11 Temmuz 1965 günü Türkiye Kürdistan Demokrat Parti (T-KDP) kurulur. Faik Bucak parti genel başkanlığına getirilir. Ancak Faik Bucak bir yıl sonra bir komplo sonucu katledilir ve görevi Sait Elçi üstlenir. Sait Elçi “49’lar Davası” olarak bilinen davadan tutuklanır ve davanın sayılı isimleri arasında yer alır. 49’lar Davasında Sait Kırmızıtoprak’da tutuklanır. Sait Elçi ile Dr. Şiwan (Sait Kırmızıtoprak) samimi iki arkadaştır.
4 Ekim 1969’da Dr. Şiwan (Sait Kırmızıtoprak), Çeko (Hikmet Buluttekin), Soro (Nazmi Balkaş) ve Reşo Zîlan (Ahmet Kotan)’dan oluşan grupla Başûrê Kürdistan’a geçer. Başûrê Kurdistan’da I-KDP tarafından kendilerine sağlanan kampta çalışmalara başlar. Dr. Şiwan ve arkadaşları Güney’deki bu çalışmalar yanında özellikle sınır hattında örgütlenme çalışmaları da yürütürler. Dr. Şiwan (Sait Kırmızıtoprak), Sait Elçi’nin genel başkanı olduğu T-KDP’den farklı fakat aynı isimle sosyalist ideolojiyi esas alan T-KDP’ni kurar. Dr. Şiwan (Sait Kırmızıtoprak)’ın kurduğu partinin iki yıl içerisinde 4 bin üyesi olduğu iddia edilir. Dr. Şiwan son yaptıkları toplantıda Güney Kürdistan’daki mücadelenin ayakta kalabilmesi için Bakurê Kurdistan’da silahlı mücadelenin zorunlu olduğunu söyler ve bunun için hazırlık yapar. Sait Elçi silahlı mücadeleye karşı çıkar, “henüz erken” der. Bunun üzerine Elçi ile Kırmızıtoprak’ın arası açılır. Sait Elçi, 19 Mayıs 1971’de Dr. Şiwan ile olan sorunlarını gidermek için Başûrê Kurdistan’ın Zaxo kentine gider. Tüm bu gelişmeleri MİT adım adım takip eder. 1971 yılında Sait Elçi ve Dr. Şiwan (Sait Kırmızıtoprak) MİT’in planlaması ve KDP’nin komplosuyla katledilirler.
Bu olayların kısmen tanığı olan T-KDP’nin kurucusu Faik Bucak’ın oğlu Serhat Bucak’ın Rêber Apo ile yaptığı değerlendirmeyi yayınlıyoruz.
Serhat Bucak: Sayın Başkanım, şüphesiz PKK olayının dışında olmakla içinde olmak, dışarıdan pratiğini görmekle bizzat pratiğinin içerisinde olmak arasında çok büyük fark olsa gerek. Sizi ve partinizi daha yakından görüp tanımaktan dolayı mutluyum. Şüphesiz tarihimize çok doğru yaklaşmak zorundayız. Tarihini, geçmişini iyi bilmeyen bir halkın mutlak surette her zaman tehlikelerle ve özel harp taktikleriyle karşı karşıya kalacağını tarih bizlere göstermiştir.
Sizin de konuşmanızda belirttiğiniz gibi, özellikle II. Meşrutiyet’in ilanından itibaren metropol kentlerde, o zamanki aşiret beylerinin çocuklarının önderliğinde bir aydınlanma hareketi var. Ancak bu aydınlanma hareketi, yine sizin de belirttiğiniz gibi Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Jön Türk hareketinin çok daha silik bir biçimidir.
Türk ulusal kurtuluş hareketi döneminde Kürtlerin nasıl aldatıldıkları hepimizin bildiği bir noktadır.1925’teki Şêx Seîd hareketi Kürtlerin aldatılma sürecine olan bir tepkidir. Aşiretsel bir önderlik altında olsa da, bu hareketi bir başkaldırı şeklinde görmek gerekir. 1928’lere geldiğimizde, Ağrı isyanı patlak verir. Ağrı isyanının Şêx Seîd hareketinden ayrı bir özelliği var. Ağrı isyanı, Şêx Seîd hareketinden sonra kaçıp Güneybatı Kürdistan’a yerleşen aydın ve yurtseverlerin oluşturduğu Xoybun Cemiyeti’nin desteklediği bir harekettir. Kısa sürede başarılı oluyor. Osman Sabri’nin de belirttiği gibi, Xoybun Cemiyeti mensuplarının İhsan Nuri Paşa’ya gerekli lojistik desteği sunmaması, özellikle o zamanki başkaldırının diğer alanlara yayılmaması, lokal olarak kalması sonucunda, TC ile İran arasındaki hudut anlaşması ile hareket kuşatma altına alınıyor ve kısa sürede bastırılıyor. Kürtlerin en son başkaldırısı 1937-38’lere rastlıyor.
1977’lere kadar Kürdistan’da büyük bir suskunluk var. Haki Karer’in şehadetiyle yeni bir sürece giriliyor. 1984’ten sonra da Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinde yeni bir dönem başlıyor. ‘38’den itibaren Kürdistan halkı mezara konulup üzeri betonlanıyor. Kürdistan teslim alınıyor. Dersim hareketine iştirak etmiş olsun veya olmasın, hepsine büyük bir mecburi iskan olayı yaşatılıyor. Bu iskan olayı, bugün de değişik biçimlerde halen uygulanmaktadır.
1942’lere geldiğimizde Hêvî Kürt Talebe Cemiyeti’nin kuruluşundan sonra, ilk defa Kürt üniversite gençliği tarafından küçük çapta da olsa, dar bir çerçevede bir dernek kuruluyor. Dicle Talebe Yurdu’nda M.R. Bucak, Yusuf Azizoğlu, Ziya Şerefhanoğlu, Faik Bucak ve Musa Anter tarafından çağdaş Kürt yurtseverliğinin temeli atılıyor. Bu aydınlar, birbirlerine ve ülkeye bağlılık yemini ediyorlar. Bunlardan ikisi şehit oluyor. Kalan üçü ise, ömürlerinin sonuna kadar bu yemine bağlı olarak halkı için çalışıyorlar. Dicle Talebe Yurdu olayı 1951 yılına kadar devam ediyor.
1950-60 yılları arasında Kürdistan’da kimliğin dumura uğratılması var. Daha önceki başkaldırılara öncülük etmiş kesimlerin giderek gelişen sömürgeci kapitalist sisteme entegre olmaları var. Bu dönemlerde Kürdistan’ın diğer parçaları da sessizdir. Güney’de Kral Faysal ve Nuri Sait yönetimi var. Doğuda ise İran şahı baştadır. O dönemlerde KDP Başûrê Kurdistan’da faaliyettedir, halk içerisinde örgütleme yapmaktadır, ancak kayda değer bir gücü yoktur. İran’da KDP örgütleniyor. Ancak Bakurê Kurdistan’da böyle bir çalışma yoktur. Tabii süreç de durmuyor. Bu dönemde Musa Anter ve arkadaşlarının Diyarbakır’da İleri Yurt etrafında kümelenmesinin yanında, Kürt üniversite gençliğinin eylemlilikleri de yoğunlaşıyordu.
49’lar olayının öncesi var. 1958 yılında Başûrê Kurdistan’da Kerkûk mıntıkasında Türkmenlere karşı girişilen, daha sonra Kürtlere mal edilmek istenen bir katliam olayı var. Bunun üzerine DP Niğde milletvekili Asım Eren, TBMM’de gündem dışı bir konuşma yapıyor: “Biz de Türkiye’de misilleme yapalım” diyor. Bu konuşmayı İstanbul Üniversitesi’nde okuyan 103 Kürt öğrenci protesto ediyor.
Irak’ta Faysal rejimi devrilmiş, Barzani yanındaki peşmergelerle birlikte Bağdat’a dönmüştür. Kürt hareketi her geçen gün alevlenmektedir. Bir tedbir almak için 49’lar olayı bahane olarak yaratılıyor. Bu konuda MİT’in CIA’ya verdiği bir rapor var. Bu rapor 1965 yılında Yön dergisinde yayınlandı.
1960 ihtilalinden sonra 1961 Anayasası’nın yürürlüğe girişinin etkisiyle, 49’ların tahliye edilmesinden sonra Kürt hareketinde bir aydınlanma ve yavaş yavaş kimliklerini bulma süreci var. ‘61 Anayasası’nın getirdiği özgürlüklerden faydalanılarak, ‘62 sonlarından itibaren İstanbul’da Kürtçe ve Türkçe yayın organları çıkmaya başladı. Musa Anter ve arkadaşları Deng, Edip Karahan Dicle-Fırat, Sait Elçi ve Ziya Şerefhanoğlu Rêya Rast, D. K. Şeyhhesenanlı, Roja Newe dergilerini çıkardılar. ‘63’lere gelindiğinde, 21-22 Mayıs olayları dolayısıyla ilan edilen sıkıyönetimle bu dergilerin tümü kapatıldı. Tabii bu süreç çok önemlidir. Bu süreçte Türkiye’deki gelişen sol hareket içerisinde birtakım Kürt aydınları da TİP saflarında yer alırlar. Bunların içerisinde bilahare T-KDP içerisinde göreceğimiz Dr. Sait Kırmızıtoprak da var.
Türkiye Kürdistan Demokrat Parti’nin kuruluşu ve sonrası gelişen olaylar
1965’lere geldiğimizde Kürt aydınlarından bir grup Kürt halkının kurtuluşunu legal sol partiler içerisinde ararken, halktan birtakım insanlar da Kürt kimlikli bir örgütün kuruluş çalışmalarını yapıyorlardı. T-KDP’yi kurma fikrini ilk ortaya atan burada ismini rahmet ve minnetle anacağımız Liceli Fehmi Bilal’dir. Liceli Fehmi Bey, Şêx Seîd hareketine fiilen katılmış ve Şêx Seîd’in katipliğini yapmış yurtsever bir kişiliktir. Şêx Seîd hareketinin bastırılmasından sonra uzun müddet dağlarda kalıp teslim olmamıştır. Liceli Fehmi Bey 1961’lerde Başûrê Kurdistan’da KDP öncülüğünde başlatılan hareketin de etkisi ile Bakurê Kürdistan’da da böyle bir partinin kurulması ve Kürt halkının kendi öz örgütü etrafında örgütlenmesi fikrini ortaya atan ilk kişiliktir. Bu fikrini ilk önce halktan Sait Elçi ve Ömer Turhal gibi yurtsever insanlara açar. Halkta belli bir taban vardır. Kendilerine Önderlik yapacak bir aydın arıyorlar. Özellikle Önderin aydın ve halk tarafından sevilen birisi olması lazım. Liceli Fehmi Bey Faik Bucak’ı öneriyor, ona gidilmesini istiyor. Sait Elçi ve Ömer Turhal kendisi ile görüşüyorlar. Faik Bucak ilk önce böyle bir görevi kabul etmiyor. Zaman ve zeminin uygun olmadığını söylüyor. Ancak bilahare partinin tüzük ve programını bizzat kaleme alarak son şeklini veriyor, partiye katılıyor. T-KDP 11 Temmuz 1965 tarihinde kuruluyor. Henüz dışa yönelik faaliyetlere başlanmamıştır. Sait Elçi, Suriye’ye gelip S-KDP ile görüşüyor. Pratikte kendilerine yardımcı olacak bir eleman istiyor, partinin mührünü de Türkiye’de olanaklar kısıtlı olduğundan, Suriye’de yaptırıyor.
1965 yılının sonlarında T-KDP’nin kurulduğu, bizzat Faik Bucak tarafından kaleme alınan bir mektupla Irak-KDP’ye bildiriliyor. Bu mektupta T-KDP’nin kurulduğu, partinin Başûrê Kurdistan’daki silahlı mücadeleyi desteklediği, diğer Kürt partilerinin de kardeş parti olarak kabul edildiği, Kürdistan’ın dört parçasındaki Kürt partileriyle ilişki içerisinde olacakları bildiriliyor. Bir mektup hazırlanıyor. Mektubun sağlam yerine ulaşması için kurye tarafından bizzat iletiliyor.
1966 yılı Mayıs ayında Faik Bucak, Sait Elçi ve diğer bir kişinin Suriye’nin Kobanê mıntıkasına gelip bazı kişilerle temasta bulunduklarını biliyoruz. Mayıs ayının sonlarına doğru Cizre-Silopi hattında bir haftalık bir gezi yapılıyor. MİT bu seyahati adım adım izliyor. Ayrıca bu dönemlerde Bucak ailesinin içerisinde kan davası var. İki taraf arasında kıyasıya bir mücadele var. Bir kesim Faik Bucak ve akrabalarını ‘60 ihtilalinde MGK’ye, “Kürtçü” olarak ihbar ediyor. Taraflar arasında temeli buna dayanan bir kan davası sürüyor. Bu kan davası fırsat bilinerek bir provokasyon hazırlanıyor.
4 Temmuz 1966 tarihinde saat on sıralarında özel bir tim tarafından Urfa’nın Karaköprü mevkiinde Faik Bucak’a karşı bir suikast düzenleniyor ve Faik Bucak yaralanıyor. Arabada iki oğlu ve amcasının oğlu olmasına rağmen, sadece kendisi hedef alınıyor. Faik Bucak, 5 Temmuz 1966 tarihinde şehit düşüyor.
Bu olaydan önce, Urfa Jandarma Alay Komutanı albay Sami Tümerkan ile aralarında hem şahsi, hem politik çok sert bir tartışma geçiyor. Faik Bucak albaya küfreder. Suikasttan bir gece önce büyük oğluna, “yarın Siverek’e gideceğiz. Yolda herhangi bir şey olursa metanetinizi kaybetmeyin” der ve yola devam edilmesi gerektiğini söyler. Ertesi gün bilindiği gibi suikast yapılır ve 5 Temmuz 1966’da şehit düştü. Tabii bu süreç içerisinde T-KDP’nin önünde çok önemli bir görev vardı. Bu görevlerini maalesef yerine getiremediler.
Rêber Apo: Bu noktada bazı sorular var. Faik Bucak’ın gerçeğini biraz daha iyi yorumlayalım. Siz yakından tanımışsınız, ayrıca şehadete gitmeden önce sizinle uzun uzun konuşmuş. T-KDP resmen 1965 yılında kuruluyor. Sait Elçi gidiyor, bağlantılar kuruyor. Bu süreci de özel uzmanları ile MİT ajanları adım adım izliyor. Bu sabit, diyorsunuz. Yani KDP’nin önder kişiliği olarak Faik Bucak’ı tanıyorlar. Ayrıca bu aşiret içerisinden bazı kişilerin çıkarları gereği kendisini ‘Kürtçü’ olarak ihbar ettiği de sabit, şüphe yok. Bu anlattıklarınızdan anlaşılıyor ki, Kürtlükle ilişkili, Kürtlüğe bağlı, bundan taviz vermiyor. Eskiden beri, Kürt kimliğini inkar etme sürecinde de Kürt kimliği ile büyüyor.
Biliyorsunuz, 1950-1960 arası yıllar yaygın olarak asimilasyon ve Kürt ulusal özelliklerinin Türk ulusal özellikleri içerisinde erime sürecidir. Bu, şu bakımdan önemli; Demek ki Faik Bucak bu yılları Kürtlükle karşılıyor. Aşiret içerisinde belli bir kesim Türklüğe özeniyor, işbirlikçiliğe soyunuyor. Faik Bucak tam tersine tepki duyuyor ve bu tepkisi çok somut radikal bir Kürt kimliğiyle noktalanıyor. Aşiretin belli kesiminin ihbarı var, kendisinin bahsettiğiniz albayla çatışması var. Bu çatışmada sanırım albay fark etmiş, Kürt kimliği nedeniyledir. Bir yerde provoke etmiş oluyor. Anlattığınızdan bunu sezinlemek mümkün. Türk subayları, özellikle Kürdistan’da görev yapanlar uyanıktır ve Kürtlüğün bütün özelliklerini önceden bilerek yola çıkarlar. “Kürt tipleri nasıldır, Kürtçü kimdir ve kendilerine nasıl yaklaşılması gerekir?” sorusuna, hayli bilinçli olarak yaklaşırlar. Faik Bucak’ın da Kürtlüğe bağlı olduğunu ve bu konuda bir engel olduğunu görüyor. KDP Genel Başkanı olması, albaya karşı radikal tavır takınması, onun hakkındaki komplonun asıl nedenidir.
İki Sait’in katledilmesi
Serhat Bucak: 1971 yılı Haziran ayında bizzat Sait Elçi’nin, Dr. Şiwan (Sait Kırmızıtoprak) tarafından öldürülme olayı var. Sait Elçi’nin öldürülmesi olayı açığa çıktığı zaman, T-KDP’nin o dönemdeki merkezinde bulunan bir kişiye, İdris Barzani’nın bizzat açıklaması var. Bu kişinin Dr. Şiwan’la da ilişkisi vardı. Bu açıklamayı ilk önce bir bilim adamına yapıyor; sonra da bana açıkladı. Sait Elçi’nin ölümü ortaya çıkınca, Dr. Şiwan’ın yargılaması yapılıyor. Şiwan’ın yargılaması yapıldıktan sonra Dr. Şiwan, Brusk ve Çeko da öldürülüyor. İnfazlar tamamlandıktan sonra, İdris Barzani’nin bu kişiye bir anlatımı var ki, çok ilginçtir; İdris Barzani, “her iki Sait de Kek Faik gibi aynı yöntemle öldürüldü” diyor. Kek Faik deyince, arkadaşın aklına İran KDP önderlerinden olup, Irak’ta öldürülerek Şah’a teslim edilen Faik geliyor. “Evet, kek Faik de yürekli, yurtsever bir insandı, Kürt halkı için bile bile ölüme gitti” diyor. İdris Barzani cevaben, “yok, senin bahsettiğin İranlı Faik’ten bahsetmiyorum” diyor. Bunun üzerine arkadaş o zaman, “bilemiyorum, hangi Faik’ten bahsediyorsun?” diyor. Bunun üzerine de İdris Barzani “sizin ilk başkanınız avukat kek Faik’ten bahsediyorum. O da bu biçimde ortadan kaldırıldı” diyor. 1966 yılında I-KDP’ye yazılan mektup TC’nin eline geçiyor. T-KDP’yi bundan sonra TC biliyor ve izlemeye başlıyor.
Rêber Apo: Kimden, tahmininize göre?
Serhat Bucak: I-KDP’den.
Rêber Apo: Kesin, değil mi?
Serhat Bucak: Tabii, bunda hiç şüphe yok.
Rêber Apo: İzleme ondan sonra mı başlıyor?
Serhat Bucak: Evet, ondan sonra başlıyor. Ben arkadaştan sordum; “bu olayı bugüne kadar niçin benden gizledin? Bu kadar oturup kalktık, bu olayı benden niye gizledin?” dedim.
Rêber Apo: O tarihlerde Barzani’nin Cevdet Sunay’a mektubu da var sanırım?
Serhat Bucak: 1968 yılında Akşam Gazetesi muhabiri Hulusi Turgut kanalıyla göndermişti.
Rêber Apo: Yani o süreçte TC’ye ne kadar yaklaştığı görülüyor.
Serhat Bucak: Giderek yaklaşıyor, dostluklar kuruyor.
Rêber Apo: Adeta yalvarıyor, her türlü hizmete açık olduğunu söylüyor. Ayrıca Mesut’un geçen yıl Washington Post’ta çıkan bir açıklaması vardı: “Biz 1962’den beri TC’ye en büyük hizmeti yaptık” diyordu. Belli oluyor ki, 1960’lardan bu yana çok somut ilişkileri var. Faik Bucak mektup yazıyor, “biz partiyi kurduk, kardeşlik bildiriyoruz” diyor.
Serhat Bucak: Yardım istemiyor. Mektubun içeriği aynen şöyle: “T-KDP kuruldu. Bu parti Kürdistan’ın dört parçasındaki Kürt halkının mücadelesini sıcak karşılıyor.” Kardeş partilere dostluklarını ve ihtilalci selamlarını iletiyor. Mektup bu anlamdadır.
Rêber Apo: Tamam, anlaşılıyor. Bu, TC tarafından biliniyor. Bu daha çok I-KDP bünyesinde ortaya çıkan bir bilgilendirmedir.
Serhat Bucak: Elbette, yoksa İdris Barzani Faik Bucak’ın da her iki Sait gibi aynı yöntemle ortadan kaldırıldığını nereden bilebilir?
Rêber Apo: Bana göre T-KDP’si ’70’lerden itibaren yoğun olarak MİT’in denetimine girmiştir. Daha önceleri de bilgilendirmeler var. Yani I-KDP’si kurulur kurulmaz T-KDP’yi TC’ye bildiriyor ve bilgilenmeler somut izlenme ile takip ediliyor. Benim bu kısa bilgilerden çıkaracağım sonuç şudur: Komploların düzenlenme şekli, tarihi kişiliklere karşı düzenlenen komplolarla çok benzerlik arz ediyor. Örneğin Şêx Seîd’in etkisizleştirilip kolorduya teslim edilmesi, Binbaşı Kasım sayesinde oluyor. Binbaşı Kasım, Şêx Seîd’in bacanağıdır. Şêx Seîd Binbaşı Kasım tarafından baştan itibaren izleniyor. Görünüşte Kemalistlerin, Şêx Seîd’in önünü tutmasıdır. Biliniyor, bu daha sonra ortaya çıkıyor. Dersim isyanında Alîşêr’in katledilmesi vardır. Bunu geliştiren, Seîd Rıza’nın yeğeni Rayber’dir. 19. yüzyılda benzer gelişmeler vardır. Yezdan Şêr’in Bedirxan Bey’e karşı kışkırtılıp, isyanın bastırılması durumu var. Ortaya şu çıkıyor: Bu tarihi örnekleri daha da çoğaltabiliriz; Faik Bucak’ın katledilmesi gibi.
1965’ler hem emperyalizm hem de Türk sömürgeciliği açısından çok önemli yıllardır. Kontrol altında TİP kurulmuş, sola açılım var, demokratik gelişmeler hız kazanıyor. Tam bu sırada T-KDP’nin kontrol dışı kurulması, Başûrê Kurdistan’daki hareketten etkilenmiş de olsa, bağımsız bir temelde ve radikal bir kişilikle kendini temsil etmesi, MİT’i son derece rahatsız eder. Ne pahasına olursa olsun üzerine giderler. Bu da özel savaş yöntemiyle tasfiyedir. Nitekim tarihi örneklerle kıyaslandığında, aşiret içi çelişkiler kullanılıyor. Aşiretin bir kesimi zaten işbirlikçilikte derinleşmiş, ihbarı yapıyor. İkincisi, parti adım adım izleniyor. Özellikle Başûrê Kurdistan’ın daha 60’larda Türkiye’nin yörüngesine girmek için verdiği tavizler vardır. Tavizlerden biri de, yeni kurulan bu partiyi ve önderliğinin yazdığı mektubu TC’ye bildirme olayı yaşanıyor. Geriye bir komplo kalıyor. Komployu nasıl yapacaksın? Bir arazi davası, bir kan davası süsü vereceksin ki, Türk devleti bu işten temiz çıksın. Bedirxan Bey’i Yezdan Şêr ile, Alîşêr’i Rayber ile, Şêx Seîd’i Kasım ile kontrol altına aldırır. Faik Bucak’ı da kendi aşireti içerisinde ve bilgilendirme çerçevesinde öyle yapar.
Serhat Bucak: Kendi aşireti içerisinden olanlar piyon.
Rêber Apo: Ben kendi mücadele tarihimden de iyi biliyorum. Faik Bucak’ın kişiliğini radikal, yurtsever bir kişilik olarak değerlendirmek gerekiyor. Daha sonraki KDP yöneticilerinin uzlaşıcılığının çok çok ötesinde, TC’nin Kemalist dayatmalarının karşısında –ki, ben buna reformist burjuva milliyetçiliğini de dahil edeceğim– onların da ötesinde radikal bir Kürtlüğe açık oluyor. Bunu TC kesinlikle tespit ediyor. Faik Bucak’ın Kürtlüğünün tehlikeli bir Kürtlük olduğunu tespit etmiştir. Yasalar içerisine hapis olmuş bir kişi değil; yasaların dışına çıkarak radikal atılımlar yapıyor. Komplo için bu yeterlidir. Gerisi basit bir planlamadır.
Faik Bucak arkadaşları tarafından güçlü izlenmiyor, çok güçlü ve radikal bir biçimde temsili yapılmıyor. Ona bağlı olanlar, daha sonra bir kez daha komploya kurban gidiyor. Sonuç olarak, her Kürt hareketinin başına gelen kendi zıddına dönüşme, KDP deneyiminde de gerçekleşiyor.
Kürdistan tarihinde her başkaldırıda, isyan olayında ve örgütlenmede yabancı güçlerin, özellikle Türk egemenlik sisteminin dayattığı bir ilke vardır. Kendi deyişleriyle, biraz da kendilerine yaraşır biçimde ‘‘iti ite kırdırma” gibi bir tabir icat etmişlerdir. Bununla yapmak istedikleri, Kürdü Kürde kırdırmadır. Bunun bütün plan ve programlarını geliştirirler. Bu oyun çok oynanmıştır. Daha kapsamlı ele alınırsa, bu olayda da buna benzer bir planla birlikte bu büyük komplonun ardındaki tasfiyecilik görülebilir.
Diğer her iki Sait için de benzer değerlendirmeler yapma ihtiyacı var. Onların anısını sürdürmek isteyenlerin de doğru sonuçlar çıkarmalarını isterdim. Uzun süre bunu bekledim. Bu vesileyle üzerimize düşeni yerine getirmeye çalışacağız. Bu görevimizi yerine getirirken, başta yüzü aşkın Başûr savaşımı şehidinin anısına bağlılığın gereğinin de bu olduğunu biliyoruz. Bu savaşta şehadete ulaşanlar, Bakur’da Türk özel savaş timleri, Başûr’da ise işbirlikçilerin kuşatması altında kahramanlık gösterirken, tarihi komplolar karşısında nasıl direniş gösterileceğini, oyunların nasıl bozulacağını ve şehitlerin anısına nasıl sahip çıkılacağını ortaya koymuşlardır. Bu büyük direnişin en büyük gerekçelerinden birisi de budur ve bu anlamda da büyük bir başarı teşkil etmektedir.
KDP yaklaşık otuz yıldır Kürdistan’ın en büyük parçasında çağdaş yurtseverliği amacını gündemleştirmek şurada kalsın, boşa çıkarmanın en büyük tasfiye örgütü olma rolünü üstlenmiştir.
Kürt yurtseverlerinin toplandığını sandığınız bir yerde, şimdi anlaşılıyor ki, bu örgütlenme MİT Bölge Müsteşarlığı’nın kullandığı bir alet durumuna getirilmiştir. Son Başûr savaşında KDP’nin gelişmiş bir korucular örgütü olduğunu gördük. Karşımızda savaşan artıklar yarı Hizbullah, yarı KDP, yarı korucu biçiminde hareket ediyorlar. Bu, sömürgeciliğin genel bir Kürdistan yasasıdır. Sadece öldürmekle kalmıyor, bir de “tükürdüğünü sana yalatırım” diyor. Eğer Kürtlük için bir adım atmışsan “bunu Kürtlük adına çok kötü bir biçimde kullandırtırım” diyor. Bu konuda meşhurdur.
Yine A. Cevdetler, M. Şükrü Sekbanlar var; önce Kürtçü, sonra bir numaralı Türkçü oluyorlar. Kürtlük adına atılan adımı tasfiye etmekle kalmıyor, mirasını kendi özüne karşı en kötü tarzda kullandırtıyorlar. Bunu çok iyi görmek gerekir. Kürtlük adına bir adım atılmıştır. Ama KDP’nin otuz yıllık deneyimine bakıyorsunuz, Kürtlüğe en büyük darbenin bu kanal içinden vurulmaya çalışıldığını görüyorsunuz. Özenle vurguluyorum: Bir kişi komployla şehit edilirken, onun bütün mirası reformizme ve tasfiyeciliğe kanalize edilip kötüye kullanılıyor. Bunu mutlaka iyi görmemiz gerekiyor. Tekrar vurguluyorum: Bazıları dürüst de kalsa, onlar da vurdumduymazlığa götürülüyor. Giderek daha fazla sağa, daha fazla tasfiyeye, daha fazla ihanete yatırılıyor. Bir avuç çıkarcıya, kişisel çıkarlarını oldukça geliştirmesinin hizmetini sunuyorlar. Diğer yandan o kadar yurtsever kanı, o kadar mazlumun ahı ve işkencesi unutuluyor. Sömürgecilerin Kürt işbirlikçileri, hem de Kürtçülük maskesi altında karşımıza çıkar ve biz de şaşırıp kalırız; işte bu olayda da durum bu oluyor.
Bunu da daha sonraki tarihi gelişim içerisinde daha iyi ele alabiliriz. Özellikle KDP’nin geçirdiği aşamalar vardır. 1970-80 sonralarını ele alarak anlam verebiliriz. Sanırım siz sonrasını anlatmak isteyecektiniz, yine ’70’leri bu temelde bağlayacaktınız. Ben kısa bilgilerinizi dinliyorum.
Dr. Şiwan parti kanalıyla Başûrê Kurdistan’a gidiyor
Serhat Bucak: Sizin de belirttiğiniz gibi, PKK’nin en büyük özelliği, kendi devrimci mirasına sahip çıkmasıdır. Haki Karer’in şehadetinden sonra komploculuğa gerekli darbeyi vurmamış olsaydı, PKK bugün bu konumda olamazdı.
Rêber Apo: Çok önemli ve doğru bir tespit.
Serhat Bucak: T-KDP’nin mirasını takip edenlerin merkezinde olanların en büyük açmazı buradan kaynaklanıyor. Parti genel başkanı şehit ediliyor. Şehadette en önemli rolü oynayan kişi uzun yıllar yaşadı, eceliyle öldü.
1968 yılında T-KDP’ye yönelik operasyon var. Sait Elçi ve 12 arkadaşı T-KDP’yi kurma suçlamasıyla tutuklanıyor. Parti tüzüğü ele geçiyor. Antalya Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanıyor ve politik düzeyi yüksek savunmalar yapıyorlar. Kürt halkının da kendi kaderini tayin etmesi gerektiğini, örgütlenmelerini gerçekleştirmek istemelerinin hakları olduğunu savunuyorlar. T-KDP’nin siyasi yaşamındaki en önemli olaylardan biri burada gerçekleşiyor. Sait Kırmızıtoprak, 49’lar davasından tahliye edildikten sonra bir grup Kürt aydını gibi Kürt halkının kurtuluşunu Türkiye’nin sosyalist olmasında görüyor. Bir müddet TİP’te çalışıyor. Yön dergisinde gayet düzeyli yazıları çıkıyor. Isparta’ya yerleşiyor. Sait Elçi ve arkadaşları Antalya’da tutuklu olduğu dönemlerde Isparta-Antalya arasında mekik dokuyorlar. T-KDP’lilerin ihtiyaçlarını karşılıyor, mahkemelerini izliyor ve etkileniyorlar.
Rêber Apo: Sait Elçi Antalya’da mıydı?
Serhat Bucak: Antalya’da cezaevinde tutukluydu. 1969 yılında Sait Elçi ve arkadaşları tahliye ediliyorlar. Yine bu dönemlerde konuştukları gibi Sait Kırmızıtoprak eşine ve çocuklarına İstanbul’da ev alıyor, ihtiyaçlarını temin ediyor. Üniversite çevresindeki yurtsever Kürt öğrencileri ile temaslarını kurduktan sonra, Hikmet Buluttekin (Çeko) ve Hasan Yıkmış (Brûsk) ile birlikte T-KDP kanalıyla Başûrê Kurdistan’a geçiyor. Başûrê Kurdistan’a geçtikten sonra, otonomi anlaşmasına kadar cephede savaşıyor ve fiilen doktorluk yapıyor. Çok çalışkan, müthiş ikna kabiliyetine sahip ve kitle içerisinde sevilen bir insan. Irak Baas Irkçılığı ve Kürt Halk Hareketi ismiyle bir kitap yazıyor. Komal Yayınevi bu kitabı 1975 yılında yayınladı. Bu kitabı yazdıktan sonra, kendisine İsa Suwar’ın komutanı olduğu Zaxo’da bir karargah veriliyor. İsa Suwar ile çok sıkı ilişkileri var. Hatta İsa Suwar’ın komutasındaki peşmergelerin desteğinde Türkiye’de silahlı mücadele başlatmak istemektedir. Dr. Şiwan buradan sık sık Bakurê Kurdistan’a girip çıkar, yeni bir parti kurar, partisinin ismi PDK Türkiye’dir. O zamanki DDKO’lar içerisinde örgütlenen Mele A. Kerim Ceylan ve Muhterem Biçimli gibi kişilikleri örgütler. Ben o dönemlerde Diyarbakır’a geldim. Sait Elçi’nin evindeydim, konuşuyorduk. Hiç unutmam, kendisine aynen “Sait ağabey, Dr. Şiwan parti kanalıyla Irak’a gitti. Orada ne yapıyor, ne ediyor, haberiniz var mı? Yeni parti kurma çalışmaları varmış, geçmişteki durum da ortada” dedim. Hemen sözümü kesti hiç unutmam, hiddetlenerek işaret parmağını havaya kaldırdı ve bana “Bakurê Kurdistan’da bugüne kadar iki ihtilalci yetişti. Biri hatırasına ömrümün sonuna kadar bağlı kalacağım Faik ağabeydir, o şimdi madden yok. İkincisi de Sait Kırmızıtoprak’tır” dedi. Ben tepkisine hiç ses çıkarmadım, o zaman ben yanılıyorum dedim.
Aradan bir müddet geçti. Dr. Şiwan partisini kurmuştu, çok yoğun bir biçimde örgütlenmeye çalışıyordu. Türkiye’den kafileler halinde insanları karargahına çalışmalarını izlemeye davet ediyordu. Örgütlediği insanlardan biri de daha sonra PKK saflarında çalıştı ve şehit düştü. Dr. Şiwan’ın ismi ve örgütü giderek güçlenmeye başlıyordu. Bu gelişmelerden Başûr’un haberdar olmaması mümkün değil. Çünkü Barzani aşiretinden ve askeri alanda sağ kolu olan İsa Suwar aynı zamanda Doktor’un çok yakınıydı, ilişkileri en üst düzeydeydi. Bu arada 12 Mart geldi. Mayıs ayının sonlarıydı. Sait Elçi’lere gittim. Akşam yine konuştuk, Dr. Şiwan’a müthiş kırgındı. “Verdiği sözü tutmadı, yanlış şeyler yapıyor. İki parti olmaz, partilerin birleşmesi gerekir. Kendisi ile konuşacağım” diyordu.
Rêber Apo: ‘Birleştirmek lazım’ diyor muydu?
Serhat Bucak: Evet, öyle diyordu. ‘Halkın tek bir partiye kanalize olması gerekiyor. İki partinin olması Kürt halkının yararına değildir’ diyordu.
Rêber Apo: İki parti arasında ne fark vardı?
Serhat Bucak: Çok fark vardı. Merkezi kadroları ayrıydı. Gerçi Sait Elçi grubundaki merkezden iki kişi Dr. Şiwan’la da ilişki kurmuştu, ama ayrı yapıydılar. Dr. Şiwan’ın partisinin tüzüğünde şöyle bir madde vardı: “T-PDK, Marksizm-Leninizm öğretisinden faydalanır.” Diğer partide böyle bir hüküm yoktu. Dr. Şiwan’ın partisi sola daha açıktı.
Sait Elçi partili kurye Mihemedê Bego ile birlikte Suriye’ye geliyor. On beş gün Suriye’de kalıyor. Bütün bunları bu gezim de Sait Elçi’nin misafir kaldığı insanlardan öğrendim. Kendisine Irak’a gitmemesini söylüyorlar, bir komplonun olabileceğini kendisine hissettiriyorlar. Ama bütün bunlara rağmen, Sait Elçi Irak’a geçmek istiyor. Zaxo’ya geldiğinde kendisini Dr. Şiwan karşılıyor. Karargahta üç gün kalıyor. Ne konuştuklarını, neler tartıştıklarını bilemiyoruz. O dönemde karargahta sorumlu olup da hayatta olanlar tek kelime konuşmuyorlar, geçmiş miraslarına sahip çıkmıyorlar. Sait Elçi’nin nasıl öldürüldüğü, Dr. Şiwan’ın nasıl yargılandığı, neler konuştuğu konusunda yirmi bir yıldır tek kelime bile konuşmuyorlar.
Rêber Apo: Bu tartışma ne olabilir?
Serhat Bucak: Sanıyorum Dr. Şiwan Bakûrê Kurdistan’a yönelik bir silahlı mücadele başlatmak istiyordu. Sait Elçi de bunun zemininin olmadığını söylüyormuş. Ama kesin değil.
Rêber Apo: Özü budur yani. Silahlı hareket başlatmak istiyor.
Serhat Bucak: Silahlı hareket başlatmak istiyormuş. Yine demin bahsettiğim arkadaşın evinde uzun müddet kaldım. O bana anlattı. Dr. Şiwan yakın bir zamanda Türkiye’de silahlı hareket başlatmak istiyormuş. “Türkiye’de güçlü bir Kürt hareketi olmayınca, Başûr’daki hareket de her zaman sabote olabilir. Onun için mutlaka Kürdistan’ın büyük parçasında güçlü bir hareketi oturtmamız lazım” diyormuş. Sanırım bu temelde aralarında bir çelişki vardı. Sait Elçi Diyarbakır’daki konuşmamızda Dr. Şiwan için “Bazı konularda çok aceleci davranıyor” dedi. “Irak’taki özerklik anlaşmasının neticelenmesine kadar hazırlık yapmamız gerekiyor” diyordu.
Dr. Şiwan, Sait Elçi’yi karargah mıntıkasında hapse kapatır. Başına nöbetçi olarak, Siirtli eski eşkıya Tilki Selim’i koyar. Sait Elçi, Tilki Selim’den Esat Xoşevi’ye gidip kendisinin geldiğini ve Zaxo’da olduğunu bildirmesini ister. Tilki Selim, Dr. Şiwan’dan çekindiğinden bu haberi veremez. Üç gün sonra Sait Elçi ve Mihemedê Bego kurşuna dizilir. İnfaz sırasında Dr. Şiwan, Çeko, Brûsk birlikteler. Sait Elçi son olarak Dr. Şiwan’a “Madem ki beni öldüreceksin, gözlerimi bağlama, beni de sen öldür, bari senin elinden öleyim” der. Bu arada cesetleri kayalıkların altına saklarlar. İnfazdan sonra Derwêşê Sado Irak’a gelir, Zaxo’ya gelir, Zaxo’ya uğramadan Esat Xoşevi’ye ulaşır. Sait Elçi’yi sorar. O da gelmediğini, kendilerinin de onu beklediğini söyler. Esat Xoşevi, Sait Kırmızıtoprak’ı bir hastamız var bahanesiyle karargahına çağırır. Burada Dr. Şiwan, Xoşevi’ye Sait Elçi ve Mihemedê Bego’yu öldürdüklerini söyler. Bunun üzerine Dr. Şiwan ve arkadaşları enterne edilir. Ondan sonra Dr. Şiwan, Çeko ve Brûsk’un yargılanması yapılır. Dr. Şiwan’ın ifade bantları varmış. Fakat sorgulama bugüne kadar açığa çıkarılmadı. Sorgulamayı ne KDP ne de Dr. Şiwan’ın arkadaşları açığa çıkardı. Bunun ortaya çıkarılması gerekirdi. Sait Elçi neden öldürüldü? Dr. Şiwan ile Sait Elçi niçin birbirlerini tasfiye edecek kadar birbirlerine düşman oldular? Bunun açıklanması gerekir.
Rêber Apo: Şimdi bu işlerde olağanüstü oynayanlar, bu işin ortaya çıkarılmasını elbette istemeyeceklerdir. Muhtemelen Sait Kırmızıtoprak bu bantlarda ne konuşmuş olabilir?
Serhat Bucak: Bu bantlarda Sait Elçi olayını anlatmış. Benim kanaatime göre bunu bana anlatan kanat, süreç içerisinde inanırlılığını yitirmiş oluyor. Çünkü infazdan sonraki gelişim süreci ile ilgili birtakım gerçekleri öğrendim.
Rêber Apo: Bir takım gerçekler var.
Serhat Bucak: Yani buraya geldiğim zaman öğrendiğim şeyler var. Dr. Şiwan’ın yargılanması sırasında Derwêşê Sado tekrar Suriye’ye geliyor ve kendisi Eyndîwer köyünde kırk beş gün gözetim altında tutuluyor.
Rêber Apo: Kim bırakıyor?
Serhat Bucak: Suriye-KDP’nin o zamanki sekreteri Diham Miro.
Rêber Apo: Diham Miro’nun evinde mi misafir kalıyor?
Serhat Bucak: Hayır, Başkanım. Diham Miro kendisini alıp Eyndîwer köyüne getiriyor. Çok ilginçtir, evin sahibine şunu söylüyor: “Derwêşê Sado Beyrut’a gidip birtakım yerlerle temasta bulunmuş. Biz bunun bazı durumlarından şüpheleniyoruz. Bu adamı izleyeceksin, yanına kim gidip geliyor öğreneceksin.” Kırk beş gün Derwêş bu köyde kalıyor. Yanına sadece Türkiye’den birileri geliyor. Kırk beş gün sonra Diham Miro gelip kendisini alıyor. Derwêş, bilahare Türkiye’ye dönüyor. Nasıl dönebildiğini siz birçok çözümlemenizde belirtmiştiniz.
Rêber Apo: Kısaca 1972’de T-KDP’si MİT’in denetimi altına giriyor. Şimdi peki sizce Sait Kırmızıtoprak, İsa Suwar’ın komutası altındaki kampı geliştirirken ve Sait Elçi de böyle tasfiye edilirken, İsa Suwar’ın gelişmelerden hiç haberi yok mudur?
Serhat Bucak: Mutlaka vardır. İsa Suwar Barzani aşiretindendir. Zaxo’nun askeri sorumlusudur. Kendisinin haberi olmadan Zaxo üzerinden kuş bile uçmaz. İsa Suwar’ın çok önemli bir özelliğinden bahsettiler. Okuması yazması yokmuş. Bir gün Suriye-KDP’den bir yetkili Barzani’ye mektup götürüyor. Zaxo’dan Gilala’ya gitmek için İsa Suwar’dan kağıt alması gerekiyor. Daha önce İsa ile aralarında bir tartışma geçmiş. İsa Suwar mektubun kendisine verilmesini istiyor. Gelen sorumlunun da hemen Suriye’ye dönmesini istiyor. Suriye-KDP yetkilisi merkezden emir aldığını, mektubun kendisi tarafından bizzat Barzani’ye iletilmesi gerektiğini söylüyor. Bunun üzerine İsa tabancasını çekiyor, mektubun kendisine verilmesini istiyor. Bunun üzerine Suriye-KDP yetkilisi, “bak, ben de Kürdüm, benim de silahım var. Şimdi bana silah çekiyorsun, kim bilir, yarın Kürdistan kurulursa ne yaparsın” diyor. İsa bir adamını çağırıyor, bu adamı vasıtasıyla Gilala’ya mektup yazdırıyor. Arkadaş sorduğunda, İsa Suwar’ın okuma yazma bilmediğini öğreniyor.
Rêber Apo: Sait Elçi’nin kişiliğini yakından tanıyorsunuz.
Serhat Bucak: Çok yakından tanıyorum.
Rêber Apo: Yurtseverdir, korkunç derecede yurtseverdir, uyumludur, kariyerist değil.
Serhat Bucak: 1959’da, 49’lar davasında yargılandığı sırada hücresinde kan kusuyor, arkadaşlarının moralini bozmamak için elleriyle kanını temizliyor. Hastaneye gitmeyi reddediyor. Sorgularda çok ateşli savunmalar yapıyor. Özellikle 49’lar ve Antalya’daki T-KDP davasında hiçbir kişisel ve ailesel kaygısı olmayan bir insandı. Türkiye’den ayrıldığında evinde bir aylık iaşesi bile yoktu. Hiç unutmam, yırtık bir terliği vardı, akşamları kendi eliyle diker ve giyerdi. Çocuklarından söz edildi mi, hanımına hep şunu derdi: “Sekiz milyon Kürt çocuğu var, benim çocuklarım da onlardan birileri olsunlar.” Hiçbir biçimde kariyerist tutumu yoktu.
Rêber Apo: Sait Elçi, Kırmızıtoprak için “Faik Bucak’tan sonra Bakurê Kurdistan’ın yetiştirdiği en büyük ihtilalcidir” diyor. Bu kadar seviyor. Bunu söylediğinde tarih ne zamandır?
Serhat Bucak: Ölümünden altı-yedi ay önce.
Rêber Apo: Sait Kırmızıtoprak tarafından öldürüleceği aklının köşesinden bile geçmezdi. Kanaatinin böyle kısa bir sürede değişmesi mümkün değil. Bu değerlendirmelerin sahibi bir kişi, aklının köşesinden bile geçse tedbirsizlik yapmaz. Şurası anlaşılıyor: T-KDP’nin Genel Başkanı Sait Elçi’dir, belli bir örgütlenmesi vardır. Yeni bir örgütlenmenin geliştiğini duyuyor. Bunun anlamsızlığını belirtmek için örgütlerin birleşmesini istiyor sanırım. Silahlı mücadeleye karşı değil, fakat daha çok hazırlık yapılmasını öneriyor. Faik Bucak’ın anısına bağlı.
Serhat Bucak: Sait Elçi, Faik Bucak’ın anısına sonuna kadar bağlı. Bir yerde bu bağlılık kendisini ölüme götürdü. Dr. Şiwan “partinizi feshedip bize katılın” diyormuş. Sait Elçi de “bu partiyi bize birileri hatıra bıraktı, bunu yapamayız. Onun hatırasını yaşatmalıyız” diyormuş. Son görüşmemizde bunu bana da söyledi. Ben de kendisine “bu önemli değil, önemli olan halkımızın birlik ve beraberliğinin sürmesidir” demiştim. Çok iyi hatırlıyorum.
Rêber Apo: Sait Elçi Kürtlük olayına oldukça bağlı. Ciddi bir işbirlikçiliğe yönelme ve sağa saptırma gibi girişimleri yok. Sait Elçi ve Sait Kırmızıtoprak, bir örgütlenmede birbirlerine bu kadar güvenen iki arkadaştır. Birisi Antalya’da diğerine hizmet etmiş, diğeri onun için “Kürdistan’ın yetiştirdiği iki ihtilalciden biri” diyor. Dr. Şiwan onun kanalıyla Başûr’a gitmiş; sonra da Zaxo’ya dayalı yeni bir örgütlenmeyi gerçekleştiriyor. Sait Elçi sorunu aralarında kardeşçe halletmek için Zaxo’ya geçiyor. Birdenbire araları bozuluyor ve kısa süre içerisinde Dr. Şiwan diğer Sait’i İsa Suwar’a infaz ettiriyor. Şimdi ortaya çıkan şudur: Sait Elçi’nin ortaya çıkan ciddi bir suçu yok. İsteği “örgütü birleştirelim, daha derli toplu bir mücadeleyi geliştirelim” oluyor. Böyle olunca Sait Kırmızıtoprak ile fazla çelişkisinin olmaması gerekiyor. Bu kadar birbirini tamamlayan iki kişinin birdenbire birbirlerini tasfiye edecek düzeye gelmeleri akla uygun değildir. Bütün bu veriler bunun böyle olmaması gerektiğini ortaya koyuyor. Öyleyse olan nedir? İsa Suwar, Zaxo komutanıdır. Barzani’ye en yakın adamlardan birisidir. Askeri alanda Barzani’nin sağ kolu olduğu biliniyor. Zaxo komutanlığı, aynı zamanda Türkiye’ye yönelik bütün girişimlerin de sorumlusudur. KDP’nin Türkiye’ye yönelik girişimlerinin temsilciliğini de Zaxo bölgesi yapar. Dolayısıyla Dr. Şiwan’ın Zaxo’daki karargahta tutulması, Zaxo Merkez Komutanlığı temsilcisinin görevi dahilindedir. Zaxo komutanlığı Türkiye temsilciliğini hem oluşturur hem de denetler. Dolayısıyla Zaxo komutanlığının bilgisi ve denetimi olmadan kesinlikle bir adım bile atılamaz. O dönemde İsa Suwar’ın ne kadar önemli ve güçlü olduğunu göz önüne getirirsek ve verdiğiniz bir mektup olayı örneğinden yola çıkarsak, onun haberi olmadan kuş bile uçurtulamaz. Bir mektubu okumayı böylesine dayatan bir kişinin, Dr. Şiwan’ın böylesine bir örgüt kurmasından haberdar olmaması ve ‘silahlı savaşı hemen başlatacağız’ yargısını öğrenmemesi düşünülemez.
Peki, bu böyleyken, Sait Elçi birdenbire nasıl pasifist, hizipçi oldu ve dolayısıyla ölümü hakketti? Olay ancak basit bir komplo mantığı ile izah edilebilir. Geçmiş verilere bakıyorsunuz, bu iki insanın asla birbirini tasfiye etmemesi lazım, aksine güç vermesi gerektiği açık.
Ulusal kurtuluş mücadelelerine karşı her zaman işbirlikçi bir örgüt geliştirilir
ABD uluslararası alanda ulusal kurtuluş hareketlerine işbirlikçi yaklaşımları dayatırken, bu yıllarda Bakurê Kurdistan’daki ulusal mücadelenin radikal özünün nasıl tasfiye edildiğini ortaya koyduk. Saitlerin ikisi de dürüst, yurtsever ve radikal. Ayrıca Kırmızıtoprak sola açık, silahlı mücadeleyi gündemleştirme eğilimleri var. Türk özel harbinin bütün Kürt isyanlarına dayattığı faaliyeti bir kez daha göz önüne getirirsek, burada da “böl-yönet, birbirine karşı kullan” yöntemini kullandığı açıkça görülür. KDP’yi de boş bırakmayacağı açıktır. İki Sait, Başûr hareketinden yararlanmak istiyorlar. Bizim büyük Başûr savaşımız Zaxo dolaylarında geçti. Öyle anlaşılıyor ki, Faik Bucak komplosunun daha gelişkin bir biçimiyle karşı karşıya bulunmaktayız.
Bahsettiğiniz İdris Barzani’nin, iki Sait’in gidiş tarzını Faik Bucak’ın gidiş tarzına benzetmesi hayli anlamlıdır. Türk MİT’i yine devrede, Saitlerin peşindedir. Bahsettiğiniz iki tip de çok önemlidir. Derwêş’in olayın hemen arkasından gelip Dr. Şiwan’ı görmesi benim için çok önemli. Bir MİT izlemesi var. Derwêşê Sado’nun daha sonra MİT Müsteşarı ile oturup KDP’yi araç olarak kullandırtması, iki Sait’in ölümünden bağımsız değildir. Derwêşê Sado, aslında ikisinin de öldürüleceğini biliyor.
1971-72 yılları arasında Ali Sincarî Zaxo sorumlusudur. Her iki Sait’in ölümünden sonra Barzani, Ali Sincarî ve Derwêşê Sado birlikte otururlar. Derwêşê Sado’nun MİT Bölge Müsteşarı ile ilişkiye geçmesi karar altına alınır. Bu konuda Derwêş yetkili kılınır ve Diyarbakır’a gönderilir. Diyarbakır’daki otelde oturup, MİT ile KDP arasında ilişkiyi geliştirmekle görevlendirilir. Dikkat edin, her iki Sait’in ölümünden sonra partinin genel başkanlığına getirilir; kendisine “git, MİT’le ilişki sağla” denilir. Eğer bu böyle değilse, açıklama yapılmalıdır. Kim kiminle nerede oturup ne konuşmuşlar?
Neden böyle olabileceğini söyledim. Dünya genelinde ABD’nin ulusal kurtuluş hareketlerini tasfiye edip, yerine kendi işbirlikçilerini oturtmak gibi bir planı vardır. Başûrê Kurdistan’da böyle bir durum vardır. Barzani ile ilişkiye geçip diyalog sağlamıştır. Talabani’nin bazı itirazları vardır. Onların da süreç içerisinde tasfiye edildiğini biliyoruz. İran-KDP vardır. Bunlar da Irak’a geçip, Şaha karşı bir şeyler yapmak istiyorlar. Şahın talimatıyla bunların da tasfiye edildiklerini biliyoruz.
Size biraz da PKK hareketinden bahsedeyim. Başûr’daki önderlikle bizim aramızda ateşkes olsa da, çelişkilerimiz devam ediyor. Kürdistan’da deneyimlerimden çıkardığım en iyi sonuçlardan birisi de bu ilkel oyuna gelmememdir. Başûr’daki güçlerle ne ilişkiliydim, ne de onların istediği biçimde onların karşıtıydım. ’80 başlarında ilişki geliştirilmesini biz de istedik. Mehmet Karasungur Hoca’yı tanırsınız. Siverek direnişine katılmış, ailenizin işbirlikçi kesimine karşı savaşmıştı. İlişki kurmak üzere KDP’nin yanına gidiyor. İlginçtir, onların yanında vuruluyor. Kendisi ilişki kurmak üzere gittikten kısa bir süre sonra, KDP ile YNK arasında çatışma çıkıyor. Bu çatışmada da vuruluyor. Yine son tahlilde çok planlı bir şekilde olmasa da, bu şehadet genelde bir komplo mantığının sonucudur. Hangi taraf vurmuş olabilir diye araştırdığımızda, ikisi de birbirinin üzerine attı. YNK ile düşmanlığımız da körüklenmek istenmiş olabilir veya bilinçli olarak bu anlama gelmese bile, bu tip çatışmaların getireceği sonuç budur.
Bizi sürekli iç çatışmalara çekmek istiyorlardı. Kendi aralarındaki çelişkilerde, en önemlisi de Türkiye’ye karşı bir koz olarak “yanımızda kalın” dediler. Tabii grubumuz Lolan’da üslenmişti. Türkiye ile ilişkileri de çok yoğundu. Yıl 1982’ydi. Karşılıklı ilişkilerde şunu da çok iyi biliyoruz: “Türkiye’ye silahlı mücadeleyi dayatmayacak, hele Hakkari-Botan bölgesinde eylem yapmayacaksınız, Türkiye ile dostluğumuz bakidir” denildi. 1985’te Mesut Barzani, “Kek, Botan’da eylem yapmasaydınız çok iyi olurdu” diyordu. Bunlar benim tanık olduğum hususlardır. Yani KDP önderliği ve onun Barzani temsili, Kurdistanlı güçlerin kesinlikle kendi denetiminde olmalarını ister. Botan-Hakkari hattında silahlı eyleme karşıdır.
Bölgedeki devletlerin de benzer biçimde politik yaklaşımları vardır. KDP bu konuda gayet ustadır. İranlıları yanına getirtip kamp kurdurur, birkaç eylem de yaptırır, ama sonra cenazelerini Şaha verdirir. Saitleri çağırır, kamp kurdurur, sonra da birbirine vurdurur. Genel olarak söyleyeyim: Bir mantık, bir zihniyet, bir yaklaşım vardır. “Bütün Kürdistan parçalarından gelsinler” derler, sonra gelen örgütleri parçalayıp içlerinden en silik ve en kişiliksiz olanları da kendilerine bağlarlar. Bahsettiniz, Dıham Mîro da böyle bir olaydır. Örgütü üçe bölüp parçalıyorlar, sonra da kendilerine en bağlı olanlarla örgütlenmeyi sürdürüyorlar. Saitler olayında da şahsi yorumum şudur: Başlangıçta göz yumdular. ABD’den ve Türkiye’den taviz koparmak için kamp da kurdurdular ve teşvik ettiler. Türkiye’den gerekli tavizi aldıktan sonra, sıra bunların tasfiyesine geldi. Çünkü aynı olay bizim başımıza getirildi. 1982-83’te Lolan’da, Türkiye ile ilişkileri yoğunlaştırıp sonuca gidinceye kadar bize kamp kurdurdular, destek oldular. Aldıklarını aldıktan sonra Mehmet Karasungur’dan tutalım, neredeyse bütün arkadaşları tasfiyeye gidiyorlardı. Buradan tüm gücümü ortaya koyup, benzeri bir sürecin PKK’ye dayatılmasını önledim.
Şimdi bu politikayı genelleştirip ABD’ye, Almanya’ya, sömürgeci devletlere bağlanmışlar. Kurdistani cephe iki temel örgütten oluşuyor. İki temel örgütten KDP en öndedir, KDP’de de Barzani tek meliktir. Böylelikle Kürdistani cepheyi boşa çıkarıyorlar. Kürdistan halkının çıkarı bunu kaldıramaz. Biz kardeş kardeşe büyük dava için Başûr’a mücadele etmeye, destek alıp vermeye geldik. Siz ise “Türkiye ile çıkarlarımızı bozmayın, Türkiye bize yardım ediyor” adı altında partimize tasfiyeyi dayatıyorsunuz. Yüzlerce yoldaşımızı vurdurttunuz. Diğer parçalardaki tüm örgütlenmelere müdahale ettiniz. Gerekçe olarak da, “ABD böyle istiyor, Avrupa böyle istiyor, Türkiye’ye karşı bir şey yapılmasını istemiyoruz. Biz söz vermişiz, baba dostudur, biz de bir şey istemiyoruz” diyorsunuz.
Bu, nüfusu otuz milyonu aşkın bir ulusun hayati çıkarlarına çok tehlikeli bir dayatmadır. Çatışma böyle başladı ve günümüze kadar da böyle devam ediyor. Bir savaş boyutuna tırmandırıldı. Bu savaşın da Çekiç Güç’ün, ABD’nin önderliğinde yürütüldüğünü biliyoruz. Türk özel savaş birimleri Zaxo’nun içinden geçip peşmergelerin öncülüğünde bin bir emekle yarattığımız gerilla değerlerinin üzerine yürüdüler. Tarihin kaydettiği en haince yaklaşımlardan birisi de buydu. Belki yenilmedik, fakat bu Kürt halkına dayattıkları en büyük komploydu. KDP’nin, Barzani’nin gerçek yaklaşımın ne olduğunu herkes gördü. Halen de bu olumsuzluğu gidermeye çalışıyoruz.
Ama Faik Bucak ve iki Saitlerin durumları çok farklı. Örgütlenmeleri çok zayıf, dışta herhangi bir bağımsız kamp yeri ve üs durumu yok, ciddi bir eylemsel hazırlıkları da gelişkin değil. Tümüyle Başûr’a, Başûr’ün KDP Zaxo sorumlusuna, en gerici bir komutanına bağlı. Dolayısıyla Bakurê Kurdistan’da sol özellikle bazıları açısından çok tehlikeli gelişiyordu. Çünkü ’70’lerde sosyalist gelişme çok hızlıydı. Bütün Kürt aydınları, artan bir dozda sosyalizme ilgi duyuyorlardı. Zaten Dr. Şiwan’ın kendisi de Marksist-Leninist yönelimdeydi. Dolayısıyla hareket bütünüyle sosyalist bir önderliğe dönüşebilirdi. ABD’nin bunu görmemesi mümkün değil. Fakat kullanma amacıyla KDP’ye yanaşmış, kullanma gerekçeleri var. Dikkatinizi çekerim, Barzani ve Talabani’nin Nokta dergisinde “birlikte parti kuralım” başlığı altında yayınlanan bir söyleşileri var. MİT temsilcisi ile Kurdistani cephe temsilcilerinin görüşme tutanaklarıdır. “Birlikte parti oluşturup, PKK gibi kontrole gelmeyen bir partiye tasfiyeyi nasıl dayatalım” hususunu açık konuşmuşlar. Peki, ’90’ların başında bunu yapanlar, acaba ’70’lerin başında çok tarihi bir süreci yaşayanlara bunu niye yapmasın? Aynı mantık niye yürürlükte olmasın? Birlikte oturup anlaşmışlardır.
İki Sait de bence Kürtlük onurunu satmayacak kadar yiğit insanlardı. Hakeza Faik Bucak da böyle biridir. Dolayısıyla bunlardan kurtulmak ancak tasfiye temelinde olabilir. Tasfiye de çok alçakça yapılmıştır. Faik Bucak’ın nasıl tasfiye edildiği anlaşıldı. İçinde bulunduğu aşiret ortamında, hem de Urfa’daki kan davaları temelinde, o albayın tahriki sonucu şehit düşmüştür. Adına da kan davası denildi. Saitler birbirlerine vurduruldu. Bu çok hazindir. Bu noktayı anlamakta güçlük çekmemekle birlikte, komplonun bu biçimde gerçekleştirilmesine insanın yüreği dayanmıyor. En yakın iki yoldaş, nasıl çok kısa bir sürede birbirini yok edecek konuma getirilebiliyorlar? Bu iki arkadaş gerçekten de taktik nedenlerle, herhangi bir tartışmadan dolayı aniden birbirlerini vurmaz.
Özetlersek, basit bir komplo olayıyla karşı karşıya bulunuyoruz. İki Sait de asla birbirini vuracak düzeyde insanlar değil. Birbirlerine en yakın yardımcı iki insan. Biri diğerini korumuş, diğeri öbürünü korumuş. Biri diğerine en üstün yeri veriyor, diğeri de öbürüne en üstün yeri veriyor. Bu kadar kısa sürede niçin birbirlerine düşman olsunlar? Bunları anlamak için hiç kimsede akıl yok muydu? Ve ısrarla vurguluyorsunuz, anlam veremiyorsunuz. Bir tek belge yayınlanmadı, Şiwan’ın yanındakiler ısrarla konuşmadı, Esat Xoşevi’nin yaptığı yargılama kasetleri yayınlanmadı diyorsunuz.
Serhat Bucak: Israrla açıklanmadı, bilinçli olarak.
Rêber Apo: İşte komplo olduğu anlaşılıyor. Saitler birbirlerine düşman olsalardı, birbirlerini tasfiye edecek durumda olsalardı, mahkemeleri açık yapılırdı. Biz de mahkemeler yaparız, her şey açık olur, herkesin görüşleri açık tartışılır. Ama bunların açıklanmış tek bir sözü yoktur; konuşmaları yayınlanırsa göreceksiniz, eminim ki bu iki insan vahim bir komplonun kurbanı olduklarını söylemişlerdir.
Serhat Bucak: Ben sordum, özellikle Dr. Şiwan’ın yargılanma kasetlerini dinlemek istedim, hep zamanı var dediler. Bu, Sait Elçi’nin cephesiydi. Sait Kırmızıtoprak’ın arkadaşlarıyla konuşmalarımda da bu konuyu gündeme getirdim. Bir gün çok değerli insan, Diyarbakır zindanında şehit düşen Necmettin Büyükkaya’ya, “neyi bekliyorsunuz, niçin açıklamıyorsunuz? Bu olayın açığa çıkması gerekir. Bunu ortaya çıkardığımız zaman Kürt halkına iyilik yapmış olacağız” dedim. Ancak maalesef hiçbir yanıt alamadım. Necmettin kardeşimin İsveç’te “Kalemimden Sayfalar” isminde bir kitabı yayınlandı. Berlin’deki eski bir arkadaşından kitabı istedim ve okudum. Hiçbir şey anlatmamış, sadece bir sayfalık bir değerlendirmesi var. Maalesef her iki cephe de bu konuda halen perhizlerini bozmadılar.
Rêber Apo: İki Sait de hazin bir komploya getirilmişlerdir. Şimdi bize de bir oyun oynamak istediler. Bu en son ortaya çıkan Şener-Sarı Baran provokasyonunun arkasında yine İsa Suwar gibi birisi vardı. Kemal Kerkûklü diyorlar, o da askeri sorumludur. ABD ile en çok ilişki geliştiren ve en iyi yabancı dil bilen biridir. Halen bize karşı Çukurca’da en büyük komploları hazırlayan, pratik adımların atılmasında rol oynayan birisidir. Tabii ben biraz tedbirliyim, adımlarımı da bilinçli atarım. Yoksa bunlar çoktan PKK’yi birbirine kırdırtma planı yapmışlardı. ‘PKK-Vejin’e kamp vermişlerdi. Duhok ve Zaxo’da TC’yle birlikte PKK’yi vuracaklardı. Geride kalanlar ‘PKK-Vejin’e gideceklerdi. Böylece TC de, KDP de en büyük dertlerinden kurtulmuş olacaklardı. Bütün bunlar açık oluyor. Sizin söylediğiniz nokta çok önemli. O dönemden geriye kalanların konuşmaması komplonun alçakça uygulamaya konulduğunun kesin delilidir. Sağ kalanların da konuşacak bir şeyleri yok.
İki Sait de dürüst, yurtsever, birinin sola açık özelliği var. Birbirlerine karşı kullandırılıp ortadan kaldırılmalarına rağmen, ikisi de yoldaştır. Uyanık davranmamışlardır. Nasıl Faik Bucak tek ve yalnızsa, ona karşı bir komplo söz konusuysa, burada daha kötü bir komplo ile karşı karşıya bulunmaktayız. Onlar Kürdistan şehitleridir. Onları devrimci yurtsever kişiler olarak değerlendiriyoruz. Onları birbirlerinin katilleri olarak görmememiz, bu insanları birbirine kırdıranları doğru değerlendirmemiz gerekiyor. Yargılama kasetleri kimdedir? Dr. Şiwan’ı vuran kimdir? Sait Elçi ne kadar Dr. Şiwan tarafından yargılandı? Yargılandıysa, yargılama kararını kim üstten verdi? Dr. Şiwan yargılayacak da, İsa Suwar’dan emir almayacak, ona haber vermeyecek! Böyle bir şeyin mümkün olabileceğini düşünebiliyor musunuz? Kısaca bütün veriler kararın üstten olduğunu göstermektedir.
Birçok partiyi o duruma getirmeye çalıştılar. Komplo ve tasfiyeyi geliştirmek istediler. Sait Elçi’yi Dr. Şiwan’a vererek, “al, tasfiye et” demişlerdir. Durum budur. Ondan sonra da “sen parti başkanını vurdun, sen de gel” demişlerdir. Fazla uzatmaya gerek yok. Bir de sonucuna bakalım. Sonuç nasıl gelişti? İki Sait’ten de geriye kalanlar önemlidir. Bir Sait’ten kalan Derwêşê Sado örgütün sorumlusu yapıldı ve örgütü 1970’den beri MİT’in denetimine soktu. Diğer Sait’ten kalanlar da sözde bir parti kurmuşlardı. Onlardan biri Ömer Çetin’dir ve Diyarbakır zindanında nasıl teslim olduğunu dünya alem biliyor. Bir MİT işbirlikçisidir. Diğerleri de suskundur, bir nevi tasfiyecidirler. Bir tanesi de A. Zeki Okçuoğlu’dur, o da Amerikan propagandası yapmaktan öteye bir şey yapmaz. Çok dikkat edin, yanında direnen Çeko ve Brûsk de katledildiler. Onlar canları pahasına direnen ve gerçekleri açıklayabilecek kişilikler oldukları için katledildiler. Onlar direndiler, “bu oyunu sürdüremezsiniz” dediler. Geriye kimler kaldı? Geriye teslim olanlar kaldı, işbirlikçiler kaldı.