KCK Kürt sorununda ulusların kendi kaderini tayin hakkının devletçi olmayan demokratik yorumunu ifade etmektedir. Ulusal sorunun çözümünde köklü bir dönüşüm olarak değerlendirilmelidir. Kapitalist modernitenin yol açtığı ulusal sorunlar hep ulus devletçi, milliyetçi zihniyet ve paradigmalarla çözümlenmeye çalışılmıştır. Ulus devletin kendisi çözümün temel aktörü olarak sunulmuştur. Ulusal sorun deyince akla hemen ‘bizim de bir ulus devletimiz olsun’ deyimi gelmektedir. Neredeyse her etnisite ve milliyete bir devlet öngörülmüştür.
Bu yaklaşımı, özellikle dünya çapında hegemonyacılık peşinde koşan İngiltere’nin karşısındaki imparatorluk gibi büyük devletlerle, şehir devletleri gibi küçük devletleri engel olmaktan çıkarmak ve “böl yönet” politikasını yürütmek için geliştirmiştir. Kapitalist sisteme dayalı hegemonyacılığın iktidar düzenlemesidir. Azami kar ve endüstriyalizmin en uygun gerçekleştiği devlet düzenlemesidir. Ulus devletleri doğru kavramak için hegemonik sistemdeki yerini, kapitalizm ve sanayicilikle bağını doğru çözümlemek gerekir. Her etnisiteye veya mezhebe, kavme bir devlet demek; kapitalizmin küreselleşmesine, dolayısıyla sömürü ve sanayiciliğin (ekolojik yıkımı) azamileşmesine katkıda bulunmak demektir. Reel sosyalizmi çözülmeye götüren de esasta bu katkıda bulunma eylemi olduğunu ısrarla vurguladık. Yola çıkışta reel sosyalist sistemi esas alan PKK’nin ulusal sorunda tıkanmasının da özünde bu yaklaşımdan kaynaklandığını çözümlemeye çalıştık. Özeleştiriyle dönüşüm geçirdiğini belirttik.
Ulus devletler aşılacak
Ulusal sorunda dönüşümün ana çizgisi ulus devletçi çözümden vazgeçmek, alternatif olarak demokratik çözümü esas almaktır. Demokratik çözüm, ulus devlet dışında toplumun demokratikleşmesindeki arayışları ifade eder. Ulus devleti kavram olarak kapitalizimle birlikte toplumsal sorunlarda çözümün değil, daha da artan sorunların kaynağı olarak değerlendirmek gerek. Ulusal ve toplumsal sorunların ulus devlete bağlanması modernitenin en zorbaca yönünü teşkil eder. Kendisi sorunların kaynağı olan bir araçtan çözüm beklemek sorunların çığlaşmasına, toplumsal kaosa yol açar. Kapitalizmin kendisi uygarlık sisteminin en krizli aşamasıdır. Ulus devlet ise bu krizli aşamada toplum tarihi boyunca en çok geliştirilmiş şiddet örgütüdür. İktidar şiddetinin tüm toplumu kuşatmasıdır. Kapitalizmin azami kar ve endüstriyalizmle çözülmeye uğrattığı toplumu ve çevreyi zorla bir arada tutma aracıdır. Şiddetle aşırı yüklenmesi kapitalist sistemin azami ve kesintisiz birikim eğiliminden ileri gelmektedir. Ulus devlet tipi bir şiddet örgütlenmesi olmadan kapitalist birikim yasaları işlemez. Endüstriyalizm sürdürülemez.
Gelinen son aşama olan küresel finans kapitalizmi çağında toplum ve çevre tam bir dağılmayla karşı karşıyadır. Başlangıçta devrevi olan bunalımlar, sürekli ve yapısal bir karekter kazanmıştır. Bu durumda ulus devletin kendisi de sistemi tamamen kilitleyen bir engele dönüşmüştür. Kendisi krizli bir yapı olan kapitalizm bile ulus devlet engelinden kurtulmayı gündemin başına taşımıştır. Ulus devlet egemenliği sadece toplumsal sorunların kaynağı değil çözümün de önündeki temel engel konumundadır. Egemen, kapitalist sınıf açısından böyle olan bir sistemi toplum için, halklar ve emekçiler için bir çözüm aracı olarak düşünmek kendi toplumsal doğasına terstir. İnkarı anlamına gelir. Toplumsal sorunların, en önemli parçası olan ulusal sorunların çözümünde demokratik model, hem toplumun, halkların ve emekçilerin doğası gereği hem de hegemonik sistemin ulus devlet engeli nedeniyle esas alınmak durumundadır. Demokratik çözüm modelleri sadece bir çözüm seçeneği değil başlıca çözüm yöntemidir. Sosyalizm ve ulusal kurtuluş hareketleri başarılı olmak istiyorlarsa çözüm aracını demokrasi dışında arayamazlar. Sağ-sol-merkez her türlü diktatörlük eğilimi ancak çözümsüzlüğü derinleştirir. Kapitalizmi daha talancı, çapulcu ve sanal kılar. Demokratik çözüm modelini, üniter ulus devletin federe veya konfedere biçimlere dönüşmüş hali olarak düşünmemek gerekir. Ulus devletin federe ve konfedere hali, demokratik çözüm değildir. Farklı devlet biçimli çözümlerdir ki yine sorunları ağırlaştırmaktan öteye rol oynayamazlar. Belki kapitalist sistem mantığı içinde katı merkeziyetçi ulus devletin federe ve konfedere biçimlere dönüştürülmesi sorunları yumuşatıp kısmi çözümler getirebilir. Ama köklü çözümlere yol açamaz. Demokratik çözüm güçleriyle ulus devletçi güçler arasındaki çözüm araçlarında federe ve konfedere biçimler denenebilir. Ama bu araçlar kullanıldı diye köklü çözümler beklemek kendini bir kez daha yanıltmaktır. Birinci yanıltmanın ister ulusal kurtuluş devleti ister reel sosyalist devlet dediğimiz ulus devletin sol maskelisi olduğunu biliyoruz. Daha diktatörce, faşizme yatkın sistemler olduğu açığa çıkmıştır.
KCK Kürt sorununda demokratik çözümün somut ifadesidir
Demokratik çözüm modelinin tümüyle ulus devletten bağımsız olmadığını önemle belirtmek gerekir. İki otorite olarak demokrasi ve ulus devlet aynı siyasi çatı altında rol oynayabilirler. İkisinin kullanım alanını demokratik anayasa belirler. AB örneği bu doğrultuda bazı adımlar atmakla birlikte hakim yan ulus devlet egemenliğidir. Ama dünya genelinde kayış ulus devletin aşılması doğrultusundadır. Dünyada yaşanan en temel siyasi dönüşüm ulus devletin teorik ve pratik olarak aşılmasına dayanmaktadır. Demokratik çözüm kendini ne kadar özerk kılarsa, sistematize ederse o denli siyasi dönüşüme katkıda bulunabilir. Ulus devletin olumlu yönde dönüşümü, demokratikleşmenin, demokratik özerk yönetimin, demokratik ulus inşasının, yerel demokrasinin, demokrasi kültürünün tüm toplumsal alanlarda geliştirilmesiyle yakından bağlantılıdır.
KCK, Kürt sorununda demokratik çözümün somut ifadesidir. Geleneksel yaklaşımlardan farklıdır. Çözümü devletten pay almada görmez. Hatta Kürtler özerklik anlamında bile devlet peşinde değildir. Federe veya konfedere devleti hedeflemediği gibi kendi çözümü olarak da görmez. Devletten beklenen temel talebi, Kürtlerin özgür iradeleriyle kendi kendini yönetme hakkını tanımasıdır. Demokratik ulusal toplum olmaya engel koymamasıdır. Eğer hakim ulus devletler demokratik ilkeye sözde değil de özde bağlıysalar, demokratik toplumu desteklemeseler bile engel, yasaklama da koymamaları gerekir. Demokratik çözümü devletler veya hükümetler geliştirmez. Toplumsal güçlerin kendileri çözümden sorumludur. Devlet veya hükümetlerle demokratik anayasa bağlamında uzlaşı ararlar. Demokratik toplumsal güçlerle devlet veya hükümet güçleri arasında yönetim paylaşımı anayasalarla belirlenir. Ne mutlak devlet yönetimi ne de mutlak demokrasi talep etmek gerçekçi olmadığı gibi çözümün ruhuna da aykırıdır.
Demokratik çözüm özünde demokratik ulus olma, toplumun kendini demokratik ulusal toplum olarak inşa etme olgusudur. Devlet eliyle ne ulus olma ne de ulus olmaktan çıkmadır. Toplumun kendini demokratik ulus olarak inşa etme hakkını bizzat kullanmasıdır. Bu durumda ulus tanımını yeniden yapmak gerekir. Ulusun tek bir tanımı olmadığını öncelikle belirtmek gerekir. Ulus devlet eliyle inşa edildiğinde en genel tanımı devlet-ulustur. Birleştirici unsur ekonomiyse buna pazar-ulus demek de mümkündür. Hukukun egemen olduğu ulus, hukuk- ulustur. Politik kültürel ulus tanımları da mümkündür. Dinin birleştirdiği topluma zaten millet denir. Ümmet, tüm milletleri birleştiren aynı dinden milletler topluluğudur. Demokratik ulus ise, özgür birey ve toplulukların öz iradeleriyle oluşturdukları ortak toplumdur. Demokratik ulusta birleştirici güç aynı ulustan olmaya karar veren toplum birey ve gruplarının özgür iradesidir. Ulusu dil, kültür, pazar ve ortak tarihe bağlayan anlayış devlet-ulusunu tarif eder ki genelleştirilemez. Yani tek bir ulus anlayışı olarak mutlaklaştırmaz. Reel sosyalizmin de benimsediği bu ulus anlayışı demokratik ulusun zıddıdır. Özellikle Stalin’in Sovyet Rusyası için geliştirdiği bu tanım, Sovyetlerin çözülmesinin temel nedenlerinden biridir. Kapitalist modernitenin mutlaklaştırdığı bu ulus tanımı aşılmadıkça ulusal sorunların çözümü tam bir çıkmaza girer. 300 yılı aşkın bir zaman sürecinde ulusal sorunların halen olanca ağırlığıyla devam etmesi, bu eksik ve mutlak tanımla yakından bağlantılıdır. Katı ulus devlet sınırlarına mahkum edilmiş, iktidarın en küçük hücrelere kadar sızmış olduğu bu tip ulusal toplumlar milliyetçi, dinci, cinsiyetçi ve pozitivist ideolojilerle adeta serseme çevrilmişlerdir. Toplumlar için ulus devlet modeli tam bir baskı ve sömürü tuzağıdır, şebekesidir. Demokratik ulus kavramı bu tanımı tersine çevirir. Katı siyasi sınırlara, tek dile, kültüre, dine, tarih yorumuna bağlanmamış demokratik ulus tanımı; çoğulcu, özgür ve eşit yurttaşlarca toplulukların bir arada dayanışma içinde yaşam ortaklığını ifade eder. Demokratik toplum ancak bu tür tanımla, ulusla gerçekleştirilebilir. Ulus devlet toplumu doğası gereği demokrasiye kapalıdır. Ulus devlet ne evrensel ne de yerel bir gerçekliği ifade eder. Evrenselin ve yerelin inkarı anlamına gelir. Tek tip toplum vatandaşlığı insanın ölümüdür. Buna mukabil demokratik ulus, yerel ve evrenselin yeniden inşasını mümkün kılar. Toplumsal gerçekliğin kendini ifade etmesini sağlar. Diğer bütün ulus tanımları bu iki ana model arasında bir yerde dururlar.
Yirmi dört saat demokratik zihniyetle yaşamak
Ulus inşa modellerinin geniş yelpazeli tanımları olsa da hepsini birleştiren genel bir tanımı da mümkündür. O da ulusun zihniyetle, bilinç ve inançla ilgili tanımıdır. Bu durumda ulus, ortak zihniyet dünyasını paylaşan insan topluluğudur. Bu ulus tanımında dil, din, kültür, pazar, tarih, siyasi sınır belirleyici rol oynamaz. Bedensel rol oynarlar. Ulusu esasta zihniyet durumu olarak tanımlamak dinamik bir karakter taşır. Devlet ulusunda ortak zihniyete damgasını vuran milliyetçilik iken, demokratik ulusta özgürlük ve dayanışma bilincidir. Fakat uluslar sadece zihniyet durumlarıyla tanımlanırsa bu eksik bir tanımdır. Nasıl zihniyetler bedensiz olmazsa uluslar da bedensiz olamaz. Milliyetçi zihniyetli ulusların bedeni, devlet kurumudur. Zaten bu beden nedeniyle bu tür uluslara devlet ulus denir. Hukuk, ekonomi kurumları ağır bastığında bu tür ulusları ayırdetmek için pazar veya hukuk ulusu demek mümkündür. Özgürlük ve dayanışma zihniyetli ulusların bedeni Demokratik Özerkliktir. Demokratik Özerklik esas olarak birey ve toplulukların (benzer zihniyeti paylaşanlar) kendilerini öz iradeleriyle yönetmeleri anlamına gelir. Demokratik yönetim veya otorite demek de mümkündür. Evrenselliğe açık bir tanımdır.
Ulusa ilişkin bu genel tanımların ışığında KCK, Kürt ulusal sorunun çözümünde devletçi, ulusçu yaklaşımların reddine karşılık demokratik ulusçu modeli esas alır. Kürtlerin ulus olma hakkını veya ulusal toplum olgusuna dönüşümünü Demokratik Özerklikle gerçekleştirmeyi esas alır. Diğer uluslarla, örneğin Türk ulusuyla üst bir ulus tanımına açık bir bedenli ulus tanımı söz konusudur. Üst ulus tanımını birçok ulusu kapsayacak tarzda genişletmek mümkündür. İslam ümmetini bu tanımın protipi olarak düşünebiliriz. Ortadoğu toplumsal kültürlerini er veya geç ortak bir millet ulus (yenilenmiş ümmet) içinde bütünleştirmek yüksek bir olasılıktır.
Kürtlerin uluslaşmasını bu temel kavramlar bağlamında önce iki boyutlu düşünmek mümkündür. Birincisi zihinsel boyuttur. Kendi dil, kültür, tarih, ekonomi ve nüfus yoğunlaşmalarını ihmal etmeden, bu temel alanlara ilişkin bilinçli hallerini ortak dayanışma duygusuyla birleştiren zihinsel dünyayı (ortak zihniyet dünyası) paylaşanların varlık boyutlarından bahsediyoruz. Bu boyutta temel kıstas, farklılıklara dayanan eşit ve özgür bir dünya hayalini, projesini zihinsel olarak paylaşmaktır. Bu zihniyet dünyasına, özgür bireylerin komünal dünyası veya ütopyası da diyebiliriz. Mühim olan farklılıkları reddetmeyen bir eşitlik, özgürlük zihniyetini kamusal alanda toplumun ahlaki ve politik dünyasında sürekli yaşatmaktır. Yirmi dört saat demokratik zihniyetle yaşamaktır. İkinci boyut, zihniyet dünyasının dayanacağı bedendir. Bedenle kastedilen toplumsal varoluşun zihniyet dünyasına göre yeniden düzenlenmesidir. Toplum, ortaklaşa paylaşılan ulus zihniyet dünyasına göre nasıl yeniden düzenlenecektir? Hangi mimariyi bedensel varoluşuna uygulayacaktır? Kısacası geçmişten, gelenekten geriye kalan ve kapitalist modernitenin kendi amaçlarına göre son derece hastalıklı, krizli, baskılı ve sömürülü (buna kültürel soykırıma varan uygulamaları da eklemek gerekir) olarak düzenlenen veya düzensizleştirilen toplumsal doğasının ve çevresinin yeniden düzenlenmesi, bedensel boyutu tanımlar.
Demokratik Özerklik demokratik ulusu ifade eder
Zihinsel boyut, ulus olmak isteyen birey ve toplulukların düşünce ve hayal dünyasını, dayanışma duygusunu ilgilendirdiğinden sınırlı bir düzenlemeyi gerektir. Bunun için bilim, felsefe ve sanat (din de dahil) eğitimini geliştirmek, bu amaçla okullar açmak, başta gelen pratik çalışmalardır. Ulus olmaya ilişkin zihniyet ve duygusal eğitim görevleridir. Tarihsel toplumsal varlığa ilişkin olduğu kadar şimdiyi, çağla ilişkili toplumsal kültürü bilince çıkarmak doğru, iyi ve güzel olan yönlerini ortak düşünce ve duygular halinde paylaşmak esastır. Özcesi KCK’nin somutunda temel zihniyet görevi, Kürtleri kendi varoluşlarına ilişkin ortaklaşa paylaşılan iyi doğru ve güzel düşünce ve duygusunda bir ulus olarak tasarlamaktır. Diğer bir deyişle Kürtlerin uluslaşmasını bilimsel, felsefi ve sanatsal devrimle temel zihniyet ve duygu dünyasını yaratmaktır. Kürt gerçeğinin bilimsel, felsefi (ideolojik) ve sanatsal hakikatinin açıklanmasını özgürce paylaşmaktır. Bunun yolu öz düşünmek, öz eğitilmektir. İyiyi paylaşmaktır. Güzel yaşamaktır. Zihinsel boyutun egemen ulus devletlerden yerine getirilmesini talep edebileceği temel husus, düşünce ve ifade özgürlüğüne tam bağlılıktır. Ulus devletler Kürtlerle ortak bir norm altında yaşamak istiyorlarsa Kürtlerin kendi zihniyet ve duygular dünyasını oluşturmak, kendilerini farklılıkları temelinde ulusal bir toplum haline getirmek için gerekli olan düşünce ve ifade özgürlüğüne anayasal bir güvence getirerek tam bağlılık göstermeyi bilmeleri gerekir. Ortak ulus teşkil etmenin yolu düşünce ve ifade özgürlüğüne tam bağlılıktan geçer.
Demokratik ulus olmanın ikinci boyutu bedensel varoluşun yeniden düzenlenmesidir. Bedensel boyutun temelinde Demokratik Özerklik yatar. Demokratik Özerkliği geniş ve dar anlamda tanımlamak mümkündür. Geniş anlamda Demokratik Özerklik, demokratik ulusu ifade eder. Ulusun daha geniş yelpazeye ayrılmış boyutları vardır. Kültürel, ekonomik, sosyal, hukuki, diplomatik vd boyutlarıyla geniş tanımlanabilir. Dar anlamda Demokratik Özerklik, siyasi boyutu ifade eder. Diğer bir deyişle demokratik otorite veya yönetim anlamına gelir. demokratik ulus olmanın Demokratik Özerklik boyutu, egemen ulus devletlerle çok daha problemlidir. Egemen ulus devletler genel olarak Demokratik Özerkliği yadsırlar. Zorunlu olmadıkça hak olarak tanımak istemezler. Kürtler açısından ulus devletlerle uzlaşmanın temelinde Demokratik Özerliğin kabulü gerekir. Demokratik Özerklik, hakim etnisiteli ulus devletlerle ortak siyasi bir çatının altında yaşamanın asgari koşuludur. Bunun altında bir tercih, sorunun çözümü değil, çözümsüzlüğün derinleşmesi, çatışmanın artmasıdır. Özellikle son dönemde geliştirilen ve İngiliz kapitalizminin işçi sınıfını ve sömürgelerini daha kolay yönetmek için geliştirdiği “liberal bireysel ve kültürel haklar” projesi, TC’de de AKP eliyle uygulanmak istenmektedir. Ortadoğu kültürüne yabancı olan bu proje, sadece çatışmayı büyütmeye hizmet eder. Demokratik Özerklik, ulus devlet lehine olabilecek en elverişli çözüm projesidir. Bunun altındaki her düşünce ve deneyim büyüyen çatışma ortamına ve savaşa hizmettir.
Demokratik özerklik çözümü, iki yolla uygulanabilir. Birinci yol, ulus devletlerle uzlaşmayı esas alır. Somut ifadesini demokratik anayasal çözümde bulur. Halkların, kültürlerin tarihsel-toplumsal mirasına saygı gösterilir. Bu mirasların kendilerini ifade etme ve örgütlenme özgürlüklerini anayasanın temel vazgeçilmez haklarından sayar. Demokratik Özerklik, bu hakların temel ilkesidir. Bu ilkenin başlıca koşulları; egemen ulus devletin her türlü inkar ve imha politikasından vazgeçmesi, ezilen ulusun da kendi öz ulus devletçiğini terk etmesidir. Her iki ulus bu yönlü devletçi eğilimlerden vazgeçmedikçe Demokratik Özerklik projesinin hayata geçirilmesi zordur. AB ülkelerinin üç yüz yılı aşan ulus devlet deneyimlerinin sonunda vardığı aşama, ulus devletlerin, Demokratik Özerkliği, bölgesel ulusal ve azınlıksal sorunların çözümünde en iyi çözüm modeli olarak kabul etmeleridir. Kürt sorununun çözümünde de ayrılıkçılığa ve şiddete dayanmayan tutarlı ve anlamlı olan esas yol, Demokratik Özerkliğin kabul edilmesinden geçmektedir. Bu yolun dışındaki tüm yollar ya sorunları ertelemeye, böylece çıkmazı derinleştirmeye; ya da sert çatışmalara ve ayrışmaya götürür. Ulusal sorunlar tarihi bu yönlü örneklerle doludur. Ulusal çatışmaların yurdu olan AB ülkelerinin son altmış yıllını barış içinde zenginlik ve refahla geçirmeleri, Demokratik Özerkliğin kabulüyle onun bölgesel, ulusal ve azınlıksal sorunlarına esnek ve yaratıcı biçimde yaklaşım ve uygulamalarıyla mümkün olmuştur. TC’de ise tersi geçerli olmuştur. Kürtleri inkar ve imha politikasıyla tamamlanmak istenen ulus devletçilik, cumhuriyeti çözülüşün, devasa problemlerin, sürekli krizlerin, her on yılda bir başvurulan askeri darbelerin, gladio ile yürütülen bir özel savaş rejiminin içine çekmiştir. Türk ulus devleti ancak tüm bu yönlü iç ve dış politikalardan, rejim uygulamalarından vazgeçtikçe genelde tüm kültürlerin (Türk, Türkmen kültürü de dahil) özelde Kürt kültürel varlığının Demokratik Özerkliğini kabul ettikçe normal (hukuki) laik ve demokratik bir cumhuriyet halinde kalıcı barış, zenginlik ve refaha erişebilir.
Demokratik Özerkliğin ikinci çözüm yolu ulus devletlerle uzlaşmaya dayalı olmayan, tek taraflı kendi projesini pratikleştirme yoludur. Geniş anlamda Demokratik Özerklik boyutlarını hayata geçirerek Kürtlerin demokratik ulus olma hakkını gerçekleştirir. Şüphesiz bu tek taraflı demokratik ulus olma yolunu kabul etmeyecek olan egemen ulus devletlerle çatışma yoğunlaşacaktır. Kürtler bu durumda, ulus devletlerin ister tek tek ister ortaklaşa (İran-Suriye-Türkiye örneği) saldırıları karşısında varlıklarını korumak ve özgür yaşamak için topyekün seferberlik ve savaş pozisyonuna geçmekten başka çare bulamayacaktır. Özsavunmalarını, savaş içinde olası bir uzlaşma veya bağımsızlık sağlanıncaya kadar, demokratik ulus olmayı tüm boyutlarıyla ve öz güçleriyle geliştirmekten ve gerçekleştirmekten geri durmayacaklardır.
Bu iki boyut yol temelinde inşa edilebilen demokratik ulusun daha ayrıntılı boyutları (demokratik ulusal yaşamı boyutlandırırken bir yanlışa düşmemek için peşinen bir uyarıda bulunmak gerekir. O da demokratik ulusun veya başka tür bir ulus yaşamının daima zihinsel ve kurumsal bütünlük taşıdığına ilişkindir. Genelde toplumlar özelde demokratik ulusal toplumlar çözümlemelerde kolaylık olsun diye çeşitli alanlara ve boyutlara ayrılır. Fakat bu ayrımlar boyutların her biri kendi başına, bütünlükten kopuk şekilde var olmazlar. Toplumlar, özellikle çağımızdaki demokratik ulusları canlı bir organizmaya benzetirsek tüm alanlar ve boyutları itibarıyla birbirlerine bağlı bir canlı organizma bütünlüğü içinde yaşarlar. Dolayısıyla boyutların her biri tek tek sıralansa da bir bütünün parçaları olduğu daima göz önünde tutulmalıdır) şöyle sıralanabilir.
1- Demokratik ulusta özgür birey yurttaş ve demokratik komün yaşamı
Demokratik ulus birey yurttaşı, özgür olduğu kadar komünal olmak durumundadır. Kapitalist bireyciliğin topluma karşı kışkırtılmış sahte özgür bireyi özünde en geliştirilmiş köleliği yaşar. Fakat liberal ideoloji öyle bir imaj oluşturur ki sanki birey, toplumda sonsuz özgürlüklere sahiptir. Gerçekte ise tarihin hiçbir döneminde gerçekleştirilmeyen azami kar eğilimini gerçekleştirip, hegemonik sisteme dönüştüren ücretli emek kölesi, köleliğin en geliştirilmiş biçimini temsil eder. Bu tür birey, ulus devletçiliğin acımasız eğitim ve yaşam pratiğinde üretilir. Yaşaması para egemenliğine bağlandığı için ücret sistemi, bir köpeğin boynuna takılan tasma gibi istenilen yöne bağlanıp çevrilmesini sağlar. Çünkü yaşamak için başka çaresi yoktur. Kaçsa, yani işsizliği tercih etse, bu da bir nevi ayakta can çekişmek demektir. Kapitalist bireycilik ayrıca toplumu inkar temelinde şekillenmiştir. Her türlü tarihsel toplum kültürünü geleneğini yadsıdığı oranda kendini gerçekleştireceğini sanır. Liberal ideolojinin en büyük çarpıtması budur. Başlıca sloganı; “toplum yoktur birey vardır” biçiminde dile getirilir. Kapitalizm esas olarak toplumun tüketme temeline dayalı hastalıklı bir sistemdir. Buna karşın demokratik ulusun bireyi, özgürlüğünü toplumun komünalitesinde, yani daha işlevsel küçük topluluklar halindeki yaşamında bulur. Özgür, demokratik komün veya topluluk, demokratik ulus bireyinin gerçekleştirdiği temel okuldur. Komünü olmayanın, komünsel yaşamayanın bireyselliği de gerçekleşemez. Komünler son derece çeşitlidir. Toplumsal yaşamın her alanında geçerlidir. Bireyin farklılıklarına uygun olarak birden çok komünde, toplulukta yaşamı gerçekleştirilebilir. Önemli olan bireyin yeteneklerine, emeğine, farklılıklarına uygun komünal topluluk içinde yaşamayı bilmesidir. Birey, komün veya bağlı olduğu toplumsal birimlere karşı sorumluluğu, ahlaki olmanın temel ilkesi sayar. Ahlak, topluluğa, komünal yaşama saygı ve bağlılık demektir. Komün veya topluluk da sonuna kadar bireylerine sahip çıkarak onu korur ve yaşatır. Zaten insan toplumunun temel kuruluş ilkesi, bu ahlaki sorumluluk ilkesidir. Komünün veya toplulukların demokratik karakteri, kolektif özgürlüğü diğer bir deyişle politik komün veya topluluğu gerçekleştirir. Demokratik olmayan komün veya topluluk, politik olamaz. Politik olmayan topluluk veya komün ise özgür olamaz. Komünün demokratikliği, politikliği ve özgürlüğü arasında sıkı bir özdeşlik vardır.
O halde demokratik ulusun ilk temel boyutu, esas aldığı birey ve komün bağlamında böyle tanımlanmak durumundadır. Demokratik ulus olmanın ilk koşulu bireyin özgür ve bu özgürlüğünü bağlı olduğu komün veya toplulukla birlikte demokratik politika temelinde gerçekleştirmesidir. Demokratik ulusun birey yurttaşı ulus devletle aynı siyasi çatı altında yaşadığında tanımı biraz daha genişler. Bu durumda anayasal vatandaş’lık çerçevesinde kendi demokratik ulusunun birey yurttaşı olduğu kadar ulus devletin de birey yurttaşıdır. Burada önem kazanan husus, Demokratik Ulus statüsünün tanınmasıdır. Yani Demokratik Özerkliğin, ulusal anayasada bir hukuki statü olarak belirlenmesidir. Demokratik ulusal statü iki yönlüdür: Birincisi kendi içinde Demokratik Özerklik statüsü, yasası veya anayasasının gerçekleştirmeyi ifade eder. İkincisi özerklik statüsünü ulusal anayasal statünün bir alt bölümü olarak düzenler. Birçok AB hatta dünya ülkelerinin anayasasında bu yönler de statü düzenlemeleri mevcuttur.
Demokratik ulus yurttaşlığı KCK statüsü altında gerçekleştirilebilir
KCK’nin kendi tek taraflı özgür birey yurttaş ve komün birlikteliğine dayalı Demokratik Ulus inşası esas olmakla birlikte; egemen ulus devletlerle Demokratik Özerklik statüsünü kabul eden ulusal demokratik anayasal statü altında çözüme gitmesi de mümkündür. KCK yapılanması her iki özgür birey-yurttaş ve topluluk yaşamına bu yaşamın yasal, anayasal statüye bağlanmasına açık bir yapılanmadır.
KCK üyeliğini, demokratik ulusun özgür birey yurttaşı olarak tanımlamak da mümkündür. Fakat bu üyeliği, yurttaşlığı ulus devlet yurttaşlığıyla karıştırmamak gerekir. Ulus devlet yurttaşlığı, kapitalizmin modern kölelik statüsünü belirler. Kapitalist bireycilik, ulus devlet tanrısına mutlak kulluğu ifade eder. Demokratik ulus yurttaşlığı ise, gerçek anlamıyla özgür birey haline gelişi ifade eder. Kürtlerin kendi demokratik ulus yurttaşlığı, KCK statüsü altında gerçekleştirilebilir. Dolayısıyla KCK üyeliğine, demokratik ulus yurttaşlığı kimliğini atfetmek daha uygun bir tanımlama olacaktır. Kürtlerin kendi demokratik uluslarına yurttaş olması hem vazgeçilmez hakkı hem görevidir. Kendi ulusunun yurttaşı olmamak büyük bir yabancılaşmayı ifade eder ve hiçbir gerekçe ile savunulamaz. Burada karşımıza çıkan sorun egemen ulus devlet yurttaşlığının ne olacağına ilişkindir. Aslında her iki tür yurttaşlığı iç içe temsil etmek mümkündür. Eğer Kürt sorunu ilgili ülkede demokratik anayasal vatandaşlık statüsü altında bir çözüme kavuşturulmuşsa iki yurttaşlığı da birlikte taşımak toplumsal gerçekliğe daha uygundur. Hatta eğer Türkiye AB üyesi olsaydı üçlü yurttaşlık tarifi de mümkün olurdu. Nasıl İspanya’da Katalan-İspanyol-AB yurttaşlığı üçlü bir anlama sahipse Kürdistan-Türkiye-AB yurttaşlığı da aynı anlama sahip olurdu ve mümkündü. KCK döneminde ilgili her ulus devlette her Kürt bireyi kendine iki yurttaşlık biçiminde tanımlamaya özen göstermelidir. Özen göstermekten çok iki yurttaş kimliğini gerçekleştirmelidir. KCK kendi demokratik ulus bireylerine özgü ikili (bu uzlaşmayla gerçekleştirilemezse) veya tekli yurttaş kimliğini gerçekleştirmelidir. Bunun için egemen ulus devletlerin baskıcı durumlarını göz önünde bulundurarak her bireyine uygun ebatta ve amblemli yazılı yurttaş kimliğini kazandırma görevini yerine getirmelidir.
Her KCK üyesi/yurttaşı, kapitalizmin hiçlik durumuna indirgediği bireyciliği aşmak ve komün üyesi olarak yaşamak durumundadır. Komünal yaşamı olmayanın bireyselliğinin de mümkün olmayacağını temel ahlaki bir ilke olarak bilmek ve benimsemek durumundayız. Aynı zamanda komün veya topluluk üyesi olmanın demokratik bir yönü olduğunu daimi olarak göz önünde bulundurmak gerekir. Komün veya topluluk demokratik işleyişle ancak politik dolayısıyla özgür olabilir. Böylece her komünün veya topluluğun aynı zamanda ahlaki ve politik bir toplum birimi olduğu kavranmış olur. KCK’nin her komünü ve topluluğu aynı zamanda ahlaki ve politik bir birim konumundadır. Birey yurttaşları da ahlaki ve politik birey yurttaşlardır. Komün veya topluluklardan anlaşılması gereken, toplumun her alanında işlevsel olan insan gruplarını kastediyoruz. Örneğin bir köy eğer komün şartlarını taşıyorsa bir komün veya topluluk olduğu gibi bu tanımı mahalle ve kent düzeyine kadar taşırabiliriz. Bir kooperatif, fabrika, vakıf, dernek, sivil örgütlenme de komün olabilir. Aynı zamanda demokratik olmaları gerektiği için bunlara demokratik komünal düzen de diyebiliriz. Yaşamın tüm alanlarına; eğitsel, kültürel, sanatsal, bilimsel alana taşımak mümkün olduğu gibi sosyal ve politik yaşamı da hem komünleştirmek hem demokratikleştirmek mümkündür. Özgür birey yurttaş ancak bu demokratik komünal yaşam içinde gerçekleşebilir. Genelde demokratik ulus birey yurttaşlığı özelde ve daha somutlaşmış biçim olarak KCK birey yurttaşlığı sorumlu ahlaki ve politik yaşamın bir gereğidir. Aynı zamanda bu gereklilik, temel hak ve görevlerimiz olarak da anlaşılmalıdır. Ulus devletler bu temel hak ve ödevlerimizi kabul ettiklerinde Kürtler de o devletlerin temel yurttaşlık hak ve görevlerini kabul edebilirler.
2- Demokratik ulusta politik yaşam ve Demokratik Özerklik
KCK’nin demokratik ulus inşasının politik boyutunu, Demokratik Özerklik olarak kavramlaştırmak mümkündür. Demokratik ulus, öz yönetimsiz düşünülemez. Genelde tüm ulus biçimleri özelde demokratik uluslar da kendi öz yönetimleri olan toplumsal var oluşlardır. Bir toplum, kendi öz yönetiminden mahrum olursa, ulus olmaktan da çıkar. Çağdaş toplumsal gerçekliklerde yönetimsiz ulus düşünülemez. Hatta sömürge ulusların bile yabancı kökenden de gelseler bir yönetimleri mevcuttur. Ancak dağılma sürecine giren toplumların yönetiminden bahsedilemez. Olsa olsa dağıtan gücün kontrollü dağıtması veya sürece yayılmış tasfiye yönetimi söz konusudur. Kürtlerin konumu öz örgütsüz oldukları dönemde böyleydi. Sadece ulus olmaktan alıkonulmuyorlardı. Toplum olmaktan da çıkarılıyorlardı. PKK öncülüğü ve KCK politikası sadece bu süreci durdurmakla kalmadı politik toplumdan demokratik ulus olmaya doğru bir süreç başlattı. Gelinen aşamada Kürtler yoğun politikleşen toplum olmak kadar bu politik gerçekliği demokratik ulus olma doğrultusunda örgütleyen bir konumu da yoğunca yaşamaktadır. Politik toplum olma çağımızda ana hatlarıyla iki doğrultuda ulusallaşmaya götürür. Geleneksel kapitalist yol olan ulus devlete götüren yol, milliyetçi ve dinci politikalar kapitalist modernite koşullarında eğer bir toplum devletsizse, devleti yıkılmış veya çözülme durumundaysa o toplumu yeni bir devlete; ulus devlete götürür. Eğer o toplumun geleneksel bir devleti varsa ve güçsüzse o devleti daha güçlü olan ulus devletle ikame eder. Politikanın, politik gücü ikinci uluslaşma yolu, demokratik uluslaşma yoludur. Özellikle ulus devletlerin sorun doğuran karakteri günümüzde politik toplumları, onların yönetim güçlerini demokratik ulus olma doğrultusunda hareketlendirmektedir. Ya reformla ya devrimle demokratik ulus olmaya zorlamaktadır. Kapitalizmin yükselişe geçtiği dönemde ulus devletler hakim eğilim iken, çöküşü yaşadığı günümüz koşullarında daha çok demokratik ulus olma doğrultusunda evrim geçirmektedirler. Bu konuda politik gücü devlet iktidarıyla özdeşleştirmemek büyük önem taşır. Politika, iktidar ve onun norm kazanmış biçimi olan devletle özdeşleştirilemez. Politikanın doğasında özgülük vardır. Politikleşen toplumlar, uluslar özgürleşen toplumlar ve uluslardır. Devlet ve iktidar gücü kazanan her toplum ve ulus özgürleşmediği gibi eğer demokratik özellikleri varsa bu özelliklerini ve var olan özgürlüklerini de kaybetmeyle karşı karşıya kalırlar. Onun için bir toplumu ne kadar devlet ve iktidar olgularından arındırırsak o denli özgürlüğe daha açık hale getiririz. O toplum ve ulusu özgür kılmak için gerekli temel şart ise, daima politik bir konumda tutmaktır. Devlet ve iktidardan arınmış ama politik olamamış bir toplum, anarşiye ve kaosa teslim olmuş toplum veya ulus konumuna düşer. Eğer anarşi veya kaostan toplumlar, uluslar uzun sürede kurtulamazlarsa çürür, dağılır ve başka yabancı kosmosların malzemesi olurlar. Kaos ve anarşi ancak geçici ve kısa süreliğine doğurgan bir rol oynayabilirler. Bunun için de politik olgunun devreye girmesi şarttır. Politika sadece özgürleştirmez aynı zamanda düzenler. Politika eşsiz düzenleyici güçtür. Bir nevi sanattır. Devletlerin, iktidarların baskıcı düzenlemelerinin zıddını temsil eder. Politika bir toplum ve ulusta ne kadar güçlüyse devlet ve iktidar güçleri o denli zayıftır, zayıflamak durumundadır. Tersi de geçerlidir. Bir toplum veya ulusta devlet veya iktidar gücü ne kadar fazlaysa politika, dolayısıyla özgürlük o denli zayıftır.
Demokratik ulus inşasında omurga rolü oynayan KCK, ‘Türkçe karşılığı Kürdistan Demokratik Topluluklar Birliği’dir’ Demokratik Özerklik karşılığı olarak da çevrilebilir. KCK’nin demokratik politika organik rolünü oynayabilmesi demokratik uluslaşmanın vazgeçilmez gereğidir. Ulus devletle karıştırılması bilinçli bir saptırmadır. KCK ilkede ulus devletçiliği kendi çözüm aracı olmaktan çıkarmıştır. Ulus devletçiliğin ne ilk ne de son aşamasıdır. Birbirinden nitelik olarak farklı otorite kavramlarıdır. Örgütsel şema olarak ulus devletin kurumlaşmasına benzeyen özellikler taşısa da özde farklıdırlar. KCK’nin karar organı olarak KONGRA-GEL, halk meclisi anlamındadır. Önemini halkın kendini öz karar sahibi kılmasından almaktadır. Halk meclisi veya KONGRA-GEL demokratik bir organdır. Uluslaşmanın üst tabaka veya burjuva unsurların öncülüğünde gelişmesinin alternatifidir. KONGRA-GEL uluslaşmanın, halk sınıflarının, aydın tabakalarının öncülüğünde gelişmesini ifade eder. Burjuva parlamenter sistemden özde ayrılır. Egemen ulus devletlerin baskısından ötürü seçim sistemini ve toplantı merkezini uygun koşullar altında düzenlemek durumundadır. KCK’nin Yürütme Konseyi, yoğunlaştırılmış, merkezileştirilmiş günlük yönetim piramidini ifade eder. Halk arasına dağılmış çalışma birimlerinin koordinasyonunu sağlar. Demokratik uluslaşmanın günlük örgütsel eylemsel çabalarının koordine etmek, yönetmek ve savunmak durumundadır. Devletlerin hükümet organlarıyla karıştılması doğru değildir. Demokratik sivil toplumların konfederasyon sistemine daha yakındır. KCK’nin halkın seçimine dayanan Genel Başkanlık Kurumu, demokratik ulusun en genel üst temsil düzeyini ifade eder. Tüm KCK birimlerinin arasındaki uyumu ve temel politikaların uygulanmasını gözetler, denetler.
KCK’nin egemen ulus devletlerle legalleşme sorunu vardır. Önceliği legal faaliyetlere vermesine karşın ulus devletin bunu kabul etmemesi Kürdistan’da ikili bir otorite ve yönetime yol açar. Devlet yönetimiyle KCK yönetiminin aynı topraklarda ve toplumlarda geçerli kılınmaya çalışılması açık ki gerginliğe ve çatışmaya yol açacaktır. İlgili devletlere önerilen legalleşme, yasallaşma talepleri karşılık bulmaz, takip, tutuklama ve şiddete başvurulursa açık ki KCK de kendi otorite ve yönetimini tek taraflı olarak uygulamaktan geri kalmayacaktır. KCK’nin 2005’te ilan edilmesinden beri ilgili ulus devletlerle direkt ve dolaylı diyalogları şimdiye kadar yasal çözümle sonuçlanmamıştır. Diyalogların olumlu sonuç vermemesi halinde önümüzdeki dönemde KCK’nin yönetim gücü ve otoritesi olarak kendini Kürdistan’da Kürt toplumuyla ve birlikte yaşadığı azınlıklar arasında tek taraflı uygulaması kaçınılmaz olacaktır. KCK’nin kendini tek taraflı olarak demokratik ulusun bütün boyutlarında uygulaması yeni bir dönemi başlatacaktır. Bu dönem PKK’nin kendini inşa ettiği dönemle Devrimci Halk Savaşı’nı geliştirmeye çalıştığı dönemden farklı olacaktır. Sadece parti ve savaş yönetimi söz konusu olmayacaktır. Yine PKK ve HPG çalışmaları ve savunma savaşları olmakla birlikte bu dönemde esas rolü demokratik ulusun tüm boyutlarında inşa edilmesi ve yönetilmesi söz konusu olacaktır. Açık ki bu dönemde yeni koşullar altında ulus devlet kurum ve güçleriyle KCK’nin kurum ve güçleri arasında büyük rekabet, çekişme ve çatışmalar yaşanacaktır. Kent ve kırsal alanlarda farklı otorite ve yönetimler söz konusu olacaktır.