2023 yılında faşist TC Devleti, İmralı’dan başlayarak tüm Kurdistan halkına, kadınlarına ve özgürlük Hareketimize karşı en ağır saldırılarını geliştirmiştir. İmralı’da Önder Apo’nun direnişi zirveleşirken, halkımız, Hareketimiz, Kadın Hareketimiz, gerillamız da Önderliğimizin direniş çizgisinde yürümeyi esas almış, bu soykırım saldırılarını boşa çıkartıp mücadeleyi daha da büyütmeyi esas almıştır. Kimyasal, taktik nükleer ve her türlü yasak silahların kullanıldığı bu savaş sürecinde direniş ve mücadeleden asla taviz vermeyip faşist sömürgeci düşmanı topraklarımızdan temizleme kararlılığıyla şehit düşen yoldaşlarımız, 2023 yılını kazanmanın, düşmanın planlarını boşa çıkarmanın ve mücadelemizi daha da büyütmenin gerekçesi olmuştur. Ş.Leyla Sorxwîn, Ş.Gülçiya ve yine Ankara’da İçişleri Bakanlığı önünde fedai eylem gerçekleştiren Rojhat ve Erdal arkadaşlar şahsında tüm şehitlerimiz, büyük bir irade ve kararlılıkla düşmanın önünde set olup Kurdistan’ı, Kurdistan’da anlamlı yaşamı ve kadın özgürlük mücadele değerlerini korumanın ve geliştirmenin teminatı olduklarını bir kez daha destansı bir biçimde kanıtlamışlardır. Öncelikle izinde yürümekten onur ve gurur duyduğumuz tüm şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyor, 2024 yılını şehitlerimize layık bir başarı iddiasıyla kazanma kararlılığımızı belirtmek istiyoruz.
Kapitalist modernite krizinin panzehiri Jin Jiyan Azadî
3. Dünya Savaşı süreci, çokça kriz ve kriz yönetimi teorileriyle, nükleer savaştan tutalım özel savaş teori ve uygulamalarıyla yaşamın her alanında vücut bulmaktadır. Ekolojiden kadına, ekonomiden hukuka, demokrasiden eğitime kadar yaşamın her alanı, 3. Dünya Savaşı’nın yoğunlaştığı ve genel kriz olarak ifade edilebilecek alanlar haline gelmiştir. Önder Apo, 21. yüzyılı kadın yüzyılı ve bu anlamda çözüm yüzyılı olarak tanımlarken, hegemon erkek zihniyeti ve sistemi ise kadın şahsında toplumu ve toplumsallığı tüketerek, 21. yüzyılı kaos ve krizler yüzyılı haline getirmeye çalışıyor.
Önder Apo, toplumsal sorunların esas kaynağının kadın sömürüsü üzerinden gelişen hegemon erkeklik ve yaratmış olduğu iktidar ve devlet sistemi olduğu tespitini erkenden geliştirerek, tüm sorunlara ve krizlere eşitlik ve özgürlük temelinde bir çözüm gelişebileceğini ifade etmiştir. Bunu sadece teoride, ulaşılamayacak bir ütopya olarak değil, somut projelerle, başta Kürt kadınları olmak üzere tüm Ortadoğu ve dünya kadınlarına sunmuştur. Bu anlamda 2022 yılına olduğu kadar 2023 yılına da damgasını vuran, sihirli formül olarak ifade ettiği Jin Jiyan Azadî şiarı olurken; tüm dünya kadınları, bu sihirli formülü bir devrim havasında karşılamış ve sahiplenmiştir. 21. yüzyıl, çelişkiler yüzyılı olarak devam ederken, özgürlük arayışı içinde olan bir kesim erkeğin de bu despot erkek egemen sistemin baskısından çıkışın yolunu kadın devriminde gördükleri, sokaklarda kadınlarla birlikte Jin Jiyan Azadî diye haykırmalarından anlaşılmıştır. Bu, aynı zamanda Jin Jiyan Azadî serhildan sürecini, diğer kadın mücadele süreçlerinden ayıran en büyük fark olmuştur.
Kriz kavramı, literatürde aniden, hazırlıksız yakalanılan bir buhran durumu olarak tanımlansa da; esasında rant peşinde koşan kapitalist sistemin kendisini ayakta tutabilmek ve sistemini devam ettirebilmek için yaşamın her anında ve her mekanında uyguladığı sistemli şiddet durumu olmaktadır. Ve 2023 yılında da hegemon güçler ve devlet yönetimleri, bu tanıma uygun bir biçimde hareket etmiş, kaosun ve krizin babası olarak görevlerini yerine getirmişlerdir. Hakikatini yitirmeyen toplumların, bireylerin böylesi bir sisteme bir saniye bile tahammül etmesi mümkün değildir. Bu nedenle toplumu ve bireyleri her an krizle karşı karşıya bırakarak kontrol altında tutmayı esas almaktadırlar. Fakat beş bin yıllık merkezi uygarlık tarihi, beş yüz yıllık kapitalist modernite tarihi göstermiştir ki krizler aynı zamanda devrimlere, büyük toplumsal alt-üst oluşlara da yol açmaktadır. Bu nedenledir ki “çoklu kriz”, “kriz yönetimi” gibi kavramsallaşmalar geliştirip krizleri normalleştirmeye, yaşamın bir parçası haline getirmeye çalışmaktadırlar. Gizli ya da açıktan faşist iktidarlar krizi, “kriz yönetimi” adı altında nazikleştirilmekte, toplumun hafızasına zararsız bir söylem gibi yerleştirmekte, bu biçimiyle meşrulaştırmaktadırlar. Böylelikle de toplumsal devrimlerin, isyanın önü alınmak istenmektedir. “Krizi çözme” değil “krizi yönetme” söylemi ve stratejisi, bu anlamda hegemon güçler açısından muazzam bir hareket alanı oluşturmaktadır.
Nefes alıp-verme metaforu ile ifade etmeye çalışırsak; “çoklu kriz” yaratma hegemon güçler için nefes alma, “kriz yönetme” de nefes vermedir. Çoklu krizler yaratılarak toplum, toplum olmaktan çıkarılırken, toplum ve kadın iradesinin olmadığı koşullarda gizli veya açık biçimlerde dikta yönetimler (kriz yönetimleri) oluşturulmaktadır. Krizler aynı zamanda devrim zemini ve gerekçesidir. Ancak kriz yönetimleri denen bu tarzla her seferinde krizler daha büyütülerek, toplumun ve kadınların iradeleri daha büyük oranda gasp ve manipüle edilerek, ortaya çıkabilecek devrim, isyan, mücadele seçenekleri etkisizleştirilmektedir. Bu biçimiyle krizleri yönetmeyi esas alan bir sistem geliştirilmektedir. Bu nedenle sistem, her zaman kriz üretmeye devam ediyor. Kadın, çocuk, ekoloji, ekonomi, sağlık, eğitim, din, hukuk vb yaşamın hemen her alanı bu nedenle kriz alanıdır. Soyut ve içeriğinden boşaltılmış bir özgürlük ve demokrasi söylemi sürekli zinde tutularak çözümsüzlük katlanılabilinir, yaşanılabilinir bir kıvamda bırakılmaktadır. Muhalif, karşıt güçlerin radikalleşmemesi için ustalıklı bir biçimde liberal ideoloji ve özel savaş yöntemleri kullanılmaktadır. Bu anlamda çağımız gerçekliğinde kapitalist sistemi, bir de bilinçli bir biçimde çözümsüz bırakılan çürütülen unsurların yığın haline geldiği bir sistem olarak da ifadelendirebiliriz.
Yaşanılan bu genel kriz halinden çıkmanın anahtarı, değişim ve dönüşümün öncü gücü olan kadınların ve gençliğin elindedir. Sözde dünya barışını ve güvenliğini korumak için kurulan BM’nin, Katar’ın başkenti Doha’da düzenlediği toplantıya Afganistan’ı temsilen Taliban gibi kadın düşmanı bir çete yapılanmasını çağırması, hegemon erkek aklının bütün kurumlarıyla kadına karşı hangi düzeyde örgütlendiğinin bir göstergesidir. Hegemon erkek, tüm gücüyle kadına ve kadın şahsında toplumsal değerlere saldırırken, kendi değerlerinden kopan toplum ise bir hakikat yitimini yaşamaktadır. “Hakikatin anlam yitimine uğratılmasına karşın 21. yüzyıl kadın devrimi, insanlığın yeniden hakikatine erişmesi devrimi olacaktır.” Önder Apo’nun bu kadın yüzyılı belirlemesi, krizli dünyayı değiştirme rol ve misyonunun kadın öncülüğüne ait olduğu gerçeği, 2023 yılında yaşadığımız gelişmelerle bir kez daha kanıtlanmıştır. Krizlerin temel hedeflerinden olan kadınlar, 2023 yılında da mücadele içinde olmuş, sokakları ve mücadele alanlarını boş bırakmamışlardır. Değişim, özgürlük ve adalet talepleriyle sokaklarda, kaybettirilmek istenen hakikate ulaşma mücadelesi ve eylemi içinde olmuşlardır. Bununla birlikte sınır tanımadan bir sistem olarak topluma ve kadına saldıran hegemon erkeğe karşı, sınır tanımayan ve demokratik sistem haline gelen bir kadın mücadelesinin zaruriyeti de 2023 yılında karşımıza çıkan temel bir gerçek olmuştur.
Kadınlar, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünde kendi özgürlüklerini görüyorlar
Evrensel bir Önderlik haline gelen Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü, Kürt kadınları başta olmak üzere dünya kadınlarının temel gündemi haline gelmiştir. Hegemon erkek sistem her gün yüzlerce kadını katlederken, Önder Apo “kadın öldürülmemeli, kurtarılmalıdır” diyerek bu katliamlara en anlamlı cevabı teorik ve pratik olarak vermiştir. Bu samimi ve cesur cevabı gören ve hisseden kadınlar ise, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için yürütülen kampanyaların hep en ön saflarında yer almıştır, öncülüğünü yapmıştır.
Bu kapsamda: Kürt İnsan Hakları Çalışma Grubu ve Suriye Önder Abdullah Öcalan’a Özgürlük Girişimi’nin Güney Afrika’da gerçekleştirdiği “Abdullah Öcalan’a Özgürlük, Dünyaya Barış ve İstikrar” konulu konferansta, Önder Apo insanlığın kurtuluş önderi olarak ifade edilmiştir. “Kapitalist moderniteye meydan okumak” konferans serisinin dördüncüsü Hamburg’da “Dünyamızı Geri İstiyoruz” şiarıyla yapılmıştır. Kapitalizmin insanlıktan çaldığı ve her parçasını pazarladığı dünyamızı geri almak için deneyimlerin paylaşılıp ortak mücadele ağlarının örülmesi için yapılan bu çalışmanın her anına Önder Apo’nun paradigması damgasını vurmuştur. Bu anlamda zengin atölye çalışmaları yapılmıştır. Özellikle de jineoloji kapsamında renkli ve etkileyici sunumlar yapılıp paylaşılmıştır. Kim olduğu arayışı içindeyken yolları Jineolojide buluşan kadınlar, köklerine nasıl yolculuk yaptıklarını ve sonuçlarını birbirleriyle paylaşmışlardır.
Fransa’nın Bretagne Üniversitesi’nde Kurdistanlı öğrenciler ve dostları jineoloji konferansı düzenlemiştir. Burada da jin jiyan azadî felsefesi, bunun PKK mücadelesi içinde doğup büyüyen kadın mücadele tecrübesi ve Kürt kadınlarının hegemon sistem tarafından hedeflenmesi gibi önemli konular tartışılmıştır. Yine son olarak Önder Apo’nun paradigmasını benimseyen enternasyonal dostlar tarafından Dünyanın 74 merkezinde 10 Ekim günü başlatılan “Abdullah Öcalan’a Özgürlük, Kürt Sorununa Siyasi Çözüm” hamlesi, Önder Apo’nun kitaplarını okuma kampanyası kadınların güçlü katılımlarıyla gerçekleşmiştir.
Doğaya saldırı kadına karşı saldırıdır, kadına saldırı doğaya karşı saldırıdır
Bununla birlikte yıl boyunca da dört parça Kurdistan’da, Mexmûr ve Şengal’de de Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için kadınlar öncülüğünde sürekli eylemler, yürüyüşler, nöbet eylemleri düzenlenmiş, panel, seminer ve çeşitli etkinlikler gerçekleştirilmiştir. Yine zindanlardaki kadın direnişçiler 27 Kasım’dan itibaren Önderliğin fiziki özgürlüğü için başlatılan açlık grevi eylemine aktif katılım sağlamışlardır.
Önder Apo, “21. yüzyılda iktidarcı-devletçi sistem ile toplum arasındaki temel çelişki cins ve ekolojik çelişkiler olacaktır” belirlemesinde bulunurken, doğaya karşı yürütülen rant savaşını da eko-kırım olarak ifade etti. Yaşananlar tam anlamıyla doğanın kırımı, türlerin yok edildiği bir soykırımdır. Doğal felaketler olarak adlandırılan olaylar ise doğal olmaktan çıkmış, erkek egemen aklın eliyle toplumu teslim almanın araçlarına dönüştürülmüştür. Pozitivizmin pragmatist yaklaşımı doğayı talan ederken, tüm bu kırımı kadın politikalarından bağımsız ele almak mümkün değildir. AKP faşist iktidarının 21 yıllık tarihine baktığımızda, kadın kırımı ile eko kırımın nasıl el ele, at başı gittiği daha iyi görülecektir. Kadın katliamlarının ayyuka çıktığı bu yıl, aynı zamanda zeytinliklerin, ormanların, derelerin, sulak arazilerin rant amaçlı talan edildiği bir yıl olmuştur. Bakure Kurdistan’da Cûdî’den Kato’ya, Fereşîn’den Gabar’a maden ve petrol arama çalışmaları adı altında bu talan devam ettirilirken, halkın arazilere çıkması yasaklanmış ve çeşitli biçimlerde coğrafyadan kültüre, demografiden ekonomiye toplumun yapı taşı olan her şey doğasından çıkarılmak istenmiştir. Toprak işgali ile kadın bedenlerinin işgalini özdeşleştiren ordu, polis ve paramiliter çeteler, kadınlara dönük tecavüz, kaçırma, şiddet, köleleştirme ve öldürme saldırılarını savaşın bir parçası olarak planlı bir biçimde ve sistematik olarak gerçekleştirmektedir. TC faşist devletinin işgali altında olan Efrîn, Serêkaniyê gibi Kurdistan şehirlerinde yüz yıllık ağaçların köklerinden sökülmesi ile kadın ve çocukların tecavüze uğramaları, kadın kırımın ve eko-kırımın nasıl birlikte yürütüldüğünün kanıtı niteliğindedir. Kesilen, sadece bir ağaç olmayıp bir halkın bilinci, belleği ve tarihi olmaktadır. Düşmanın 2015 yılında yüzlerce insanıyla birlikte yakıp yıktığı Sur’da, insanlarımızın kemikleri üzerinde, ‘Mezopotamya Gelinlik’ adı altında defile yaptıran, binlerce Kürt ve Ermeni’nin kemiklerinin atıldığı Newala Qesaba’da -hala hesabını vermediği bu kirli tarih üzerine- TOKİ evlerini inşa ettiren, aynı egemen erkek aklıdır. Katiller aynıdır.
Türkiye şehirleri de bu faşist rantçı iktidarın kurbanı olmuştur. Akbelen ormanlıklarından, Karadeniz’in koruma altındaki yaylalarına kadar her yer saldırıların ve talanın hedefi olmuştur. ‘Kentsel dönüşüm’ adı altında her yerin betonlaştırıldığı, toplumsallığı yok eden mekanlar, inşaat trollerinin elinde bir rant alanı haline getirilmiştir. Ki 6 Şubat depremiyle birlikte yüzbinlerce insanımızın ölümü, bu rant alanının nasıl bir katliam alanı olduğunu çok trajik bir biçimde gözler önüne sermiştir. Toplumsal yapıya ve güvenli bir yaşama uygun olmayan bu yapılar, deprem bölgesindeki kadınların ifadesiyle “kendi mezarlarını satın almaları” anlamını taşımıştır.
Dünyanın akciğerleri olan Amazonlar imara açılarak dünya nefessiz bırakılmış, kuraklık, deprem ve sel felaketleri Avrupa’dan Hindistan’a, Afganistan’a, Endonezya’dan, Fas’a, Kurdistan’dan Türkiye’ye, İran’a kadar birçok ülkede yaşanmış, dünyanın birçok yerinde ağır kayıplarla sonuçlanmıştır. 141 ülkede yapılan araştırmalar gösteriyor ki iklim değişikliği ve doğal felaketlerden en çok kadınlar ölürken, yine bu felaketler karşısında göç etmek zorunda kalanların yüzde 80’ini kadınlar oluşturmaktadır. En son Batman’da yaşanan sel felaketinde, çocuklarını kurtarmak isterken üç çocuğuyla can veren bir anne, bu istatistiklerin son örneklerinden olmuştur.
Tabi bu talan ve kırıma karşı eylemler de kesintisiz devam etmiştir. Akbelen direnişi anlamlı bir direniş olurken, bu direnişin Cûdî direnişi ile birleştirilip büyütülememesi, parçalı ve yerel düzeyde kalması, etkisini azaltmıştır. Bununla birlikte devletin enkaz altında kaldığı Mereş, Semsûr başta olmak üzere deprem bölgelerinde, kazanan toplumun dayanışması olmuştur. Şirnaxlı kadınlar “her evden bir leğen ekmek” kampanyasıyla, mor tırlar ve mor çadırlarla dayanışmayı büyütmüşlerdir. Bu katliamın sebebi olan devletten yardım beklemeden, Mereş’ın Çıqlê mahallesinde “yas değil mücadele zamanı” denilerek, birbirine yakın üç mahallede ortak dayanışmayla komünal yaşam örgütlenmiştir. Önder Apo’nun özgürlük paradigmasıyla gelişen Rojava ve Şengal gibi devrim alanlarımızda kadınlar öncülüğünde; 4 Nisan, 15 Ağustos ve 27 Kasım gibi Kürt halkı için yeniden doğuşun ifadesi olan günlerde ağaçlar dikilerek, her ağaçla bir umut yeşertilmek istenmiştir. Rojava’nın Dêrazor şehrinde ise kadınlar, Arap ve Kürt kültürlerine uygun bir biçimde, toplumsallığın, sağlığın ve güvenliğin mekanı olan kerpiç evlerin yapımını üstlenerek, betonlaşan dünyaya meydan okumaya devam etmişlerdir. Tüm bunlar devlete rağmen ve devlete karşı toplumun kazandığı anlamlı eylemlerdir.
En son Belçika’da çoğunluğunu kadın ve gençlerin oluşturduğu yüzbinlerce insan “İklim krizi, insan hakları krizidir” diyerek sokaklara çıkmışlardır. Yine yıl boyunca dünyanın farklı yerlerinde “yaşayacağımız başka bir dünya yok, dünyamızı kurtaralım” sloganıyla eylemler, paneller, konferanslar gerçekleştirilmiştir. Doğa için, yaşam için her eylem çok değerli, çıkan her ses çok anlamlıdır, ancak bundan daha önemlisi bu dinamiğin hegemon sistemin ve pozitivizmin parçalayan tuzağına düşmemesidir. Ekolojik mücadelede sadece endüstriyalizme karşı mücadele etmek yetmez, eş zamanlı ya da paralel bir biçimde kapitalist modernitenin tüm ayaklarına karşı da mücadele etmek gerekir. Bu nedenle ekolojik mücadele kadın mücadelesi ile bütünlüklü yürütülmelidir. Hegemon sistem nasıl ki kadın ve ekolojik kırım savaşını bütünlüklü yürütüyorsa, buna karşı çözüm mücadelesi de bütünlüklü ele alınmayı gerektirmektedir. Soruna sadece ağaçların kesilmesi, suların kirletilmesi, hayvanlara yaşam alanlarının bırakılmaması çerçevesinden bakmak ve ekolojik mücadeleyi sadece bu cepheden yürütmek, mücadeleyi daraltır ve asla köklü bir çözümü getirmez. Toplumu demokratikleştirme ve kadını özgürleştirme mücadelesi verilmeden ekolojik krize çözüm bulmak imkansızdır. Bu nedenle kadın ve ekolojik mücadele alanları, birlikte yürütülmesi gereken iki can alıcı mücadele alanı olmaktadır.
AKP-MHP faşist rejiminin elindeki dinci ve milliyetçi silah, önce kadınları ve çocukları vuruyor
Ortadoğu’nun geneline hakim olan siyasi çizgi dincilik olurken, bu dincilik en fazla kadını cenderesi altına almıştır. Dincilik bir iktidar ideolojisi olarak şekillenirken, iktidarla bozulmamış olan din ve inanç ise toplumsal bir anlam ve değere sahiptir. Dincilik, gerçekten dine inanmayı değil, menfaati için onu kullanmayı ifade eder ki AKP-MHP faşist rejimi dahil tüm iktidarların din adına yaptıkları dincilikten, yani dini kullanmaktan başka anlam taşımamaktadır. İktidar, dincilik yoluyla ahlaki ve politik toplumu eşitlikçi, adaletli ve çoğulcu özünden boşaltıp, homojen bir toplum oluşturmayı hedefler. Bu kirli hedeflerini gerçekleştirmek için dini çok kötü biçimlerde kullanır. Dinin hakikatlerini çarpıtarak özellikle kız çocuklarını daha çocuk yaşlarda erkek egemenliğine, iktidar ve devlete göre şekillendirmeye çalışır. Beş yaşındaki kız çocuğunun saçını kapatma, kuran kurslarına giden dokuz-on yaşlarındaki kız çocuklarını evlendirme, bu hedef doğrultusunda gerçekleşir. Üstelik tüm bu yapılanlara bilimsel kılıflar da uydurulur. Örneğin Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde sözde Öğretim Üyesi olan Dilaver Selvi, buluğ çağına girmemiş kızların ailelerinin rızası ile evlendirilebileceğini; şefkat tokadının kadını, cehennem yolundan cennetin yoluna çekeceğini söyleyerek erkek şiddetini meşrulaştırmakta, kadını tam bir mülk olarak sunmaktadır. Bu, dinin menfaat için kullanılmasından başka hiçbir şeyle ifade edilemez.
2023 yılında kadına, çocuğa, doğaya yapılan tecavüzler, yaşamın mihenk taşı olan her şeyin faşizmin hedefinde olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Çocuklar, bir toplumun geleceği oldukları kadar, geçmişi ve belleğidirler. AKP-MHP faşist iktidarı bu toplumsal gerçekten hareketle camiler, kuran kursları ve okullar da dahil, devletin tüm kurumlarında çocukları hedef almış, neredeyse taciz ve tecavüz edilen çocuk haberlerinin gelmediği bir gün bırakmamıştır. Bu haberlerin yaşamın bir rutini haline getirilmeye çalışıldığı, faillerin cezasız kalmalarından daha iyi anlaşılmaktadır. Ensar vakfında 45 çocuğa cinsel istismar suçundan yargılanan Asım Sultanoğlu’nun Urfa il Milli Eğitim Müdürü olarak atanmasını kabul etmeyen Emine Gizem Çetiner’in Urfa Milli Eğitim Müdürlüğü önünde oturma eylemi başlatması çok anlamlı olmuştur. Ancak böylesi eylemlerin diğer kadınlar ve kadın örgütlenmeleri tarafından daha fazla sahiplenilmesi, desteklenmesi, eylemin büyütülmesi gerekirdi. Bunu geliştirememek, mücadelede parçalılık, kopukluk ve süreksizlik yaratmaktadır. Boşluk kabul etmeyen bu sistemde, kadınların direnişi örgütlü bütünlükle kelebek etkisi yaratacak güçteyken, yaşanan her parçalılık, kopukluk ise boşluk yaratmakta, bu boşluk da egemen erkek saldırılarıyla doldurulmaktadır.
Bakurê Kurdistan ve Türkiye’de son on yılda resmi rakamlara göre 302 bin 159 kız çocuğu evlendirilmiştir. 15-17 yaş aralığında 7 bin 73 kız çocuğu doğum yapmıştır. AKP iktidarı döneminde 19 yaş altındaki hamile sayısı 2 milyonu aşarken, 15 yaşından küçüklerin doğum sayısı ise 21 bin 87 olmuştur. Artan yoksulluğun da zemini güçlendirmesiyle birlikte birçok aile yoksulluğunu kız çocuklarını evlendirerek düzeltmeye çalışmıştır. Buna bir de devletin teşvik politikaları eklenince, çocuk evlilikleri 2023 yılında daha da artmıştır. Başûr ve Irak’ta ise, askeri harcamalara ayrılan bütçenin sadece yüzde 3’ü sosyal yardımlara ayrılmış, kadına ve kız çocuklarının eğitimine ise bütçede hiç pay verilmemiştir. Bu da buralarda çocuk yaşta evlilikleri tetiklemiştir. Her yıl 1,5 milyon kız çocuğunun evlendirildiği Hindistan’da BM raporuna göre toplam sayının 220 milyon olduğu tahmin edilmektedir. Hakikatinden kopan ve iktidarlaşan dincilik, etkili olduğu coğrafyalarda bu tarzda ağır sorunlara yol açmaktadır.
AKP-MHP faşizmine karşı kadınların mücadelesi çeşitli biçimlerde gelişir iken, bu mücadeleyi bastırmak için sürekli tutuklamalar, gözaltılar, işkence ve dayak devlet şiddeti olarak uygulanmaktadır. Hak mücadelesine karşı hiçbir tahammülü olmayan faşist rejim, hukuku kadınları cezalandırma silahı olarak kullanmaktadır. Genel dünya rakamlarına oranla en fazla kadın siyasi tutuklu ve hükümlü Türkiye zindanlarında mevcuttur. Yıl içinde zindanlar, özellikle de tutuklu ve hükümlü kadınlar için tam bir işkence haneye dönüştürülmüştür. İmralı tecridi ile paralel bir biçimde adeta kadın özgürlük mücadelesinden intikam alırcasına kadın tutsakları yıldırmak, teslim almak için her türlü baskı ve işkence uygulanmış, pişmanlık dayatmaları gelişmiş, ancak kadınlar onurlu direnişlerini sonuna kadar yürütmüşlerdir. En son 27 Kasım tarihiyle birlikte Önderliğin fiziki özgürlüğü için başlatılan açlık grevi eylemine katılımlarıyla da bu direnişlerini daha üst bir aşamaya ulaştırmışlardır.
Kadın basını sürekli biçimde faşist devletin hedefinde olmuş, bu doğrultuda birçok kadın gazeteci sürekli baskı, gözaltı, tutuklama saldırılarıyla karşı karşıya kalmıştır. Saldırılar karşısında örgütlü bir duruş içinde olmuş, basın şehidi olan Gurbetelli Ersöz’ün şehadet günü olan 7 Ekim gibi anlamlı bir günde Mezopotamya Kadın Gazeteciler Derneği’ni kurmuşlardır. Bu adım, hakikatleri kadın bakış açısıyla ele almayı, kadın bilincini geliştirmeyi esas alan örgütlü kadın basın çizgisini derinleştirmede önemli bir adım olmuştur.
AKP-MHP faşizmi Kürt çocuklarını devşirerek Kürt soykırımını tamamlamayı hedefliyor
6 Şubat 2022 yılında yaşanan deprem sonrası resmi rakamlara göre 150 kayıp, 244 kimliksiz, bin 464 refakatsiz çocuk var. Bu çocuklardan birçoğu daha sonra takkeli halde, tarikat evlerinde namaz kılarlarken ortaya çıkmıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı din işleri yüksek kurulunun bu çocuklar için “onlar öz evlat olmadığından evlenme engeli yoktur” biçimindeki açıklaması, devletin kirli planlarının beyanı olmuştur. Kendi şehirlerinden ve kültüründen uzak, başka ailelere verilen çocuklar, koruyucu aile adı altında asimile edilmektedir. Kundaktaki bebeklerin kaçırıldığı görüntülerse; Osmanlı’nın işgal ettiği topraklardaki çocukları sultana sadık birer asker olarak yetiştirdiği devşirme sisteminin, AKP-MHP faşist iktidarı tarafından deprem bölgesindeki Kürt ve Alevi çocuklarına karşı uygulanmasının kanıtıdır. Devletin, Kürt çocuklarını devşirerek kendi kültürüne yabancı, halkına düşman bir nesil yaratmak istediği bir kez daha açığa çıkmıştır. Bilinçleri körleşmiş ve alıklaşmış bir gençliği kendi ajan sistemi için en ideal asker olarak gören AKP-MHP faşizmi, uyuşturucu ağını dört parça Kurdistan’da örgütlemeye çalışmaktadır. Amed’te HDP Çocuk Komisyonu’nun araştırmasına göre uyuşturucu bağımlılık yaşı 9’a kadar düşerken, 12 yaşındaki çocuklara ilişkin kayıtlarda ise yüzde 100 artış yaşanmıştır. Colemerg merkez ve ilçelerinde 2023 yılının son 9 ayında intihar eden 21 kişinin (ki çoğu kadındır) yakınları, devletin üniformalı güçlerinin çocuklarını uyuşturucuya alıştırdıklarını belirtmişlerdir.
Kurdistan’da devlet, insanlarımızın kendilerini ve çocuklarını koruması gereken faşist bir kurumdur. Halkımızın, bazı mahallelerde nöbet tutarak devletin bu kirli oyunlarını engelleme çalışmaları çok anlamlı olmakla birlikte, gençlerin bilinç kazandıkları, tavır koydukları, öz savunmalarını geliştirdikleri örgütlü çalışmalar kadınlar tarafından geliştirilmelidir.
İnsan, toplumsal bir varlık ise insanın içinde bulunduğu topluma ihanet etmesi, toplumsallıktan kopması ve yalnızlaşması anlamına gelir. Toplumundan kopmak; ahlaki ve vicdani değerlerden kopmak, yani insanlıktan kopmaktır. Özellikle genç kızlarımız bu ajan ağlarının kurbanı olurken, umudun ifadesi olan gençlerimizi ve çocuklarımızı üniformalı katillerin ajan ağlarından korumak en başta biz kadınların sorumluluğundadır. Çünkü devlet, geleceğimiz ve toplumsal hafızamız olan çocuklarımıza, genç kızlarımıza el atarak Kürt soykırımını tamamlamak istemektedir. Sevgisizce, ahlaktan ve vicdandan uzak ortamlarda, Kürt kanı dökmeye ant içerek eğitilen devletin polisinden, askerinden, korucusundan, üniformalı memurlarından sevgi ve aşk beklemek, buna inanmak deyim yerindeyse kendi mezarını kazmaktır. Bu sistem, aşkı ve sevgiyi katlederek, kirleterek beslenmektedir.
Dersim’de Sevgi Evleriyle, İstanbul’da İnsana Değer Veren Dernekler Federasyonu’yla, Iğdır’da TÜGVA ile, “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum” adı altında, tüm okullara soktukları tarikatlar yoluyla, çocuklarımız ve genç kızlarımız AKP-MHP faşist iktidarının, sürekli soykırım saldırıları altında tutuluyor, katlediliyor. Meclis kadın-erkek fırsat eşitliği komisyonu 8 Mart 2023 toplantı raporuna göre, AKP iktidarı boyunca 7 bin 990 kadın erkekler tarafından katledilirken, faillerinin birçoğunun AKP-MHP faşist iktidarıyla ilişkileri olduğu birçok fotoğraf karesiyle belgelenmiştir. Hevrîn Xelef’i katleden, başta BM olmak üzere birçok kurum ve kuruluş tarafından terör listesinde yer alan katil Ebu Şeqra, Mardin Artuklu Üniversitesi’nden diploma alırken, Şengal’den kaçırılan 3 kız çocuğu Ankara’da ikamet eden çeteler tarafından fidye karşılığında ailelerine verilmiştir. Ve onlar gibi çete olan birçok kişi seçimlerde oy kullanmıştır. Tüm bunlar, kadın ve yaşam düşmanı DAİŞ ile AKP-MHP faşizminin aynı ideolojik kaynaktan beslendiklerinin açık göstergesidir. Mayıs ayında yapılan seçimlerde hizbi kontra örgütün yeni adı olan HÜDA-PAR gibi katliamcı bir partiyle kadınların kazanımları üzerinden kirli ittifaklar yapılmıştır. En fazla kürsüye sahip olan faşist bloğun en az kadın vekil çıkarması, AKP-MHP faşist ittifakının kadını yok sayan politikasının aynası olmuştur. Yeşil Sol Parti ise kadın büroları ve kadın mitingleriyle sürecin en coşkulu ve renkli eylemlerini gerçekleştirirken, en fazla kadın vekil temsilini geliştirmiştir. Seçimlerde hedeflenen sonucun alınmamasından sonra başlatılan özeleştiri sürecinde, kadın toplantılarıyla kadınların eleştirilerinin dinlenip, çalışma rotası oluşturulması olumlu bir atmosfer yaratmıştır.
Bu faşizan saldırılara karşı kadınlar 25 Kasım Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü’nde renkli eylemleriyle Bakur’dan Başûr’a, Rojava’dan Rojhilat’a, Şengal’den Mexmûr’a, Türkiye’den Avrupa’ya alanları doldurmuş, çeşitli eylem ve etkinlikler geliştirmiştir. Hegemon erkeğin her şeyi renksizleştiren saldırılarına karşılık kadınlar, “renkler zenginliktir ve birlikte güçlüyüz” diyerek sokaklara çıkmışlardır.
Feodal baskı altında yaşamaya mahkum edilen kadınlar, bu baskı duvarlarını kırmak istediklerinde egemen erkek tarafından katledilmekte ve kayıtlara “kendisini yaktı” diye geçirilerek davaların üzeri erkek lehine kapatılmaktadır. Resmi rakamlara göre Başûrê Kurdistan’da 15 bin 897 şiddet vakası yaşanmıştır. Faillerin ceza almamaları, haberlere getirilen yasaklar ve sosyal medyanın kadını düşüren, şiddete özendiren kadın karşıtı politikası, bu rakamların her geçen gün artmasına neden olmaktadır. Türk sömürgeciliğinin bir vilayetine dönüşen Hewlêr’de, gece kulüplerinde kız çocukları ve kadınlar fuhuşa sürüklenmekte, tam bir cinsel meta olarak kullanılmaktadır. Hewlêr, hem kendi halkına ihanet temelinde Türk işgalci sömürgeciliğinin ve hem de kadına ihanet temelinde hegemon erkek sömürgeciliğinin merkezi konumuna getirilmiştir. DAİŞ katliamından kaçarak bazı kamplara yerleşen Êzidî halkı ve Êzidî kadınları, aynı DAİŞ’in tecavüz uygulamalarına maruz kalmaktadır. Bir Türk akademisyen, özellikle mülteci kamplarında Kürtlerin (esas olarak çocuk ve kadınların) kurslar üzerinden Türkiye tarafından dindarlaştırıldıklarına dair ciddi bulguları ortaya koymaktadır. Başûr’un bu halde olmasında faşist sömürgeciliğin etkisi çok büyüktür. Başûr’da ülke toprakları her gün işgalcilerin saldırıları altında, tüm zenginlikler bir avuç diktatörün çıkarlarına kurban edilir iken sessiz kalan kimi erkekler; Silêmanî’de kısa etek giydiği gerekçesiyle genç bir kızı dakikalarca hakaret ederek kovalamışlardır. Bir kadının recm edilmesini andıran bu görüntülerde, tek egemenlik alanı olarak kadını gören, ama devlet ve sömürgecilik karşısında tükenmiş ve çaresiz kalan erkek gerçekliği açığa çıkmaktadır.
Öte yandan yıllardır mülteci olarak yaşayan, ancak bu zorlu ve mülteci yaşamı özgür yaşam alanına, kadın devrimi alanına dönüştüren Mexmûr’da kadınlar, Güney’de geliştirilmek istenen iradesiz toplum-iradesiz kadın gerçeğine karşı alternatif mücadelesini çok yönlü olarak yürütmüştür. Gerek KDP ve TC’nin saldırılarına, gerekse de Irak devletinin baskı politikalarına ve uygulamalarına karşı Mexmûr halkı kadınlar, analar öncülüğünde etkili bir mücadele yürütmüşlerdir. Kendini yönetme ilkesini sonuna kadar sahiplenerek, dışarıdan dayatılan her türlü teslimiyetçi, ihanetçi politikalara karşı kendi öz örgütlülüklerini koruyup geliştirmişlerdir.
Rojhilatê Kurdistan’da kadınlar onurlarından taviz vermediler
Rojhilatê Kurdistan’da, Jîna Emînî’nin katledilmesinin ardından gelişen jin jiyan azadî serhildanları da İran özgünlüğünde gelişen cinsiyetçi, dinci ve milliyetçi rejime karşı gelişmiş, 2023 yılında da bu isyan devam etmiştir. Küçük kız çocuklarının kefiyelerini atıp özgürlüğü muştulayan sesleriyle Jin, Jiyan, Azadî sloganını haykırmalarına tahammül edemeyen İran devleti, eylemlerde yerini alan 70’den fazla çocuğu katletmiş, yüzlerce isyancı kadını ve erkeği tutuklamış, işkenceden geçirmiş, bazılarını idam etmiştir. Yılın ilk dokuz ayında en az 52 kadın ve çocuk ise namus adı altında katledilmiştir. Yine rakamlara göre her dört günde bir kadın katledilmiş, birçok gazeteci, oyuncu, doktor, öğretmen, işçi, öğrenci yüzlerce kadın tutuklanmıştır. İran bu yöntemle kadınların dünyaya açılan seslerini keseceğini, iradelerini bastıracağını hesaplarken, kadınlar korkusuzca seslerini yükseltmeye devam etmektedirler.
3 Ağustos 2014 tarihinde DAİŞ’in Şengal’e
saldırmasıyla birlikte Êzidî halkının, kadınlarının ve çocuklarının yüzlerindeki mağduriyet ve çaresizlik insanlığın belleğine silinmezcesine kazınmıştı. Ancak görkemli bir direniş bu çaresizlik hafızasını değiştirebilirdi. Ve nitekim başlangıçta YJA Star, YPJ güçlerinin direnişi, ardından Şengal kadınlarının öz savunma gücü olan YJŞ gücünün, Êzidî analarının, kadınlarının direnişi, çaresizliği silip yeni bir özgürlük hafızası yaratmıştır. Êzidî kadınları kendi kendini yönetmeyi esas alarak Ortadoğu’da yeni bir direniş tarihi yazmıştır. Önder Apo’nun özgürlük felsefesiyle tanışan Êzidî kadınları, katliamların yarattığı mağduriyet psikolojisini, yılgınlığı aşmış; özgün örgütlenme, komün, meclis ve öz savunma birlikleri olan YJŞ ile Ortadoğu kadınlarına umut ve ilham olmuşlardır. Aynı hegemon erkek sisteminin mağduru olan Arap kadınlarıyla birlikte mücadeleyi büyüten Êzidî kadınlar, nisan ayında Şengal’de TAJE öncülüğünde “Bi Jin Jiyan Azadî Re Ber Bi Şoreşa Jinê Ve” sloganıyla konferans gerçekleştirmiştir. Şengal’in özgürlüğü, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü, mülteci kamplarında olan Êzidîlerin geri getirilme çalışmaları ve esir olan kadınların bulunmaları, konferansın önemli kararlaşmalarını ifade etmiştir. Ayrıca Şengalli Arap kadınlar, kendileri için yeni yaşamın umudu olarak ifade ettikleri Önder Apo’ya mektup yazma kampanyası yürütmüşlerdir.
KJK’nin, DAİŞ’in Şengal’e saldırdığı 3 Ağustos ve Taliban’ın Afganistan’da yönetime el koyduğu 15 Ağustos tarihleri arasında Êzidî ve Afgan kadınların desteklenmesi amacıyla başlattığı “Hegemon Erkek Saldırılarına Karşı Êzidî ve Afgan Kadınların Yanındayız” kampanyası büyük bir coşkuyla sahiplenilmiştir. Bu hamle, Ortadoğu başta olmak üzere tüm dünya kadınları arasındaki mesafeyi kaldırmak açısından önemli olmuştur. Farklılıklarımızla birlikte ortak mücadele etmemiz gereken bir hegemon erkek sisteminin olduğu hakikati daha görünür bir düzeye gelmiştir. Bu anlamda kadın hareketlerini birleştiren ve daha güçlü bir mücadele ağının örülmesine katkılar sunan bir kampanya olmuştur.
Yine bu kampanya çerçevesinde Reqqa’da kadın örgütleri tarafından “Kadın Soykırımına Karşı Özgür Yaşamı Yaratalım” sloganı ile iki günlük forum, TAJE öncülüğünde Silêmanî’de farklı kesim ve inançların katıldığı bir konferans düzenlenmiştir. Kadınların kendi topraklarında, kendi kimliği, varlığı ve özgür kültürüyle yaşaması, fermanlara karşı kadın mücadelesinin büyütülmesi ve seslerini dünyaya duyurmaları gerektiği vurgusu yapılmıştır. Sanal medyada Türkiye, Avrupa, Ortadoğu ve Kurdistan’dan birçok kişi ve kurumun katıldığı, “AfghanAndEzidiWomenAreNotAlone” başlığıyla hashtag kampanyası başlatılmıştır.
Afgan kadınları da Şengalli kadınlara; “savaşan yoldaşlara devrimci selamlarla, Amerikan emperyalizminin uşakları olan Taliban’ın dini faşizmine karşı mücadele ediyoruz. İranlı kadın kahramanların yükselişinden ve Kurdistan Hareketinden aldığımız ilham ve güçle el ele mücadele etmekten gurur duyuyoruz. Siz değerli kız kardeşlerimize sonsuz sevgilerimizle” içeriğini taşıyan bir mesaj göndermişlerdir. Fransa’dan feminist kadınlar, Afganistan Devrimci Kadın Birliği (RAWA), Ortadoğu ve Kuzey Afrika Demokratik Kadın İttifakı (NADA) hamleye olan desteklerini açıklamışlardır.
YJA Star, kadın soykırımına karşı özgür kadın iradesini zirvede temsil etti
Geçen yılda kadın özgürlük mücadelesi açısından en büyük kazanım; YJA Star güçlerimizin devletlerin bile karşılayamayacağı bir yoğunluktaki savaşta profesyonel bir tarz ve eşsiz bir irade ile yerini alması ve bu savaşta öncü rolünü oynaması olmuştur. Bu yıl, kadın ordulaşma tarihi otuzuncu yılını doldurmuştur. YJA Star, bu otuzuncu yıla layık olacak bir biçimde savaşta ve özgür yaşamda katılım göstermiş, erkek egemenlikçi ordulara, devletlere, politikalara ve özel savaş saldırılarına karşı nasıl güçlü bir tutum ve mücadele içinde olunacağını ortaya koymuştur. Örnek alınacak çizgisel bir duruş sergilemiştir. Kurdistan’da soykırımcı ve kadın kırımcı saldırılar karşısında nasıl bir kararlılık içinde olunması gerektiğini çok net bir biçimde ortaya koymuştur. Bu duruş ve çizgi, 2024 yılına da yön ve doğrultu veren öncü niteliğindedir. Özgürlükte kararlaşan, kendini örgütleyen ve öz savunmada profesyonelleşen kadının, en büyük ordulara, savaş teknolojilerine karşı nasıl güçlü savaşabileceğini çok açık bir biçimde kanıtlamış, gözler önüne sermiştir.
Önderliğin fiziki özgürlüğü hamlesi ve genç kadınlara dönük hamle çerçevesinde aktif bir mücadele süreci geliştirmişlerdir. Özellikle Önderlik paradigması ve özgür kadın öğretisi temelinde bilinçlenme, çalıştay, konferans, kültürel, sportif vb biçimlerde çalışmaları çok yönlü olarak pratikleştirmişlerdir. Özel savaşın en odaklandığı kesim, genç kadınlardır. Bunun bilincinde olarak hem özel savaşı boşa çıkarma ve hem de genel anlamda genç kadınlarda cins bilincini, özgürlük ve örgütlenme bilincini geliştirmek üzerinden yoğun eğitim, bilinçlenme faaliyetlerini yürütmüşlerdir. Bununla birlikte genç erkeklere dönük de eğitim çalışmaları geliştirmişlerdir. Önderlik paradigmasını, kadın devrimi, Önderliğin kadın yaklaşımını genç kadınlarla tartışmış, bunun üzerinden var olan cinsiyetçi gelenek ve politikalar konusunda bir bilinçlendirme geliştirmeyi hedeflemişlerdir. Bu hamle sürecinde genç kadınların geçmişe oranla daha zengin yöntemler geliştirdiğini belirtmek gerekir. Bu açıdan olumlu bir açılım yapmışlardır, ancak her türlü saldırının zirvede olduğu böylesi bir zaman diliminde elbette ki daha da güçlendirmek gerekmektedir. Daha geniş kesimlere yayılmak, daha etkileyici sonuçları açığa çıkarmak, Kurdistan’dan başlayarak Ortadoğu’da ve dünyada gençliği uyandıracak, ayağa kaldıracak ve harekete geçirecek ortak dinamiği yakalamak çok önemlidir.
Her kadın bir parça için değil, bir kadın dört parça için çalışacak
Kurdistan’da uygulanan bu özel savaş politikaları Kürt kadınları için birer mücadele gerekçesi olmuş ve kadınlar bu gerçekten hareketle her günlerine büyük direnişler sığdırmışlardır. Kurdistan’ın ve Kürt halkının parçalanması anlamına gelen Lozan Antlaşması’nın 100. yılında, Kürt kadınları da Lozan’ı Kürt kadınlarının parçalanması olarak ifade edip buna karşı tutumlarını ortaya koymuşlardır. Yüz yıllık sömürge anlaşması olan Lozan, Kurdistan’ın her parçasında farklı düşman politikalarının, soykırımcı özel savaş uygulamalarının geliştirilmesinin bölgesel ve uluslararası kaynağı konumundadır. Elbette ki her parçalanma, Kürt toplumunun ve Kürt kadınlarının, Kürt sosyolojisinin, yaşamanın parçalanmasını ifade etmiş, Kürt kördüğümünün gelişimine neden olmuştur. Kürt kadınları, yüzüncü yılında Lozan’ın bu gerçekliğini kabul etmediğini, kendi iradesi ile demokratik ve ulusal çözümü geliştirme iddiasına sahip olduğunu farklı etkinliklerle ortaya koymuştur. Bu doğrultuda Kürt Ulusal Kadın Konferansı’nın toplanmasına zemin hazırlama amacıyla; Kuzey ve Doğu Suriye’de Kongra Star, PYD Kadın Meclisi ve Suriye Gelecek Partisi Kadın Meclisi “Lozan’daki bölünmüşlüğü ve soykırımı, kadınların gücü ve dayanışmasıyla yenelim” sloganıyla bir araya gelmiştir. Çalıştaya Lübnan, Irak, Güney Afrika, Ürdün ve Mısır’dan aktivist ve siyasetçiler katılırken, Ulusal Kürt Kadın Kongresi’nin kurulmasına, Ortadoğu çapında kadın konfederasyonunun geliştirilmesine dönük bazı kararlar alınmıştır. Bakur’da TJA, “Kadınlar 100. yılda Lozan’ı Tartışıyor” sloganıyla bir çalıştay düzenlemiştir.
Birleşik Kürt Kadın Platformu dört parça Kurdistan’da kadınların birliği için önemli bir adım atarak, Hewlêr ve Silêmanî’de siyasi parti temsilcileri, sivil toplum örgütleri ve birçok kadınla görüşmeler yapmıştır. Dört parçada da sorunların kaynağının sömürgecilik ve erkek egemen zihniyet-sistem olduğu, bunu aşabilmek içinse Kürt kadın birliğinin sağlanması gerektiği vurgulanmıştır. “Kürt kadınlarının birliği ile Kürt halkının birliğini sağlayabiliriz” denilerek, “her kadın bir parça için değil, bir kadın dört parça için çalışacak” vurgusu yapılmıştır. 2024 yılı açısından da temel doğrultumuzu ifade eden bir vurgu olmuştur. Bunlarla birlikte Rojava’dan bir kadın heyeti Başûrê Kurdistan’a ziyaret gerçekleştirmiş, bu ziyaretle Rojava’da yaşanan kadın devrimi tecrübelerinin Kurdistan’ın her yerine yayılması hedeflenmiştir. Yine Bakur’dan bazı kadın heyetlerinin Başûr’a gelmesi, Bakur’da yıllardır büyük bedellerle gelişen Kürt kadınının oluşan örgütlü mücadele geleneğinin Başûr’daki kadın hareketleriyle paylaşılması, Kürt kadınları arasında yaratılan parçalanmayı ortadan kaldırmak açısından önemli adımlar olmuştur. Ancak bu adımların ve girişimlerin daha örgütlü ve süreklileşen bir düzeye kavuşması çok önemlidir, çünkü sürekliliğini sağlayamayan bir ilişki ve örgütlenme kendini dağılmaktan kurtaramaz ve başarıya ulaşamaz. Bu nedenle 2024 yılının Kürt ulusal kadın mücadelesinin daha üst düzeye ulaştırılacağı bir yıl olarak ele alınması önemli olmaktadır.
Dünya Demokratik Kadın Konfederalizmi
2023 yılı Kurdistan, Ortadoğu ve dünyada savaşların yoğunlaştığı bir yıl olmuştur. Devam eden Rusya-Ukrayna Savaşı, Kurdistan’da yürüyen soykırımcı savaşın peşi sıra gelişen İsrail-Hamas Savaşı’yla birlikte hegemon erkek sistem tüm kirliliklerini bir kez daha gözler önüne sermiştir. Hem bizzat alanda savaşan düşman güçler ve hem de bu savaşın çeşitli biçimlerde tarafı olan -başta TC olmak üzere- bölgesel ve uluslararası güçler, Filistin ve İsrailli toplumun, kadınların, çocukların varlığı ve geleceği üzerinde en kirli siyasi ve ekonomik çıkarlarını konuşturmuşlardır. En ağır acıyı Filistinli kadınlar ve çocuklar yaşamıştır. Savaşın genel bilançosu çok ağırdır. Yirmi bine yakın insanın ölümü, bir şehrin yerle bir olması, yaşamın tam bir cehenneme çevrilmesi, fakirlik, açlık, yoksulluk ve kimliksizliğin dayatılması korkunç bir düzeydedir. Milliyetçilik ve dincilik bölgesel ve uluslararası çapta el ele vererek, cinsiyetçiliği de içine katarak Filistin halkı ve kadınları şahsında Ortadoğu halklarına ve kadınlarına saldırmaktadırlar. Etkileri bölgesel ve küreseldir. Ulus-devletçilik bu savaşın temel nedeniyken, sözde çözüm adına da İsrail ulus-devletine ek olarak Filistin ulus-devleti önerilmekte, gündemleştirilmektedir. Daha fazla savaş, milliyetçilik, dincilik ve cinsiyetçilik anlamına gelecek bu ‘çözüm’ projelerine karşı çıkmak, demokratik ulus çözümünün İsrail-Filistin sorununa uygulanması en anlamlı ve radikal çözümü ortaya çıkaracaktır. Başta Filistinli kadınlar olmak üzere kadın hareketleri olarak bu kördüğümü çözecek ve bölgede halklar ve kadınlar açısından anlamlı bir yaşamın yolunu açacak perspektifle mücadele vermek çok büyük bir önem arz etmektedir. Filistin kadınları buna öncülük edebilecek bir direniş mirasına sahiptir, önemli olan Filistin-İsrail meselesinde hegemon sistemin milliyetçi ve dinci tuzaklarına düşmeden üçüncü çizgide demokratik ulus ve demokratik konfederal sistem öncülüğünü geliştirebilmektir.
Savaşın yanı sıra Ortadoğu’da hegemon erkek zihniyeti, kadın düşmanı yasaları değiştirmemekte ve erkeği korumakta ısrarcı iken, kadınlar da kadın yüzyılı olan 21.yüzyılda bu yasalarla yaşamamaya kararlıdırlar. Kadınların tepki ve mücadeleleri sonucunda Lübnan, Tunus, Fas, Mısır, Filistin, Ürdün ve son olarak Bahreyn gibi Arap ülkelerinde tecavüzcülerin cezadan kurtulmak için mağdurla evlenmesine izin veren yasal maddelerin iptal edilmesi, sistem içi de olsa kadın kazanımları açısından önemli olmuştur. Şam rejiminin yasaları ise hala bu evliliklere onay vermekte ve kadına karşı şiddeti cesaretlendirmektedir. Buna karşı Kürt, Arap, Süryani, Ermeni, Keldani, Türkmen ve Çerkesler’den oluşan 52 kadın örgütünün birlikte çalıştığı Kuzey ve Doğu Suriye Kadın Meclisi, toplumsal cinsiyet eşitliğini ve kadın haklarını desteklemek için toplumsal bilinci dönüştürecek kadın yasaları çıkararak erkek-devlet yasalarına karşı mücadelede pratik adımların sahibi olmuştur.
2023 yılı Ortadoğu kadınları açısından zorlu ve mücadeleyle geçen bir yıl olmuştur. Ortadoğulu kadınlar yıl içinde ortak zeminlerde buluşarak sınırlara, ulus-devlet milliyetçiliğine, din, dil, ırk ayrımına meydan okumuşlardır. İlk kez Türkiye’de yapılan Dünya Kadın Yürüyüşü toplantısına 4 kıtadan 65 ülkenin temsilcileri ve Türkiye ve Bakurê Kurdistan’ı temsilen TJA üyeleri katılmıştır. Kriz yaratan hegemon erkek sistemine karşı kadınlar; ulus ötesi şirketlere karşı müştereklerin savunulması, feminist ekonomi, gıda egemenliği, agro-ekoloji, bedensel ve cinsel özerklik, barış, sivilleşme gibi dünyanın geneline yayılan sorunlara cevap bulmak için tartıştılar.
İnsanlığa beşiklik etmiş, kadın devriminin kutsal toprakları Ortadoğu, iki yüzyıldır ulus-devlet savaşlarının cenderesinde tutulmakta, toplumlar ahlaki ve politik özünden kopartılıp baş aşağı gidiş sürecini yaşamaktadır. Kadınlar ise buna karşı bu kutsal toprakları tekrar kadın devriminin boy verdiği ve buradan tüm dünya kadınlarına yayıldığı bir mekan olarak inşa etmeye kararlıdır. Bu anlamda 2023 yılı Ortadoğulu kadınların ortak zeminlerde buluşup, yaşadıkları deneyimleri ve kazandıkları tecrübeleri konferans, panel ve seminer gibi birçok etkinlikte paylaştıkları bir yıl olmuştur. Beyrut’ta, Tunus, Ürdün, Irak, Lübnan, Sudan, Türkiye, Filistin, Mısır, Suriye, İran, Şengal ve Kuzey ve Doğu Suriye’deki kadın kuruluşlarından 80 delegenin katıldığı “Jin Jiyan Azadî’nin izinde” sloganıyla Kadın hareketleri deneyimleri konferansı düzenlenmiştir. Konferans, Kadın Yaşam Derneği, Newroz Derneği ve NUN -Önder Abdullah Öcalan’a Özgürlük İnisiyatifi- tarafından ortak düzenlenmiştir. Konferansta, Önder Apo’nun kadınların yaşamın her alanında eşit temsiliyetinin oluşması için geliştirdiği eş başkanlık sisteminin demokratik siyasetteki rolü, kadının özerk örgütlülüğünün özgürlüğü üzerindeki etkisi ve öz savunma gibi konular tartışılmıştır.
Bununla birlikte, Bolivya, Eritre, Güney Kore ve İran’dan kadın aktivistlerin bulunduğu uluslararası bir kadın heyeti, mart ayında Silêmanî’ye gelmiştir. REPAK’ın katılımıyla birçok kurum, şahsiyet ve örgütle Jin Jiyan Azadî felsefesinin tartışılması, bölgedeki kadınların yaşadığı sorun ve gelişmeler üzerinde durulması, bu açıdan ortak mücadele zeminlerinin güçlendirilmesi önemli olmuştur.
Sonuç olarak; 2023 yılı açısından daha da belirtilecek çok şey var, ancak sorunlar kadar bu sorunlara cevap mahiyetinde gelişen eylemler, mücadele biçimleri açısından genel hatlarıyla ortaya koymaya çalıştık. Gerek yetersizlikleriyle ve gerekse de gelişmeleri ve kazanımlarıyla geçirdiğimiz yılı kapsamlı değerlendirmek ve 2024 yılını güçlü ele alıp planlamak bizler için çok önemlidir. Bu anlamda 2024 yılında kadın özgürlük mücadelesinin daha da boyutlanacağının, neolitik devrimin kutsal mekanlarında ikinci kadın devrimi stratejisinin daha başarılı bir biçimde uygulanacağının inancında ve bilincindeyiz. Bunun da büyük şehitlerimizin izinde, Önder Apo paradigması doğrultusunda ve PAJK çizgisinde başarıyla kökleşip yayılacağını biliyor ve bu kararlılıkla yeni yılı karşılayacağımızı belirtiyoruz.