Kürt halkının gündeminde uzunca bir süredir KDP var. Giderek daha fazla gündemde olacağa da benzemektedir. Tabi bu hayırlı bir gündeme gelme hali değildir. Tersine en lanetli bir var oluş şeklinde bir gündemleşmedir. Çok sınırlı sayıda bir kesimin dışındaki tüm Kürtler bugün KDP’ye lanet yağdırmakta ve genelde KDP’yi özelde de Barzani ailesini ‘ağacın kurt’u yani celladın, soykırımcının, sömürgecinin işbirlikçisi olarak görmektedir. Kürtler nazarında KDP ve özel olarak da Barzani ailesi sömürgecinin, işgalcinin, soykırımcının cephesine geçen ihanet şebekesidir.
İşbirlikçiliğin Kürtlerde görülen hali
Kuşkusuz işgalciye, sömürgeciye işbirlikçilik yapma, kendi öz gerçekliğinden koparak ihanetçi durumuna düşme KDP ve Barzanilerle başlayan bir durum değildir. Benzer şeyler hemen her toplum içinde çıksa da Kürtlerdeki gerçekleşmesi bambaşkadır.
Kürtlerdeki ihanet ve işbirlikçiliğin devletçi uygarlığın başına kadar gittiğini belirtmek mümkündür. İlk şehir devleti olan Uruk’un yarı tanrı kralı Gilgameş’in en yakın arkadaşının Yukarı Mezopotamya kökenli Enkidu olduğunu gözettiğimizde bu sav ispat edilmektedir. Tarihi belgelerden Enkidu’nun kendi vatanı olan Yukarı Mezopotamya’nın devletçi uygarlık tarafından işgal edilmesinde ne denli büyük bir rol oynadığı görülmektedir. Bu yönüyle Kürt hainliğinin ta Enkidu’dan beri bir damar şeklinde geldiğini söylemek mümkündür. Genelde Ortadoğu’nun özelde ise Kurdistan’ın adeta dünyanın kalbi pozisyonunda olması uygarlık tarihi boyunca burayı hala süren sürekli bir savaş alanı halinde tutmuştur. Nitekim ilk savaşların boy verdiği bu topraklarda günümüzde de 3. Dünya Savaşı yaşanmakta, günde yüzlerce insan yaşamını yitirmekte, binlerce insan yerinden yurdundan olmaktadır.
Bir bakıma savaş tarihi anlamına da gelen bu tarih boyunca, Kurdistan’ı işgal eden her bir gücün yanı başında hemen onlarla işbirliği eden bir kesim var olageldi. Her işgal sonrası kentlerdeki zengin tabaka, toprak sahipleri varlıklarını sürdürmek için adeta doğal bir iş yapıyormuş gibi işgalci güçlerle işbirliği yapmışlardır. Daha çok kent merkezlerinin işgale uğradığı gözetildiğinde Kurdistan tarihinde işbirlikçilik bir kentlilik özelliği olarak ortaya çıkmıştır. Kırsalda kabile-aşiret formu esas olduğundan ve işgalci güçler buralarda pek hakim olamadıklarından kırsaldaki kesim işgalciyle işbirliğine kapalı olmuş, daha çok direniş tutumu içinde olmuştur. Diğer bakımdan işbirlikçilik eğilimi gösterme potansiyeli taşıyan aşiret reisleri açısından da aşiret içinde varlığını sürdürmek daha elverişli görülmüştür. Merkezi uygarlığın çıkışından İslamiyet’in Kurdistan’da yayılmasına kadar bu durum, böyle inişli çıkışlı şekilde sürmüştür.
Kurdistan’da hakim toplumsal form olan kabile ve aşiret formunda ilk büyük yarılma ise Kurdistan’a İslamiyet’in gelişi ile gerçekleşmiştir. Çünkü İslamiyet’in gelişi klasik bir işgalin ötesinde ilk büyük ideolojik işgal anlamına da gelmiştir. Aynı zamanda Arap işgali de olan İslamiyet’in Kurdistan’a gelişi hem toplumsal formda hem de kültürel duruşta köklü ve kalıcı değişikliklere neden olacaktır. Bu yönüyle bu dönemki işbirlikçilik daha önceki dönemdekilerden niteliksel olarak ayrışır. Bu ise, merkezi uygarlık sisteminin yaşadığı niteliksel dönüşümle bağlantılıdır. Merkezi uygarlık sistemi Ortadoğu’da İslamiyet ile köleci sistemden olgunlaşmış kölelik düzeni dediğimiz feodal sisteme geçerken toplumsal form da buna uygun şekilde dönüşüm yaşayacaktır. Bu kapsamda Kurdistan’da aşiret reisleri ağaya, aşiret üyesi de xulama dönüşmüştür. Kurdistan’ın tümüne yayılmasa da özellikle büyük toprak sahipliklerinin olduğu ve tarımcılıkla uğraşılan ova yerlerde bu gerçekleşmiştir. Denilebilir ki bu sınıflaşmaya kapalı olan aşiret formunun çözülüşü ve Kürt toplumu içinde bir sınıflaşmanın gelişmesi olmaktadır.
Kürt toplumsallığında sınıflaşmaya açık hale gelme bu şekilde yaşanırken, öte yandan Kurdistan’da dönemin aşiret reisleri, önde gelenleri, İslamiyet ile kutsal bir kavim halini alan Arap olmaya özenmiş, Arap dilini ve kültürünü esas alarak Araplaşma yarışına girmişlerdir. Hızını alamayan bazıları ise ehl-i beyt ailesinden olmak anlamına gelmek üzere ‘seyit’ olduklarını iddia ederek Kürtlükten ne kadar uzaklaşmaya ve Araplaşmaya heves ettiklerini ortaya koymuştur. Kısacası bu dönemde bir taraftan toplumsal formda parçalanma yaşanırken diğer taraftan da dil ve kültürde köklü bir asimilasyonun önü egemenlerden başlamak üzere açılmış, Araplaşmış bir aristokrasi olma yarışına girilmiştir.
19. yüzyıla kadar aşağı yukarı böyle gelinmiştir. Yani Kürt egemenlerinde kültürel olarak Araplaşma, siyasi olarak da işbirlikçilik varlığını sürdürmüştür. Merkezi uygarlık sisteminin feodalizm aşaması karakteri gereği beyliklerden oluşan imparatorluklar şeklinde bir bedenleşme yaşadığından Kürtler de siyasi olarak varlıklarını özerk beylikler şeklinde sürdürmüştür.
Kapitalist modernite dönemindeki işbirlikçiliğin farkı
Merkezi uygarlık sisteminin kapitalist modernite aşamasının Ortadoğu ve Kurdistan’da etkisini iyiden iyiye hissettirdiği 19. yüzyıldan sonra ise Kürtler bilinen anlamda bir ‘sorun’ olarak görüleceklerdir. Merkezi uygarlık sisteminin kapitalizm aşaması kendinden önceki tüm aşamalardan daha acımasız, ceberut ve soykırımcı olduğundan Kürtler 19. yüzyıldan itibaren soykırım kıskacına alınacaklardır. Hala kapitalist modernitenin hegemon güçleri ve Kurdistan’ı işgal eden sömürgeci güçler tarafından büyük bir inat ve seferberlikle yürütülen bu soykırım politikalarında, Kürt işbirlikçi sınıfının duruşu ise, kendinden önceki tüm dönemlere göre daha tehlikeli bir hal almaktadır. Çünkü dönem tastamam bir soykırım sistemi olan ulus-devlet dönemidir. İmparatorluklar döneminde görülmeyen katliamlar, göçertmeler, soykırımlar vatan bellenen bir toprak üzerinde ulus yaratma ülküsüyle bu dönemde yaşanmaktadır. Her ulus-devletin büyük savaşlar sonucunda inşa edildiği gözetildiğinde kapitalist modernite çağındaki kırımlar uygarlık tarihi boyunca yaşanan toplam kıyımlardan daha fazladır. Böylesi bir dönemde Kürtlerin durumu ise parçalı bir duruştur. Kürt hanedanlıkları, beylikleri varlıkları tehlikeye girdiğinde baş kaldırmakta ve çoğunlukla da işbirlikçileşen, ihanet eden bir diğer Kürt beyi yüzünden yenilmektedir.
Böylelikle 19. yüzyılı sahip oldukları son özerklikleri de kaybederek geçiren Kürtler, 20. yüzyıla büyük bilinmezlikler ve belirsizliklerle girmiştir. 1. Dünya Savaşı sonucunda Kurdistan dört parçaya bölünürken Kürt halkı ise dört ulus-devletin işgali altında ve kapitalist modernite sistemi koşullarında soykırımın kıskacına alınmıştır. Fiziki ve kültürel soykırım politikalarına en yoğun şekilde maruz kalan Kürt halkı hala bu soykırım politikalarının kıskacından kurtulmaya çalışmakta, bunun için de varlık ve özgürlük savaşını çok büyük bedeller uğruna sürdürmektedir.
Kürtler kapitalist modernitenin bedenleşmesi anlamına gelen ulus-devlet gerçekliği nedeniyle Kurdistan tarihinin en tehlikeli dönemini yaşamaktadır. Her egemenin kendine işbirlikçi devşirmesi bir gelenek olduğundan ve mevcut durumda da Kürtler içinde işbirlikçi ve ihanetçi bir kesim işbaşında olduğundan bu ihanet ve işbirlikçilik bugüne kadar olanlardan daha farklı bir nitelikte olmaktadır. Bu yönüyle Kurdistan tarihi boyunca yaşanan en tehlikeli ihanet tutumu kapitalist modernite ve ulus-devlet döneminde gerçekleşen hali oluyor ki, bunu da bugün KDP ve özelde de Barzaniler yapmaktadır. Bu yönüyle genelde KDP ve özelde de Barzanilerin ihaneti ve işbirlikçiliği tarihte hiç olmadığı kadar Kürt halkının varlığı ve özgürlüğüyle direkt bağlantılıdır. Soykırım politikalarına karşı varlık-yokluk savaşı veren Kürt halkının içinden çıkan ihanet, Kürt halkı açısından hayatiyet sorunu doğurmaktadır. Kürt halkı eğer soykırım politikalarına karşı verdiği varlık ve özgürlük savaşını kazanacaksa, bu ancak içinden çıkan ihaneti etkisizleştirmesiyle mümkün olabilecektir. Aksi takdirde ağacın kurdu ağacı içten çürütecektir. Eş deyişle soykırımcı rejimlerin Kürtler üzerinde uyguladığı soykırım politikaları başarıya ulaşacaktır. İşte genelde KDP özelde ise Barzanilerin yaptığı ihanet bu denli tehlikeli ve mutlaka aşılmayı gerektiren bir karakterdedir.
Başûr halkı KDP’nin yaptığı kötülüklerin tanığıdır
Aslında Başûr da dahil Kürdistan’ın tüm parçalarında Kürt halkı KDP’nin ve Barzanilerin kendilerine ne denli büyük kötülükler yaptığının farkındadır. Başûr halkı, KDP’nin temsil ettiği ağavari, demokratik karakterden uzak, egemenlikçi, dar milliyetçi çizgi nedeniyle Baas rejimine karşı verdiği özgürlük mücadelesine yanlış öncülük edildiğini çok iyi bilmektedir. Baba Barzani’nin KDP’nin başına geliş süreci aslında deyim yerindeyse partiye çökme şeklindedir. Yani öncülüğün gaspı temelindedir. Zaten bu bilindiğinden zamanla KDP’nin içinden YNK çıkacaktır. Temsil edilen bu milliyetçi ve kapitalizme yaltaklanan çizgi, yüzbinlerce Kürt’ün katledilmesinin önünü açmıştır. Demokrasiye kapalı olan bu çizgi partiyi diktatörlüğün örtüsü haline getirmiş ve zamanla Başûr’u da kendi içinde parçalamıştır. Mevcut durumda Başûr bir ve bütün değildir. Dört il olmasına karşın iki ayrı yönetim bulunmaktadır. İktidar olmaktan başka bir amaç gütmeyen bu çizgi, bunun için gerekirse işgalciyle bile iş birliği etmekten asla geri durmamıştır. Başûr halkı Saddam tanklarıyla birlikte Hewler’in YNK’den nasıl alındığını bugün gibi hatırlamaktadır. Başûr halkımız PKK’nin tasfiye konsepti temelinde Başûr topraklarını soykırımcı TC’ye nasıl açtığını, sattığını, işgal ettirdiğini yaşayarak görmektedir. Başûr halkı önü alınmazsa KDP ve Barzanilerin Başûr diye bir yer bırakmayacaklarını, ülkeyi kendi dar çıkarlarına kurban ettiklerini çok iyi görmektedir. KDP ve Barzanilerin Kurdistan’ın tüm zenginliğini cebe indiren, Kurdistan özgürlük davasını kendi iktidarı için istismar eden bu diktatörlükten herkes rahatsızdır. Bu yönüyle zararın en büyüğünü en başta da Başûr’a ve Başûr halkımıza yapmıştır.
KDP ve Barzanileri kötülükle anan sadece Başûr halkımız değildir. En az Başûr halkımız kadar Rojhilat’taki halkımız da KDP ve Barzanileri böyle bilmektedir. Çünkü Rojhilat Kurdistan’ındaki özgürlük mücadelesini yürüten Kürt partilerinin sömürgeci İran rejimi tarafından tasfiye edilmesinde birince derecede rol sahibidir. Rojhilatlı Kürt partilerine karşı İranlı güçlerle birlikte savaştıklarından Rojhilat halkımız KDP’ye ‘cahşên sersor’ demektedir. Günümüzde de Başûr’a çekilmiş ve İran’a karşı mücadele etmek isteyen Rojhilatlı Kürt örgütlerinin silahsızlandırılarak tasfiye edilmelerinde belirleyici olmaktadır. Bu açıdan KDP ve Barzaniler sadece Saddam rejimiyle değil, İran rejimiyle de yine Kürt özgürlük davasının kaybetmesi için iş birliği yapmışlardır.
Bakurê Kurdistan halkı ise KDP ve Barzanilerin adeta ruhunu tanımaktadır. Bakur halkı T-KDP’nin MİT talimatları temelinde Barzaniler tarafından nasıl tasfiye edildiğini, ‘İki Saitler Olayı’ndan bilmektedir. 1970’lerde PKK’nin ortaya çıkmasından sonra ise soykırımcı rejime tek bir mermi bile sıkmazken, kendisine bağlı örgütler eliyle Apocu hareketin Kurdistan’da boy vermemesi için yüzlerce Apocu militanı ve sempatizanı nasıl katlettiğini çok iyi bilmektedir. Bakur halkı, ulusal diriliş olarak gördüğü şanlı 15 Ağustos Atılımı gerçekleşmesin diye, Barzanilerin nasıl seferber olduğunu iyi bilmektedir. Bakur halkı kendilerini yeniden dirilten Kürt Özgürlük Hareketi’ni, KDP’nin kapitalist modernite güçlerinin ve soykırımcı TC’nin isteği doğrultusunda nasıl denetime almak için seferber olduğunu, bu gerçekleşmeyince de hegemon güçlerin yönlendirmesiyle TC ile birlikte PKK’ye karşı nasıl savaştığını da bilmektedir. Dahası Bakur halkı Barzanilerin şimdi üzerine oturdukları Kürt özerkliğinin sırf PKK’nin tasfiyesi karşılığında kendilerine verildiğinin ve buna dayanarak PKK’nin tasfiye edilmek istendiğinin bilincindedir. Bakur halkı, her şeylerini borçlu oldukları, uğruna kendilerine ateşe attıkları önderlerinin ortadan kaldırılması veya esir edilmesi için bizzat Barzani’nin nasıl seferber olduğunu, her yere mektuplar yazdığını unutmuş değildir. Bakur halkı, uluslararası komplonun, Önder Apo’nun esir edilmesinin esas olarak Barzani’nin önündeki engelleri kaldırarak Kürt önderliğini ele geçirmek için yapıldığını çok iyi bilmektedir. Bakur halkı Önder Apo üzerindeki mutlak tecrit sistemini Barzanilerin ne kadar çok istediğini çok iyi bilmektedir. Bakur halkı şu anda Kürt Özgürlük Hareketi’nin tasfiye konseptinde KDP ve Barzanilerin ne denli büyük bir rol aldığının bilincindedir. Soykırımcı rejimin tüm saldırılarının KDP tarafından nasıl yıkanıp yağlandığını görmektedir. KDP’nin istihbarat örgütü olan Parastin’ın MİT’in Başûr şubesi haline geldiğini, şehit edilen yüzlerce evladının tümünde KDP ve Barzanilerin parmağının olduğunu çok iyi bilmektedir. Bakur halkı Mesrur Barzani’nin “TC’nin Kürtlerle değil PKK ile sorunu vardır” sözüyle soykırımcı TC gibi kendisine düşmanca yaklaştığını çok iyi anlamaktadır. Toplamda Bakur halkımız bugün KDP ve Barzanilerin varlık ve özgürlük savaşları için ne denli büyük bir tehlike olduğunu derinlemesine anlamakta ve bunun için bu işbirlikçi ihanet şebekesine çok büyük bir kin duymaktadır.
Rojava halkımız da tıpkı diğer parçalar gibi KDP ve Barzanilerin ne mal olduğunu bilmektedir. Çünkü KDP’nin Rojava’da ENKS üzerinden nasıl da soykırım saldırılarını meşrulaştırdığını, dahası Kürt soykırımını gerçekleştirmek isteyen TC ve ona bağlı çetelerle aynı çatı altında nasıl çalıştığını herkesten daha iyi görmekte ve bunu bizzat yaşamaktadır. Rojava halkımız binlerce şehidin kanıyla gerçekleştirdikleri devrimin yenilmesi, toplumsal sistemin çökmesi için KDP ve Barzanilerin soykırımcı TC ve DAİŞ artıklarıyla tuttuğu işleri bilmektedir. Rojava’nın tecride alınarak açlıkla terbiye edilmeye çalışılmasını, özel savaş uygulamalarıyla Rojava’nın boşaltılması için yapılanları, kendisine bağlı herkesi MİT ajanı haline getirmek için seferber olmasını vb vb bilmektedir. Kısacası Rojava halkımız da varlık ve özgürlüğü için en büyük tehlike olarak KDP ve Barzanilerin temsil ettiği işbirlikçi, ihanetçi çizgiyi görmekte ve ona karşı tetikte olmaktadır.
Êzidîler ise KDP’nin ne olduğunu en korkunç şekilde hem de en yakın zamanda yaşayanlar oldu. KDP ve Barzanilerin faşist, soykırımcı DAİŞ ile nasıl iş birliği yaptığını, Şengal’i bırakıp kaçtığını, yüz binlerce Êzidî’yi soykırımın pençesine terk ettiğini tüm dünya gördü, Êzidîler ise bizzat deneyimledi. Êzidîler KDP’nin binlerce Êzidîi’nin katledilmesinin, pazarlarda binlerce kadının satılmasının ortağı olduğunu çok iyi bilmektedir. Mevcut durumda da Şengal’in özerklik iradesinin ortaya çıkmaması için nasıl canhıraş çalıştığını, seferber olduğunu, TC’ye her gün koordinat vererek Êzidî halkının öncülerini nasıl vurdurttuğunu, kendisine bağlı olanları TC’nin birer ajanı haline nasıl getirdiğini çok iyi görmektedir. DAİŞ eliyle yok etmek isteyip de edemediği Êzidîleri kamplarda nasıl rehine olarak tuttuğunu herkes bilmektedir. Kısacası Êzidîler de tıpkı diğer parçalardaki halkımız gibi, KDP ve Barzanilerin ne büyük oyunlar oynadığını ne büyük tehlike teşkil ettiğini, var olmak için ise KDP ve Barzanilerin aşılmasının ne denli zorunlu olduğunu derinden idrak etmiş durumdadırlar.
KDP ve Barzanilerin işbirlikçiliği biriciktir
Hiç kuşku yok ki bu belirtilenler KDP ve Barzanilerin yaptıklarının binde biri bile değildir. KDP ve Barzanilerin ihanetçilik ve işbirlikçilik kapsamında yaptıklarının haddi hesabı yoktur. Bu yönüyle KDP ve Barzanilerin yaptıkları ne geçmiş tarihlerdeki Kürt işbirlikçi ve ihanetçilerinin ne de çağdaş işbirlikçi ve ihanetçilerin yaptıklarına benzemektedir. KDP ve Barzanilerin bu açıdan biricik olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Peki, KDP tüm bunları neden yapmaktadır? Dahası KDP ve Barzaniler bu yaptıklarını nasıl ve neye dayanarak yapabilmektedir? Bu kadar zararlı, tehlikeli olduğu açık iken, bu yaptıklarını hala nasıl yapabilmektedir?
Açık ki KDP’nin yaptıklarını sadece iktidar hırsıyla veya sınıfsal çıkarlarla izah etmek yetersiz kalacaktır. Kuşkusuz KDP ve Barzaniler iktidar olabilmek için aile içi tasfiyeler de dahil her şeyi yapabilecek bir karakterdedir. Egemen sınıftan, iktidarcı-devletçi ve erkek egemenlikçi olmaları onları bu şekilde davranmaya itmektedir. Nitekim tüm pratiklerinde bunu görmek mümkündür. Yine ezilen sınıftan değil de aristokrasiden, şeyhlikten gelme olmaları da halk ve Kürt Özgürlük Hareketi karşısında sınıfsal bir yaklaşım göstermelerinin diğer önemli bir nedenidir. Onlar her egemen sınıf gibi halkı küçük ve güdülmesi gereken bir sürü olarak görürken, kendilerini de sürüyü güdecek çoban olarak görürler.
Yine halkçı olmayan, egemen sınıf karakterleri nedeniyle halka, dolayısıyla öz güce güvenmezler. Halkı, örgütlü toplumu hiçbir zaman güç kaynağı olarak görmezler. Onlara göre güç olmak iktidar ve devletli olmaktır. Güç kaynağı olarak devleti ve devletleşmeyi görürler. Güçlenmek için de soykırımcılar, sömürgeciler de dahil her devletle en ilkesiz ilişki içinde olmayı normal, dahası en büyük diplomatik meziyet olarak görürler. Nitekim Saddam rejimiyle, İran sömürgeciliğiyle, soykırımcı TC ile ilişkilenmeleri hep bu temelde gerçekleşmiştir. Halkı güç kaynağı olarak görmeyen, öz güce dayanmayan bu çizgileri, onları her zaman için işbirlikçi karakterde tutmaktadır. Kürtlerdeki işbirlikçilik de her zaman için ihanetçiliğe kapıyı ardına kadar açar. Nitekim girilen işbirlikçi yol, kısa sürede kendilerini Kurdistan tarihinin en tehlikeli ihanetçileri haline getirmiştir.
Belirtilen bu karakteristik özellikler de aslında KDP ve Barzanilerin neden tüm bunları yaptığını tam açıklamaya yetmemektedir. Yani bu belirtilenler onların ‘biricik’ olan karakterini tam vermemektedir. O halde onları ‘biricik’ kılan daha başka ne vardır? Kürt’e, özelde de Kürt Özgürlük Hareketi’ne, Önder Apo’ya bu kadar derin düşmanlık yapmalarının mutlaka başka nedenleri olmalıdır.
Bunu birbiriyle ilişkili iki şeye bağlamak mümkündür. Birincisi yavrusu ve uşağı oldukları kapitalist modernitenin hegemon güçlerinin kendilerinden bunu istemeleridir. Yani gerçekte sahiplerinin kendilerine verdiği görevi çok alçakça bir şekilde icra etmektedirler. Bunun da tarihsel ve güncel boyutu vardır.
Uygarlık çatallaşmasının başından beri Kürtler ve Kürdistan hep merkezi uygarlık sisteminin karşıt kutbunda yer aldı. Kuşkusuz Kürtler içinde de merkezi uygarlık sistemine entegre olan, onun içinde eriyen unsurlar çıkmıştır, ama Kürtler esas olarak hep kültürel direniş halinde olmuşlardır. Bunu Tel-Halaf-El Ubeyt kültürleri arasındaki ilişki ve çelişkide görmekteyiz. Bunu Gilgameş-Humbaba savaşında görürüz. Bunu Akad-Guti çelişkisinde görürüz. Bunu Babil-Kasit ilişki ve çelişkisinde görürüz. Bunu Asur-Med çelişkisinde görürüz. Daha da uzatılabilecek tüm bu denklemlerde Kurdistan toplumsallığı hep merkezi uygarlık sisteminin karşıt kutbundadır ve ona karşı hep bir direniş halindedir.
Kürtlerin güç kaybetmesine paralel olarak bu ilişki ve çelişki zayıflasa da PKK ve Önder Apo’nun çıkışıyla bu diyalektik ilk dönemki kadar güçlü şekilde yeniden kurulmuştur. Mevcut durumda merkezi uygarlık sisteminin temsiliyetini yapan kapitalist modernite sistemine karşı demokratik uygarlık sisteminin temsiliyetini demokratik modernite kuramıyla PKK ve Önder Apo yapmaktadır. Bu yönüyle Önder Apo ve PKK güncel olduğu kadar tarihi bir ilişki-çelişki diyalektiğini de temsil etmektedir. PKK ve Önder Apo’nun temsil ettiği demokratik modernite, sonul sistem olduğunu düşünen kapitalist modernite için tehlike teşkil ettiğinden küresel kapitalizmin hegemon güçleri işbirlikçi ve ihanetçi KDP ve Barzanilere PKK ve Önder Apo’nun tasfiyesinde bu denli büyük bir rol vermişlerdir. Bu güçler, Önder Apo ve PKK’nin tasfiyesi için işbirlikçi ve ihanetçi bir Kürt’ün varlığını gerekli gördüklerinden, KDP ve Barzanileri yaşatmaktadırlar. Tüm çapsızlığına rağmen KDP ve Barzanilerin her defasında ayağa kaldırılmalarının nedeni budur. Gerçekte KDP ve Barzaniler küresel hegemonyanın çıkar ve planlamaları temelinde Kürt halkı üzerinde kontrol ve denetim aygıtı olarak kurgulanmış, desteklenmiş ve yaşatılmışlardır. KDP ve Barzanilerin tüm tarihi bundan ibarettir. Önder Apo ve PKK’nin denetim ve kontrol dışı çıkışı, KDP ve Barzanilerin verilen rolü oynamasını engellediğinden dolayısıyla da küresel kapitalizmin planlamalarını boşa çıkarıp çıkarlarını zedelediğinden Önder Apo ve PKK’nin tasfiyesi KDP ve Barzanilere verilmiş en büyük görev olmaktadır. Bu yönüyle KDP ve Barzaniler Önder Apo ve PKK’nin tasfiyesini var olmak ve var kalmak için bir zorunluluk olarak görmektedir. KDP ve Barzanileri diğer işbirlikçilerden ayıran en ayırt edici özelliklerden biri bu olmaktadır.
Barzanilerin Kürtlük diye bir davaları yok
Bununla bağlantılı ikinci husus da tüm bunları yapan günümüz merkezi hegemonik sistemin çekirdeğinin İsrail oluşudur. Bu durumun konumuzla bağlantısı ise Barzanilerin kökenine ilişkin var olan tartışmalar olmaktadır. Barzanilerin Yahudi olduğu yönündeki iddialar hiç de yabana atılacak cinsten değildir. Dahası tüm göstergeler Barzanilerin Yahudi olduğunu göstermektedir. Konuya objektif yaklaşanların karşılaşacağı hakikat budur. Toplamda ve daha başından beri Barzanilerin tümden Yahudi stratejisi temelinde hareket ettiğinden en ufak bir kuşku duyulmamalıdır.
Yahudilerin tarih boyunca paranın yanı sıra zihniyet gücünün de tekelini elinde bulundurmaya büyük özen gösterdiği bilinmektedir. Her toplumsal inşanın ve sistem kurulumunun da zihniyet ürünü olduğunu gözettiğimizde, zihniyet tekeli olarak Yahudilerin tüm alternatif zihni çıkışları yok etmek istemeleri tekelciliğin bir gereğidir. Zira her farklı zihni kurulum, bir toplumsal sistem inşası olacak ve bu da merkezi hegemonik sistemin kontrolünden çıkması anlamına gelecektir. Hegemonikçi karakterleri farklı bir yaklaşım sergilemelerini engellemektedir.
Yahudilerin tarihte her zaman Aryenik kültürle ilişki ve çelişki halinde oldukları bilinmektedir. Aryen kültürün en sistemli ideolojik çıkışı olan ve Kürtlerin de kültürel geleneğini temsil eden Zerdüştlük ile en köklü ideolojik savaşı yaşadığı bilinmektedir. En büyük rakip olarak Zerdüştlüğün zamanla etkisini yitirmesi ve geliştirilen kapitalist modernite sistemi ile Yahudiler ideolojik düzlemde tam tekel haline gelmişlerdir. Öyle ki en karşıt gibi görünen ideolojilere bile çok büyük ölçüde etkide bulunmuş ve hatta yönlendirici olmuşlardır. Yahudilerin bu tekel olma hali günümüzde Önder Apo şahsındaki çıkışla tehlikeye girdiğinden Önder Apo’ya özel bir düşmanlık yapılmaktadır.
Uluslararası komplonun İsrail koordinatörlüğünde yapılması, süren mutlak tecridin bir uluslararası sistem olarak varlığını sürdürmesi hep bu kapsamdadır. Önder Apo’nun daha çıkarken denetime girmeyen, bağımsızlıkçı, öz gücü esas alan çizgisi hedef alınmasına yetmiştir. Hiyerarşik devletçi sistemden tam kopuş anlamına gelen üçüncü doğuş dönemi ise Önder Apo ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne güncelde uygulanan derin düşmanlığın açıklayıcı nedenidir. Dünya zihniyet tekelini elinde tutanlar bunu kaybetmekten korktuklarından Önder Apo ve PKK üzerinde bu denli büyük bir tecrit uygulamakta ve tasfiye konseptinin başarılı olması için bu kadar büyük çaba içinde olmaktadır.
Yeni paradigma dönemi ve demokratik modernite kuramı artık küresel kapitalist modernite koşullarında başta Kürtler ve Ortadoğu halkları olmak üzere, krizden çıkış yolu arayan tüm dünya insanlığına çıkışın yolunu göstermektedir. Erkek egemenlikçi sisteme karşı tarihin ilk direnişçisi, özgürlükçüsü olan kadının binlerce yıl sonra erkek egemenlikçi sistemden gerçek kopuşu yaşamasını sağlamakta ve yeni bir yaşam inşası olmaktadır. Dolayısıyla bir Yahudi icadı olan kapitalist modernitenin üçlü sacayağına karşı demokratik modernitenin ahlaki politik toplum, eko-endüstriyel toplum ve demokratik konfederalizm şeklindeki üçlü sacayağının konulması, hegemonik güçler açısından alarm zillerinin çalması anlamındadır. Çünkü dünyayı onlar yönetmektedir ve dünya insanlığı, kadınlar, ezilenler kötü yönetildiklerinin bilincindedir. Dünya insanlığı, kadınlar, ezilen tüm toplumsal kesimler arayış halindedir, yeni yaşamı kuracak zihniyetin peşindedir. Önder Apo ve PKK’de bunu gördüklerinden de her geçen gün Önder Apo ile daha fazla buluşmaktadır. İşte merkezi hegemonik sistem çekirdeğinin Önder Apo ve özgür Kürt düşmanlığı kaynağını buradan almaktadır. Hegemonik sistem açısından Önder Apo ve PKK’nin tasfiyesi, sistemin varlığını sürdürmesi için bir zorunluluk halini almıştır. Aksi taktirde kaos sürecine küçük bir girdi olarak giren demokratik modernite kuramının çok büyük çıktılar yaratması işten bile değildir. Çünkü kapitalist sistemin yaşadığı yapısal kriz ve insanlığın krizden çıkış arayışı bunun gerçekleşmesinin tüm potansiyelini bağrında taşımaktadır.
Özetlersek kapitalist modernite sistemi ve bu sistemin hegemonik çekirdeği kendisini çok güçlü gösterse de Önder Apo’nun paradigması ve büyük düşüncesi karşısında var olma sorunu yaşamaktadır. Bu açıdan da Önder Apo ve PKK’nin tasfiyesini kendisi için bir gereklilik, var oluş koşulu olarak görmektedir. Tam da bu noktada, tasfiye konseptini başarıya ulaştırmada Kürt görünümlü bir şeye ihtiyaç duymaktadır, ki bunun da adı KDP ve Barzanilerdir. Bu yönüyle sistem tasfiye konseptini yürütürken, Barzanilerin ‘Kürtlüğünü’ kullanmaktadır. Kürt kontrolünü sağlamak, Kürtleri denetim altında tutmak, Önder Apo ve PKK şahsında ortaya çıkan özgürlükçü çizgiyi tasfiye etmek için Barzanilere bir ‘Kürtlük’ davası icat edilmiş ve Barzanilere de bu rol oynatılmaktadır. Bu açıdan Barzanilerin daha başından beri bir ‘Kürtlük’ davası yoktur ve her şey çekirdek hegemonyanın planlamaları temelinde gerçekleşmektedir. Barzaniler bu rolü en etkili ve başarılı şekilde icra edebilmek için de KDP’yi örtü olarak kullanmaktadır. Görüntü, Kürtlük davası veren bir siyasi parti olsa da gerçekte hegemonik çekirdeğin Kürtlüğü kontrol altına almak, alternatif çıkışları tasfiye etmek için Kürtlerin içine gönderilmiş bir Truva Atı’dır. İşte tüm makyajlama ve kamuflajlara karşın KDP ve Barzanilerin gerçekliği budur.
KDP’nin ihanetine karşı kesin tutum almanın vaktidir
Ne yazık ki gerçeklik bu iken, Kürt halkı ve hatta KDP bunu yeterince bilmemektedir. Kuşkusuz Kürt halkı yukarıda da belirttiğimiz gibi KDP ve Barzanilerin kendileri açısından nasıl tehlikeli bir hale geldiğini ve neler yaptığını bilmektedir. Ama bin bir perdeyle örtülen yalın hakikati yeterince görememektedir. Dahası birkaçı dışında KDP’lilerin bile kendi adlarına yapılanların perde arkasında nelerin olduğundan haberi yoktur. O açıdan Barzaniler konusunda çok büyük bir aydınlanmaya mutlak surette ihtiyaç vardır. Zira bu gerçekleşmeyene kadar KDP ve Barzanilere karşı gerçek ve olması gereken bir tavır ortaya çıkmayacaktır. Nitekim gerçekleşen de budur.
TC’ye en kötüsünden işbirlikçilik yaptırılan KDP ve Barzanilere tarihte, dünyada ve Kurdistan’da hiç kimseye gösterilmeyen tolerans gösterilmektedir. Barzanilerin yaptıklarının onda birini bile bir başka örgüt veya ailenin yapması halinde aforoz edilmeleri ilk akla gelecek ve uygulanacak cezadır. Başkaları çok daha azını yaptığında kıyameti koparanlar veya kopartacak olanlar, sıra Barzanilere geldiğinde yeterli tutumu almamaktadır. Peki, bu neden böyledir? Bu nasıl mümkün oluyor?
Açık ki bunların da merkezi hegemonik güçlerin yönettiği algılarla direkt bağı vardır. Tekniği, diplomasiyi, medyayı elinde tutan bu güçler, istediklerine her türden tecridi uygularken, istediklerinin de önünü sonuna kadar açmaktadır. Bu güçler ak’ı kara, kara’yı da ak gösterecek denli imkan sahibidir. Nitekim günümüzde Önder Apo üzerinde mutlak bir tecridi uygulayarak tek bir kelimesinin bile dışarı çıkmasına izin vermezken, hiçbir meziyetleri olmadığı halde Barzanilere düşünce kuruluşlarının, akademi dünyasının, medyanın kapılarını sonuna kadar açmaktadır. Önder Apo ve PKK ‘terörist’ ilan edilerek maruz kaldığı her türden saldırı aklanırken, soykırımcılara ve onun uşaklarına diplomasinin tüm kapıları açılmakta, Barzaniler umut olarak gösterilmek istenmektedir. Her biri komplonun bir parçası olan bu gelişmeler Barzanilerin ve KDP’nin marifetiymiş gibi yansıtılmaktadır. Tüm bunlar özenle işlenmekte, Barzanilerin ve KDP’nin yaptığı kötülükler bu şekilde görünmez kılınmaya veya hafifletilmeye çalışılmaktadır.
Barzanilerin bu yaptıkları karşısında Kürt kamuoyunda tepkilerin yetersiz olmasının altında yatan temel gerçeklik budur. Kürtlere tüm kapıları kapatan hegemonik dünyanın Barzanileri parlatması, onları çekim merkezi haline getirmesi, onlarla olmayı imkan sahibi kılması, Barzanilere karşı alınması gereken tutumun yeterince alınmamasına neden olmaktadır. Mevcut durumda Barzanilere yakın durmak, imkanlara yakın durmak anlamına geldiğinden ve bu özenle kurgulandığından Barzanilerin yaptığı pisliklere karşı gereken tutum alınmamaktadır. Yine soykırımcının uşağı haline gelmenin ulusal onurda, şerefte, namusta yarattığı aşağılanmayı önemsemeyen bencil ve istismarcı duruşlar da Barzanilerin yaptıklarını mantığa bürümeye ve yapılanlara kılıf bulmaya çalışmaktadır. Yanılsamalı bir şekilde ulusal çıkarlara, kazanımlara zarar verir diye, Barzanilere karşı tutum almamayı tercih eden dar milliyetçi yaklaşımlar vardır. Açık ki bu tutumun sahipleri çok büyük bir körlüğü yaşamakta ve Barzanilerin Kürt uluslaşması önünde ne büyük bir engel, dahası Kürt varlığı ve özgürlüğü için ise ne denli büyük bir tehlike olduğunu görememektedir.
Görülmesi gereken yalın gerçeklik şudur: Barzaniler Kürtler uluslaşmasın, çekirdek hegemonyanın denetimi ve kontrolü altında kalsın diye Kürtler içine gönderilmiş bir Beyaz Kürt gerçekleşmesidir. Soykırımcı TC dahil tüm işgalcilerle yaptığı işbirliği ve içine girdiği ihanet tutumu buradan kaynaklanmaktadır. Bu da Kürtler üzerindeki soykırım politikalarının başarılı olmasına kapıyı sonuna kadar açık hale getirmektedir.
O halde soykırım politikalarını boşa çıkarmak, verilen varlık ve özgürlük savaşında başarılı olabilmek için her şeyden önce KDP ve Barzanilere karşı net ve kesin tutum almak zorunludur. Bu ihanet şebekesi etkisizleştirilmeden Kurdistan’ın varlık ve özgürlük sorunlarını çözmesi mümkün değildir. Zira soykırımcı saldırıların en büyük güç kaynağı ve meşrulaştırıcı aracı konumundadır.
Tüm bunlar Kürt halkında KDP ve Barzani gerçekliğinin çok daha derin ele alınmasını zorunlu ve gerekli kılmaktadır…