Murat Karayılan
Kürdistan Özgürlük Mücadelesi, tarihinin çok önemli bir döneminden geçiyor. Yarım asırlık Apocu hareketin, kesin başarıya en yakın olduğu yılları yaşıyoruz. Her biri ayrı bir karaktere sahip olan bu 50 yıl, aynı zamanda mücadelemize de ayrı etkileri bulunan özelliğe sahip yıllar olarak süregelmiştir. Başta Önderliğimiz olmak üzere, yurtsever halkımızın, gerek Kürdistanî gerekse de enternasyonal dostlarımızın ve başlangıçtan günümüze kadar Önderliğimizin etrafında kenetlenen Apocu-fedai kadrolar ve Kürdistan Özgürlük Gerillası’nın verdiği yoğun emek, sarf ettiği derin çaba ve ödediği büyük bedellerle bugünlere gelinmiştir. Gelinen aşamada Kürdistan’daki derin sömürgecilik parçalanmış olup, mücadelemiz ise kesin başarıya en yakın olduğu dönemden geçmektedir.
Ortadoğu öyle bir bölge ki, burada yaşanan her gelişme tüm dünyaya etki ediyor. Öyle ki yıllardan beri süregelen Üçüncü Dünya Savaşı’nın en önemli cephesi Ortadoğu olmuş durumda. Sahip olduğu yeraltı zenginlikleri, enerji rezervleri ve dünyada çok azalmış olan tatlı suya bol miktarda sahip olması, tüm hegemonik güçlerin iştahını kabartıyor.
Tıpkı Ortadoğu’nun dünyaya olan etkisi gibi, ülkemiz Kürdistan da Ortadoğu içerisinde aynı role sahip bir konumdadır. Ortadoğu içerisinde de, ister yer altı zenginlikleri bakımından olsun, isterse de petrol rezervleri ve tatlı su kaynaklarıyla olsun ülkemiz Kürdistan çok önemli bir yere sahip durumda. Bunun yanı sıra kıtalar arası bağlantı açısından hem tarihten gelen önemli bir konumu varken, hem de bağrında bulunan dağ silsileleri, onun bu jeo-stratejik konumunu daha da önemli bir hale getirmektedir. Bu özelliklerinden kaynaklı tarih boyunca ülkemiz Kürdistan istilalara, büyük savaşlara ve direnişlere ev sahipliği yapmış; özellikle son yüz yıl boyunca Kürdistan toprakları büyük bir inkar, zulüm ve soykırım politikasına maruz bırakılmıştır. Kısacası, gelinen aşamada Ortadoğu, dünya sorunlarının bir düğümü haline gelmişken, bu düğümün en kör olduğu yer ise Kürdistan halini almıştır.
Hegemonik güçler çıkarları uğruna bölgede Kürt halkını harcamak; halkımızın en meşru taleplerini kabul etmeyerek bütün Kürt toplumunu bastırıp ortadan kaldırmak istemektedir. Kuşkusuz bu insanlık gerçeğine büyük bir hakaret ve halkımıza karşı düşmanca bir saldırıdır. Bu büyük bir zulümdür. Ancak belirttiğimiz gibi hegemonik güçlerin bu yaklaşımı yeni ortaya çıkmamıştır; bu siyasetleri bundan ta yüz yıl öncesine, yani Lozan Antlaşması’na dayanmaktadır.
Kürdistan tarihi komplolar tarihidir
Tarih boyunca halkımıza dönük yapılan birçok komplo vardır. Bölgenin en kadim halkına ev sahipliği yapan bu topraklar, çok büyük komplolara şahitlik etmiş, büyük cenglere sahne olmuştur. Ancak bunların hiçbirisi Lozan Komplosu sonrasındaki dönem gibi olmamıştır. Bu komplo sonucu halkımız çok büyük trajediler yaşamış; Kürdistan’da katliam, ölüm ve soykırım siyaseti hakim kılınmıştır. Bunların merkezine de Kürtlerin varlığını inkar eden bir anlayış oturtulmuştur. Bu anlamda özellikle Lozan sonrası dönemin, halkımıza karşı bir komplolar dönemi olduğu belirtilebilir. Özellikle halkımızın özgürlüğü için yola çıkmış olan birçok isyan ve kalkışmanın nasıl komplolarla bastırıldığı ve Kürde ait hiçbir şeyin bırakılmadığı, geri bıraktırılmak istenen halkımızın artık varlığının da son bulmaya yüz tuttuğu bu dönemi tüm Kürdistanlılar bilmelidir.
Kürdistan Özgürlük Hareketi’ne yönelik komplolar
İşte bu anlamda hareketimizin ve Önder Apo’nun tarih sahnesine çıkışı, halkımızın makus talihinin ters dönmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Önder Apo’nun 1973 yılının Newrozu’nda bir grup arkadaşla birlikte atmış olduğu tarihi adım, Kürdistan’da ulusal bilinci, çağdaşlığı ve bilimsel sosyalizm temelinde ulusal-demokratik devrimciliği geliştirmiş, bu temelde bilinçlenen halkımız, yok olmanın eşiğinden sıyrılmış ve gün geçtikçe daha ileri bir toplum haline gelmeyi başarmıştır. Halkımızın yaşadığı bu değişimden korkan düşman ise sürekli bir şekilde daha büyük komploların peşine düşmüş ve bu biçimde mücadelemizi ortadan kaldırmayı amaç edinmiştir. Daha ilk adımda komplolarla karşı karşıya kalan hareketimize karşı ilk belirgin komplo, Haki Karer arkadaşın şehit edilmesidir. Bilindiği gibi 1977, 18 Mayıs günü, Haki arkadaş görüşmek üzere bir yere çağrılmış, ancak arkadaş görüşme yerine gidince komployla şehit edilmiştir. Bu saldırı, hareketimizi yok etmeyi öngören önemli bir komplo örneğidir.
Ancak Önder Apo’nun büyük öngörüsü, emekleri ve yoldaşlarımızın çabalarıyla tüm komplo süreçleri atlatılmış ve her seferinde hareketimiz daha fazla gelişme kat etmiştir. Özellikle komutan Egîd yoldaşın öncülüğünde gelişen 15 Ağustos 1984 Atılımı’yla birlikte Kürdistan’da başlayan yeni-çağdaş isyan ve gerillanın gelişim dönemi, daha ilk aşamasındayken hegemonik güçler ve sömürgecilerin büyük bir korkuya kapılmasına neden olmuştur. Bunun için NATO Gladiosu’nun da desteğiyle hareketimize karşı bir komplo siyaseti devreye konulmuştur.
Bunun ilk önemli adımını 1985 yılında İsveç Başbakanı Olof Palme’yi öldürüp, olayı Partimiz PKK’nin üzerine yıkmaya çalışmakla atmışlardır. Ardından bu olayı dayanak yaparak hareketimizin ve gerillanın karalanması ve önünün alınması için başta Avrupa olmak üzere tüm dünyada anti-propaganda çalışması yürütmüşlerdir. Daha gerillanın ilk adımında Kürdistan Özgürlük Gerillası’nın karşısına kontrgerilla yöntemlerini çıkarmışlardır. Bunun akabinde NATO’nun sadece Gladio ile değil resmi bir şekilde direk olarak kendisinin de sürece katılmasıyla beraber mücadelemize ve halkımıza dönük olan saldırılar çok daha farklı boyutlar kazanmış, Kürdistan’daki savaş süreci de derinleşmiştir. Özellikle 1992 yılında bir yandan Lübnan’daki Mahsum Korkmaz Akademisi’nin kapatılması ve yine Güney Kürdistan’da bir ihanet savaşının organize edilmesiyle birlikte sadece Kürdistan üzerindeki sömürgeciliğin değil, yerli işbirlikçilerin, bölgesel aktörlerin ve de hegemonik güçlerin de katılımıyla gelişen Komplo süreci uluslararası bir karakter kazanmıştır. Gelişen bu Uluslararası Komplo süreciyle birlikte özellikle Kuzey Kürdistan’da 5 bin civarında köyümüz yakılıp halkımız zorunlu göç politikalarına tabi tutulurken, geçen zaman içerisinde 17 binden fazla sivil ve silahsız insanımız katledilmiş; Kürdistan’ın diğer parçalarında ve diasporada da halkımıza dönük soykırım politikaları, gerillayı tasfiye etme çabaları ve bunun uluslararası zeminini sağlamaya dönük çalışmalar yoğunlaşmıştır.
Bir imha politikası olarak Uluslararası Komplo
Ancak denedikleri tüm yöntemlere rağmen bunu başaramadıkları için 9 Ekim 1998’de hegemonik güçlerin bir kez daha devreye girmesiyle oluşturulan uluslararası konsept temelinde direkt olarak Önder Apo’yu hedeflediler. Bu biçimde Önderliğimizin Suriye’den çıkması için baskı geliştirerek Önder Apo’ya karşı yeni bir Komplo sürecini devreye koydular. Aslında bundan daha önce yine Suriye sahasında Önderliğimize dönük yapılan bombalı suikast saldırısıyla da bir Komplo süreci söz konusu olmuştu. 6 Mayıs 1996’da gerçekleşen o saldırı, başta Zîlan (Zeynep Kınacı) arkadaşın fedai duruşu ve tarihe geçen eylemi olmak üzere, gelişen mücadele süreciyle boşa çıkartılmıştı. 1998’de gelişen bu yeni Komplo sürecinin gelişen saldırı ortamı karşısında Önder Apo Kürt sorununun siyasal çözümü için çok büyük çabalar sergiledi. Ancak bu çabaları görmezden gelen güçler, sonuç itibarıyla 15 Şubat 1999’a gelindiğinde bütün insan haklarını, hukuk ve ahlak anlayışını çiğneyerek Önder Apo’yu kaçırmak suretiyle Türk devletine teslim ettiler.
Esas olarak Önder Apo’nun imha edilmesinin planlandığı o süreçten bu yana birçok aşamadan geçildiği biliniyor. Bir yandan komplocu güçlerin saldırılarını yoğunlaştırması yaşanırken, diğer yandan ise başta “Güneşimizi Karartamazsınız” şiarıyla kendilerini bir ateşten topa dönüştüren şehitlerimiz olmak üzere halkımızın verdiği büyük bir mücadele süreci söz konusu. 24’üncü yılına girerken bu vesileyle Uluslararası Komplo’da yer alan tüm güçleri bir kez daha şiddetle kınıyor ve Halit Oral, Tayhan Umut, Rojbîn Arap ve Şaristan Botan yoldaşlar şahsında Zîlanların izinden giderek komploya karşı mücadelede sonsuzluğa uğurladığımız tüm şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyoruz. Onlar direnişleri ve duruşlarıyla bu uğursuz Komplo’ya geçit vermediler ve komplocuların amaçlarına ulaşmasının önünü aldılar. Onların öncülüğü temelinde hareketimiz dişe diş bir mücadele ile Komplo’ya karşı ayakta kalmayı başardı. Buna paralel olarak halkımızın da Önderlik çizgisi etrafında birleşmesi ile yalnızca Komplo boşa çıkmadı; aynı zamanda mücadelemiz Kürdistan’ın tüm parçalarında bir yükselme aşamasına da girdi.
Bunun içindir ki, Kürdistan üzerindeki sömürgecilik, bu zaman içerisinde de farklı birçok yönteme başvurarak Komplo’yu amacına ulaştırma çabasına girdi. Bir yandan ateşkes süreçleri, görüşmeler gibi yaklaşımlarla kamuoyunda Kürt sorununu çözeceği algısı yaratırken, diğer yandan ise Tamil taktiği, Çöktürme Planı vb kirli yöntemlerle Komplo’yu nihai amacına ulaştırmak istediler. Tabi onlar bu zamana kadar Kürtleri hep kandırdıkları için hareketimizi de kandırabileceklerini düşündüler. Ancak biz Önder Apo’nun hareketiyiz. Önder Apo aldatılamaz bir lider, hareketimiz ise tecrübe sahibi ve her türlü gelişme karşısında gerekli olan performansı gösterebilecek bir harekettir. Dolayısıyla düşmanın geliştirmiş olduğu alçakça saldırılar karşısında çok büyük bir direniş mücadelesi yürütülmüş ve bu süreç halen devam etmektedir.
Kuşkusuz yaşanan bu savaş sürecinde bizim de önemli kayıplarımız oldu. Ama çok büyük bir direniş de yaşandı. Her şeyden önce Önder Apo’nun İmralı Zindanı’nda büyük bir iradeyle gösterdiği eşsiz duruşu ve direnişi yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor. Her türden saldırıya ve hatta görüşmelerde yaptıkları baskılara karşı Önder Apo’nun büyük bir sabır, metanet ve kararlılıkla duruşu devam ediyor. Yani esas yükü Önder Apo kaldırıyor; bu anlamda esas mücadele İmralı’da yaşanıyor. Oradaki savaş psikolojik, ruhi, siyasi, diplomatik ve her türden yürüyor. Ancak Önderliğimizin göstermiş olduğu duruş, mücadelemize, halkımıza ve dostlarımıza büyük ilham vermektedir. Bugün halkımız ve mücadelemiz, bütün devrimci dinamikleriyle ayaktadır ve kendi özünde ısrar etmektedir. Bütün bunlar Önderliğimizin Uluslararası Komplo’ya karşı vermiş olduğu derin mücadele sayesinde gerçekleşmektedir. Bu mücadele ekseninde gelişen direniş dalgası, hedefine Önderliğimizi ve halkımızın özgürlük mücadelesini koyan Uluslararası Komplo’nun esas amacına ulaşmasını engellemiş ve onu boşa çıkarmıştır.
İkinci bir komplo olarak Garê saldırısı ve sonuçları
Tüm girişimlerine rağmen boşa çıkarak istediklerini elde edemeyen düşman, geçtiğimiz yıl, yani Komplo’nun 23’üncü yılında ikinci bir komplo planıyla Uluslararası Komplo’yu nihai başarıya ulaştırmak istedi. Bunun için 10 Şubat 2021’de Garê’ye yönelik olarak çetin bir saldırı gerçekleştirdi. Ancak Şoreş Beytüşşebap yoldaşın öncülüğündeki Apocu fedailer, buna karşı geliştirdikleri direniş ile düşmanı yendiler; gelişen saldırı dalgasını tersine çevirip düşmanda büyük bir kırılmanın başlangıcı haline getirdiler. Bu biçimde Garê şehitleri şahsında, ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ eylemcilerinin ruhunun bugün de aynı duruşla Komplo’ya karşı mücadeleyi yürüttüğü ve Komplo’nun mutlak anlamda yenileceği açığa çıkmıştır. Bu temelde Şoreş, Rojhat ve Seyfi yoldaşların şahsında tüm Garê-Siyanê direnişi şehitlerimizi saygıyla anıyor, onlara verdiğimiz sözü yineliyoruz. Onların bizlere vermiş olduğu talimatın gereğini yerine getireceğiz; kahraman şehitlerimizin çizgisinde yürüyerek, onların zafer ruhuyla Uluslararası Komplo’yu nihai yenilgiye uğratacağız.
Garê’de yaşanan 4 günlük savaş süreci, 2021 mücadele yılının yönünü tayin etmiş ve açığa çıkarttığı gelişmeler ile bütün yıl mücadelesinin kazanılmasına vesile olmuştur.
Düşmanın 10 Şubat 2021 günü Garê’ye dönük geliştirdiği saldırı, büyük bir planın ilk parçasıydı. Bu plan sadece esirleri kurtarmak veya Garê’yi işgal etmek anlamına gelmiyordu. Esas plan çok daha büyük ve kapsamlıydı. İkinci bir komplo gibi planlanmış ve ona göre örgütlenmişti. Zaten Türk Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler de, 6 ay boyunca askeri olarak hazırlık yaptıklarını, askerlerini eğittiklerini ve provalar yaptıklarını belirtti. Siyasi olarak ise, 15 Şubat Uluslararası Komplosu’nda yer alan ama zaman içerisinde Komplo’dan tamamıyla çekilmese bile yöntemde daha farklı taktikleri esas alan birçok gücün de bu planı çıkarları açısından uygun gördükleri ve onayladıkları çok açık bir şekilde ortaya çıktı.
Yine onların yardımıyla Irak Başbakanı Kazimî de Irak devletini bu sürece dahil etti. Çünkü ikinci komplo daha çok Güney Kürdistan’a yönelik olarak planlanmıştı. Bunun için de Irak devletinin rızasının alınması ve bu temelde katılması gerekiyordu.Saddam’dan sonra ilk defa Irak devleti bu ikinci komploya katılarak Türk devletinin planıyla birleşti. Saddam döneminde zaman zaman Türkiye’yle ittifaklar oluyordu ama Saddam’dan sonra ilk kez bu başbakanın döneminde Irak devleti Türkiye’nin geliştirdiği bu Uluslararası Komplo konseptini onayladı ve bu biçimde Türk devletine Irak’ın hava sahasını kullanmasına, her türden saldırı ve operasyonu geliştirmesine resmi olarak izin verilmiş oldu.
Aynı zamanda KDP de bu konsepti kendi çıkarları açısından uygun gördü ve o da katıldı. Kürdistan halkının ulusal çıkarlarına tamamen ters düşse de PKK’nin Güney Kürdistan’dan çıkarılarak tasfiye edilmesini KDP kendi örgüt çıkarları ve kirli hesapları açısından uygun gördü. Bunun için onlar da bu plana katıldılar.
ABD ve İngiltere gibi hegemon güçlerin ise farklı hesapları vardı. Onlar eskisi gibi PKK’yi yok etmeyi değil de PKK’yi zayıflatarak, yine PKK’nin önde olan kimi yönetim üyelerini tasfiye ederek, sonrasında PKK’nin mirasından faydalanarak kendi hizmetlerine kullanmayı öngördüler. ABD’nin 6 Kasım 2018 günü hareketimizin yöneticisi olan 3 arkadaş hakkında almış olduğu karar, bu anlamda sıradan değerlendirilebilecek bir karar değildir. Bu tür uygulamalar, komplo çizgisinin farklı yöntemlerle yenilenmesi anlamına gelmektedir. Kısacası bunlar, vb kimi güçlerin kendi çıkarları temelinde bir biçimde Türk devletinin planında birleşmesi söz konusu oldu. Bu temelde Garê’ye dönük olan saldırı gerçekleşti.
Garê operasyonunun amacı, soykırım siyasetini tekrardan hakim kılmaktır
Bu plana göre saldırı, kimsenin ummadığı kış mevsiminde, gerillanın mevzilenmesinin karşısında olan kuzeyden değil de güney tarafından başlatılarak sürpriz bir harekatla gerillayı gafil avlamayı öngörüyordu. Bu biçimde Garê’de hem esir olan güvenlik güçlerini kurtarmayı, hem Garê’nin tamamına olmasa bile bir kısmına yerleşerek HPG’nin Komuta Kontrol Merkezi’ni imha etme ve işlemez duruma getirmeyi istiyorlardı. Bunun ardı sıra kuzey tarafından, yani Zap, Metîna ve Avaşîn hattından büyük bir saldırı dalgası başlatarak gerillayı kuşatmak suretiyle gerillayı direnemez kılmayı amaçlıyorlardı. Bu planlarının başarılı olması halinde, son tahlilde yönlerini Kandîl’e vererek böylece hareketimizin Güney Kürdistan’daki tüm merkez ve koordinesini tasfiye etmeyi hedefliyorlardı.
Bunun için sadece askeri olarak değil, siyasi-diplomatik olarak da aylarca hazırlanmışlar; diğer güçler de çıkarları doğrultusunda bu plana katılmışlar. Onlar, 2-3 ay gibi kısa bir süre içerisinde bu planı başarıya taşıyabileceklerini düşünüyorlardı. Faşist-soykırımcı AKP-MHP rejimi bu planı başardıktan sonra zafer ilan etmeyi ve bu temelde seçimlere giderek iktidarını sürdürmeyi hesap ediyordu. Tabi bu durum, Türkiye’deki mevcut rejimin kalıcılaşmasını beraberinde getirecekti. Kuşkusuz bu rejim Türkiye’de kalıcı hale gelirse, Kürdistan’a yönelik olan soykırım siyasetini hakim kılacak ve buna dönük uygulamalarını derinleştirecektir. Sadece Kuzey Kürdistan değil, Güney Kürdistan ve Rojava’da elde edilen tüm kazanımları da ortadan kaldırmayı amaçlayacaktır. Hesaplarında Rojhilat da vardır. Onlar, eğer kazanırlarsa İran devletinin de kendi açısından bir şeyler yapacağını düşünerek, zaten sürekli onlarla tartışma halindeler. İran ise bu süreci yalnızca izledi. Ne olacağını görmek istedi. Yaklaşımı bu temeldeydi. Fakat Türk devletinin hesabı soykırım siyasetini tüm Kürdistan’da hakim kılmaktır. Bunun için biz, KDP’nin siyasetinin yanlış olduğunu ve şimdiki konseptin başarılı olması halinde, sonrasında onlara da yönelimin olacağını belirtiyoruz. Çünkü Türk sömürgeciliğinin bu konsepti başarılı olursa, soykırım siyasetini tekrardan bütün Kürdistan’a hakim kılacaktır ve kimse onun önünde duramayacaktır. Ama onlar bu yanlışlarında ısrar ettiler ve bu plana katıldılar. Hatta Zendûra, Mamreşo, Şehit Serdar, Küçük Cîlo vb alanlarda gerillanın direnişinin gürleştiği bir anda, Türk devletinin KDP’den pêşmerge gücünü de katmasını istediğini gördük. Bu yönlü bir istekleri vardı. Bu istek üzerine KDP, güçlerini Metîna’ya gönderdi ve oralarda kimi yerleri tuttu.
Biz buna karşı çok politik ve sabırlı bir şekilde yaklaştık ve bir Kürt iç savaşının çıkmasına yol vermedik. Türk devletinin planı, savaşı bir Kürt-Kürt savaşına çevirmek ve bu arada kendi konseptini hayata geçirmekti. Esas hesapları buydu ve halen de böyle yapmak istiyorlar. Yani bu planı ikinci bir komplo olarak örgütlemişlerdi. Bu biçimde 15 Şubat 1999 Uluslararası Komplosu’nu tamama erdirmek istiyorlardı. Çünkü onlar aslında Önderliğin esaretiyle hareketi tasfiye etmeyi hesaplıyorlardı ama belirttiğimiz gibi hareket tasfiye olmadı; tersine büyüdü. Bunun için Komplo boşa çıktı fakat komplo konsepti tam olarak kırılmadı. Yani her ne kadar amacına ulaşamasa da komplo ortadan kalkmadı ve varlığına devam etti. İşte 2021 yılındaki girişimleriyle 1992’de hareketimize yönelik olarak başlatılan Komplo’yu kesin sonuca ulaştırmak istediler.
Garê’de gerçekleşen direniş, tarihi bir tutumdur
Bunun için daha ilk adımda Siyanê’deki tünellerde kahraman yoldaşlarımızın göstermiş olduğu tutum, tarihi bir tutumdur. Yine Rojhat, Xeyrî ve Seyfilerin şahsında dışarıdaki yoldaşların tim savaşıyla ve hava savunma güçleriyle devreye girmeleri tarihi bir duruştur ve çok önemlidir. Şimdi bu büyük direnişin birinci yıldönümündeyiz. Bu vesileyle bir kez daha Garê direnişinin kahramanları olan Şoreş, Cudî, Bawer, Erdal, Argeş, Avareş, Rojhat, Xeyrî, Delil, Xabûr, Rêber, Seydo, Seyfi, Arhat ve Gelhat yoldaşları saygıyla anıyor, anıları önünde saygıyla eğiliyoruz. Bu kahramanlar, tünel savaşlarının yürütülmesi ve tünel direnişlerinde büyük bir kararlılıkla, fedai bir ruhla, tıpkı 14 Temmuz direnişinde olduğu gibi şahadetiyle düşmanın kazanmasının önüne geçen ve zaferi kesinleştiren bir duruş, kahramanlık gösteren yoldaşlardır. Onlar bu dönem mücadelesine esas öncülük yapan kahramanlarımızdırlar.
Siyanê tünelinde ve yine arazideki tim savaşında yürütülen direniş çok tarihi bir direniştir. Peki, Siyanê’de ne oldu? Düşman sürpriz bir saldırıyla ilk başta Siyanê’yi almak ve sonra Garê’ye yerleşmek istedi ama helikopterden iner inmez yıkılmaz bir duvar gibi Komutan Şoreş Beytüşşebap yoldaşın direnişiyle karşılaştılar. Şoreş yoldaşın komutasındaki arkadaşlarımız daha ilk dakikada onlara büyük darbe vurdular ve onları sersemlettiler. Bunun hemen ardından Şehit Rojhat arkadaş da oraya yetişti ve bir darbe de o vurdu. Yani hem içeride hem de dışarıda vurdular. Başlangıçtaki bu her iki eylemsellik, bu operasyonun kaderini tayin etti. Bunun için artık bir harbe dönüştü. Siyanê tünelindeki arkadaşlar sürekli dışarıya çıkıyor ve dışarıdan saldırıyorlardı.Birçok defa dışarıdan gerçekleştirdikleri saldırı hamleleri ile düşmanı püskürtüler. Sonrasında tabii dışarıdaki arkadaşların da eylemsellikleri gelişti. Bu biçimde tarihi bir savaş yaşandı. Büyük kahramanlıklar yaşandı.
Siyanê’de yaşanan direniş, gerçekten büyük bir destandır. Yaşanan bu savaşın dördüncü gününde, düşmanın bu savaş için göndermiş olduğu koordinasyon olan Albay rütbeli kişinin öldüğünü ve Türk devletinin hızlı bir şekilde geri çekilme kararı aldığını biliyoruz. Çünkü daha başta kırılarak, artık başaramayacaklarını gördüler. Bunun için çekildiler; aslında kaçtılar.
Tabi bu çok önemli bir şeydi. O arkadaşların 4 gün gibi kısa bir süre devam eden ama çok çetin süren direnişleri, kendisiyle birlikte çok önemli gelişmeler yarattı. Her şeyden önce Türk sömürgeci sisteminde ilk kez bir kırılma yaşanmasına neden oldu. Yani o zamana kadar ister iktidar olsun ister muhalefet, sistem içerisindeki tüm partiler Kürtlere ve Kürdistan Özgürlük Gerillası’na karşı olan saldırılara hep destek oluyorlardı. Ancak ilk kez Garê’de yaşanan savaş sürecinin ardından muhalefet partileri hesap sordular, ‘neden böyle oldu?’ diye tartışmalar yürüttüler. Hatta ‘Garê öncesi ve Garê sonrası’ diyerek siyasi literatüre yeni kavramlar kattılar. Yani sistem içerisinde bu biçimde bir çatlak oluştu ve bir kırılma yaşandı. Bu güçler bu tür yöntemlerle kazanamayacaklarını anladılar. Bu zafer, uluslararası güçler üzerinde de bir etki yarattı. Çünkü hegemonik güçler de bu süreci takip ediyorlardı. Hatta Türk devleti onların da katılmalarını istiyor ama onlar katılmayacaklarını belirtiyor ve Türklerin kendi başına yapmalarını söylüyorlar. ‘Madem savaşta hakim olduğunuzu söylüyorsunuz, o zaman siz tek başınıza yapın’ diyorlar ve onlar da izliyorlar. Tabi bu şekilde, Türk sömürgeciliğinin nasıl kırılmaya uğradığını da izlemiş oldular. Bu, hareketimizin dünya çapındaki rolünü de açığa çıkarttı. Bu hareketin öyle erken ve rahat bir şekilde tasfiye edilemeyecek bir hareket olduğu bir kez daha görülmüş oldu. Bu kanaat herkeste oluştu. Aldığı bu yenilgi karşısında Türk devleti planının sadece bu olmadığını, Garê’nin asi kayalıklara sahip ve PKK’nin güçlerinin yoğun olduğu bir bölge olduğunu, sınırdan 40 km uzak olduğunu belirterek kendi sınırından başlayarak kesin bir şekilde Garê’ye ulaşacağını ve Garê’yi işgal ederek planını yine de başarılı kılacağını düşünerek, bu temelde 23-24 Nisan’daki saldırı dalgasını başlattı.
Garê direnişi, 2021 yılının gidişatını belirledi
Bu aşamadan sonra yaşanan gelişmelerin de gösterdiği üzere, Garê direnişinin gerçekten tarihi bir önemi vardır. Yani Garê zaferinin sonuçları sadece siyasi muhtevada değildir. Garê direnişi sadece düşmanda kırılma yaratmamış, kamuoyunda bir kanaat oluşturmamış ve Kürt toplumuna moral aşılamamıştır; en önemlisi gerillada bir ruh oluşturmuş, 4 yıldır devreye koymak istediğimiz taktik perspektifi pratikleştirerek bunu başarılı bir savaş yöntemi haline getirmiştir. Yani arazideki uzmanlığa dayalı tim savaşı ile tünel savaşı ilk kez Garê’de devreye girmiş oldu ve sonuç alındı. Kış mevsiminde havaların açık, yine arazi koşullarının gerilla savaşı açısından en elverişsiz olduğu bir dönemde olunmasına rağmen, arazide onlarca tim harekete geçti ama kimse öyle pek kayıp vermedi. Arazide şehit düşen arkadaşlar ya eylemde şehit düştüler ya da daha dış alanlarda eyleme geçmek üzere hazırlık yaparken şehit düştüler. Yoksa Siyanê etrafındaki timlerde pek kayıp yaşanmadı. Tabi bunlar onlarca keşif uçağının havada olmasına rağmen böyle oldu. Bu durum tim savaşının başarıya ulaşabileceği yönünde bir inanç oluşturdu.
Tim savaşı 2020 yılında Heftanîn Savaşı’nda da devreye girmiş ve önemli sonuçlar ortaya çıkarmıştı ama Garê’de kış koşullarında bile tim savaşının başarılı olabileceği ortaya konulmuş oldu. Çünkü Heftanîn’de yaz koşullarında, ormanlardaki ağaçların yaprakları açıkken sonuç alırken, Garê’de ise kış koşullarında da sonuç alınabileceğini ortaya koymuştur. Bunun yanı sıra bu tünel savaşı açısından da önem taşımaktaydı. Tünel savaşında Şoreş yoldaşın öncülüğünde gelişen fedai duruş, gerçekten kahramanca bir direnişti. Bir bütün olarak Garê direnişiyle, tünel ve tim savaşının birleşmesi halinde düşmanın yenilebileceği gösterilmiştir. Yani birinci yıldönümünde olduğumuz Siyanê direnişinin sadece siyasi değil, askeri sonuçları da yoğundur. Bizim için taktik açısından da sonuçları vardır. En büyük kazanımımız da esas olarak budur.
İşte Garê direnişinin bizler açısından böyle bir sonucunun açığa çıkması ardından, düşmanın Avaşîn, Zap ve Metîna hattına dönük saldırısı geliştiğinde, o hatlardaki arkadaşlar da bu taktiği esas aldılar. Bu anlamda ilk başta Mamreşo, Siyanê direnişinin bir takipçisi oldu. Serhat Giravî ve Saryaların öncülüğünde gelişen direniş, Şoreş Beytüşşebapların izinden yürümüş; onlar da 10 gün süren direnişleriyle, tim ve tünel taktik yönteminin düşmanı yenebileceğini ortaya koymuştur. Yine o direnişin hemen yanı başında Mervanûs-Şehit Serdar direnişi, Zap’ta Küçük Cîlo direnişi vardı. Bu direnişlerin önemli bir halkası olarak Metina’daki Zendûra Tepesi’nde ise bir tarih yaratıldı. 50 günden fazla direnildi ve çağdaş bir destan yazıldı. Hêjar Urfa ve Rêber Siirt yoldaşların öncülüğünde gelişen direniş, bir destan oldu. Hem arkadaşların savaşı, hem her gün verilen tekmiller, giden perspektiflere karşı tutumları, birbirlerine olan bağlılıkları, yine yaralı olan yoldaşların yürüyememesi nedeniyle sağlam olan arkadaşların bile verilen talimatlara rağmen geri çekilmeyeceklerini belirtmeleri, kısacası oradaki yoldaşlık ve direniş ruhu Hêjar yoldaş şahsında çok açık bir biçimde görülmüştür. Yine Botan ve Zinarîn yoldaşların öncülüğünde gelişen Girê Sor direnişi de gerçekten kendi başına bir tarihtir. Bu direnişin nasıl başarıya ulaştığı, çeşitli yöntemlerle de belgelenmiş ve kamuoyuna ulaştırılması esas alınmıştır.
Ancak hali hazırda tarihimize, ‘en uzun süren tünel direnişi’ olarak geçen ve bir zirve olarak kabul edilebilecek olan direniş, fedailerin fedai komutanı Cumali Çorum yoldaş ve Çavrê Gever yoldaşın öncülüğünde Werxelê tünellerinde gelişen direniştir. Onlar düşmana çok ağır darbeler vurdular. Doğru; belki önemli şahadetlerimiz de yaşandı ama bir tarih yazıldı ve bu taktik yöntemin başarılı olabileceğini en yalın bir biçimde gösterdi. Bu direniş karşısında düşman tıkandı, ilerleyemedi ve geri çekildi. Bu direniş temelinde bugün düşman halen 23-24 Nisan günü askerlerini havadan indirdiği yerlerdedir. Yani Mervanûs, Mamreşo ve Şûkê yakınlarındaki bir tepededir. Mevcut durumda Avaşîn’de tutabildikleri tek yer buralardır. Sınır üzerindeki kimi yerlerde zaten öncesinde de askerleri mevcuttu. Bunun yanı sıra Zap’ta yalnızca Kela Bêdewî’yi tutabilmiştir; bir tek orada kalabilmiştir. Kaşûra’da da aynı şekilde sınır hattında, Hiror civarlarında birkaç tepeyi tutabilmiştir. Ancak düşmanın planı sadece buraları tutmak değildi. Düşmanın planı tüm Medya Savunma Alanları’nı tutmaktı.
Garê’de aldığı yenilgi düşmanı çöküş sürecine koymuştur
Kısacası Apocu-fedai ruhla hareket eden yoldaşların yükselttiği tünel ile tim savaşına dayanan yeni taktik yöntem düşmanı yenmiş, zafer kazanmıştır. Düşmanın planlarını boşa çıkartmış, amacına ulaşmasının önünde engel olmuştur. Bunun için kuşkusuz başını Garê-Siyanê’nin çektiği tüm bu direnişlerin önemi vardır. Bu direnişler birbirlerini tamamladılar. En son olarak 4 aydan uzun süren Werxelê direnişi tim ve tünel savaşı yöntemleriyle özgürleştirilmiş alanların savunulabileceğini ortaya koymuştur. Yani düşman özgürleştirilmiş alanları işgal edemez.
Düşman ileri teknolojiyle her yeri işgal edebileceğini hesaplıyordu. Çünkü farklı kimi bölgelerde o şekilde bazı sonuçlar almıştı ve bunlardan dolayı adeta sarhoşa dönmüştü. Ama Garê’de yediği darbe onu sersemletti; sonra da tüm gücüyle Avaşîn, Zap ve Metina’ya yönelince, oralarda da ağır darbeler yedi ve ilerleyemedi. Bu anlamda Türk ordusunun gerçekliği bir kez daha ortaya çıkmıştır. Zaten bu söz konusu ordu, bize karşı savaşta kullanılan ikinci ordularıdır. Çünkü birinci orduları, yani klasik orduları zaten 2012’ye kadarki savaşta yenilmişti ve sonrasında gelişen, adına ‘Çözüm Süreci’ denilen süreçte yaptıkları hazırlıklar temelinde yeni bir ordu kurmuşlardı. Şimdi ise, teknoloji temelinde savaşan modern orduları da sonuç alamamış ve o da yenilmiştir. Bunun için bu sıradan bir sonuç değildir; önemli bir sonuçtur.
Açığa çıkan bu direniş süreci, düşmanın planının başarılı olmamasına yol açtı. Düşmanın Medya Savunma Alanları’na dönük planı başarılı olmayınca sistem içerisindeki kriz de daha da derinleşti. Hiç kimse, Türkiye’nin ekonomisinin nasıl bu şekilde çöktüğünü açık bir biçimde dile getirmiyor. Türkiye, esas olarak zengin bir ülkeydi. 2010-2014’e kadar da durum böyleydi. Niye böyle 6 yıl içinde yok oldu? Çünkü hepsini savaşa harcadılar. Şimdi sistem içerisindeki muhalif güçler bu gerçeği söylemiyorlar. Çünkü onlar da şimdiye kadar yaşanan sürece hep katılmış, destek olmuşlardı. Bunun için, ‘bütün ekonomimizi savaşa harcadılar; onun için halkımız bugün açtır’ diyemiyorlar. Sadece HDP bu tür konulara değiniyor; ama ona dönük de zaten sansür politikası uygulanıyor ve sesi çok geniş kesimlere ulaşamıyor. Kısacası Türk devleti, ekonomisinin tamamını savaşa harcamıştır ve savaşta da kazanamamıştır. Bunun için şimdi Türkiye halkı açlıkla karşı karşıyadır ve siyasi, toplumsal ve kültürel kriz bugün yüzeye vurmaktadır. Şu an sistem ciddi bir çöküş içerisindedir ve herkes sistemin ömrünün ne kadar kaldığını tartışmaktadır. ‘Acaba parlamenter sisteme geri mi dönülmeli’ biçiminde tartışmalar yapılmaktadır. Artık aklı başında hiç kimse, tek adama dayalı bu faşist rejimin devam edebileceğini düşünmemektedir.
Özcesi, Garê’den başlayan ve Werxelê’ye kadar süren 2021 savaşı aynı zamanda Türkiye’nin demokrasi savaşıdır. Bu, faşizmin kalıcılaşmasının önüne geçmiş, AKP-MHP faşist sisteminin yıkılmasının yolunu açmıştır. Şimdi bu sistem yıkılmaya doğru gitmektedir. O zaman bu direniş bir demokrasi ve halkların özgürlüğü direnişidir. Zaten eğer bu direnişler başarılı olmasaydı, yine Kürdistan’a dönük olarak soykırım siyaseti yürütülmeye devam edecekti ama tehdit sadece Kürtlerle sınırlı kalmayacaktı; tüm bölge halklarına yayılacaktı. Yeni Osmanlıcılık zihniyetine dayalı Türk faşizminin, Irak ve Suriye’yi himayesi altına almak istediği herkes tarafından bilinmektedir. Halen de buna dönük çabaları vardır ve bu temelde kendisini bölgede ultra emperyalist bir güç haline getirmek, kendisini büyütmek ve herkese karşı şiddet politikaları yürütmek istiyor. Kısacası Önder Apo’nun İmralı’daki duruşu, gerillanın ise yeni yöntemlerle örgütlediği direnişi, hem Kürt toplumunun zinde kalmasını ve başarı umutlarının yükselmesini sağlamış ve hem de bölge halklarına dönük olan tehdidin geriletilmesine neden olmuştur.
2022 yılı büyük gelişmelere sahne olacak
Ancak elde edilen bu sonuca rağmen soykırımcı-faşist AKP-MHP rejimi pes etmemiş; amaçlarından vazgeçmemiştir. Onlar tekrar hazırlanmakta ve şanslarını tekrardan denemek istemektedirler. Bunu yapmak zorundalar. Çünkü yapmazlarsa seçimleri kaybedeceklerini biliyorlar. Eğer kaybederlerse, sadece insanlık suçuna bulaşmış kişiler olarak değil, iktidarın nimetlerinden faydalanarak başta mali olmak üzere her türlü rant suçuna da bulaşmış kişiler olarak bunların hepsinin zindanlara girmesi gerekecektir. Zindana girmemek için Erdoğan-Bahçeli ikilisi ellerinden ne geliyorsa yapacaktır. Bu dönemde Türkiye’nin tüm rezervlerini kullanacak, ülkenin jeo-stratejik konumunu pazarlayacak, NATO ve Rusya arasında oynayacak, kirli pazarlıklar yapacak, bölge güçleri üzerinde baskı oluşturacak; Kürtler arasına nifak tohumları ekecek ve bu temelde kendisini ayakta tutmaya çalışacaktır. Şu anda bu konuda ciddi çabaların olduğunu ve askerlerini de bu temelde eğittiklerini biliyoruz. Bunlar yenilen ama yenilgiye doymayan pehlivanlardır. Yani Türk devleti ne kadar Kürdistan Özgürlük Mücadelesi karşısında yenilse de, tekrardan toparlanmaya çalışmakta ve yine savaşmak istemektedir. Bunun yeni yıldaki ilk nüveleri de ilk önce 20 Ocak günü DAİŞ eliyle Hasekê’de Kuzey-Doğu Suriye Devrimi’ne yönelik olarak geliştirdikleri hamleyle, ardından ise 1 Şubat günü Mexmûr, Şengal ve Rojava-Dêrik’e yaptıkları kapsamlı hava saldırılarıyla gösterilmiştir. Ancak halkımızın Apocu felsefe temelinde yetiştirdiği kahraman savaşçıları, almış oldukları tedbirler ve yine göstermiş oldukları kararlı fedai duruş sayesinde gelişen tüm saldırıları boşa çıkartmış, DAİŞ ve AKP’nin kirli amaçlarının karşısında dimdik durmuş ve düşmana geçit vermemiştir. Bunun yanı sıra bir de Hasekê’deki saldırının kararını veren ve yöneten, aynı zamanda 2014 yılında Şengal’e dönük DAİŞ’in gerçekleştirdiği katliamı yöneten DAİŞ lideri Ebu İbrahim El Haşimi’nin (Abdullah Kardaş) öldürülmesini de sağlamıştır. Yani bu hamleyle hem Hasekê’deki girişime ve 1 Şubat saldırılarına yanıt verilmiş, hem de sırf Êzidî olduğu için binlerce insanımızı şehit eden, Êzidî kadınlarını köle haline getiren bir kişiden hesap sorulmuştur. Bu da iyi bir şey. Halkımıza karşı kim suç işlerse hesap vermekten kurtulamayacaktır. Bu kişiler DAİŞ lideri de olsa TC Cumhurbaşkanı ya da bakanı da olsa, halklarımızın katline ferman veren herkesten bunun hesabı mutlaka sorulacaktır.
Önümüzdeki yıl sıcak bir mücadele yılı olacaktır
Yaşanan bütün bu gelişmeler önümüzdeki yılın sıcak bir mücadele yılı olacağını göstermektedir. Biz bu yılı olağanüstü bir yıl olarak görüyoruz. Bu yılın halkımız ve hareketimiz açısından büyük bir başarı yılı olabilmesi için gerekli zemin vardır. Önder Apo’nun ve Kürdistan’ın özgürlüğü yürüyüşünde tarihi bir yıl olacağı şimdiden görülmektedir. Çünkü Şoreş Beytüşşebap yoldaşın geçen yıl bu zamanlarda Siyanê’de göstermiş olduğu duruş, bugün dönemin taktik perspektifini netleştirmiştir, halkımıza ve güçlerimize büyük moral ve güç kazandırmıştır. Bunun karşısında düşman ise çok zayıf ve moralsiz bir halde yıkılışa doğru gitmekte, yıkılmamak için elindeki teknoloji ve kullanabileceği tüm yöntemleriyle güçlerimizin üzerine gelmek ve sonuç almak istemektedir. Dolayısıyla düşman hiçbir zaman küçük görülmemeli ve gelişebilecek her türlü saldırıya karşı hazırlıklı olunmalıdır.
Onlar tünellerde tıkandıkları zaman kimyasal silahlar yoluyla sonuca gitmek istediler. Kimyasal silahlar, dünya çapında yasaklanmış silahlardır ama onunla da hiç bir sonuç alamadı. Şimdi yıl boyunca ortaya çıkmış olan tecrübeden faydalandık ve biz inanıyoruz ki yeni dönem savaşında düşmanın ne havadan olan silahları, ne de kimyasal silahı hiçbir sonuç alamayacaktır. Yani hem arkadaşların edindiği tecrübe, hem de taktik-teknik tedbirler geliştirildiğinde, düşman hiçbir sonuç alamayacaktır.
Kuşkusuz bu kadar iradi bir direnişin ve başarının altında Önder Apo’nun geliştirdiği felsefe ve ideolojik gerçeklik yatmaktadır. Önder Apo, İmralı işkence sisteminin her türlü saldırısı altındaki dirayetli duruşu ve geliştirdiği Demokratik Modernite Paradigması sürece yön vermektedir. Hareketimizin ortaya koyduğu perspektiflere bakıldığında, hareketimizin de tarihi önemde bir hazırlık ve direniş pozisyonunda olduğu görülür. Bu anlamda Komplo’nun ikinci dalgası nasıl ki 2021 yılında yenilmişse, 2022 yılında da yenilgiye mahkumdur.
Biz 2022 yılında artık Komplo’yu kırmak ve tamamıyla ortadan kaldırmak için tarihi bir direniş sürecini geliştirmek istiyoruz. Çünkü Komplo’nun boşa çıkarılmasının tek başına yeterli olmadığı açığa çıkmıştır. Komplo tamamen yenilmeli ve ortadan kaldırılmalıdır. Komplo’nun yenilgisi de ancak Önder Apo’nun ve Kürdistan’ın özgürlüğüyle mümkün olacaktır. Dolayısıyla bu yılki hedefimiz budur. Şoreşlerin, Seyfilerin ve Rojhatların; yine ister Kuzey’de olsun, isterse de Kürdistan’ın diğer parçalarında, yıl boyunca gösterdikleri kahramanlıklar temelinde düşmana geçit vermeyen fedai kahramanların ruhuyla hareket edilmesi halinde Komplo’nun tamamıyla ortadan kalkması da gerçeğe dönüşecektir.
Bizler 2021 yılında gelişen ve taktikte netleşme sağlayan direniş ile yoldaşların göstermiş olduğu duruşun 2022 yılı mücadelesinde de bütün gerilla güçlerimizde hakim olacağı iddiasındayız. Aynı zamanda hareketimizin tüm kadroları, çalışanları, sempatizanları, yurtsever-çilekeş halkımız ile tüm mücadeleci güçlerin de aynı ruhla dönem mücadelesine yükleneceğine olan inancımız tamdır. Halkımız Devrimci Halk Savaşı perspektifiyle Kürdistan’ın tüm parçalarında düşmanın saldırılarına karşı gerekli cevabı verecektir. Bugün şartlar, her dönemden daha fazla uygundur. Kürdistan’ın hangi parçası olursa olsun, gelişecek olan her türlü saldırıya karşı özgürlük bayrağının daha da yükseltilmesi halinde halkımızın kazanacağı açıktır. Devrimci Halk Savaşı perspektifi ışığında, tim savaşı, tünel savaşı, öz savunma savaşı ve halkın direnişiyle birleşirse, düşmanın hiçbir saldırısının sonuç almayacağı kesin bir olgudur. Burada önemli olan tim, tünel, öz savunma ve halk olmak üzere dört ayak üzerine kurulmuş olan savaş doktrinimizin etkin uygulanmasıdır. Eğer bunları doğru bir şekilde örgütler ve devreye koyarsak, bu biçimde savaş meydanında gerekli öncülük de yapılabilir. Bunun için bütün yoldaşlarımız gibi, tüm sempatizan ve dost kesimler de kendisine güvenmeli, yeni dönemde kazanabileceğimize inanmalı. Halkımızın öncülerinin, görevlerinin gereğini doğru yerine getirerek rollerini oynaması halinde her türlü zorluğa rağmen halkımızın kesin zaferi elde edeceğine kuvvetle inanıyor ve önümüzdeki mücadele sürecinde herkese üstün başarılar diliyoruz.