Apocu çizgi doğru anlaşılır ve doğru tarz, üslup ve tempoyla hayata geçirilirse her türlü zorluk yenilebilir, her engel aşılabilir, tüm sorunlar yerinde zamanında doğru bir biçimde çözüme kavuşturulabilir ve böylece her yerde her türlü devrimci çalışma ve özgürlük mücadelesi yürütülebilir, başarılı gelişmelere yol açılabilir. Bunun imkanları ve fırsatları yeterli düzeyde vardır. Hiç kimse imkan ve fırsat azlığından, çözüm bulunamamasından söz edemez. Kolay kolay ele geçmeyecek düzeyde imkan ve fırsatlara sahibiz.
Bunun en somut ifadesi ise başarmamızda temel pay sahibi olan İmralı direnişidir. Zap, Avaşîn, Metîna, Xakûrkê başta olmak üzere Kurdistan’ın dört bir yanında süren kahramanca gerilla direnişidir. Zindanlardaki yoldaşların direnişidir. Dört parça Kurdistan ve yurtdışında yoldaşlarımızın, yurtsever halkımızın, dostlarımızın gece gündüz demeden geliştirdikleri özgürlük direnişidir. Bu direnişin de öncülüğünü kuşkusuz İmralı direnişi, Önder Apo ve kahraman şehitlerimiz buna önderlik ediyor.
Bunları anladığımız, değerlendirdiğimiz ölçüde daha doğru ve yeterli bir biçimde mücadeleyi geliştirmek mümkündür. Direnişlere ve şehadetlere yaklaştığımız oranda doğru duyan, doğru düşünen, doğru davranan ve çalışan bir konuma ulaşabiliyoruz. Bize bütün bunları yaptıran kesinlikle bu tarihi direniş ve onun kahraman şehitleri oluyor. Bu bakımdan bir kere daha İmralı direnişini, Zap, Avaşîn, Metîna direnişleri öncülüğünde gelişen direnişimizi selamlıyorum. Bu büyük mücadelenin tüm kahraman şehitlerini saygı, sevgi ve minnetle anıyorum.
Doğru ile yanlışı bu çizgiye göre birbirinden ayırmak en doğru yaklaşım olacaktır. Eğer bir güçlenme sağlamışsak bu kesinlikle söz konusu direnişler ve şehadetler sayesinde olmuştur. O bakımdan büyük şehidimiz Mehmet Hayri Durmuş’un ifade ettiği gibi böylesi tarihsel bir süreçte toplumuza karşı borçlanmış durumdayız. Dahası İmralı ve gerilla direnişi öncülüğünde süren direnişlere borçlandık. Her zaman gücümüzü şehitlerimizden aldık, dolayısıyla kahraman şehitlere borçlandık. Hiçbir zaman ve hiçbir koşulda bu durum unutulmamalıdır. Demek ki tüm yoldaşlar pratiğe söz konusu borcu ödemek üzere yönelmeliler. Kararlılık, irade, yaratıcılık, yapıcılık, başarı kesinlikle böyle bir yürüyüş temelinde gerçekleşecektir. Borç ödemenin derin bilinci ve kararlılığıyla hareket edip yukarıda belirtiğimiz direnişin sonuçlarını doğru ve yeterli bir biçimde özümseme ve pratikleşme gücünü ortaya çıkartacaklardır. Çok iyi bilinmelidir ki, bu sonuçların ideolojik-örgütsel mücadeleye dönüşmesi, siyasi-askeri eyleme öncülük etmesi ancak her yoldaşın kendisini öncülük temelinde doğru katmasıyla mümkün olabilecektir. Böyle bir düzeyin ortaya çıkması mutlaka sağlanmalıdır. Herhangi bir yanılgıya, bireysel yaklaşıma, kendine göre değerlendirmeye düşmeden direnişin ortaya çıkardığı sonuçları doğru ve yeterli bir düzeyde her alandaki devrimci pratiğe taşırmak gerekiyor.
Kadın Özgürlük Devrimi bütün dünya kadınlarına direnme ruhu veriyor
Önümüzdeki süreçte de düşman kuşkusuz saldıracaktır, adı üzerinde ‘düşmandır’ ve onun görevi saldırıp bizi yok etmektir. Kendi görevi çerçevesinde elbette ki hareket edecektir, demek ki düşmandan başka bir yaklaşım beklememek gerekmektedir. Düşmana ‘niye saldırıyorsun!’ diyemeyeceğimize göre o zaman düşman gerçekliğini iyi bilince çıkarmak önemli oluyor. ‘Düşman’ diyorsak o zaman bunun ne anlama geldiğini, neyi içerdiğini iyi bileceğiz. O bakımdan ‘düşman var ve saldırıyor’ demek de doğru değildir. Çünkü düşman önce de vardı, önceden de saldırıyordu, şimdi de saldırıyor. Hem de mümkün olduğu kadar kendisini güçlendirerek saldırıyor. Bu da çok doğal bir şeydir, çünkü o da kendi amaçları doğrultusunda başarılı sonuç almak istiyor. Başka bir nedenle bu saldırıları yapmıyor. Önüne koyduğu amaçlar var, onları başarmak için saldırı yapıyor.
Diğer yandan başta kadınlar ve gençler olmak üzere mücadelemize öncülük eden kesimlerin direnci, coşkusu, örgütlenme ve eylem geliştirme çabası gerçekten hiçbir biçimde azımsanacak, küçümsenecek durumda değildir. Kürt gençliği kahramanca savaşıyor ve dünya gençliğine ilham kaynağı oluyor. Kurdistan Kadın Özgürlük Devrimi, bütün dünya kadınlarına direnme ruhu veriyor. Buna öncülük etmenin ötesinde 5 bin yıllık iktidar ve devlet uygarlığını, erkek egemen zihniyet ve siyaseti tüm boyutlarıyla çözümleyip mahkum ederek kadın özgürlüğü temelindeki doğru özgür yaşam çizgisini, farklılıklara dayalı eşitlik çizgisini ortaya çıkartarak insanlığın içine düşürüldüğü tarihsel sapmayı sona erdirecek düzeyde bilinç aşılıyor. İnsan ve toplum yaşamında yeni bir tarihsel süreç başlatacak özelliği düşüncede ve pratikte geliştiriyor.
Öyle ki özgürlük-eşitlik mücadelesi yürütmek isteyenlere, demokrasi arayanlara ruh veriyor, ilham kaynağı oluyor, coşku, moral, heyecan aşılıyor, gelecek umudu yaratıyor, özgür yaşam umudu veriyor. Bu durum gericilikte, egemen zihniyet ve siyasette ısrar edenleri, kapitalist modernite yaşamını çeşitli yöntemlerle allayıp pullayıp yeniden oluşturarak sürdürme çabası içinde olanları da kahrediyor, ciddi bir biçimde zorluyor. Gericiliğin her maskesi düşürüldükçe, çıplak zor, hile, aşağılama, hükmetme gerçekleri açığa çıkartıldıkça sistemin sahipleri tarihlerinin en zor anını yaşıyorlar. Bu durumu günümüzdeki olaylarda, tartışmalarda, söz ve davranışlarda açıkça görüyoruz. Gerçekleri saptırmak ve üstünü örtebilmek için özgürlükçü gelişmeyi zayıflatabilmenin yol ve yöntemlerini arıyorlar. Böylelikle her araç ve yöntemle saldırıyorlar.
Kürt toplumuna dayatılan inkar ve imha zihniyeti teşhir oluyor
Kürt halkı, kadın ve gençlik öncülüğünde örgütleniyor, birleşiyor, mücadeleye yöneliyor. Bu anlamda bir zayıflıktan, eksiklikten söz edilemez. Eğer bir zayıflık ve eksiklikten söz edilecekse şu belirtilebilir: Ortaya çıkan mücadele bilincinin yeterli bir düzeyde örgütlenmeye dönüştürülmemesidir. Dolayısıyla eyleme seferber edilmesindeki zayıflıktan, eksiklikten insan söz edebilir.
Kürt halk gerçekliği, onun tarih içerisinde insanlığa hizmeti, insanlık tarihi gelişimi içinde ki konumu, rolü ilk defa insanlığa bu düzeyde taşırılıyor. Böylelikle Kürt toplumuna yüz yıldır dayatılan inkar ve imha zihniyeti ilk defa bu düzeyde teşhir oluyor. Yine soykırımı uygulayan ve destekleyenlerin maskesi ilk defa küresel düzeyde bu boyutta düşürülüyor. Dolayısıyla Kürt soykırım zihniyet ve siyasetini destekleyip uygulayanlar küresel düzeyde mahkum olurken; Kürt halkının, tüm özgürlükçü demokratik çevreler içerisinde çok anlamlı ve değerli dostlukları gelişiyor.
Önderlik gerçeği, PKK mücadelesi, Kürt kadın ve gençliğinin kahramanca direnişi, Kurdistan özgürlük mücadelesi tüm ezilenlere ilk defa bu düzeyde ulaşıyor ve onlardan destek buluyor, onlara coşku, heyecan, moral veriyor, doğru anlayış ve tarz aşılıyor. Bu anlamda Önderlik Gerçeği küreselleşiyor. Önder Apo’nun düşüncelerinin ulaştığı her alanda büyük bir heyecan, arayış başlıyor. Bu da Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için mücadele etme tutumlarının gelişmesine yol açıyor.
Önderlik Gerçeği küreselleşiyor, Kurdistan özgürlük mücadelesi tüm insanlığa yayılıyor, Kürt toplumu tüm insanlık tarafından yeniden doğru bir biçimde tanınır hale geliyor. Önder Apo’yu ve Kurdistan özgürlük mücadelesini güçlü bir biçimde destekleyen tutumlar ve yaklaşımlar ortaya çıkıyor. Gerçekten de hepsi büyük değer ifade ediyor. Bu temelde her sözü, her özgürlükçü davranışı ve tutumu saygıyla selamlamak lazım, çok büyük anlam ifade ediyorlar. Önderlik Gerçeğini, Kürt özgürlüğünü çok güçlü bir biçimde sahipleniyor ve savunuyorlar. Giderek Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için mücadeleyi bu çevreler çok daha güçlü destekleyecekleri şimdiden rahatlıkla görülebiliyor. Demek ki bu alanda da bir eksiklik yok. Mücadelemizin ilk geliştiği yıllarda böyle ilişkiler yoktu, böyle dostluklar yoktu, böyle dayanaklar da yoktu, tüm bunlar yeni olan gelişmelerdir. Bu da imkan ve fırsatların giderek büyüyebileceğini gösteriyor. O halde geriye eksikliğin nerede olduğunu doğru anlamak gerekiyor.
Yeni paradigma, fedai çizgisinde profesyonel devrimciliğe zirve yaptırdı
Pratikte yaşanan hata ve eksikliklerin bizden kaynaklı olduğunu görmek gerekiyor. Var olan imkan ve fırsatların doğru ve yeterli bir biçimde değerlendirilip başarıya yol açmasının önündeki engel parti örgütlerimizin ve kadroların zayıflığından kaynaklanıyor. Dolayısıyla partileşme sorunu temel ve esas sorundur. Bu noktada ‘partinin yenilik yaratamaması, düşünce geliştirememesi, çizgi oluşturamaması, program, strateji, tarz geliştirememesi, plan ve hedef ortaya koyamaması’ partileşme sorunu değildir. Önderlik düzeyi tüm bunları her zamankinden daha güçlü, daha içerikli, daha sistemli bir biçimde aşmayı ve başarmayı sağlamıştır. Bu bir gerçektir. İdeolojik-örgütsel çizgiyi, siyasi, askeri mücadelenin strateji ve taktiklerini, bir bütün olarak özgürlük mücadelemizin temel hedeflerini, paradigma değişimi ile birlikte tarihte hiç kimsenin yapamadığı, geçmişte Hareketimizin sahip olmadığı düzeyde netleştirmiş, çözümlemiş, sistemli bir biçimde önümüze koymuş durumdadır.
Önder Apo “Size bu düşünceleri damıtılmış bal kıvamında sunuyorum” dedi. Gerçekten de böyle bir kıvamda, açıklıkla, netlikle anlaşılır bir dille önümüze konmuş durumdadır. O bakımdan sorun, partileşme sorunu, partiye önderlik etme sorunu değildir. Partinin süreci tanımlama, teorisini geliştirme, program, strateji ve taktik oluşturma sorunu değildir; sorun, bunları anlama ve uygulamadadır. Dolayısıyla Önderlik düzeyi tarihin en güçlü çıkışı olarak sorunlarını çözmüş, görev ve sorumluluklarının gereğini büyük başarıyla ortaya koymuş durumdadır. O bakımdan sorun Önderlik sorunu değil, parti sorunu değildir. Sorun, parti kadrolarının Önderlik çizgisini doğru ve yeterli anlama ve doğru bir örgütlülük çerçevesinde başarıyla pratiğe geçirme sorunudur. Sorun, kadro sorunudur. Sorun, yönetim sorunudur. Sorun, partinin çizgi görevleri temelinde örgütlü kılınıp pratiğe sevk edilme ve pratikte görevlerini başarıyla yerine getirip getirmeme sorunudur.
Dolayısıyla partileşme sorunu bizim sorunumuzdur, başkasının sorunu değildir. Bu sorunu başka yerde aramamalıyız. ‘Partileşme sorunu’ diyerek aynı sorunu devam ettirmemek gerekiyor. Sanki sorunlarla yaşamak hoşumuza gidiyor ya da ne söylediğimizin tam farkında değilmişiz gibi oluyor. Hakikate doğru yaklaşmanın, burada yeterli bir kararlılığa, inisiyatife, iradeye sahip olmanın zamanıdır. Böyle bir karar ve iradeye sahip olmak, söyleyip de gereğini yapar duruma ulaşamamak ciddiyetle ilgili bir durumdur.
Parti camiası olarak hem de Apocu çizgiyi hayata geçirmeyi esas almış PKK gibi bir parti gücü olarak bu durumdan çıkmak gerekiyor. Böyle olmayı meşru göremeyiz, kabul edilebilir hale getiremeyiz. Doğru yaklaşılırsa kesinlikle aşılabilir. Nitekim aşabilenler var, doğruyu anlayan, özümseyen ve başarıyla uygulayanlar var, herkes aynı durumda değildir. Böyle olmak bir kader ya da bir zorunluluktur diyemeyiz. Böyle olmayanlar vardır. Önderlik başta olmak üzere onlarca, yüzlerce parti militanı var, şehidi var, 24 saat mevziide Kurdistan’ın dağında, ovasında, şehrinde, sığınakta, tünelde, dağ yamaçlarında, toplum içerisinde Önderlik çizgisini, parti çizgisini başarıyla hayata geçirmek için 24 saat bireysel yaşamını durdurup tüm benliğini, ruh, duygu, düşünce ve maddi varoluş temelinde bu çalışmaya sevk eden, seferber eden yüzlerce militan var. Kazandığının neredeyse yüzde doksanını böyle bir mücadeleye veren binlerce yurtsever var. Eğer bir mücadele yürüyor, bütün düşman saldırılarına karşı yenilmiyor, ayakta kalıyor hatta gelişme sağlıyorsa bunların sayesinde oluyor. Bunlar da birer gerçektir.
Fakat şöyle de değildir: ‘Bunlar varsa bizde bunlardan biriyiz ve aynı durumdayız. Bir gelişme oluyor ve başarı sağlanıyorsa, biz de bu mücadelenin içinde olduğumuza göre, o halde biz de bu gelişme ve başarının ortağıyız’ diyemiyoruz. Çünkü pratik mücadeleye yöneldiğimiz andan itibaren Önder Apo böyle anlamaları reddetti. Önder Apo “Evet gelişmeler, kazanımlar var ama acaba kimler yaratıyor? Hangi çalışmalar, nasıl bir yaklaşım ve çaba bu gelişme ve kazanımı ortaya çıkarıyor. Kim kazandırıyor, kim kaybettiriyor?” dedi. Demek ki herkes kazanma ya da kaybetme çizgisinde değildir. Böyle bir bütünlük yoktur. O bakımdan bu konuda genellemecilik de doğru değildir. Geriye kendimizi doğru değerlendirmek kalıyor.
Partileşme sorunu nereden kaynaklanıyor? Anlayış, irade, tarz kazanamama nasıl ortaya çıkıyor? Bunun iki nedeni var. Bir tanesi katılım gerçeğidir. Önder Apo “Bana bilinç ve inançla katılınır” dedi. Demek ki böyle bir bilinç ve inançla katılım sorunumuz vardır. Bunu çok hazmetmesek de gerçeklik budur. Önderlik Gerçeğini anlama, özümsemede zayıflıklar var, dahası kendine göre anlayış sahipleri olma var. ‘Benim anlayışım böyle, ben böyle düşünüyorum, bana göre doğru budur’ diyen tutumlar var. Dolayısıyla kendini Önderliğe katmayan, Önderlik doğrusuna tüm benliğiyle, gücüyle katılmayan; partiye katılımı, Önderlik gerçeğine bu düzeyde bir katılım olarak görmeyen anlayış ve tutumlar var. O halde nasıl partileşeceğiz, nasıl partiyi doğru anlayacağız ve parti görevlerini yerinde ve zamanında nasıl başarıyla yerine getireceğiz? Doğru ve yeterli anlama ve özümseme gerçekleşmezse o zaman pratikte başarılı olunamaz. Başarının yolu demek ki buradan geçiyor.
İkincisi, paradigma değişikliğinin özelliklerini de değerlendirmek lazım. Geçmişte iktidar ve devletçi paradigma insana bireysel yaşam imkanı açıyordu, bir şeyler vadediyordu, öyle şeyler gösteriyordu. Dolayısıyla bilincimiz ve davranışlarımız ona göre şekilleniyordu. Yeni paradigma net bir biçimde bu konularda değişiklik yarattı. İktidar ve devlet paradigmasından koparak kadın özgürlüğüne ve ekolojiye dayalı demokratik toplumcu paradigmayı esas aldı. Dahası fedai çizgisinde profesyonel devrimciliğe zirve yaptırdı. Önder Apo buna “Bir lokma bir hırka felsefesiyle yaşamak ve çalışmak”, “Örgütlenmiş ve eylemli kılınmış hakikat olmak” dedi.
Pratikte açığa çıkan tarz anlayış sorunlarından kaynaklanıyor
Mücadele sürüyor ve uzuyor, geçmiş devrim anlayışları ve teorileri, çizgileri var. Tarih hep devrimlerle anılıyor. Her ne kadar yeni paradigmayla Önder Apo yeni bir devrim anlayışı, çizgisi ortaya koysa da ‘devrim, devrimdir’ deyip Önderliği anlama yerine eski devrim anlayışlarını şu veya bu düzeyde içimize taşıma ya da o anlayışları uzlaştırmaya çalışma yaklaşımları var. Her an özgür birey ve demokratik komün yaşamında gelişme yaratmak, bunu devrim olarak görmek yerine, devrimi siyasi iktidara, yönetim olmaya indirgeme ve öyle bir sonuç temelinde farklı bir yaşam olacağını sanma var. Demek ki yeni paradigmayı anlama, benimseme, bu temeldeki devrimciliğe inanma, umut bağlamada zayıflıklar ortaya çıkıyor. Dolayısıyla çözümleyici olmak, gerçekçi olmak, doğruları net ortaya koyup onların takipçisi olmak gereklidir. Bu bakımdan inanç zayıflamalarına fırsat vermemek gerekmektedir. Bu da her an inanç tazelemekle olur, umut oluşturmakla olur. Önderlik ve parti gerçeğini kavramak ve özümsemek için çalışmakla olur.
Mücadelenin uzamasının getirdiği sorunlar da var. Katılım sorunları böyle ortaya çıkıyor. Bilinç temelinde katılımda sorunlar ve zayıflıklar var. O nedenle anlayış, irade ve tarz sahibi olunamıyor. Eğer pratikte irade sorunları, tarz sorunları ortaya çıkıyorsa bu kesinlikle anlayış sorunundan kaynaklanıyor. Bunun bir zihniyet temeli var. O da Önderlik gerçeğine bilinç ve inançla katılımı yetkince gerçekleştirememekten ve sürekli kılamamaktan kaynaklanıyor. Katılım, bir seferlik, bir anlık olan bir durum değildir, süreklilik ister. Her şeyden önce bir kararlılıktır. Böyle bir karar sürekli kılınmalıdır. O nedenle Önder Apo “PKK’li olunmaz, PKK’li olunmaya çalışılır. Şehitler PKK’lidir. Ben de dahil hepimiz PKK’li olmaya çalışan militanlarız. Ne kadar PKK’li olup olamayacağımızı sonuçlar gösterecektir” dedi. Bunları Önder Apo net bir biçimde ifade etti. O halde her zaman bilinç edinmeye, geliştirmeye, inanç tazelemeye, karar oluşturmaya ihtiyaç var. Bunu sürekli kılmak, sürekli yenilemek gereklidir.
Bu bakımdan bilinç ve inançla katılım, bunun büyük kararlılığını ve iradesini ortaya çıkartmak önemlidir. Diğer yandan ise bunu sürekli kılmak da önemlidir. Partileşememe, partileşme sorunu yaşama, bir boyutuyla buradan kaynaklıdır. Her şeyin başı kararlılıktır, irade oluşturmak ve ortaya koyabilmektir. Katılım bir başlangıçtır, doğru bir giriş yapmayı ifade eder ama başarı için sadece karar verip orada durmak elbette yetmez. Ne gereklidir? Önderlik ve parti çizgisini doğru anlamak, özümsemek, onun tarz, üslup, temposunu edinmek için gece gündüz demeden her zaman kendini eğitmektir. Nasıl ki karar her an tazelenmeyi, yenilenmeyi gerektiriyorsa, süreklilik istiyorsa eğitim de öyledir. Kendimizi eğitmeden neleri, nerelerde nasıl yapacağımız konularında sürekli bir yoğunlaşma arayış, tartışma içerisinde olunmadan partileşme sorunu çözülemez. Bu da partinin görev ve sorumluluklarını her an başarıyla yerine getiren Apocu militanlar haline kişiyi getiremez. Partileşme sorunu buradan kaynaklıdır.
Bireycilik Önderlikten kopmuşluğu ifade eder
Partileşme sorunu, kuşkusuz Önderlik Hakikatleri temelinde yoğunlaşarak, derinleşerek çözülebileceğine ikna olmak gerekiyor. Kendini oradan kopartarak değil, kendini ayrı bir uç yaparak da değil, tam tersine Önderlik hakikati içerisinde ruhumuzla, duygularımızla, düşüncemizle erimeyi, bütünleşmeyi esas alarak yapacağız. Önderlik hakikatine doğru katılmaz, onun içinde erimezsen düzene katılırsın, bireyci olursun, kendine göre olursun. Bireyciliği, kendine göreliği her düzeyde değerlendirip, eleştirip, mahkum etmek gerekiyor. Sanki bu kavramlar hazmedilebilir kavramlar haline gelmiş durumdadır. Bilinmelidir ki bireyci olmak Önderlikten kopmuşluğu ifade ediyor. ‘Biz öyle değiliz’ biçiminde bir yanılgı da yaşanıyor. Önderliğe katılma sürekli bir mücadele hali değil de, bir kayıt yaptırmak gibi algılanıyor.
Önderliğe katılmak, parti militanı haline gelmek, PKK ve PAJK militanı olabilmek, bu militanlığın başarılı temsilini yapabilmek başka şeyler gerektiriyor. Süreç ondan sonra başlıyor ve sürekli bir mücadele hali olarak ortaya çıkıyor. Bu sürekli mücadele halinden kaçılmamalıdır. Doğru katılım arayışından ve onu kendi içimizde, kendi duygularımızla, ruh halimizle, düşüncelerimizle, davranışlarımızla sürekli bir iç mücadele, sınıf ve cins mücadelesi, ideolojik, örgütsel çizgi mücadelesi haline getirmekten, bunu günün 24 saatinde ve yaşamın her anında sürekli kılmaktan kaçınılmamalıdır.
PKK’yi başka partilerden ayıran, Önder Apo’yu diğer önderlerden ayıran temel bir özellik burada ortaya çıktı. Bu, reel sosyalist hareketin hepsinde vardı. Özellikle modern sol-sosyalist hareketim diyenler kendilerini böyle şekillendirdiler. Bu, ileri bir gelişme olarak da görüldü. Fakat Önder Apo bunu değiştirdi. Kurdistan koşulları bu biçimde bir partileşmeyi kabul etmedi. PKK dışındaki bütün gruplar, örgütler kendilerine bunu esas aldılar ve bu noktada tükenişi yaşadılar. Önder Apo sürekli mücadeleyi ve gelişmeyi esas aldığı için bu tür sorunlarla karşılaştı ve burada var olanı kabul eden değil de onu değiştirerek doğruya ulaşmayı esas alan bir bilinç ve iradenin, kararların sahibi oldu.
Parti üyeliğini, partiye katılım ölçülerini yeniden tanımladı. “Şehitler PKK’lidir. Gerçekleşmiş PKK’li şehitler gerçeğidir. Yaşayanlar PKK’li olmak için çalışanlardır. Sürekli bir katılım ve partileşme mücadelesi içinde olanlardır” dedi. Önderlik ancak bu biçimde Kurdistan’da özgürlük mücadelesini yürütebildi. Ancak bu ölçülerle gerçekleştirilen partileşme dağa çıkabildi, gerillayı örgütleyebildi, savaş yapabildi, zindanda direnebildi. Bütün bunları Önder Apo’ya gerçekleştirten de büyük zindan direnişiydi. Zindandaki Mazlum Doğan’la başlayan devrimci duruş, direnişçi duruştu.
Önder Apo onları bilince çıkardı. Onları örgüte ve eyleme dönüştürdü
Bu gerçekleri kavramak gerekiyor. Dolayısıyla kendimize göre parti tanımlayamayız, Önderlik tanımlayamayız. Partiyi ve Önderlik Gerçeği’ni kendimize göre yorumlayamayız. Bunları yorumlamaya kalkmak revizyonizme götürür, o da tehlikelidir. Partiye doğru katılmak, Önderliğe doğru katılmak, partileşme mücadelesi vermek, Önderlik ve parti gerçeğini kendimize göre yorumlamak değil de, onların kendi kendini tanımlamaları çerçevesinde anlamaya, özümsemeye ve benimsemeye çalışmaktır. Demek ki Önderlik ve parti için yeni yorumlar getirmeyeceğiz. Önder Apo’nun geliştirdiği yorumları anlama, özümsemeye ve onlara katılmaya, onun pratikte başarıyla uygulayıcısı olmaya çalışacağız. Partiye doğru katılım budur, doğru çizgi duruşu da budur. Partileşme kesinlikle böyle ortaya çıkıyor. Militan, parti iradesiyle kendi iradesini nasıl bütünleştirir noktasında oldu.
Doğru partileşme nedir?
Partiye doğru katılım nasıl olur? Dolayısıyla partileşme sorunları nasıl çözülür? Başaran parti militanı haline nasıl gelinir? Bu sorular yakıcı sorulardır. Kendimize göre yorumlamamamız lazım. Kendimize göre yorumlayıp yanılgılı, yanlış anlayışlara kapılmamak gerekiyor. Doğru anlamak, özümsemek, doğru temsilini yapmak pratik mücadele sahalarına bu çizgiyi doğru ve yeterli bir biçimde taşımak çok önemlidir. Bu her bir yoldaşın başarılı olmasının yoludur. Her bir yoldaşın omuzlarına yüklenmiş en temel görev ve sorumluluktur. Her şeyden önce bütün yoldaşlar bunun gereğini yerine getirmelidir. Böyle bir görev ve sorumluluğa sahip çıkılmalıdır. Böyle olursa herkes başarı çizgisinde seyredecektir, başarılı bir pratik yürütebilecektir. Pratikte başarılı olmanın yolunun buradan geçtiğini unutmamak gerekiyor. Pratiğin gerektirdiği anlayış ve irade yeterliliğine ulaşmak kesinlikle böyle gerçekleşiyor. Pratik mücadelenin bizden istediği Apocu tarz, üslup ve tempoya ulaşmak bununla mümkün oluyor. Pratiğe yönelme olduğunda, ‘devrimcilik’ Önder Apo’nun her zaman ifade ettiği gibi ‘tarz, üslup ve tempo’ oluyor. Anlayışımızın ne olduğu; pratikteki tarzımız, üslubumuz ve tempomuzla ortaya çıkıyor. ‘Benim anlayışım şöyle ama pratiğim farklı oluyor’ diyemeyiz. Bu yanılgıdır, böyle söylenirse bu da kendini kandırmak oluyor. Gerçek anlayışımızın ne olduğu pratikteki duruşumuzdur, tutumumuzdur. Pratiğe yönelimdeki tarzımız, üslubumuz, tempomuzdur. Aynamız pratiğimizdir. ‘Niyet ve anlayışım ayrı ama pratiğim bunlara denk olmuyor’ yanılgısından kendimizi kurtarmamız lazım. İnsanın en kötü hallerinden bir tanesi de kendisini kandırmaktır. Ciddi olamamak, kendini kandırmak anlamına geliyor.
Önderlik Gerçeği’nin her zaman bir ciddiyet işi olduğunu, doğruların arayışçısı olduğunu, bunun için büyük mücadele verdiğini biliyoruz. O halde bizde öyle yapacağız. Demek ki pratik tarz, tempo, üslubun çok önemli olduğunun bilincini de edineceğiz. Rastgele aceleci hareketlerden kaçınacağımız gibi, devrimin yüksek temposuna ulaşacağız, devrimci mücadelenin, Apocu mücadelenin gerektirdiği tempoyu edineceğiz, birde bunu sürekli kılacağız. Önder Apo, devrimci yürüyüşü ‘maraton koşusuna’ benzetti ve ‘sürekli olma’ biçiminde ifade etti. O halde hem tempomuz yüksek olacak hem de anlık ve geçici olmayacak, sürekli olacak. Üslubumuz her zaman çözümleyici ve kazanımcı olacak, yaratıcı ve eğitici olacak. Hep şikayet eden, eleştiren, olumsuzlukları belirten, yakınan durumdan çıkmak gerekiyor. Böyle bir yaklaşım devrimciliğe aykırıdır. Devrimci öncü insan; çare ve çözüm gücü olan insandır. Çare ve çözüm olan yerde de yakınma ve şikayet olmaz, beklenti içinde olunmaz. Orada kendi gücüyle yaratmak, kendi öz gücüne dayanmak esastır. O bakımdan üslup düzeltmesi de çok önemlidir.
Yine unutmamak gerekiyor ki, eleştirel olmak Önderlik üslubunun esasıdır. Fakat eleştiri adına yakınmak, şikayet etmek, hep beklentide olmak, karamsarlık ve kötümserlik içinde olmak, olumsuzlukları görüp çareyi görememek, imkan ve fırsatı görememek, onları olumlu yönde değerlendirememek doğru bir üslup olmadığı gibi kazanımcı da değildir. Dahası gelişme yaratıcı değildir. Öyle bir üslup zayıflığı, karamsarlığı, kötümserliği ifade ediyor. Onun da altında başkalarından bekleme, başkalarından isteme var. Bu temelde kişisel zayıflık var, çaresiz duruma düşme var. Devrimci militanlık her şeyden önce bir üslup işidir, bir öncü duruştur, öz gücünü geliştirme duruşudur, kendine güven ve kendini irade kılma duruşudur. Devrimcilik lafla iş yapma duruşu değildir, sözle söyleyip pratikte başka bir şey yapma değildir. Tersine yaşamın her anında iradeli tutumu ve duruşu yaratmadır. Kazanımcı ve doğru üslup buna diyoruz. Böyle bir üslup eğitiyor ve örgütlüyor, insanı örgüt öncüsü haline getiriyor. O halde üslup düzeltmesine ihtiyaç var. Üslup düzeltmesi gerçekleşmediğinde de aşırı şikayet, dedikodu, karamsarlık, umutsuzluk yayılıyor. Bilinç çarpıtılmasına ve inanç zayıflamasına yol açıyor. Sadece söz ve davranış olarak da kalmıyor anlayış düzeyimizi değiştiriyor. O nedenle doğru devrimcileşmek, Önderlik ve şehitlerimizin ortaya koydukları iradeyi gösterebilmek çok önemlidir.
Devrimci tarz, sanat tarzıdır
Tarz yaratıcılık işidir. Tarzı, sanat ve zanaat olarak iki biçiminde tanımlamak mümkündür. Başka tarz biçimleri yoktur. Sanatçı mı olacağız, zanaatçı mı olacağız? Buna karar vermek gerekiyor. Devrimciler her zaman sanatçıdırlar. Devrimci tarz sanat tarzıdır, sanatçı olmayı esas alıyor. Neyi ifade ediyor? Tek kelimeyle yaratıcılıktır, yenilik ve icat demektir. Önder Apo “her an yeni şeyler icat edeceksiniz, her gün yeni şeyler geliştireceksiniz” diyordu. Demek ki devrimci, her an yeni şeyler yapmayı bilen, onu esas alan insandır. Yoksa öğrendiği birkaç şeyi ömür boyunca tekrarlayan, alışkanlıklarının mahkumu olan değildir. Ona zanaatçı deniliyor. Zanaatçılık, icat idilmiş bir şeyi tekrarlayan, çoğaltan, yayan, kullanan ve tüketendir. Yaratan ve icat eden değil de icat edilmiş bir değeri kullanan oluyor. Orada da yine biraz iktidar, maddiyatçılık, özel mülkiyetçilik var, onun üzerinde kendisini yaşatma tutumu var.
Sanatçılık öyle değildir. Sanatçı yaratıcılığıyla, icadıyla vardır, devrimci de her zaman böyle olmak durumundadır. O halde yaratıcılığı her zaman göstereceğiz. Yaratıcı olabilmek bir anlayış ve irade işidir. Bu yaratıcılığı kesinlikle gösterebilmeliyiz. Bunun için arayışçı ve mücadeleci olmak çok önemlidir. “Kemal Pir kişiliği” diyoruz. Önder Apo “yaparken düşünen, düşünürken yapan tarz” dedi. “Cıva gibi olmak” dedi. “Fikir, zikir, eylem birliğini iç içe her zaman yaratmak” dedi. Her zaman sorunlar ve zorluklar olabilir ama arayışçı ve mücadeleci olabilmek önemlidir.
Demokratik modernite nedir? Demokratik ulus nedir? Demokratik Konfederalizm nasıl örgütlenir? Dolayısıyla iktidar ve devlet sisteminin alternatifi olan demokratik komünal sistem nasıl yaratılır? Bunun inşa faaliyetlerinin anlayışı nedir, sistemi nedir, tarzı nasıldır? Tüm bunları tartışıyoruz ama yıllardır işler burada düğümleniyorsa ve doğrular burada gelişecekse ‘bu zordur, sıkıntı vericidir’ demeden bu işlere yönelmek öncelikli görevimizdir. O zaman arayışçılığı bu noktada önemsemek ve ‘pratik tecrübe nedir, oradan hangi sonuçlar çıkmış, nasıl düzeltme gösteririz?’ arayışında olmak ve tempoda yüksek, üslupta kazanımcı, tarzda yaratıcılığı en üst düzeyde edinebilmeliyiz. Apocu zafer tarzını pratikte başarıyla temsil eden devrimci kişilikler haline gelmeliyiz. Kişilik devrimimizi, zihniyet ve vicdan devrimimizi kesinlikle Apocu zafer tarzının esasları üzerinde yapmalıyız.
Üslup düzeltmesi kadar tarz düzeltmesi de gereklidir. Çünkü tarzda darlık, tutuculuk, tekrar var. Alışkanlıkların esiri olma gibi bir durum da var. Aklıyla hareket eden, yoğunlaşan ve yeni şeyler arayan değil de öğrenmiş ve ezberlemiş olduklarını tekrarlayan, ondan kopmak istemeyen bir darlık ve tutuculuk var. Yanımızdaki ve çevremizdeki imkanları, fırsatları göremiyoruz, onları değerlendiremiyoruz. Adeta yeniyi yaratmaktan ve bulmaktan korkan bir duruş var. ‘Yeni bir şeye girersem onun sonu belli değildir, ben eskiyi tekrar edeyim, bu da beni yaşatır’ biçiminde kadercilik var. Kaderci zihniyeti kesinlikle kırabilmeliyiz.
Zihniyet tartışmalarını her şeyin başına koyuyoruz ama hangi zihniyetler bizi daraltıyor ve zorluyor onların tespitini iyi yapabilmeliyiz. Zorlanmaya neden olan zihniyet kalıplarından biri kaderciliktir. Kadercilik her türlü ilkeden, ölçüden kopup dolu dizgin savrulmaktır. Liberalizmin bizden istediği de budur. Ya böyle bir liberal savrulma ya da çok dar ve tutucu bir kaderci olma içinde sıkışıp kalıyoruz. Bir uçtan öbürüne gidiyoruz. Devrimci yaratıcılığı, yaratıcı emeğin gücünü kullanmayı bilmeliyiz. Devrimci yaratıcılığı her düzeyde geliştirebilmeliyiz. Dogmaların, alışkanlıkların, güdülerin esaretinden kendimizi kesinlikle kurtarmalıyız. Alışkanlıklar ve tekrar zorlayıcı ve zayıflatıcıdır. ‘Alıştığını tekrar et, öyle kal’ yaklaşımı terk edilmelidir. Yeniyi yaratmaktan korkmamak gerekiyor. Bu zihniyet, duygu, anlayış ve tutum kesinlikle kırılmalıdır. Bunu kırmak da iç mücadele gerektiriyor. Bu kırılmazsa karar alamayan, önüne yeni hedefler koyamayan, yeni görevler planlayamayan, yeni şeyler yapamayan bir darlığı, tutuculuğu ve tekrarı yaşarız.
Önder Apo “Düzen ölçülerinden kopun ve bana daha çok yaklaşın, buna göre değişin dönüşün” diyordu. O halde Önderliği doğru incelemeliyiz, doğru anlamaya ve özümsemeye çalışmalıyız. Önderlik militanı olmak için daha doğru ve yeterli çaba harcamalıyız. Bu temelde tarzımızı geliştirmeliyiz. Yine Önderlik “Özgürlük mücadelesi bir ihtiyaç olarak görülmüşse, mücadelenin başarısına inanılmışsa, bir militanın tarzı belirlenmiştir. Öyle bir militan nerede ne söylenmesi gerektiğini, nerede ne yapması gerektiğini bilir, nasıl yapması gerektiğinin yol ve yöntemini bulur. Dolayısıyla pratiği başarıyla geliştirir. Başkalarını eğitir, örgüt kurar, öncülük eder, zafer kazanan başarılı bir pratiği ortaya çıkarır” dedi. O halde böyle bir devrimciliğe ulaşabilmeliyiz. Bu hususlar hiçbir zaman unutulmamalıdır. Elli yıllık Önderlik yürüyüşünde ortaya çıkan doğrular kulağa küpe yapılmalıdır.
TC, küresel bir sistem kurmak istiyor
‘Nasıl bir süreçle karşı karşıyayız, ne tür görevler ve sorumluluklarla yüklüyüz, olası gelişmeler nasıl olabilir?’ hususlarını bir sefer değerlendirip ömür boyu geçerli olacak bir tutuculuk içerisinde olunmamalıdır. Çünkü yaşam her an değişiyor. Dahası Önderlik savunmaları; günlük gelişmeleri anlamamız, neler olabileceğini kestirmemiz için bize fazlasıyla yol gösteriyor. Adeta bugünün olayları görülmüş ve hemen onlar ardından yazılmış gibi çarpıcıdır, günceldir, somutturlar. Dolayısıyla bu konularda sorunumuz yoktur. Öyle görülüyor ki düşman saldırılarını sürdürüyor ve sürdürecektir. İdeolojik olarak, diplomatik olarak, pratik-askeri olarak saldırılarını arttıracaktır. Böyle olacağı da son süreçteki çabalarından rahatlıkla görülebiliyor. Giderek İmralı işkence ve soykırım sistemini ağırlaştırıyor. Önder Apo üzerindeki baskıyı her düzeye arttırmak istiyor. Bütün zindanları tecrit sistemi haline getirmiş bulunuyor. Aslında sadece zindanları da değil Türkiye’yi ve Kuzey Kurdistan’daki yaşamı bu duruma getirmiştir. Bunu da bir ölçü olarak bütün Ortadoğu’ya ve dünyaya da dayatmak istiyor. Irak’a gidiyor ‘benim ölçülerime geleceksiniz’ dayatmasında bulunuyor. Doğrudan olmasa bile dolaylı olarak da Suriye ile görüşmeler yapıyor, ‘benim ölçülerime geleceksiniz’ diyor. Mısır ile görüşüyor, bunu ona da dayatıyor. Astana’ya gidiyor aynı dayatmada bulunuyor. Rusya’ya, NATO’ya bunu dayatıyor. NATO ile zaten birlikte çalışıyor. 1952’den beri Türkiye’yi NATO yönetiyor. Dolayısıyla herkesin kendi ölçülerine gelmesini istiyor. Kürt soykırımını gerçekleştirmede yüz yıllık Cumhuriyetin Kürt düşmanı soykırımcı ilkesini esas alıp başarıya götürmede sonuna kadar kararlı ve ısrarlıdır. Çünkü bunu varlık gerekçesi olarak görüyor.
TC, küresel bir sistem kurmak istiyor. Zaten bu devletin ölçülerini de belirleyen küresel sistemdi. Bu sistemin de temel ilkesi soykırımdır. Başta Kürtler olmak üzere bütün farklı dillere, kültürlere, etnisitelere, hatta farklı dinlere, mezheplere düşmanlıktır. ‘Tek din, tek dil, tek mezhep, tek ulus, tek devlet’ dikkat edilirse tüm bunları Tayyip Erdoğan her gün tekrarlamaktadır. Faşist ulus-devlet tekçiliğini en katı bir biçimde uyguluyor. Mevcut TC devletine yönetim olmak, her şeyden önce bunu kabul etmek ve esas almakla oluyor. Tayyip Erdoğan ve çevresi eskiden çok köklü ve derin olmasa da biraz buna karşıydılar ve bazı yönlerini eleştiriyorlardı. Erbakan çizgisi öyleydi ve daha sonra Erbakan’ın başına nelerin getirildiğini herkes biliyor. Tayyip Erdoğan ise yönetim olabilmek için Erbakan’ın çizgisinden koptu, başlangıcı böyle yaptı ve soykırımcı çizgiyi kabul ederek yönetim oldu.
Şimdi ikinci Atatürk olmak istiyor. 29 Ekim’de de bunu ilan etmeye hazırlanıyorlar. Şimdiye kadar Mustafa Kemal önderdi, artık ‘Mustafa Kemal ve Tayyip Erdoğan önderliği!’ dedirtilmek isteniliyor. Kendisini o düzeye getirmek istiyor, egosu o kadar yüksektir.
Birde soykırım sisteminin önüne koyduğu görevleri yapsın diye öyle bir rol kendisine tanındı. Bugün TC sistemi içerisinde yer alan hangi parti olursa olsun, hangi eğilimde olursa olsun bu gerçeği doğrudan ya da dolaylı kabul etmiş durumdadırlar. Bu çerçevede de pratik yapıyor ve her şeyi yasaklamışlardır. Kürt varlığı ve özgürlüğüne dair her şey yasaktır. İmralı’daki yasak bunun için uygulanıyor. Bütün saldırılarını buna göre geliştiriyorlar. Bir kişi ‘Kürt’ diyorsa onu hemen hapse koyuyor. ‘Hukuksuzluk var’ diyeni hemen hapse koyuyor. Dikkat edilirse mezarlıklara saldırıyor, mezar bile bırakmak istemiyor. Bütün insanlık değerlerini ayaklar altına alıyor. Cizîrê’de yakıp kül ettiği insanın azıcık kalan küllerini ailesini çağırıp küçük bir kutu içerisinde ‘al bu senin çocuğundur’ diye teslim ediyor. ‘Bunu hatırla, o yolda devam edersen başına nelerin geleceğini gör’ demek istiyorlar. Bu kadar açık psikolojik savaş yürütülüyor. Tayyip Erdoğan ‘Bu topraklarda Kürt olamaz, Kürt’seniz bu sınırları derhal terk edin Kuzey Irak’a gidin’ diyordu. Şimdi ise Kuzey Irak’ı da ele geçirmeye çalışıyor. Bu dünyada Kürt olmayacak diniliyor.
Kürt soykırım sistemi her yönüyle yaşama geçirilmek isteniliyor
CHP’den milletvekili olan Sezgin Tanrıkulu, devlet ve ordunun işlediği suçlara ilişkin birkaç şey belirtince, herkesten önce CHP’liler AKP’den önce ‘ordumuza bunlar söylenemez’ dediler. Böylelikle bir bütün linç hareketi başlattılar. Gazetelerin ‘sorun Kürt olunca CHP, AKP’dir’ diye yazdılar. Aslında AKP, CHP oldu. Bu tespit daha doğru bir tespittir. CHP’yi sanki Kürtlerle dostmuş gibi görmek çok yanlış bir durumdur. TC’yi kuran CHP oldu. Bu soykırımcı zihniyet CHP çizgisiydi. Kılıçdaroğlu bu çizgiyi hiçbir şekilde değiştiremedi. Sadece sol-sosyalist çevreleri aldatabilmek, bazılarını da kendi çevresinde tutabilmek ve tüm bu kesimlerin Kürt Özgürlük Hareketi’yle birleşmemesini engellemek için tahkiye yaptı. Zaten Kemal Kılıçdaroğlu’nu da onun için CHP’ye yönetim yaptılar. Tayyip Erdoğan’a devletin baskısıyla Kürtleri yok et görevini verdikleri gibi, Kemal Kılıçdaroğlu’na da Türkiye’de Kürtlere dost olacak hiç kimseyi bırakma, görevini verdiler. Yıllardır bu görevin gereklerini de yerine getiriyor.
Dolayısıyla Kürt soykırım sistemi böyle her yönüyle işletilmek isteniliyor, bu temelde de saldırılarına devam ediyor. Diplomasisini bu temelde yapıyor, ideolojik mücadelesini bu temelde yürütüyor ve saldırısını en üst düzeyde bu biçimde geliştiriyor. Bu anlamda düşman cephesinden farklı bir gelişmenin olabileceğinin beklentisi doğru değildir. Bundan kurtulmak gerekiyor. Aslında beklentililik zayıflık durumudur. O halde geriye düşman bilincinin derinleştirilmesi kalıyor. Yaşanmak isteniliyorsa o zaman yaşam yolu aranmalı ve nasıl yaşanılacağı da bilinmelidir. Bunun gerektirdiği her türlü mücadele de yürütülmelidir. Demek ki geriye kendini eğiterek, örgütleyerek, birleştirerek eyleme sokacaksın. Mesele budur ve böyle bir süreç içerisinde olduğumuz unutulmamalıdır. Beklentili ruh halinden kurtularak, ‘düşmana karşı nasıl başarılı mücadele ederiz’ anlamında düşmanın ne yapmak istediklerini iyi gözlemlemek ama esas olarak yapacaklarımızı planlayan, örgütleyen, pratikleştiren olmak durumundayız. Böyle büyük bir mücadele sürecindeyiz.
Düşman bizi yok etmek için tüm gücüyle saldırı halindedir, bu temelde kendisini örgütlüyor, çevresinden alabileceği kadar imkan almaya çalışıyor. Biz de içinde bulunduğumuz yakıcı ve tarihsel süreci doğru değerlendirerek, kendimizi eğitip örgütleyip birleştirerek düşmana karşı hamle halinde olmalıyız. İdeolojik çizgimiz, içinde bulunduğumuz stratejik süreç taktikte saldırı yapmayı engellemiyor, saldırı yapmayın demiyor, tam tersine ideolojik ve stratejik savunmanın pratikte başarılması, politik, taktik saldırı halinde olmaktan geçiyor. Savunma psikolojisinden, savunmacı duruştan kurtulacağız. Dolayısıyla hep düşmanın yaptıklarını yakınmaktan kurtulacağız, kendi yaptıklarımızın propagandasını yapacağız.
Bunu yapmaz aşırı düşman propagandasını yaparsan o da tam psikolojik özel savaşın uzantısı olmaya götürür. Savunmacı, donuk, geri çekilen bir duruşla hiçbir şey kazanılamaz. Uluslararası komplo öncesi mücadele imkanları varken de bütün görevleri Önderliğe yükledik. Mevcut durumda da hala kendi yapmamız gerekenleri Önderliğe yüklemek hiçbir biçimde izah edilemeyecek bir durumdur. Görev bizimdir. Önderliğin değildir. Önderlik hiç şikayet etmeden görevlerini yaptı, şimdi de herhangi bir olumsuz tutum ve zayıflık göstermeden mevziide savaş yapıyor. Daha ne isteniliyor. Önderlik anlaşılmak isteniliyorsa, buraya bakılmalıdır. Bunu yapabiliriz, çünkü her şey çok açıktır. O halde Önderlik talimatı tamdır. Şehitlerin çağrısı tamdır. Toplumun, insanlığın beklentileri çok açıktır. Gerisi bunlara cevap olma durumudur. Bunları doğru anlama ve gereklerini pratikte başarıyla yapmadır. Mücadeleyi bu düzeyde yapabilmemiz gerekiyor. İdeolojik mücadeleyi sanatta, edebiyatta, propaganda da, zihniyet üretiminde en ileri düzeye çıkartmalıyız. Diplomatik, siyasi çalışmalarımız düşmanı teşhir eden düzeyde yürütülmelidir. Böylelikle düşman gerçeğini çok daha net açığa çıkartabilmeliyiz.
Bütün inşaların temel görevi öz savunmalarını gerçekleştirmektir
Kültürel soykırım altında imha edilmekle yüz yüze olan bir toplumuz. Yaşamak için bu imha saldırılarını kırmamız gerekiyor. Onun için de onları kıracak bir savaşı yürütmemiz lazım. Dağda sadece gerillanın savaş yapmasıyla başarılamaz. Savaş, yediden yetmişe kadın-erkek tüm toplumu eğitip örgütleyerek kazanılabilir. Böyle bir savaşı kazanma gücünü ancak bununla yaratabiliriz. Topyekun Devrimci Halk Savaşı Stratejisi’nde direniyoruz, o halde böyle bir direnişin, savaşın gereklerini pratikte başarıyla yerine getireceğiz. Böyle bir mücadele yürütmek için imkan ve fırsatlar çoktur. Hiç kimse ‘imkan yok, fırsat yok, güç bulamıyoruz, dolayısıyla bunları yapamıyoruz’ dememelidir. Bu tür zihniyet kalıpları, alışkanlıklar aşılmalıdır. Kafamızda olanlar yaşamın gerçekliğiyle çelişiyor, uyumlu gelmiyor onun için ‘imkan bulamıyoruz, fırsat bulamıyoruz’ deniliyor. Önce kendi zihniyet kalıplarımızı kıracağız. Demek ki kendi kafamıza göre bir dünya olsun istemeyeceğiz, dünya gerçekliğini anlayacağız, onu nasıl değiştirmemiz gerektiğini değerlendireceğiz, değiştirmenin yol yöntemlerini bularak ona göre kendimizi pratikleştireceğiz.
Yaratıcı olmak böyle olur, yaratıcı tarz ancak bu yaklaşımla gelişir. O nedenle bütün mücadeleye bu temelde yaklaşım göstermemiz gereklidir. Böyle yaparsak mücadele etmek için imkan ve fırsatlarımız çoktur. Parti öncülüğünü bu temelde geliştirirsek, bütün toplumu savaşacak, savaştıracak bir öncü güç, komuta gücü haline getirirsek, bütün inşaları öz savunma temelinde örgütlü hale getirebilirsek imkan ve fırsatlar çoktur. Düşmanın imkan ve fırsatları bizden daha azdır.
TC, para dilenerek kendisini ayakta tutmaya çalışıyor
Kürt düşmanları ve Kürt sorununu açığa çıkartan güçler tüm imkanlarını seferber ediyorlar ama 15 Ağustos 1984 Gerilla Atılımı kırkıncı yılına girmiş bulunuyor. Öncesini bir yana bırakırsak kırk yıldır gerillaya karşı TC Devleti savaş veriyor, bu savaşta milyar dolarlar harcandı. Bunun bilançosu çıkartılsa savaşın Türkiye’ye yükü, TC Devleti’nin içine düştüğü durum anlaşılabilir. TC Devleti böyle bir savaşta ne kadar kayıp verdi. Böyle bir savaş devletin ve toplumun zihniyetinde, psikolojisinde, anlayışlarında neler değiştirdi, neler geliştirdi? Tüm bunlar irdelenir ve araştırılırsa her şey daha net görülecektir. ‘Ekonomik kriz, kaos var, yönetim krizi var’ deniliyor. TC’de bu kriz sendrom düzeyindedir. Duygu krizi var, psikolojik kriz var, zihniyet krizi var. Eğer düzeltilmez ve bu süreç uzarsa Türkiye’deki toplumun normal insan özelliklerini kaybetmesi içten bile değildir. Bu savaşın o düzeyde sonuçları da var.
Diğer yandan ekonomik mali kriz giderek çok daha fazla derinleşiyor. Birçok yerden tüm gücüyle para toplamaya çalışıyor, aslında dileniyor ve kendisini böyle ayakta tutmaya çalışıyor. Çünkü bu kadar faşist baskı terörün savaşın yükünü hiçbir güç kaldıramaz. Her şey parayla yapılıyor. Tayyip Erdoğan boşuna ‘bir merminin fiyatını biliyor musunuz?’ demedi. Evet her şey bir mermi de değil, mermiden öte de birçok şey var. Krizi derindir ve fazlasıyla teşhir olmuş durumdadır.
Seçimlerden sonra Amerika, Avrupa, İran ve Rusya Türkiye ile çıkar ilişkisini geliştirmeye çalışıyor, çünkü TC’nin zor durumda olduğunu çok iyi biliyorlar, Türkiye’yi biraz daha fazla sömürebilmek için çıkar ilişkisini geliştiriyorlar. Türkiye zayıfladıkça AKP-MHP faşist diktatörlüğü daha fazla taviz veriyor, Türkiye’nin imkanlarını daha çok pazarlıyor ve satıyor. Ondan pay almak için ilişki kuruyorlar ama itibarları ve etkisi kalmamıştır. İyi mücadele edilir yıkıma doğru götürülürse AKP-MHP faşist diktatörlüğüne kimse sahip çıkmaz. Değişimi aslında herkes bekliyordu ama çıkarı gereği söz konusu güçler mücadele etmiyorlar, bekliyorlar ki bunu başkası yapsın biz de onun meyvelerini toplayalım diye yaklaşıyorlar. Müdahale edilmezse de var olanla idare ederiz diyorlar. Demek ki çıkarlar dünyasını da anlamak önemlidir. Bu dünya çıkar dünyasıdır. İktidar ve devlet sistemi böyle kurulmuştur. Onların bütün ilişkileri böyle bir çıkar ilişkisidir. Bu gerçeği iyi göreceğiz ve ona karşı mücadele edebilmek için onu doğru anlayacağız. AKP-MHP faşizmine karşı etkili mücadele edilebilirse yıkılabilir de. Onun için geleceğini bizi imha etmede görüyor ve o düzeyde saldırıyor ama çelişkileri ve zayıflıkları çoktur. Gırtlağına kadar borçlanmıştır.
Yaratıcı tarzı geliştirip mücadele edilmeli
Bizim imkan ve fırsatlarımız az değil ve dikkat edilirse PKK sadece Kuzey Kurdistan değil, dört parça Kurdistan’da örgütlü ve mücadele ediyor. Sadece Kurdistan örgütü de değiliz DAİŞ’e karşı mücadele, kadın özgürlük mücadelesi bizi küresel düzeyde mücadele eden bir hareket haline getirdi. Önderlik savunmalarının diğer dillere tercüme edilmesi bizi küresel bir özgürlük eşitlik ve demokrasi hareketi yaptı. Binlerce dostumuz var. Her alanda Kürt özgürlüğünü destekleyen eylemler yapılıyor. Böyle bir bilince sahipler, mücadelecidirler. Her yerde Önder Apo’nun savunmaları dağıtılıyor, düşünceleri tartışılıyor, bayraklarımız taşınıyor. ‘Jin-Jiyan-Azadî’ sloganı atılıyor. Başta kadınlar olmak üzere tüm insanlar bu sloganla cesaret buluyor, bilinç ediniyor, eyleme kalkıyor. Bir defa bu bile zaferi garantileyen güç demektir.
Diğer yandan toplumun mücadeleye yaklaşımı zayıf değildir. Kürt toplumu yediden yetmişe ayaktadır. Kürt anaları her gün alanlara çıkarak ‘sonuna kadar izindeyiz’ diyorlar ve meydan okuyorlar. O zaman hızla doğru bilinçlenmek, örgütlenmek gerekiyor. Yaratıcı tarzı geliştirip mücadele ettirmeyi bilmek lazım. Toplumun gücünü, enerjisini bu koşullarda doğru bir biçimde özgür yaşama, demokratik gelişmeye, örgütlenmeye, özgürlük mücadelesine bir bütün Suriye’de, Kurdistan’da, Ortadoğu’da nasıl katacağımıza ilişkin yaratıcı olacağız.
Başûr’da ihanet, KDP’cilik bu kadar etkili oluyor ve hala yönetim gücü olarak duruyorsa, bu Başûr toplumunun KDP’ye karşı olmamasından, yurtsever olmamasından, özgürlükçü olmamasından kaynaklanmıyor. Bu, toplumu KDP’ye karşı mücadele ettirmek için ona gerekli öncülük yapılmamasından kaynaklanıyor. Böyle bir öncülük düzeyi açığa çıkarsa Başûr’da birçok şey gelişebilir.
Rojhilat’ta ‘Jin-Jiyan-Azadî’ devriminin yıldönümü yaşanıyor. Örgüt olmadan toplum kendisi ayağa kalktı. Kadınlar ve gençler kendi örgütlülüğünü geliştirdiler. Önderliğin yaydığı bilinçle, Kurdistan’ın diğer parçalardaki mücadelelerin etkisiyle hem de bütün İran’da ayağa kalktılar. Yurtdışındaki toplumumuzun gücü zaten ortadadır. Onlar her şeylerini bu mücadeleye verdiler. Önder Apo her zaman yurtdışındaki halkımıza şükranlarını ifade etti.
Peki gerisi ne oluyor? Bu büyük gücü doğru eğitip örgütleyip savaştırmak ve mücadele ettirmek oluyor. Önder Apo “büyük düşüncenin örgütlenmesi ve eyleme geçirilmesi sorunu var” dedi. Sorunumuz budur, sorun düşünce gücü değil, imkan ve fırsat azlığı değil, tam tersine bu düşünce gücünü, bu imkan ve fırsatları doğru değerlendirme temelinde örgütlü ve eylemli kılmada sorun oluyor. Dolayısıyla çözecek olan da biziz.
Düşman saldırıları karşısında biz de devrimci hamleler geliştiriyoruz. Pratik duruşumuz öyledir. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için, uluslararası komploya karşı mücadelemizi geliştireceğiz. Önder Apo’nun özgürlüğü, Kürt sorununun çözümü hedefiyle bütün alanlardaki mücadelemizi, faşist Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı yönetimini yıkmak, Kürt özgürlüğü temelinde Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesinin önünü açmak için tüm gücümüzü seferber edeceğiz. Bu temelde her türlü yaratıcılığı göstereceğiz. Önümüzdeki süreci güçlü bir hamle süreci haline getireceğiz. Bu konuda İmkan ve fırsatlar geçmişten fazladır. Hatta yeni imkan ve fırsatlar ortaya çıkmıştır, yeter ki onları görmesini, anlamasını ve değerlendirmesini bilelim.