“Haki Karer yoldaşın Kurdistan’ın bağımsızlığı için ileri atılarak ölümü göze alan proleter direnişçiliği, nasıl ki bağımsızlık düşüncesinin dalga dalga ülkeye yayılmasını sağlamış ve uğruna kan vermeyi kutsal bir görev olarak dayatmışsa, daha sonraki gelişmeler için de aynı şeyler geçerlidir” (Önder Apo)
Önder Apo, PKK kadro gerçekliğini, bir kadro da olması gereken özellikler ve temsilini bulan değerleri, Apoculuğu açımlarken, tanımlarken her zaman şehitleri örnek olarak göstermiştir. Gerçek PKK’li, Apocu “onlardır” dedi. Kendini de onların emrinde yürüyen, anılarına olan bağlılığın gereklerini yerine getirmekle sorumlu olarak gördüğünü belirtti. PKK’nin ölçü ve mücadele ilkelerini şehitlerle açıkladı. Mücadele tarihi içerisinde kat edilen tüm aşamaları, direnişleri şehitlerle anlamlandırdı. Haki Karer’in şehadetini de bu temel de anlamlandırarak onu Apocu hareketin partileşme şehidi olarak gördü, öyle kabullendi ve ilan etti. Ancak bu sadece kabullere dayanarak yapılan bir ilan değildi. Şehidin izinde, komutası altında yürünerek, mutlaka amacının gerçek kılınmasını sağlayacak bir mücadelenin sahibi haline gelinmesiydi. Bu ölçüde kesintisiz bir mücadele içerisinde verilen sözlerin gereklerinin yerine getirilmesiydi. Birlikte çıkılan yolda şehidi kendinde yaşayarak başlatılan yürüyüşün sürekli kılınması ve yeni başlangıçların yapılmasıydı. Sürekli olarak devrimde devrimin yaşanmasıydı. Önder Apo’nun Haki Karer’in şehadetine verdiği karşılık böyle bir gerçeklik içerisinde somutluk kazandı.
Önder Apo’nun gizli ruhu
Karer katledildiğinde, Apocu hareket ideolojik grup olarak yürüttüğü mücadeleyi belirli bir aşamaya getirerek, buna bir iç işleyiş, örgütsel bir çerçeve ve disiplin kazandırmıştı. Haki Karer ise, bu örgütsel gelişme içerisinde Önder Apo’nun yardımcısı görev ve sorumluğunu üstlenmişti. Haki Karer’i bu düzeyde Apocu hareket içerisinde sorumlu kılan ise, onun Önder Apo’yu anlama ve uygulama gücünü göstermiş olmasıydı. Onun içindir ki. Önder Apo, Haki Karer için “gizli ruhum” belirlemesinde bulundu.
Önder Apo, Haki Karer için “gizli ruhum” derken kastettiği ondaki düşünce gücünü ve pratikçi özelliklerini görmekte olmasıydı. Onun içindir ki, ‘bakışlarımız birbirimizi anlamaya yetmekteydi, yapılan tartışmaların, belirtilenlerin gereklerinin yerine getirilip, getirilmediğini sormaya, söylemeye bile gerek yoktu. Bilirdim ki, olması gerekenler yerine gelmiştir.’ demekteydi.
Önder Apo’yu, Haki Karer ile böyle ruh ve eylem birliğine götüren, bütünleştiren, tamamlayan neydi? Bu soruyu doğru anlamlandırmak kuşkusuz onlar arasındaki bağın farkında ve bilincinde olmayı gerekli kılmaktadır. Çünkü aralarında bağ ne kan bağı, ne de çocukluk, mahalli yerel vb ilişkilere dayanmaktaydı. Devrimcilikte karar kılmış, hiçbir koşulda vasat bir duruşu kabul etmeyen, dinamik, öncülükte iddialı kişiliklerin tercihlerine dayalı sağlam temellere sahip bir kabullenişti.
Apo Kürt ve Kurdistan’lıydı. Haki Karer Karadeniz’li ve Kürt değildi. Öncesinde ne birbirlerini tanıyor ne de birbirleriyle doğrudan bağ içerisinde olmalarını gerektiren bir neden vardı. Her ikisi de bulundukları noktadan yola çıkmış bir doğrultuya sahiptiler. Ayrı noktalardan yola çıksalar da sonradan yolları kesişmişti. Eğer bu kesişme olmasaydı -belki farklı zaman, yer ve nedenle tanışma olasılıkları olsa da-, o an tanışmayacaklar ve kendi istikametlerinde yürümeye devam edeceklerdi. Öyle olmadı, kendi istikametlerinde sahip oldukları yürüyüş bir noktada kesişti ve yeni bir başlangıca, doğrultuya dönüştü. Yaşanan tam bir kuantumik andı. O nedenle bu an, ne Önder Apo’nun ne de Haki Karer’in önceden planladıkları, sonucunu bildikleri bir tanışma, karşılaşma değildi. Bu buluşmada temel etken, Önder Apo zindandan çıkarken bir arkadaşının onun karşılaşacağı zorlanmaları öngörerek, Haki Karer ve Kemal Pir’in de içerisinde olduğu bir grup Karadeniz’li öğrencinin kaldığı ev adresini vermesiyle ilgiliydi. Bu buluşma devrim yürüyüşünde kararlı, arayışları ve mücadele doğrultuları olanların tanışma anlarıydı.
Böyle bir anı yaşayan olarak Önder Apo, daha zindana alınmadan önce, belli bir arayışa ve bu doğrultuda yoğunlaşmalara sahipti. Zindan sürecinde ise onda bu arayış ve yoğunlaşma ‘süzülmüş bal kıvamında’ olan bir düşünce netliğine dönüşmüştü. Kendi deyimiyle “ikinci doğuş”u yaşamaktaydı.Yedi ay kaldığı zindan çıktıktan sonra Haki Karer’le tanıştığında yolunu belirleyen kararlı bir yürüyüşün sahibiydi. Haki Karer ise, bir grup arkadaşı ile kaldığı öğrenci evini adeta o dönemin “devrimci bir karargahı” haline getirmişti. Kendi aralarında tartışmalar yürüttükleri gibi, kütüphane rolünü de oynayan evlerini arkadaşlarının hizmetlerine açmakta herhangi bir sakınca görmüyorlar ve bunu devrimci bir görev olarak kabul ediyorlardı. Bu anlamda Önder Apo’nun Haki Karer ile tanışması iki devrimci Önderin buluşmasıydı. Önder Apo’nun deyimiyle “ruh ikizlerinin” birbirini bulmasıydı. Bu buluşma Marks ve Engels’in, Şems ile Mevlana’nın ki gibi de değildi. Onlar da ruh ikizleriydiler. Tanıştıkları andan itibaren birbirlerinin yaşamlarının ayrılmaz parçaları haline gelmişlerdi. Fakat tanışmaları birinin diğerinin varlığını önceden bilmesine ve bilinçli olarak ona ulaşma çabasına, girişimine dayalı olarak gerçekleşmişti. Acı-tatlı anı birlikte yaşayan, paylaşan, kıyasıya yürütülen bir mücadele ile dolu olan, iz bırakan, ömür boyu süren, sonrasında unutulmayan yürüyüşlerine böyle başlamışlardı.
Elbette Önder Apo ve Haki Karer yoldaşlığının onlarla ortak olan yönleri vardır. Ama aynısı değildi. Tanışana kadar birbirlerinin farkında değillerdi. Belki o şekilde tanışmış olmasalar da, bir şekilde tanışma olasılıkları vardı. Hem de bu olasılık daha fazlaydı. Çünkü aynı zaman diliminde, her an yüz yüze gelme, tanışma, birbirinden haberdar olma zemininin olduğu koşullarda bulunuyor ve mücadele ediyorlardı. 12 Mart 1971 askeri faşist darbesi sonrasının koşullarında devraldıkları devrimci mirasın sürdürücüsüydüler. Bu şekilde birbirini tanıyan, aynı mücadele ve örgütlülük içerisinde olan birçok kişi vardı. Bu şekilde hem Önder Apo hem de Haki Karer birçok kişiyle tanışmış ve yoldaş olmuşlardı. Devrimci mücadelelerin diyalektik gelişimi de buna olanak tanımaktaydı. Toplumsal mücadeleler içerisinde de bu her zaman böyle olmuştu. Var olan böyle bir gelişim diyalektiği ayrı olanları birbirinden ayrıştırdığı gibi, aynıları da bir araya getirmekteydi. Bu yönüyle önceden bir arada olanlar, tanışıklar birbirlerinden farklı cephelerde yer alırlarken; o güne kadar ayrı olanlar, öncesinde birbirlerini tanımayanlar bir araya gelmekteydiler. Önder Apo etrafında bir araya gelen ve giderek kendini çoğaltan grup da böyle bir özellik taşımaktaydı.
Haki Karer, Kemal Pir’le birlikte Önder Apo böyle bir yürüyüşü başlattığında onun yanında yer alan ilk kişilerdi. Aralarındaki bağ o kadar güçlü ve kopmaz bir şekilde kurulmuştu ki, Haki Karer ve Kemal Pir son nefeslerini verdikten sonra bile, bıraktıkları miraslarıyla Önder Apo ile olan yoldaşlıklarını, yürüyüşlerini kesintisiz kılmışlardır.
Önder Apo’nun Haki Karer ve Kemal Pir’le yoldaşlığı her zaman birbirlerinin varlığının kabulü ve saygıya dayandı. Farklılıkları birbirini tamamlayarak, kendilerini bulmaya yöneltti. Öyle ki, Önder Apo ilk ve son kez yaşadığını belirttiği; o yeni bir başlangıca gebe olan kaos anını andıran bedenini, bilincini saran o derin titremeyi/ sarsıntıyı Haki Karer’le düşüncelerini paylaştığı anda yaşadı. Paylaşımları, ortaklaşmaları o kadar güçlü ve derin olmasına, bir bütünü oluşturmalarına rağmen, farklılıklarını da hiçbir zaman reddetmediler. Önder Apo her zaman Haki Karer ve Kemal Pir’in Türkiyeli olma kimliklerini ve kendi halkları karşısında görev ve sorumlulukları olduğunu görmezden gelmediği gibi, hiçbir zaman da böyle bir his uyandıracak bir yaklaşım sergilemedi. Haki Karer ve Kemal Pir’in bu farklılıklarını Kurdistan ve Türkiye halklarının iradi ve özgür birlikteliğinin, bir arada olmanın, birlikte mücadele ve zafere ulaşmanın en belirgin temel özellikleri olarak bütünün ayrılmaz parçaları olarak gördü.
Apocu hareketin ilk grup toplantısı olarak kabul edilen 1973 Baharında Ankara-Çubuk Barajı toplantısında Haki Karer ve Kemal Pir’in olması da böyle bir gerçekliği anlatmaktaydı. Haki Karer ve Kemal Pir, Önder Apo ile tanıştıkları andan itibaren onun etrafında oluşan çekirdek grupta yer alan ilk Apocu öncü kadrolardılar. Apocu kadronun özellikleri onların şahsında somutluk kazanmaya başlamıştı. Önder Apo’nun attığı her adımda onunla birlikteydiler. Buna rağmen Önder Apo, Haki Karer ve Kemal Pir’in kendi halklarına karşı olan sorumluluklarını bir yana bırakmayı aklının ucundan bile geçirmemişti. Önder Apo, ilkeli ve farklılığa saygılı tutumunu taviz vermeden ısrarlı bir şekilde korumuştu. Apocu hareketin ilk grup olma dönemini aşıp, örgütsel kimlik kazanmaya başladığı ve kendi içerisinde örgütsel bir işleyişe kavuşmaya başladığı ve bunun için Kurdistan’a dönüş kararı alınırken; Haki Karer ve Kemal Pir’in kararlarını kendilerinin vermesi ve o nedenle de görüşülerek düşünceleri alınması gerektiğini, toplantı halinde olduğu arkadaşlarına bu nedenle belirtme gereğini duymuştu. Yine bu her iki arkadaş için Türkiye halkına karşı sorumluluğu önceleyen bir çalışma içerisine girebileceklerini ve düşünce olarak kendilerine yakın gördükleri bir grupla hareket edebileceklerini de belirtmiştir. Buna karşılık olarak Haki Karer ve Kemal Pir’in verdiği yanıt, “Türkiye halkının özgürlüğünü, Kurdistan halkının özgürlüğünde görüyoruz” şeklinde olmuştur. Herkesten önce Kurdistan’a gidenler arasında yerlerini alarak, Apocu hareketin Kurdistan’a taşırılmasına, Kurdistan halkıyla buluşmasına öncülük etmişlerdir.
Apocu hareketin Kurdistan’a taşırılması
Apocu hareketin Kurdistan’a taşırılması, aynı zamanda Apocu hareketin tarihin de yeni bir dönüm noktasının başlaması anlamına gelmektedir. Haki Karer ve Kemal Pir ise bunun ilk öncüleri olmuşlardır.
Yabancısı oldukları, dilini bilinmedikleri bir ülkeye gitmek, orada devrimin örgütlenmesinin öncülerinden olmak o kadar kolay olmasa da, başarılmaz da değildi. Haki Karer ve Kemal Pir önlerine dikilen tüm engellere rağmen bunu başarmışlardır.
O günün koşullarında Kurdistan demek, Kürt olmak ve Kurdistan-i olan; yaşam biçiminden, diline, kültürüne, giyimine varıncaya kadar her şey yasaktı ve inkar edilmekteydi. Kürt ve Kürtlük adına olanlar hakir görülmekte, içten içe Kürtlüğünü yaşayanlar da aslını gizlemekte, Kürtçe konuşmaktan, Kürtlüğünü savunmaktan korkarlardı. Hatta tanıdıklarıyla bile Kürtçe konuşurken çekinir, sağa-sola bakınırlardı.
Kürt olmanın yasaklandığı, Kürtlerin bile Kürt olduğunu gizlediği, ağır sömürgeci baskılar altında, Kürt, Kurdistan adına düşünce savunmak, mücadele yürütmek, hele hele her hallerinden, konuşmalarından Kürt olmadığı belli olanlar için, bu o kadar da kolay değildi. Önder Apo nasıl ki, İstanbul Devrimci Doğu Kültür Ocakları(DDKO)’na gittiğinde konuşmasının normal akışı içerisinde telaffuz ettiği “Kurdistan” kelimesini duyanların “bu ne diyor”, “bu da nereden çıktı” dercesine kuşkuyla bakan gözleriyle karşılaşmışsa, onu da aşan; ağır itham ve nitelemelere maruz kalınacağını, Kurdistan’a daha ilk adım atıldığı andan itibaren göze almak gerekiyordu. Ve bunun böyle olacağından her kesten daha fazla farkındaydılar. Ankara’da üniversite gençliği içerisinde, derneklerde, kampüslerde, arkadaş çevresinde yapılan dile getirilen görüşlerden, yapılan tartışmalardan bunu biliyorlardı; sosyal-şovenizmim ve ulusal inkarcılığın ‘sol’, ‘sosyalist’ söylemler altına gizlenerek savunulduğuna çokça tanık olmuşlardı. O nedenle de Kurdistan’a gidildiğinde o güne karşılaşılanlardan daha da ağır olanlarıyla karşılaşacaklarını biliyorlardı. Ve daha Kürdistan’a ilk adımlarını attıkları andan itibaren tüm bu farkında olduklarıyla karşılaşmaktan da geri kalmamışlardı.
Türkiye’den, çıkıp, üniversitelerde gördükleri, karşılaştıkları faşist, dinci, şoven düşünce ve örgütlenmeler kadar, sosyal-şoven ve ulusal inkarcı düşünce ve siyasal eğilimler de, kendilerine sunulan koşullarda, Kurdistan’da örgütlenme imkanına fazlasıyla sahip hale gelmişlerdi. Öyle ki, bu türden karaktere sahip olan “düşünce” ve “siyasal eğilimler” Kurdistan kentlerinin demografik, etnik, dinsel-inançsal-mezhepsel vb taşıdığı özelliklere göre, çok rahat bir şekilde örgütlenme ve hareket etme olanağına sahiptiler. Hatta denilebilir ki, bu hareketler Kurdistan’ı kendi aralarında paylaşmışlar, kendileri dışında düşünce ve mücadele yürütmek isteyenleri etkili oldukları yerleşim merkezlerinde, okullarda, derneklerde, üretim alanlarında, ‘iş’ sahalarında çalışma yürütmesine, örgütlenmesine ‘yasak’ getirmişlerdi. Bu yönleriyle de Apocu hareketin, Kurdistan’da örgütlemesinin önüne engel olarak dikilmişlerdi.
Apocu hareketin her öncü kadrosu gibi Haki Karer’de bu engellerle karşılaşmış ve doğrudan hedef haline getirilmişti. Nasıl Ankara’da Türkiyeli olma kimliği nedeniyle sosyal-şoven kimi çevreler tarafından ‘onlar da Apocu olmuş’ denilerek sanki kendilerine ihanet edilmişçesine Önder Apo ile yoldaşlıkları yadırganmış ve kabul görmeyerek kullanılmak istenmişse, bu kez Kürdistan’daki dayanakları, izdüşümleri olan kendilerini sol, sosyalist, ilerici olarak adlandıranlar ile kimi reformist küçük-burjuva milliyetçiliğin esintisine kapılanlar bu sefer arkadaşların Türklük kimliğini kullanmak istemişlerdi. Bu yaklaşım en bariz şekilde kendini Batman’da göstermişti. Kimi pespaye kişilikler Haki Karer’in Kurdistanlı ve Kürt olmamasını kullanarak Apocu hareketin Batman’da örgütlenmesinin önüne geçmeye çalışmışlardı. Haki Karer benzeri bir yaklaşımla Dîlok’ta karşılaşmıştı. Ancak nerede olursa olsun Haki Karer gerek sosyal-şovenizmin gerekse de ulusal inkarcılığın, her türlü küçük-burjuva reformist, milliyetçi düşünce ve eğilimlere karşı tavizsiz, uzlaşmaz bir ideolojik duruşla karşı koymayı bilmiş ve onların gerçek yüzlerini Kurdistan halkı ve gençliği içerisinde deşifre etmeyi başarmıştı.
Haki Karer bu özellikleriyle sadece sosyal-şovenizmin, ulusal inkarcılığın ve reformist, milliyetçi küçük- burjuva düşünce ve eğilimlere değil, sömürgeci ajan, kontra faşist güçlere karşı mücadelede de en ön saflarda yerini alarak, önderlik etmişti. Haki Karer’in olduğu yer de faşist-kontra çetelerin varlıklarının, örgütlenmelerinin kalması mümkün değildi. Mutlaka bu güçlerin ve örgütlenmelerinin dağıtılması gerekiyordu. Bu özelliği daha lise yıllarındayken belirgin bir şekilde öne çıkmıştı. O yıllarda, okuduğu okulda sivil faşistlerle kavgaya girmiş ve onların orada örgütlenmesinin önüne geçme mücadelesi içerisinde olmuş ve yürütülen böyle bir mücadeleye öncülük yapmıştı. Üniversite eğitimi için geldiği Ankara’da da faşistlere karşı mücadelede, öğrenci gençlik içerisinde bir önder olarak rolünü oynamıştı. Fiziki olarak atak ve güçlü yapısı çevresinde olan arkadaşları için güven verirken, Fen Fakültesinde okuyan faşistler üzerinde korku yaratmıştır. Haki Karer onlar için en fazla korktukları arasında yerini almış ve ona görünmemek için de hep ondan uzak durmaya çalıştıkları gibi hakkında da -doğru olmadığı halde- onun “Filistin’e gittiği ve eğitim gördüğü” yönünde söylentiler yaymaya başlamışlardı.
Apocu kadro özellikler Haki Karer’de somutlaştı
Haki Karer bu yönleriyle sadece okuduğu Fen Fakültesinde değil, diğer okullarda da faşist güçlerin devrimcilere yönelik saldırılarına karşı aktif bir şekilde yürütülen mücadeleye en ön saflarda katılmıştır. Ankara üniversite devrimci gençliği içerisinde en fazla tanınan, bilinen, kabul gören simalardan biri olarak, Ankara Fen Fakültesi delegesi olarak katıldığı Ankara Demokratik Yüksel Öğrenim Derneği (ADYÖD) seçimlerinde delegeler tarafından ADYÖD yönetimine seçilmiştir.
O günün koşullarında üniversitelerde okuyan devrimci gençler kendilerini sadece okullarda yürütülen örgütlenme, devrimci mücadele ve faşist saldırılara karşı geliştirilen direnişlerle sınırlı tutmamaktaydılar. Aynı zamanda kendilerini işçi örgütlenmelerine, direnişlerine ve halkın yaşadığı sorunların çözümünde de sorumlu görmekteydiler. Haki Karer’de bu görev ve sorumlulukların yerine getirilmesinde en aktif bir şekilde rolünü oynayanlar arasında yerini almıştır.
Haki Karer var olan bu özelliklerini kişiliğinin, varlığının ve mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olarak Dîlok’ta daha da ileri boyutlara taşırmıştır. Denilebilir ki, öncülüğünü yaptığı ve bizzat yürüttüğü örgütsel çalışmalarıyla o zamana kadar soykırımcı, sömürgeci TC Devleti tarafından biçimlendirilerek Kurdistan’ı, Türkleştirme merkezlerinin ön mevzisi haline getirilmek istenen ve bu istikamette de önemli mesafelerin kat ettiği Dîlok’ta yürüttüğü devrimci faaliyetleriyle devrim etkisinde gelişmelerin yaşanmasına önderlik etti. İdeolojik, örgütsel çalışmalarla ulusal inkarcılığın kalelerinden biri haline getirilmek istenen Dîlok’ta güçlü bir örgütlenme yaratırken, nitelikli kadro birikimini ortaya çıkardı; sosyal-şovenizmin ve onun doğrudan etkisi altında gelişen sol içerisindeki ulusal inkarcılığın belini kırdı. Askeri eylemlilikle ile de faşist, kontra örgütlenmeleri dağıtma noktasına getirerek etkilerini en asgari düzeye indirilmesini sağladı. Öyle ki, Dîlok Apoculuğun en hızlı geliştiği ve etkili hale geldiği bir kent halini aldı. Dîlok’ta Apocu hareketin kaydettiği bu gelişmenin sağlanmasında, Haki Karer’in ideolojik, siyasi, örgütsel ve askeri yönleriyle birlikte; kişiliğindeki devrimciliğinden taviz vermeyen özelliklerin büyük bir rolü oldu. Özellikle de önder bir kadro olma özelliğiyle yaşamdaki emekçi, fedakar, mütevazi yanları burada en öne çıkan karakteristik özellikleri oldu.
Haki Karer gökyüzünü yorgan, toprağı döşek olarak gördü
Evet, Haki Karer örgütçü, propagandacı, eğitmen ve eylemciydi. Ama sadece bunlarla da sınırlı kalmadı. Bir emekçiydi. O dönemde Apocu hareketin herhangi bir maddi dayanağı, imkanı, geliri, silahı ve barınacağı mekanları, dernekleri ve gazeteleri yoktu. Ama inançla dolu bir yürek ve son derece net olan bir düşünce yapısı ile yoğrulmuş militan devrimci özelliklere sahip bir duruş, yaşam ve hareket tarzları vardı. Bu özellik onlara yokluktan varlığı yaratma gücü vermekteydi. Haki Karer’de zirvede temsil ettiği bu özellikleriyle Dîlok’ta örgütlenme çalışmalarına başlamıştı. Faaliyet yürütmek için önce bir barınak ve maddi, mali imkan arayışına girmedi. Bu imkanlara daha kolay ve kestirme yollardan giderek ulaşma ve bunlara dayalı bir örgütlenme ve çalışma yürütmeyi doğru bir yol ve yöntem olarak görmedi. Emeğe, çalışmaya, mücadeleye dayalı ve bunların üzerinde yaratılacak olan değerlere dayanmayı kendine esas aldı. O nedenle de gökyüzünü yorgan, toprağı döşek olarak kabul ettiği Dîlok’un parklarında gecelerken, ayakta kalacak, yaşayacak kadar para elde edebileceği pazarlarda hamallık, inşaatlarda amelelik yaptı. Emeğe dayalı yaratılan maddi imkanlarla en asgari düzeyde hem yaşamsal ve hem de örgütsel ihtiyaçlarının çözümünü esas aldı. Hem çalıştığı yerde ve hem de diğer değişik alanalarda propaganda ve örgütlenme faaliyetleri içerisinde oldu. Ancak çok büyük engellerle de karşılaştı. Çoğunlukla da bu engeller, sol, devrimci düşüncelerin etkili olduğu, propaganda ve örgütlenmeye imkan tanıyan mahalle, dernek gibi yerlerde; Kürtlüklerinden uzaklaşmış, sosyal-şovenizmin etkisi altında ulusal inkarcı özellikleri belirgin hale gelmiş olanlar tarafından gerçekleştiriliyordu. Öyle ki, bu kesimler “bu da nereden çıktı”, “Kürtler ancak Türkiye devrimiyle özgürleşebilir”, “söyledikleri bir hayal ve halkları birbirinden koparmaktır” gibi söylemlerde bulunurken, “bunlar mı Kurdistan Devrimi yapacak, devlet kuracak” diyerek küçümser bir yaklaşım içerisine girdikleri gibi, tehdit etmeye hatta saldırıya kadar varan yaklaşımlar içerisine girmekten de geri durmadılar. Ancak tüm banlara rağmen, ısrarlı ve kararlı çalışma Apocuları sanılandan daha erken örgütlenmeye, sempatizan bir kesim oluşturmaya, halkla, emekçilerle, kadınlarla, gençlerle buluşturdu. Yürütülen ideolojik mücadele sonucunda halk ve gençlik içerisinde olduğu gibi, sosyal-şoven grupların etkisinde olan birçok kişiyi de etkileyerek Apocu harekete katılmaları sağlandı. Bunun bir sonucu olarak da Apocu hareket Dîlok’ta mahallelerde, okullarda, derneklerde, fabrikalarda ve sendikalarda güçlü bir örgütlenme ağına kavuştu. Apocu hareketin Dîlok’ta kat ettiği bu gelişim ve yakaladığı örgütsel düzeyin oluşumunda Haki Karer belirleyici bir rol oynadı. Yaşamdaki örnek duruşu, ideolojik ve politik düzeyi, örgütçü özellikleri, disiplini, kararlılığı, askeri gücü ve yeteneği, verdiği güven ile her şeyden önce de fedakarlığı, paylaşımcılığı, önce yoldaşlarını düşünen, onların ihtiyaçlarının karşılanmasına öncelik tanıyan, var olanın en iyisini, en sağlamını, yenisini, sağlıklı olanını ve fazlasını arkadaşlarına veren, eğer geriye kalırsa onunla yetinen özellikleri bunu sağladı.
Apocu hareketin gelişiminde oynadığı rol ve kişilik özellikleri Haki Karer’i herkesten daha önce soykırımcı, sömürgeci TC Devleti ve uzantılarının hedefi haline getirdi. Haki Karer’in doğrudan öncelikli hedef haline getirilmesinin nedeni sadece bunlar da değildi. Kuşkusuz bunlar da Haki Karer’in hedef haline getirilmesinde önemli etmenlerdi, fakat bunların yanında en önemlisi Haki Karer’in, Önder Apo’nun yardımcısı olması ve onu temsil etmesiydi. O nedenledir ki, soykırımcı, sömürgeci TC Devleti, Haki Karer’i hedef haline getirirken, sadece onun fiziki olarak varlığını ortadan kaldırmayı değil, onu katlederek Önder Apo’yu etkisiz kılmayı ve buna dayalı olarak da Apocu hareketi tasfiye etmeyi kendisi için temel bir amaç olarak belirlemişti. 18 Mayıs 1977’de Haki Karer’in katli ile birlikte yaşananlarda bunu doğrulamıştı.
Haki Karer’in katledilmesiyle halklarının birliği yok edilmek istendi
Haki Karer’in katledildiği süreç, Kurdistan ve Türkiye’de çok önemli siyasal gelişmelerin yaşandığı anlardı. Toplumda hızlı bir politikleşme yaşanmaya başlamış, devrimci kabarış önemli bir boyut kazanmıştı. Hemen hemen birçok kente sürekli yüzbinlerce insanın katıldığı büyük gösteriler ve mitingler düzenleniyor, işçi grevleri ve kamu emekçilerinin direnişleri yaşanıyordu. Tırmanan faşist teröre karşı, devrimci öz savunma bilinci ve örgütlenmesinin gelişmesi, karşılık vermesi giderek daha fazla boyutlanmaktaydı. Geleneksel sağ, dinci ve faşist-kontra partilerin almış olduğu oy miktarında hızlı bir düşüş yaşanırken; Türkiyeli sol ve sosyalist çevrelere ilgi ve sempati toplum içerisinde gelişmeye başlamıştı. Sol ve sosyalist kesimlerinde desteklemesi ile kendine ‘sosyal-demokrat’ bir görüntü kazandırmak isteyen CHP’nin; sağcı, dinci, faşist partiler karşısında oy miktarını artırarak birinci parti haline gelmiş olmasıysa, siyasi dengeleri önemli oranda etkilemekteydi.
Tam da böylesi bir sürecin yaşandığı koşullarda ordu içerisinde MHP’li faşist karakterli bir darbe planlaması devreye konulmuştur. Kara Kuvvetleri Komutanı Namık Kemal Ersun’un öncülük ettiği bu faşist darbe planlaması kapsamında da 1 Mayıs 1977 katliamı ve bunu takip eden günlerde de o zamanın CHP Genel Başkanı olan Bülent Ecevit’e karşı suikast devreye konulmuştu. Haki Karer’in katledilişi böylesi bir süreçte gerçekleşmişti. Haki Karer’in böylesi bir süreçte hedef olarak seçilmiş olmasının bir çok nedeni vardı. Bunların içerisinde en belli başlı olanı Haki Karer’in Önder Apo’nun yardımcısı olmasıydı. Diğer bir önemli neden de Haki Karer’in yapılacak olan cenaze törenine yönelik geliştirecek provokasyon, yapılacak saldırıyla Apocu harekete bir daha belini doğrultamayacak, ayağa kalkamayacak ölümcül bir darbe vurmaktı. Onun içindir ki, gerek 1 Mayıs 1977 katliamı ve Bülent Ecevit’e yönelik suikast ve gerekse de Haki Karer’in katledilmesinin aynı zaman kesiti içerisinde yaşanması bir tesadüf değildi. Tamamen Kurdistan ve Türkiye’de yükselen devrimci, toplumsal kabarışa karşı yapılmak üzere devreye konan faşist askeri darbe planlaması kapsamında belirlenmiş olan hedeflere yönelik yapılan saldırılardı. Daha 1976 yılında ABD’nin Adana konsolosluğu tarafından yazılan bir raporda ‘Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde Apocular adıyla anılan, son derece tehlikeli Stalinst bir grubun varlığına ve gelişimine’ dikkat çekilmiş olması, Önder Apo’nun 1977’nin Nisan-Mayıs aylarında Serhat’tan başlattığı 15 Mayıs 1977’de tamamladığı Kurdistan seferinin hemen üç gün sonrasında Haki Karer’in katledilmesi ve provokasyon denemesinin üzerinden daha 15 gün bile geçmeden Ankara’da Önder Apo’ya karşı 3 Haziran 1977’de devreye konulan komplo da bunun en somut göstergeleri arasında yerini almaktaydı.
Eğer Önder Apo’nun öngörüsü olmasaydı, Haki Karer’in katledilmesinin hemen ardından tezgahlanarak uygulanmak istenen provokasyon daha ilk andan itibaren, yani Haki Karer’in daha cenazesi hastahaneden alınmadan amacına ulaşmış olacaktı. Önder Apo bunu engelledi. Haki Karer’in büyüğü olan kardeşinin Ordu-Ulubey’den gelmesi sağlanarak cenazesi alınarak doğduğu Ulubey’e götürüldü. Haki Karer’in cenaze törenine Ulubey’den, Ordu’dan ve çevre il ve ilçelerden duyan tüm devrimci ve demokratlar katılarak Haki Karer’i ve yoldaşlarını sahiplendiler.
Soykırımcı, sömürgeci TC Devleti’nin, Haki Karer’i katlederek hedefine ulaşmasının önü alınmış oldu. Ancak bununla soykırımcı, sömürgeci TC Devleti’nin Önder Apo ve onun öncülüğünde gelişen Apocu hareketi imha etme saldırılarından vazgeçtiği veya böyle bir tehlikenin ortadan kalktığı anlamına da gelmedi. 3 Haziran 1977 Komplosu da bunu en bariz bir göstergesiydi. Hatta Haki Karer’in katliyle asıl hedef olarak belirlenmiş olan Önder Apo’ya karşı doğrudan yönelinmesiydi. Öyle ki, Önder Apo’nun bu komplo ile ya katledilerek ya da bir daha zindandan çıkmasına olanak tanınmayacak bir şekilde esaret altına alınarak bir daha Önderlik rolünü oynayamaz hale getirilmesi hedeflenmişti. Böylece hem Önderliğinden hem de Önder Apo’nun “gizli ruhum” dediği yardımcısı Haki Karer’den kurtulmuş ve böylece de önderliksiz bırakılan Apocu hareket çökertilmiş, dağıtılmış, dağıtılamasa bile o günün koşullarında soykırımcı, sömürgeci TC Devleti ve NATO nezdinde büyük bir tehlike olmaktan çıkarılmış olacaktı.
Önder Apo’nun ön görüsü ve aldığı tedbirler, uygulamaya konan darbe planlamasını bu yönüyle boşa çıkardığı gibi; Apocu hareketin tarihi içerisinde stratejik öneme sahip bir dönemin başlangıcı vesilesi haline getirilmiştir. Apocu hareketin partileşme sürecine girmesi de böyle bir gerçekliği anlatmaktadır.
Haki Karer’in katledilmesine partileşerek yanıt verildi
Apocu hareket ideolojik grup döneminden itibaren kendi içerisinde bir işleyişi ve disiplini olan, örgütlenme düzeyini 1975’i-1976’ya bağlayan yılbaşında Dikmen toplantısıyla gerçekleştirdi. Haki Karer’de bu örgütlenmede aktif yerini almıştı. Ancak içerisine girilen bu örgütlenme biçimi uzun sürmedi ve Haki Karer’in katledilmesinden sonra parti kuruluş çalışmaları başladı. Haki Karer’in katledilmesi ve Apocu hareketin gelişim düzeyi bunu gerekli kılıyordu. Bu temel de Önder Apo tarafından bir parti program taslağı hazırlandı. 25-27 Kasım 1978’de Haki Karer’in katliamının üzerinden yaklaşık bir buçuk yıl sonra Amed’in Lice ilçesinin Fis köyünde yapılan toplantıda PKK tarihine birinci kongre olarak geçen parti kuruluş toplantısıyla da resmi olarak parti örgütlenmesi içerisine girilmiş oldu. Ancak Haki Karer’in katledilmesinin ardından yürütülen hazırlık ve faaliyetler parti kuruluş hazırlık çalışmalarıyla sınırlı değildi. Haki Karer’in katledilmesinden çıkarılması gereken önemli sonuçlar vardı. Yine yapılması ve yerine getirilmesi gereken daha başka görevler vardı. Bunların başında da zamana yayılmadan Haki Karer’in vurulmasının araştırılması ve sorumlularının bulunarak hesap sorulması gerekiyordu.
Haki Karer’i kimler, neden katletmişti? Bu sorunun cevabı mutlaka bulunmalı ve bunu yapanlar açığa çıkarılmalıydı. Yine hangi yanılgılı, eksik yaklaşım ve zayıflıklar böyle bir alçakça katliama fırsat sunmuştu? Bunlardan da, özeleştirel sonuçlar çıkarılmalıydı. En önemlisi de Haki Karer’in katliamına karşı anısına nasıl layık olunabileceği çok net bir şekilde belirlenebilmeliydi. Çünkü gün ağlamak ve geri çekilme değil, yapılacak büyük hamlelerle ölümsüz şehidimiz Haki Karer’in şahadetine, anısına anlamlı bir yanıt verme günüydü.
Önder Apo, Haki Karer’in anısına kaleme aldığı tarihi değerlendirmesi ve Parti Program Taslağı ile bunun yolunu en doğru bir şekilde göstermişti. Asıl olması gereken de yoldaşlarının, Önder Apo’nun bu temelde yaptığı belirlemelerin gereklerini yerine getirerek, gösterdiği yolda yürünmesi ve Haki Karer’in anısına bağlı kalarak, onu her an sürekli kılacakları mücadelenin gelişimi içerisinde yaşatmaktı. Bu temel görevlerin yerine getirilebilmesi içinde Haki Karer kimdi? Amacı neydi? Kimler tarafından katledildi? Tüm bunların en kısa sürede halka en yalın haliyle anlatılması ve bu alçakça yapılan katliamın sorumlularının bulunup ortaya çıkarılması gerekiyordu. Bunun için derhal harekete geçilmeliydi.
Haki Karer’i katledenler belirlenmiş olan bu görev ve sorumlulukların çok gecikmeden yerine getirileceğinin farkındaydılar. Onlar da asıl hedeflerine ulaşmak için, her türlü kirli saldırı ve oyunlarını sürdürdüler. İlk elden yaptıkları da, başvurdukları demagojilerle Haki Karer’in katlini kendileri için propagandaya dönüştürmek için etrafa yalan ve karalamalara dayanan “haberler” yaymak oldu. Bu temelde de yaptıkları bu katliamı, ilk önce “bir ajanın cezalandırılması” olarak göstermeye çalıştılar. Ancak bu yalan ve demagojileri tutmadı. Çünkü Haki Karer’i Dîlok’ta tanımayan ve onun devrimci, önder bir kişilik olduğunu bilmeyen kimse yoktu. O nedenle de yaptığı propaganda sahiplerine geri döndü. Bu şekilde sonuç alamayacakların anlayınca bir başka yalana daha başvurdular ve Haki Karer’in kendileri tarafından değil de, ‘iç sorunlar nedeniyle öldürüldüğü’ yalanına başvurdular. Bir yanda bu doğrultuda kara propaganda geliştirilirken, diğer yandan da bizzat ajan-provokatörler tarafından, Haki Karer’in ‘Türk olduğu gerekçesiyle, Kürtler tarafından öldürüldüğü’ demagojisi yayılmaya başlandı. Bilgi kirliliğine dayalı oluşturulmaya çalışılan düşünce bulanıklığı içerisinde Haki Karer’in katliamının üzerine sis perdesi çekilerek bir muamma yaratılmak istendi. Bunlarda tutmayınca Haki Karer’in katliamıyla neyi hedeflediklerini açıkça ortaya koymaktan geri durmadılar. Haki Karer’in nasıl katledildiği ve bu katliamda, kimlerin rol oynadığı deşifre olunca, bunun hesabının sorulacağını anlayınca kendilerini daha korunaklı gördükleri yerlerde gizlenmeye çalıştılar.
Haki Karer’in hesabı sorulmuştu
Yapılan araştırma ve soruşturmalar sonucunda Haki Karer’i, “Sterka Sor” diye adlandıran, sol ve devrimci kesimler içerisinde de “Beş Parçacılar” diye bilinen ve başında tescilli ajan, provokatör olan Alaattin Kapan’ın olduğu bilinen kontra çete bir grup tarafından katledildiği açığa çıkmıştı. Bu katliam yapılırken bazı ajanlaştırılan unsurları da kullanmışlardı. Tüm bunlar deşifre olunca da ajanlaştırdıkları unsurlara dayanarak Apocu hareketin bilinen diğer önder kadrolarını katletmek ve Apocu hareketi içten parçalama doğrultusunda harekete geçmişlerdi. Böylece Haki Karer’in katliyle başlatılan, Önder Apo’ya karşı komplo ile tamamlanmak istenilen Apocu hareketi tasfiye etme planları tamamlanmak istenilmişti. Önder Apo’nun almış olduğu tedbir ve karşı hamlelerle bu yönelimler de deşifre edilerek, “Beş Parçalılar” ve ajanlaştırılmış unsurlara dayalı Apocu hareketi tasfiye planları boşa çıkarılmış oldu. Böyle olunca da o güne kadar kendilerinin güvencede olduğunu sanarak, ortalıkta görünmekten bir sakınca görmeyenler, gizlenecekleri karanlık mahzenler arayışı içerisine girdiler. Ancak bunda da başarılı olamadılar. Saklandıkları mahzenlerde ve kendileri için güvende hissettikleri bölgelerde tek tek bulunarak kendilerinden Haki Karer’in katliamının hesabının sorulmasını engelleyemediler.
Apocu hareket, tarihinde ilk tanık olduğu bu büyük önder, enternasyonalist savaşçı Haki Karer’in katledilmesiyle başlatılan en ciddi kontrgerilla saldırısını -vermiş olduğu bu büyük kaybın eksikliğini, acısını yaşayarak da olsa-, boşa çıkarak daha da güçlenerek çıkmasını bilmiştir. Partileşme doğrultusunda yürütülen çalışmalar ve kesintisiz bir şekilde işbirlikçi, ajan yapılanma ve faşist-kontra güçlere, örgütlenmelere karşı sürdürülen mücadele ve elde edilen kazanımlar bunun en somut göstergesi olmuştur.
Haki Karer’de somutlaşan partileşme, kadrolaşma ve halklaşma gerçeği
Önder Apo’da bu gerçekliği; “PKK bir direnmedir; PKK saldırı halinde bir direnmedir. Evet, halkımız genelde bir savunma konumundadır, ama PKK’nin savunma içinde bir saldırı hareketi olduğu kesindir. Düşüncede ilk anda bir saldırıydı, politikada ilk adımlarını attığında bir saldırıydı, eylemlerde ilk adımını attığında bir saldırıydı. Hatırlatmak isteriz hemen, Hakiler Dîlok’tayken hiç emir almadan, tek başına bizzat PKK’nin saldırı ruhunun bir gereği olarak faşist vurmuştur, sayısını belki de bilemediğimiz şiddet eylemi sergilenmiştir. O zaman PKK’nin askeri komitesi yoktu, politik organizasyonu da yoktu, grup aşamasıydı, ideolojik propaganda dönemiydi, ama devrimci insan faşist vurma dahil, bir çok şiddet eylemi düzenledi ve bundan haberimiz bile yoktu. Haki hata mı yaptı, Haki komitesi belli olmadı diye acaba kuralları mı çiğnedi? Asla! Haki, Partimizin aynı zamanda askeri, siyasi ruhuydu ve ruhun bir gereğini yerine getirdi. Hiç bize söylemedi, mektup yazmadı, karar var mı, yok mu, komitesi oldu mu olmadı mı demedi. Tek başına yaptı, etti ve Partimizin tarihinde bir dönemi böylesine ortaya çıkarmak istedi. Gerçek PKK’lilik, PKK’nin gerçek saldırı ruhu ve pratiği buydu. Kemal böyledir, sayısız böyle militanlarımız vardır. Hiç bizden emir almadan direndiler, gerici ve hain vurdular, örgüt kurdular. Fakat ‘Emir veya komitesi yoktur, duralım’ demediler” sözleriyle en yalın bir şekilde dile getirdi.
Haki Karer’de somutlaşan, şehitlerde yaşamsallaşarak sürekli kılınan partileşen kadro özellikleri sadece o anla, belirli dönemlerle sınırlı kalmadı. Apocu hareketin gelişimi ve kat ettiği mesafelere bağlı olarak sürekli bir zenginleşme yaşadı, çoğaldı. Hep birlikte ve beraber birbirlerini tamamlayanlar olarak bir arada bulundular. Bu temelde partileşen Apocu kadro; ordulaşan, askerleşen, komutanlaşan kadro haline geldi. Elbette bu Apocu kadronun partileşen olma özelliğinin reddi olmadığı gibi, Apocu kadronun önceden de askeri bir özellik taşımadığı gibi bir anlam ifade etmedi. Askeri özellikler ideolojik grup örgütlenmesi içerisinde de her Apocu kadro da belirgin olan, varlığını koruma ve geliştirmede en öne çıkan özelliklerdendi. O nedenle ordulaşan, askerleşen, komutanlaşan derken, Apocu kadronun partileşen özelliği nasıl ret edilmiyorsa, önceden var olan en temel özelliklerinden olan askeri yönü de ret edilmiyordu. Aksine partileşen Apocu kadronun savaşan halk gerçekliğinin yaratılmasında stratejik olarak üstlendiği görev ve sorumlukla birlikte kendini bunun gereklerini yerine getirecek düzeyde; kurallarına göre, profesyonelce örgütlü hale getirmesiydi. Daha somut bir ifadeyle de partileşen Apocu kadronun bu temel özelliğini koruyarak ordulaştırması, askerileştirmesi, komutanlaştırmasıydı. Ve halkı da parti öncülüğünde savaşan bir güç olarak konumlandırmayı başarmasıydı. Apocu hareketin gelişim tarihinin ilk stratejik hamle dönemi nasıl partileşme olarak anlam kazanmışsa, bu temelde 15 Ağustos 1984 Büyük Gerila Atılımı’yla bir dönüm noktası yaşayan askeri gelişmeler Apocu hareketin gelişim tarihi içerisinde ikinci stratejik hamle dönemi olma özelliğine sahipti. Geline aşamada ise, Apocu kadronun bu iki temel özelliğine, ekolojik, demokratik, kadın özgürlükçü paradigma ile birlikte üçüncü bir temel özellik olarak; demokratik ulus inşa arayışçılığı eklenmiştir.
Bu şekilde Apocu kadronun en temel özelliklerinden biri haline gelen demokratik ulus inşa arayışçılığı, Apocu kadronun partileşen, ordulaşan özelliğinin reddi değil, onları tamamlayan diğer temel bir özelliği olmaktadır. Bu yönüyle de, Apocu hareketin gelişim tarihinde Üçüncü Stratejik Hamle dönemin öne çıkan tarihsel görev ve sorumluluğunu ifade etmektedir. “özgür birey-yurttaş ve demokratik komün yaşamı”, “politik yaşam ve demokratik özerklik”, “sosyal yaşam”, “özgür eş yaşam”, “ekonomik özerklik”, “öz savunma sistemi” gibi daha da çoğaltılabilecek bilecek olan esaslar üzerinden partileşen, ordulaşan Apocu kadronun öncülüğünde onlarca yılı bulan bir mücadele ile geleneksel ve devlet toplumu olmanın dışına çıkan gerçek örgütlü toplumun, kendi içerisinde yeniden inşa edilerek yeniden örgütlendirilmesi olanaklı hale gelmiş bulunmaktadır.
Apocu kadro böyle bir görev ve sorumluğun sahibi haline gelmiş bulunmaktadır. Bu da devrimde devrimi yaşayarak, devrimi sürekli yaşayan, gelişen, yenileyen bir düzeyde dinamik ve canlı tutmak anlamına gelmektedir. Bu temelde de Apocu kadro, yarım asrı geçen mücadele tarihinin içerisinde kuruluşunun 45. yıl dönümünü karşılayan öncüsü PKK’yi ve onun yaratıcısı olan Önder Apo’yu tüm bağlılığı ile selamlamaktadır. Mücadelemizin öncüsü ve ilk şehidi olan Haki Karer’in şahsında mücadelemizi bugünlere getiren, tüm gelişmelerin önünü açan, kazanımlarımızın asıl yaratıcısı ve sahibi olan şehitlerimizi saygıyla anmaktadır.
Özellikle de içerisinden geçmekte olduğumuz süreçte yeni bir kuruluş yıl dönümünde PKK’yi ve Önder Apo’yu selamlamak, partileşme şehidimiz Haki Karer şahsında tüm devrim şehitlerimizi anmak her Apocu kadro, Kurdistan halkı ve dostları için büyük bir anlam ifade etmektedir. Çünkü Haki Karer’in şahadetiyle varlığına son verilmek istenen Apocu hareket, bugünde aynı şekilde yarım asrı geçen mücadele içerisinde, on binleri bulan şehidinin kanı ve kahramanlığı ile yarattığı tüm değerlerle birlikte imha edilmek istenmektedir. Yine Haki Karer’in katliamıyla vurulan sarsıcı darbenin ardından doğrudan hedef haline getirilen Önder Apo, çeyrek asırdır rehine olarak tutulduğu İmralı’da, üzerinde uygulanan ağırlaştırılmış mutlak tecridin daha da derinleştirilerek sürekli imha tehdidi altında tutulmaktadır. Fakat buna karşı Önder Apo ve Apocu hareketin direnişi geçmişte olduğu gibi, bugünde mücadeleyi daha da ileriye taşıyarak yeni kazanımlarla taçlandırma temelinde hızından hiçbir şey kaybetmeden sürmektedir. Zap, Metîna, Avaşîn, Xakûrkê Heftanîn, Botan, Serhat, Merdîn, Amed, Garzan, Dersîm, Erzurum gibi tüm gerilla ve direniş bölgelerinde Kurdistan özgürlük gerillası düşmana ağır darbeler vurarak, kesintisiz bir şekilde mücadele bayrağını daha da yükseklerde dalgalandırmaktadır. Mersin’de Rûken Zelal (Emel Feremez Hisen) ve Sara Tolhîldan (Dilara Ürper ), Ankara’da Rojhat Zîlan(Özkan Şahin) ve Erdal Şahin( Hasan Oğuz) gibi Ölümsüzler Taburu’nun kahraman savaşçıları vurdukları ölümcül darbelerle soykırımcı, sömürgeci TC Devleti’nin yüreğinin derinliklerine varıncaya kadar korku salmaktadır. Tüm bunlar yaşanırken de hem yurtta hem de yurtdışında görkemli direniş ve yükseltilen mücadele içerisinde her biri birer kahramanlık abidesi olan şehitlerine sahip çıkan Kurdistan halkı ile dostları Önder Apo ve Kurdistan özgürlük gerillasının yanında saf tutarak sesini daha gürleştirmekte ve PKK’nin 45. kuruluş yıl dönümünü karşılamaktadır.
PKK’nin 45. Kuruluş Yıldönümü Kurdistan, Türkiye, Ortadoğu ve Dünya Halklarına, İnsanlığına Kutlu Olsun!
Haki Karer’in anısı partileşme, varlığını koruma ve özgürlüğe ulaşma mücadelemizde yol göstermeye devam ediyor!
Devrim ve Özgürlük Şehitlerimiz Ölümsüzdür!
Yaşasın PKK!
Yaşasın Önder Apo!