Bölgemizin uluslararası hegemon güçler tarafından çıkarları temelinde yeniden dizayn edilmek istendiği bir süreçte Önder Apo ve Kürt Özgürlük Hareketi öncülüğünde halkların, inançların, demokratik, özgür birlikteliğinin sağlanmaya çalışıldığı kritik bir mücadele sürecinden geçmekteyiz. Bu süreçten bölgedeki bütün halklar ve inançlar etkilenmekte ve aslında kapitalist modernite güçleri ile Demokratik Modernite güçleri arasındaki mücadele tüm halkların ve inançların geleceğini, kaderini belirlemektedir. Halkların ve inançların özgür ve eşit birlikteliğini ifade eden, bunun büyük ve soylu mücadelesini veren Önder Apo ve Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmek için uluslararası tüm emperyal güçlerin TC faşizmine her türlü desteği vererek ve tüm savaş suçu sayılan uygulamalarına göz yumarak saldırtıldığı açık bir gerçeklik olmaktadır. Dolayısıyla bu süreci doğru tahlil etmek ve tehlikeleri doğru tespit etmek, buna karşı yürütülecek mücadelenin de nasıl olması gerektiğini belirleyecektir.
Ortadoğu ve Kurdistan merkezli süren Üçüncü Dünya Savaşı sadece egemenlerin kendi aralarındaki çelişkilerin bir eseri değil, aynı zamanda bir bütünen kapitalist sistemin sürdürülemezlik noktasına gelmesinin de bir sonucudur. Bu açıdan bu savaşın sonucunda ya halklar ve inançlar daha demokratik daha özgürlükçü bir sistemle krizden çıkacaklar ya da sistem kendini bir biçimde yenileyerek baskı ve sömürüsünü katmerli hale getirecektir. Bundan da anlaşıldığı üzere bu süreç egemen tekeller için varlık ve yokluk anlamına gelmektedir. Bu nedenle de geçen yüzyılda biçimlenmiş kuralların hiçbiri artık geçerli değildir. Bu kurallar çerçevesinde sistemleştirilen hukuk ne ulus devlet nezdinde ne de uluslararası ilişkilerde başat ilişki değildir. Geçmiş sistemi çağrıştıran, onu temsil eden BM gibi, AİHM gibi kurumlarda kâğıt üzerinde kalmıştır. Bu zeminlerin halkların mücadelesi için tamamen anlamsız hale geldiğini ifade etmek istemiyoruz, fakat geçmişteki gibi etkilerinin olacağını düşünmek de yanılgı olacaktır. Bu nedenle bu savaşta nükleer silah da kullanılabilir, soykırım da yapılabilir, insanlığın daha önce görmediği biçimde katliamlar da pratikleşebilir. Bu gerçekliği hiçbir zaman gözden kaçırmamamız gerekiyor.
Halk olarak zaten soykırım sürecinden geçiriliyoruz. Fakat sadece son bir yılda dünyada gerçekleşen örnekleri incelersek sürecin niteliğini açıklıkla fark ederiz. Faşist TC destekli Azerbaycan daha kısa bir süre önce açıklıkla Ermeni halkını Karabağ’dan sildi ve aslında uluslararası hukukta tanımlanan soykırım fiilini açıktan gerçekleştirdi. Fakat bırakalım bu devlete yaptırım uygulanmasını ciddi hiçbir tepki bile gösterilmedi. İsrail’in Gazze’de insanlığa karşı işlediği suçların ise haddi hesabı yok. Buna karşılık devletlerin nasıl tavır aldığı ise ortadadır. Üçüncü Dünya Savaşı işte bu şekilde pratikleşmektedir. İttifaklar, kamplar ve çatışmalar bu zeminde gerçekleşmekte ve bu sürecin belirleyici unsuru güç olmaktadır.
Devletçi sistem geçirdiği binlerce yıllık evreden sonra tekrar ilk çıkış noktasına geri dönmüş ve zordan başka geçerli bir akçenin olmadığı, orman yasasını tekrardan başat hale getirmiştir. Devletçi barbarlık bir kez daha elinde son model teknolojik araçlarla halklara ve insanlığa hem maddi hem de manevi olarak saldırmaktadır. Ahlaki ve politik toplumun sınıfsal, toplumsal direnişleri ile elde ettikleri kazanımlarını bir çırpıda rafa kaldırmak istemeleri bu nedenledir. Önder Apo ulus-devleti kapitalist sistemin üç sac ayağından biri olarak tanımladı. Ulus-devletin çekirdeğinin ise faşizm olduğunu geniş bir biçimde izah etti. Faşist çekirdek çeşitli retoriklerle gizlenmeye çalışılsa da ulus-devlet zemininde sürekliydi. Üçüncü Dünya Savaşı’nın şiddetlenmesiyle birlikte ulus-devlet bu retorikleri bir tarafa kaldırdı ve faşizm daha açık sergilenir hale geldi. AKP-MHP faşizminin Türkiye’deki iktidarını sürdürmesini bu genel eğilimden azade düşünmemek gerekir.
Öte yandan bu dönem halkların ve toplumsal güçlerin büyük çıkışına da olanak tanımaktadır, çünkü maskeli tanrılar maskelerini indirmiştir. Çıplak egemenliğe karşı toplumcu güçlerin mücadeleyi daha fazla yaygınlaştırma olanağı doğmuştur. Faşizme karşı mücadele geniş toplumsal kesimleri bir safta toplama imkânı oluşturmaktadır. Yine faşizm ve savaşın kaotik ortamı topluma ve halklara stratejik ve taktik ittifaklar geliştirme şansı vermektedir. Bunu sabit bir formül olarak ele almamak gerekir. Tüm dünya savaşlarının devrimlere zemin olduğunu da görmek gerekir. Fransız Devrimi’nden Ekim Devrimi’ne birçok örnekle bu belirleme doğrulanabilir. Fakat binlerce yıl önce kadın şahsında kırdıkları toplumu bir kez daha acımasız koşullarda köleleştirme imkânları da vardır! Bu tehlike görmezden gelinerek ne siyaset yapılabilir ne de devrimci mücadele ilerletilebilir.
O nedenle bölgede ve özellikle savaşın en fazla yoğunlaştığı Kurdistan coğrafyasında yaşayan tüm halklar ve inançlar süreci ve sürecin kendileri için ortaya çıkaracağı tehlikeleri görüp, hissederek şimdiden kendilerini doğru temelde konumlandırmalı, sürece sıradan yaklaşmamalı, oluruna bırakma gafletine düşmemelidir. Bu süreçten özgür temelde varlığını güçlendirerek çıkmanın mücadelesini yükseltmeli ve Demokratik Modernite güçlerinin zaferi için tüm gücünü ve imkânlarını seferber etmelidir. Tüm toplumsal kesimlerin, halkların ve inançların özgür temelde varlıklarını sürdürmeleri ancak Demokratik Modernite güçlerinin zaferiyle mümkün olabilir. O nedenle sürecin tahlili, tehlikelerinin görülmesi kadar buna karşı kendini nerede ve nasıl konumlandırmak gerektiği de önem kazanmaktadır.
Kürt Alevi toplumu hem etnik hem inançsal anlamda soykırım saldırılarına maruz kalmaktadır
Önümüzdeki süreçte en fazla etkilenecek olan da Kürt Alevi toplumu ve Alevilik inancı olacaktadır. Kürt Alevi toplumu hem etnik hem inançsal anlamda soykırım saldırılarına maruz kalmaktadır. Zaten Ortadoğu coğrafyasında tarihin pek çok sürecinde Aleviler, Êzidîler ve Müslüman olmayan diğer halklar hep katliamlara maruz kalmıştır. Êzidîlerin yaşadığı 74 Ferman, Ermeni, Asuri-Süryani soykırımı ve Alevlere dönük yapılan katliamlar önümüzdeki süreci tahlil ederken bu katlamıları göz önünde bulundurmamız gerekir. Sadece TC’nin yüz yıllık tarihinde Alevilere dönük onlarca katliam yaşanmıştır. Koçgiri, Dersîm 38, Maraş, Çorum, Sivas, Gazi katliamı Alevi toplumuna karşı geliştirilen katliamlardan olmaktadır. Bugün hala inançlarından dolayı dışlanan, horlanan, saldırılara maruz kalan Aleviler bu anlamda bu inkârcı ve soykırımcı sisteme karşı en önemli mücadele dinamiği olmaktadır.
Günümüzde Ortadoğu ve Türkiye’de iktidarda bulunan faşist yapılar ideolojik olarak dincilik ve milliyetçilikten beslenmektedir. Kendinden olmayanın dışlandığı, katliamlardan ve soykırımdan geçirildiğini bu süreçte Kurdistan’da, Filistin’de, Karabağ’da hepimiz gördük ve yaşadık. Bu tür yaklaşımların önümüzdeki süreçte daha da yaygınlaşacağını belirtebiliriz. Savaş şiddetlendikçe iktidarcı-devletçi yapılar bu süreçten başarılı çıkmak adına her türlü insanlık dışı yaklaşıma gireceklerdir. O nedenle bu faşist yapıların ve onların ideolojik olarak benimsedikleri dincilik ve milliyetçilik zehrinin hedefinde yer alan halkların ve inançların gelmekte olan bu büyük tehlikeyi karşı şimdiden kendilerini korumaları, konumlandırmaları, örgütleyip hazırlamaları ertelenemeyecek tarihsel bir görev ve sorumluluk olmaktadır. Özellikle Kürt Alevi toplumu böylesi bir saldırının en temel hedefi olduğunu bilerek şimdiden gelişmesi muhtemel katliam süreçlerine kendisini hazır hale getirmesi gerekiyor. Bu duruma sıradan yaklaşmak, tehlikeyi önceden görmemek, sanki böyle bir tehlike yokmuş gibi yaşamına devam etmek, hatta kısmi de olsa kimi çevrelerin bu faşist devlet ve iktidar yapılanmasından medet umması tam bir gaflet durumu olacaktır. Böylesi yaklaşımlar katliamlara kendini açık hale getirmek demektir.
Kürt, Alevi ve sosyalistlerin düşmanı olan AKP-MHP faşizminden katliam, inkâr, tehcir ve soykırım uygulamaları dışında başka bir şey beklenemez. Bu yapılarla ilişkilenen, bunlardan medet uman, bunların oyunlarına alet olan kişi ve çevreler işbirlikçi, ihanet konumunda olduklarını bilmelidirler. Günümüzde düşkünlük kavramı en gerçek manasıyla bu kişi ve çevreler için geçerli olmaktadır. Aleviliğin özü zalime karşı olmak, zulme karşı direnmek, ezilenden, haksızlığa uğrayandan yana olmaktır. AKP-MHP faşist bloğunun safında yer almak bireysel çıkarlar uğruna Alevilikten kopmayı, ona ihanet etmeyi ve Alevi katliamına ortak olmayı ifade etmektedir ki esas anlamda düşkünlük budur. Özüne ters düşmüş, Alevilik felsefesinden ve inancından kopmuş, dünyevi arzularının kölesi olmuş bu kişi ve çevrelerle iğdiş edilmiş bir AKP-MHP Alevisi yaratılmak istenmektedir. Bu da Alevilere reva görülen soykırım politikasının farklı tarzda hayat bulmasını ifade etmektedir. Bugün Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde oluşturulan “Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’’, bu başkanlık üzerinden kendilerine boyun eğen çevrelere vaat edilen maaş ve fonlar tamamen iğdiş edilmiş, özünden koparılmış sistem Aleviliğini yaratma politikasının aparatları, uygulamaları olmaktadır. Genel anlamda Alevi toplumunda bunu görme ve karşı çıkma olsa da Cem Vakfı gibi işbirlikçi, ihanetçi ve Aleviliği çıkarları için kullanmak isteyen kimi çevreler ve kişilikler üzerinden bu soykırım politikası hayata geçirilmek ve diğer tüm Alevi toplumuna kabul ettirilmek istenmektedir.
İslamiyet’in ilk çıkış süreçlerinde iktidarı ele geçirip, dini buna alet eden, her türlü kirliliğini din kisvesiyle gizleyen, iktidarını korumak için her türlü zulüm ve katliamı yapmaktan çekinmeyen, Ehl-i Beyt katliamdan geçirmeye kadar işi vardıran Emevi Hanedanlığı, onun başında bulunan Muaviye ve oğlu Yezit ne ise bugün AKP ve Tayyip Erdoğan’da odur. Muaviye’nin, Yezit’in günümüz versiyonu Erdoğan’dır. Erdoğan’a biat eden, onun emrine giren, kirli politikalarına alet olan herkes ve çevrenin Alevi düşmanlarının safına geçtiğini, bu anlamda hainleştiği bilinmelidir. Bu kişi ve çevreler teşhir edilmeli, bu hain ve düşkünlerin amaçlarına ulaşmamaları için gereken her türlü mücadele, bedeli ne olursa olsun yürütülmelidir. Pir Sultan’ı idam eden Hızır Paşa soyluları olduğunu bilerek, Pirin de emrettiği tarzda “Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan’’ şiarıyla yola sahip çıkmalı, yolu koruyup sürdürmesini bilmeliyiz.
Devletten maaş alan, buna tenezzül eden, devletin arpalığından beslenen kişiden Pir olmaz. Pir Alevilerin toplumsal önderidir. Önderlik görevlerini yerine getirdiği, yolu sürdürdüğü sürece talipleri rızalık esasına dayalı çıralıklarıyla onun her türlü ihtiyaçlarını zaten gidermektedirler. Aleviliğin toplumsallığında devlet ve iktidara yer yoktur. Alevilik doğal toplum inancı olarak bin yıllardan bu yana Rızalık Toplumu olarak kendi kendine yetmesini bilmiştir. Nefsini terbiye etmeyen, dünya malına göz diken, eline, beline, diline sadık olmayan, Muaviye soyuna boyun eğen, biat eden ve birkaç kuruş için yolu terk eden kişiden Pir’de olmaz, Alevi de olmaz. Bu kişiler yol düşkünüdür ve yol düşkünlerinin toplum içine çıkacak yüzleri dahi olmamalıdır. Eğer şu anda bunlar hiç utanmadan Alevilik adına konuşup, ahkam kesiyorlarsa ve Aleviliği çıkarları temelinde pazarlıyorlarsa bunda bizlerin de büyük kabahati vardır. Bunlara karşı örgütlenerek, bir araya gelerek, sesimizi yükselterek, bunları her yerde teşhir ederek toplum içine çıkamaz hale getirebilmeliyiz. Bunlar yolu satanlardır, pazarlayanlardır. Bunlara karşı güçlü bir mücadele verilmeden yolu korumak da, sürdürmek de mümkün olamaz.
Çıkara dayalı, hain, düşkün kimi kişi ve çevreler eliyle iğdiş edilmiş bir Alevilik yaratılmak istenmektedir. Diğer bir taraftan CHP eliyle Alevi toplumu devletçi, iktidarcı sisteme entegre edilmek istenmektedir. Hain ve düşkünler eliyle hayata geçirilmek istenen bu planların, harcanan çabaların fazla başarı şansı yoktur. Alevi toplumsallığı ve kültürü bunu kabul etmez, dolayısıyla fazla başarılı olma şansları da yoktur. Esas tehlike laiklik, çağdaşlık, modernlik adıyla CHP üzerinden Alevi inancını, toplumsallığını ve bilincini çarpıtarak sistem içileştirme girişimi olmaktadır. CHP, bu tekçi, faşist, ulus-devlet yapılanmasının kurucusudur. Alevilerin, Kürtlerin ve sosyalistlerin katliamı üzerinden bu faşist yapılanmayı ortaya çıkarmıştır. Bunu göz ardı ederek yapılan her türlü değerlendirme gerçekleri çarpıtma anlamına gelecektir. Bilinen pek çok Alevi katliamı CHP iktidarları döneminde gerçekleşmiştir. Kürt Alevilerinin dilinin yasaklanması ve günümüzde ortadan kaybolma tehlikesi ile karşı karşıya gelmesinin sorumlusu tekçi, faşist devlet zihniyetinin soykırım politikalarının temelini atan ve günümüzde de bu politikalara ortak olan, devlet zihniyetinin ayakta kalması için çalışan CHP olmaktadır. Yine yüz yıl içerisinde on yıllarca iktidarda kalan CHP, Aleviliğin bir inanç olarak tanınması, kendi kültürünü ve inancını hiçbir baskıya uğramadan sürdürmesi konularında tek bir girişimde dahi bulunmamıştır. Aleviliği kendisi için oy deposu olarak gören, Alevi toplumunu sisteme entegre etme görevini üstlenen, ama Aleviliğin tanınması ve özgürce kendini ifade etmesi adına hiçbir çabanın içine girmeyen CHP’nin bu yaklaşımı teşhir edilmeden, bunun etkisinden kurtulmadan ve bu faşist, çıkarcı ve soykırımcı zihniyet mahkûm edilmeden Aleviliğin kendini güvende hissetmesi mümkün olmaz.
CHP, bir yandan Alevileri sisteme entegre etme göreviyle hareket ederken diğer yandan Alevileri Kürt halkının sorunlarından uzaklaştırmak, mezhepçiliği ön planda tutarak Kürt birliğinin önüne geçmek ve Alevileri Kurdistan Özgürlük Hareketi’nden koparmak istemektedir. Alevilerin dini bağnazlığa olan tepkilerine hitap ederek, egemen Sünniliğe ve dinciliğe karşıymış gibi bir hava yaratıp yumuşak maske takarak, Alevileri kendi şoven ve milliyetçi siyasetine alet etmeye çalışmaktadır. Diğer yandan Alevi tabanına dayanarak kendi iktidarı önünde engel gördüğü dinci partilere karşı iktidar mücadelesini de güçlendirmektedir. Tabii bir kesim Alevinin CHP’nin bu sahte yüzüne aldanmaları acı verici bir durumdur. Hâlbuki hiçbir güç ve politika binyıllardır iktidarcı güçlere karşı direnen Alevileri, kendi ilkelerinden uzaklaştıramamıştır. Maalesef halen Alevilerin bir kısmının bu partinin etki sınırlarında bulunması trajik bir durumdur.
Alevilik doğal toplum inancının günümüze kadar kendisini taşırmasını ifade ediyor
Şu konuda Alevi toplumunun artık net bir düşünceye ve bilince sahip olması gerekiyor. Alevilik, doğal toplum inancının günümüze kadar büyük bir mücadele ve direnişle kendisini taşırmasını ifade ediyor. Dolayısıyla devlet ve iktidar dışı bir inanç, düşünce ve toplumsallığın adı oluyor. Bu haliyle devlet ve iktidarcı yapıların Aleviliği olduğu gibi kabul etmeleri, bir düşünce, kültür, inanç ve toplumsallık olarak kendilerini sürdürmelerine izin vermeleri mümkün değildir. O nedenle Alevilik soykırım kıskacına alınmış bulunuyor. Bu soykırım kıskacı temelde üç ayak üzerinden yürütülüyor. Birincisi fiziki katliamlarla Alevi toplumsallığının direncini kırma ve teslim alma yaklaşımı oluyor. Tarihsel süreç içerisinde bu yola yüzlerce defa başvurulduğunu biliyoruz. Ancak bununla istenilen sonuç alınmayınca kimi hain ve düşkünler üzerinden özünden koparılarak iktidar ve devletçi sistemin oyuncağı haline getirilmek ve bu yolla bitirilmek istenmektedir. Soykırım kıskacının ikinci ayağı da bu olmaktadır. Üçüncü ayak ise CHP üzerinden bir yandan çarpıtılarak, diğer yandan asimile edilerek var olan sistemin sadık bir sürdürücüsü haline getirilmek istenmesi durumudur. Bu soykırım kıskacı günümüzde de özel savaşın tüm kirli oyun ve uygulamaları eşliğinde hayata geçirilmek istenmektedir. Bu durum görülmeden, bu soykırım kıskacına karşı mücadele verilmeden, oynanmak istenen oyunlar boşa çıkarılmadan, Alevi toplumu bu temelde bilinçlendirilip, örgütlendirilerek mücadele eder konuma getirilmeden Aleviliğin yolunu sürdürmesi, katliam tehlikesini bertaraf etmesi ve özgür temelde varlığını ve geleceğini garantiye alması mümkün değildir.
Bu açıdan Alevi toplumu özgürlük mücadelesinin en temel öncü dinamiklerinden biridir. Özelde Kürt Alevileri, genelde ise bütün Alevi toplumunun kültürüne, eşitlikçi, özgürlükçü, direnişçi özüne, devlet ve iktidar dışı yapısına en uygun zemin özgürlük mücadelesi olmaktadır. Aleviler kendilerini en rahat ve özgür bir temelde ifade edebilecekleri ve mücadele ile soykırım kıskacını parçalayabilecekleri alan Demokratik Modernite zemini ve mücadelesi olmaktadır. Önder Apo’nun bu konuda ifade ettiği şu düşünceler konuyu daha anlaşılır kılmaktadır; “Evet, tam bir Kerbela hareketiyiz ama Kerbela’yı tekerrür ettirmeme gibi bir tarihi sorumluluğumuz da var. Çok vahşice gelindi ve Aleviler ezildi. Aleviler, Yezitler karşısında ezilen Hüseyinler, İslamcı iktidarların çok amansız saldırıları altında ezilen Zerdüştiler, Kemalizmin ezdiği Kürtler ve komünistlerdir. Aleviler, bunları çok iyi inceleyip, yüksek bir bilinç ve hassasiyetle ele alırlarsa Kerbela’lık olmayabilirler ve tarihte katlandıkları o her türlü zulmün altından ezilmeden çıkabilirler. Tarihte Alevi geleneği veya Zerdüşt geleneği, birçok böyle Derviş geleneği var. Bugün de onlar kadar biraz bu işin çilesine katlanmalı, derin düşünmeli. Böyle yapılmazsa, tarihteki örnekler gibi, belki de daha fazla kötüye gidilir.…
Biz ise, tüm halklardan tuttuk; Alevi halkasını tuttuk, Êzidî halkasını tuttuk, bunun yanında sosyalist halkayı tuttuk. Hepsini PKK içinde sentezleyebildik. Bu insanın birliğidir, çok gereklidir; eşitlik, özgürlük akımının en temel gereksinmesidir. Bunu biraz başardığımızı söyleyebilirim. Bu geleneklere kesin anlam vermek, halkına da bağlı olmanın, onun tarihine de anlam vermenin tek doğru yoludur.
PKK hareketinin şekillenişi, biçimlenişi bence inançlar içinde en çok Alevi inancına yatkındır. Dikkat edilirse, biraz da derinliğine araştırılırsa; Alevi yaşam tarzına çok uygundur. Bu anlamda Zerdüştlüğe de biraz yakındır. Yani şunu demeye getiriyorum; eğer biraz daha çabalar yoğunlaştırılırsa, PKK’de inançsal yönde en rahat yaşamı bulacak olan Aleviliktir, Zerdüştlüktür ve benzeri kültürel formasyonlardır.”
Önder Apo’nun da belirttiği gibi Alevi toplumu Özgürlük Hareketi’nin yürüttüğü mücadele temelinde kendisini koruyabilir, soykırım ve katliama açık olmaktan kendini çıkarabilir. Bu anlamda Aleviliğin kendini en fazla ifadeye kavuşturacağı, direnişe öncülük edebileceği ve mücadelenin zaferinde kendi varlığını ve özgür geleceğini garantiye alacağı alan Demokratik Modernite alanı olmaktadır. Alevilik Demokratik Modernite güçleri içerisinde mücadeleye en fazla öncülük yapabilecek toplumsal kesimi ifade etmektedir. Yaşamsal olarak, anlayış olarak ve pratik mücadelede öncülük potansiyeli olarak en güçlü kesim Alevi toplumu olmaktadır. O nedenle kendisini Alevi toplumunun örgütleri olarak gösteren tüm yapıların yeri Demokratik Modernite safları olmaktadır. Yoksa öyle devlet güdümünde, ortaya çıkabilecek kimi imkân ve olanaklardan yararlanma temelinde bir araya gelip buna da Alevi örgütü demek tam anlamıyla bir sahtekârlık ve ikiyüzlülük olmaktadır. Dikkat edilirse kendisini Alevi örgütü olarak tanımlayan, Alevilerin sorunlarına çözüm bulmak iddiasıyla ortaya çıkan bu yapılar devlet güdümlü siyasi partilere göre kendini konumlandırmakta, o partilerin Alevileri kandırmaya çalışma aparatı haline gelmektedirler. Bu nedenle bu yapıların gelişmesi, büyümesi, Alevilik adına kimi sonuçları ortaya çıkarması mümkün değildir. Tam tersine mevcut durumları ile sistemin Aleviliğe dayattığı soykırım kıskacının bir halkası olmaktan kendilerini kurtaramamaktadırlar.
Buna karşı Demokratik Modernite güçlerinin öncülüğünü üstlenen partimiz PKK ve Önder Apo Alevi toplumuna her zaman büyük değer vermiş, Alevi kimliğinin korunması için ciddi bir mücadele içinde olmuştur. Devletin Aleviler üzerinde geliştirdiği baskıları sürekli değerlendirip işleyerek toplumda duyarlılık yaratmıştır. Aleviliği her zaman demokratik uygarlığın en temel dinamik toplumu olarak ele almıştır. Komünal demokratik özgür toplum inşasında Alevilere çok temel bir rol biçmiştir. Baskıcı, sömürgeci devlet zihniyeti olan dinciliğin aşılmasında Alevi inancını ve yaşam felsefesini değiştirici bir motor güç olarak görmüş, Aleviliğe bu biçimde de bir anlam yüklemiştir. O açıdan özgürlük mücadelesi aynı zamanda Aleviliğin özgür temelde varlığını koruma, kendini her açıdan ifadeye kavuşturma ve soykırım kıskacından kurtularak özgür geleceğini garantiye alma mücadelesi olmaktadır.
Kürt Özgürlük Hareketi olarak sadece Kürtler için ya da Alevi toplumu için değil, Demokratik İslam, Êzidî, Asuri, Süryani toplumlar ve bütün Ortadoğu toplumları ve insanlık için özgür varlık mücadelesi yürütüyoruz. Bu anlamıyla Kürt özgürlük mücadelesi olan partimiz PKK ve Önderliğimiz bütün dünyaya mal olmuş bir dünya görüşü ve yaşam felsefesi olarak tanınmakta, bilinmektedir. Demokratik Ulus ve Demokratik, Ekolojik, Kadın Özgürlükçü paradigmanın günümüzde dünya paradigması olarak yayılma ve büyük ilgi görme, yaşam felsefesi, ideolojik dünya görüşü, paradigması olarak yayılma gerçekliği vardır. Önderliğimizin paradigması ulus, din, dil farkı olmadan toplumların ihtiyaçlarını tespit ederek çözüm yollarını, çözüm perspektifini oluşturuyor.
İnançları ve halkları özgürleştirmenin yolu mücadeleden geçer
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yani yüz yıldır Kürtler başta olmak üzere Kurdistan halkları fiziki, kültürel, inançsal soykırım kıskacında tutulmaktadır. Kurdistan’da ve Türkiye’de Alevi, Müslüman, Êzidî halkları olarak büyük soykırım tehditleri ve tehlikeleri altında yaşayan bir halk olma gerçekliğimiz vardır. Halklar olarak bu soykırım kıskacından çıkmanın, demokratik, özgür toplumlar olarak varlığı korumaktan, büyütmekten, halklar arasında birliği, dayanışmayı, birbirinin özgünlüklerini tanımaktan geçtiğini bilmek gerekiyor. Bilmek ve buna göre kendini donatmak, büyütmek, geliştirmek gerekiyor. Demokratik Ulus inşasının bu anlamda geliştirilip güçlendirilmesi dönemin Alevi toplum sorunları başta olmak üzere tüm inançların sorunlarına cevap olacak tek gerçektir. Toplumun her anlamda bitirilmesine, hiçleştirilmesine karşı demokratik toplum alanları olarak örgütlenmek ve faşizme karşı mücadele cephesini güçlendirip büyüterek karşılık vermek halkları ayakta tutacak ve güçlü kılacaktır. Toplumsal varlığı tükenişe götüren, köle yaşamı dayatan, Alevilerin eşit yurttaşlık haklarını elinden alan, kadınlar, gençler, halklar ve inanç kesimleri olarak toplumu köle yaşama mahkûm etmek isteyen faşist, soykırımcı devlet karşısında toplumu var oluşa kavuşturmanın tek yolu mücadeleden geçer.
Bilinç olarak Demokratik Ulus paradigmasını anlamak ve pratik olarak da yürütülmesine katılmak mücadele anlamında bütün halkların, inanç kesimlerinin, kadınların en temel dönem görev ve sorumluluğudur. Demokratik Ulus çalışması toplumların devlet toplumu ya da varlığı karşısında kendi varlığını özgür ve demokratik temelde örgütleme ve sürdürme çalışmasıdır. Önderliğimizin Demokratik Ulus perspektifiyle geliştirdiği mücadele çizgisi, ideolojik dünya görüşü ve paradigma başta Aleviler olmak üzere kadınlar ve gençlere, toplumlara, inançlara ve halklara hitap eden, kendilerini ait hissetmesine aslında kendilerini bulmalarını ve kendi olma yani Xwebûn olma yoluna girmelerini sağladı. Bu anlamda da devletin dayattığı kimliksizlik, eşitsizlik, kültürsüzlük, inançsızlık, başı boşluk, kölelik ve daha birçok şey mücadeleyle, Demokratik Ulus ekseninde örgütlenmeyle ve özgürlük mücadelesiyle sonuç alınmasını sağlayacaktır ve muazzam gelişmeler açığa çıkaracaktır. Bu anlamda da Demokratik Ulus paradigması ile yaşamını örgütleyen, özgür, demokratik düşünen ve yaşayan sağlıklı bünyeye sahip toplumlar ve bireyler yaratmak için mücadele yürütmek kaçınılmaz oluyor. Bu mücadeleye hem düşünsel ve ideolojik hem pratik olarak öncülük eden PKK hareketidir. Bu nedenle kadınlar, gençler, Aleviler, demokratik İslam kesimleri, Êzidîler farklı halklar ve İnançlar Kürt halk Önderliğinin fiziki özgürlüğünü sağlama mücadelesi içinde yer almalıdır.
Bu vesileyle bütün demokratik inanç çevrelerini öncülüğünü ve emeğini görerek Kürt özgürlük mücadelesini ve Kürt halk Önderliğini sahiplenmeye, fiziki özgürlüğünü sağlayacak hamle sürecine güçlü katılmaya, Alevi toplumu üzerinde yürütülen soykırım saldırılarına karşı Demokratik Ulus paradigması, Demokratik, Ekolojik, Kadın Özgürlükçü dünya görüşüyle özgür toplumun kendisini yaşamın her alanında örgütleyerek varlık olması mücadelesini birlikte yürütmeye çağırıyoruz. 2024 yılını halkların, inançların, kadınların özgürlük yılı yapmak için Demokratik Ulus inşasının gerçekleşmesi için her kesi göreve davet ediyoruz.