından tek başına başarılmıştır. Örgütün Önderlikten en çok koptuğu ve uzaklaştığı bir ortamda gerçekleşmiştir.
Çok iyi biliyoruz ki, 15 Şubat Komplosu gerçekleştiğinde dost-düşman herkes “Artık bu iş bitti” sonucuna ulaşmıştır. Bu yargı, birçok çevre tarafından açıkça ilan da edilmiştir. Hatta Hareketimiz içinde de bu eğilimin etkili olduğu, bunun dışında kalanların da ancak büyük endişe ve psikolojik kırılma yaşadığı söylenebilir. Fakat tüm bu yaklaşımlara rağmen, Önder Apo, geliştirdiği mücadele tarz ve taktikleriyle idamı boşa çıkarmayı başarmıştır. Peki bu nasıl olmuştur? Hiç kuşkusuz her koşulda umutlu olmakla, umudun olmadığı yerde de umut yaratmakla, hiçbir imkana dayanmadan mücadele edebilmekle, her koşulda yaratıcı tarz ve yöntem geliştirebilmekle, somut duruma uygun veriler geliştirerek karşıdakini etkileme gücü gösterebilmekle, her söz ve tutumu yerinde ve zamanında ortaya koyabilmekle! Açık ki, böyle olmasaydı idam önlenemez ve 15 Şubat Komplosu boşa çıkartılamazdı. Önder Apo bu tutumu geliştirdi ve Hareket de Önderlikle arasındaki kopukluğu azaltmayı bildi. İşte bu dersleri de derinden ve çok yönlü edinmek gerekiyor.
Komplo saldırısının her adımı yeni bir durumu ve düzeyi ifade ediyor. Bir saldırı planı boşa çıkartılınca, ardından çok daha kapsamlı olan yeni bir planlı saldırı gündeme geliyor. Nitekim idamın önlenmesi ardından da komplocu güçler İmralı çürütme politikasını devreye koydular. İmralı’daki ağır baskı ve denetim altında Önder Apo’yu düşünemez ve yeni düşünce üretemez duruma düşürmek istediler. Yine herkes, kendine yurtsever diyen birçokları bile “İmralı’da mücadele edilemez ve sonuç alınamaz” yargısına sahipti. Sadece Önder Apo, o koşullarda da mücadele edilebileceğine ve sonuç alınabileceğine inandı ve bu çerçevede kendisine güvendi. Bu konuda Hareket ve halk da Önder Apo’ya inanarak destek verdi. Bu temelde Önder Apo, İmralı tabutluğunu adeta bir okul haline getirerek binlerce kitap okuyup inceledi. Geçmiş pratiğin eleştiri ve özeleştirisi temelinde çok yoğun bir sorgulama, değişim ve dönüşüm yaşadı. Sonuçta “Özgür Kürdistan ve Demokratik Ortadoğu” ilkesi temelinde Kürt sorununun demokratik çözüm programını geliştirerek, Ecevit Hükümetinin “Bireysel haklar” temelindeki sözde çözüm programını başarısız kılmayı başardı.
PKK’nin yeniden inşası ile tasfiyecilik yenilgiye uğratıldı
Aslında bu sonuç, çözüm açısından önemli bir zemin yaratmıştı. Fakat komplocu güçler, bu duruma iki yönden müdahalede bulundular. Bir taraftan, denenmemiş olan Türkiye’deki dinci akımı AKP adıyla harekete geçirirken; diğer taraftan da Hareketi içten parçalamak amacıyla Ferhat-Botan tasfiyeciliğini devreye koydular. Böylece komplonun dördüncü temel saldırı süreci gündeme geldi. Tüm bu komplocu saldırılara karşı da esas olarak Önder Apo mücadele etti. “İdeolojik bunalım” olarak tanımladığı durumu çözebilmek için yeni ve çok daha derin bir yoğunlaşma süreci yaşadı. Ve bu temelde, beş bin yıllık iktidar ve devlet sistemine karşı toplumsal mücadelenin en temel zayıflığını gideren paradigma değişimini gerçekleştirdi. Kapitalist moderniteye karşı demokratik modernite kuramını geliştirdi. Başta Kürt sorunu ve kadın sorunu olmak üzere tüm toplumsal sorunlara çözüm yolu gösteren demokratik konfederalizm sistemini ilan etti. Böylece Kürt sorununa yeni bir çözüm programı sunarak, AKP’nin “İslam ümmeti” adıyla geliştirmek istediği aldatmayı boşa çıkardı. Demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigma temelinde PKK’nin yeniden inşasını gündemleştirerek de tasfiyeciliği yenilgiye uğrattı.
Böylece bütün saldırı planları başarısız kılınan komplocu güçler, yeniden topyekun özel savaş konseptini devreye koydular. Bu temelde de AKP yönetimi altında yeni saldırılar geliştirdiler. İmralı’da darbe düzeyine varan saldırılara karşı Önder Apo direndi. Tekniğe ve istihbarata dayalı her türlü saldırıya karşı tedbirler geliştirerek gerilla direndi. Her türlü faşist baskı ve teröre karşı kadınlar ve gençler, bir bütün halk direndi. Siyasi soykırım operasyonlarına karşı demokratik siyaset direndi. “Kürt açılımı” ve “Çözüm süreci” adındaki oyun ve hileleri, geliştirdiği taktik mücadele ile Önder Apo bozdu. 1 Haziran 2010 tarihinden itibaren geliştirilen Devrimci Halk Savaşı stratejisi temelindeki mücadele Rojava Devrimi’ni ortaya çıkardı. Böylece 24 Temmuz 2015 tarihinden itibaren uygulamaya konan ‘Çöktürme eylem planı’ adlı komplo saldırısına gelindi.
‘Çöktürme eylem planı’, esas olarak topyekun özel savaş konseptinin her türlü yöntemle ve araçla pratiğe geçirilmesidir. Hiçbir hukuki ve ahlaki kurala bağlı olmamayı ifade eder. Amacı, her alandaki tüm devrimci ve özgürlükçü gelişmenin ezilip yok edilmesidir. Böylece Kürt soykırımının tamamlanmasıdır. Bu temelde, İmralı işkence ve soykırım sisteminde mutlak tecrit uygulanarak, Önder Apo tamamen etkisiz hale getirilmek istenmiştir. Başta kadınlar ve gençler olmak üzere tüm topluma karşı faşist-soykırımcı özel savaş en ileri düzeyde uygulanmaya çalışılmıştır. Tüm Kuzey Suriye ve Rojava Kurdistan’ın işgali göze alınarak Rojava Özgürlük Devrimi’nin ve Özgürlük güçlerinin tasfiye edilmesi öngörülmüştür. NATO’dan ve KDP’den alınan güçle ve istihbarata ve tekniğe dayalı saldırı ile Medya Savunma Alanları’nın işgal edilmesi ve bu temelde gerillanın ezilip tasfiye edilmesi amaçlanmıştır. Bu çerçevede, 2002 yılında Ecevit Hükümetini yıkarak AKP’nin yönetim olmasının önünü açan MHP yeniden devreye konarak, söz konusu amaçları başarmak üzere AKP-MHP faşist-soykırımcı ittifakı ortaya çıkartılmıştır.
Mücadelenin en kapsamlı ve şiddetlisi, İmralı ile birlikte gerilla cephesinde yaşandı
İşte son sekiz yıldır Önderlik, Hareket ve halk olarak böyle bir planlı saldırıya karşı direniyoruz. Kuşkusuz bu, uluslararası komplo saldırısının en kapsamlısı ve şiddetlisi oluyor. Buna karşı direniş de özgürlük mücadelesi tarihimizin en yoğun ve zorlu sürecini ifade ediyor. Dikkat edilirse, en yoğunlaşmış baskı, işkence ve en ağır tecride karşı Önder Apo tereddütsüz direniyor ve tüm mücadele güçlerinin yolunu aydınlatıyor. Kadınlar ve gençler öncülüğünde halkımız ve Türkiye’nin devrimci-demokratik güçleri direniyor. Zindanlar yeniden büyük direniş alanları haline geldi ve AKP-MHP faşizmi uyguladığı vahşi baskıya rağmen bir yurtseveri bile teslim alamadı. Yurtdışındaki halkımız ve dostlarımız, söz konusu faşist-soykırımcı saldırıya karşı sürekli bir eylemlilik halinde oldu. AKP-MHP işgalci saldırılarına karşı Kuzey ve Doğu Suriye halkları ve özgürlük güçleri önemli bir direnişle mücadele sürecine katıldı. Her ne kadar Efrîn, Girê Sipî ve Serêkanî’nin işgali önlenemediyse de Rojava Özgürlük Devrimi’nin kolay ve direnmesiz tasfiye edilemeyeceği gerçeği ortaya kondu.
Kuşkusuz bu mücadelenin en kapsamlı ve şiddetlisi, İmralı ile birlikte gerilla cephesinde yaşandı. Düşman önce şehirlere saldırarak Kürt toplumunun savaş potansiyelini dağıtmayı ve zayıflatmayı hedefledi. 2015-16 kışı boydan boya böyle bir saldırıya karşı direnişle geçti. Her ne kadar bedeli ağır da olsa, mücadele tarihimizin en önemli direnişlerinden biri Cizre ve Sur merkezli olarak bu dönemde yaşandı. Öncesinden öz savunma ve kent örgütlenmemizin olmayışı nedeniyle zorlansak ve sonuçta etkili bir öz savunma örgütlülüğü yaratamasak da bu direnişler hem düşmana ciddi darbeler vurdu ve hem de her türlü faşist-soykırımcı saldırıya karşı her koşulda direnileceğini ortaya koydu.
Faşist-soykırımcı düşman, kent saldırıları ardından Kuzey’deki gerilla üslerimize yöneldi. Bu temelde de 2016 güzünden itibaren Çelê üzerinden işgalci saldırıya girişti. 2017-18 kışında Xakurkê’ye yönelik işgalci saldırı başlattı. Söz konusu saldırıları 2019 ve 2020’de Haftanîn üzerinde yoğunlaştırdı. 2021 Şubat’ında biraz da ‘ya tutarsa’ mantığıyla Garê’ye yönelik bir saldırı içinde oldu. Tabi öngördüğü tutmadı ve gerilla karşısında çok ciddi bir yenilgi aldı. Biraz da bunu telafi etmek amacıyla 2021 Nisanında Zap, Avaşîn ve Metîna alanlarının sınır boylarında işgalci saldırılara başvurdu. Daha sonra açığa çıktı ki, bu saldırılar kapsamlı işgal saldırısı için bir hazırlık niteliğindeymiş. Nitekim esas işgal saldırısı 2022 Nisanında başladı ve bir biçimde hala da devam ediyor.
Kuşkusuz 14 Nisan 2022 tarihinde başlatılan Zap, Avaşîn ve Metîna’ya yönelik saldırı Medya Savunma Alanları’nı merkezden işgal etme ve böylece gerillayı ezip gerilla üslenmesini tasfiye etme amaçlıydı. Bir anlamda 2008 Şubatında başarılamayanı başarmaya dönüktü. Medya Savunma Alanları’nı tasfiye ederek gerillayı ezmeyi ve böylece Özgürlük Hareketini yok etmeyi hedefliyordu. Hem de bunu kısa sürede başarıp işgal saldırılarını Rojava’ya yönelterek, AKP-MHP ittifakını zafer kazanmış bir konumda iktidar ömrünü uzatır kılmak istiyordu. Böylece 15 Ağustos Gerilla Atılımı’na karşı sömürgeci-soykırımcı sistemin yürüttüğü savaş final aşamasına çıkartılarak, komplocu güçlerin zaferi yaratılmak isteniyordu.
HPG ve YJA Star gerillasının 2022 Zap, Avaşîn ve Metîna direnişi işte amaçları ve yoğunluğu böyle olan bir saldırıya karşı gelişti. Gerilla koordineli tim ve tünel savaşını tam bir Apocu fedai çizgisinde yürüttü. Şehitler verdi, ama AKP-MHP faşizmine de ağır darbeler vurarak başarısız kılıp planlarını bozdu. Söz konusu savaşın bilançosu biliniyor, bu nedenle tekrarlamak gerekmiyor. AKP-MHP faşist çetelerinin nasıl ağır darbeler yemiş olduğu ve onları kimyasal ve taktik nükleer silah kullanımının da kurtaramadığı bilançoda açıkça görülüyor.
Sonuç olarak, Zap, Avaşîn ve Metîna savaşında AKP-MHP faşizmi planladığı başarıya ulaşamamış ve ağır darbeler alarak yıl sonu itibariyle Zap’ın batısı ve doğusundaki birçok noktayı terk etmek ve kaçmak zorunda kalmıştır. Bu nedenle, yıl içinde öngördüğü Rojava saldırısını da yapamamıştır. Dahası ciddi bir iradi kırılma ve gerilla sendromu yaşamaktadır. Türkiye toplumu ve dünya kamuoyunda, yürütülen saldırılara karşı memnuniyetsizlik giderek gelişmektedir. Yaşanan savaşın ağır yükü nedeniyle AKP ve MHP’nin kitle desteğinde ve oy oranında çok ciddi bir düşüş görülmektedir. Zap, Avaşîn ve Metîna savaşını kendi zaferleri için final haline getirmek isteyenler, adeta kendi yenilgi ve çöküşleriyle yüz yüze gelmişlerdir. 2023 yılına giriş bu temelde olmuştur ve Türkiye’de dananın kuyruğu bu yılda kopacağa benzemektedir. Eğer çeyrek asırlık komploya karşı mücadelenin dersleri iyi çıkartılır ve 25’inci yıl mücadelesine taşınırsa, 2023 yılı AKP-MHP faşizminin yıkıldığı ve komplonun yenildiği bir yıl haline getirilebilir.
Seçimi demokratik devrimi geliştirmenin bir aracı olarak değerlendirmek istiyoruz
Değerli Yoldaşlar!
Tarihi 9 Ekim 1998 komplosunun 25’inci yılını yaşıyoruz. 15 Şubat itibariyle de 15 Şubat Komplosu’nun 25’inci yılına giriyoruz. Yani bu şubat ayında 15 Şubat Komplosu’nun 24’üncü yıldönümünü yaşıyoruz. 15 Şubat’la birlikte İmralı işkence ve soykırım sistemi de 25’inci yılına girecek. Kuşkusuz 25’inci yıla girmek, çeyrek asra ulaşmak önemlidir. Dolayısıyla 25’inci yılı hem hukuki ve hem de siyasi açıdan doğru değerlendirmek ve komploya karşı 25’inci yıl mücadelesini bu çerçevede daha etkili ve sonuç alıcı geliştirmek gerekir.
Açık ki komplo ve komploya karşı mücadelenin 25’inci yılına girerken, aynı zamanda Önderliksel çıkışın da ellinci yılını yaşıyoruz. Yine bir Kürt soykırım sistemi olan Türkiye Cumhuriyeti de kuruluşunun yüzüncü yılını yaşıyor. 2023 yılının kışında ve baharında tüm bunlar kesişmiş ve bir araya gelmiş bulunuyor. Aynı zamanda 2023 yılı haziranında Türkiye’de yönetim yenilenmesinin yaşanması gerekiyor. Bazı nedenlerle seçimin mayıs ayına alınacağı belirtiliyor. Aslında Türkiye’de köklü bir demokratik devrim yaşanıyor ve ciddi bir anti faşist savaş sürüyor. Seçimin bu devrim ve savaş ortamında yapılacağı söyleniyor. Eğer gerçekleşirse, açık ki o zaman bir devrim seçimi olacak ve devrimci halk savaşının bir parçası olarak yaşanacak. Biz de PKK ve HBDH olarak seçimi bu temelde ele alıyoruz ve demokratik devrimi geliştirmenin bir aracı olarak değerlendirmek istiyoruz.
Şimdi bu kadar tarihi sürece bir de yönetim yenilenmesinin denk gelmesi, 2023 yılını Türkiye açısından çok önemli bir dönemeç haline getiriyor. Belli ki Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği açısından bir dönemeç oluyor. Komplonun geleceği açısından bir dönemeç oluyor. Yüz yıldır Kürdistan’da yaşanan mücadele ve 15 Ağustos Atılımı temelinde gelişen özgürlük savaşının geleceği açısından bir dönemeci oluşturuyor. Çöktürme eylem planı temelinde sekiz yıldır süren savaşın ve 2022 Zap, Avaşîn ve Metîna savaşının kaderi bu dönemeçte belirlenecek gibi görünüyor. Çok açık ki, adeta önümüzdeki gelecek bu yeni yönetimi ortaya çıkarma mücadelesiyle belirlenecek. Yani her şey 2023 yılında yaşanacak gelişmelerde düğümlenmiş gibi.
İşte komplo ve komploya karşı mücadelenin 25’inci yılı, yani 2023 yılı herkes açısından bu denli önemli. Neden? Çünkü Türkiye’deki yönetim sıradan bir yönetim değil ve öyle sanıldığı gibi seçimle de belirlenmiyor. Aslında böyle bir yönetim çok yönlü bir mücadele sonucunda ortaya çıkıyor. Dikkat edelim, bu yönetim sadece sıradan bir devlet yönetimi olmuyor. Aynı zamanda uluslararası komplo yönetimi oluyor, aynı zamanda Kürt soykırım yönetimi oluyor. Dolayısıyla Kürt soykırım sistemini ortaya çıkartan küresel kapitalist modernite sisteminin yönetimi oluyor. Böylece adeta beş bin yıllık iktidar ve devlet sisteminin kaderi üzerinde etki yapan bir konumda bulunuyor.
Bütün bu özellikleri taşıması nedeniyle de çok açık ki herkesin eli Türkiye’deki yönetim mücadelesinin içindedir. Küresel ve bölgesel düzeyde siyaset yapan güçlerin eli Türkiye’deki yönetim mücadelesinin içindedir. Türkiye’de herkes mevcut yönetim mücadelesi ile ilgilidir. Özellikle PKK’nin Kürdistan özgürlük mücadelesini zafer çizgisinde yürütmesi ve tüm saldırılara rağmen zayıflamayıp gücünü ve iddiasını koruması Türkiye’de köklü bir demokratikleşmeyi dayattığı için, Türkiye’deki mevcut yönetim mücadelesi çok daha alternatifli ve de karmaşık hale gelmektedir.
Gerçekten de tarihi gelişmelerin yaşandığı, geleceğin belirlendiği tarihi bir sürecin içinde bulunuyoruz. Bu, Kürt özgürlüğü açısından da böyle, Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından da böyle, TC Devlet sistemi açısından da böyle, sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyaset açısından da böyle, Türkiye üzerinde çıkar mücadelesi yürüten güçler açısından da böyledir. Peki gidişat nasıl olacak, mevcut dönemeç nasıl aşılacak, adeta kördüğüme dönüşmüş olan düğüm nasıl çözülecektir? Bu soru giderek siyaset merkezi haline gelmektedir.
Mevcut haliyle Türkiye siyasi arenasında üç siyasi ittifak ve üç yönetim gücü vardır: Şu anda yönetimi elinde tutan ve adına “Cumhur İttifakı” denen AKP-MHP faşist ittifakı. Kendine düzen muhalefeti denen ve CHP ile İyi Partinin oluşturduğu “Millet İttifakı” etrafında toplanan 6’lı masa ittifakı. Bir demokrasi bloku olan HDP’nin öncülük ettiği “Emek ve Özgürlük İttifakı”. Türkiye’deki yönetim mücadelesi esas olarak bu üç güç arasında yaşanmaktadır. Mevcut soykırımcı, işgalci ve savaşçı siyaseti olduğu gibi sürdürmek isteyen AKP-MHP ittifakını Türkiye’deki faşist-soykırımcı çeteler ve Rusya, Katar gibi bazı çıkarcı dış güçler desteklemektedir. Yüz yıllık TC Devlet sistemini yeniden restore etmek isteyen 6’lı masa ittifakını, Türkiye’de yönetim dışı kalmış olan bazı iktidar ve sermaye çevreleri ile Türkiye’de yumuşak bir yönetim değişikliğinden yana olan Avrupa benzeri dış güçler desteklemektedir. Kürt sorununun özgür ve eşit çözümü temelindeki demokratikleşmeyi öngören Emek ve Özgürlük İttifakına ise tüm devrimci-demokratik güçlerin çabası destek vermektedir.
Aslında sorunu karmaşık kılan ve bir anlamda da kilitleyen PKK’nin yenilmezliği ve Kürt sorununun çözümü temelindeki bir Türkiye demokratikleşmesini dayatmasıdır. Eğer böyle olmasaydı, o zaman iç ve dış çıkar çevreleri belli bir mücadele sonucunda yeni yönetimi rahatlıkla belirlerlerdi. Fakat şimdi durum böyle değildir. En başta görevlendirilecek yönetim Kürt soykırımını yürütebilmeli ve komployu başarıya götürebilmelidir. Bunu da herkesin yapamayacağı açıktır. Diğer yandan, düzen içi iktidar blokları arasındaki çelişki ve mücadelenin derinleşmesi, PKK’ye ve onun dayattığı demokratik devrim alternatifine imkan ve fırsat sunmaktadır. Bütün bunlar, faşist-soykırımcı düzen açısından mevcut yönetim seçimini son derece karmaşık ve zorlu hale getirmektedir. Kısaca Emek ve Özgürlük İttifakı’na karşı diğer iki ittifakın destekçileri bir araya gelmeyi ve uzlaşmayı yeğlemektedirler.
Yürüttüğümüz topyekun direniş bütün hesapları bozdu
Esasta ABD ve NATO gibi güçlerin şimdiye kadarki hesapları şöyleydi: Kendileri destek vererek ve KDP’yi tümüyle yamayarak AKP-MHP faşizmini PKK üzerine tümüyle yöneltip sert çatışma içine sokarak iki tarafın da zayıf düşmesi planlanmıştı. Böyle olsaydı, o zaman AKP-MHP ittifakı iktidarda kalmak için bu kadar diretmeyecekti. Yine PKK ve demokrasi ittifakı yeni yönetimin seçilmesinde bu kadar belirleyici hale gelemeyecekti. Böyle bir ortamda da 6’lı masa ittifakı gibi bir gücü yeni yönetime getirerek, sistem fazla sarsılmadan ve tehlikeye girmeden yönetim değişimini gerçekleştirecekti. 6’lı masa ittifakının da hesabı ve beklentisi tamamen buna göreydi. Fakat bu hesap bozuldu ve bunu da esas olarak İmralı ve gerilla öncülüğündeki PKK direnişi bozdu.
Böyle bir ortamda AKP-MHP ittifakının hesabı da şöyleydi: NATO’dan ve de Rusya’dan gereken desteği alarak ve KDP’yi de sonuna kadar kullanarak içte ve dışta saldırıları geliştiririm, sonuçta PKK’yi ezerek ya da en azından iyice zayıflatarak bir alternatif olmaktan çıkarır, bunun verdiği güçle de 6’lı masa muhalefeti karşısında yeniden yönetimi ele geçiririm! AKP-MHP ittifakı da uzun süre böyle bir hesap temelinde hareket edip saldırı yürüttü ve Zap-Rojava saldırıları ile final yapmayı umdu. Fakat biliniyor ki işte bu hesap da Zap’ta bozuldu.
Çok açık ki faşist-soykırımcı topyekun saldırıya karşı Önderlik, Hareket ve halk olarak yürüttüğümüz topyekun direniş bütün bu hesapları bozdu, ancak demokratik devrim alternatifini geliştirecek düzeyde zaferi de kazanamadı. Mevcut durumda mücadele ediyor, zafer kazanma iddiasını koruyor ve kendisini kilit duruma getirmiş bulunuyor. Fakat kendi başına kilidi çözme gücünü de gösteremiyor.
Peki mevcut durum ne olacak? Düğüm haline gelmiş olan sorun nasıl çözülecek? Önümüzdeki haftalarda ve aylarda Türkiye’de ne gibi olaylar yaşanacak? İşte üzerinde yoğunlaşılması ve sıkı bir takiple doğru çözümler bulunması gereken temel sorular bunlar oluyor. Herkes gibi bizim de sürece bu temelde yaklaşarak kendi çıkarlarımız temelinde en doğru çözümleri bulmamız gerekiyor.
Bu noktada öncelikle şunu belirtelim: Süreç öyle düz ve kolay değildir. Oldukça karmaşık ve zorlu bir süreç söz konusudur. Türkiye son derece kritik bir sürece girmiştir. Böyle bir süreçte her türlü komplo, provokasyon, darbe, şiddet ve katliam gelişebilir. Türkiye daha derin ve şiddetli bir çatışma içine sürüklenebilir. Bütün bunlara açık bir ortam vardır. Bu konuda özellikle de Kürt halkının durumu kritiktir. Birçok gerici çevre kendi çıkarları için Kürtlere ve benzeri çevrelere saldırıyı bir yöntem olarak geliştirebilir. Özellikle Önder Apo üzerinde zaman zaman geliştirilen spekülasyonlar hızlandırılarak, özel psikolojik savaşa ağırlık verilebilir.
Özel psikolojik savaşın oyunlarına gelinmemeli
O halde herkesten çok bizim bu sürece dikkatli ve duyarlı yaklaşmamız, her türlü provokasyona karşı uyanık ve tedbirli olmamız, süreci bu temelde örgütlü karşılayıp iyi yönetmeyi bilmemiz gerekir. Her alandaki komite ve kadro gücümüz bu konuda kendini görevli bilmelidir. Olayların peşinden sürüklenmemeli ve tahriklere gelmemelidir. Özellikle Önderlik konusunda çok daha fazla dikkatli ve duyarlı yaklaşmalıyız. Bu konuda her şeye dikkatle yaklaşarak, ortaya atılan bilgiler konusunda aceleci davranmamalıyız. Kuşkusuz her şeyi önemsemeliyiz, ancak dikkatle değerlendirip özel psikolojik savaşın oyunlarına gelmemeliyiz.
Çok açık ki, AKP-MHP ittifakı iktidarı vermemek için her türlü yönteme başvuracak, çok çeşitli oyun ve hileden terör uygulamaya kadar her yöntemi gündeme getirecektir. Türkiye’de normal bir seçim olacağını ve AKP-MHP faşizminin iktidarı kolaylıkla bırakacağını sanmak saf dillik olur. Nitekim iktidardan düşerse başına ne geleceğini iyi bilmektedir. Bunun için, ne olursa olsun iktidarda kalmaya çalışacaktır. Özellikle Tayyip Erdoğan ve AKP’nin durumu böyledir. MHP’nin ne yapacağını ise ancak derin güçler bilir. Tayyip Erdoğan ve AKP yönetimi, her türlü seçim hilesinden, savaş ve benzeri durumlar yaratarak seçimi iptal ettirmeye kadar her yolu deneyecektir.
Demek ki ortada normal bir seçim yok, tersine çok karmaşık bir siyasi ve askeri mücadele var. Kazanma ve yönetim olma işte böyle bir mücadele temelinde gerçekleşecektir. Dolayısıyla savaşı geliştirme dahil, AKP-MHP faşizmine karşı mücadeleyi her yöntemle sürdürmek, asla zayıflatmamak, tersine daha da geliştirip zenginleştirmek gerekir. Bu da gerilla ve halk direnişimizi sürekli kılmak ve her alanda daha da geliştirmek demektir. Seçim çalışmaları buna bağlı olarak ele alınıp yürütülürse en doğrusu yapılmış olur. Bu anlamda seçimi, anti-faşist devrimci-demokratik mücadelenin bir yöntemi olarak ele alıp bu temelde pratikleştirmemiz gerekir.
Kuşkusuz mücadele ederken de son derece doğru ve yaratıcı tarz ve taktikler geliştirmek zorunludur. Yoksa AKP-MHP faşizmi her şeyi boşa çıkarmak ister. Bu konuda AKP-MHP’ye karşı 6’lı masa ittifakını ve dış çevreleri harekete geçirmeye çalışmak da önemlidir. AKP-MHP üzerinde baskı oluşturup terör uygulamasını azaltmaya çalışmak gerekir. Yine dikkatli taktikler izleme gereği de vardır. Örneğin AKP-MHP faşist ittifakına karşı öyle politika izlemek gerekir ki, kesin düşeceklerini ancak düştükleri an görüp anlayabilsinler. Yani çeşitli yanıltmalar da böylesi bir mücadele içinde önemli olabilir.
Kuşkusuz şimdiye kadar olduğu gibi, bu süreçte de mücadelemizin ekseni AKP-MHP faşizmini yıkmak ve Kürt özgürlüğü temelinde Türkiye’yi demokratikleştirmektir. AKP-MHP faşizmini yıkmanın tüm Kürtler, Türkiye, Ortadoğu ve dünya üzerinde çok önemli etkileri olacaktır. Örneğin yıkılan AKP-MHP faşizmi, KDP şahsında çöken Kürt ihaneti olacaktır. Kürt özgürlüğünün önü sadece Bakurê Kurdistan’da açılmayacak, başta Rojava olmak üzere Başûr ve Rojhilat’ta da açılacaktır. Ortadoğu çapında Kürt sorununun demokratik çözümü için son derece elverişli koşullar ortaya çıkacaktır. Kürtler için özgür yaşam temelinde yeni bir sayfa açılacak, yeni bir tarih başlayacaktır.
AKP-MHP faşizminin yıkılması, Anadolu’da tarih boyu hiç yaşanmamış olan bir demokratikleşmeyi ortaya çıkartabilir. Dolayısıyla Türkiye halkları açısından da yeni bir tarihe adım atış olarak görmek gerekir. Yine Suriye, Irak ve İran’ın benzer bir demokratikleşmeyi yaşayacağı ve bu durumun bölgesel bir devrime dönüşerek demokratik Ortadoğu devrimini geliştireceği açıktır. Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu’da yaşanacak bu düzeydeki değişikliklerin de esasta küresel bir değişimi getireceği, Kürt soykırımı üzerine şekillenen küresel hegemonik ulus-devlet sistemi dağılarak dünya halklar konfederalizminin önünün açılacağı kesindir.
Çok açık ki, AKP-MHP faşizminin yıkılması tarihin en büyük devrimlerinden birini ortaya çıkartacaktır. Fakat böyle bir yıkılışın nasıl gerçekleştirileceği önemli olmaktadır. Aslında gerilla ve halk olarak daha etkili mücadele edebilmiş olsaydık, böyle bir direniş temelinde AKP-MHP faşizmini yıkabilirdik. Olmazdı dememek lazım. Doğru ve yeterli mücadele edilebilseydi, o zaman kesinlikle olurdu. Bu düzeyde devrimci savaş yürütülemediği için, bu duruma gelindi ve şimdi seçim ortamından yararlanarak ve seçimi devrimci mücadeleye ekleyerek bu işi gerçekleştirmek istiyoruz. Ancak AKP-MHP faşizmini yıkmak isteyen sadece biz değiliz, 6’lı masa denen düzen muhalefeti de var. Onlar bizim mücadelemizden yararlanarak AKP-MHP iktidarını yıkıp kendilerini iktidar yapmak istiyorlar. Biz de onların mücadelesinden yararlanarak AKP-MHP faşizmini yıkıp demokratik güçleri yönetime getirmek istiyoruz. İşte bu iş de ustalık istiyor. AKP-MHP faşizmini yıkmaya çalışırken, bazen geçici ilişki ve ittifak içinde olmayı da gerekli kılıyor. Dikkatli olmak, usta davranmak, sonuçta demokratik devrimi gerçekleştirmek üzere geçici ara ittifak yönetimlerine de gerekirse başvurmak önem taşıyor. Tarihte birçok devrim böyle başarılmıştır. Dolayısıyla geçmişin derslerinden de yararlanmayı bilmek gerekir.
Sonucu Devrimci Halk Savaşı stratejisi temelinde yürütülecek mücadele belirleyecektir
Değerli Yoldaşlar!
Dikkat edilirse, ideolojik, siyasi ve askeri mücadelenin merkezi her zamankinden daha fazla olarak Türkiye ve Kuzey Kürdistan haline gelmiştir. Adeta Kürdistan ve Ortadoğu’da tarihsel gidişi belirleyecek gelişmeler yaşanacaktır. Elli yıllık Önderlik mücadelesinin sonuçları bu süreçte ortaya çıkacaktır. Kırk yıllık savaşın zaferini bu süreçte kazanacağız. Yüz yıllık soykırımı bu süreçte yenme imkanı bulacağız. Halkımızın ve dostlarımızın beklentisi budur ve Önderlik çizgisi bize böyle bir başarıyı emretmektedir. Yoksa tarih karşısında kendimizi affettirmemiz mümkün olmaz. O halde, içinde bulunduğumuz süreci doğru anlamalı, anlık ve günlük görevlerin gereğini pratikte başarıyla yerine getirmeyi bilmeliyiz.
Çok açık ki sonucu da mücadele belirleyecektir. Ortada netleşmiş ve kesinleşmiş bir durum yoktur, tersine çok yönlü bir mücadele vardır. Dolayısıyla kim doğru tarz ve yaratıcı taktikler uygularsa, kim kendini mücadeleye iyi verirse, kim gereken cesaret ve fedakarlığı gösterirse, kim güçlerini zamanında ve etkili seferber eder ve olayları doğru yönetirse sonucu o kazanacaktır. O halde, Devrimci Halk Savaşı stratejisi temelinde tüm gücümüzle sürece yükleneceğiz, her alandaki görevlerimizi başarıyla yerine getireceğiz ve mutlaka biz kazanacağız. Bunun dışındaki bir sonucu asla kabul edemeyiz.
Açık ki bu süreçte de yolumuzu aydınlatan Önderlik gerçeği ve İmralı direnişi olacak. Önderliğin konumunu ve süreç içindeki rolünü doğru anlayacağız ve hiçbir hata yapmadan net ve keskin takipçisi olacağız. Kendimizi Önderlik yerine koymayacağımız gibi, Önderlikle bütünleşme temelinde kendi görevlerimizi de başarıyla yerine getirmekten asla geri durmayacağız. Şimdiye kadarki yetersiz yoldaşlığı, bu süreçte gerçekleştireceğimiz doğru ve yeterli pratikle aşmayı başaracağız. İddiamız budur ve kendimizi mücadeleye verirsek başarmak da imkan dahilindedir.
Diğer yandan, Devrimci Halk Savaşı stratejisi temelinde topyekun direnişe seferber olacağız. Her şeyden önce, kahraman gerillamız bu süreçte de savaşı geliştirecek ve tüm halkımıza öncülük edecektir. Dağda, ovada, şehirde, düşmanın olduğu her yerde gençliği ve halkı devrimci savaşa seferber ederek, bu tarihi sürecin kazanılmasının kahraman öncüsü olmayı bilecektir. Halkımızın ön açıcı moral gücü olmayı her zaman gerçekleştirecektir. Yine kadın ve gençlik hareketimiz tarihi öncülük rolünü başarıyla oynayacaktır. Dört parçada ve yurtdışında halkımız ve dostlarımız özgürlük direnişini her zamankinden fazla geliştirerek tarihi başarının sahibi olacaktır. Başta Türkiye olmak üzere her alandaki devrimci-demokratik dostlarımızla daha sıkı ittifak yapılacak ve daha güçlü mücadele edilip birleşik devrimin zaferi yaratılacaktır. Esas olarak da demokratik siyaset rolünü tam oynayarak, hiçbir hata yapmadan sürecin başarısının ve tüm sonuçları birleştirmenin sağlayıcısı olacaktır.
Bunlar temelinde, hiç kuşkusuz en başta Kuzey Kürdistan halkımız ve Türkiye halkları mücadeleye seferber olacaktır. Gereken birliği ve gücü ortaya çıkartarak, süreci sabote etmeye dönük tüm girişimleri boşa çıkartacaktır. Faşist-soykırımcı saldırılara karşı yerinde ve anladığı dille cevap vermesini bilecektir. Öz savunma konumunu ve gücünü geliştirerek, AKP-MHP faşist saldırganlığına karşı durmayı başaracaktır. İmralı direnişinin, gerillanın ve zindan direnişinin gücünü arkasına alarak, AKP-MHP faşizmini yıkan ve insanlığın önünü açan bir mücadeleyi ortaya çıkarmayı mutlaka sağlayacaktır.
Hiç kuşkusuz bu sürecin en dinamik güçlerinden biri Kuzey ve Doğu Suriye halkları ve direniş güçleridir. Dikkat edilirse, AKP-MHP faşizmi bu alana saldırarak Türkiye’de şovenizmi geliştirmeye ve kitle desteğini artırmaya çalışacaktır. Bu alana dönük işgal saldırılarını artırarak, seçimi erteleme ve iktidar ömrünü uzatma yolunu deneyebilecektir. Bütün bunlar da artık geri sayımı başlamış olan AKP-MHP faşizmini yıkma mücadelesinde Kuzey-Doğu Suriye halklarının ve direniş güçlerinin rolünü artıracaktır. Söz konusu gerçekler doğru değerlendirilerek ve her zaman hazır olunarak, Kuzey-Doğu Suriye cephesi AKP-MHP faşizmini yıkma sürecinde üzerine düşen rolü başarıyla oynayacaktır.
Kuşkusuz bu mücadelenin çok önemli bir alanı da Başûrê Kurdistan olmaktadır. Medya Savunma Alanları’na yönelik işgal saldırıları, her alandaki MİT ve kontrgerilla saldırganlığı Güney Kürdistan’ın önemini daha da artırmaktadır. Zira söz konusu saldırganlığa karşı geliştirilen kısmi bir eylemlilik, saldırıları kırarak önemli bir sonuç yaratmıştır. Belli ki Hareketimizin kararları temelinde söz konusu eylemliliği daha çok geliştirmek gerekir. Başûr halkımızı, kadınları ve gençleri AKP-MHP işgaline ve KDP ihanetine karşı daha çok eğitip örgütleyerek seferber etmek lazımdır. Gelişmeler KDP ihanetini hiçbir dönemde olmadığı kadar teşhir etmeyi bilmiştir. Çünkü mevcut KDP ihanetinin, tarihte görülmüş ihanetleri bile kat kat aştığı ortadadır. Aşırı ‘ulusal birlik’ vurgusuyla söz konusu bu ihanetin teşhirini zayıflatmamak gerekir.
Son beş ayın en kayda değer olaylarından biri, hiç kuşkusuz Rojhilat Kurdistan ve İran’da gelişen ‘Jin Jiyan Azadî’ serhildanları olmaktadır. Bazıları bu serhildanların Kuzey Kürdistan’daki gelişmelerden ayrı ve hatta ona karşıt olduğunu sanmaktadır. Halbuki bu yaklaşım doğru değildir, tersine çok ciddi bir biçimde yanlışı içermektedir. Çok iyi biliyoruz ki, PKK’nin Kuzey Kürdistan’da örgütlenmesini gerçekleştirip özgürlük devrimini başlattığı 1978-79 yıllarında Şahlık yıkılarak Rojhilat ve İran’da da devrim gelişti. Dikkat edilirse, bu iki durum birbiriyle paralel ve eş zamanlıydı. Şimdi yaşanan da işte buna benzer bir durumdur. Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de AKP-MHP faşizminin yıkılışına doğru gidilirken, Rojhilat Kurdistan ve İran’da da mevcut serhildanlar gelişmiş ve dolayısıyla ilk etkisi bu alanda olmuştur. Tıpkı 1970’lerin sonu 1980’lerin başında olduğu gibi, şimdi de iki alanda devrimci ve özgürlükçü gelişme birbirine paralel gelişecek ve birbirini derinden etkileyecektir. İşte bunu gerçekleştirecek doğru politikayı ve etkili mücadeleyi bu alanda da yürütmek gerekir.
Mevcut gelişmeler yurtdışındaki halkımızın ve Hareketimizin görev ve sorumluluğunu daha da büyütmektedir. Kitle eylemleri, propaganda ve diplomasi çalışmalarıyla zafere doğru yürüyen özgürlük devriminin temsilciliğini doğru ve başarılı bir biçimde yapmak gerekir. Özellikle kadınların ve gençlerin bunu gerçekleştirme potansiyelleri çok güçlüdür. Bu potansiyel doğru ve yeterli değerlendirilirse, AKP-MHP faşizmini yıkma mücadelesine yurtdışındaki halkımız çok daha güçlü katılmayı mutlaka başarır.
– Kahrolsun Uluslararası Komplo
ve Faşist-Soykırımcı Diktatörlük!
– Yaşasın Özgürlük ve Demokrasi
Mücadelemiz!
– Yaşasın Devrimci Halk
Savaşımız!
– Bijî Rêber Apo!
PKK YÜRÜTME KOMİTESİ