Önder Apo’nun yıllar önce tanımladığı 3. Dünya Savaşı, Rusya ve Ukrayna savaşıyla, yine İsrail’in Gazze ve son olarak da Lübnan’a saldırısı ile birlikte yayılma sürecine girmiştir. Uzun süre paramiliter güçler üzerinden yürütülen vekalet savaşları artık direkt devletler arasındaki bir savaşa dönüşmüş ve birçok devleti içine alacak bir yayılma aşamasına geçmiş durumdadır. 3. Dünya Savaşı Kürdistan merkezlidir ve Ortadoğu coğrafyasına her geçen gün yayılan bir karakterdedir. 2023 yılında İsrail-Hamas arasında Gazze’de şiddetlenmiş ve son aylarda Hizbullah’ı tasfiye adı altında Lübnan’ın güneyine yayılmış ve daha fazla ivme ve yoğunluk kazanmıştır. Afganistan’da kadın ve toplum düşmanı Taliban’ın iktidara getirilmesi, Afrika kıtasında sürekli yaşanan askeri darbeler; Abya Yala ülkeleri başta olmak üzere birçok ülkede aşırı sağ çizgideki partilerin iktidarlara taşınması, Lübnan, Irak, Yemen, Sudan gibi ülkelerde adı tam konulmamış, özünde dış güçlerin müdahaleleri ile iç savaş ve kriz durumları gündemdedir, sonuçları da çok ağır bir biçimde ortaya çıkmaktadır.
3. Dünya Savaşı kapsamındaki bu savaşlar, kapitalist modernitenin ve erkek egemenlikli sistemin yaşadığı yapısal krizi aşmak için yaratılan savaşlardır. Petrol, doğalgaz gibi enerji kaynakları başta olmak üzere ticaret ve ekonomik çıkarlar temelinde Kürdistan ve Ortadoğu merkezli yeni ticaret yolları, anlaşmaları, paylaşım kavgaları halklara soykırım, doğa katliamı, demografyanın değiştirilmesi, göç, yoksulluk, ağır toplumsal travmalar yaşatmaktadır. Bundan en çok da kadın ve çocuklar, yine yoksullar etkilenmektedir.
Ukrayna-Rusya ve İsrail-Hamas, İsrail-Hizbullah arasındaki savaşlarla birlikte uluslararası kurumların, hukukun, insan haklarının, uluslararası anlaşmalarla belirlenen savaş hukuku ve ahlakının hiçe sayıldığı, devlet-erkek aklı ve çıkarlarının meşrulaştığı ağır bir çürümeyle insanlık karşı karşıya kalmıştır. Uluslararası kurumlar yıllardır ağır çatışmaların, toplum-kadın-doğa katliamlarının yaşandığı Yemen, Sudan, Afganistan, Etiyopya, Gazze, Lübnan ve özellikle de Kürdistan’daki savaş suçlarını görmezden gelmektedirler. Belirttiğimiz ülkelerden bazılarında iç savaş yaşansa da bunu da hegemon güçler çıkarmış, uluslararası silah, petrol vb küresel şirketlerin ve devletlerin çıkarları uğruna bu savaşların bitmesine izin verilmemektedir. Kimi ülkelerde vekil güçler kimi yerlerde ise direkt devletler arasında var olan savaşlar bu çıkarlar için sürdürülmektedir.
3. Dünya Savaşı’nın en temel özelliği, kadın, toplum ve doğa düşmanlığıdır
Tüm bu savaşlarda milliyetçilik, dincilik, cinsiyetçilik ve bilimcilik temel zihniyettir. Bu zihniyetteki bölgesel ve uluslararası çapta hegemon güçler, kapitalist modernist sistemin yapısal krizini aşmak, yeni dengelerin oluşumu ve çıkar paylaşımları uğruna halklara, kadınlara ve doğaya saldırıyor. 3. Dünya Savaşı’nın en temel özelliği, kadın, toplum ve doğa düşmanlığıdır. Hegemon erkeklik ulus devlet-sermaye-endüstriyalizm üçlü sacayağıyla her türlü baskı ve çarpıtma araçlarını kullanarak bu kirli savaşı kadınlara, halklara ve doğaya karşı geliştiriyor. Ancak yerel çapta gelişen savaşlar ön plana çıkartılıp kadına, topluma ve doğaya karşı yürütülen bu sistematik savaş görünmez kılınıyor. Bu anlamda toplumsal duyarlılıkların harekete geçmesini engellemek için algı operasyonları ve çok büyük bir psikolojik savaş yürütülüyor.
Dünya genelinde sanki bu düzeyde kadın katliamları, kadın kırımı yaşanmıyor, en fazla Ortadoğu’da kadın katliamları oluyor gibi bir yaklaşım hala mevcuttur. Oryantalist bakışın da etkisi olabilir ancak kapitalist modernitenin politikaları, manipülasyonları ile Batılı devletler de kadının özgürlüğü varmış algısını yaratmakta, kadına karşı kırım politika ve saldırıları görünmez kılınmaktadır. Bu manipülasyon veya illüzyonla kadın bedeni, emeği, yaşamı üzerindeki sömürü, metaların kraliçesi haline getirilen kadın gerçekliği, erkek egemenliğinin-Batı kapitalist modernitesinin gerçek yüzü gizlenmektedir. Avrupa Birliği, Türkiye ve daha birçok devlet kadına karşı devlet-erkek eliyle yürütülen şiddetin, saldırıların görülmesini, buna karşı radikal mücadelenin örgütlü yürütülmesini önlemek için politikalar geliştirmekte, algı operasyonları yürütmektedirler. Örneğin kadına karşı şiddetin en ağır saldırılarından biri olarak gelişen tecavüzü “cinsel istismar” kavramı ile meşrulaştırma, işlenen insanlık suçunun üstünü örtme, erkekliğin kadına karşı saldırılarına alan açma politikası hakim kılınmaya çalışılıyor. Bununla bağlantılı olarak AB hukukunda, tecavüz kavramında ortaklaşılamadığı için buna karşı ortak yasa belirlemede sorunlar yaşanmaktadır. Neredeyse temel bir suç unsuru olmaktan çıkmaktadır. Benzer bir gerileme fuhuş kavramı açısından da yaşanıyor, fuhuş yerine “seks işçisi” söylemi, irade kırımını meşrulaştırmanın, perdelemenin bir söylemine dönüştürülmüş durumdadır. Türkiye, İran, Suudi Arabistan, Afganistan vb İslam ideolojisi ile, hatta giderek şeriat kanunları ile yönetilen ülkelerde kadına karşı tecavüz saldırılarında erkek korunmakta, kadının giyimi, hareket ve yaşam tarzı tahrik unsuru olarak ele alınmakta, erkek aklanmakta, kadın ise en ağır cezalara maruz bırakılmaktadır. Çocuk yaşta evlilikler artmakta, kadına ve çocuklara karşı şiddetin her biçimi tırmandırılmaktadır. Kadınların yıllarca ağır bedellerle verdiği mücadeleler sonucunda elde ettiği yasal haklar, kanunlar son on yıl içinde hemen birçok ülkede kadınlar aleyhine değiştirilerek erkeğin egemenliği güçlendirilmiştir.
Dünya genelinde sağ, milliyetçi ve dinci eğilimin güçlenmesiyle birlikte “kutsal aile” dayatmasının yoğunlaşması, kürtaj vb. konularda kadınların kazandığı hakların geriye düşmesi, kadını aileye ve çocuğa hapsedip ‘kutsal annelik’ söyleminin dayatılması, faşist Erdoğan’ın çokça dillendirdiği ”milletin bekası için çok çocuk yapın” söylemindeki kadını çocuk doğurma makinası olarak tanımlayan erkek zihniyeti birçok sağcı- faşist siyasi liderin temel politikası durumundadır. İktidarcı İslami güçler, liderler ise bunu “fıtrat” söylemine dayanarak yapmakta, her türlü tecavüzü, irade kırmayı, şiddeti, kadının erkeğin malı göstermeyi kendi ideolojik esaslarına göre meşrulaştırmaktadırlar. Çağımızda her ne kadar özgürlükler ve gerilikler dünyası olarak lanse edilse de, birbirine karşıtmış gibi görünse de kapitalist modernite ile geleneksel modernite, kapitalist devletler, ulus devletler ve bunları yönetenlerin temel ideolojisi esasta kadın iradesini kırmaya ve köleleştirmeye dayanmaktadır. Kadın özgürlük mücadelesi veren her bireyin ve örgütün bu ideolojik saptırmaları ve bundan kaynaklı şiddet biçimlerini, iktidarları, yürüttükleri çıkar savaşlarının kadına, halklara ve doğaya karşı nasıl vahim sonuçlara yol açtığını deşifre etmesi, kesintisiz bir mücadele içinde olması, en önemlisi de ortak mücadele ağlarını örgütlemesi biz kadınlar için ekmek- su kadar hayatidir.
Ortadoğu ve özelde Kürdistan sıcak savaş alanıdır, kadına karşı katliam çok daha ağır biçimde yaşanmaktadır. İran devletinin idam rejimi, Afganistan’daki şeriatçı çete Taliban iktidarı, Kuzey Afrika, Ortadoğu ülkelerindeki devlet zihniyeti, yine çeteci yapılanmalar kadına ve topluma karşı çok ağır bir saldırı içindedir. Kürdistan’daki sömürgeci devletler, özelde faşist AKP-MHP iktidarı Kürt halkına karşı soykırım uygulamalarının merkezine Kürt kadınlarına karşı kırım politikalarını yerleştirmiştir. Bakurê Kurdistan ve Türkiye kentlerinde zirveleşen kadın karşıtı siyaset ve erkek egemen zihniyetin saldırılarının bir parçası olarak Başûrê Kurdistan ve Rojava, yine Şengal’de halkımıza, özelde Kürt kadın hareketimizin öncü kadrolarına karşı gerçekleştirdiği suikastlarla kadın devrimimizin önünü almak, kadın özgürlük mücadelesinin örgütlü toplumsal mücadeleyi büyütmesini engellemek amacıyla özellikle son yıllarda sistematik ve planlı bir savaş yürütülmektedir. İşgal atındaki Efrîn ve Girê Spî’de kadına karşı işlenen savaş suçları, hareketimizin öncü kadrolarına karşı gelişen suikastlar, Bakurê Kurdistan ve Türkiye’de siyaset yürüten kadınlar ve özelde eşbaşkanlık sistemimize karşı yürütülen saldırılar bunun somut örnekleridir.
2024 yılı Özgürlük Hareketimiz açısından soykırım saldırılarının ağırlaşarak devam ettiği bir yıl oldu. AKP-MHP faşist iktidarı dağlardan şehirlere, gerilladan sivil halka, kadından çocuğa Kürdistan’ın her yerinde ve herkesi hedef alan soykırım saldırılarını yaygınlaştırdı ve özel-psikolojik savaşın, özel harp konseptinin tırmandırılması temelinde yoğunlaştırdı. Savaşın bu kadar kirli yöntemlerle yürütülmesi ve çok boyutlu olarak yaygınlaştırılmasının Türkiye halklarına ve özelde kadınlarına yansıması giderek büyüyen yoksulluk, işsizlik, açlık, adaletsizlik, toplumsal çürüme, ahlaki yozlaşmadır. Faşist AKP-MHP iktidarı demokrasinin kırıntılarını yok ederek, toplumların geleceğe dair umudunu bitirerek, ”vatan, millet, din, kutsal aile” söylemleri ile çökertilen toplum inşa etmektedir. Toplumsal ahlakın korkunç düzeyde yozlaştırıldığı, sosyal çürümenin zirveleştiği, devlet kurumlarının ortadan kalktığı, tek adamın iki dudağına mahkum olan, faşizm sistemine kulluk dışında alternatif bırakılmayan bir sistem yaratılmıştır. Umutsuzluk, açlık, yoksullukla terbiye edilen bir ülke giderek hakim kılınmaya çalışılmaktadır. Bundan dolayı özellikle kadın, çocuk ve doğaya karşı anormal düzeyde bir saldırı yürütülmekte, buna karşı duran herkes suçlu ilan edilmektedir. Narin Güran’ın aylardır neden ve kim, kimler tarafından katledildiğinin bilinçli olarak netleştirilmemesi, 2 yaşındaki Sıla bebeğin tecavüz ve şiddet sonucunda yaşamını yitirmesi, Wan’da üniversite öğrencisi Rojin Kabaiş’in katledilmesinin üstünün örtülmesi, İzmir’de 5 çocuğun yoksulluk sonucunda barakada yanarak ölmesi, gençlerin intihar etmesi, her gün artan kadın katliamları ve daha onlarcası faşist iktidarın toplum kırım politikalarının vahim sonuçlarının sadece son örneklerindendir.
Şiddete karşı toplumsal reflekslerin zayıfladığı bir çağda yaşıyoruz
Türkiye ve Bakurê Kurdistan’da kadınlara, çocuklara ve doğaya yönelik bu katliamların, kırım uygulamalarının tek adam rejimine dayalı faşist iktidarın kendini var etme siyasetiyle direkt bağı vardır. Toplumdaki yoksulluk, işsizlik ve açlığın giderek derinleşmesi ve neredeyse tüm topluma yayılmasının temel nedeni Kürt halkına karşı yürütülen savaştır. Bu soykırım savaşını yürütmek için harcanan bütçenin Türkiye’deki yoksulluğun dayanılmaz hale gelmesinde belirleyici etkisi vardır. Diğer etken ise tek adam rejiminin etrafında çöreklenen rant mekanizmasının zenginleşme hırsı uğruna yürüttüğü ekonomik ve ticari tezgah ağları, çeteleşen devlet aygıtları ve kurumlarıdır. Mafya devletine, hanedan devletine dönüşen bir Türkiye gerçeği bu kaos ve krize neden olmaktadır. Aile saltanatına dayalı bu rant çarkı toplumu nefessiz bırakmaktadır. Milliyetçi, dinci iktidar ittifakının kendisine en baş düşman olarak bellediği kadın iradesi, toplumsal örgütlülük ve mücadelesidir. Bunun önünü almak için milliyetçiliği, dini gericiliği, toplumsal yozlaşmayı, bilinçsizliği, yoksulluğu özel ve psikolojik savaş argümanları, politika ve uygulamaları ile sistematik bir savaş halinde tırmandırmaktadır.
Şiddetin kanıksanmaya başlandığı ve şiddete karşı toplumsal reflekslerin zayıfladığı bir çağda yaşıyoruz. Narin Güran, Sıla bebek, Rojin Kabaiş, 5 çocuğun bir barakada can vermesi, Yenidoğan çetesinin özel hastanelerde rant için, kök hücre deneyleri veya satışı için onlarca bebeğin katledilmesi gibi daha birçok kan donduran kadın, çocuk, toplum kırım saldırısına karşı toplumsal mücadelenin süreklileşen ve gerçek faillerin açığa çıkarılıp hesap soruluncaya kadar sürdürülmemesi bu kırım uygulamalarının cesaretle devam ettirilmesine neden olmaktadır. Kürdistan’da yürütülen savaşın gerçek sonuçlarının açığa çıkmaması, savaşın toplumun yaşamına nasıl olumsuz yansıdığının anlaşılmaması için baskı siyaseti, korku atmosferi ve cinnet düzeyinde şiddet bir iktidar siyaseti olarak hep devrede tutulmaktadır. Bunun için kadına ve çocuklara karşı şiddet, tecavüz, katliam adeta teşvik edilmektedir. Sürekli gündem değiştirilerek toplumsal reflekssizlik inşa edilmektedir. Özel savaş politikaları bu tür olayların erken unutulmasını, gündemlerin iktidarın belirlemesini sağlamaktadır. Cinnet hali yaşayan, sadece karnını nasıl doyuracağının kaygısının peşinde koşan, öfkesini, acısını bile yaşayamayan, mücadeleye dönüştüremeyen, umutsuzluk, belirsizlik ve korku içinde ne yapacağını bilemeyen bir toplum oluşturulmaya çalışılıyor. Eğitimsiz, örgütsüz ve milliyetçiliğin, dini gericiliğin zehirlediği bir toplum yaratılıyor. Bu da savaş politikalarının yarattığı sonuçları, kendisine ne kadar yansıdığını sorgulayamaz, karşı duramaz hale getiriyor. Bundan dolayı sürekli yalan ve yanlış üzerinden, yine faşist iktidarın çıkarlarına göre manipüle edilen bir toplumda bu tür ağır durumlar karşısında örgütlü, sürekli ve radikal bir mücadele düzeyi gelişmiyor. Özel savaş politikaları çok sık gündem değiştirerek, yönlendirerek bu tür olayların gündemde kalmasını, reflekslerin örgütlü mücadeleye dönüşmesini ustalıkla bertaraf ediyor. Bundan dolayı özellikle kadın hareketleri, örgüt ve kurumlarının özel savaş politikaları, oluşturduğu gündemler karşısında çok duyarlı ve bilinçli olması, kadınların ve toplumun yaşamını tehdit eden, yaşanmaz kılan olayları ve saldırıları sürekli gündemde tutan, toplumsal muhalefeti ve mücadelesini örgütleyen, süreklileştirerek tüm toplumu mücadeleye katan bir ortak akıl ve örgütlenme ile hareket etmesi zorunlu ve hayatidir.
Teknolojinin, kapitalist modernite sisteminin ve erkek aklı ile yönetilen faşist iktidarların temel siyaseti; sürekli gündem değiştirmek, günü ve geleceği belirsiz kılmak, güdülere hapsolmuş, başkaldırmayan, var olana mecbur kılınan ve bireyi de, toplumsallığı da dağıtılmış bir realiteyi yaratarak kendini var etmeyi temel strateji haline getirmiştir. Bunun karşısında politik, ideolojik sorgulama, duruş ve mücadele olmazsa olmazdır. Çünkü kadına, topluma, doğaya, dolayısıyla halklara karşı yürütülen 3. Dünya Savaşı’nın çıplak yüzü olan kırımlar politiktir, ideolojiktir, dolayısıyla yaşamsaldır, geleceğimizle ilgilidir.
Her biri bir ayaklanma, bir serhildan konusu olabilecek durumlar, olaylar kısa süreli bir dönemin açıklamalarına, küçük çaplı eylemlere konu oluyor, sonra gündemden düşüyor. Hesapları sorulamayan, hatta failleri ödüllendirilen, cezasız kalan binlerce katliam, tecavüz olayı var. Öz savunma kapsamında erkek egemenliğini zihniyet, kurumsal, politikalar vb kapsamında sorgulayan, örgütlü toplumsal mücadele ile aştıran çok ciddi bilinçlenmeye ve ortak örgütlü mücadeleye ihtiyaç vardır. Soykırımcı düşmanın ve erkek egemenliğinin bu derinleşmiş özel savaşını kadınlar olarak mutlaka kırmamız gerekir. Bu da bilinçlenme, bireysel ve toplumsal öz savunma örgütlülüğü ve eylemliliğiyle mümkündür.
Yapılan her katliam ya da tecavüz sonrasında olayların bir magazin haberi gibi 5-10 gün gündemde tutulması ve sonra yavaş yavaş unutturulması, üzerinin kapatılması fakat birkaç gün sonra benzer bir olayın tekrar yaşanması başta biz kadınlar olmak üzere toplumun bu tür olaylara alıştırılması içindir. Kadına karşı her türlü şiddeti normalleştirme, meşrulaştırma ve kanıksatma politikalarına karşı “asla alışmayacağız ve asla unutmayacağız” mesajını vermek, buna göre örgütlenme ve mücadele rotasını belirlemek çok önemlidir.
Bilinçlenme faaliyetlerine önem ve ağırlık vermeliyiz
Özellikle de bilinçlenme faaliyetlerine önem ve ağırlık vermeliyiz. Özellikle eğitim çalışmalarında şiddetin ideolojik, politik, ekonomik, psikolojik, sosyolojik, ailesel, sistemsel, dijital medyanın, özel savaş teknik ve politikalarının deşifre edilmesi, çocuk ve gençler başta olmak üzere toplumun bilinçlendirilmesine ağırlık vermemiz gerekir. Şiddetin sadece çıplak zorunu değil ideolojik, psikolojik, ekonomik, kültürel, ekolojik vb. çok boyutunu sorgulamak, deşifre etmek, toplumsal dinamikleri mücadele eder düzeye taşımak zorundayız. Aynı zamanda erkek-devlet şiddetinin coğrafyamızdaki savaşların sonucu olduğunu görerek, bilerek mücadele etmek gerekir. Özellikle savaş karşıtlığını örgütlemek, savaş politikalarının, iktidar güçlerinin çıkar paylaşım savaşlarının kadınlar, gençler, çocuklar, halklar ve doğa üzerindeki yıkımını görünür kılmak ve bilinçli toplumsal muhalefeti radikal düzeyde örgütleyip süreklileşen bir mücadele düzeyine taşımak zorundayız.
Bu süreçte önemle ele alınması gereken bir konu da ailecilik, aile içi şiddet, yapay bir biçimde feodal yaklaşımların kışkırtılması, gündemleştirilmesi konusudur. Bu, bir özel savaş politikası olarak hayata geçmektedir. Aileler bir yandan özel savaşın ve kapitalist modernitenin etkisiyle çok ciddi bir yozlaşmayı, parçalanmayı yaşamakta, bu doğrultuda kadına yaklaşmaktadır. Diğer yandan da bu sistemden koruma adına tamamen içe kapanma, gerici dinci kültürle kadını kapatma durumu yaşanmaktadır. Her ikisinde de kadın tam bir felaketi yaşamaktadır. Dikkat edilirse fuhuş yapma, uyuşturucu kullanma ve ajanlaşma durumları ile Kuran kurslarının, çocuk evliliklerinin artması, dinci geleneksel cinsiyetçi durumlar birbiriyle at başı paralel gitmektedir. Bunlar özel savaş konseptleri kapsamında yaygınlaştırılmaktadır. Özel savaşa karşı gençleri, çocukları, aileleri bilinçlendirmek hayatidir. Özellikle dijital medya üzerinden yürütülen özel savaş argümanları, kanalları, yöntemlerini deşifre etmek, bilinçlenmeyi geliştirmek her kurum, örgüt kadar her ailenin, kadının geleceğini güvenceye almak için önem taşımaktadır. Kürt gençlerinin polis, asker vb. devlet memurlarının ağlarına düşmemesine, fuhuş-uyuşturucu-ajan şebekelerinin içine çekilmemesine dikkat etmemiz, bilinçlendirme çalışmalarını yürütmemiz önem taşımaktadır. Toplu tecavüzler, sanal medya üzerinden duygusal ilişki adı altında gençlerin tuzağa çekilmesi hep devletle ilişkili olan kesimler tarafından bir özel savaş uygulaması ve saldırısı olarak geliştirilmektedir. Örgüt ve kurumlar kadar ailelerin de bu konuda çocukları ve gençleri duyarlı ve örgütlü kılması geleceğimiz açısından hayatidir.
Düşmanın kadın mücadelemize karşı yürüttüğü savaşın iki boyutu vardır. Bir boyutu yukarıda da ifade etmeye çalıştığımız gibi mücadelemizin dayanmış olduğu toplumdaki kadınlara, çocuklara dönük yürütmüş olduğu saldırılardır. Diğeri boyutu da mücadelemiz içinde yer alan kadın militanları, aktif ve öncü rol oynayan yurtsever kadınları katletmektir. Geçen yıllarda olduğu gibi bu yıl içinde de kadın yoldaşlarımıza karşı saldırılar, suikastlar geliştirilmiş, şahadetler yaşanmıştır. Süleymaniye’de Nagihan Akarsel, Gülistan Tara ve Hero Bahaddin, Kerkük’te Zelal Hesekê, Rojava’da Reyhan Amudê ve Yüsra Dervêş, Zelal Efrîn, gerilla ordulaşmamızın öncü komutanlarından Berwar Dersim, Beritan Nurhak, Bişeng Brusk, Sara Hogir, Rosida Merdîn başta olmak üzere Kürdistan Kadın Özgürlük Mücadelemizin askeri, siyasi, ideolojik ve toplumsal alanlarında yıllarca büyük emeklerle öncülük yapan onlarca yoldaşımız suikastlarla şehit düşürülerek tarihsel hafızamızı yok etmeye, mücadelemizi öncüsüz bırakmaya çalışan faşist devletin saldırılarına karşı amansız bir mücadele içindeyiz. Kapitalist modernitenin “önce kadınları vurun” konsepti bugün faşist AKP-MHP iktidarı tarafından pervasızca devam ettirilmektedir. Önce öncüleri ardından tüm toplumdaki direnişe öncülük eden, örgütleyen kişi ve kesimleri bu saldırılarla sindirmeye, yok etmeye çalışmaktadır. Bundan dolayı Kürdistan’ın her alanında öncülük eden, direnen Kürt kadınlarına karşı hiçbir uluslararası hukuku tanımayan, savaş suçu olan saldırılar yoğunlaştırılmaktadır. Gerilla alanlarına yönelik kimyasal silahlar, yasaklı silahlarla yapılan saldırılar, Başûr ve Rojava’ya yönelik işgal ve ilhak saldırıları, bununla bağlantılı zorla göçertme, doğa katliamları, ajanlaştırma, uyuşturucunun 8 yaşa kadar yaygınlaştırılması, yoksullaştırarak teslim alma vb çok boyutlu saldırılarda ilk hedef kadınlar, gençler ve çocuklar olmaktadır. Sömürgeci devletlerin uygulamasının en zirvedeki saldırıları Kürdistan’ın tüm alanlarında faşist AKP-MHP iktidarı ve savaş kurumları tarafından yürütülmektedir. Yine on binlerce siyasi tutsak, bu faşist iktidara itiraz eden, direnen binlerce tutsak zindanlarda ağır bir saldırı altındadır ve buna karşı eşsiz bir direniş içindedirler. Cumartesi Anneleri’nin yıllara dayanan kutsal mücadelelerine tahammül edilmemektedir. Kahramanca şehit düşen çocuklarının kemiklerinin verilmediği, posta kutularında veya torbalarda verildiği, Emine Şenyaşar gibi yıllarca büyük azimle adalet mücadelesini veren analarımızın direnişlerine, zindanlarda direnen yoldaşlarımızın mücadelelerine sahip çıkmak, büyütmek kadına karşı şiddetle mücadeleyi büyütmemizde en önemli dayanaklarımızdandır.
Benzer durum İran ve Rojhilatê Kurdistan’daki zindanlarda yaşanmaktadır. Jin Jiyan Azadî serhildanları sürecinde ve sonrasında tutuklanan binlerce kadın ağır işkence ve idam tehdidi altında direnmeye devam ediyor. Her gün onlarca kadın İran rejimi tarafından idam edilmektedir. Son olarak Werîşe Muradî ve Pexşan Ezîzî hakkında idam cezası kararı alan İran rejimini her alanda teşhir etmek, idamları durdurması, tutsak kadınları özgür bırakması için başlatılan kampanyalara destekleri çoğaltmak, geri adım attıracak bir küresel mücadeleyi yürütmek önem taşıyor.
Afganistan’da Taliban gibi gerici bir gücün hakimiyetinde kadınlara karşı acımasız saldırılar söz konusudur. Buna karşı Afgan kadınları çok zor koşullarda mücadele etmektedirler. Ancak Taliban’ın baskıları seslerini duyurmalarını, mücadelelerini görünür kılıp destekleri çoğaltmalarını engellemektedir. Başta Kürt kadınları olarak tüm kadın örgütlerinin, şahsiyetlerinin İran ve Afganistan’daki kadınların sesi olmamız, mücadelelerini büyütmemiz gerekiyor. Kadın devriminin en güçlü dinamiklerinin ve sebeplerinin olduğu alanlardır. Kadın devrimimizin bölgesel ve küresel düzeyde yaşamsal kılınmasında Kürt kadınları olarak İran ve Afganistan’daki kadınların mücadelesiyle daha fazla ortaklaşmamız gereklidir.
‘Jin Jiyan Azadî ile Kadın Devrimi’ne yürüyoruz’
Rêber Apo, 21. yüzyılı kadın devrimi yüzyılı olarak adlandırdı. Zamanı anlamlı kılan, anlamsızlaştırmalara karşı mücadeledir. Beş bin yıllık egemen uygarlık ve beş yüz yıllık kapitalist modernite aklı, hegemon erkek aklı olarak zirveye tırmanmış ve korkunç bir tükeniş ve yok oluş sürecini geliştirmiştir. Zaman, hegemon erkekliğin yarattığı krizlerin anlamsızlığı ile buna karşı kadın öncülüğünde gelişen anlam mücadelesi zamanıdır. İşte bu nedenle bu çağ, kadın özgürlük ve kadın devrimi çağıdır. “Jin Jiyan Azadî” sloganları tüm dünyada kadın devrimi olarak yankısını buluyor. Bu nedenle de KJK ve PAJK olarak kadın hamlemizi “Jin Jiyan Azadî ile Kadın Devrimine Yürüyoruz” (“Bi Jin Jiyan Azadî re Ber Bi Şoreşa Jine ve”) olarak tanımladık. 3. Dünya Savaşı, aynı zamanda kadınlara ve toplumlara karşı ilan edilmeden yürütülen bir savaştır. Ve biz bu hamleyle 3. Dünya Savaşı’nın bu gerçeğine karşı mücadelemizi yükseltmeyi hedefliyoruz. Bu kriz ve kaos ortamında ne kadar örgütlü ve etkili bir mücadele yürütülebilirse, o kadar başarı kazanılacağı nettir.
Yaygınlaşan bu savaş ortamında kadınlar olarak dünya insanlığının, kadınların, doğanın kurtuluşu için ortak hedef ve amaçlarda buluşarak öz savunma mücadelesini büyütmemiz temel bir sorumluluktur. Hegemon erkeklik ve kapitalist sistemin yaşamın her alanında geliştirmiş olduğu kaos durumu, kadınları bu kaosa karşı özgürlük mücadelesinin öncüsü kılmıştır. Öz savunma olmadan kurtuluşun, özgürlüğün, adaletin gelişmeyeceği çok açık bir gerçektir. Öz savunma yaşamın, özgürleşerek yaşamanın esasıdır. Kadınların kendi savunmasını devletlere, erkeklere veya öz iradesini temsil etmeyen kurumlara teslim etmesi, ölümle eş değerdedir. Nitekim tüm dünyada kadınların kendini savunamadıkça nasıl bir katliamla karşı karşıya kaldığını en iyi biz kadınlar biliyoruz.
Bu nedenle 21. yüzyıl aynı zamanda kadınların kendi kendilerini savunduğu bir yüzyıldır. Kendini, toplumunu, yaşamı, doğayı da birlikte savunarak özgür yaşamı savunma yüzyılıdır. Kadın cinayetlerine, tecavüzlerine, emek sömürüsüne, eğitimsizliğe, yoksullaşmaya, her türden aşağılanma ve baskıya, fuhuş başta olmak üzere her türden beden sömürüsüne, dijital saldırılara, kadın sünnetine, çocuk evliliklere, aile içi şiddete, namus ve ahlak adı altında gelişen toplumsal cinsiyetçiliğe, soykırım savaşlarına, doğa kırımına karşı kendimizi, doğamızı, halklarımızı, yaşamımızı savunma vaktidir. Kendimizi savunamadıkça, bedenimizi, haklarımızı, kimliğimizi, varlığımızı savunamadıkça, hegemon erkeklik, kapitalist sistem ve onun krizli-kaoslu gerçeği kazanmaktadır.
Kadınlar kendi kendimizi yöneterek, demokratik sistemi geliştirerek kendimizi ve yaşamı savunabiliriz. Bu nedenle yaşamın her boyutunda, ekonomiden eğitime, siyasete, sanata, basına, iş hayatının her alanında, aile hayatına kadar, sosyal yaşamın tüm alanlarında var olmalıyız, bu alanlarda örgütlü varlığımızı ortaya koymalı ve kendimizi savunmalıyız. Gerek erkek egemenlikli sistemin ve gerekse de bu sistemin hizmetindeki erkek bireylerin her türlü şiddetine karşı örgütlü bir savunma içinde olmalıyız. Bilinçlendiğimiz, örgütlendiğimiz kadar kendimizi savunabiliriz. İdeolojik, politik, gerektiğinde askeri, sosyal, ekonomik, eğitim, kültürel, sanatsal, inançsal, fiziksel, psikolojik her boyutta kendimizi savunmalıyız.
Bugün Kürdistan’da, Ortadoğu’da ve dünya genelinde kadınlar olarak en hayati ihtiyacımız ve görevimiz; “Jin Jiyan Azadî” felsefesine dayanarak mücadelemizi, demokratik- ekolojik, kadın özgürlüğünü eksen alan özgür birey, özgür toplum sistem inşamızı ve her alanda öz savunmamızı örgütlemektir. Çok farklı coğrafyalarda, çok farklı kültürlerde kadınlar olarak “Jin Jiyan Azadî” sloganında birleştik, bir ses olduk. Önder Apo’nun kadın özgürlük mücadelesinin sihirli formülü olarak bize armağan ettiği Jin Jiyan Azadî şiarı etrafında örgütlendikçe erkek-devlet aklını, siyasetini, kırım politikalarını ve çıkar savaşlarını bertaraf edebilir, kadın devrimine dayalı özgür, demokratik toplumu ve halkların barışını gerçekleştirebiliriz. 21. yüzyılı kadın devrimi yüzyılı yapmanın, dünyayı güzelleştirmenin, özgürleştirmenin formülü etrafında kadınlar kenetlendikçe, gençliğin dinamizmini ve radikalliğini mücadeleye kattıkça şiddetin, zorbalığın, yoksulluğun önünü alacak, güvenli, özgür, eşit, adil ve demokratik bir yaşamı inşa edeceğiz.
Mirabell Kardeşlerin mücadele mirasına dayanan kadın özgürlük mücadelesi 25 Kasım’ı Uluslararası Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü haline getirdi. Bu miras ve kazanımlar üzerinden bugün 21. yüzyılın kadın devrimi ve kadın özgürlük yüzyılı olacağı iddiasıyla mücadelemizi büyütüyor, ortaklaştırıyoruz. Mücadelemiz büyüdükçe egemen erkek zihniyet yapılarının saldırıları da artıyor. Bu saldırılar ideolojik, politik ve örgütlüdür, sistemseldir, sistematiktir. Buna karşı mücadelemizin de sistemsel, sistematik olduğu kadar ideolojik, politik, örgütlü ve öz savunmalı olması gereklidir.
Kadına karşı şiddetle mücadelede etkili olmamız için birlikte hareket etmemiz, ortak örgütlenmeleri çoğaltmamız, her coğrafyadaki kadının karşı karşıya olduğu saldırılar karşısında mücadele birliğini geliştirmemiz önem taşımaktadır. Bu konuda geçen süreçlerde yapılan kongre, konferans, çalıştay, eş zamanlı eylemler, eğitim ve bilinçlenme çalışmaları, deneyimleri paylaşma tartışmaları çok değerlidir. Ancak yeterli olmamaktadır. Lokal, parçalı olunca sonuç alamamaktayız. Daha bütünlüklü, stratejik akılla, eş zamanlı ve süreklileşen bir kadın mücadelesini Kürdistan, Ortadoğu ve küresel düzeyde geliştirmemiz gerekir. Mirabel Kardeşlerden Sakine Cansız, Nagihan Akarsel’e ve binlerce devrimci kadına uzanan mücadele mirasımızı tüm kadınları kapsayan bir mücadele ağına ve eylemliliğine ulaştırmamız gerekmektedir. Sadece 25 Kasımlar, 8 Martlarla sınırlı kalmayan her günü bir mücadele ve örgütlenme gününe dönüştüren küresel bir kadın devrimini örme adımlarını geliştirmeliyiz. Muazzam bir kadın bilinçlenmesi ve mücadele mirasına sahibiz. Özellikle de Kürt kadınları olarak 50 yıllık muhteşem bir örgütlenme ve mücadele geleneğine sahibiz. Bunu dünya kadınları ile ortaklaştırmamız gereklidir. Savaşa, şiddete, erkek egemen sistemin saldırılarına karşı küresel kadın dayanışmasına, öz savunmasına ve kadın devriminin inşasına dönüştürmenin imkanlarını güçlendirmemiz gereklidir.
25 Kasım Uluslararası Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü vesilesiyle “Bi Jin Jiyan Azadî Re, Ber Bi Şoreşa Jine Ve” sloganı ile başlattığımız kampanyamızı daha da büyütme ve süreklileştirmeye çağırıyoruz. Bu gün vesilesiyle Mirabel Kardeşlerden günümüze kadar kadın özgürlüğü uğruna mücadele eden, bedel veren, özgür kadın ve özgür toplum ısrarını sürdüren tüm kadın yoldaşlarımızı saygı ve minnetle anıyor, hala mücadele edenlere başarılar diliyoruz. Ve diyoruz ki Jin Jiyan Azadî sihirli formülü ile ortak mücadele ve örgütlenme zeminlerimizi çoğaltalım, savaşları, şiddeti ve yarattığı her türlü kaosu aşalım, kadın devrimimizle dünyayı yaşanılır güzel bir hale getirelim. Mücadele eden, özgür yaşam uğruna bedel veren tüm kadınları saygı ve sevgi ile selamlıyor, mücadelemizde başarılar diliyoruz.