– Çeyrek asra ulaşan İmralı işkence ve soykırım sisteminin ağırlaştırılarak sürdürülmesi ve tam iki buçuk yıldır Önder Apo’dan hiçbir haber alınamamasını mücadele boyutuyla nasıl görmek gerekir? Bu işkence ve soykırım sistemi, TC ve mevcut sistem tarafından hangi hedeflerle yürütülmüş, tecride karşı mücadelenin sonuçları ne olmuştur?
Duran Kalkan: Öncelikle tarihi İmralı direnişini ve Rêber Apo’yu derin saygıyla selamlıyorum. Gerçekten de İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemi çeyrek asrını doldurdu. 25’inci yılında bulunuyor. Tam iki buçuk yıldır da İmralı’dan hiçbir haber alınamıyor. Önder Apo’nun ve İmralı’da bulunan diğer yoldaşların durumuna dair Hareket ve halk olarak hiçbir bilgimiz yoktur.
Böyle bir durum mevcut dünyada hiçbir yerde yaşanmamaktadır. Tarihte de benzeri, örneği bulunmamaktadır. İmralı gerçeği, örneği, benzeri olmayan bir durumu ifade ediyor. Önce bu gerçekliğin altını kalınca çizmek lazım. Kürt sorunu denen sorunu doğru anlamak ancak İmralı gerçeğini anlamakla mümkündür. Dolayısıyla adına “Kürt Sorunu” denen, gerçekte ise Kurdistan’ı bölüp parçalayarak Kürtleri halk olarak yok sayıp, yok etmek isteyen zihniyet ve siyasetin bir benzeri yoktur, örneği bulunmamaktadır.
25 yıllık İmralı gerçeği, gerçekten de bir sistem, bir tecrit, işkence ve soykırım sistemi. Bu sistem; 9 Ekim 1998 tarihinde başlatılan ve 15 Şubat 1999’da İmralı sistemiyle sürdürülmesi kararlaştırılan Uluslararası Komplo saldırısının devam ettirilmesi anlamına geliyor. Yani İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemi demek, Uluslararası Komplo saldırısının devam etmesi demektir. Uluslararası Komployu ayrı, İmralı işkence ve tecrit sistemini ayrı düşünmemek lazım. Bu bakımdan 25 yıldır Uluslararası Komplo saldırısı İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemi temelinde yürütülmektedir. Bu sistem, en başta Önder Apo’ya imhayı dayatmakta, aynı zihniyet ve siyaset İmralı’dan başlayarak önce tüm Kürtlere ve Kürdistan’a yayılmakta, daha sonra ise tüm Türkiye’ye ve dünyaya yayılım göstermektedir.
İmralı sistemi için bir tecrit, işkence ve soykırım sistemi dedik. Dikkat edelim yüz yıldır küresel kapitalist modernite sistemi tarafından Kürtlere dayatılan gerçeklik de budur. Yüz yıldır Kürtlere tecrit, işkence ve soykırım dayatılmaktadır. Demek ki yüz yıldır Kürtler üzerindeki tecrit, işkence ve soykırım uygulamaları son 25 yıl içerisinde İmralı sistemi tarafından yürütülmektedir. Önder Apo Kürtlere dayatılan tecrit, işkence ve soykırım sistemine karşı çıktığı için, bu temelde Kürt halkının özgürlük mücadelesini ideolojik, siyasi, askeri her boyutta yürütmeye öncülük ve önderlik ettiği için İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemi içine alınmıştır. Yoksa her hangi başka bir nedenle, suçlamayla İmralı sistemi içerisine alınmış değildir. Bazıları sanki bir adli suçlu gibi ele alıyor, yasalara göre suç işlemiş de hukuken cezalandırılıp oraya konmuş gibi görüyorlar. Böyle bir görüş kuşkusuz hemen hemen Kürtlerde hiç yok. Bir avuç hain dışında bütün Kürtler bu gerçeği iyi biliyor.
Küresel düzeyde de aydınlar, entelektüeller, siyasetçiler, sanatçılar içerisinde bu gerçek daha çok yayılıyor. Fakat, Türkiye toplumundaki işçiler, emekçiler, hatta solcular bu gerçekliği tam olarak bilmiyor. Önder Apo sanki sıradan bir suçluymuş gibi, İmralı sistemi de her hangi bir suçun cezalandırıldığı bir yermiş gibi algılanıyor. Bu durum Türkiye’de neden yaşanıyor? Çünkü mevcut TC sistemi, AKP-MHP faşist diktatörlüğü ırkçı, şoven, milliyetçi propagandayı had safhada yürütüyor. Tamamen Kürt düşmanı faşist-soykırımcı bir zihniyet ve siyasete sahip. 24 saat Türkiye toplumuna böyle bir ırkçı, milliyetçi şovenizm empoze ediliyor. Farklı düşüncenin önü tümden kapatılmış. Hukuken yasaklanmış, siyaseten de suç kabul ediliyor. Kim ki farklı düşünüyorsa anında linç ediliyor. Şebnem Korur Fincancı biraz farklı düşünür gibi oldu, hemen linç edip hapse koydular. Merdan Yanardağ hukuki açıdan demokratik hukukun gereklerine göre birkaç söz söyledi linç edip sorgusuz sualsiz anında zindana koydular. Şimdi CHP milletvekili olan Sezgin Tanrıkulu buna karşı bir iki söz söylüyor, CHP içi de dâhil genel bir linç uygulamasıyla karşılaşıyor.
Neden bu linçler yapılıyor? Türkiye’de farklı düşünen olmasın, İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemini kimse sorgulamasın. Orayı en ağır suç, Türklüğe kötülük alanı olarak görsün diye yapılıyor. Çünkü insanların düşünmesinden korkuluyor. İnsanlar düşünürlerse gerçeği görürler, dolayısıyla mevcut AKP-MHP faşist diktatörlüğü tarafından yürütülen TC’nin Kürt düşmanı, faşist-sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasetine karşı çıkarlar diye korkuluyor. Hiç kimse karşı çıkmasın isteniliyor. Karşı çıkışı engellemek için de bu tür konuları hiç düşünmeyen, tartışmayan bir ortam yaratılmak isteniliyor. Bunları düşünen, tartışmaya yönelen ortam en ağır suçlu sayılıp vatan haini görülerek anında linç uygulamalarıyla susturuluyor. Bütün bunlar yüz yıldır TC sistemi ve onu yaratan, ayakta tutan küresel modernite sistemi tarafından Kürt halkına karşı yapılan uygulamalardır.
Kapitalist modernite sisteminin hukuki ve siyasi kurumları İmralı’yı oluşturdular
Aslında Kürtler yüz yıldır böyle yönetiliyorlar. Bu ortak bir yönetimdi. Çeşitli anlaşmalarla, gizli ittifaklarla, paktlarla yürüttüler; Bağdat paktı, Sadabat Paktı, Cento Paktı, ondan sonra Irak’a komşu ülkeler topluluğu diye aslında Kürt halkına dayatılan tecrit, işkence ve soykırım sistemini yüz yıldır bunlarla yürüttüler. Bu son 25 yılda da bunu İmralı sistemiyle yürütüyorlar. Dolayısıyla Kürtlere dayatılan işkence, tecrit ve soykırım saldırısı, son 25 yıldır İmralı sistemi tarafından yönetiliyor. İmralı sistemi aynı geçmişteki Kürt soykırımını yöneten paktlar gibidir. İmralı sistemi böyle bir Kürt soykırımını yürüten ve yöneten ortak bir ittifak sistemidir. Bütün BM’de temsil edilen iktidar ve devlet güçleri bunun içinde ve ortağıdırlar. Dolayısıyla küresel kapitalist modernite sisteminin hukuki ve siyasi kurumları İmralı’yı oluşturdular ve İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemi temelinde Kürtlere dayatılan inkâr ve imha zihniyetini ve siyasetini pratikleştiriyorlar.
Bu sistemin her geçen gün ağırlaştırılması, dolayısıyla İmralı’dan hiçbir haber alınamaması ne anlama geliyor? Birincisi, Kürt soykırım zihniyet ve siyasetini temsil eden güçlerin imha ve soykırımda ısrarlı ve kararlı oldukları, bunu pratikleştirmek için de İmralı’daki işkence, tecrit ve soykırım uygulamalarını daha da ağırlaştırdıkları anlamına geliyor.
Diğer yandan ise bu durum zorlandıkları anlamına geliyor. Bu kadar ağır baskı, tecrit, işkence uygulaması ve hiçbir bilgi alınamamasının sebebi; haber alınırsa, İmralı’dan bilgiler yayılırsa, Önder Apo’nun sözleri Kürtlere, kadınlara ve halklara ulaşırsa bu mevcut işkence, tecrit ve soykırım sistemine ağır darbeler vuran mücadelenin gelişmesine yol açar diye duydukları korkudandır. Yani bir yandan soykırım zihniyet ve siyasetinde ısrarlı olduklarını ortaya koyuyor, diğer yandan bu zihniyet ve siyasete karşı gelişen mücadeleden derinden korktukları görülüyor. Bunun için Önder Apo’nun tek bir kelimesinin bile dışarıya çıkmasına, Kürtlerin, insanların duymasına izin vermek istemiyorlar. En küçük bir bilginin bile İmralı’dan dışarıya çıkmasını istemiyor, bundan korkuyorlar. Bunun halklara, kadınlara, gençlere, tüm ezilenlere mücadele ruhu, bilinci, iradesi aşıladığını, kapitalist modernite sistemine ve faşist ulus devlet diktatörlüklerine karşı, onları mücadeleye sevk ettiğini düşünüyor, görüyorlar. Bundan korktukları için de her geçen gün baskıyı, işkenceyi, tecridi daha da ağırlaştırıyorlar.
Kapitalist modernite sistemi Önder Apo ve PKK düşmanıdır
Aslında günlük politikada TC Devleti ile küresel kapitalist modernite sisteminin diğer bazı güçleri arasında farklı yaklaşımlar görülüp yaşansa da, İmralı işkence, tecrit ve soykırım sisteminin 25 yıldır yürütülmesinde ve bugün en ağırlaştırılmış hale getirilmesinde bu güçler arasında çok ciddi bir farklılık görünmüyor. TC Devleti Kürtlüğü tümden yok etmek istiyor. Kürt varlığına tümüyle son vermek istiyor. Kürt’ü Türk uluslaşmasının bir ham maddesi yapmak istiyor. Kurdistan’ı Türk uluslaşmasının yayıldığı bir coğrafya haline getirmek istiyor. Kürt kültürel soykırımı, bu biçimde hayata geçirilmeye çalışılıyor. Bu bakımdan Önder Apo’yu imha etmek, gerillayı ezmek ve PKK’yi tasfiye etmek istiyor. Yine Kurdistan’daki her türlü yurtsever bilinci, iradeyi kırıp ezmek istiyor. Bunun için de hiçbir ölçü, kural tanımadan her türlü yöntemi ve aracı kullanarak tarihin en vahşi, faşist saldırısını yürütüyor. İşgal ve katliamlar geliştiriyor, özel savaşı en ileri düzeyde, tüm boyutlarıyla, tam bir acımasızlık çerçevesinde uygulamaya koyuyor.
Diğer bazı devletler başka alanlarda tam böyle bir tutum, uygulama içerisinde gözükmüyorlar ama sorun Kürtler olunca, hedef Önder Apo’ya saldırı olunca aralarında öyle çok ciddi bir fark bulunmuyor. Aslında küresel kapitalist modernite sisteminin kendisi aynı TC gibi Önder Apo ve PKK düşmanıdır, dolayısıyla Kürt düşmanıdırlar. Sahte bir biçimde biz Kürt düşmanı değiliz, Kürt halkına karşı değiliz, Kürtlerin haklarından yanayız gibi sözler söylüyorlar ama bütün bunların hepsi özel savaş kapsamındadır. Gerçek değil, yalandır. Kürtleri aldatmak, dolayısıyla kendi yüzlerini maskelemek, Kürtlerin kendilerine karşı mücadelesini engellemek için bu sözleri söylüyorlar. Yoksa hepsi ortaktır.
İki buçuk yıldır İmralı’yla hiçbir bağ kurulamıyor, dolayısıyla hiçbir hukuki kural uygulanmıyor. En faşist hukuk bile uygulanmıyor. Ama kendine en çok demokrat diyen kurumlardan hiçbir ses çıkmıyor. Örneğin CPT’den, AİHM’nden, Avrupa Konseyi’nden hiçbir ses çıkmıyor. Avrupa Birliği’nin çeşitli organlarından resmi olarak hiçbir ses çıkmıyor. Bu neyi gösteriyor? Demek ki suç ortağıdırlar. Hepsi AKP-MHP faşist diktatörlüğünün bugünkü
İmralı uygulamalarını doğru buluyor, ona destek veriyor, birlikte yürütüyorlar.
Peki, hedefleri nedir? Çok net; Önder Apo’yu İmralı işkence ve tecrit sistemi içinde boğmak, imhaya götürmek, ona dayanarak Kürt Özgürlük Mücadelesi’ne imha ve tasfiye temelinde saldırılar yürütüp ezmek ve bunlar çerçevesinde Kürt soykırımını başarıya götürmektir. Yani tarihi olarak Kürtleri soykırıma uğratmaktır.
Tecride karşı mücadele aslında İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemine karşı mücadeledir. İmralı işkence ve soykırım sistemine karşı mücadele etmeyip de sadece tecride karşı mücadele ediyorum demek hiçbir anlam ifade etmez. Pratikte de hiçbir geçerliliği yoktur. Tecrit, İmralı sisteminin bir parçasıdır ama sistem parça parça değildir, bir bütündür. Tecride karşı çıkacaksan işkenceye de karşı çıkacaksın, Kürtler üzerindeki soykırıma da karşı çıkacaksın. İşkenceye ve Kürt soykırımına karşı çıktığın zaman İmralı’daki tecride karşı çıkmış olursun. Bu bakımdan bir defa tecritle İmralı’daki işkence ve soykırım uygulamalarını birbirinden ayırmamak lazım. Ayırmak, parçalamak yanlıştır, doğru ve başarılı bir mücadele ortaya çıkartmaz. Sonuç alıcı mücadele edebilmek için olayı bütünlüklü görmek lazım. İmralı sistemini, tecrit, işkence ve soykırım olarak kendi bütünlüğü içinde ele almak ve hepsine birden karşı çıkmak gerekli. Bu konuda da yanlış, hatalı görüşler var. Bazı kesimler, İmralı’nın işkence ve soykırım boyutunu bir yana bırakarak sadece tecrit varmış gibi gösteriyor, bu yanlıştır. Bu temelde yürütülen mücadeleden her hangi bir sonuç çıkmaz, zaten çıkmıyor da. Tersine, İmralı direnişi doğru anlaşılamamış oluyor. Önder Apo gerçekliği ve direnişi bu yaklaşımla doğru anlaşılamıyor ve doğru temsil edilemiyor. Bütünlüklü ele alınırsa İmralı sistemi ve ona karşı mücadele bütünlüklü gerçekleşir. Dolayısıyla Önderlik gerçeği, Önder Apo’nun yürüttüğü tarihi İmralı direnişi kendi bütünlüğü içerisinde doğru ve yeterli bir biçimde anlaşılıp özümsenmelidir. Böyle bir anlayış geliştikçe de İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemine karşı yeterli ve etkili bir mücadele yürütülebilir.
Önder Apo küresel bir Önderlik haline geldi
Kuşkusuz 25 yıldır yürütülen bu mücadelenin çok önemli sonuçları var. Önder Apo böyle bir mücadeleyle küresel bir Önderlik haline geldi. Geliştirdiği yeni paradigma tüm ezilenlere, kadınlara, gençlere, tüm halklara, insanlığa yayıldı. Şimdi Önder Apo gerçekliği, bütün ezilenlerin umudu ve kurtuluş Önderliği haline gelmiş bulunuyor. Bu anlamda İmralı duvarları paramparça edilmiştir.
25 yıldır Kürtler Türkiye’nin demokratik, sosyalist kesimleri ve Kürt dostları İmralı işkence ve tecrit sistemi içerisinde bilinçlendiler, kendilerini eğitip örgütlediler, Kadın Özgürlük Devrimi’ni geliştirdiler. Bugün insanlığa özgürlük umudu yayan bu mücadeledir. Dolayısıyla büyük kazanımları var.
Uluslararası Komplo saldırısı bir günde Önder Apo’yu imha etmeyi hedefleyen bir saldırıydı. İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemi bir yılda Önder Apo’yu siyasi yenilgiye uğratmayı, çürütmeyi hedefleyen bir sistemdi. Ama 25 yıldır en vahşi saldırıya karşı yürütülen direniş gerçeği bütün bunları boşa çıkardı. Uluslararası Komplo’nun, İmralı sisteminin amaçları mücadele temelinde boşa çıkarılmış, başarısız kılınmıştır. En azından 25 yıl başarısız kılınmış ve başarı umutları iyice kaybolur noktaya getirilmiştir.
Daha bütünlüklü mücadele olabilse, daha zengin, yaratıcı mücadeleler yürütülebilse, daha çok yönlü olunabilseydi gelişmeler daha ileri düzeyde olurdu, daha çok kazanım ortaya çıkardı. İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemi daha ağır darbeler yerdi. Bu anlamda mücadelenin eksikliklerinden, zayıflıklarından söz edilebilir. Bunları zaten pratikte hep tartışıyoruz. Hukuki, siyasi ve kitlesel mücadele ve bir bütün devrimci mücadele boyutuyla var olan eksiklikleri, yetersizlikleri değerlendiriyoruz. Bunları aşmaya, gidermeye, mücadelede yeni, zengin yöntemlerle yaratıcı bir duruş ve tarz geliştirmeye çalışıyoruz. Bunu çeşitli kampanyalar, etkinlikler biçiminde yürütüyoruz ki, bugünlerde böyle bir mücadele hem dört parça Kurdistan da hem de yurt dışında gelişiyor. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen kampanya biçiminde sürüyor. “Önder Apo’ya özgürlük ve Kürt sorununa çözüm” şiarı etrafında her alanda zengin, yaratıcı, etkili eylemler gelişiyor.
Bu eylemler Kürdistan’ı ve Orta Doğu’yu da aşarak küresel bir boyut kazanmış durumda. Nasıl ki Kürt soykırımı ve onun uygulandığı yer olarak İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemi, küresel kapitalist modernite sisteminin geliştirdiği bir imha, saldırı sistemiyse, ona karşı Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü temelinde gelişen mücadele de bütün halkların, ezilenlerin, kadınların, insanlığın mücadelesi haline gelmiş, küresel bir boyut kazanmış durumdadır. Bunlar oldukça önem arz ediyor. Bu mücadeleyi dar, hukuki ya da cezaevi boyutuyla ele almamak lazım.
25 yıllık bir mücadelenin sonuçlar azdır dememek lazım. Bu bir özgürlük, insanlık ve demokrasi mücadelesidir. Kapitalist modernite sistemine karşı alternatif olarak Demokratik Modernite’yi geliştirme, inşa etme mücadelesidir. O bakımdan da devrimci mücadelenin hepsi ve bütünüdür. Mücadele bu anlamda her gün yeni gelişmeler ve kazanımlar ortaya çıkartmaktadır ki devrim bu demektir. Esas devrimci gelişmeden bu temelde bahsedebiliriz. Bu da bize aslında önemli gelişmelerin olduğunu net ve açık bir biçimde göstermektedir.
Kısaca İmralı gerçeğini dar, parçalı ele alıp, ona karşı mücadeleyi de dar, parçalı görenler 25 yıla bakarak çok fazla bir sonuç ortaya çıkmamış gibi değerlendirebilirler. Ama o yaklaşım ve tespit yanlıştır. Çünkü ona yol açan bakış açısı yanlış. Mücadele gelişme yaratıyor, hem de çok büyük gelişme yaratıyor. Kurdistan’da hiçbir önderlik böyle bir direniş yürütmedi. Beş bin yıllık iktidar ve devlet sistemine karşı Önderlik mücadelesinde de Önder Apo’nun yürüttüğü mücadeleye benzer bir mücadele durumu hiçbir yerde açığa çıkmadı. O bakımdan bu mücadeleyi doğru anlamak, özelliklerini doğru bilince çıkartmak, dolayısıyla da yarattığı gelişmeleri, sağladığı kazanımları iyi görüp inançla, moralle, coşkuyla her gün yeni yöntemler bulup geliştirerek bu mücadeleyi daha da büyütmek ve mutlaka zafere ulaştırmak gerekir.
Hakan Fidan, Esat Oktay Yıldıran gibi bir Kontrgerilla elamanıdır
-Soykırımcı Türk ordusunun Medya Savunma Alanları’na dönük saldırıları kesintisiz sürerken Metîna’ya yönelik yeni bir işgal saldırısı başlatıldı. Bu saldırının Türk soykırım kabinesinin içişleri bakanı Hakan Fidan’ın Hewlêr ziyareti KDP ile görüşmesi ardından gelişmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Özgürlük gerillasının İşgale ve ihanete karşı büyük kahramanlıklarla sürdürdüğü direnişin, diğer mücadele alanları ve topluma yüklediği sorumluluklar nelerdir?
Duran Kalkan: Öncelikle Hakan Fidan kişiliğini iyi tanımak lazım. Doğru anlaşılması açısından şöyle bir benzetme yapabiliriz: 1980’lerin Diyarbakır Zindanı’nın Esat Oktay Yıldıran’ı neydiyse, son 15 yılın Türkiye siyasi uygulamaları çerçevesinde Hakan Fidan kişiliği de odur. Tıpkı Esat Oktay Yıldıran gibi Hakan Fidan da bir kontrgerillacıdır. Bunu iyi bilmek lazım. Önce orduya katılmış bir askerdir. Özel Harp Dairesi’nin iyi eğitilmiş, sağlam bir elemanıdır. Sonra özel görevli olarak ordudan çıkartılıp sivilleştiriliyor. Bugünkü yaptıklarını yapabilir hale gelmesi için de birçok yerde eğitiliyor. Aslında NATO’nun Süper Gladyosu tarafından eğitilmiş olduğu bile düşünülebilir. Tayyip Erdoğan’ın bütün kirli ve gizli işlerini yapan karakutu olduğu çokça söyleniyor. Uzun süre MİT müsteşarı olarak görevlendirildi.
Eskiden MİT müsteşarları hep Özel Harp Dairesi tarafından görevlendiriliyordu. Askerler sivil kurumları yönetiyor diye eleştiriler geliştikten sonra sözde sivilleştirildiler. Bu sefer de Hakan Fidan gibi bazı Özel Harp Dairesi, yani kontrgerilla elemanları ordudan alınarak sivil görevlere verildi. Ondan sonra “sivil eleman” adı altında tekrar MİT müsteşarlığı gibi birçok göreve bu kontrgerillacılar tarafından yürütüldü. Böylece sözde yönetim sivilleşmiş oluyor. Sivil yönetim olduğu için de sözde demokratik bir yönetim ortaya çıktı diye iddia ediliyor. Aslında bunların hepsi örtüdür, maskedir, görüntüdür; işin cilasıdır. Biraz cilayı kazıyın, maskeyi düşürün altından kaskatı gerçeklik ortaya çıkar. O gerçeklik nedir? Kontrgerillacı gerçekliği, Özel Harp Dairesi gerçekliği, yani bugün ordudaki Özel Kuvvetler Komutanlığı gerçekliğidir. Hakan Fidan güya bir sivil olarak MİT müsteşarlığı yaptı, şimdi Tayyip Erdoğan yönetimin Dışişleri Bakanı ama esasında O, ordunun özel kuvvetler komutanlığına bağlı bir elemandır. Artık rütbesinin ne olduğunu da araştırıp açığa çıkartmak lazım. Her halde şimdi general olmuştur. Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın böyle sivilleştirilmiş gizli generalleri, subayları var. Askeri yönetim olmaktan çıkış böyle sivil elbiseler giydirilerek yapılıyor. Bu bir oyun, bir hiledir.
Diğer yandan Hakan Fidan’ın tam da bu kişiliğine uygun uygulamaları vardır. Tayyip Erdoğan’ın bütün kirli işlerini yaptı. Dolayısıyla Türkiye’deki son 20 yılın faşist baskı, terör uygulamalarında payı var. Son 15 yılın belirleyicisi konumundadır. Kürt katliam ve soykırımlarını yürüten kişiliktir. Hakan Fidan, Paris Katliamı’nı (Sara, Rojbîn ve Ronahî arkadaşların katledilmesini) planlayan, emreden, yöneten kişidir. Onun gibi Bakurê Kurdistan ve diğer parçalarda onlarca, yüzlerce katliam var. İşte marifet olarak her gün vurduk diye açıklıyorlar. Türk savaş bakanlığı her gün MİT ve TSK işbirliğiyle yapılan katliam ve saldırılardan övünçle söz ediyor. Bu saldırıları yürüten, katliamları gerçekleştiren MİT’in yöneticisi, dolayısıyla MİT’i bu duruma getiren kişilik Hakan Fidan kişiliğidir.
Aslında Hakan Fidan’dan önce MİT çok fazla böyle rol oynamıyordu. Bu tür saldırılar yapmıyordu. Bilgi topluyor, sınırlı düzeyde saldırılar, özel operasyonlar gerçekleştiriyordu. Şimdi Kürt katliamlarını, özel savaş saldırılarının hepsini bizzat MİT yürütüyor. Dolayısıyla MİT, Hakan Fidan yönetimiyle tam bir kontrgerilla kurumu haline gelmiş durumdadır.
Hakan Fidan bu sefer diplomasiyi de emrine alarak Kürt katliamlarını her yere yayma, en ileri düzeye çıkarma çabasındadır. Bir kontrgerillacı, MİT müsteşarı, şimdi Dışişleri Bakanı. Bu üç alanın imkânlarını, tecrübesini birleştirip Kürt soykırım saldırılarını bu temelde başarıya götürmek istiyor. Hakan Fidan’ı sıradan bir Dışişleri Bakanı olarak değil, böyle özel bir görevli olarak görmek, böyle bakmak lazım. Sadece siyasi faaliyetler yürüten, diplomatik çalışma içerisinde olan bir kişilik değil, bir kontrgerillacı, bir istihbaratçı ve şimdi bir de diplomat haline geldi. Hakan Fidan, bunları birleştirerek gerillayı ezme, PKK’yi tasfiye etme, Önder Apo’yu İmralı tecridinde boğma ve bu temelde Kürt soykırımını başarıya götürmeyi amaçlayan AKP-MHP faşist-soykırımcı saldırılarının en üst düzeydeki komutanlarından, planlayıp örgütleyen, yürütenlerden bir tanesi, bir Kürt ve insanlık katili, bir faşist kontradır.
Şimdi böyle bir Kürt düşmanı kontrayı sözde bir Kürt yönetimi, Güney Kurdistan Bölgesel Yönetimi “kardeşim” diyerek kucak açıp karşılmamıştır. KNK bile bunu utanç verici bir durum olarak tanımladı. Her şeyden önce bu gerçeği görmek lazım. Hakan Fidan Kürt soykırımını gerçekleştirmek için görevlendirilmiş bir kontrgerillacıdır. Başûrê Kurdistan Bölge Yönetimi Neçîrvan ve Mesrûr Barzani de sözde Kürt halkının ve toplumunun bir yönetimi. Bu nasıl oluyor? Bu kadar Kürt düşmanı olan birisi, bir Kürt yönetimiyle bu kadar kardeş oluyor. Kürt düşmanı kendi durumunu değiştirmediğine göre o halde Kürt’ü temsil ediyorum diyenlerin Kürtlüğü şaibelidir. Aslında bir aldatmaca ve maskedir. Bazı çıkarlar elde etmek için gizliden gizliye Kürt soykırım saldırısının beşinci kolu olarak rol oynamak üzere Kürtlüğü yüzüne maske olarak geçirmiş bir gücün varlığını görmemiz lazım. Günümüz KDP yönetimi bu noktaya gelmiştir. Bu gerçeği herkes görmeli.
Sadece Hakan Fidan’ın son Hewlêr ziyareti ve KDP yönetimi ile görüşmeleri ardından Başûrê Kurdistan’da, Zap’ta, Metîna’da, Avaşîn’de TC’nin işgal saldırıları gelişmedi. Ondan önce de bu saldırılar vardı. 26 Ağustos 2016 tarihinden bu yana Medya Savunma Alanları’na, yani resmi olarak Başûrê Kurdistan ve Irak sınırlarında görülen topraklara dönük işgal saldırıları planlı, örgütlü bir biçimde yürütülüyor ve bunun hepsine KDP destek veriyor. Hepsi KDP’nin onayı ve desteğiyle oluyor. Kuzeyden Türk ordusu, güneyden KDP saldırarak gerillayı arada kuşatıp ezmeye çalışıyorlar. Askeri literatürde buna “Sandviç Hareketi” diyorlar. Eskiden “Örs-çekiç Hareketi” diyorlardı. Güya Türk Ordusu, kontrgerillası çekiç, KDP de örs oluyor, dolayısıyla bu şekilde arada gerillayı ezmek istiyorlar. Bu yıllardır sürdürülüyor.
KDP, özgürlük isteyen Kürtlere karşı savaşan bir güçtür
KDP 1985 Ağustos’undan bu yana PKK gerillasını imha etmek için çeşitli dönemlerde aktif olarak saldırı yürütmüş bir güçtür. Kürt gerillasını, Kürt özgürlük savaşçılarını her zaman arkadan hançerledi. Bunu sadece Bakur’a dönük de yapmadı. Rojhilat Kurdistan’ın özgürlük güçlerini de vurdu, Başûr’daki yurtsever partileri de vurdu. Yani KDP’nin hangi düşmana karşı savaştığını araştırmak lazım. KDP tarihine iyi bakılsın. Hangi düşman güçle savaştı. Saddam yönetimiyle mi savaştı? Saddam ile Mesut Barzani’nin sarmaş-dolaş fotoğrafları her tarafta yayılıyor. KDP, Saddam ile anlaşarak Hewlêr’i YNK’den aldı. KDP, Bradost, Rêkanî ve Zêbarî aşiretleriyle savaştı, ondan sonra YNK ve İran’ın KDP ve Komala’sı ile savaştı ve bugün de PKK ile savaşıyor. KDP’nin savaştığı güçler bunlardır. Bu tarih iyi görülsün. O zaman net anlaşılacak ki KDP aslında özgürlük isteyen Kürtlere karşı savaşan bir güç. O halde niçin kurulduğu, nasıl bir misyon yüklendiği iyi anlaşılmalı. Böyle Kürt yönetimi deyip kanmamak lazım. Böyle bir yönetim PKK’ye karşı savaşmak üzere kuruldu. Onu yaratanlar, PKK’ye karşı savaştığı ölçüde o yönetime destek veriyor, tanıyor. Dolayısıyla bu yeni bir durum değil.
Şimdiye kadar KDP gerçeği birçok çevre tarafından yanlış anlaşılmıştır. PKK gerçekleri epeyce açığa çıkarıp maskeleri düşürdü. Birçok toplumsal kesim bunu gördü, anladı ama hala anlamayanlar var. Dolayısıyla onların da aydınlatılması lazım. Bu gerçekleri görür, anlar hale getirilmesi gerekli. Bunun için ikna edici, aydınlatıcı bir çalışma yürütülmesi lazım.
Şöyle deniliyor: ‘KDP, TC tarafından buna zorlanıyor, Kürtler arası çatışma yaratılmak isteniyor.’ Bir yanıyla bu doğru, fakat son zamanlarda şu şüphemiz daha fazla ortaya çıktı: Acaba TC mi, KDP’yi PKK’ye karşı saldırıya yöneltiyor, yoksa KDP mi, TC Devleti’ni PKK’ye karşı saldırıya yöneltiyor, daha çok saldırmasını, imha etmesini istiyor? Bu tam net değil! Her halde ikisi de doğrudur diyebiliriz. Daha çok da KDP’nin, TC’yi PKK’ye karşı saldırıya yönelttiği, teşvik ettiği, destek verdiği söylenebilir. Çünkü KDP de aynen TC gibi PKK’yi yok etmek istiyor. Kurdistan’da PKK’nin yokluğu üzerinde var olmak istiyor. Buna karar kılmışlar. Bu konuda kendilerine görev ve sorumluluk verilmiş. Bunların bilinmesi ve görülmesi lazım. O bakımdan da son görüşme ve saldırı biraz daha çok maskeleri düşürdü, gerçekleri daha çok görünür hale getirdi, daha fazla aydınlanma sağladı. Umut ediyor ve inanıyoruz ki birçok aldanmış, yanılmış çevre bu gerçekleri görür ve ihanete, işbirlikçiliğe karşı doğru bir anlayış ve tutum sahibi olur. Kürtlerde bu ne kadar gelişirse özgürlük bilinci, örgütlülüğü ve eylemi de o kadar çok büyür ve zafere doğru gider. Kürt sorunu bu temelde çözülür, Kürtler ancak böyle bir bilinçle faşist-sömürgeci, soykırımcı zihniyet ve siyaseti yenilgiye uğratarak özgürlüklerini kazanabilirler. Yani soykırıma karşı mücadele, işbirlikçiliğe ve ihanete karşı mücadeleden ayrılmıyor. Bunlar etle tırnak gibi iç içe geçmiş gerçeklerdir.
Kürdistan Özgürlük Gerillası’nın işgal ve ihanete karşı mücadelesi ortada. Bu işbirlikçi, hain saldırılar ve tutumlar karşısında Özgürlük Gerillaları şimdiye kadar duyarlı ve dikkatli davrandı. Her yerde işgale kaşı kahramanca direniyor. Taktik nükleer silaha karşı, kimyasal silaha karşı, fosfor bombasına karşı 24 saat NATO ve KDP destekli TC saldırılarına karşı gerilla tek tek veya iki-üç kişilik timler halinde tünelde, dağda, ovada kahramanca direniyor ve düşmana darbe üstüne darbe vuruyor. Bir yıldan fazladır bir tepe direniyor ve Türk Ordusu’na kahredici darbeler vuruyor. Dolayısıyla bu işgalci Türk ordusu hala bir tepeyi bile işgal edememiş durumda. Zap Direnişi böyle büyük bir direniş. Kahramanlık direnişinin de ötesinde bir direniş. Kürtlüğün yiğitliğini, şanını, insanlığın erdemini en ileri düzeyde açığa çıkartan bir direniş. Bu direniş gerçeğinin iyi anlaşılması lazım. Önceki soruda İmralı direnişinden, Önder Apo gerçeğinin doğru anlaşılmasından söz ettik. Burada da Zap’ta, Avaşîn’de, Metîna’da direnen gerilla direnişinin doğru anlaşılmasının nasıl bir öneme sahip olduğuna dikkat çekmek gerekir.
Sadece gerilladır, savaşıyor, kahramanlık yapıyor dememek lazım. Kahramanlık yapıyor, ama nasıl bir kahramanlıktır? Direniyor ama nasıl bir direniştir? Bu hangi koşullarda yürüyor? Nasıl bir insan ruhu, bilinci ve iradesiyle gerçekleşiyor? Dahası bu direniş ne anlama geliyor? Burada insanlık yeniden yaratılıyor. Özgür kişilik, özgür kadın, özgür erkek yeniden doğuyor. Kürtlük özgürlük temelinde yeniden var oluyor. Demokratik Türkiye, Zap’taki direnişle ortaya çıkıyor. Yeni, demokratik dünya, demokratik modernite dünyası Zap’taki direniş temelinde adım adım var oluyor, gelişiyor, kendisini alternatif bir sistem olarak tüm insanlığa hissettiriyor, taşırıyor.
Bu direniş karşısındaki sorumluluklarımızı anlamak için direnişin şartlarını, yürütülüş tarzını, neye hizmet ettiğini, ne anlama geldiğini iyi bilince çıkarmamız gerekir. Böyle olursa elbette ki bu direnişler karşısında her türlü mücadele alanı, tüm toplumsal kesimler kendi sorumluluklarını görürler. Mevcut mücadelenin kendilerine nasıl öncülük ettiğini, nereye çağırdığını, kendilerinden ne istediğini farkederler. Elbette mücadeleden güç alırlar. Gerilla mücadelesinden ruh, duygu alırlar, düşünce ve irade kazanırlar. Direnişe giderler ama sadece gerilla direnişiyle öğrenmeleri gerekmiyor, düşmana bakarak da öğrenebilirler. AKP-MHP-KDP saldırıları ne anlama geliyor? Bu saldırılarla ne yapılmak isteniyor? Bu sorulara cevap verebilen birisi buna karşı Zap’ta gelişen gerilla direnişinin tarihsel olarak ne anlam ifade ettiğini de doğru kavrar, böyle bir durumun kendisine yüklediği görev ve sorumlulukların bilincine güçlü bir biçimde varır ve onun gereklerini yapar.
Bu saldırılar sadece gerillayı, PKK’yi hedeflemiyor. Tüm Kürt varlığını, demokrasiyi, insanlığı hedefliyor. Dolayısıyla Kürt özgürlüğünü isteyen, demokrasiden yana olan, özgür insanlığın bir parçası olan herkesi aslında bugün AKP-MHP faşist diktatörlüğünün yürüttüğü saldırılara karşı çıkması ve ona karşı mücadele etmesi, savaşması lazım. Mücadele sadece gerillanın görevi ve sorumluluğu değil, sadece PKK’nin görev ve sorumluluğu değil. Hatta sadece Kürtlerin görev ve sorumluluğu da değil. En çok Türkiye halklarının, kadınlarının, gençlerinin, işçi ve emekçilerinin görev ve sorumluluğudur. Orta Doğu halklarının görev ve sorumluluğudur. Biraz imkâna sahip olan özgürlükçü demokratik çevrelerin görev ve sorumluluğudur. Herkesin insanlığı katletmek isteyen AKP-MHP faşist-sömürgeci-soykırımcı diktatörlüğüne karşı her yönüyle durması, mücadele etmesi gerekir. Bu şarttır. İnsan olmanın, demokratik olmanın, özgürlükten yana olmanın asgari gereği budur. Ancak bununla demokrat olunur, özgürlükçü olunur, insan olunur. O bakımdan mücadele sorumluluk yüklüyor. Her bakımdan daha çok mücadele etmek gerekli.
Herkes olduğu yerin gerillası olmalı
Bu mücadeleyi sınırlandırmamak lazım. Biz de her yöntem ve araçla mücadele etmeliyiz. Düşman bize karşı saldırıda tüm yöntem ve araçları kullanıyor. O halde biz de ona anladığı dilde cevap vermesini bilmeliyiz. Her türlü mücadeleyi yürütebilmeliyiz. Savaşı sadece gerillanın omuzlarına yüklememek lazım. Adı üzerinde, halk savaşıdır bu. Herkes gerillacı olmalı. Zap’ta direnen gerilla profesyonel gerillaysa en azından 15-20 yaşına gelmiş her kadın ve erkek de olduğu yerin gerillası olmalı. Olduğu alanın güvenliğini, özgürlüğünü, demokrasisini sağlamalı. Oraya dönük bir işgal saldırısı geldiğinde önceden yaptığı hazırlıklara dayanarak işgalciyi orada yerle bir etmeyi, tarihe gömmeyi bilmeli, ona karşı savaş yapmalı. Bu temelde bir gerillalaşmaya ihtiyaç var.
Önder Apo “Savaşan Halk Gerçekliği” dedi. Devrimci Halk Savaşı Stratejisi diyoruz. Tüm halk olarak savaşmamız gerekiyor. Savaşı sadece bazı güçlere yüklememeliyiz. Tüm halk bu savaşı omuzlamalı, üstlenmeli. Kendi güvenliğini, özgürlüğünü, kendi savunmasını kendi öz gücüyle sağlamalı. İşte buna öz savunma deniliyor. Öz savunma demek herkesin gerillalaşması demektir. Bazıları profesyonel gerilla olurlar ki parti öncülüğü budur ama toplumun geri kalan tüm kesimlerinin de yerel gerilla olması lazım. Bu gerilla çizgisine eskiden gerilla kitapları “Gece silahlı gündüz külahlı” derlerdi. Gerçekten de kadını ve erkeğiyle her Kürt gece silahlı gündüz külahlı olmalı. Yani gündüz işinde ve sivildir ama gizlilik temelinde de her türlü işgalci saldırıya karşı direnebilen, savaşabilen bir konumda olmalı. Kendisini böyle bir görev ve sorumluluk altında görmeli. Doğru yurtseverlik bilinci budur. Günümüzün yurtseverliğinin ölçüsü budur. Kim faşist, sömürgeci, soykırımcı saldırılara karşı öz savunma temelinde savaş yapıyorsa, direnme savaşı içindeyse o yurtseverdir. Onun gerisindeki ölçüler yurtseverlik değildir. “Ben şuna şöyle destek vereyim, şu biçimde ondan yana olayım” demekle olmaz. Artık o dönemler geçti. Günümüzün yurtseverliği öz savunma temelinde işgalciye karşı direnme savaşçısı olmayı ifade ediyor.
Bütün diri güçler kendini birer özgürlük savaşçısı, yerel gerillacı haline getirebilmelidir. Gerilla tarzını özümsemeli, öğrenmeli, gerilla bilincini edinmeli, gerilla donanımına sahip olmalı. Ama elbette ki bütün bunları büyük bir gizlilik temelinde yapabilmeli. Bütün yaşamı, ekonomiyi, siyaseti, sosyaliteyi, kültürü, her şeyi böyle bir öz savunma direnişinin gereklerine göre düzenlemeliyiz. Bunun dışında bir yaşam olmaz. Bugün varlık-yokluk sorunu gündemde. Varlık mücadelesi veriyoruz. O halde her şey öz savunmaya bağlı, her şey öz savunma direnişinin ihtiyacına göre olur. Öz savunma direnişinin gereklerine göre olur. Tüm yaşam öz savunma direnişinin ihtiyacına ve gereklerine göre düzenlenmek durumundadır. Doğru tutum, doğru yaklaşım kesinlikle budur. Bu bilinç gelişiyor, daha çok da gelişmeli. Bunu sağa-sola çeken, pasifize eden, direnişten kaçmaya çalışan eğilimlere fırsat vermemek lazım. Küçük burjuva bireycileri, kaçkınları, pasifistleri var ve bunlar ortalığı karıştırıyorlar. Bunlara fırsat vermemek, kulak kabartmamak gerekli. Bunlara karşı aktif mücadele etmek lazım. Nasıl ki sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı mücadele, işbirlikçiliğe ve ihanete karşı mücadeleden ayrılmıyorsa, her türlü saldırı karşısında öz savunma direnişi de bunu pasifize eden, reformize eden anlayış ve tutumlara karşı mücadeleden ayrılmaz. Bu tür küçük burjuva bireyciliklerini iyi tanıyalım, ortamımızdan atalım. Onların bizi saptırmasına kesinlikle izin vermeyelim.
Türk boylarının Ortadoğu’ya gelişinde en çok desteği Kürtler verdi
-Kürdistan merkezli Orta Doğu’da da önemli gelişmeler yaşanıyor. Kuzey ve Doğu Suriye’nin Dêyrazor bölgesinde Türk devleti ve Suriye rejimi destekli olduğu açıklanan çeteler bölgede karışıklık yaratarak bölge halkını Özerk Yönetim’e karşı kışkırtmaya çalıştı. Buna paralel Türk devleti ve çeteleri Minbic’e yönelik saldırılarını yoğunlaştırdı. Tam da bu saldırılar sürerken Kerkûk’te KDP-MİT-Türkmen Cephesi odaklı olduğu belirtilen provokasyon sonucu 5 kişi yaşamını yitirdi. Özel savaş basını bu provokasyonları Kürt-Arap çatışması olarak yansıtmaya çalıştı. Bu saldırıları planlayanların amacı neydi ve bu tür saldırılara karşı alınması gereken tavır ve tedbirler nelerdir?
Duran Kalkan: Tarihe şöyle bir bakılırsa derinliklerden gelen Orta Doğu’nun kadim halklarının var olduğu görülür. Kürtler ve Araplar işte bu kadim halklar içerisinde yer alıyorlar. Türkmen boyları Ortadoğu’ya 9 ve 10’uncu yüzyıldan itibaren geldiler. Yani son bin yüz yıldır Ortadoğu’da varlık gösteren bir toplumsal kesim oluyorlar. Ortadoğu’ya geldiler, uzun bir dönem Arabistan’da, Kurdistan’da boylar halinde yerleştiler. Tarihsel süreç içerisinde bazı Türkmen boyları Araplaştı, bazıları Kürtleşti. Bir kısmı da İslam’ın kılıcını kullanarak Hristiyan Bizans’a karşı savaşmak üzere Batı Anadolu kıyılarına göçtü. Varlığını böyle bir savaşla yaratmaya çalıştı ve bu giderek Osmanlı Beyliği, Osmanlı İmparatorluğu biçiminde bir siyasi, askeri gelişmeye dönüştü. Anadolu’da kurulan bu yeni devlet 16’ncı yüzyılın başında Kurdistan’a ve Arabistan’a yönelerek buraları işgal edip kendini bir Ortadoğu gücü, bir Ortadoğu imparatorluğu haline getirdi.
Osmanlı yapısının iyi incelenmesi lazım. Türk boylarının Ortadoğu’ya gelişinde en çok desteği Kürtler verdi. Yine Araplar kapılarını açtı. Osmanlı devleti ve İmparatorluğu’nun kurulmasında da en büyük desteği yine Kürtler verdi. Araplar da bu imparatorluk içinde yaşamayı kabul ettiler. Ortadoğu kapılarını Osmanlı yönetimine açtılar. Osmanlı bir saray yönetimi, bir Yeniçeri Devletiydi. Aslında bir hanedan yönetimiydi. Osmanlı İmparatorluğu bir ulusal temele dayanmıyordu. Birinci Dünya Savaşı’yla bu İmparatorluk yıkıldığında Kürtler, Araplar, diğer birçok halk gerçekten bir toplumsal yapıya sahiptiler. Dil, kültür, toplumsal gelişme bakımından ileri bir düzeyleri vardı. En zayıf olan Türklüktü.
Aslında Türklük diye bir şey yoktu. Çeşitli coğrafyalarda yerleşmiş Türkmen boyları vardı. Osmanlı sarayında da Osmanlı Hanedanı vardı. Bugün “Türklük” denen şey aslında sonradan yaratıldı. Kemalist hareket bunu ortaya çıkardı, oradan başladı. Bütün dilleri, kültürleri katlederek, sürerek, asimile ederek ordu ve devlet gücüne dayalı olarak bir Türklük yarattılar, Türk ulusu ortaya çıkardılar. Bu bir devlet ulusudur. Zaten bunu anayasaya da “TC Devleti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür” diye de yazmışlar. Dolayısıyla Türklük, TC devletiyle var olmak demektir. TC Devleti’nden önce, bugün TC’nin temsil ettiği Türklük yoktu. Türkmen toplulukları, boyları vardı. Toplum olarak bir Türkmen yapı vardır. Ama bugünkü Türklük bir derlemedir. Buna “Beyaz Türklük”, “Devşirme Türklük” deniyor; sağdan soldan toplananların bir iktidar ve devlet gücü etrafında birleşerek oluşturdukları bir yapı.
Birinci Dünya Savaşı ardından yürütülen siyasi-askeri mücadeleler böyle bir Türklüğün gelişiminin önünü açtı. Aslında Osmanlı Hanedanı yenilmişti ve böyle bir Türklüğün gelişme imkânları da çok azdı. Rusya’daki Ekim Devrimi’nin çeşitli nedenlerle verdiği destek, ayakta kalan ordu gücü, yine Kürt halkının büyük desteğiyle Kemalist hareket kendisini bir yönetim haline getirdi ve bunu 1923 Temmuz’unda Lozan’da İngiltere ve Fransa’ya kabul ettirdi. Derler ya “Çingene’yi paşa yapmışlar, önce babasını asmış.” Bu Kemalist TC yönetimi de öyle oldu. Devlet olarak kendini örgütleyip dünyada da tanınınca döndü esasta kendini var eden kaynakları kurutmak üzere saldırıya geçti. Kürt soykırımcılığı böyle ortaya çıktı. Zaten daha önce İttihat ve Terakki’nin geliştirdiği Ermeni Soykırımı vardı. Buna Süryani ve Rum Soykırımı’nı eklediler. Esas olarak ise kendilerine en çok destek veren Kürtlere dönük, soykırım hareketi geliştirdiler.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında oluşturulan küresel kapitalist modernite sistemi, yani bugünkü dünya sistemi denen sistem, esas olarak Ortadoğu’nun paylaşılmasıyla şekillendi. Ortadoğu’nun paylaşılıp egemenlik altına alınmasında da öne çıkartılan, destek verilen ve geriye itilen güçler var. Ortadoğu’nun kadim halkları olan Araplar 22 devlete bölündüler, aşiret aşiret paramparça edilerek en zayıf ve etkisiz konuma getirildiler. Tarihin en kadim halkı olan Kürtler dört parçaya bölünüp inkâr edilerek imha sürecine alındılar. Dört başı mamur bir soykırımla karşı karşıya geldiler. Yüz yıldır Ortadoğu’da Araplara ve Kürtlere karşı bu kapitalist modernite sisteminin böyle bir saldırısı var. Kürtler ve Araplar parçalanıp bölünerek derin ulus devlet saldırıları altında zayıflatılıp yok edilirken Ankara yönetimi etrafında bölgenin hâkim gücü olan bir Türklük ortaya çıkartıldı. TC Devleti bu şekilde geliştirildi.
TC, kapitalist modernite sisteminin ajan devletidir
Bu devlet aslında bu sistemin bir ajan devleti konumundadır. TC Devleti, Ortadoğu’da daha önce Cemiyeti Akvam, şimdi de BM olan küresel iktidar ve devlet sisteminin çıkarlarını korumak için görevlendirilmiş bir ajan güçtür. Yüz yıldır bu rolü oynuyor. Bu temelde de güç ve destek veriliyor, palazlandırılıyor. Her türlü faşist katliamına, soykırım uygulamasına göz yumuluyor. Bunlara karşı hiçbir ses çıkartılmıyor. Tam tersine her zaman sıkıştığında bu devlete destek veriliyor.
Tarihsel gerçekliği bu şekilde ifade etmemiz lazım. Ancak bu kısa özetle sorunlar doğru ve yeterli anlaşılabilir. Yani Kürtlük ve Araplık nedir? Kürt-Arap ilişkileri ne anlama geliyor? Kürt-Arap çatışması ne anlama geliyor? Kimler tarafından, hangi amaçla çıkartılıyor sorularının daha doğru ve yeterli cevaplarını verebiliriz.
Mevcut özetlediğimiz tarihsel gelişim içerisinde günümüze ulaştığımızda şunu görüyoruz: Kütler ve Araplar bu tarihin daha derin bilincine varıyorlar. Özellikle Önder Apo’nun tarih değerlendirmeleri, çözümlemeleri, tarih tezleri bu gerçeği çok derin ve yakıcı bir biçimde açığa çıkartmış durumda. Kürtler bu değerlendirmelerle yeni bir bilinç ediniyor ve bu bilinç Araplar arasında da yayılıyor. Her iki toplum da tarihin en kadim
halkı olmasına rağmen, neolitik devrimin, tarım-köy devriminin yaratıcı toplumları ve yine iktidar-devlet uygarlığının gelişimine zemin teşkil etmelerine rağmen, şimdi bu beş bin yıllık iktidar ve devlet uygarlığının küresel hegemonik yapısı tarafından parçalanmışlar. İkinci, üçüncü, dördüncü plana itilerek en zayıf konuma düşürülmüşler. Hatta Kürt örneğinde gördüğümüz gibi vahşi bir soykırımcı saldırı altına alınmışlar. Yüz yıllık Cemiyeti Akvam ve BM sistemi TC’yi, onun yönetiminde Türklüğü geliştirirken tarihin en kadim halkları olan Arap ve Kürt toplumunu ise en zayıf duruma düşürüyor, paramparça ediyor, imkânlarını yağma ve talana açık tutuyor, soykırıma uğratıyor. Dolayısıyla iki toplum da bundan rahatsız. Kendilerine yöneltilen saldırının bilincine varıyorlar ve buna karşı mücadele ediyorlar. Arap toplumunda bu düzeyde gelişen direniş, mücadele, 2011’den bu yana gelişen ve “Arap Baharı” denen süreçler hep bu gelişmeyle ilgili.
Kürt halkı da yüz yıllık bu saldırıya karşı hep direndi. Bakur, Rojhilat, Rojava, Başûr direndi. Son elli yılda da bütün bu direnişler Önder Apo ve PKK öncülüğünde birleşerek dört parça Kurdistan’ı içine alan bir ulusal demokratik direniş, ulusal özgürlük direnişi haline geldi.
Şimdi bu iki halk kendilerine yöneltilen saldırıyı ve saldırganları görüyorlar. Saldırı ve saldırganlar ortak. Dolayısıyla düşmanları ve karşıtları ortak. O yüzden mücadeleleri de ortak. O halde mücadeleyi daha güçlü yapabilmeleri için kendilerine yöneltilmiş olan bu tarihsel haksızlığı ortadan kaldırabilmek, dayatılan gerilemeyi ve imhayı yok edebilmek için daha etkili ve başarılı mücadele etmeleri lazım. Onun için de daha çok ilişki ve ittifak içinde olmaları gerekiyor. Arap halkının demokratik direnişiyle Kürt halkının varlık ve özgürlük direnişinin daha çok dayanışma, ilişki, ittifak halinde olması gerekli. Başarının yolu bundan geçiyor. Bu temelde Kürtlerde ve Araplarda yeni bir zihniyet oluşuyor. Tarihi yeniden yorumluyorlar. Güncel olarak kendilerini geliştirebilmek için Kürt-Arap ilişki ve ittifakının ne kadar gerekli, önemli ve anlamlı olduğunu, özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürütmek ve başarmak için vazgeçilmez olduğunu görüyorlar. Böyle bir bilinç, ilişki ve ittifak gelişiyor. Bu Rojava Özgürlük Devrimi’yle bir sıçrama kaydetti. Kuzey Doğu Suriye’deki demokratik ulus inşasıyla, demokratik konfederalizm sistemiyle toplumsal ve siyasi sisteme kavuştu. DAİŞ çeteciliğine karşı ortak direnişte kardeşleşme, birleşme yaşandı.
Kürt-Arap ittifakı mevcut TC egemenliğini ortadan kaldıracak
Bugünün Kuzey Doğu Suriye sistemi, diğer halkların özgürce katılımı temelinde esas olarak Kürt-Arap ittifakı temelinde gerçekleşti ve bu bütün Ortadoğu’ya örnek oluşturuyor. Suriye’nin diğer kesimlerini, diğer alanlardaki Arap toplumunu etkiliyor. KDP milliyetçiliğinin Irak’ta Kürt-Arap karşıtlığı, çatışma yaratma siyasetine karşı, Rojava’da gelişen Kürt-Arap ittifakı ve kardeşliği Irak zeminini de etkiliyor. Irak’taki Kürtler ve Araplar içerisinde kardeşlik ve ittifak bilinci daha çok gelişme gösteriyor, öne çıkıyor. Giderek Irak’taki mevcut çözümsüzlüğü aşmanın, iradesizliği gidermenin, demokratik konfederalizm temelinde gerçek ve güçlü bir demokratik Irak sisteminin ortaya çıkması ve bunun gelişmesi Kürt-Arap dayanışmasından, ittifakından, kardeşliğinden geçtiği, bunun da demokratik ulus çizgisinde demokratik konfederalizm sistemiyle olacağının görüldüğü ve anlaşıldığı bir durum gelişiyor.
Şimdi, yüz yıldır mevcut küresel hegemonik kapitalist sistem tarafından yaratılmış olan faşist TC Türklüğü, bu gelişmeden dolayı büyük bir korku ve panik yaşıyor. Onun uzantısı olan Arap ulus devlet milliyetçilikleri de bir düzeyde korku yaşıyorlar. Ama esas korkuyu Kürtlerin ve Arapların geriletilmesi üzerinde sistemin ajanlığı temelinde gelişmiş olan TC ulus devlet milliyetçiliği yaşıyor. Kürt-Arap demokratik ilişki ve ittifakının gelişmesinde kendi ölümünü görüyor. Çünkü o ilişki ve ittifak gelişirse mevcut TC egemenliği, ulus devlet hegemonyası ortadan kalkacak, onun Ortadoğu’ya dönük emperyal yaklaşımları boşa çıkartılacak. Küresel kapitalist modernite sisteminin üzerine yüklediği görev ve sorumluluğu yerine getiremeyen bir duruma düşecek, görevini başaramamış olarak tarihten silinecek. Dolayısıyla TC ulus devlet faşist milliyetçiliği, Kürt-Arap demokratik ilişki ve ittifakında kendi ölümünü görüyor. Bunu engellemek için de her türlü saldırıyı yapıyor, her türlü oyunu geliştirip hileye başvuruyor. Belirtilen olaylar tamamen bu hile temelindedir. Her tarafta ajanlar örgütlemeye çalışıyor. Türkmenleri, Kürtleri kullanmak istiyor, hatta Ermenilere kadar ulaşmaya çalışıyor. Ajanlaştırabileceği her türlü çete kesimiyle ilişki kurup onları Kürt-Arap ilişki ve ittifakının gelişmesini engellemeye ve bu temelde Kürt-Arap çatışması yaratmaya yöneltiyor.
Burada KDP milliyetçiliği tam olarak TC’nin ajanlığı biçiminde hareket ediyor. Tam bir çete pratiğine dönüşüyor. KDP’yi, mevcut TC yönetimi sadece PKK’ye karşı kullanmıyor, bir de ifade ettiğimiz Kürt-Arap demokratik ittifakının gelişmesini engellemede ve Kürt-Arap çatışmasının yaratılmasında kullanıyor. KDP milliyetçiliğini besleyip tahrik ederek Kürtleri Arap yönetimleriyle karşıt ve düşman hale getirmek istiyor.
Son dönemde Kuzey Doğu Suriye’de yaşanan olaylar da böyleydi. Mınbıc’ten Dêyrazor’a kadar yaşanan olayların arkasında mevcut TC’de ifadesini bulan bu ulus devlet şoven milliyetçiliğinin, provokasyonunun payı var. Mevcut Suriye yönetimine de çeşitli etkilerde bulundu. Suriye yönetiminin de açıklamaları oldu. Onları da tahrik ve teşvik eden AKP-MHP faşist milliyetçiliğidir. Zaten Mınbıc’e doğrudan kendi çeteleriyle saldırdılar. Aynı provokasyonu Kerkûk’te de geliştirmeye çalıştılar. Bakın Mınbıc, Dêyrazor ve Kerkûk’te eş zamanlı provokasyonlar ortaya çıktı. Kürt-Arap çatışması yaratmaya çalıştılar. Kürt-Arap ilişkilerinin, birliğinin, ittifakının gelişmesini bozmaya çalıştılar. Bunu kimler yaptı? En başta TC Devleti yapıyor. Hakan Fidan’ın örgütlediği MİT ve kontrgerilla bunu yürütüyor. Hakan Fidan’ın dış ilişkili çalışması temelinde oluyor. AKP-MHP faşist milliyetçiliği bunu sürdürüyor.
Diğer yandan KDP bunun bir ortağı durumunda. İlkel Kürt milliyetçiliği, TC’nin faşist ulus devlet milliyetçiliği tarafından kötü bir biçimde Kürtler zararına kullanılmaya çalışılıyor. Yine çeşitli milliyetçi Arap çevreleri, çete toplulukları kullanılıyor. Hatta Suriye yönetimine, diğer yönetimlere kadar bu temelde ulaşmaya çalışıyor. Tayyip Erdoğan yönetimi tüm gücüyle Şam yönetimiyle uzlaşmaya çalışıyor. Bu temelde çağrı yaptı. Bunlar ne anlama geliyor? ‘Gelin milliyetçilik temelinde birleşelim, Kürt-Arap halklarının birliği ve kardeşliğini önleyelim. Bunlar birleşirlerse bizi yıkarlar ama sizi de yıkarlar. Çünkü siz de milliyetçilik üzerine şekillendiniz. O halde çıkarımız birdir. O zaman gelişebilecek bu tehlike karşısında güçlerimizi birleştirelim ve bu temelde çıkarlarımızı koruyalım’ diyorlar.
Bu tür saldırılara karşı alınması gereken tedbirler nelerdir? Her şeyden önce bu gerçekleri görmek lazım. Bu çerçevede sadece görmek yetmez, bunun yoğun propagandasını yapmak, tartışılmasını sağlamak, Kürtlerde, Araplarda, Ermenilerde, Süryanilerde, Türkmenlerde, Ortadoğu’da iç içe yaşayan bütün halklarda demokratik ulus çizgisinde kardeşlik bilincini, ilişki ve ittifak anlayışını geliştirmek lazım. Bu konuda yorulmadan, usanmadan çalışma yapmak gerekli.
Bilinç yetmez, örgütlenmeler geliştirmek lazım. Her toplumu sadece kendi örgütlenmesiyle değil, bir de o örgütleri demokratik konfederalizm sistemi temelinde demokratik birliğe kavuşturmak gerekli. Demokratik özerklik temelinde herkesin özgürce kendini örgütlediği, yönettiği, demokratik konfederalizm temelinde de bu örgütlenmelerin demokratik birlik halinde yürütüldüğü bir demokratik siyasi sistemin geliştirilmesi için küçük adımlarla başlayarak çalışmak gerekli. Partiler, örgütler ve halklar arasında, kadın ve gençlik kesimi, yine işçi ve emekçi kesimler arasında sağlam dostluklar kurmak, ilişki ve ittifaklar geliştirmek lazım. Bu temelde toplumsal dayanışmayı da geliştirmek gerekli. Fakat en önemlisi tabii doğru bir anlayış ve bilinç geliştirmektir. Demokratik ulus bilincini her tarafa yaymak, insanları bu temelde eğitmek, bilinçlenip örgütlenerek kendi çıkarlarını savunur hale getirmek lazım.
Tabii ki bu tür tahriklere karşı ortak tutum almak gerekli. Provokasyonlara karşı birlikte tavır koymak lazım. AKP-MHP-KDP milliyetçiliğinin Kürt-Arap çatışmasına dayalı politika ve saldırılarına karşı demokratik ulus çizgisinde Kürt-Arap ittifakını geliştirip ortak tutum almak ve ortak mücadele yürütmek gerekli. Bu çatışmanın kime ve neye hizmet ettiğini herkese göstermek gerekli. Çünkü Kürt-Arap çatışması TC ve KDP tarafından çıkartılıyor. Dolayısıyla onlara hizmet ediyor. Onlar varlıklarını ve çıkarlarını Kürt-Arap çatışmasında, Arapların, Kürtlerin bölünüp birbiriyle çatışarak zayıf düşmelerinde görüyorlar. Bu çatışmalar önlenir, birlik yaratılır güç olurlarsa varlık ve özgürlük mücadelesi yürütecekler. O zaman da TC ve KDP milliyetçiliği ortadan kalkacak. Bunu gördükleri için her türlü provokasyonu, faşist-milliyetçi düşmanlığı, karşıtlığı, çelişki ve çatışmayı toplumlar nezdinde geliştirmeye çalışıyorlar. Buna meydan vermemek lazım. Bu tahriklere gelmemek gerekiyor. Her şeyden önce yapılmak isteneni görmek gerek. Bu çok tehlikeli bir oyun ve çok kötü bir saldırıdır. Bunu yapanları çok iyi görmek lazım. Bunu TC, AKP, MHP ve KDP yapıyor. O halde hem bu tehlikeli milliyetçi saldırıya karşı durmak, hem de bunu yapanlara karşı ittifak halinde etkili mücadele etmek gerekli.
Devam edecek…