İmralı’daki soykırım sistemi tüm ağırlığıyla devam ediyor. 2023 yılı şöyle bir yıl oldu: Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü eksenine alan “Dem Dema Azadiyê ye” yani “Özgürlük Zamanı” hamlesinin etrafında gelişti. Yaklaşık 25 yıldır, uluslararası komplonun başlangıcından günümüze kadar gelen süre içerisinde Kürt halkına yönelik tüm politikalar İmralı merkezli geliştiriliyor. Hem Kürt sorununun çözülmesi ve ortadan kalkması hem de Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünün sağlanması için bu çerçevede hamleler geliştiriyoruz. Bu anlamıyla 2023 yılı önemli bir yıl oldu. Bunu artı ve eksileriyle değerlendiriyoruz. 2023 yılında geliştirdiğimiz direnişin ne kadar yeterli olduğunu ve hangi sonuçları açığa çıkardığını birçok boyutuyla Hareket olarak değerlendiriyoruz. Bizim açımızdan önemli olan Kürt halkının özgürlük mücadelesini yürüten güçlerimiz ile Kürt varlığının yeryüzünden silinmek istendiği bir süreçte, -ki buna Türk sömürgeciliği öncülük ediyor- Kürt Özgürlük Mücadelesi’ni, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü temelinde küresel çapta yürütmek doğru ve yerindeydi. Dünya insanlığı da buna gereken olumlu cevap veriyor zaten. O bağlantıyı görüyor. Kapitalizmin uyguladığı politikalarla, kendi içerisinde bulunduğu konumla, Kürt halkının özgürlük problemi ve Önder Apo’nun özgürlüğü arasındaki bağlantıyı güçlü bir şekilde kuruyor. O anlamıyla bu süreç böyle bir mücadele ekseninde devam ediyor.
Bu dönemde Dem Dema Azadiyê ye, yani Özgürlük Zamanı Hamlesi’nin önemli bir aşaması olarak dostlar, “Abdullah Öcalan’a Özgürlük, Kürt Sorununa Siyasi Çözüm” olarak yeni bir hamle başlattı. Bu çok anlamlıydı ve bunun bir devamı olarak da 10 Aralık günü tüm dünyada Önder Apo’nun kitaplarını okuma günü düzenlediler. Bunu 10 Aralık tarihine denk getirmeleri çok daha anlamlıydı, çünkü 10 Aralık tarihi aynı zamanda insan hakları günüydü. Evrensel anlamda insan hakları mücadelesinin aslında Önder Apo’nun düşüncelerinden geçtiği, Önder Apo’nun düşünceleri anlaşıldıktan ve o eksende mücadele yürütüldükçe aslında sonuca gidebileceği ortaya koyulmuş oldu. Elbette bunu sürdürmek gerekir. Bize yansıdığı kadarıyla herkes Önder Apo’nun düşüncelerini heyecanla okudu, dile getirdi. Bunu sürdürmek lazım. Eğer yeni bir paradigmadan, dünyanın içinde bulunduğu krize çözümden bahsediyorsak bu düşünce sistematiğinin pratiğe geçmesi gerekiyor. Önder Apo’yu sevmek, Önder Apo’ya sahip çıkmak sadece sözle olmaz, anlamak ve uygulamaktan geçiyor. O anlamıyla bulunduğumuz her yerde bunu evrensel düzeyde ortaya koyabilmeliyiz. Ama daha fazla da yerel düzeyde bunu açığa çıkartabilmeliyiz.
Kürtler hem okumalı hem de pratikleştirmeli
Evet, dünyanın birçok yerinde bu okumalar gerçekleştirildi. Fakat Kurdistan’da, Türkiye’de, Suriye’de, Ortadoğu’da bu yeterince olmadı, bu ayağı eksik kaldı. Zaten Önder Apo bu coğrafyanın insanıdır, bizimdir, bizden çıkmıştır, biz biliyoruz gibi yanlış, ezbere dayalı bir yaklaşım sergileniyor. Kesinlikle bu doğru değil. Önder Apo’nun paradigması sadece bir kere okumakla anlaşılamaz. Okuyup, yoğunlaşıp derinleştikçe birçok yeni boyutunu görüyoruz. Bu paradigmanın militanları olarak hemen her yıl bir kez daha yeniden Önder Apo’nun savunmalarını ve çözümlemelerini okuyoruz. Önder Apo’nun yaşamını tartışıyoruz. Sonuçlar çıkarmaya çalışıyoruz. Kendimizi böyle eğitiyoruz, güçlendiriyoruz, öyle var olmaya çalışıyoruz ve her seferinde de ‘bunu okumuştuk ama bunu görmemiştik’ diyoruz. ‘Savunmalarda böyle bir yön de varmış buna nasıl dikkat etmedik, niye böyle anlamadık?’ diyoruz. İnsan zihni, bilinci geliştikçe bakış açısı değişiyor, baktığın yer değişiyor. Önderlik paradigması bu anlamda bir derya gibidir. Başta Kürt toplumu olmak üzere bölge halklarının da Önder Apo’nun paradigması ve yaşamı üzerinde mutlaka yoğunlaşması, kendini eğitmesi gerekir. Dünyanın diğer bir ucundaki halklar, insanlar, aydınlar, entelektüeller açısından Önder Apo’yu öğrenmek, anlamak anlamlıdır, değerlidir. Fakat bölge insanımız, özellikle de Kürt insanı açısından sadece anlamak yetmez, anlamak, uygulamaktır. Bir de bu paradigmanın, yani Önderlik düşünce sistematiğinin gerektirdiği pratikleştirmeyi de açığa çıkarmak gerekir. Eğer Önder Apo’yu Önderlik olarak kabul ediyor, seviyor ve onun şimdiye kadarki yaşam hikayesini bir halkın yeniden doğuş hikayesi olduğuna inanıyorsak o zaman paradigmasını iyi anlayıp pratiğe geçirdiğimizde onun iyi bir temsilcisi olabilir ve görevlerimizi sahip çıkmış oluruz.
Önderliği anlamadan uygulayamayız. Evet, gönül bağımız olur ama yönümüzü göremeyiz. Önderlik paradigması neyi, nerede, nasıl yapacağımıza, hangi dinamiklere dayanacağımıza ışık tutuyor. Kürt insanına ve ezilenlere, kadınlara öz güç, öz irade ve var olma savaşında nasıl ayakta kalacağına dair çok önemli bir bilinçlenme ve güç sunuyor. Bundan kendimizi mahrum bırakmamalıyız.
Bu anlamda İmralı’da disiplin cezaları halen gündemde ve ne yazık ki yeterince tepki göstermediğimiz de ortadadır. Bunun için avukatların ve ailelerin Önderlik ve yanındaki bu arkadaşlar ile görüşme başvuruları devam ediyor. Fakat yaklaşık üç yıldır, koyu bir yasak, koyu bir mutlak tecrit var. Tecrit kavramı da bu durumu izah etmeye yetmiyor. Bir rehine, esir statüsü Önderlik üzerine uygulanıyor. Asrın Hukuk Bürosu “Bu cezaların gerekçelerini bilmeye hakkımız var” dedi. Fakat “güvenlik gerekçesiyle açıklamıyoruz” dediler. Çok basit nedenlerle örneğin volta atma gibi nedenlerle cezalar veriliyor. Böyle basit, uydurma gerekçelerle disiplin cezası veriliyorsa, başta Kürt halkı, gençler ve kadınlar yerinde durmaz, tepki kor, koymalı da.
İmralı direnişi görülmeden Türkiye siyaseti değerlendirilemez
Türkiye siyasetini ve ekonomisini belirleyen savaştır. Kürt halkına yönelik yürütülen soykırım savaşı ve buna karşı gösterilen direniş ve mücadele belirleyicidir. Ana eksende bu var. İmralı’daki direnişi görmeden kimse Türkiye siyasetini değerlendiremez. Türkiye’de sahte bir demokrasi algısı yaratılarak sanki Türkiye’de demokratik bir sistem varmış da böyle siyaset yapılabilirmiş gibi bir ortam yaratılarak insanlar kandırılıyor. Oysa asıl gerçekliği, gelişmeleri belirleyen savaş olgusudur. 8 yıldır bu durum böyle devam ediyor.
Bundan 8 yıl önce Türkiye kendi sınırları içerisinde şehirleri, mahalleleri bombaladı, çocukları öldürdü, katlettiği anaların cenazesini yerde bıraktı, insanları bodrumlarda yaktı. Böyle bir soykırımcı gerçeklik olduğunu ortaya koydu. Çöktürme Eylem Planı’nın ilk ayağı aslında şehirlerde böyle bir savaşı geliştirmekti. Soykırımcı yüzünü böyle ortaya koydu. 2015 öncesi farklı bir AKP’den insan bahsedebilir. AKP daha devleti ele geçirmemişti. Komplocu bir zihniyet olarak devleti ele geçirmeye çalışıyordu ve bir özel savaş politikası olarak savaşı Kürtlere dönük yürütüyordu. Fakat 2015’ten itibaren tek adam diktatörlüğünü ve Kürt soykırımını fiziki düzeyde yürütmeye karar verdi. Ve o günden bugüne 8 yıldır savaş bu düzeyde yürütüyor. Son 2 yıldır da daha açıktan işgal planlarıyla savaşı sürdürüyor. Şu anda Medya Savunma Alanları’nı tasfiye etmeye odaklanmış. Aslında 2023 yılında bunu tamamlamak istiyorlardı, fakat başarısız oldular.
Özel savaş operasyonlarıyla gündem saptırılıyor
2023 yılında düşmanın böyle bir planı vardı fakat başarılı olamadı. Biz de tümden vazgeçiremedik. Böyle bir gerçeklik de var. Yani savaş tüm sıcaklığıyla devam ediyor ve bunun toplum yaşamına çok yönlü etkisi var. Mesela ekonomik alandaki etkisi çok ciddi. Türkiye’de insanlar açlık sınırında veya borç batağında. Böyle bir Türkiye gerçekliği oluşmuş durumda. Neredeyse borcu olmayan hiç kimse yok. Fakat Türkiye’de şişirilmiş bir zenginler takımını da ortaya çıkardılar. Şimdi onlara yönelik de operasyon yapıyorlar. Oysa suç örgütlerini örgütleyen, göz yuman, onlarla işbirliği yapan, onları palazlandıran ve aslında Türkiye’yi karanlık döneme sürükleyen kendileri oldu. Türkiye’yi uluslararası mafyanın arka bahçesi haline getirdiler. Bunu her türlü savaşı yürütmek için yaptılar! Şimdi bu kesime operasyon yaparak sanki asayişi, düzeni sağlıyormuş havası yaratmak istiyorlar. Yani bu kadar alçak ve karanlık, komplocu, özel savaş politikalarını geliştiren, yürüten bir iktidar, bu böyle bilinmeli.
Yeşil sermaye kesimi AKP içerisinde öyle bir palazlandı ki, Türkiye’de zenginliklerin üzerine çöreklendiler. Bunu böyle sürmesi için alavere dalavere, Kürt Mehmet nöbete hikayesiyle özel savaş politikasını geliştirdiler. Kürtleri hep bir savaş hikayesiyle ve bir tehdit unsuru olarak gündemde tutarak Türkiye toplumunu ayakta tutuyorlar.
Kürt gençleri dağa çıkmasın diye tarikatlarla yaptıkları işbirliğini açıkça itiraf ediyorlar. Milli Eğitim Bakanı Meclis’teki konuşmasında “biz onlara STK diyoruz” diye açıklama yaptı. Tarikat veya cemaatler Önderlik değerlendirmelerinde de görüldüğü gibi devlet dışı kalan toplumsal kesimler, sivil toplum olarak ele alınabilir. Siyasallaşmamış, devletleşmemiş devletle arasındaki mesafeyi koruyan tarikatlar bir demokrasi unsuru olarak ele alınabilirler. Fakat AKP döneminde, dincilik ve milliyetçilik o kadar çok devletle bir arada ele alındı ki, artık bunların bir masumiyeti, bir vicdani yönü, ahlaki boyutu kalmadı. Siyasallaşmış olmaları çıkar ilişkilerinin parçası haline gelmeleri demektir. Yani eğer bir kurumun devletleşmesinden bahsediyorsak bu Alevi cemaati de olabilir, bu İslami cemaat de olabilir. Eğer biz onların devletleşmesinden bahsediyorsak bu çıkar ilişkilerinin bir parçası haline geldikleri anlamına geliyor. İtirazımız bunadır. Gerek inanç grupları, gerek diğer sivil toplum örgütleri devletle aralarındaki mesafeyi korumak durumundalar. Sendikalar, dernekler eğer öyle olurlarsa demokrasinin unsuru olurlar. Eğer öyle olmazlarsa çıkar ilişkilerinin bir parçası olarak yozlaşırlar. Bahsedilen tarikatlar böyle tarikatlardır. Bu tarikatlar siyasal İslamcı düşüncenin yatağı, kendisini oluşturma, kendini yaratma merkezleridir. O yüzden tarikatlar Türkiye’de çok güçlenmişlerdir.
Yine hatırlanırsa Siirt Valisi, “gençler dağa çıkacaklarına fahişelik yapsınlar” dedi. Bunu 13-15 yaşındaki küçük çocuklar için söyledi. Bunu da bir halkın yeter ki gözü açılmasın, kendi varlığı, kimliği, onurlarıyla, özgürlükleriyle ilgili hiçbir konuya bulaşmasın diye söyledi. Bu çok çirkin, korkunç bir şey. Kürt toplumu bu yüzden çok dikkatli olmalı. Çoluk çocuk böyle korunmaz. Toplumumuz ve ailelerimiz onuru için ayağa kalkması lazım. Geleneksel toplumsal yapımız bu şekilde dağıtılamaz.
Biz klasik aile denilen milliyetçi aileyi eleştiriyoruz. Çünkü milliyetçi aile yapılanmalarında egemen erkeklik ve köle kadınlık üretilir. Eşit değildir. O yüzden biz eş yaşam teorisini savunuyoruz. Eş yaşama dayalı aile modelinin geliştirilmesi gerektiğini savunuyoruz. AKP-MHP bize karşı kara propaganda yürütürken bunlar aileyi reddediyorlar, bilmem komünistler, dinsizler diyor. Öyle değil. Toplumumuz bizi tanıdığı için bu tür şeyleri tekrar tekrar dönüp anlatmak istemiyoruz.
Göç ile Kürtsüzleştirme amaçlanıyor
Diğer bir konu da göç sorunudur. Kurdistan’da göçertme politikaları uygulanıyor. Özellikle Bakur Kurdistan’da. Dört parça Kurdistan’da bu yürütülüyor. Savaşla bunu yapmaya çalışıyorlar. Savaşın kendisi göç nedeni haline getirilmek isteniyor. Göçertme politikasıyla biyolojik varlığını sürdüren bir halkın güdüsel sınırlarda yaşaması isteniyor. Soykırım tehlikesini yaşayan bir toplum kendisini nasıl biyolojik olarak yaşatmaya meyleder? Dikkat edin, Kürt toplumunun üzerinde hep bu kılıcı sallıyor soykırım merkezleri. Bundan çıkmak lazım. Anlamlı yaşamak lazım. Doğduğun, büyüdüğün, senin havuzun olan, seni var eden mekanları terk ederek anlamlı yaşam olamaz. Türk devleti bunu uluslararası sistemle uzlaşarak yapıyor. Ama Türk devleti, özellikle Kurdistan’da direnen kesimlerin Kurdistan’ı boşaltması için özel faaliyette bulunuyor. Bazı kapıları açıyor.
Kürtler bu coğrafyada binlerce yıldır yerleşik bir halktır. Kürtlerin en temel özelliği ne kadar saldırı, savaş görmüşse de bu coğrafyayı terk etmemişlerdir. Çünkü bu coğrafyada Neolitik devrimi gerçekleştiren halktır. İlk kadın devrimini gerçekleştiren halktır. O yüzden terk etmiyorlar bu coğrafyayı.
Sonuç olarak şunu belirtmek istiyoruz: Kürt gençleri ülkelerini terk etmesinler. Bulundukları her yerde kendilerine güvensinler. Kürt güçlerine güvensinler. O özgüvenle mücadele etsinler. Öz savunma yapsınlar. Öz savunmayı herkes yapabilir. Öz savunma sadece gerillanın işi değildir. Her canlının böyle bir işlevi var. En basit tek hücreli canlıda bile savunma mekanizması var. Bizim gibi insan haline gelmiş yani varlıkların öz savunması çok yüksek derecede olur. O anlamıyla hiç öyle o düşmanın teknik gösterilerine aldanmamak gerekir. En büyük teknik insandır. Halen insan gibi iyi bir teknoloji açığa çıkmamıştır. O yüzden insan olarak bizler varlığımıza güvenelim, insanlığımıza güvenelim. O temelde de gençleri Kurdistan’ı savunmaya ve Önder Apo’nun özgürlüğü temelinde başarmaya çağırıyoruz.
Şêx Saîd’e saldırı bir özel savaş operasyonu
Yine MHP’nin Şêx Saîd’e yönelik saldırıları var. Bunun karşısında Hüda-Par öne sürülüyor. Onların Şêx Saîd’e sahip çıkmaları gibi bir durum olamaz. Bu saldırılar şundan kaynaklı; özgürlük mücadelemizin etkinliğini kırmak istiyorlar. Şimdi Şêx Saîd için Önder Apo’nun yaptığı değerlendirmeler var, Hareketimizin yaptığı değerlendirmeler var. Hatta şöyle söylenebilir. Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra Kürtlere dönük komplo ve ihanet aslında Şêx Saîd’e dönük komplo ve ihanetle başladı. O günden bugüne kadar devam ediyor. Örneğin Şêx Saîd 29 Haziran’da idam edildi. Önderliğe de 29 Haziran’da ceza verildi, ama uygulanamadı. Çünkü mücadele ediyoruz. Ondan dolayı bunu zamana yayılmış şekilde hayata geçirmeye çalışıyorlar.
Şêx Saîd üzerinden, Türk devletinin aslında Mustafa Kemal’in provokasyona uğradığına dönük Önder Apo’nun değerlendirmeleri oldu. Yani kısaca şunu söylemek gerekir. Bununla yapılmak istenen Kürt toplumunun Şêx Saîd karşısındaki duyarlılığını bu kontra etrafında örgütlemektir. İşte Nakşi tarikatında yer alıyor. Şêx Saîd onun liderlerinden bir tanesidir. Toplumda sevilen bir şahsiyettir. Kürt kimliğiyle bilinen bir insandır. Bununla Kürt toplumunun dini inançlarına seslenmek istiyorlar. Hem de böyle milliyetçi duygulara hitap ederek Kürt demokratik ulus planlamasında bir gedik açmaya çalışıyorlar.
Şêx Saîd’i savunup devlet içinde yer almak mümkün değildir. Bu devlet buna dayalı olarak komplo geliştirdi. Yani ilk komployu buna dayalı yaptı. Şimdiki komplosunu da yine Kürt toplumunun dini hassasiyetlerini kullanma temelinde yapıyor. Kürt halkı bu oyunları çok yakından biliyor. Ama inanç konusu hassas bir konu. Bu konuda bizim yaklaşımlarımız da biliniyor. Hiçbir zaman inkarcı olmadık. Metafizik yaklaşımlarımız da dine yaklaşımımız da biliniyor.
Zindanlar Önder Apo’yu sahiplendi
Zindanlar bu hamlenin dışında kalamazdı. Mücadelemizin ilk dönemlerinden günümüze zindanlar hep mücadele alanı oldu zaten. 1982 direnişi mücadelemizin tarihinde çok önemli bir yere sahip ve o günden bugüne kadar da zindanlar hep bir direniş kalesi oldu. Toplumumuzun, Kürt toplumunun hep moral merkezi oldu. Sadece düşmanın kendi politikalarını uyguladığı, ben yaptım oldu dediği bir alan hiçbir zaman olmadı. Özgürlük mücadelesi düşmanın o politikalarını darmaduman etti. Uluslararası komplo sürecinde Güneşimizi Karartamazsınız eylemleri ile Türkiye ve Kürdistan zindanlarında arkadaşlarımızın Önder Apo’yu sahiplenmesi temelinde büyük bir direniş alanına dönüştü. Şimdi de arkadaşlarımız bunun kararlılığı içerisindeler, eylemlerini sürdürüyorlar.
Zindanlar karşısında Türk devletini ciddi olmaya davet ediyoruz. Zindandaki yoldaşların direnişleri öyle şaka işi değil. Çünkü çıplak kendi bedeniyle direniyorlar. Kendi bedenini kararlaştırmak öyle kolay bir şey değil. Başka bir silahları yok. Bu arkadaşlarımız kendileri için direnişe girmediler. Yani orada giderek daralan hak ihlalleri de var. Arkadaşlarımız S tipi, F tipi, M tipine, kapatılmışlar. Fakat hiçbir arkadaşımız yaşam koşullarının iyileştirilmesi için açlık grevine başlamış değil. Zindanlar, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü ve Kürt sorununun çözümü için açlık grevi direnişinde. Tamamiyle toplumsal ve siyasal nedenlerle eylem içindeler. Bunu herkesin böyle bilmesi ve böyle sahiplenmesi lazım. Dışarıda bu eylemleri sahiplenme eylemleri de gelişiyor. Daha yaygın da gelişebilir fakat bu eksende geliştirilmeli.
Evet, Kurdistan’da, Türkiye’de baskılar çok fazla, bunu biliyoruz. Türk devleti baskı ve yasaklama yöntemlerini fazlasıyla geliştirmiş. Önder Apo’yu sahiplenme eylemlerine katılımları engelleme çok daha fazla. Fakat yine de ısrarcı olmak lazım. Kürt halkının Önder Apo için eyleme girmesi haktır, meşrudur. O yüzden herkes Önder Apo’yu açıktan sahiplenebilmeli. Açıktan sahiplenme eylemleri yapabilmeliyiz de. Bunun için gerekirse bedel ödemeyi de göze alabilmeliyiz. Bu kararlılıkta olursak Türk devletine geri adım attırabiliriz.
Biz ne yaparsak yapalım, bu devlet bir şey yapmaz, değişmez, geri adım atmaz gibi yanlış bir anlayış var. Özel savaş böyle bir propagandayı yayıyor. Başarıya inanmak, başarının kaynağına da kendi duruşumuzda, eylem gücümüzde ve örgütlü yapımızda girmek gerekir. Kürt toplumunun bu konuda deneyimleri var. Yeter ki biraz silkinip yani gündemini doğru belirlesin. Bu zindan direnişi ve bu eksende dışarıda gelişen eylemler de bunun için fırsat sunuyor.
Yine Kurdistan’da Türk devletinin gerçekleştirdiği katliamları ve o tarihi günleri de asla unutmamak gerekir. Bu katliamların hesabını sormak bizlerin görevi.
Birinci Paris katliamı, 9 Ocak’ta Sakine arkadaşların katledilmesiyle yeni bir sürece girilmişti. MİT sınırlarının dışında operasyonel bir güce dönüşmüş ve Kürt halkının öncülerini, özgürlük mücadelesi yürüten kesimleri ve öncülerini hedeflemektedir.
Önderlik, “ha Sakine’yi vurdular ha beni vurdular” demişti. Yine Evîn arkadaş da bizim öncü kadrolarımızdan biriydi. Bu arkadaşlarımız Paris’de MİT eliyle katledildi. Bir halkın özgürlük mücadelesini yürüten insanlar sokak ortasında katlediliyor. Bu insanlık açısından bir sorundur. Türk devleti sadece Kürtlerin başına ya da Türkiye’de yaşayan halkların başına bela değil. Giderek küresel çapta sorun oluyor. O anlamıyla böyle bir gerçekliği var. Ve Türk devleti katliamcı bir karaktere sahip. Mereş ve 19 Aralık katliamları bunlardan biri. 19 Aralık’da faşist Türk devleti tutsaklara karşı böyle bir katliam gerçekleştirdi. Kendi denetiminde, kendi ‘koruması’ altında olanlara karşı vahşi, barbar bir katliam uyguladı. Yine Roboskî katliamı. Akılların durduğu bir andır Roboskî katliamı. Bundan daha açık Kürt düşmanlığını gösteren bir olay yoktur. Bu katliamların hesabını sormaya devam etmeliyiz.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruluşundan itibaren bölge halklarına karşı aslında konumlandırılmış bir devlettir. Bu yüzden onun komploculuğuna ve bölge halklarına dönük ihanetine vurgu yaptık. Ermenilere, Alevilere, sosyalistlere, Rumlara, Kürtlere, yani bunların hepsine dönük katliamcı politikayı uygulayan bir devlet geleneğinden bahsediyoruz. Mustafa Suphileri Karadeniz’de boğdurmak da katliamdır. Mereş’te Kürt Alevileri katletmek de böyle bir politikanın parçasıdır.
Türkiye toplumunun, Türkiye halklarının bu devlet gerçekliğiyle yüzleşmesi şarttır. Bu yüzden biz diyoruz ki hakikatlerle yüzleşme komisyonları kurulmalı. Hesaplaşma olmalı. Bunlar olmadan Türkiye’de bir iç barış olamaz. Hiç kimse kendisini kandırmasın. Bir Roboskî katliamının failleri ortaya çıkarılıp yargılanmadan -ki bunun baş faili Erdoğan’dır- huzur bulamaz bu coğrafya. Bu katliamları unutturmamak lazım. Sürekli çözümlemek lazım ve yeni yeni kuşaklara da anlatarak nasıl mücadele edilmesi gerektiğini ciddi bir özeleştiri ile ortaya çıkarmak gerekir.