1930 Ağrı isyanından sonra sömürgeci faşist Türk devleti Ağrı Dağı’na “Hayali Kurdistan burada meftundur” dedikten sonra adeta Kurdistan’a baştan sona kadar ölü toprağı serpmiştir. Kürtlük ve Kurdistan adına tek bir yaprak dahi kıpırdamaz olmuştur. Kurdistan’ın her yanında mantar gibi “yatılı bölge okulları” ve “kışla kültürü” ile birlikte beyaz soykırım başlatılmıştır. Böylece Kürtlük; korunulunması, sakınılması gereken salgın bir hastalık gibi korku kaynağına dönüşmüştür. Kürtçe dil ve kültür olarak yasaklanmış, inkar ve imha süreci başlatılmıştır.
Öyle sinsi bir soykırım sürecidir ki bu, adeta Kürde kendi kendini inkar ve yok ettirme süreci olmuştur. Okul, sokak ve devlete ait her yer Kürtlüğün inkar edildiği yerlere dönüşmüştür. Onunla da yetinilmemiş, Kürt kimliği üzerine geliştirilen aşağılayıcı hikaye ve söylencelerle taşınamayacak kadar ağır bir utanç kaynağına dönüştürülmüştür.
Önder Apo, çocukluk yıllarında babasıyla ilk kez şehre gittiği zaman sömürgeci soykırım gerçeğiyle tanışmasını şöyle tarif etmektedir; “Hâlâ hatırlıyorum, Birecik’e yürüdüğümde babamın eteğinden tutuyordum ve böyle bakmaya başladım her şeye. Korkunç görüyorum.‘Bunedir? Bu nedir?’ diye soruyorum. Her şeyden başka bir şey kapıyorum. Babamın eteğinde ilk şehre girdiğimde başladı benim savaşım. Şehir sanki büyük bir dağdır ve üzerime yıkılıyor. O Birecik caddelerinde adım atmam, sanki azgın bir düşman ortamında yürüyormuşum gibiydi.” Belki bize çok çekici gelen şehir atmosferi Önder Apo için büyük bir korku kaynağı olmuştur. Ama Önder Apo’da daha çocukluk yıllarında açığa çıkardığı tarz, “bir şeyden ne kadar korkuyorsan o kadar üzerine gideceksin” biçiminde olduğundan ilgi odağı olur ve korkusunu çözümleyerek kendini özgür kılmayı esas alır.
Bu da ister istemez Önder Apo’yu tarih okumalarına taşır. Nitekim Önder Apo daha altı-yedi yaşlarındayken tarzda “zıddına ulaşmayı” esas alır. Bu, Önder Apo’da büyük bir diyalektiksel gelişmedir. Tıpkı Marx’ın “bilmiyorlar ama yapıyorlar” dediği gibi henüz çocuk ama müthiş bir gelişim diyalektiğine dönüşüyor. Daha sonra Önder Apo bu süreci; “Şehri anlamanın büyük merakına, çabasına karşın, şehri yaşamanın kenarından bile geçmedim. Arkadaşlarım üç ayda kendilerini daldırıp yaşatıyorlardı, ben beceremedim. Ve bana karşı oldukça alaycı bir yaklaşım içindeydiler. Evet, şehir çocukları önemli oranda alaycı bir yaklaşıma sahiptiler” diye tanımlayacaktır.
Duygu dünyasında yakaladığı Kürtlük Önder Apo’yu, doğru yolda yürütmeye yetecektir. Zaten daha çocukluktan başlayan ‘küçük şeylerden nefret etme’ vardır. Bu duygu dünyasında en ilerileri yaşamasına imkan verir. Ki, Önder Apo buna; “Benim aşk yönüm, duygu yönüm, bilinç yanımdan daha güçlüdür. Fakat bilinç de var, bunu da ihmal etmiyorum. Bilime çok yakın bir çizgide yürüdüğümü kimse gözardı edemez! Ben çarpıcı bir duygular savaşçısıyım. Devrim zaten duygularla başlar. Bende de duygu yönü korkunç güçlü başladı. Kini, redleri kadar istekleri, çirkinliğe karşı olduğu kadar güzellikleri esas alan, kendine göre bir gelişmeyle başladı. Önceleri bilinç, siyaset yoktu, duygular vardı” diyecektir.
Ankara’dan Tapu Kadastro memuru olarak Diyarbakır’a geçer ve burada ev tutma yerine bir otelden oda kiralar. Reber Apo bu oteli, “Kürtlükle ilgili izlenimlerin bol olduğu bir otel” olarak tanımlayacak ve “benim karargahımdı” diyecektir. Diyarbakır’dan İstanbul Hukuk’a kaydını yaptırıp oraya geçer.
Tek kişilik ordu
68 kuşağının en hareketli yıllarıdır aynı zamanda. DDKO, DEV-GENÇ gibi dernekler aktif olarak Üniversite saflarındadır. Önder Apo da ilk üyeliğini DDKO’ya yapar. Üstlendiği bir seminerde “Kurdistan vardır ve sömürgedir” tespitini yapar. Ama bu konuşmayı yaptıktan sonra salonda kimse kalmaz. Çünkü yaptığı konuşmayla sömürgeci soykırım rejiminin küllendirdiği Kürt sorununa temas etmiş, o yılların korku kaynağını tekrardan canlandırmıştır.
Kaldı ki, DDKO üyeleri genel olarak işbirlikçi feodal çevre çocukları olduklarından, yaşadıkları korkuyla Önder Apo’yu yalnızlaştırmaya, kendilerinden uzaklaştırmaya çalışırlar. Fazla zaman geçmeden de dernek kapanır ve Önder Apo, devrimci gençliğe karşı duygu dünyasında beslediği sempatiyle onları izlemeye ve takip etmeye başlar. Katıldığı bir seminerde Mahir Çayan’la karşılaşır ve Mahir’in “Kemalizm ve Kürt meselesi” seminerinden çok etkilenir. Nitekim daha sonraki yıllarda Önder Apo; “Kürt meselesinin ilk defa çok cesur bir biçimde orada tartışmaya açıldığını gördüm. Mahir’in Kemalizm ve Kürt meselesi üzerine yaptığı konuşma cesurcaydı ve bizi etkilemede en ileri düzeyi ifade ediyordu. Sanıyorum Kemalizmin etkisinden yeni yeni kurtulmaya başlamıştı. Aynı şeyi revizyonizm için de ifade etti” diye yorumlayacaktı.
Duygu yoğunluklu biri için bu, hiçbir zaman terk edilmeyecek bir hatta dönüşür. Bilinç sınırlı da olsa Önder Apo, duygularında her zaman en ileriyi yaşamayı başarmıştır. Nitekim “ben, hiçbir zaman duygularıma ihanet etmedim” derken bile aslında bu gerçeği dile getirmektedir. Mahir Çayan’ın “Kürt meselesi” sözü Önder Apo için başlangıç noktası olmuştur. Ardı sıra Mahir Çayan’ın “illegal örgüt”, “silahlı mücadele” kavramları Önder Apo için arayışın ilk kapıları olmuştur. Ondan sonrası Önder Apo için arayışın bitmeyen yolculuğu başlamıştır. İstanbul’dan 1971 sonlarına doğru Ankara Siyasal Bilgilere kaydını yaptırıp Ankara’ya gelmiştir. Çok kısa süre sonra gerçekleşen 12 Mart darbesiyle devrimci gençlik önderleri tutuklanmış, Önder Apo’nun da deyimiyle “sıra ikinci kuşak öncülere gelmiştir.”
Denizlerin idamı Önder Apo için arayışın başlangıç noktasıdır
Önder Apo bu dönemde hiç çekinmeden kendisini öne atmış, 12 Mart darbesinin yarattığı önderlik boşluğunu bizzat kendisi tamamlamak üzere arayışlara girmiştir. Arayışların yoğunlaştığı bu süreçte Mahir’lerin cezaevinden firarıyla Önder Apo büyük bir heyecan ve coşkuyla çevre edinme çabası içerisine girer. THKO liderlerinden Deniz Gezmişlere 12 Mart cuntasının verdiği idam kararını durdurmak için yaptıkları eylemde 30 Mart 1972’de Kızıldere’de Mahir Çayan ve dokuz arkadaşının katledilmesine karşı Önder Apo, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesinde eylem örgütler ve bizzat öncülüğünü yapar. Dolayısıyla bu eylemden sonra tutuklanarak Mamak cezaevine götürülür.
Mamak cezaevinde Deniz Gezmişlerin bulunduğu bölümde kalır ve 6 Mayıs 1972’de Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan Önder Apo’nun da bulunduğu bölümden alınarak idama götürülmüşlerdir. Dolayısıyla Önder Apo, bu devrimci gençlik liderlerinin idamından çok etkilenmiştir. Özellikle Deniz Gezmiş’in idam sehpasında attığı “Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının Kardeşliği” sloganından müthiş etkilenmiştir. Türkiye sol, sosyalist hareketlerinin hepsiyle zindanda kapsamlı bir tanışma yaşamış, onlardaki parçalanmayı gördükçe yaşanan şehadetlere daha güçlü anlam kazandırabilmek adına daha kapsamlı bir arayışın içine girmiştir. Ve Önder Apo bu süreci; “Fakat bir adım atıldı, 7 Nisan tutuklaması Mamak’la sonuçlandı. Mamak’ta altı-yedi aylık bir süreç geçirdim. Bu süreçte zindanı çok iyi gözlüyorum. Zindan nedir ne verir ne götürür? Çok ciddi bir okul görevi gördü Mamak ve çıktım. Yine burada da çok soğukkanlı, sabırlı bir biçimde okul devrimcisi maskesi altında bir pratik dava veriliyor” diye tanımlayacaktır.
Kısa süren tutsaklık yaşamından sonra Önder Apo, Türkiye sol sosyalist hareketinin bu büyük devrimci mirasa sahip çıkamayacağını çok erkenden fark ederek yeni ve farklı arayışların içerisine girmiştir. Bunu gerçekleştirirken temel aldığı iki gerçeklik vardır. Biri Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş’in büyük bir cesaret ve kahramanlıkla dile getirdikleri Kürt gerçeği; diğeri de duygu dünyasında şehadetlere karşı yaşadığı büyük bağlılıktır. Önder Apo, daha grup bile olmadan her şehadetten en fazla etkilenen ve şehadet karşısında en güçlü sahiplenme eylemini gösterendir. Onun içindir ki, Parti tarihimizin kahramanlık çizgisinde gelişmesinin temel nedeni, Önder Apo’nun şehadetlere bağlılığının sonucudur.
Mahir Çayanların katledilmesi, Denizlerin idamı, Önder Apo için arayışının başlangıç noktasıdır. Daha sonraki mücadele tarihimizin hepsinde de göreceğiz ki, Kurdistan devriminin en önemli kararlaşmaları büyük şehadet eylemleriyle doğrudan bağlantılıdır. Her şehadet Önder Apo için çok sarsıcı olduğu kadar en ileri düzeyde bir bağlanma ve onları duygu dünyasında çok güçlü yaşamadır. Mahir ve Denizlerin şehadetinden etkilenerek mevcut örgütlenmelerle anıya bağlı kalınamayacağını hisseden Önder Apo, farklı arayışların içerisine girecek ve giderek bu arayış Kurdistan Devrimcileri olarak biçim alacaktır. Ama Kurdistan Devrimcileri adına ciddi, tutarlı bir ilişki bulmakta çok zorlanacaktır. Onun içindir ki, yine Önder Apo’nun ilk arkadaşlıkları Haki Karer ve Kemal Pir gibi Türkiyeli devrimcilerle yolu kesişecek ve ilk “Grup” kimliği böyle oluşacaktır.
Kızıldere’den Newroz’a
Mahir Çayan ve Deniz gezmiş, 68 kuşağının gençlik yapısı içinden öne çıkan gençlik önderleri olmalarına rağmen, ideolojik olarak birbirlerinden çok farklı yoğunlaşmaları olan öncülerdir. Mahir Çayan’ın THKP-C’si ile Deniz Gezmiş’in THKO’su hemen hemen aynı zaman diliminde kurulmuş olmalarına karşın, birleşik bir devrimci örgüt yaratamamışlardır. Ama Mahir Çayan ve arkadaşları Denizlerin idamını durdurmak ve onları cuntacıların elinden almak için harekete geçmişlerdir. Bu, Türkiye devrim hareketi bakımından çok anlamlı ve değerli bir eylem biçimi olarak ortaya çıkmıştır. Mahir Çayan’ın Kızıldere’de kuşatmaya alındıklarında düşmanın teslimiyet çağrılarına karşılık; “Biz buraya, dönmeye değil ölmeye geldik” diye haykırması aslında bu devrimci dayanışmanın tarihi anlamını yansıtmaktadır. Nitekim yaşadıkları gerçeklikte tam da Mahir Çayan’ın haykırdığı gibi olmuştur.
Tarihsel arka plan bakımından bunun Türkiye halklarına, onların sosyalizm mücadelelerine ve özgürlük tutkularına katacağı çok büyük bir mirastır. Yine Deniz Gezmiş’in dar ağacına giderken “Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının Kardeşliği!” sloganı, onların giderek gençlik liderleri olmaktan çıkararak devrim öncüleri olmaya yöneldiklerini de göstermektedir.
Önder Apo, bu iki devrimci gençlik liderine karşı kendisini her zaman sorumlu hissetmiştir. Hatta 1972 ile 1976 yılları arasında anıya büyük bağlılığın gereği olarak dönemin önderlik boşluğunu bizzat Önder Apo’nun kendisi doldurmuştur. İlk oluşturduğu grupla ADYÖD yönetiminin pratik öncülüğünü geliştirmiş, ardından ise anti-faşist mücadelenin öncülüğünü yapmıştır. Aynı zamanda kendi arayışlarını da sürdürmüştür. 1973’te gerçekleştirdiği ilk Newroz eylemiyle “Kurdistan sömürgedir” tezi etrafında yaptığı çalışma ile kendi arkadaşlık ilişkileri de netleşmeye başlamıştır. “Kurdistan sömürgedir” cümlesini duyan Önder Apo’dan uzaklaşmaya, yollarını farklılaştırmaya başlamıştır.
Önder Apo için Mahir Çayan, sadece gençlik lideri değil, cesur, kararlı, coşku dolu bir idoldür. Duygusal olarak Önder Apo’nun bağlandığı militan bir kişiliktir. Onun için Önder Apo mücadele tarihinin her döneminde Mahir Çayan’a bağlılığını ifade etmiş hem de onlara karşı kendisini sorumlu görmüştür. Dolayısıyla Önder Apo hem yakın zaman anılarının ve bağlılığının gücüyle hem de ulaştığı “Kurdistan sömürgedir” gerçeği arasında zorlanmaya başlamıştır. Yine kendi deyimiyle, “Büyük bir sorun. Aylarca dolanıyorum, laf anlatacak adam bulamıyorum. Mumla arıyorum, tırnakla kazıyorum. Ben bir kişiyi daha nereden bulacağım? Ballandıra ballandıra anlatmak istesem, adam fazla söz dinlemiyor.” Çünkü sosyal konum olarak kendisini işbirlikçiliğe yatırmışlar. Yoksul çocuklarının öyle Üniversite okuma şansları yok. Daha çok Önder Apo’nun tanımlamasıyla; “Gelenler önemli oranda cumhuriyetin kültüründen geçmiş, işbirlikçiliği iliklerine kadar yaşamış veya küçük-burjuva tutkularıyla dolup taşan kişiliklerdi.”
Nitekim Önder Apo’nun bu bağlılığı partimiz PKK’nin ideolojik muhtevası kadar enternasyonalist bir hareketin doğumuna da neden olmuştur. Önder Apo, Kurdistan Özgürlük Mücadelesini her dönemde dört parça Kurdistan’a paralel olarak egemen ülke halklarının özgürlüğü ile birlikte tarif etmiştir. Bunun içindir ki “Demokratik ve Özgür Kurdistan, Demokratik Ortadoğu” olarak tarif edilmiştir. “Kurdistan sömürgedir” biçimindeki iki kelimelik bir güç kaynağı ve anıya bağlılığın dışında ayakta tutacak hiçbir şey yok. Klasik siyasal zihniyete göre yaş çok genç ve 20 ile 23 aralığında. Yani bizim de devrimciliğe başlama yaşlarımız.
Ama onlar, yakaladıkları teorik düzey sayesinde dünya insanlığını bile etkileyecek güçteler. O günün koşullarında bile muazzam bir heyecan, coşku ve kararlılık düzeyini açığa çıkarıyorlar. Henüz amaç, hedef ve yöntemleri belirlenmiş bir program ve o program etrafında örgütlendirilmiş bir örgüt yok ortalıkta. Ama çok ileri düzeyde kendini hakikat kılmış gençlik var. Nitekim Önder Apo, daha sonradan o yılların çalışmasını şöyle tanımlayacaktı: “İlk 1974’te verdiğim konferansı herkes can-ı gönülden dinliyordu. Bir tarz sorunu, ciddiyet sorunuydu. Yani o zaman ben iki kelimeyle iş yapıyordum: ‘Kurdistan sömürgedir.’ Yine böyle fazla doğruları formüle edecek halim yoktu. Ama topluluğun seviyesine göre de kendimi olağanüstü kılıyordum. Böyle sunuyordum. Kemal Pir’in katılışı! Yarım saat beni dinlemişti ki, o zaman benim elimde fazla açığa çıkarılmış belirlemeler yoktu. Birkaç genel doğru söyledim, öyle katılmıştı ve sonuna kadar götürdü. Yani mesele bilgi birikimi de değildi. Mesele ciddiyetle, içtenlikle ilgiliydi. Mesele birbirini önceden tanıyıp tanımamakla da ilgili değildi. Yarım saat görmüştüm ve hepsi bu kadardı. PKK tarzı budur, önderlik tarzı ve bizim yönetim tarzımızdır. Bize içten bağlı olanların hepsinin, Haki’lere de sergilediği tavır budur. Değil kusurlu olma, birbirlerine can-ı gönülden bağlıydılar. Gerçek bu.”
Önder Apo’nun da belirttiği gibi, sömürgeci soykırım rejiminin yarattığı korku krallığından kaynaklanmıyordu. Kurdistan coğrafyasına serpilen ölü toprağından da kaynaklı değildi. Elbette korku vardı ama korku karşısında söylediği sözün ağırlığını bilme de vardı. Ve anıya, söze bağlılık Önder Apo’yu yeni bir yaşama taşıyordu. Kendini olağanüstü kılma, yaptığı şeyi ciddiye alma vardı. Önder Apo, baştan beri temel sorunu tarz ve ciddiyet sorunu olarak ele aldı ve partimiz PKK’deki şekillenme de böyle gerçekleşti.
Diriliş tamamlandı sıra kurtuluşta
Kızıldere şehitlerinin anısına bağlılığın bir gereği olarak, Önderlik pozisyonunu korumaya çalışan Önder Apo, büyük tarihsel yürüyüşünü Çubuk Barajı’nda gerçekleştirdiği ilk Newroz’u ile hem partimiz PKK bir Newroz partisi haline geldi hem de halkımız üzerindeki ölü toprağını atarak Newroz halkı haline geldi. Bu, tarihsel olarak çok büyük bir devrimi ifade etmektedir. Nitekim Önder Apo buna “Diriliş Devrimi” dedi.
Sömürgeci Türk soykırım rejiminin başkentinde başlayan büyük özgürlük yürüyüşü Ağrı Dağı’na yapılan hayali Kurdistan mezarını parçalayarak soluk soluğa yürütülen bir özgürlük savaşına dönüşmüştür. Özellikle 68 kuşağına ilham veren reel sosyalist devrimlerin 90’lı yıllarla birlikte çözülme ve dağılma aşamasına girdiği bir dönemde, tıpkı Kızıldere şehitlerine bağlılığı gibi “sosyalizmden kuşku duymak insanın sosyal varlığından kuşku duymaktır” diyerek, Onların anısına bağlılığın gereği olarak demokratik sosyalizm çözümlemesiyle sosyalizm hayalini sömürge Kurdistan’da 21. yüzyılın parlayan kızıl yıldızı kılmayı başarmıştır.
Artık tamamlanan diriliş devriminden özgürlüğe, yani kurtuluşa yürüyoruz. Onun için Önder Apo’nun bu büyük devrimci hamlesini doğru anlamak ve ona göre katılmak da gençlik hareketimizin temel sorunudur. Yani Önder Apo’nun Önderliksel gelişiminin temel sırlarını çözmek, anlamak ve anlayarak katılmak en temel sorunumuzdur. Zor bir diyalektikten bahsetmiyoruz. Sadece alıştırıldığımız basitliklerimizi aşarak Önder Apo’nun tarz ve ciddiyetini yakalamaktan bahsediyoruz.
Kabaca sömürgeci faşist soykırım rejiminin Ağrı Dağındaki hayali Kurdistan mezarını paramparça ettik. Ama sokakta dolanan, kirli özel savaş yöntemleriyle şırınga edilmiş sömürgeci asimilasyon uygulamalarının etkilerini söküp atmış değiliz. Bu konuda birçok yanlış yanılgılı yanlarımız da var. Bunları Önder Apo’nun tarih bilinciyle söküp atmamız gerekmektedir. Çünkü Önder Apo, Mahir Çayan’ın “Kürt meselesi” sözünden sonra söze bağlı kalmış ve “mumla arıyorum, tırnakla kazıyorum” dediği gibi önce dünya tarihinde Türkiye’yi, Türklerin tarihinde de Kurdistan gerçeğini açığa çıkarmıştır. Önderliğimizin yönteminin özünü bu bakımdan tarih bilincin oluşturmaktadır.
Doğru bir tarih bilinci oluşturmadan Kurdistan’da yaprak bile kıpırdamazdı. En baştan bunu doğru anlamamız gerekmektedir. Sömürgeci faşist Türk rejiminin inkarı aşılmış ama imha süreci henüz durdurulamamıştır. Hareketimiz bu süreci soykırım süreci olarak tarif etmiştir. Dolayısıyla bizler de partimiz PKK’nin elli yıllık tarihine damgasını vuran gençlik ruhunu doğru anlayıp ona göre katılmak zorundayız. Önder Apo, bu zorunlu tarihsel süreci “genç başladık, genç başaracağız” diye formüle etti.
Önder Apo, “ben Kurdistan vardır ve sömürgedir dedikten sonra sanki salonda atom bombası patlamıştı ve herkes salonu terk etmeye başlamıştı” dediği yeri doğru anlamak zorundayız. Bu anlamayı başaramazsak diriliş gerçeğini doğru anlayamaz, PKK hakikatini de doğru anlamlandıramayız. Hakikatin başlangıcı tam da burasıdır. Nasıl olmuştu da bir hakikati dile getirmek bu kadar büyük etki gücü yaratmıştı? O salondakilerin korkuları neydi? Bunları doğru anlamak ve anlamlandırmak zorundayız. Onun için o günün koşullarını doğru bilince çıkarmak gerekmektedir. “Yaşanmış, geçmiş” bir hikaye olarak adlandıramayız. Önderlik gerçeği, PKK hakikatinin hepsi onun içinde saklıdır. O, aynı zamanda kutsal özgürlük davasına katıldığımız halkımızın da gerçeği olmaktadır.
Diriliş tamamlandı diye özgürleşmiş sayılmayız
Kurdistan halkı ile Önderlik gerçeğinin bu kadar iç içe geçtiği başka bir ulus veya halk yoktur. Dolayısıyla bu bütünlüğü de yine tarih bilinciyle anlayacağız. Önder Apo’nun sürekli üzerinde yoğunlaştığı yer de tarihin kendisidir. Onun için “tarih bizde, biz tarihin derinliklerinde saklıyız” dedi. Saklı olanı aramaya, bulmaya ve açığa çıkarmaya çalışmanın da büyük bir heyecan işi olduğunu daha çocukluk hallerimizden biliriz. Müthiş heyecanlı, gerilimli, gizemli bir eylem anıdır o. Buldukça, açığa çıkarıp tanımladıkça da dehşet derecede haz veren eylem bütünlüğünü oluşturur. Onun için haz almayı, heyecan duymayı başka şeylerde yani, sömürgeci faşist soykırım rejiminin kirli dünyasında arama yerine kendi elemlerimizin muazzam gücüne yönelmeliyiz.
Bizi Önder Apo’yla doğru buluşturmaya götürecek tek yolun bu olduğunu bilelim. Bunu başardıkça da hem Önder Apo’ya hem de Önder Apo’nun bağlandığı büyük devrim şehitlerine de bağlılığımızı güçlendirmiş olacağız. Diriliş tamamlandı diye, kurtulmuş, özgürleşmiş gibi davranamayız. Demokratik kurtuluş sağlanmadan özgürlük sağlanamaz. Özgürlüğümüz için öncelikle halkımızın sömürgeci soykırım rejiminden kurtuluşunu sağlamamız gerekiyor. Son bir hamle olarak kurtuluş mücadelesine, savaşına diriliş devriminden daha büyük fedakarlıkla girmemiz gerekiyor. Çünkü diriliş devrimini gerçekleştirirken Önder Apo’nun “tırnakla kazır” gibi dediği yerden çok daha ileri bir düzeydeyiz. En başta tarihi aydınlatılmış bir halk gerçekliğimiz var. Sadece o da değil dünya insanlığının özgür geleceğini inşa edeceği demokratik, ekolojik kadın özgürlükçü bir paradigmamız var. Diriliş sürecinin tarih bilinci evrenselden tekile doğru gidiyordu. Ama şimdi tekilden evrensele doğru akan bir nehir gibi demokratik uygarlık tarih bilincimiz, felsefemiz, ideolojimiz ve askeri çizgimiz var. Diriliş devrim sürecinde başkalarından öğrenmeye çalışıyorduk, şimdi dünya insanlığının kurtuluşu için Özgür Kurdistan, Demokratik Ortadoğu Konfederalizmi hayalimiz var. Yani dünya insanlığına karşı sorumluluklarımız var.
Ve daha da önemlisi bütün değerlerimizin yaratıcısı, dünya insanlığının evrensel Önderliği konumunda olan Önderliğimiz üzerinde uygulanan uluslararası komplo gerçeği var. Bu kadar değer yaratmış bir Önderlik gerçeği karşısında azla yetinen, küçük şeylerle mutlu olan, günlük başarılarını stratejik başarı sanan olamayız.
Onun için bütün bunları doğru anlamlandırarak diriliş sürecinin veya tarihinin özelliklerini de iyi anlamak gerekiyor. 68 Kuşağı’nın moral-motivasyonu bakımından arka planında yer alan ulusal kurtuluş hareketlerinin hiçbirinin bizim gibi bir diriliş hikayesi olmamıştır. Örneğin Vietnam ulusal kurtuluş mücadelesi başlatıldığı zaman Vietnamlılar, Vietnamlı olduklarını biliyorlardı. Ama Kurdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nin başlangıcında halkımız ulusal kimliğine yabancılaşmış, kalan kırıntıları da hızla terk ederek ondan kaçış sürecindeydi.
Dolayısıyla diriliş devrimimiz, ilk başta kendi benliğimize karşı sürdürülen bir mücadele tarihi olduğunu doğru anlamalıyız. Onun için “ilk kurşun ölü Kürde sıkılan kurşundur” tanımlaması yapılmıştı. Çok büyük bedellerle diriliş devrimi tamamlanmış, aynı zamanda Önder Apo, Diriliş Devriminin pratik önderliğini de yapıyordu. Şimdi faşist Türk sömürgeciliğinin ağır tecrit koşullarında. Dolayısıyla Önder Apo’yu özgürleştirerek kendimizi özgür kılma gibi ağır ahlaki ve vicdani sorumluluğumuz var.
Bunları başardığımız oranda özgürlük mücadelemiz; Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş’lerin anılarına bağlılığın bir gereği olarak Özgür Kurdistan Demokratik Türkiye, Demokratik Türkiye Demokratik Ortadoğu Devrimiyle taçlanacaktır.