PKK’nin Tüm Kadro ve Sempatizanlarına!
Değerli Yoldaşlar!
Hareket ve halk olarak Fedailik Ayımız olan Haziranı tamamlayıp, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişinin bulunduğu yeni bir Temmuz ayına girdik. Bu vesileyle, başta Önder Apo olmak üzere tüm yoldaşların ve yurtsever halkımızın 30 Haziran Fedailik Günü’nü kutluyor, 27’nci Fedailik Yılında üstün başarılar diliyoruz. Şehadetinin 26’ncı yıldönümünde Özgürlük Tanrıçamız Zîlan Yoldaşı ve şahsında tüm kahraman şehitlerimizi saygı, sevgi ve minnetle anıyoruz. Amaçlarını başarma ve anılarını yaşatma sözümüzü bir kez daha yineliyoruz.
Geçen Haziran ayı boyunca da Hareket ve halk olarak Zîlan Fedai Çizgisinde yaşadık ve savaştık. Zîlan Fedai Çizgisindeki özgürlük direnişimiz Zap, Avaşîn ve Metîna’da yeni bir zirve yaptı. Yeni Zîlanlar yaratan kahraman gerilla öncülüğümüz, faşist-soykırımcı AKP-MHP çetelerine vurduğu öldürücü darbelerle yeni bir zafer umudu ve iradesi yarattı. Zîlan komutasında savaşan fedai militan bir özgürlük ordusu olduğunu bir kez daha kanıtladı. Tüm halkımız, dostlarımız ve insanlık için özgür yaşam umudunu, iddiasını, coşku ve heyecanını yeniden var etti.
Bu temelde, Zîlan çizgisinde fedaileşen kahraman gerilla güçlerimizi ve yurtsever halkımızı selamlıyoruz. Zap, Avaşîn ve Metîna başta olmak üzere her alanda geçekleşen başarılı eylemlerini kutluyor ve başarılarının devamını diliyoruz. Bu büyük zaferlerin yaratıcısı olan kahraman şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyoruz. Tarihi İmralı, Zap, Avaşîn ve Metîna öncülüğünde gelişen gerilla ve halk direnişimizin mutlaka zafer kazanacağını belirtiyoruz.
Zafer çizgisinde ölümüne direniş
Değerli Yoldaşlar!
Yeni bir Temmuz ayına girdik ve tarihi 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişinin 40’ıncı yıldönümünü yaşıyoruz. 14 Temmuz Direnişi, halk olarak var olmak ve özgür yaşamak için zafer çizgisinde ölümüne direnişin bilincini, iradesini ve kararlılığını ifade etmektedir. Yok oluşa giden Kürt tarihini durdurarak, özgürce var oluş için fedaice direnme tarihinin başlatıcısı olmaktadır. Bu temelde her türlü teslimiyeti ve ihaneti yok ederek, özgürlük direnişi içinde onurlu yaşamın yolunu açmış bulunmaktadır. Bunun içindir ki, Özgürlük Hareketimiz tarafından “Ulusal Onur Günü” olarak tanımlanmıştır. Böylece Kürdistan’da kırk yıldır süren onurlu yaşamın başlatıcısı olmuştur.
Bunlar temelinde, başta Önder Apo olmak üzere tüm yoldaşların, yurtsever halkımızın ve dostlarımızın 14 Temmuz Ulusal Onur Günü’nü kutluyoruz. Böyle tarihi önemi ve anlamı olan büyük günün yaratıcıları Mehmet Hayri Durmuş, Kemal Pir, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek yoldaşları derin saygı, sevgi ve minnetle anıyoruz. Hareket ve halk olarak kırk yıldır 14 Temmuz Direniş ve Zafer Çizgisinde mücadele ettik ve tüm özgürlükçü gelişmeleri bu temelde kazandık. Bundan sonra da 14 Temmuz Fedai Çizgisinde yaşayıp savaşacağız ve Kürdistan’da onurlu özgür yaşamı mutlaka kesinleştireceğiz.
Çok iyi biliniyor ki, Özgürlük Hareketimizin tarihinde önemli kararlaşma süreçleri vardır. Bunlardan birincisi, 1973 Newroz’un da Çubuk Barajında yapılan toplantı ile özgürlük mücadelesi yürütmek için örgüt olmaya karar vermeyi ifade eden Önderliksel çıkıştır. İkincisi, 18 Mayıs 1977’de Haki Karer yoldaşın katledilmesi üzerine verilen partileşme ve silahlı direniş kararıdır. Üçüncü kararlaşma ise, söz konusu partileşme ve silahlı direnişi fedai çizgisinde yürütmeyi ifade eden 1982 Büyük Zindan Direnişidir. 1982 Newroz’un da Mazlum Doğan’ın direnişiyle başlayan, 17 Mayıs’ta Dörtler’in direnişiyle gelişen ve 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu ile zafer kazanan tarihi kararlaşma sürecidir.
Demek ki tarihi özgürlük direnişinin büyük kararı zindanda verilmiştir. Kürdistan özgürlük mücadelesinin fedai direniş çizgisi zindanda yaratılmıştır. Bunun temelinde “Mezar taşıma borçlu yazılsın” diyen özeleştirel tutum ve kararlılık vardır. Haki Karer yoldaşın şehadeti üzerine ulaşılan kararlılık temelinde yürütülen büyük direniş kırk beşinci yılındadır. 1982 zindan kararlaşması temelinde başlatılan tarihi direnişin kırkıncı yıldönümü yaşanmaktadır. Hareket ve halk olarak işte bu tarihi kararlaşmalar temelinde yaşanıp savaşılmış ve tüm özgürlükçü gelişmeler de bu temelde yaratılmıştır. Kürdistan’da hiçbir özgürlükçü gelişme yoktur ki temelinde Büyük Zindan Direnişi olmasın, Haki Karer’in anısına sahip çıkmak için geliştirilen devrimci intikam direnişi olmasın. Özgür Kürdistan’ı temsil eden her şey bunlar temelinde var olmuş, Hareket ve halk olarak bugüne bunlar temelinde gelinmiştir.
Bugün de dağda, zindanda, ovada, şehirde, sokakta, dört parça Kürdistan’da ve dünyanın dört bir yanında fedai özgürlük direnişi bu temelde gelişmektedir. Zap, Avaşîn ve Metîna’da, tüm Medya Savunma Alanlarında ve Bakur sahalarında yaşanan fedai gerilla direnişi bunlar temelinde gerçekleşmektedir. Özgürlük için tüm direnişlerin temelinde 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu fedailiği, Zîlan fedailiği vardır. Bundan sonra da hep böyle olacak, Hareketimiz ve halkımız 14 Temmuz Ulusal Onur Çizgisinde, zafere kilitlenen fedailik çizgisinde yaşayıp mücadele ederek, tarihsel bakımdan kaybedilmiş her şeyi tekrar geri kazanacaktır.
Fedailerin devrimi
Değerli Yoldaşlar!
Kürdistan özgürlük güçlerinin ve yurtsever halkımızın temmuz ayında gerçekleştirdiği 19 Temmuz Rojava Özgürlük Devriminin de 10’uncu yıldönümü yaşanmaktadır. Hiç kuşkusuz bu devrimin temelinde de 14 Temmuz ve Zîlan fedai çizgisi vardır. Söz konusu çizgide Rojavayê Kurdistan halkımızın ve Kuzey-Doğu Suriye halklarının böyle bir devrime cüret etmesi ve binlerce şehit vererek bu tarihi devrimi on yıldır yaşatması elbette çok büyük bir olaydır. Bunun sonuçları önümüzdeki süreçte çok daha fazla açığa çıkacak ve her alanı etkileyecektir.
Bunlar temelinde 19 Temmuz 2012 Rojava Özgürlük Devrimine emeği geçip katkı sunan herkesi, Rojava Özgürlük Güçlerini, Rojavayê Kurdistan halkımızı ve Kuzey-Doğu Suriye halklarını kutluyor, başarılarının devamını diliyoruz. Şilan Kobanê, Xebat Derik ve Ferhat Derik şahsında tüm kahraman şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyoruz. Zor süreçleri başaran Kuzey-Doğu Suriye halklarının bundan sonra da Özgürlük Devrimini derinleştirerek ve yayarak başarılarını sürdüreceğine inanıyoruz.
Kuşkusuz bir devrim için ilk on yıl çok önemli bir süreç demektir. Her şeyin büyük zorluklar ve bilinmezlikler içinde yaratıldığı bu sürecin başarılması, daha sonraki süreçler için güçlü bir temel atmayı ifade eder. Rojava Özgürlük Devrimi de geçen on yıllık süreç içerisinde tüm bunları yaşamış ve tarihi öneme sahip büyük bir deneyim ve tecrübe elde etmiştir. Deyim yerindeyse devrimin acemilik ve amatörlük süreci aşılmış, bundan sonra her şeyin ustaca ve profesyonelce yürütüleceği bir süreç başlamıştır. Rojava özgürlük güçlerinin ve Kuzey-Doğu Suriye halklarının ikinci on yıla ve daha sonrasına bu temelde yaklaşacağına, devrimi daha çok toplumsallaştırıp kültürel bakımdan derinleştireceğine, her türlü saldırı karşısında öz savunma temelinde devrimi mutlaka savunacağına, Kürdistan ve Suriye geneline yayarak büyüteceğine inanıyor, bu temelde üstün başarı dileklerimizi ifade ediyoruz.
Değerli Yoldaşlar!
İmralı soykırım sisteminde ağırlaştırılmış tecrit ve işkence devam ediyor. Geçen dönemde İmralı’da herhangi bir aile ve avukat görüşü gerçekleşmedi. Dolayısıyla Önder Apo’dan ve diğer yoldaşlardan bize herhangi bir bilgi ulaşmadı. Sürekli görüşme başvurusu yapılıyor, fakat herhangi bir sonuç çıkmıyor. Avukatlar geçen dönemde bazı hukuki girişimler yaptılar, fakat somut bir sonuç elde edemediler. Sadece “yeni disiplin cezası verildi” biçiminde bilgiler geliyor. Mayıs sonu itibariyle üç aylık yeni disiplin cezası verildiği ifade ediliyor.
Tabi “disiplin cezası” olarak ifade edilen hususun bir boyutu Önder Apo ve diğer yoldaşlarla avukat ve aile görüşmesinin engellenmesi oluyor. Fakat diğer boyutu da AİHM’in verdiği yeniden yargılama kararının uygulanmaması, Avrupa hukukundaki 15 ve 25’inci yıllarda cezanın yeniden gözden geçirilmesi maddesinin uygulanmaması için sözde gerekçe yaratılması olmaktadır. Bu biçimde gerekçe oluşturup biriktirerek bu tür hukuki girişimlerin önünü şimdiden almaya çalışmaktadırlar.
Geçmişte olduğu gibi, bu süreçte de zaman zaman “Devletin Önderlikle görüştüğü” biçimindeki bilgiler faşist iktidar ve muhalefet çevreleri tarafından ortaya atılmakta ve tartışılmaktadır. Daha önce faşist şef Tayyip Erdoğan tarafından bu tür şeyler dillendirilmişti. Bu süreçte ise CHP ve bazı muhalefet çevrelerince böyle bir tutum içine girildi. İktidarı ve muhalefetiyle TC faşist-soykırımcı sistemi, bu biçimde Önder Apo’yu sözde kullanmaya çalışmış oluyor. Fakat bir yönüyle de kendi fukaralıklarını ve Önder Apo’ya ne kadar muhtaç olduklarını ortaya koymuş oluyorlar. Özel psikolojik savaş işte böyledir, çok dikkatli olunmazsa sahibini vurma durumu ortaya çıkabilir.
Bu noktada CHP ve benzer muhalefetin zihniyeti ve siyaseti eleştirilebilir. Fakat söz konusu sözde bilgi ve tartışmaların hepsinin psikolojik savaş kapsamında olduğunu unutmamak gerekir. Diğer boyutları olsa da esas boyutu kesinlikle psikolojik savaştır. Özellikle gerillanın, halkın ve dış çevrelerin Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü talep eden eylemlilikleri gelişme gösterdiği zamanlarda bu tür sözde bilgi ve tartışmalar ileri sürülmektedir. Bunun dikkatleri dağıtmak, gündemi çarpıtmak, yurtsever ve demokratik çevreleri beklenti içine sokmak ve bu temelde Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü isteyen eylemleri zayıflatmak amacı güttüğü açıktır. Dolayısıyla bu konuda son derece dikkatli olup özel savaşın oyununa gelmemeliyiz. Yine halkımız da ve dostlarımız da bu tür yanılgıların oluşmasına izin vermemeliyiz. Bu temelde Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen eylemleri zayıflatmamalı, tersine sürekli büyütüp yaymalıyız.
Kuşkusuz Önderliğin durumunu değerlendirirken, neden bu kadar ağır tecrit uygulanıyor diye kendimize sormalı ve doğru cevaplar vermeliyiz. Peki nedir doğru cevap? Çok açık ki, Önderlik düşünceleriyle sürece müdahale edip mevcut durumu tersine çevirmesin, süreci yönlendirir hale gelmesin diye söz konusu tecridi uyguluyorlar ve Önder Apo’nun bir kelimesinin bile dışarı çıkmasını istemiyorlar. Peki bu durum ne anlama geliyor? Elbette bu sorunun iki boyutlu cevabı vardır. Birincisi, faşist-soykırımcı sistem Önder Apo’nun düşüncelerinden ve etkisinden korktuğu için böyle yapmaktadır. İkincisi ise bizimle ilgilidir. Her türlü düşünce ve pratikte zayıf ve yetersiz kaldığımız için ve Önder Apo bunları gidermesin diye böyle yapıyorlar. Düşmanın Önder Apo karşısında zayıf olması ve düşüncelerinden korkması elbette iyidir. Fakat bizim zayıflık ve yetersizliklerimiz kabul edilemez. Dikkat edilirse, bu zayıflıklar Önderliğe zarar vermektedir. O halde mutlaka gidermemiz ve düzeltmemiz gereklidir.
Önderlik gerçeğini doğru anlama ve başarılı uygulama noktasında zayıflıklarımız ve yetersizliklerimiz devam etmektedir. Önderliği bütünlüklü değil, parçalı ele alma ve katılma durumu söz konusudur. Savunmaları okuma, inceleme ve Önderlik zihniyeti üzerinde yoğunlaşma az ve yetersizdir. ‘Önderlik şimdi uygulanamaz’ görüşü etkisini sürdürmektedir. Dolayısıyla kendi görüşünü esas alma ve bu temelde aşırı bireycileşme durumu yaşanmaktadır. Önderlik çizgisinde kaba bir bilgilenme ardından dar pratikçiliğe koşma ve kendini uygulama durumu çokça görülmektedir. Önderliği doğru ve yeterli anlama konusunda kadrolar arasındaki tartışma durumu da zayıftır. Bu da iddiasızlığı ve kendini esas almayı ortaya çıkarmaktadır.
Önderlik düşüncelerini dışarda yayma konusunda son dönemlerde belli bir çaba gösterilmektedir. Savunmaların farklı dillere çevrilmesi ve daha geniş çevrelere ulaştırılması yönünde bir çaba var, fakat çok zayıf ve yetersizdir. Dolayısıyla bu durumun mutlaka aşılması gerekir. Yine hukuki girişim ve mücadelenin de sürekli geliştirilmesi ve çok yönlü kılınması gereklidir. En keskin ve yoğunlaştırılmış savaşın İmralı’da yaşandığı gerçeği bir an bile unutulmamalıdır. Dolayısıyla her anın görev ve sorumluluğunu belirlerken İmralı’ya, Önderlik duruşuna ve direnişine bakmak gerekir. Yine direnişteki tarz, üslup ve tempo konusunda Önder Apo’nun tarihi İmralı Direnişinden öğrenmeyi bilmemiz gereklidir.
Ukrayna savaşı 3. Dünya Savaşı’nın bir parçası ve son halkasıdır
Değerli Yoldaşlar!
Kürtler için tarihi kararlaşma olan 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişinin kırk birinci yılına girerken, dünyada ve Kürdistan’da siyaset daha hareketli ve savaş yoğunlaşarak devam ediyor. Rusya’nın başlattığı Ukrayna savaşıyla dünya, AKP-MHP faşizminin 14 Nisan saldırısıyla da Kürdistan bu hale gelmiştir. Kuşkusuz her iki saldırının da birbiriyle belli bir bağı vardır. AKP-MHP faşizminin Zap merkezli işgal saldırısı, çok büyük ölçüde Ukrayna savaşının ortaya çıkardığı koşulların etkisi altında gelişmiştir.
24 Şubat’ta başlayan Ukrayna savaşı beşinci ayına girmiş durumdadır. Her ne kadar söz konusu savaş Rusya’nın saldırısı ile başlamışsa da bu konuda NATO’nun ve desteklediği Zelenski Yönetiminin tahriki ve teşviki de az değildir. Yine her ne kadar söz konusu savaş Rusya ile Ukrayna arasındaki bir savaş olarak değerlendirilse de aslında Rusya ile NATO arasında ve Ukrayna üzerinde süren bir savaş konumundadır. Rusya yönetiminin birkaç günde Ukrayna yönetimini etkisiz kılma planı başarılı olmamış, savaş beşinci ayına girerek uzamıştır. Daha ne kadar süreceği de belli değildir. İleriki süreçte askeri boyut azaltılsa bile Ukrayna krizinin uzun süre devam edeceği ve yaygın bir çıkar mücadelesine sahne olacağı açıktır. Savaşta Ukrayna harap olmuş, görüldüğü kadarıyla Rusya öngördüğü başarıyı elde edememiştir. Mevcut savaşta ABD ve NATO etkinliği çok daha fazla öne çıkmaktadır. Bu da mevcut Rusya yönetiminin, 2 Ağustos 1990’da Kuveyt’e saldıran Saddam Hüseyin Yönetiminin durumuna düşüp düşmediğini tartışılır kılmaktadır.
Çok açık ki, üç gün süren NATO toplantısının temel gündemi Ukrayna savaşı olmuştur. NATO düzeyinde söz konusu savaş geniş ölçüde değerlendirilmiş ve izleyeceği yeni politikalar oluşturulmaya çalışılmıştır. NATO toplantısının ne tür kararlara ulaştığı ise önümüzdeki günlerde daha fazla netleşecektir. Geçen yılki toplantı ardından NATO’nun yeni bir konsept oluşturduğu değerlendirilmişti. Ardından ABD ve NATO’nun Afganistan’dan çekilmesi gündeme gelmişti. Onun ardından da Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı başladı. Peş peşe yaşanan bu olaylar kuşkusuz birbirinden bağımsız değil. Dolayısıyla bu toplantısı ardından NATO’nun neler yapacağını gözlemek gerekir. Zira İsveç ve Finlandiya gibi devletlerin de bu süreçte NATO’ya katılmak istemeleri ilginçtir. Yani 73 yıldır var olan sisteme katılmamış olan söz konusu devletler, her ne nedense NATO’ya girme ihtiyacını şimdi hissetmişlerdir.
Hiç kuşkusuz mevcut Ukrayna savaşı 1990’dan bu yana süren 3. Dünya Savaşı’nın bir parçası ve son halkasıdır. Doğu Avrupa’da, Avrupa ile Asya arasında yaşanıyor olması bu savaşı çok daha fazla etkili kılmaktadır. Bazılarına göre Ukrayna savaşının sonuçları temelinde yeni bir dünya şekillenecektir. Tabi bunu da ABD ve NATO şekillendirecektir. Kuşkusuz bu görüşü yabana atmamak gerekir. Fakat şu da bilinmeli ki, Körfez savaşı temelinde ve DAİŞ saldırıları ile Ortadoğu ne kadar yapılandıysa, yine Afganistan savaşı ile Güney Asya yapılanması ne kadar geliştiyse, Ukrayna savaşıyla da yeni dünya ancak o kadar şekillenebilir.
Çok açık ki, beş bin yıllık iktidar ve devlet sistemi ve beş yüz yıllık kapitalist modernite düzeni 20. yüzyılda olduğu gibi savaşamamaktadır. Çünkü dünyayı yok etmekle tehdit eden nükleer silah boyutuna ulaşmıştır. Ancak savaşsız da edememekte, mevcut kriz ve kaos durumunu aşamamakta ve kendini yönetip ömrünü uzatamamaktadır. Bunun için var olan egemenliğini kriz ve kaos içinde devam ettirmesini sağlayacak düşük yoğunluklu ve bölgesel savaşlara ihtiyaç duymaktadır. Geçen otuz yılda başta Körfez savaşı olmak üzere Balkanlar’da, Kafkasya’da, Asya, Afrika ve Amerika’nın bazı bölgelerinde yaşanan savaşlar bu türden savaşlardır ve Ukrayna savaşı da bunun son halkası durumundadır. Bu nedenle, Ukrayna savaşının sonucuna göre yeni dünya şekillenmesi olmaz. Söz konusu edilen dünya şekillenmeleri 1. ve 2. dünya savaşları ardından yaşanmıştır ki, bunun da 1917 Rus Devrimine ve Sovyetler Birliği’nin varlığına dayandığı açıktır. Dolayısıyla bu tür yeni gelişmeler olmadan hiçbir sistem içi savaş yeni bir çıkış yaptıramaz ve yeni bir kapitalist küresel sistem yaratamaz.
Aslında Sovyetler Birliği’nin çöküşüne ve Çin yönetiminin izlediği politikalara dayanarak kapitalizmin zafer kazandığı ve Rusya ile Çin’i de içine alarak kapitalist küresel sistemin tamamlanacağı iddia edilmişti. Peki sonuç ne oldu? Ekonomik ve askeri olarak büyüyen Çin, küresel kapitalist sistemi rahatlatmadığı gibi sistem için yeni bir rakip durumuna geldi. Rusya’da benzer bir durumu yaşıyor. Yaklaşık son on yıldır izlediği politikalar ve son Ukrayna saldırısı bu durumu açıkça gösteriyor. Küresel tekeller için Rusya ve Çin kaynaklarını sömürmek iyiydi. O zaman kapitalist Rus oligarkları ‘demokratik dünyanın’ sevimli çocuklarıydılar. Ama şimdi varlıklarına el konulan ve ‘diktatörlükle’ itham edilen duruma geldiler. Peki bu oligarkları ve diktatörleri kim ve hangi sistem yarattı?
Yine bazı çevreler, ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ardından Ortadoğu’nun küresel önemini kaybettiğini, üçüncü küresel savaşın merkezinin Pasifik’e kaydığını, artık yeni dönemde ABD-Çin savaşının yaşanacağını iddia etmişlerdi. Fakat söz konusu iddiaların daha mürekkebi kurumadan Ukrayna üzerindeki Rusya-NATO savaşı gündeme geldi. Açık ki Ukrayna savaşının her şeyin belirleyicisi olacağını iddia edenler gibi, Pasifik savaşının merkez olacağını iddia edenler de yanılmışlardı. Peki, doğru olan nedir? 3. Dünya Savaşı’nın tek bir bölgede değil, birkaç bölgede birlikte devam edebileceğidir. Bununla birlikte Ortadoğu’nun merkezi rolünü ve önemini devam ettireceğidir.
Pasifik’te Çin’e karşı yeni bir ittifak oluşturuldu
Şimdi her üç bölgede de benzer durumlar yaşanıyor. ABD, Avrupa’da NATO’yu daha da genişleterek, Rusya’ya karşı etkili bir mücadele yürütmeye çalışıyor. Ukrayna’yı da böyle bir mücadelenin merkezi yapıyor. Deniyor ki, Rusya yönetimi mevcut Ukrayna savaşı için yıllardır hazırlanıyordu. Peki, ABD ne yapıyordu? Şimdi çok daha net bir biçimde açığa çıkıyor ki, ABD de tıpkı Rusya gibi yıllardır Ukrayna savaşı için hazırlanıyordu ya da Ukrayna’yı böyle bir savaşa hazırlıyordu. Yani işbirlikçi Ukrayna yönetimi 1990’ın işbirlikçi Kuveyt yönetimi olurken, Putin yönetimi de Saddam yönetiminin durumuna düşüyordu.
Aynı ABD, Pasifik alanında da Çin’e karşı benzer bir ittifak oluşturup etkili çıkar mücadelesi geliştirmeye çalışmaktadır. Nitekim bir süre önce ABD’nin, İngiltere dahil bazı Pasifik ülkeleriyle birlikte Çin’e karşı yeni bir ittifak oluşturduğu açıklandı. Bu temelde Pasifik mücadelesinin giderek kızışacağı ifade edildi. Belki de bu tür ittifaklara katılabilmesi için İngiltere Avrupa Birliği’nden ayrıldı.
Diğer yandan, Ortadoğu’nun birçok bölgesindeki savaş durumu devam ediyor. ABD-İran gerginliği ve savaşı bölge üzerinde sürüyor. Bir yandan nükleer anlaşma konusu müzakere edilirken, bir yandan da çatışmalı durum olduğu gibi yaşanıyor. Irak’ta bir türlü yeni hükümet kurulamıyor. Irak ve Suriye’de kriz durumu sürerken, ABD ve İsrail’in bu ülkeleri parçalayacağı görüşü daha yüksek sesle dillendiriliyor. Dahası son dönemde diplomatik trafik daha da hızlanmış durumda. İsrail’in çeşitli Arap devletleriyle ilişkileri son derece ileri düzeye ulaştırıldı. İsrail-TC ilişkileri yeniden geliştiriliyor. Yine TC-Suudi ilişkilerinde gözle görülür bir gelişme var. KDP, neredeyse AKP-MHP ile kardeş parti haline getirildi.
Deniyor ki, mevcut ABD yönetimi, İran’a karşı, merkezinde İsrail ve Arap devletlerinin bulunduğu bir Ortadoğu ittifakı hazırlamaya çalışıyor. Son İsrail ve Suudi görüşmeleri, sanki TC devletinin de söz konusu bu ittifaka dahil edildiğini gösteriyor. Bu biçimde İran, bölgesel bir ittifak tarafından kuşatma altına alınmaya çalışılıyor. Böylece İran’a karşı savaşta ABD yönetimi yeni bir hamle yapacak.
Kuşkusuz bu görüşün önemli bir gerçek payı olabilir. Ortadoğu’da son derece hareketlenen diplomasi trafiğinin bir boyutunu bu oluşturuyor. Fakat diğer bir boyutu da Ortadoğu petrol ve doğal gazının Avrupa’ya daha fazla taşınması oluşturuyor. Kendilerince Ukrayna savaşı nedeniyle Rusya üzerinden sağlanan petrol ve doğal gaz akışının kesilmesi bu biçimde telafi edilmiş olacak. Avrupa ve ABD, bu biçimde Rusya doğal gazına bağımlı olmaktan kurtulacak. Geçmişte Rusya’nın müdahalesi nedeniyle Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de bu yönlü birlik oluşturulamadığı gibi karşı ittifaklar ortaya çıkıyordu. Ancak şimdi Ukrayna savaşının etkisiyle Rusya müdahalesi zayıfladı ve ABD öncülüğünde birliğin önü açılmış oldu.
Bu duruma bazı çevrelerce “ABD’nin üç NATO’su” deniyor. Birincisi Avrupa’daki mevcut olandır ve daha da genişletilerek Rusya’ya karşı mücadelede kullanılacaktır. İkincisi Çin’e karşı Pasifik’te oluşturulan beşli ittifaktır. Üçüncüsü ise, İran’a karşı oluşturulmaya çalışılan Ortadoğu NATO’suymuş. Kuşkusuz bunlar tartışılan ve değerlendirilen hususlardır. Bilgi edinilmesinde ve siyasi değerlendirmelerde kullanılmasında belli bir yarar vardır. Aşırı bir ABD merkezli görüş olarak eleştirilebilir. Fakat günümüzün çok merkezli kapitalist modernite sisteminde ABD’nin birinci pozisyonda olduğu da açıktır. Önder Apo’da mevcut durumu böyle tanımlamaktadır. Her ne kadar Trump yönetimi ABD’yi içe yönelttiyse de Biden yönetimiyle birlikte bu durum değişti ve mevcut ifade edilenler ortaya çıktı.
Tabi bunlar ABD’nin hesapları ve planları olabilir. Ancak bunların uygulanıp uygulanamayacağı veya ne kadar uygulanabileceği belli değildir. Örneğin ABD, Avrupa devletlerini Rusya’ya karşı mücadeleye ne kadar yöneltebilecek ve böyle bir mücadele içinde ne kadar tutabilecektir? Açık ki bu durum tam belli değildir. Şimdilik Rusya’ya karşı yaptırımlara yöneltebilmektedir, ancak bu durumun ne kadar ve nasıl devam edeceği belirsizdir. Yine Pasifik ittifakını ne kadar geliştirip devam ettirebilecektir; bu da belli değildir. Zaten Avrupa devletlerini böyle bir ittifak ve mücadele içine sokamamaktadır. Onun için İngiltere’nin AB’den ayrılmış olma ihtimali güçlüdür. Ortadoğu’ya gelince, ABD zaten baştan beri Avrupa devletlerini, özellikle Almanya ve Fransa’yı İran’a karşı aldığı tutum ve geliştirdiği yaptırımlar içine çekememişti. Avrupa devletleri İran’ın mevcut yönetimiyle her zaman iyi ekonomik ilişki içinde olmuşlardır. Dolayısıyla bundan sonra da İran ile savaşır duruma sokulmaları zordur. Elbette bu durum Ortadoğu’da İran’a karşı birleştirilmek istenen güçleri de etkileyecektir. Herhalde bu nedenle ABD yönetimi bölgesel ittifaklar oluşturmaya yönelmektedir. Açık ki Rusya, Çin ve İran’a karşı birlikte mücadele etmesi çok zordur. Bu durum adeta Asya’ya karşı mücadele etmek anlamına gelir ki, Avrupa ve Amerika birleşse bile bunda başarılı olmaları artık imkânsız gibidir. Dahası önümüzdeki kasım ayında yapılacak ara seçimde Biden yönetimi kaybederse, yeniden Trump çizgisiyle uzlaşmak zorunda kalabilir. Kısaca sonrasının nasıl olacağını gelişmeler gösterecektir.
Ortadoğu petrolünün ve doğal gazının Avrupa’ya aktarılması
Elbette her üç bölgedeki durum da TC devletini ve Özgürlük Hareketimizi yakından etkilemektedir. AKP-MHP faşizminin 14 Nisan günü havadan başlattığı ve 17 Nisan’dan itibaren karadan işgale dönüştürdüğü saldırı, çok büyük ölçüde Ukrayna savaşından etkilenmiştir. Kuşkusuz en fazla etkileyen de Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler ve çatışmalardır. Hem İran’a dönük sözü edilen kuşatma durumu ve hem de Ortadoğu petrolünün ve doğal gazının Avrupa’ya aktarılma durumu Özgürlük Mücadelemizi doğrudan etkilemektedir. Çünkü, diğer etkenler yanında bir de söz konusu enerjilerin aktarılma yolu meselesi vardır. Eğer ABD ve Avrupa Birliği TC devleti ile anlaşırsa, o zaman en kısa ve ucuz yol Kürdistan üzerinden geçecektir. Tabi mevcut TC-KDP ittifakı bir süredir işte bu temelde oluşturulmuştur. Yol anlaşmasını bu ittifak yapacak, bu işlemin gerçekleşebilmesi için de PKK’nin imhası ve etkisiz kılınması gerekecektir. O zaman TC ve KDP ittifakı, söz konusu yolun işleyebilmesi için PKK’nin birlikte etkisiz kılınmasını AB’ye ve ABD’ye daha fazla dayatacaktır. Nitekim daha şimdiden böyle bir dayatma söz konusudur ve ileriki süreçte bu durum daha çok artabilecektir.
3. Dünya Savaşı yeni bölgelere yayılarak devam etmekte, fakat mevcut savaş da sistemin kriz ve kaosunu hafifletmeye yetmemektedir. 2. Dünya Savaşı gibi bir savaş içine girmeyi ise mevcut silah düzeyi ile taraflar göze alamamaktadır. Kapitalist modernite sistemi azami kâr ve birikim mantığını da aşıp demokrasiye duyarlı hale gelemediği için, mevcut kriz ve kaos durumunu düşük yoğunluklu bölgesel savaşlarla, özel savaş ve kriz yönetimleriyle sürdürmeye çalışmaktadır. Sistemin bu durumdan kendi gücüyle çıkacağına ve kriz-kaos durumunu hafifleteceğine dair herhangi bir işaret şimdilik gözükmemektedir. Dolayısıyla geriye tek çare olarak alternatif bir sistem çıkışı kalmaktadır. İnsanlığın kaderi ve geleceği böylesi bir çıkışın gerçekleşmesine bağlıdır. Bu da sistem karşıtı güçlerin bilinç, örgütlenme, birlik ve eylemliliğiyle gerçekleşebilecek bir durum olmaktadır.
Ne yazık ki, mevcut durumda gözüken, sistem karşıtı güçlerin bilinç, örgütlenme ve eylem bakımından zayıf olması durumudur. Söz konusu zayıflığı aşmaya çalışan birinci güç kuşkusuz kadın özgürlük hareketleridir. Bu çerçevede önemli bir bilinçlenme, örgütlenme ve eylem durumu yaşanmaktadır. Dünyanın dört bir yanında farklı düzeylerde de olsa kadın mücadeleleri söz konusudur. Ancak bunların doğru bir kadın özgürlük çizgisi temelinde gelişmemesi, birlik olup etkili hale gelmemesi için erkek egemen zihniyet ve siyasetin ideolojik düzeyde, tek tek devletler eliyle ve ittifak dahilinde çok yoğun bir saldırısı vardır. Bunları dikkate alarak, bu hususları aşma ve kadın özgürlük mücadelesini her alanda örgütlü ve eylemli kılma gereği ortadadır.
Sistem karşıtı diğer güçlerin durumu çok daha geri ve zayıf haldedir. Bir dönem etkili görünen ekolojist hareketler, yeşilcilerin partileşerek sistem içine girmeleriyle ve bunun dışında kalanların da marjinalleşmesiyle daha geri ve zayıf duruma düşmüştür. Aslında yeşil partilerin sistem içinde belli bir etkinlikleri gelişmektedir. Fakat reformist yapılarıyla bu gücü alternatif sistem mücadelesine dönüştürememektedirler. Gençlik hareketlerinin her alanda özel savaş etkisi altına alındığı ve iyice zayıf konuma getirildiği gözlenmektedir. Yine işçi ve emekçi hareketleri oldukça zayıf ve reformist duruma düşürülmüştür.
Fakat somut durum böyledir diye, bu durum demokratik modernite çizgisinde alternatif sistem çıkışlarının olamayacağı anlamına gelmez. Kapitalist modernite sisteminin çözümsüzlüğü ve sürekli derinleşen krizi, sistem dışı güçleri daha çok arayışa yöneltmektedir. Dahası böylesi dönemlerde gerçekten de bir kıvılcım tüm bozkırı tutuşturabilir. Mao’nun bu belirlemesinin küresel düzeyde hayat bulacağı koşullar yaşanmaktadır. Toplumsal var oluşun kuantumik hareketi de böylesi çıkışları olasılık dahilinde görmektedir. Dolayısıyla sistemin iç durumunu tartışıp ne yapabileceklerini sorgulamak yerine, esas olarak sistem dışı güçlerin alternatif çıkışı üzerinde yoğunlaşmak, ‘zayıftırlar, kısa sürede bir gelişme olmaz’ demek yerine umutla bu güçlerin eğitim, örgütlenme ve eylem faaliyetlerini geliştirmek daha doğrudur. Önder Apo’nun geliştirdiği Demokratik Uygarlık çizgisi bizden bunu istemektedir.
AKP-MHP faşizminin ucuz zafer kazanma arayışı
Değerli Yoldaşlar!
AKP-MHP faşizminin havadan 14 Nisan’da, karadan ise 17 Nisan’da başlattığı Zap ve Avaşîn’e, 25 Mayıs’tan itibaren ise Metîna’ya yönelik işgal saldırıları iki buçuk ayını dolduruyor. Merkez Karargah Komutanlığımız ve HPG-BİM, bu temelde yaşanan savaşın bilançosunu günlük, haftalık ve aylık olarak kamuoyu ile paylaşıyor. Dolayısıyla önce Zap ve Avaşîn’de, daha sonra ise Zap’ın batısı ile Metîna’da nasıl bir savaşın yaşandığını hemen herkes biliyor.
17 Nisan işgal saldırısının nedenleri ve amaçlarına gelince, aslında bu durumu biz Mayıs Talimatı’nda geniş olarak değerlendirmiştik. AKP-MHP faşizminin 2021 yılında önce Garê’de, daha sonra ise Metîna, Zap ve Avaşîn’in sınır hattındaki işgal saldırılarında ciddi bir biçimde kırıldığını ve böyle yeni bir saldırı yapacak güçten düştüğünü belirtmiştik. Ancak buna rağmen 17 Nisan işgal saldırısı gündeme geldi. Neden? Çünkü Ukrayna savaşı kapsamında yaşanan gelişmeler AKP-MHP faşizmine böyle yeni bir saldırı yapma imkânı ve gücü verdi. Bu temelde ABD ve KDP’nin desteği ve teşviki AKP-MHP faşizmini böyle bir işgal saldırısına yöneltti.
Elbette bununla birlikte TC’nin tarihi “Misak-ı Milli” hedefleri de vardı. TC kurucusu Mustafa Kemal, Hatay’ın işgal ve ilhakında olduğu gibi, fırsat bulunduğunda geçmişte Misak-ı Milli içinde yer alan toprakların yeniden parça parça işgal ve ilhak edilmesini vasiyet etmişti. Yani Kürdistan’ın Rojava ve Başûr parçalarının ele geçirilmesini istemişti. AKP-MHP faşist-soykırımcı diktatörlüğü ise, bunun için imkân ve fırsatların oluştuğunu değerlendirmişti. Bu temelde faşist şef Tayyip Erdoğan, söz konusu işgal ve ilhak planını BM Genel Kurulu’na sunmuş, hazırladığı haritayı herkese göstermişti. Bu çerçevede de 26 Ağustos 2016 tarihinden itibaren Suriye ve Irak sınırlarını geçerek söz konusu işgal saldırılarını başlatmıştı. Kısaca böyle bir işgal ve ilhak saldırısı AKP-MHP faşizmi için yerine getirilmesi gereken bir görevdi. Nitekim fırsat ve imkân bulunduğu her durumda bunun gereğini yerine getirmek zorundaydılar. Ukrayna savaşı temelinde kısmi bir imkân ve fırsat oluşunca ve ABD ile KDP’nin somut desteği ortaya çıkınca da söz konusu “milli görevi” yerine getirmek istediler.
Tabi bunlarla birlikte AKP-MHP faşizminin ucuz zafer kazanma ve bu temelde içerdeki oy oranını artırma arayışı da vardı. Eğer bunu başarırsa hileli ve göstermelik bir seçim de yaparak faşist iktidarını yenilemeyi hesaplıyordu. Nitekim böyle bir fırsat ve imkân da bulunca, Zap ve Avaşîn derinliklerine yönelik yeni bir işgal saldırısında kullanmak istedi. Kuşkusuz söz konusu amaçları doğrultusunda da hızlı ve yoğun bir saldırı ile gerilla direnişini kırmayı, belki de gerillayı alandan kaçırtmayı, böylece kendi açısından yeni bir zafer kazanarak iktidar ömrünü uzatmanın gerekçelerini elde etmeyi hedefledi.
Gerilla AKP-MHP faşizmini Zap’a kilitledi
AKP-MHP faşizmi başlangıçta söz konusu hedefe uygun bir biçimde ve yoğun bir askeri ve teknik güçle dar bir alana dönük işgal saldırısı yürüttü. Bu temelde Çiyayê Reş, Şikefta Birîndara, Karker, Kurêjahro, Şehit Şahin ve Werxelê alanlarını hedefledi. Hızlı ve somut sonuç alabilmek için, her alana birden yoğun güç indirmek istedi. KDP alanını kullanarak güçlerini ve helikopterlerini Başûr’dan hareket ettirdi. Hazırladığı çete güçlerini kullanarak, belli bir savaş zayiatını da göze aldı. Tabi yönetimimiz siyasi gelişmeler temelinde böyle bir işgal saldırısının başlatılabileceğini değerlendiriliyordu ve bu temelde gerillanın önemli bir hazırlığı da vardı. Çoğu alanda gerilla söz konusu havadan indirmelere fırsat vermedi. Bunun üzerine düşman hem havadan indirme çabalarını sürdürdü ve hem de sızma yaparak karadan ilerlemeye ve tepeleri bu temelde tutmaya yöneldi. Bu da fark edilince, çok sayıda karadan ilerleme gücü yine gerilla eylemleriyle darbelenip düşman hareketi sınırlandırıldı ve hızı yavaşlatıldı. Gerillanın koordineli tünel ve tim savaşı AKP-MHP faşizminin hızlı ve somut sonuç alma planını boşa çıkartmayı bildi.
İşte bu durum AKP-MHP faşizminin 17 Nisan işgal saldırısını ciddi bir çıkmaza soktu. Gerillayı Zap’ta kilitlemek üzere saldırı başlatan AKP-MHP faşizmi, böylece kendisi kilitlenmiş hale geldi. Başka bir deyişle adeta batağa saplanmıştı. Böyle bir durumda kuşkusuz geri çekilemezdi. Çünkü geri çekilmek demek, Şubat 2008 Zap saldırısında Yaşar Büyükanıt ve İlker Başbuğ’un durumuna düşmek demekti. Bunun da ne anlama geldiği İlker Başbuğ’un yargılanma ve hapse atılma durumuyla netlik kazanmıştı. Günümüz Zap saldırısının sözde komutanları Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli böyle bir duruma elbette düşmek istemiyordu. Bunun üzerine yeni arayışlara girdiler ve bazı yeni adımlar atmaya yöneldiler.
Peki neydi bu yeni adımlar? Kuşkusuz bunun bir yanı savaş alanına daha fazla çete sevk etmek ve daha çok yasak silah kullanmaktı. Ayrıca KDP’yi daha çok savaşın içine çekmek ve imkânlarından faydalanmaktı. Diğer önemli bir yan ise, özellikle Çiyayê Reş ve Rubar Tepesi alanlarını koruyabilmek için savaşı Zap’ın batısına yaymaktı. Nitekim 25 Mayıs tarihinden itibaren Cudi, FM ve Hakkari tepeleri alanlarına indirme yaparak ve savaşı Metîna’ya taşırarak bunu gerçekleştirmeye çalıştılar. Yani savaşı Zap’ın batısına taşırma düşmanın bir istemi ve başarısının sonucu değildi. Tersine Zap ve Avaşîn alanlarında içine girdiği çıkmazdan kurtuluş için çare arayışıydı. Tabi Zap’ın batısının AKP-MHP faşist çeteleri için çare olması mümkün değildi. Gerilla için çok daha mükemmel olan bu alanlar, ancak AKP-MHP faşizminin daha çok ölüm ve çıkmaz alanları olabilirdi. Nitekim sonuç öyle de oldu. AKP-MHP faşizmi en büyük darbeleri saldırdığı bu yeni alanlarda yedi.
AKP-MHP faşizmi için Ukrayna savaşının oluşturduğu imkânlar tükeniyor ve zaman gittikçe daralıyor. Bu biçimde doğusu ve batısıyla Zap alanını işgal edemediği ve ilhak görevini başaramayacağı açığa çıkmış bulunuyor. Daha da önemlisi, iktidar ömrünü uzatabilmek için AKP-MHP faşizmine Zap sahasında ucuz bir zafer kazanma imkânı giderek tamamen yok oluyor. Gündem saptırarak başarısızlığını gizleyecek yeni verilere ve yeni ucuz zafer kazanma alanlarına ihtiyacı var. Belli aralıklarla gerçekleştirilen Şengal saldırıları ile Yunanistan’la yaratılan suni gerginlik durumları esasta gündem saptırma anlamına geliyor. Bir süredir Rojava’ya dönük saldırı tehditleri ise, yeni kolay ve somut zafer kazanma ve buna dayanarak iktidar ömrünü uzatmaya çalışma arayışını oluşturuyor.
Tabi bunlar AKP-MHP faşizminin hesapları ve arayışlarıdır. Sonuç verip vermeyeceği ise pratikte belli olacaktır. Nitekim gündem saptırma arayışları çok fazla etkili olmamıştır. Rojava’ya dönük saldırı tehdidi ise efendilerinden icazet alamadığı için şimdiye kadar gerçekleşmemiştir. Öyle anlaşılıyor ki, bazı nedenlerle ABD ve Rusya istedikleri icazeti vermemektedir. En azından şimdiye kadarki durum böyledir. Bu durumu aşabilmek için, AKP-MHP faşizminin şantaj politikalarına hız verdiği görülmektedir. İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girme meselesini tamamen böyle bir şantaj aracı haline getirdiği ortadadır. Yine Rusya ilişkilerini de bu temelde kullanmak istemektedir. Dolayısıyla Rojava’ya dönük saldırı tehditleri ciddiye alınmak ve hazırlıklı olunmak durumundadır.
Çok açık ki, genelde PKK’ye dönük imha ve tasfiye saldırıları için, özelde ise Kuzey-Doğu Suriye’ye yönelik yeni işgal saldırıları için gereken imkân ve desteği elde edebilme noktasında AKP-MHP faşizmi elindeki tüm kozları kullanacaktır. Bu çerçevede İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılma meselesini şimdiye kadar kullandı ve sonuna kadar da kullanacağı açıktır. Yine Ortadoğu petrol ve doğal gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya aktarılması konusunu pazarlayacak, bu çerçevede PKK’ye karşı imha saldırıları için daha fazla ve uzun süreli imkânlar elde etmeye çalışacaktır. Bu temelde kolaylaştırıcı etken olarak KDP işbirlikçiliğini sonuna kadar kullanacaktır. Tabi Türkiye’nin imkânlarını da tümüyle pazarlayacaktır.
Bu konularda AKP-MHP faşizmini engelleyecek ciddi bir şey bulunmamaktadır. Türkiye’nin pazarlanacak ekonomik ve siyasi imkânları az değildir. ABD ve NATO’nun PKK’ye bu kadar fazla saldırması ve KDP’yi bu denli esas alması, yeni süreçte şimdiye kadar bolca lafı edilen demokrasinin izinin bile kalmayacağını ve bazılarının dillendirdiği sözde yeni sistemin daha çok diktatöryal olacağını göstermektedir. ABD ve NATO’nun özgür Kürdistan’a bu kadar karşı çıkması ve KDP işbirlikçiliğini bu kadar esas alması bunun açık göstergesidir. Bu da AKP-MHP faşizmi için ciddi bir imkân demektir.
KDP işbirlikçiliği etkisiz kılınmadıkça Kürt özgürlüğü gerçekleşmez
KDP gibi bir desteği değil AKP-MHP faşizmi, dünyada hiçbir güç bulamaz. Çünkü talan edeceği sınırlı bir toprak üzerindeki sınırsız egemenliği karşısında tüm ülkeyi ve ulusu bu düzeyde satabilen başka bir güç örneği bu dünyada bulunmaz. KDP’nin geldiği nokta işte böyle bir nokta olmaktadır. Geçmiş tarihi süreçte ve özellikle Lozan sürecinde örnekleri görülen işbirlikçilik türleri KDP tarafından çoktan aşılmıştır. KDP işbirlikçiliği etkisiz kılınmadıkça Kürt özgürlüğünün gerçekleşmeyeceği açıktır.
Kuşkusuz bir de Türkiye siyasetinin durumu vardır. CHP etrafında toplanan altılı masadan oluşan sistem içi muhalefetin aslında Türkiye’nin temel sorunlarıyla hiçbir ilişkisi yoktur. Türkiye siyasetinin geleceği Zap savaşında belirlenirken, muhalefet bu savaştan habersiz gibi davranmaktadır. Muhalefet bu yaklaşımıyla AKP-MHP faşizmine tam destek vermektedir. Muhalefetin Kürt sorunu zihniyet ve siyasetinin AKP-MHP faşizminden hiçbir farkının olmadığı çok iyi görülebilmektedir. Bu da aslı dururken taklidine gerek olmaması misali, Kürdistan’da savaş sürdükçe AKP-MHP iktidarının değişmesinin zor olacağı anlamına gelmektedir.
Açık ki AKP-MHP faşizmi için sadece iki handikap söz konusudur. Birincisi gerillanın fedai çizgide direnmesi ve Zap örneğinde olduğu gibi yenilmemesi ve ikincisi de AKP-MHP faşizmi için zamanın daralmasıdır. Yirmi yıldır iktidarda olan AKP için belli ki artık zaman daralmış durumdadır. Dolayısıyla elini çabuk tutması ve hızlı zafer kazanması zorunludur. Bu da elbette ki öyle kolay olmamaktadır. Bu noktada Kürdistan Özgürlük Gerillası giderek artan bir güçle direnmekte ve AKP-MHP faşizminin zafer kazanmasına fırsat vermemektedir. Tabi AKP-MHP belasından kurtulabilmek için bu durum da yeterli olmamaktadır. Gerillanın halkı da savaşa çekerek AKP-MHP faşizmini yenilgiye uğratma gücünü göstermesi gerekmektedir.
ABD müdahalesi bölgede ciddi hiçbir çözüm ortaya çıkarmamıştır
Değerli Yoldaşlar!
Çok açık ki, önümüzdeki bu bir yıl hem kapitalist modernite sistem için, hem Türkiye için, hem de bizim için çok önemli bir yıl durumundadır. Siyaseten oldukça kritik bir yıla girdiğimiz söylenebilir. Belki de mücadele tarihimizin en kritik yıllarından biri olarak görülebilir. Bu durum, güçlü devrimci çıkışlar yapmak için daha fazla imkân ve fırsata sahip olmayı içerdiği gibi, ciddi saldırılara maruz kalma ve tehlikeler içermesi açısından da böyledir.
Öncelikle kapitalist modernite sisteminin çok daha derin bir kriz ve kaos yaşadığı açıktır. Sistem son yirmi yıldır Ukrayna krizi gibi ağır bir durumla karşı karşıya gelmemiştir. Kuşkusuz Ortadoğu ve Güney Asya’da yaşadıkları da önemlidir, fakat Ukrayna krizi kadar sistemi göbeğinden zorlayan bir yapıya sahip değildir. Kaldı ki Ortadoğu krizi ve kaosu da devam etmektedir. Otuz iki yılı bulan aktif ABD müdahalesi bölgede ciddi hiçbir çözüm ortaya çıkarmamıştır. Tersine sorunları daha da ağır ve karmaşık hale getirmiştir. Mevcut ağırlığıyla Ortadoğu krizi ve kaosu da sürmektedir. Dahası bunlara bir de Pasifik krizi eklenmiş bulunmaktadır. Geçen süreçte tüm gücünü kullanmasına rağmen Ortadoğu krizine ciddi hiçbir çözüm getiremeyen sistem şimdi bir de buna Ukrayna ve Pasifik krizinin eklenmiş olması durumuyla karşı karşıyadır. Bu da kapitalist sistem içi çelişki ve çatışmaların daha çok artacağı anlamına gelmektedir.
Kuşkusuz kapitalist modernite sisteminin çelişki ve çatışmalarının artması Demokratik Modernite güçleri açısından kötü değildir. Tersine devrimci mücadele için daha çok fırsat ve imkânın ortaya çıkmasına yol açar. Bu olumlu yandır ve önseziyle ve doğru yaklaşımla önceden görüp etkin değerlendirmeyi gerektirir.
Fakat hiçbir şey tek yanlı değildir ve düz bir biçimde gelişmez. Sistem içi çelişki ve çatışmaların artmasının olumlu yanları olduğu gibi, tersine olumsuz yanları da mevcuttur. Örneğin bir süredir NATO’nun durumu ve İsveç ile Finlandiya’nın NATO’ya katılması tartışılmaktadır. TC devletinin bu durumu PKK’ye karşı pazarlık konusu yaptığı ve bu temelde NATO’yu Kürt soykırımına daha aktif destek verir hale getirmeye çalıştığı açıktır. Nitekim yapılmakta olan NATO toplantısının da en önemli gündemlerinden biri budur ve TC ile İsveç ve Finlandiya’nın anlaştığı ifade edilmektedir. Peki bu anlaşma ne karşılığında oldu? Çok açık ki Kürtler ve PKK karşıtlığında oldu. “Teröre karşı mücadele ve Türkiye’nin güvenliğinin korunması” adı altında İsveç ve Finlandiya devletlerinin TC’ye daha çok siyasi ve askeri destek vermesi ve Kürt soykırımına daha çok ortak olması temelinde gerçekleşti.
Burada denebilir ki ‘olsun’ zaten tüm NATO ve kapitalist modernite sistemi Kürt varlığına ve özgürlüğüne karşı değil mi’? Evet karşı da söz konusu bu karşıtlığın aktifleşme düzeyi de bizim açımızdan önemlidir.
Diğer yandan, Ukrayna savaşı ve krizinin sistem içi ilişkileri nasıl şekillendireceği tam belli değildir. Rusya ile belli bir çatışmaya girilmiş ve Sovyetler Birliği’nin yıkılışından bu yana oluşturulmaya çalışılan ilişkilerin çok önemli bir bölümü kırılmıştır. Buna karşılık sistem içinde ABD’nin ve NATO’nun etkinliği artmış ve bu bayrak altında birlik olma eğilimi güçlenmiştir. Fakat bu her iki durumun da nasıl somutlaşacağı henüz belli değildir. Mevcut NATO toplantısıyla birlikte önümüzdeki yıl boyunca bu konu en temel bir gündem olarak yer alacaktır. Böyle bir süreçte kapitalist modernite sistemi içinde demokratik çıkışlar olabilir ve eğer gerçekleşirse bu tür çıkışlar elbette önemlidir. Ancak bunun tüm sistem açısından geçerli olmayacağı, tersine sistemin demokrasiyi daha da daraltarak militarizme ve daha çok baskıcılığa kayacağı söylenebilir. Kuşkusuz bu da faşist ulus-devlet diktatörlüklerini daha çok destekleme ve besleme anlamına gelecektir.
Bu noktada Ortadoğu petrol ve doğal gazının Avrupa’ya daha çok taşınması konusu da bizim açımızdan önemli olmaktadır. Çünkü en kolay yol Türkiye üzeri aktarımdır ve o da Kürdistan’dan geçmektedir. Kürdistan bu temelde de daha fazla küresel çelişki ve çatışmaya sahne olacaktır. Eğer öngörülü olunur, doğru yaklaşılır ve bu durum Kürdistan’ın özgürlüğüne bağlanabilirse, bu durumda özgürlük mücadelesi açısından daha çok fırsat ve imkân ortaya çıkar. Çünkü en istikrarlı işleyiş ancak Kürdistan’ın özgürlüğü temelinde olabilir. Kürt inkârı ve imhası her zaman çatışma ve istikrarsızlık doğurur. Fakat azami kâr da daha çok baskı ve egemenlik ister. Dolayısıyla azami kâr sistemi esas olursa, bunun TC-KDP ittifakına dayanacağı ve bu temelde de PKK’nin imhasının gerekeceği açıktır. Böyle bir durumda mevcut olan işgal ve ilhak saldırılarının daha da artması ve uzun bir sürece yayılması anlamına gelir.
Görülüyor ki önümüzdeki yılda küresel sistem kendi içinde ve Kürdistan etrafında son derece hareketli olacaktır. Bu, siyasi, ekonomik ve askeri hareketlilik Kürdistan özgürlük mücadelesini geliştirmek için önemli imkânlar ve fırsatlar yaratacağı gibi, ciddi tehdit ve tehlikeler de ortaya çıkartabilecektir. Söz konusu bu durumu daha şimdiden öngörüp, imkân ve fırsatları artırıcı ve bunları etkin kullanıcı bir sürecin gelişmesi için büyük bir duyarlılıkla çaba harcamak gerekir. Kuşkusuz bizim açımızdan esas olan öz gücümüz ve devrimci halk savaşı stratejisi temelinde gelişen silahlı direniştir. Fakat bunların etkili gelişip başarılı olabilmesi için de ciddi bir politik yaratıcılığa ve etkinliğe ihtiyaç vardır.
TC derin devleti yüzüncü yılı soykırımın zafer yılı yapmak istemektedir
Benzer bir durum Türkiye’nin içi açısından çok daha belirgin olmaktadır. Önümüzdeki Ekim ayıyla birlikte cumhuriyetin yüzüncü yılına girilecektir ki, bu temelde Kürt soykırımında zafer ilan edebilmek için yoğun bir çaba ve hazırlık vardır. TC derin devleti yüzüncü yılı soykırımın zafer yılı yapmak istemektedir. Faşist şefler Tayyip Erdoğan ile Devlet Bahçeli her fırsatta bu durumu dile getirmektedir. Muhalefet karşısında bu temelde ciddi bir etkinlik de kazanmaktadır. Bizim de bu gerçeği dikkate alıp ona göre hareket etmemiz gereklidir.
Şurası açık bir gerçektir ki, Kürt düşmanlığı ve soykırımı dışında mevcut devletin yüz yıl önce kurulmuş cumhuriyetle çok fazla bir bağı da kalmamıştır. Çok açık ki, cumhuriyete zemin oluşturan İttihat ve Terakki Cemiyetinin yönü Orta Asya’ya dönüktü ve Enver Paşa Orta Asya bozkırlarında savaşırken öldü. Cumhuriyeti kuran Mustafa Kemal’in yönü ise Avrupa’ya dönüktü ve Türkiye’yi Avrupalı yapabilmek için çalıştı. İktidarı ve muhalefetiyle şimdiki TC siyasetinin ise aslında hiçbir yönü bulunmuyor. İki cami arasında kalmış beynamaz gibi, ne Avrupalı olabiliyor ne de Orta Asya’ya dönebiliyor. İşte bu şekilsizlik daha çok tehlikelidir. Çünkü her yöne savrulmaya açıktır. Dahası tüm imkânları toplayarak sadece Kürt halkına saldırmakta ve Kürt soykırımını tamamlamaya kilitlenmiş bulunmaktadır.
Kuşkusuz önümüzdeki yılın bir de seçim yılı olması gerçeği var. Haziran sonu itibariyle artık seçim yılına girilmiştir ve amiyane deyimle artık geri sayım başlamıştır. Fakat mevcut koşullarda seçimin yapılıp yapılamayacağı, yapılacaksa bunun nasıl olacağı henüz belli değildir. Ancak bir yıl sonra da yönetim olgusunun bir çözüme bağlanması zorunludur. Yani TC devleti yönetim sorununu çözmek, bir biçimde yeni bir yönetim oluşturduğunu dünyaya ilan etmek durumundadır. Peki bu nasıl olacaktır? En muğlak ve karmaşık soru işte budur. Açık ki mevcut AKP-MHP faşizminin iktidarı bırakmaya hiç niyeti yoktur. Fakat eski türden bir seçimi kazanması da artık mümkün görünmemektedir. Sistem içi muhalefet sert bir iktidar mücadelesi yürütmese de Türkiye içinde ve dışında önemli bir desteği vardır. Çoğunluk Türkiye’de yönetim değişikliği istemektedir. Fakat mevcut Türkiye sistemi bu değişikliği yapabilecek durumda değildir. Dahası olası bir seçimde belirleyici güç Kürt halkı ile Türkiye’nin demokratik çevreleridir. Mevcut sistem ise, söz konusu bu güçlerin varlığını bile reddetmekte ve siyaseten yok edebilmek için her türlü baskı ve hile yöntemine başvurmaktadır.
Türkiye tam bir kaos içinde
Peki, Türkiye’de ne olacak, önümüzdeki bir yıl içinde neler yaşanacaktır? Bu sorunun açık ve kesin bir cevabı yoktur. Türkiye aslında tam bir kaos içindedir. Dolayısıyla sorunun cevabı “Her şey olabilir” olmaktadır. Darbe mekaniği işleyebilir ve sistem içinde yeni darbeler gelişebilir. AKP-MHP faşizmi savaşla iktidarını sürdürmekten, baskı ve hileyle yönetime el koymaya kadar her şeyi yapabilir. Nitekim HDP’yi kapatma ve Kobanê davaları önemlidir. AKP-MHP faşizmi baskı, terör ve tutuklamaları giderek artırmaktadır. İç çatışma ve yeni katliamlar gelişebilir. Cumhuriyetin yüzüncü yılında “tek devlet ve tek millet” zaferi ilan etmeye hazırlanan Türkiye, tarihinin en büyük siyasi krizlerinden birini yaşayabilir.
Kısaca Türkiye’nin çok fırtınalı bir siyasi sürece girdiği açıktır. Bu fırtınalı ortam, özgürlükçü ve demokratik gelişmelerin sağlanması için de önemli bir fırsat ve imkân sunar. Önemli olan bu durumu zamanında görüp yeterince değerlendirmeyi bilmektir. Ancak bu yapılamaz ve AKP-MHP faşizmi yıkılarak Türkiye demokratik devrim sürecine sokulamazsa, o zaman her türlü faşist terör ve katliam, karşı-devrimci girişim gündeme gelebilir. İşte bu durumu görerek önümüzdeki yıla yaklaşmak, her an çok duyarlı ve dikkatli hareket etmek, demokratik örgütlenme, birlik ve eylemi doğru tarzda sürekli geliştirmek, yerinde ve zamanında atak ve girişken olmayı bilmek ve bu temelde mutlaka faşizmi yıkıp demokratikleşme sürecinin önünü açabilmek gerekir. Bu yıl Türkiye için çok ciddi bir değişim yılı olacaktır. Bunu Kürt özgürlüğüne dayalı bir demokratikleşme süreci olarak geliştirmeyi başarmak gerekir. Yoksa derinleşen kriz ve kaosun çok acı ve ağır sonuçları ile de karşılaşmak mümkündür.
O halde, önümüzdeki yılda Türkiye’nin demokratik devrim yaşayabilmesi için öncelikle savaşta AKP-MHP faşizminin yenilmesi ve demokratik siyasetin etkin, inisiyatifli hareket etmesi, yani 7 Haziran 2015’te olduğu gibi ‘AKP-CHP hükümet kursun’ diyen değil de kendisinin yönetime aday olması, tüm demokratik güçleri birleştirip harekete geçirirken birçok çevreyi de sürükleyebilmesi, devrimci-demokratik güçlerin birlik içinde hareket etmesi gerekir. Kuşkusuz belirleyici olan devrimci öncülüğün durumu ve tutumudur. Partimiz, Türkiye’nin devrimci güçleriyle oluşturduğu ittifakı daha da geliştirerek böyle bir öncülük rolünü mutlaka oynamak durumundadır. Demokratik siyaset oluşturduğu üçüncü ittifaka dayanarak ve onu daha da geliştirerek yönetim olma cüretini mutlaka gösterebilmelidir.
Çok açık ki, hem Türkiye’de ve hem de Ortadoğu’da ve küresel düzeyde etkili bir eylemlilik içinde olmak ve esas olarak stratejik müttefiklerimizin güçlenmesi ve birlik olunması için çalışmak gereklidir. Fakat bu temelde taktik ilişki geliştirme ve siyaset yapmayı da önemsememiz şarttır. Her alandaki iktidar ve devlet yapılanmaları içindeki çıkar çatışmalarında üçüncü siyasi çizgi olma gerçeğini daha dikkatli hayata geçirmemiz zorunludur. Bunları etkin bir diplomasiyle değerlendirebilmemiz önem taşımaktadır. Kısaca hem kendi öz gücümüzü ve dinamiklerimizi doğru ve etkin kullanabilirsek ve hem de taktik ilişkilerde imkân yaratan usta bir siyaset izleyebilirsek, giderek daha çok iç kargaşa yaşayacak olan Türkiye’de başarılı bir sonuç alabiliriz. Bu da tüm umudunu AKP-MHP’ye bağlayan KDP’nin çöküşü, işbirlikçiliğin yenilgisi ve özgür Kürt birliğinin önünün açılması olur.
Değerli Yoldaşlar!
Hareket olarak 2021-2022 kışında başta Merkez Komite toplantımız olmak üzere KCK, HPG, PAJK, KJK ve Komalên Ciwan düzeyinde yönetim toplantıları yaptık ve bu toplantılarda 2021 yılı pratiğini kapsamlı değerlendirerek önemli dersler çıkartıp somut kararlar aldık. Ayrıntıda aldığımız birçok karar yanında siyasi ve askeri kararlarımızın temel üç yönü vardı. Birincisi her alandaki tüm çalışmaları Devrimci Halk Savaşı stratejisi temelinde yeniden planlamak ve kendimizi buna göre örgütleyip gereken hazırlıkları yapmaktı. İkincisi, düşmanın işgal saldırılarına karşı Medya Savunma Alanları’nı etkin ve zafer kazanacak koordineli bir tünel ve tim savaşına göre yeniden planlayıp hazırlıklı kılmaktı. Üçüncüsü ise, koşullarımızı ve imkânlarımızı zorlayarak savaşı tüm alanlara yaymanın yol ve yöntemlerini geliştirmekti. Tabi bu üçüncüsü temelinde dağdaki savaşa paralel ova ve şehir savaşlarını da etkin olarak devreye koymaktı.
Kış sürecinde bu sonuçlar temelinde kendimizi eğittik ve hazırladık. Baharın başında dar bir yönetim toplantısıyla söz konusu çalışmaların sonuçlarını ve yaşanan gelişmeleri yeniden değerlendirdik. Ukrayna savaşında yaşanan gelişmelere dayalı olarak AKP-MHP faşizminin Medya Savunma Alanları’na yönelik yeni saldırı geliştireceğini öngörerek, buna göre de nelerin yapılması gerektiğini tartışıp kararlaştırdık. Yani düşmanın 14-17 Nisan saldırısına her zamankinden daha fazla hazırlıklıydık. Sadece düşman saldırısının tam olarak ne zaman başlayacağını bilemiyorduk. Bu nedenle, saldırının başladığı Zap ve Avaşîn alanındaki gerilla güçleri ilk anda savaşa belli bir adapte olma sorunu yaşadı. Fakat hızla bu durumu aşarak, kendini düşman saldırılarını karşılayacak ve etkili darbeleyecek bir konuma getirdi.
Savaş tek cephede değil, her yerde gelişti
AKP-MHP faşizmi 2021 yılında Zap, Avaşîn ve Metîna’nın kendisiyle sınır olan alanlarına saldırmış ve bu temelde gerillanın üslenmesini ve mevzilenmesini daraltmayı öngörmüştü. 17 Nisan 2022 saldırısıyla biraz daha ilerleyerek Zap ve Avaşîn’in bazı merkezi bölgelerine saldırmayı ve buraları işgal etmeyi öngördü. Bir de Kurêjahro alanına saldırarak gerillayı Başûr’dan kuşatmayı hedefledi. Bu temelde KDP imkânlarından gerektiği kadar yararlandı. Bu çerçevede 17 Nisan’dan itibaren esas olarak Werxelê, Şehit Şahin, Karker, Şikefta Birîndara, Kurêjahro, Çiyayê Reş ve Rubar Tepesi alanları düşman saldırısına uğradı ve savaş alanı haline geldi. 25 Mayıs’tan itibarense düşman Zap’ın batısındaki Cudi, FM ve Hakkari tepeleri alanlarına da saldırarak, buraları da savaş alanı haline getirdi.
Tabi burası düşmanın merkezi saldırı hattıydı ve mücadele tarihimizin en yoğun savaşına sahne oldu. Fakat düşman saldırıları sadece buralara dönük değildi ve savaş sadece buralarla sınırlı olmadı. AKP-MHP faşizmi, topyekûn özel savaş konsepti temelinde başta İmralı olmak üzere dört parça Kürdistan’daki ve yurtdışındaki tüm halka, hatta dostlarımıza, tüm savaş alanlarına ve direniş güçlerine karşı saldırı içinde oldu. Zap ve Avaşîn saldırılarına paralel olarak tüm Medya Savunma Alanları’na, Bakur eyaletlerine, Maxmur, Süleymaniye, Şengal ve Rojava alanlarına dönük kara veya hava saldırıları yürüttü. Hatta eş zamanlı olarak Şengal alanına dönük KDP dayatmalı Irak saldırısı bile gelişti. Yani savaş tek cephede değil, her yerdeydi.
Savaş her yerde olsa da merkezi Zap ve Avaşîn’di ve kader belirleyici savaş bu alanlarda yaşandı. Mevcut durum günümüzde de olduğu gibi devam ediyor. Günlük savaş tekmillerine bakıldığında ne denli bir savaş yoğunluğunun yaşandığı açıkça görülüyor. Düşmanın indirme ve kara hareketiyle alana çok yoğun bir güç sevk ettiğini ve savaş uçağı, helikopteri, keşif uçağı, obüs ve tank kullandığını, kimyasal silahla birlikte taktik nükleer silaha başvurduğunu, her gün onlarca hava saldırısı ve yüzlerce topçu atışı yaptığını belirtmemiz yeterlidir. Ukrayna savaşındaki yoğunluğun kat kat fazlasının Zap ve Avaşîn savaşında yaşandığını belirtmek abartı değildir. Düşman saldırılarına karşı gerillanın da günlük olarak en az 10-15 eylem yaptığı belirtilirse, savaşın yoğunluğu o zaman daha iyi anlaşılır.
Gerilla, Zap-Avaşîn-Metîna alanını AKP-MHP çeteleri için cehenneme çevirmiştir
Bilindiği gibi, bu saldırı AKP-MHP’nin son savaşı olarak ifade edilmiştir. Faşist şefler, bu savaşı kendileri açısından ‘ölüm-kalım’ savaşı olarak değerlendirmişlerdir. Buna göre de bir saldırı içinde olmuşlardır. Bu çerçevede başta ABD ve KDP olmak üzere çok sayıda devletin desteğini almışlar ve Türkiye’nin tüm imkânlarını bu savaşa seferber etmişlerdir. Zap ve Avaşîn gerillası işte böyle bir saldırıya karşı kelimenin gerçek anlamıyla yiğitçe, kahramanca, fedaice direnmiştir. 2008 Zap savaşından çıkartılan sonuçlar temelinde yürütülen hazırlıklara dayanarak çok etkili bir savaş performansı göstermişler, Zap, Avaşîn ve Metîna alanını AKP-MHP çeteleri için cehenneme çevirmiştir. Açıklanan bilançolar ve basına yansıyan görüntüler bu gerçeği açıkça göstermektedir. Koordineli tünel ve tim savaşı önemli bir başarı sağlamış, Demokratik Modernite gerillacılığının taktik ve tarz yaratıcılığını ortaya koymuştur. Özellikle YJA-Star komuta ve savaşçı gücünün öncülük rolünü yüksek bir moral ve taktik yaratıcılıkla başarılı bir biçimde oynaması, Zap-Avaşîn-Metîna savaşına farklı bir renk katmış ve daha büyük bir başarıyı ortaya çıkartmıştır.
Kısaca geçen iki buçuk aylık savaşın sonucunun gerilla açısından çok büyük bir başarı olduğu rahatlıkla söylenebilir. Başka hiçbir gücün böyle bir savaş performansı göstermesi ve bu koşullarda savaşması mümkün değildir. NATO’nun ikinci büyük ordusu olmakla övünen Türk ordusu, kelimenin tam anlamıyla Zap, Avaşîn ve Metîna’da perişan olmuş ve tarihinin en büyük yenilgisini yaşamıştır. Dolayısıyla AKP-MHP faşizminin çıkmazı derinleşmiş ve çöküşü hızlanmıştır. Bunun içindir ki, başka alanlara saldırarak bu durumu telafi etme arayışına girmiştir. Bu nedenledir ki, adeta kudurmuş gibi önüne gelen herkese saldırmaktadır. Zindanlardaki işkence ve zulüm, halk üzerindeki baskı ve tutuklama, herkese dönük tehdit bunun en açık göstergesidir.
Bu vesileyle bir kez daha özellikle Zap, Avaşîn ve Metîna başta olmak üzere tüm Medya Savunma Alanları’nda ve her alanda kahramanca direnen ve destanlar yazan HPG ve YJA-Star’ın tüm komuta ve savaşçı gücünü tarihi başarılarından dolayı yürekten kutluyor ve başarılarının sürekli olacağına dair inancımızı belirtiyoruz. Kürdün özgür var oluşunu garantileyen bu tarihi direnişin tüm kahraman şehitlerini saygı, sevgi ve minnetle anıyoruz. Onlar 30 Haziran ve 14 Temmuz fedai ruhuyla savaştılar ve bu çizginin başaran militanları oldular. Onlar Kemal Pir ve Zîlan komutasında savaştılar ve komutanlarına layık birer savaşçı olduklarını tarih önünde kanıtladılar. Apocu direniş ve zafer ruhunun yenilmez olduğunu dost-düşman herkese bir kez daha gösterdiler.
Yiğitliği zaferle taçlandırmayı bilmek gerekiyor
Peki, mevcut savaşın giderilmesi gereken hiç hata ve eksikliği yok mu? Kuşkusuz var. Açık ki bunlar üzerinde Merkez Karargah Komutanlığımız yoğun olarak duruyor ve hataları düzeltip eksikleri gidermeye çalışıyor. Biz bu çabalara olduğu gibi katılıyoruz ve yüksek değer biçiyoruz. Savaş cephelerindeki tüm komutan ve savaşçı yoldaşların da bu temelde yaklaşarak gereken düzeltme ve yeterliliği sağlayacaklarına inanıyoruz. Örneğin fedailiğin eylemde olduğu kadar yaşamda da gösterilmesi ve böyle bütünlüklü ele alınması çok büyük bir önem taşıyor. Yiğitliği zaferle birleştirmeyi ve taçlandırmayı bilmek gerekiyor. Pratik içinde çok aceleci olma, dar yaklaşma, tek eyleme kilitlenme, hiç geri çekilmeyi düşünmeme ve planlamama, hemen kendini patlatmak isteme, çok fazla gözü kara davranma gibi tutumlar gözüküyor. Halbuki tek eylemin değil, onlarca eylemin gerçekleştireni olmayı ve düşmanı vururken kendini de korumayı hedeflemek gerekiyor.
Açık ki Zap, Avaşîn ve Metîna’da odaklanan mevcut savaşın en zayıf ya da talihsiz yanını dar bir alanda ve cephede sürmesi, aynı düzeyde yayılamaması oluşturuyor. Kuşkusuz geçen iki buçuk aylık süre içerisinde hemen her yerde eylemler oldu ve devrimci savaş Bakur eyaletlerinden Türkiye metropollerine kadar bir ölçüde yayıldı. Medya Savunma Alanları’nda Xakurkê’nin belli bir çabası var, fakat çok daha fazla geliştirilmesi gerekiyor. Yine Bakur’da Botan ve Amed alanlarının değerli girişimleri yaşandı; ancak hem bunların da daha çok geliştirilmesine ve hem de her eyalete yayılmasına ihtiyaç var.
Kuşkusuz devrimci savaşı şehirlere yaymak için HBDH Milislerinin, YPS’nin ve gençliğin çok önemli ve değerli çabaları var. Yoğunluğu az ve düzeyi düşük de olsa yaptıkları eylemler faşizme en ağır darbeleri vuruyor ve Zap, Avaşîn ve Metîna’daki gerilla direnişiyle bütünleşiyor. Bu vesileyle hepsini kutluyor ve başarılarının devamını diliyoruz. Çabalarının çok değerli olduğunu belirtiyor ve daha çok gelişeceğine dair inancımızı ifade ediyoruz.
Yine her alandaki bütün çalışmaları devrimci halk savaşı stratejisinin gereklerine göre yeniden planlayıp örgütlü kılamadığımız görülüyor. Bu nedenle kendini savaş dışı görme anlayış ve tutumları yaşanmaya devam ediyor. Düşman algısı ve düşmanı takip etme çok zayıf kalıyor. Açık ki savaş askeri boyuta indirgendiğinde vurma ve vurulma işi olur. Eğer sen düşmanını vurmaz ya da vuramazsan, o zaman o seni vurur. Yani vuramadığın durumda vurulursun. Savaşın en basit ve kesin kurallarından biri budur. Ne yazık ki bizde hala bu temel kurala uymama ve onun gereklerine göre yaşamama durumları fazlasıyla ortaya çıkmaktadır. Örneğin Başûr’da yaşanan tamı tamına bu olmaktadır. Kuşkusuz bütün bunları ciddiyetle değerlendirip gereken anlayış ve tarz düzeltmelerini yapmamız gereklidir.
Hareket olarak, eğer 14 Temmuz 1982’yi başlangıç alırsak 40 yıldır, 18 Mayıs 1977’yi başlangıç alırsak 45 yıldır savaşıyoruz. Bu temelde kazandığımız çok büyük bir askeri tecrübe vardır. Bu tecrübeyi bir yana atmamak, tersine varlık ve özgürlük savaşında çok daha etkili kullanabilmek gerekir. 40 ya da 45 yıllık savaşın kuşkusuz farklı dönemleri olmuştur. Her dönemde geçerli olan ve de farklılıklar oluşturan yanları vardır. Örneğin düşman her zaman bizi imha etmek amacıyla saldırmıştır. Bir biçimde sürekli saldırı içinde olmuştur. Fakat söz konusu saldırıların dönem dönem farklılıkları ortaya çıkmıştır. Bu açıdan, genel savaşın tecrübesini esas almakla birlikte, örneğin 30 Ekim 2014 tarihli MGK toplantısında kararlaştırılan ve 24 Temmuz 2015 tarihinden itibaren aktif pratikleştirilen ‘Çöktürme Eylem Planı’ temelindeki saldırıların farkını görmek gerekir. Bir yanıyla gerillanın üs alanlarını ele geçirme noktasında 1994 saldırılarına benzemektedir. Fakat burada işgali sınır dışına taşırma ve “Misak-ı Milli” dedikleri alanları tümden ele geçirme hedefi de vardır.
Kısaca faşist, sömürgeci ve soykırımcı TC devleti, gerillayı ezme ve PKK’yi imha etme amaçlı saldırılarını sınır içinde ve dışında tüm gerilla alanlarını ele geçirme tarzıyla ve bu temelde Misak-ı Milli hedeflerini gerçekleştirme temelinde yürütmektedir. TC sınırları içinde hiçbir gerilla noktası bırakmak istemediği gibi, bir tek yurtsever örgüt ve kişi de bırakmak istememektedir. Faşist şef Tayyip Erdoğan, “Ben Kürdüm diyenler Kuzey Irak’a gitsinler” demişti. Kaldı ki şimdi ‘Kuzey Irak’ ve ‘Kuzey Suriye’ dediği alanları da işgal ve ilhak etme çabası içindedir. Yani kendi sınırı dışında da hiçbir gerilla üssü ve Kürt örgütlülüğü bırakmak istememektedir. 26 Ağustos 2016 tarihinden itibaren bu anlamda yeni bir süreç başlamıştır. Bugün Zap, Avaşîn ve Metîna merkezli olarak yürüttüğü saldırılar bu sürecin son halkası olmaktadır. Bugün yürüttüğümüz topyekûn devrimci halk savaşı direnişi, işte hedefleri ve yoğunluğu böyle olan bir faşist-soykırımcı saldırganlığa karşı yürütülmektedir. Dolayısıyla Kürt varlığı ve özgürlüğü açısından kazanılması zorunludur.
Demek ki biz de herhangi, sıradan bir savaş yürütmüyoruz; tersine ölüm-kalım, varlık-yokluk savaşı yürütüyoruz. Dolayısıyla bu savaşı mutlaka kazanmamız gerekiyor. Zap, Avaşîn ve Metîna merkez olmak üzere tüm Medya Savunma Alanları’ndaki savaşı da bu temelde yürütmemiz, yani mutlaka kazanmamız gerekiyor ve hem de bu savaşı her alana yayarak mutlaka zafer çizgisinde bir devrimci halk savaşı içine girmemiz gerekiyor. Açık ki bundan başka bir sonuç olamaz ve bu kabul da edilemez. O halde bu konu üzerinde farklı tartışmalar da yürütülemez. Durum esnetilemez ve kavram kargaşası içinde boğulamaz. Parti ve gerillada somutlaşan tüm profesyonel devrimci öncülüğün, kendine yurtsever diyen her insanın ve kesimin kilitlenmesi ve mutlaka başarması gereken durum budur. Demek ki “olur mu, olmaz mı” tartışması değil, mutlaka başarma anlayışı, tutumu ve tarzı gereklidir. Bunun önüne hiçbir gerekçeyi koymamak gerekir.
Bunlar temelinde devrimci halk savaşının zaferi için çalışan herkesi bir kez daha selamlıyor, üstün başarılar diliyoruz. Bunun dışında başka bir devrimciliğin ve yurtseverliğin olmadığını, hiçbir zaman da olmayacağını belirtiyoruz. Dolayısıyla tüm yoldaşları, her türlü yanılgılı tutumdan kendini kurtararak halka doğru öncülük etmeye ve devrimci halk savaşını başarmaya çağırıyoruz. Doğru devrimci tutumun da mutlaka başaracağına yürekten inanıyoruz.
Değerli Yoldaşlar!
Kışın yaptığımız yönetim toplantılarının sonuçları ve 50. Önderlik ve Parti Yılı planlaması çerçevesinde 2022 yılına toplumsal hareket olarak her zamankinden çok daha etkili girdik. 15 Şubat Komplosunu protesto eylemleri her alanda çok daha kitlesel ve canlı olarak gerçekleşti. 8 Mart’ta hem Kürdistan’da ve hem de dünyada kadınlar, 21. yüzyılın kadın yüzyılı olduğunu herkese gösteren ve kabul ettiren etkinlikte bir tutumu ortaya koydu. 50. yıl Newroz’unda ise kitle hareketi gerçek anlamda yeni bir zirve yaptı. Hem kitleselliği ve hem de sloganlarıyla böyleydi. Söz konusu durum dört parça Kürdistan’da ve yurtdışında yaşandı. Peki bu durum bize neyi gösterdi? Demek ki kitleler sinmemiş, korkmamış ve mücadeleden vazgeçmemiş! Demek ki doğru ve yeterli öncülük edilirse ve eğitilip örgütlendirilirse güçlü kitle eylemleri gelişirmiş! Demek ki gençlik yurtsever ve dinamikmiş ve tabi eğitilip örgütlenmeyi bekliyormuş!
Aslında Newrozdan sonra da kitle eylemliliği aynı düzeyde olmasa da sürdü. Kuzey-Doğu Suriye halkları ile Avrupa’daki Kürtler ve dostları sürekli ayakta oldu, sokakları ve meydanları doldurdu. Dostlardaki gelişim her bakımdan göz doldurucu durumdaydı. Bakur’da son Gemlik Yürüyüşü çok önemli bir etki ortaya çıkardı. Bütün bunlara yaratıcı yaklaşılır ve kitleler eğitilip örgütlendirilirse her yerde ve her durumda etkili kitle eylemlerinin geliştirilebileceğini gördük. O halde kitle eylemleri gelişmiyorsa, demek ki orada yaratıcılık yoktur, eğitim ve örgütlenme zayıftır. Eylemsizlik ya da eylem zayıflığı başka hiçbir gerekçe ile açıklanamaz.
Aslında halka gitmede ve kitle çalışmalarında zayıflık vardır. Halktan, kitlelerden ciddi anlamda kopukluk yaşanmaktadır. Kitle çalışmasında darlığın, aşırı bireyciliğin ve ben merkezciliğin yaşandığı raporlarda belirtilmektedir. Dahası kitle çalışmasında ikinci partileşme döneminin tarzı yaşanmakta, bir türlü üçüncü partileşme dönemine geçilememektedir. Yani hep yüzeysel propaganda esas alınmakta, eğitim ve örgütlenmeye bir türlü yeterince adım atılamamaktadır. Yine paradigma değişiminin gerektirdiği toplumsal örgütlenmeye bir türlü yeterince girilememektedir. Geniş taraftarlarımızın olduğu ve imkânların en ileri düzeyde bulunduğu yerlerde bile halk eğitilip örgütlendirilerek kendi kendini yönetir hale getirilememektedir. Demokratik Ulus sistemi ve Demokratik Konfederalizm yönetimi bir türlü işler ve etkili hale getirilememektedir. Halk etkin bir mücadele gücü olarak görülmemekte, yaratıcı kitlesel eylem ve öz savunma savaşı içine çekilememektedir.
Propaganda yaparken hükümetlerle halkları birbirinden ayırmak gerekir
Değerli Yoldaşlar!
Düzeltilmesi gereken çok önemli bir husus da propaganda ve sanat çalışmalarında yani bir bütün olarak ideolojik faaliyetlerde de vardır. Kuşkusuz ideolojik faaliyetlerimiz ziyadesiyle önemlidir ve büyük bir hacme de sahiptir. Yine yoğunluk bakımından da önde gelmektedir. Öyle ki yapılması ve başarısı olmazsa olmaz türünden bir çalışma olmaktadır. Çünkü partinin de halkın da eğitimi bu temelde gerçekleşmektedir. En temel eğitim yönteminin propaganda ve sanat çalışması olduğu açıktır. Kadroyu ve halkı eğitmeden de hiçbir şeyin yapılamayacağı, çünkü örgütlenip eylemli kılınamayacağı ortadadır. Fakat gerçek buyken, basın ve kültür çalışmalarımızda eğitim işlevini görmeyen veya bunu önemsemeyen yaklaşımlara fazlasıyla rastlanmaktadır. Söz konusu çalışmaların halk eğitimi için yapıldığı yeterince görülüp bilinememektedir. Bu temelde, söylenen söze ve belirtilen fikre dikkat edilmemekte, üslup ve hitabın, yine davranışın eğitici etkisi yeterince görülmemektedir. Bu alanlarda toplumdan kopukluk, kapitalist modernite etkileri ve taklidi fazlasıyla yaşanmaktadır.
Aslında bütün bunlar geçen süreçte yoğunca tartışılmış ve doğru anlayışlar ortaya çıkartılmıştır. Hatta bunlar yönetmenlik düzeyine de getirilmiştir. Fakat her nedense doğru ve yeterli bir biçimde uygulanmamaktadırlar. Sorun uygulamaya, yani pratiğe gelince aşırı derecede bireycilik ve kendini esas alma durumu yaşanmaktadır. Bu konularda düzeltmeyi geliştirebilmek için tutarlı bir tartışma da yürütülememektedir. Kendini esas alma ve doğru görme durumu çok ileri düzeyde yaşanmaktadır. Bunları düzeltecek bir tartışma ve kararlaşma ortamının yaratılması ve Apocu çizgide gereken düzeltmelerin gecikmeden yapılması gerekir.
Özellikle propaganda da dikkat edilmesi gereken birkaç hususu daha belirtmemiz yerinde olacaktır. Örneğin propaganda ve değerlendirme yaparken devlet ve hükümetlerle halkları birbirinden kesinlikle ayırmak gerekir. Bu konuda hem basın çalışmalarımız dikkat etmeli ve hem de propaganda yürüten, yazıp konuşan arkadaşlarımız dikkatli olmalıdır. Örneğin TC devletine veya AKP-MHP hükümetine ilişkin kullanılan ifadeyi “Türkler” diyerek yazıp söylememeliyiz. Bu doğru değildir. Çünkü bunlar aynı şey değildir. Böyle söylemek ilişki ve ittifak çalışmaları, ortak mücadele açısından da yararlı değildir. Suriye devleti için kullanılan bir ifadeyi “Araplar” diyerek ifadelendirmemek gerekir. Aslında bu konularda belli bir dikkat vardır. Fakat Demokratik Ulus çizgimiz ve dış ilişki-ittifaklarımız dikkate alınırsa daha çok dikkatli olup hatasız çalışmamız gerektiği ortaya çıkar.
Açık ki ideolojik çalışma ve mücadele sadece bazı kadroların değil, tüm kadroların ve partinin işidir. İdeolojik-örgütsel çizgi mücadelesi yürütmeden, sınıf ve cins mücadelesini geliştirmeden doğru partileşme olmaz ve siyasi-askeri hiçbir görev başarılamaz. Fakat ne kadar ideolojik-örgütsel çizgi mücadelesi, o kadar siyasi ve askeri mücadele formülü geçerliliğini korumaktadır. Siyasi ve askeri başarı, esas olarak ideolojik ve örgütsel mücadelenin başarısına bağlıdır. Özellikle çok yoğun bir savaş yaşadığımız günümüz koşullarında bu gerçek çok daha fazla geçerlidir. Her türlü parti dışı anlayış ve tutuma karşı tüm yoldaşların etkin ve sonuç alıcı bir ideolojik ve örgütsel çizgi mücadelesi yürütmesi zorunludur. Yaşamda ve mücadelede doğru duruş ve başarı buna bağlıdır.
Diplomasi çalışmalarını daha da geliştirmek gerekir
Değerli Yoldaşlar!
Açık ki dönemin öne çıkan önemli bir çalışması da dış ilişki ve ittifak çalışması olmaktadır. Bilindiği gibi, dış ilişki ve ittifaklarımız stratejik ve taktik olmak üzere iki boyuttan oluşmaktadır. Parti Manifesto ve Programında stratejik ve taktik ilişkilerimizin hangi güçleri içerdiği belirlenmiştir. Bunlar temelinde belli düzeyde yürütülen, örgütlü ve etkin hale getirilmeye çalışılan bir faaliyet de söz konusudur. Fakat içinde bulunduğumuz topyekûn savaş süreci ve içine girmiş olduğumuz yılın özellikleri dikkate alınırsa, mevcut diplomatik çalışmaları yeterli görmek mümkün değildir. Dolayısıyla söz konusu çalışmalarda yaşanan hata ve yetmezlikleri aşarak daha da geliştirmek gerekir.
Çok iyi biliniyor ki, taktik ilişkiler ideolojik ve stratejik olarak karşıt olunan güçler arasındaki ilişkilerdir. Yani biz, taktik ilişkilerimizi ideolojik ve stratejik karşıtlarımızla yürütüyoruz. Dolayısıyla bu ilişkiler dostluk ilişkileri değil, siyasi çıkar ilişkileri oluyor. İdeolojik ve stratejik müttefiklerimizin zayıf konumda bulunması nedeniyle taktik ilişkilere çok fazla ihtiyaç duyuyoruz ve bunları önemsiyoruz. Ama bu çalışma adeta savaş gibi bir çalışmadır. Yani taktik ilişki adeta savaş yapar gibi yürütülür. Dolayısıyla bu durumun iyi bilinmesi, taktik ilişki çalışmasında çok daha hazırlıklı ve örgütlü olunması gerekir. Bizde hem stratejik ve taktik ilişkileri birbirine karıştırma durumu ve hem de taktik ilişkileri yeterince anlamama ve yeterli etkinlikte yürütememe durumu yaşanmaktadır.
Benzer durumu stratejik ilişkiler açısından daha çok belirtebiliriz. Stratejik müttefiklerimizin bilinç ve örgütlenme bakımından çok zayıf olmaları, bu alanda bizim çalışmalarımızı daha önemli kılmakta ve bizi çalışmalarımızı etkin hale getirmeye zorlamaktadır. PKK’nin stratejik ilişkileri dostluk ilişkileridir ki, bunun aynı zamanda enternasyonalist çalışma olarak da adlandırıldığı bilinmektedir. Fakat mevcut durumda söz konusu çalışmanın entelektüel boyutu zayıftır. Halbuki Önderlik düşüncelerini yayma temelinde akademik faaliyetlerin ve yayın çalışmalarının en çok bu alanda geliştirilmesi gerekir. Tüm sistem karşıtı güçlerle çok yoğun bir tartışma içinde olmamız ve eğitici rol oynamamız gereklidir. Önder Apo “Dünya Kültür ve Akademiler Konfederasyonu”nu örgütleme görevini önümüze koymaktadır ki, hedefimizin bu olması gerektiği açıktır. Bu konuda bilim insanları düzeyinde çok yoğun bir ilgi de vardır. “Demokratik Konfederalizm” fikri günümüz dünyasında çok yoğun bir ilgi görmekte ve yaşanan toplumsal sorunların en temel çözüm yöntemi olarak görülmektedir. Ancak akademik ve yayın düzeyindeki yoğun bir tartışma ile Dünya Demokratik Konfederalizmi bilinç ve örgütlülük düzeyine çıkartılabilir. Kısaca bu konular üzerinde çok daha fazla yoğunlaşmaya ve pratik çalışmalarımızı parti yönetimimizi de çeşitli biçimlerde katar bir tarzda geliştirmeye ihtiyaç vardır.
Talimatların kadro ve sempatizanlara okutulup, tartıştırılması gerekir
Değerli Yoldaşlar!
Burada güncel bakımdan öne çıkan birkaç hususu daha kısaca ifade etmek istiyoruz. Bunlardan birincisi, talimatlara yaklaşım, talimatların okutulup değerlendirilmesi ve uygulanması konusudur. Edindiğimiz bilgi ve izlenime göre, talimatları ele alma, okuyup inceleme ve uygulamada yetersizlikler vardır. Kuşkusuz örgütsel gizlilik gerektiren bilgi ve talimatlar sadece ilgili olanlarla sınırlı tutulur. Fakat böyle olmayan ve daha çok perspektif içeren talimatların en geniş kadro ve sempatizanlara ulaştırılması ve okutulup tartıştırılması, başarılı pratik çalışma açısından gerekli ve zorunludur. Ancak yönetimimizin görüş ve perspektiflerini bilen kadro ve sempatizanlar ancak bunu hayata geçirebilirler. Bu nedenle, tüm talimatların verildiği kurum ve kişilere mutlaka ulaştırılması, okunup tartışılarak mutlaka pratikleştirilmesi gerekir. Parti talimatları kadro ve sempatizanlar için olduğuna göre, o halde bunlara ulaştırılması ve okutulması zorunludur.
İkincisi, şehitlerimize ilişkin birçok basın programı ve sanat çalışması yapıyoruz. Çeşitli parti belgesellerine konu ediyoruz. Bilindiği gibi, şehitlerimiz, Önder Apo ile birlikte en temel eğitim gücümüz oluyor. Bunun için de tüm şehitlerimize ilişkin daha çok bilgi, belge ve fotoğrafa ihtiyaç duyuyoruz. Bu konuda parti arşivini değerlendiriyoruz. Ama daha fazla program yapmamız ve şehitler gerçeğimizi daha çok propaganda ve sanat çalışmasına konu etmemiz gerekiyor ki, böylece hem halkımızı şehitler gerçeği temelinde daha çok eğitebilelim ve hem de şehitlerimize karşı görev ve sorumluluğumuzun gereğini daha fazla yerine getirebilelim. Bu çerçevede, birçok arkadaşın bireysel arşivinde şehitlerimize ilişkin önemli bilgi, belge ve fotoğrafların olduğu bilgisini aldık. Bunların en azından birer kopyasının, olmazsa doğrudan kendisinin bize gönderilmesini talep ediyoruz. Ne kadar çok bilgi, belge ve fotoğraf biriktirebilirsek, şehitlerimizi topluma o kadar çok taşırabiliriz ki, bu da halkımızın şehitler çizgisindeki eğitimini o kadar fazla geliştirir. Tüm arkadaşların bu konuda da gereken duyarlılık ve dikkati göstereceğine inanıyoruz.
Üçüncüsü, bazı şeylere tüm kadro ve sempatizan yapımızın daha çok dikkat etmesi gerekiyor. Örneğin parti değerlerini daha iyi koruma ve kullanma, harcamalara dikkat etme ve masrafları mümkün oldukça azaltma bunlardan birisidir. Maliye Komitemizin bu temelde talep ve uyarıları söz konusudur. Bilmeliyiz ki, önemsiz gibi görünen bu tür şeyler özünde ideolojiktir ve önü alınmazsa giderek ideolojik bozulmaya yol açabilir.
Değerli Yoldaşlar!
Tarihi 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişinin 40. yıldönümü vesilesiyle bir kez daha siyasi ve askeri süreci toplu değerlendirmek ve yürüttüğümüz bazı çalışmalara kısaca dikkat çekmek istedik. Kuşkusuz devrimci çalışma bir bütündür ve tüm çalışmaların parti kararları ve sürecin özellikleri temelinde etkin ve başarılı bir biçimde yürütülmesi gerekir. Ancak bu biçimde yaşadığımız kritik sürece cevap olacak ve tehlikeleri bertaraf edip halkımızı yeni zaferlere taşıyacak sonuçlar elde edilebilir. 14 Temmuz Direniş ve Zafer Çizgisi bizden bunu istemektedir. Önder Apo ve tarihi İmralı Direnişi bize bunu emretmektedir. Halkımızın ve dostlarımızın da bizden beklentisi budur.
Bunun yolunun da Önderlik ve şehitler çizgisinde, 30 Haziran ve 14 Temmuz çizgisinde partileşmekten ve öncülük görevlerini başarıyla yerine getirmekten geçtiğini bilmekteyiz. Güncel olarak da bize böyle bir partileşmenin yolunu Zap, Avaşîn ve Metîna’da kahramanca direnenler göstermektedir. Böyle zafer kazanan bir partileşmenin bugün de mümkün olduğunu kadın ve erkek genç yoldaşlar bize öğretmektedir. O halde her şey somutlaşmış ve zaferin önü açılmıştır. Dolayısıyla hiçbir zorluk ve engel tanımadan ve hiçbir gerekçeye sığınmadan defalarca kanıtlanmış bu zafer çizgisinde yürüyeceğimiz ve 50. Önderlik ve Parti Yılını mutlaka kazanacağımız kesindir.
Bu temelde tüm kadro ve sempatizan yoldaşları, içinde bulunduğumuz sürecin özelliklerini ve bize yüklediği görevleri doğru anlamaya, 30 Haziran ve 14 Temmuz çizgisinde partileşerek, Zap, Avaşîn ve Metîna direniş çizgisinde yürüyerek AKP-MHP faşizmini tarihin çöp sepetine gömmeye ve halkımızın hakkı olan tarihi özgürlük zaferini yaratmaya çağırıyoruz!
Kahrolsun Faşist-Sömürgeci-Soykırımcı Diktatörlük!
Yaşasın Özgürlük ve Demokrasi Mücadelemiz!
Yaşasın Zap-Avaşîn-Metîna Direnişimiz!
Yaşasın Devrimci Halk Savaşımız!
Yaşasın 14 Temmuz Direniş ve Zafer Ruhu!
Bijî Rêber Apo!
PKK YÜRÜTME KOMİTESİ